Print this page

İlerlemiş bir İran’a doğru: Washington’un değil, İranlıların yolu

Rate this item
(0 votes)
İlerlemiş bir İran’a doğru: Washington’un değil, İranlıların yolu

The New Yorker gazetesinin manşeti, ultra-liberal rüyayı açığa çıkarıyor: “İranlı seçmenler katı muhafazakarlara bir mesaj verdi”. Hayır Robin Wright, Obama Acem ülkesinde Ronald Reagan’la savaşmıyor! Evet, yüksek katılım oranı ve sonuçlar Cumhurbaşkanı Ruhani için bir güç aşısı oldu. Ama hayır, hayır ve üçüncü kez hayır: İran Cumhurbaşkanı Ortadoğu’nun Angela Merkel’i olmaya hazır değil.

Varsayımsal okuma, manipülasyon, kaba propaganda: ana akım Batı medyası artık sürpriz yapmıyor. Amerikan ve İngiliz gazetelerinde yer alan, İran seçimleriyle ilgili haberler, hayalgücü üzerine kurulu bir liberalleşmiş İran betimliyor. Haberleri okuyunca, adeta neo-con'lar bir tür trans yaşıyormuş gibi bir görüntü oluşuyor. İran halen temel olarak İran tipidir; bu, Obama'nın dünyanın kafasını ütülediğinden farklı türden bir demokrasidir. Bu yüzden, İran seçimlerine dair basitleştirilmiş bir analiz arayanlar için, önceki Cuma günü yapılan seçimlerde gerçekte ne olduğuna bir bakalım.

Atlantic'ten New Yorker'a kadar ana akım medya kuruluşlarında muhtelif fikirler ve görüşler okuyabilir ve bu şekilde çok kısa bir süre içinde, Batılı yazarların İran hakkında ne kadar az şey bildiğini görebilirsiniz. Son birkaç gündür haber takipçilerine sunulan her türden yanlış bilgilendirmeye ve tek noktaya odaklı standartlara bakılırsa, Tahran Pluton'da bile olabilir. The New Yorker gazetesinin manşeti, ultra-liberal rüyayı açığa çıkarıyor: “İranlı seçmenler katı muhafazakarlara bir mesaj verdi”. Hayır Robin Wright, Obama Acem ülkesinde Ronald Reagan'la savaşmıyor! Evet, yüksek katılım oranı ve sonuçlar Cumhurbaşkanı Ruhani için bir güç aşısı oldu. Ama hayır, hayır ve üçüncü kez hayır: İran Cumhurbaşkanı Ortadoğu'nun Angela Merkel'i olmaya hazır değil. Elbette Batılı haber kuruluşlarının sahibi olan milyarderler, enerji rezervlerinde trilyonlar bulunan bir vekili sevecektir, ancak İranlıların yaptığı şey yalnızca Meclis'in bazı üyelerini değiştirmekten ibaret oldu. Halk, Washington ve Londra'nın bekleyen kollarına koşmadı.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin çevresindeki “reformcular” yalnızca budur, bundan fazlası değil. İran değişiyor, bu kesin, fakat ülke, onyıllardır ülkenin yıkılmasına azmetmiş hegemonyaya katılmaktan çok daha ilerici bir stratejiye yöneldi. İranlıların Batıya yönelik tutumlarının kanıtı, Maryland Üniversitesi tarafından IranPoll.com aracılığıyla, 29 Ocak 2015-15 Ocak 2016 tarihleri arasında yapılan ve bu linkte yer alan örnek gibi çalışmalardan görülebilir. Bahsi geçen çalışmanın ortaya koyduğu dikkat çekici olgularan biri, İranlıların mevcut hükümetten memnuniyetsiz olduğu şeklindeki savın tam zıttı olan verilerdir. Buna göre İranlıların yalnızca çok küçük bir azınlığı özgürlüklerinin çok sınırlı olduğunu düşünüyor. Baskın çoğunluk, bu seçimden önce en önemli meseleler olarak görülen işsizlik ve ülkenin düşük performanslı ekonomisiyle baş etmek için yeni Meclis'e işaret ediyordu. Dahası, bu çalışma ve öteki çalışmalar bize, İranlıların büyük ölçüde ülkelerinin savaşın yıprattığı Suriye'de IŞİD'i ve öteki grupları yenilgiye uğratmak için Suriye hükümetine ve Rusya'ya yardım etmesini desteklediğini gösteriyor. Daha da önemlisi, araştırmaya dahil edilen insanların büyük çoğunluğu, ABD'nin Suriye müdahalesinin tek amacının Esad'ı devirmek olduğuna inanıyor.

İran gerçek anlamda ilerlemiş ülkeler arasında yerini alma yolunda büyük bir hızla ilerlerken, kesin surette kendi en iyi çıkarlarına odaklanmış durumda ve olması gereken de bu. İranlıların Rusya ve Çin hakkındaki görüşleri hayli olumlu ve en azından son birkaç yılda yapılan anketlerin çoğuna göre, bu olumlu yaklaşım zaman içinde de kaydadeğer düzeyde arttı. Bu esnada, Almanya hariç olmak üzere Batı ülkelerinin gösterdiği güvensizlik, herhangi bir ankete gerek kalmaksızın aşikar duruyor. Benim önde gelen İranlı işadamlarıyla yaptığım kişisel yazışmalar, bir başka önemli gerçeği daha teyit ediyor: İranlılar Amerikan halkı karşısında kesinlikle kuşkucu değil, yalnızca Amerikan hükümeti karşısında kuşkucu. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ülke içinde yüksek oranda desteğe sahip, ancak bu yüksek destek oranlarının köktenci din adamlarından kurtulma yönündeki hayali arzularla hemen hemen hiçbir ilgisi yok. Bilakis Ruhani, bir altüst oluş olmaksızın değişim için mücadele edebilme becerisi nedeniyle saygı görüyor. İran'daki “katı muhafazakarlar” da çizgilerini, çok daha basit nedenlerden ötürü yumuşatıyor.

İran'ın insanları dar anlamda, Arap Baharı'nın barışçıl bir versiyonu olmadı. Tipik İranlı, Amerika'daki veya İngiltere'deki insanların çoğunun düşünebildiğinden çok daha akılcıdır ve dünyanın mevcut ekonomik durumunu anlama becerileri çok daha yüksektir. Öncelikle, nükleer anlaşmasının yürürlüğe girmesiyle bile İran'daki halkın yarısı, Amerika Birleşik Devletleri yöneticilerinin İran'a taviz verdirmeye çalışmak için baskı ve yaptırımlar yoluna gideceğine inanıyor. İşte, İran'ın “katı muhafazakarlık” hususundaki gerçek pozisyonuna ilişkin bazı başka rakamlar:

· Ankete katılanların %84'ü, Suudi Arabistan'ın bölgedeki etkisinin azaltılmasını destekliyor;
· Aynı %84, İran'ın bölgedeki etkisini arttırmasını destekliyor;
· Ankete katılanların %80'i, Suriye çatışmasının yayılmasını engellemenin hayati önemde olduğunu söylüyor;
· İranlıların tam %77'si bölgede ABD ve İsrail politikalarına karşı çıkmak gerektiğine inanıyor.

Görebileceğiniz gibi “katı muhafazakarlar” terimi, Batı basınının İran siyasetine ilişkin hemen hemen bütün analizlerinde hatalı kullanılıyor. Washington'daki düşünce kuruluşlarının ve şirket medyasının kalıcı hale getirmeye çalıştığı “fikir”, Amerikalıların 1979 yılında Başkan Jimmy Carter'ın 12170 nolu başkanlık kararnamesini yayınladığı zaman akıllarda bulunan İran'la aynıdır. Tahran'daki rehine krizi 37 yıl önce sona erdi, fakat başarısız politikalar takip eden yıllarda giderek kötüleşti. Irak İran'a saldırdığı zaman ABD yaptırımları sertleştirdi. Bill Clinton kendi döneminde İran'a yönelik yaptırımları daha da sertleştirdi. 1995 yılında Kongre baskıyı arttırdı, ardından 2005 yılında George W. Bush oyunu son aşamasına vardırdı ve bunu Barack Obama dönemindeki yeni yaptırımlar izledi. Şimdi ise birdebire, Tahran'da Amerikan demokrasisi çiçek açmaya başladı!

Birkaç yıl önce Washington İran'a yönelik “sakatlayıcı yaptırımlar”ı düşünürken, bazı dünya liderleri Obama'nın öncülük ettiği inisiyatiflere eşlik etme noktasında sessiz kaldı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 2012 yılında, “İran ekonomisini boğmanın Batı ülkelerine yönelik daha da büyük bir memnuniyetsizlik yaratacağını ve negatif bir yönelime yol açma potansiyeli taşıdığı” ikazında bulundu. New York Times gazetesinden Laura Secor, İran'ın ilerlemesini bir “devrim”, “gelişmekte olan bir eser” olarak adlandırıyor ve zeki bir gazetecilik aracı olarak kullanıyor. Aptal diye küçük düşürmeyelim, Amerikalı gazetecilerin arasında böyleleri olabilir. “Cennetin Çocukları: İran'ın Ruhu İçin Mücadele” kitabının yazarının yücelttiği “merkezciler” en azından bir tür gerçekliktir. Batılılar yeniden şekillendirilmiş İran stratejileri ve sinerjisi ile, çalkalanan bir politik ekosistem, “doğru yolun” Batı yolu olduğu bir demokratik teraryum arasındaki ayrımı nasıl yapamadığını anlayamıyorum. İran hakkındaki Batılı konsept, “ya hep ya hiç” kavgasından ibarettir. Onlara göre ya Ayatullah Humeyni ABD'yi yok etmeye kararlı Şeytan'dır, ya da yeni bir siyasi filozoflar neslinin ülkeyi, Iowa'lıların ve California'lıların tolere edebileceği bir yere çevirmesi gerekecektir.

Gerçeklik, bu eğitimli akademisyenlerin ve dolgun maaşlı gazete yazarlarının bir tanesinin bile İran gerçekliğini kafalarında canlandıramadığıdır. ABD'nin ve müttefiklerinin gerçek anlamda boğduğu ülke, azalan getiriler kanunundan – düşük fırsat maliyetlerinden – etkilenmiştir ve bu gelecek nesiller için bugün kimsenin ayrımına varamadığı bir potansiyel yaratmaktadır. İsrail Filistinlilerle birlikte dünyayı yok edebilir ve nükleer silahlara sahip olabilir, Amerika dünya üstündeki herhangi bir yeri istila edip bunu meşrulaştırabilir, fakat İranlılar Şah gibi bir diktatörü başından atıp cezasız kalamaz. Hele hele nükleer reaktör inşa etmesi, Avrupa'ya bir miktar doğalgaz satması, Boston'dan farklı davranış biçimleri içinde olmaya cesaret etmesi asla kabul edilemez! Eh, tutsak edilmiş bir ekonomiden yola çıkıldığında, seçimde bazı sürprizler çıkması normaldir. Belki İran'daki şu “katı muhafazakarlar” artık o kadar da katı olmaz, yani örneğin bir BRICS üyesi ülke olarak İran'ın böyle sert bir muhafazakarlığa ihtiyacı olmaz, değil mi?

Phil Butler 

New Eastern Outlook

Read 1672 times