Displaying items by tag: Amerika

Fransız felsefeci Jean Baudrillard, 11 Eylül saldırısı ve sonrası yaşananları Alman Spiegel dergisine değerlendirdi.

 11 Eylül olayını bütün sembolik anlamı ile ortadan kaldırma imkanı olmadığını savunan Baudrillard’ın, 14 Ocak 2002 tarihinde yayınlanan mülakatının Türkçeleştirilmiş tam metni şöyle:

SPIEGEL: Sayın Baudrillard, siz 11 Eylül’de New York ve Washington’da gerçekleşen eylemleri “mutlak olay” olarak nitelediniz. ABD’yi, dayanılmaz hegemonyası ile kendisini yıkmak için dayanılmaz bir istek uyandırdığı yolunda suçladınız. Şimdi Taliban egemenliği zavallı bir biçimde çöktü. Bin Ladin artık kovalanan bir kaçak. Sözlerinizi geri alıyor musunuz?

Baudrillard: Ben hiçbir şeyi güzel göstermedim, kimseyi suçlamadım ve hiç bir şeyi meşrulaştırmaya çalışmadım. Elçiye zeval olmaz derler. Ben bir süreci analiz etmeye çalışıyorum: Globalleşme sürecini. Hudut tanımayan yayılmacılığı ile kendi imhasının şartlarını hazırlıyor.

 

SPIEGEL: Bu sözlerinizle dikkati, aslında tanımlanabilir suçluların ve teröristlerin bu eylemi yaptığı gerçeğinden başka bir yöne çekmiş olmuyor musunuz?

Baudrillard: Elbette somut aktörler var, ama terörizm ruhu ve panik onları aşıp çok daha ötelere geçiyor. Amerikalıların savaşı, yok etmek istedikleri görünür bir nesne üzerinde yoğunlaşıyor. Ama 11 Eylül olayını bütün sembolik anlamı ile o kadar kolay ortadan kaldırma imkanı yok. 11 Eylül’e karşı Afganistan’a atılan bombalar çok kifayetsiz bir eylemlilik.

 

SPIEGEL: ABD yine de barbarca bir baskı rejimine son verdi ve Afgan halkına barış içinde her şeye yeniden başlama olanağı sağladı. Meslektaşınız Bernard-Henri Lévy de olayı böyle değerlendiriyor.

Baudrillard: Durum bana o kadar açık gibi görünmüyor. Lévy’nin zafer havası bana yabancı. O, sanki dünyadaki kutsal ruhun araçları gibi gördüğü B-52 bombardıman uçaklarına alkış tutuyor sadece.

 

SPIEGEL: Yani adil savaş yok mu?

Baudrillard: Hayır, çünkü belirsizlikler çok fazla. Savaşlar çoğunlukla adalet güdüsü ile başlatılır, hatta bu hemen her zaman resmi gerekçeyi oluşturur. Ama meşru bile olsalar ve en iyi niyetlerle bile başlatılsalar, genelde baştaki isteklere göre bitmezler, farklı sonuçlara yol açarlar.

 

SPIEGEL: Amerikalılar tartışılmaz başarılar kaydetti. Birçok Afgan’ı şimdi daha iyi bir hayat bekliyor.

Baudrillard: Biraz durun bakalım. Daha bütün Afgan kadınlar peçelerini çıkarmadılar. Şeriat yürürlükte kalacak deniyor. Evet, Taliban rejimi yenildi. Ama El Kaide’nin uluslararası ağı hala duruyor. Ve Bin Ladin, ölü veya diri, kayıplara karışmış durumda, en önemlisi de bu. Bu durum ona mitsel bir güç veriyor, böylece doğaüstü bir boyut kazanıyor.

 

SPIEGEL: Yani Amerikalılar, Bin Ladin’i veya cesedini televizyonda herkese teşhir edince mi kazanmış sayılacaklar?

Baudrillard: Bu çok tartışmalı bir şov olurdu ve o zaman da şehit rolüne bürünebilirdi. Onu teşhir etmek ille de büyüsünü bozmak anlamına gelmiyor. Mesele zaten sırf bir toprak parçasını veya halkı kontrol etmek veya karşıt bir örgütü çökertmekten ibaret değil. Operasyon nerdeyse metafizik boyutlara ulaştı.

 

SPIEGEL: Neden Dünya Ticaret Merkezi’nin yıkılmasını birkaç gözü dönmüş fanatiğin akıldışı bir eylemi olarak, bu basitlikte tarif etmekten kaçınıyorsunuz?

Baudrillard: Bu iyi bir soru, ama bir doğal afetle bile karşı karşıya olsaydık olayın sembolik önemi yine de kalırdı. İnsanları bu olayın bu kadar büyülemesi de zaten bu yüzden. Burada öyle bir şey oldu ki, eylemcilerin iradesini kat be kat aşıyor. Nihai bir düzene, nihai bir güce karşı evrensel bir alerji var. Ve Dünya Ticaret Merkezi’nin kuleleri, bu nihai düzeni en mükemmel şekliyle temsil ediyordu.

 

SPIEGEL: O zaman siz bu terörist çılgınlığı, kendisi megalomaniye kapılmış bir sisteme karşı kaçınılmaz bir tepki olarak mı değerlendiriyorsunuz?

Baudrillard: Sistemin kendisi totaliter iddiası ile bu korkunç karşı-saldırının nesnel koşullarını yaratmıştır. Globalleşmeye içsel olan çılgınlığın kendisi çılgınlık üretmektedir. Dengesiz bir toplumun suçlu ve psikopat üretmesi gibi. Gerçekte bunlar sadece kötülüğün semptomları, işaretleridir. Terörizm virüs gibi, her yerde. Ev olarak Afganistan’a ihtiyacı yok.

 

SPIEGEL: Globalleşme ile ona karşı direnişi bir hastalık gibi tarif ediyorsunuz, kendi kendini imha süreci gibi. Analiziniz bu anlamda skandal değil mi? Ahlak boyutunu tamamen hiçe sayıyorsunuz.

Baudrillard: Ben kendi tarzımda pekala ahlakçıyım. Analizin bir ahlakı vardır, doğruyu söyleme zorunluluğu. Gözlerinizi gerçeğe kapatmanın, dayanılması güç olanı göz ardı etmek için bahane aramanın ahlak dışı olduğunu söylemeye çalışıyorum. Olguları iyi ve kötü karşıtlığının dışında görmemiz gerekiyor. Ben olayla olduğu gibi yüzleşmeye çalışıyorum, ikircikli olmadan. Bunu yapamayan, ahlakçı bir bakışla gerçek tarihi yalanlamak zorunda kalacaktır.

 

SPIEGEL: Peki ama terör eylemi sizin iddia ettiğiniz gibi zorunlu, yani nerdeyse bir kader gibi gerçekleşiyorsa, bu onu meşru kılmaz, onun özrü olmaz mı? Yani sorumlu bir özne yok demektir.

Baudrillard: Analizimin kelimelere dökülmüş hali belirsizlik yaratıyor, bunun farkındayım. Sözlerim bana karşı kullanılabilir. Ama ben cinayeti ve katliamı övmüyorum, bu aptallık olurdu. Terörizm sömürü, baskı ve kapitalizme karşı çağdaş bir devrim biçimi değil. Hiçbir ideoloji, hiçbir dava için mücadele, hatta İslamcı köktencilik de onu açıklamaya yetmez.

 

SPIEGEL: Ama globalleşme niçin kendisini yok etmeye çalışsın ki? O, herkes için özgürlük, refah ve mutluluk vaad etmiyor mu sonuçta?

Baudrillard: Bu dediğiniz ütopik bakış açısı, yani bir anlamda işin reklamı. Bütünüyle olumlu bir sistem yoktur. Pozitivist tarih ütopyaları genelde müthiş öldürücüdür, faşizmin ve komünizmin gösterdiği gibi.

 

SPIEGEL: Globalleşmeyi gerçekten de 20. yüzyılın en kanlı sistemleriyle karşılaştıramazsınız.

Baudrillard: Globalleşme, eskiden sömürgecilik gibi olağanüstü bir şiddet üzerine kuruludur. Batı dünyası bundan çoğunlukla yarar sağlasa bile onun faydalanandan çok kurbanı var. Elbette ABD prensipte her ülkeyi Afganistan gibi kurtarabilir. Ama bu ne acayip bir kurtuluş olurdu, değil mi? Bu şekilde mutlu edilenler buna kesinlikle direnecektir, gerekirse terörle.

 

SPIEGEL: Yani siz globalleşmeyi bir tür sömürgeleştirme olarak mı görüyorsunuz – Batı medeniyetinin yaygınlaştırılması kisvesi altında bir sömürgecilik mi?

Baudrillard: Globalleşme Aydınlanma’nın son noktası olarak gösteriliyor, bütün çelişkilerin çözüldüğü nihai durak. Gerçekte ise her şeyi pazarlık edilebilir, parası ödenebilir bir değişim değerine indirgiyor. Bu süreç aşırı şiddet yüklüdür, çünkü her şeyin tek tipleştiği bir ideal durum hedefliyor. Tekil olan, özgün olan, yani her değişik kültür ve sonuçta her parasal olmayan değer ortadan kalkmalı. İşte bakın: Bu noktada ben hümanist ve ahlakçıyım.

 

SPIEGEL: Globalleşme ile özgürlük, demokrasi ve insan hakları gibi evrensel değerler de yaygınlaşmıyor mu?

Baudrillard: Global ile evrensel arasında radikal bir ayrım yapmamız gerekir. Aydınlanma’nın tarif ettiği evrensel değerler aşkın bir ideali simgeler. Benliği özgürlüğü ile yüzleştirir, bu sürekli bir görev ve sorumluluk demektir, basit bir hak değil. Global olanda bu tamamen eksik, o total ticaretin ve alışverişin işlerlik kazandığı bir sistemdir.

 

SPIEGEL: Yani globalleşme insanlığı özgürleştirmiyor, şeyleştiriyor mu?

Baudrillard: İnsanları kurtardığını iddia ediyor fakat sadece kuralları ortadan kaldırıyor. Bütün kuralların ortadan kaldırılması, daha kesin bir deyişle bütün kuralların salt pazarın kanununa indirgenmesi özgürlüğün tam tersidir – onun yanılsamasıdır. Onur, şeref, imtihan, feragat gibi eski moda ve aristokrat değerlerin artık hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.

 

 SPIEGEL: İnsan haklarının sınırsız tanınması, bu yabancılaşma sürecine karşı güvenilir bir bariyer oluşturmaz mı?

Baudrillard: Ben insan haklarının çoktan globalleşme sürecine entegre edildiğini ve artık sadece bir meşrulaştırma aracına dönüştürüldüğünü düşünüyorum. Bunlar hukuki ve ahlaki üstyapının parçaları artık – kısacası bunlar işin reklam kısmı.

 

SPIEGEL: Yani yanılsama mı?

Baudrillard: Batı politikasının bugün insan haklarını farklı olana karşı bir silah gibi kullanması bir paradoks değil mi sizce? “Ya bizim değerlerimizi paylaşırsınız ya da……” hesabı. Demokrasi tehditle ve şantajla getiriliyor. Böylece kendi kendini sabote ediyor. Özgürlükten yana özerk bir karar değil artık söz konusu olan, global bir emirle karşı karşıyayız. Bu, Kant’ın kendisine özgür iradeyle uyumu gerektiren kategorik emrinin sapkınlaştırılmış halidir bir bakıma.

 

SPIEGEL: O zaman tarihin sonu, demokrasinin mutlak hakimiyeti yeni bir dünya diktatoryası biçimi, öyle mi?

Baudrillard: Evet. Ve buna karşı şiddet içeren bir tepkinin olmaması kesinlikle imkansızdır. Terörizm, başka bir direniş yolunun imkansız gözüktüğü anda ortaya çıkar. Sistem, kendisine direnen, yoluna çıkan her şeyi terörizm olarak görüyor. Batının değerleri ikircikli, belli bir tarihsel anda pozitif bir çekim oluşturabilir ve ilerlemeyi hızlandırabilirler, ama başka bir anda öylesine aşırı bir noktaya varırlar ki, kendi kendilerini bozar ve sonunda kendi amaçlarına karşı işlemeye başlarlar.

 

SPIEGEL: Globalleşme-Terörizm antagonizması gerçekten yok edilemez ise, o zaman teröre karşı savaşın ne anlamı kalır?

Baudrillard: ABD Başkanı Bush dost-düşman simetrisini yeniden yakalamaya çalışıyor. Amacı, tanıdığı zemine dönmek. Amerikalılar bu savaşı, dağdan inmiş bir kurt sürüsüne karşı kendilerini savunurcasına veriyorlar. Ama virüse karşı bu yol işlemez, mikrop çoktan içimizde. Artık cephe yok, savunma hattı yok, düşman onunla savaşan kültürün tam kalbinde artık. Eğer böyle dememiz gerekiyorsa bu, Dördüncü Dünya Savaşı’dır: Halklar, devletler, sistemler ve ideolojiler arasında değil, insan soyunun kendi kendisiyle yaptığı bir savaş.

 

SPIEGEL: O zaman sizce bu savaşın kazanılma ihtimali de yok?

Baudrillard: Bütün bunların nereye varacağını hiç kimse söyleyemez. Tabii mesele bir tarafın kazanması değil, bu insanlığın hayatta kalma meselesi sonuçta. terörizmin siyasi bir objesi yok, son noktası yok, ve bu açıdan bakıldığında terör gerçek ama absürd.

 

SPIEGEL: Bin Ladin’in ve İslamcıların pekala bir toplum tasarımı var, Allah’ın istediği katı ideal bir toplum tasarımı.

Baudrillard: Belki. Ama onları terörizme iten din değil. Bunu bütün İslam uzmanları belirtiyor. 11 Eylül’ün eylemcileri hiçbir talepte bulunmadılar. Köktencilik bir reddiyenin, bir karşı olma halinin ifadesidir. Taraftarları somut olarak bir şey kurmak peşinde değiller, kimliklerine tehdit olarak gördükleri bir şeye karşı çılgınca başkaldırıyorlar.

 

SPIEGEL: Bu, tarihte hep bir kültürel evrimin de yaşandığı gerçeğini değiştirmez ki. Batı medeniyetinin global yaygınlaşması tam da onun çekiciliğinin bir işareti değil midir?

Baudrillard: Neden çekicilik yerine üstünlük demekten kaçındınız? Bakın, kültürler diller gibidir. Her biri tektir, bitmiş bir sanat eserine benzer. Dillerin arasında hiyerarşi olmaz. Onları evrensel olanla ölçemezsiniz. Teorik olarak global bir dil yerleştirmeniz mümkündür, ama tehlike de zaten tam burada yatıyor.

 

SPIEGEL: Siz aslında ahlaki ilerleme fikrini reddediyorsunuz. Savunduğunuz o tekil, özgün olan kendi başına bir değer değil mi. İyi veya kötü olabilir…

Baudrillard: … evet, tekil her biçimi alabilir, kötünün ve terörün biçimini de. Ama yine de bir sanat eseri olarak kalır. Hem ben çoğunlukla iyi veya kötü kültürlerin varlığına da inanmıyorum. Evet, felaket getiren sapmalar olabilir, ama ikisi birbirinden ayrılamaz. İyiliğin arttığı oranda kötülüğün azalması diye bir şey yok. O yüzden ilerleme kavramı,doğa bilimlerinin rasyonelliğinin dışında gerçekten sorunlu bir kavram. Montaigne der ki: “İnsanda kötülüğü yok ederseniz, hayatının temel şartını yok etmiş olurdunuz.”

 

SPIEGEL: Yani cehennem olmadan cennet yok, lanet olmadan kurtuluş yok. Bu düalist dünya görüşünüz sizi kötümserlikten ve kadercilikten başka bir yere taşıyor mu?

Baudrillard: Kadercilik dünyanın kötü bir yorumudur, çünkü teslimiyete yol açar. Ben teslim olmuyorum, ben açıklık istiyorum, net bir bilinç. Oyunun kurallarını bilirsek onu değiştirebiliriz. Ben bu anlamda bir Aydınlanmacıyım.

 

SPIEGEL: Ama kötü hakkındaki bilginiz sizi onunla mücadeleye sevk etmiyor?

Baudrillard: Hayır, çünkü bu benim için anlamsız. İyi ve kötü ayrılmaz biçimde birbiriyle bağlantılıdır ve bu gerçekten de bir kader: Kaderimizin bir parçası.

 

SPIEGEL: Batı kültürü neden kötünün varlığına hiç katlanamıyor, neden hep onu göz ardı etmeye, yok saymaya çalışıyor?

Baudrillard: Kötü, felaket ile özdeşleştiriliyor, çünkü felakete karşı mücadele edebilirsiniz: Yoksulluğa, adaletsizliğe, baskıya, zulme vs… Bu olayın hümanist yorumu, patetik ve duygusal bir vizyon, acı çekenlere sürekli acıma duygusu. Kötü olan ise dünya, olduğu gibi, olmuş olduğu gibi. Felaket, dünyanın asla olmaması gereken durumu. Kötünün bir durumdan olağandışı bir felakete dönüştürülmesi, 20. yüzyılın en karlı sanayi dalı olmuştur.

 

SPIEGEL: Felaketin sonuçlarını onarabiliriz, zaten yaralarının sarılmasını ister, oysa kötüyü içimizden çekip atamaz mıyız?

Baudrillard: Batının yanılsamasıdır bu: Teknolojik mükemmeliyet ulaşılabilir gibi gözüktüğü için, ahlaki mükemmeliyet de sanki mümkünmüş gibi görünür, mümkün ve devralınabilecek bir şeymiş gibi. Gelmiş geçmiş en iyi dünyada hiçbir arıza yaşanmayacak bir mükemmel gelecek. Herkes kurtarılmalıdır -demokrasimizin çağdaş ideali bu. Her şey genetik olarak değiştirilecek, böylece insan türünün biyolojik ve demokratik mükemmeliyeti sağlanacak.

 

SPIEGEL: Batı’nın Tanrı tarafından kurtarılma idealini büyük ölçüde kaybetmiş olmasına hayıflanıyor musunuz?

Baudrillard: Biliyor musunuz, aslında bütün bu tartışmayı baş aşağı çevirmek lazım. Asıl heyecan verici soru, neden kötünün varolduğu değil. Doğal olarak kötü ta baştan beri var. Ama iyi neden var? Asıl mucize bu işte.

 

SPIEGEL: Siz bunu, Tanrı’ya başvurmadan açıklayabiliyor musunuz?

Baudrillard: Açıklamayı deneyenler oldu. 18. yüzyılda Rousseau ve diğerleri. Ama pek ikna edici olmadı. Gerçekten de en iyi ve kolay varsayım, Tanrı’nın varlığına inanmaktır. Tanrı da demokrasi gibi: en az kötü olan çözüm ve bu yüzden bütün çözümlerin en iyisi.

 

SPIEGEL: Sizi dinleyince, adeta Ortaçağ’da Katarcılara katıldığınız hissini ediniyoruz.

Baudrillard: A evet, ben Katarcıların dünyasını çok severim, çünkü Maniheist’im…

 

SPIEGEL: … yani ışık ve gece, iyi ve kötü arasındaki ezeli ve ebedi karşıtlığa inanıyorsunuz, öyle mi?

Baudrillard: Evet, Katarcılar maddesel dünyayı, Şeytan’ın yarattığı bir kötü olarak görürdü. Aynı zamanda iyilik ve mükemmeliyete ulaşmanın yolu olarak Tanrı’ya inanırlardı. Bu, kötülüğün sadece iyiliğin gitgide sönen bir uydusu olduğunu düşünmekten çok daha radikal bir görüştür.

 

SPIEGEL: Sayın Baudrillard, size bu konuşma için teşekkür ederiz.

 

Kaynak: 14.01.2002 – Der Spiegel

Mülakat: Romain Leick — Çeviri: Dilek Zaptçıoğlu
 

 

 

 

İmam Hamanei ordu ve ülke yetkilileri, din adamları, akademisyenler ve 28. İslami vahdet konferansı katılımcılarından bir gurubu kabulünde yaptığı konuşmada, “vahdet” i Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ‘den alınması gereken en büyük ders ve İslam ümmetinin en önemli ihtiyacı olarak tanımladılar.

 

İmam Hamanei görüşmede iki önemli münasebet olan Hz.Muhammed (s.a.a) ile İmam Caferi - Sadık(a.s) ‘ın doğum günlerini ” ilim, akıl, ahlak, rahmet ve vahdet” in doğuşu olarak tanımlayıp, bu derin ve saadet veren düşüncenin oluşmasında yetkililerin, din adamlarının ve ülkenin önde gelen kişilerinin görevinin oldukça ağır olduğunu vurguladılar.

İmam Hamanei ayrıca, İslam düşmanlarının tefrika çıkarıcı planlarından dolayı rahatsızlığını dile getirerek; eğer Müslüman milletler bu büyük imkanlar ve kişilere has özelliklerle sadece özel durumlarda değil bunun yerine her zaman birlik olurlarsa İslam ümmeti en iyi konuma sahip olacak ve bu durum İslam Peygamber( s.a.a) ‘in yüz akı olmamızı sağlayacaktır, dedi.

İmam Hamanei, ayrıca bu yılki Erbain merasiminde Kerbela’da milyonlarca müslümanın bir araya geldiklerini hatırlatarak, “ Sünni ve Şiilerin birbirlerine karşı iyi niyet beslemelerinin çok önemlidir, Şii ve Sünni arasında ayrılık ve nifak sokmaya çalışan ellerin, hepsinin kaynağını İslam düşmanlarının casusluk kurum ve teşkilatlarında aramak gerekiyor, yani İngiltere’nin MI6 ile ilişkisi olan bir Şia, gerçek bir Şia değildir ve ne de Amerikan CIA’inin kuklası olan bir Sünni gerçek bir Sünnidir, belki bunların ikisi de İslam düşmanıdır” diye konuştu.

İmam Hamanei konuşmasının devamında İslami vahdet konusunda İmam Humeyni (r.a) ‘in bayraktarlığını hatırlatarak, son 25 yılda İran’ın Müslüman kardeşlerine, bu yardımlar çoğunlukla Sünni kardeşlere yapılmıştır, vahdet konusundaki sloganını ıspatlamıştır dedi.
Seyyid Ali Hamanei konuşmasında siyasetçilere, İslam dünyası düşünürleri ve din adamlarına hitaben şu soruyu sordular: Dünyadaki zorbalar İslam setizi oluşturmaya ve İslam’ı kötü göstermeye çalıştıkları sırada tefrika çıkarıcı ve İslam’ın gerçek yönüne zarar verecek konuşmalar yapmak akla, mantığa ve siyasete aykırı değil midir?

İmam Hamanei sözlerinin devamında ise, İran’ın dış politikasını Müslüman ve komşu ülkeler ile dostluk kurma üzerinde kurduğunu hatırlatarak, “Ama bazı bölge ülkeleri kendi dış politikalarını İran ile düşmanlık temelinde kurdular, bu büyük bir yanlıştır ve akıl ve hikmete de aykırıdır”açıklamasında bulundu.

İmam Hamanei konuşmasının sonunda İslami vahdetin tüm İslam ülkelerinin tek tek hepsinin hayrına olduğunu belirterek, tüm Müslümanların ” kendi araların merhametli, kafirlere karşı serttirler” ayetine uygun hareket etmeli ve işgalci İsrail ve bir kanser hücresi olan siyonizmin, onun destekçisi olan Amerika’nın karşısında kendi aralarında birlik olmalıdırlar dedi.
 

 

 

 

Published in Rapor

Hayat gazetesi: İran bölgede etkin güç haline gelebilmek ve menfaat elde etmek için Amerika’nın işbirliği yapıp yapmamasını beklememektedir.
 
Hayat gazetes; İran’ın Amerika’ya güvenmek yerine, İmam Humeyni (r.a) önderliğinde İnkılap hareketinin başlamasından bu yana kendi menfaatini kazanma peşinde olduğunu ve bu arada her zaman zarar görenin de Araplar olduğunu yazdı.

Gazete de ayrıca şu ifadeler yer aldı: İran bölgede etkin güç olabilmek için Amerikan başkanı Barack Obama veya eski başkanlardan başka birinin açıklamasını beklememiştir aksine her zaman dini,mezhebi ve jeopolitik konumundan istifa ederek Filistin’in yanında olmaya çalışmıştır. 

Gazete ayrıca; İran aleyhine inkılabın başlangıcından bu yana uygulanmış yaptırımların ve yine Batı tarafından Saddam eliyle empoze edilmiş savaşında Batı menfaatine olduğunu çünkü onların yeni duruma uyum gösteremediklerini yazdı.

Hayat gazetesindeki yazıda, Amerikan cumhurbaşkanı Barack Obama’nın Batı ile yapılacak uzun müddet nükleer anlaşma yapılması halinde İran’ın bölgede etkin güç olmasına izin vereceklerine dair yaptığı konuşmaya dikkat çekilerek şu ifadelere yer verildi: Amerika cumhurbaşkanının söylemedikleri şundan ibarettir ki ” İran şu an bölgede etkin bir güçtür ve bu gücü Amerika’dan almamıştır ve İran’ın bu konumu Irak, Irak’ın çevresinde etkin olmasına ve Suriye meselesinin çözümünde etkin rol oynayabilmesini sağlamıştır.”

Gazete ayrıca; bazı Batı rejimlerinin dağılmasının İran’a kendi modelini bölgede tanıtma imkanı sağladığını yazdı.

Gazetede ayrıca şu ifadeler yer aldı: Washington istese de istemese de Tahran müttefiklerinin de yardımı ile yeni bir düzen kuracaktır.

 

 

Published in Rapor

İran islami Meclisi’nin Muhafazakarlar Grubu Başkanı, bazı kesimleri ölüm veya kalımımızı sadece nükleer müzakerelerin sonucuna bağlamak istediklerini, ama bunun yanlış bir iddia olduğunu belirtti.
 
MHA’nın haberine göre, İran’ın İslam Devrimi’nden sonra birçok değerli deneyim kazndığını söyleyen İran İslami Meclisi’nin eski başkanı ve Muhafazakarlar Grubu Başkanı  Gholamali Haddad Adel, ‘İran, geçen 36 yıl içerisinde birçok deneyim kazanmıştır. Düşmanlarımız dab u sure içerisinde tecrübeler elde etmişlerdir. Düşmanlarımız, psikolojik baskı uygulayarak, insanların ölüm veya kalımlarının batı ve Amerika ile anlaşmaya bağlı olduğunu düşünmelerini istiyorlar. Bu düzenlere kanmamamız gerekmektedir” dedi.
Adel petrol fiyatlarında yaşanan düşüşe dikkat çekerek, “Bu olay, nükleer anlaşmaya varmamız ve tüm yaptırımların kaldırılması durumunda bile, düşmanın düşen petrol fiyatları nednei ile ekonomimize zarar verebileceğini gösteriyor. Düşman, ekonomik sorunların sadece Amerika ile anlaşmak algısı oluşmasını istiyor. Bu komplolar ile mücadele edeilmek için, direnişsel ekonomi yolunda ilerlemeliyiz.Bu amaca laşabilmek için, İslami yaşam tarzının tüm kesimler tarafında uygulanması gerekmektedir. Batılı yaşam tarzı ile bu hedefe ulaşamayız” dedi.

 

Published in Rapor

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Amerika'nın yeni İranlı şirketleri yaptırım listesine eklemesine tepki gösterdi.


MHA'nın haberine göre, bazı İranlı şirketleri ABD'nin yaptırım uygulanması gereken şirketler listesine eklenmesine tepki gösteren İran DIşişleri Bakanlığı Sözcüsü, "Amerika tarafından gerçekleşen bu olay, Ortak Çalışma Planı'na tamame karşıdır. İran ve P5+1 arasındaki nükleer müzakerelerin devam etti bugünlerde bu olayın gelişmesi, iki taraf arasındaki iyi niyeti zedeliyor" dedi. Efhem ayrıca nükleer müzakerelerin 15 Ocak tarihinde ve bakan yardımcıları düzeyinde Cenevre'de düzenleneceğini açıkladı.

Efhem yapılan basın toplantısında Suriye krızi ve Rusya'nın Moskova'da ortak görüşme düzenlenmesi önerisi hakkında ise "Yaklaşık 4 yıl önce, Suriye krızinin başlamasından itibaren bu krizin sadece politik yöntemler ile çözüleceğini belirtmiştik. Bölgedeki değişiklikler ve gerçekler, bu yorumun doğruluğunu gözler önüne serdi. Biz de krizin sn bulması için yapılacak tüm politik çalışmalar, mantıklı yöntemler ve Suriye halkının rolüne değer verilmesine destek veriyoruz. Diyalog ve müzakerenin, Suriye'deki krızin çözülmesi için tek yol olduğu düşüncesindeyiz. Bu müzakereler, iki Suriyeli tarafın bir araya gelmesi ve yabancı gözlemcilerin katılımları ile düzenlenmelidir" dedi.

İran'ın bu çözüm önerisi için daha once Rusya ile görüşmeler yaptığını söyleyen Efhem, projenin diğer etapları için, ilk görüşmelerin düzenlenmesi beklemek gerektiğini söyledi. Efhem açıklamasının devamında, "Tüm tarafların krizin çözümü yolunda ve barışcıl bir politik çerçeve doğrultusunda ilerlemeleri ve ayrıca Suriye halkının seçimine saygı göstermeleri durumunda, krizin çözülebileceği görüşündeyiz. İran İslam Cumhuriyeti bu öneri hakkındaki olumlu görüşünü daha once de açıklamıştır. Bu önerinin, Suriye krizinin gerçekçilik ile çözülmesine yardımcı olmasını umut ediyoruz" dedi.

 

Published in Rapor
Çarşamba, 17 Aralık 2014 00:00

ABD’den IŞİD’e uçak dolusu silah yardımı

Irak parlamentosunda Neyneva eyaleti temsilcisi Nahle el’Hobabi ABD’den IŞİD adlı terörist gruplara silah yardımı yapıldığını söyledi.
 
Irak parlamentosunda Neyneva eyaleti temsilcisi Nahle el’Hobabi, Amerika’nın gelişmiş silah ve patlayıcı dolu üç uçağının Telafer’e indiğini ve bunların IŞİD adlı terörist gruplara teslim edildiğini söyledi.

El’Ma’lume haber ajansına demeç veren el’Hobabi,  söz konusu uçaklarda terörist IŞİD için elbise, gıda maddesi ve silahların olduğunu bildirdi.

El’Hobabi,  IŞİD teröristlerine verilen silahların Irak ordusunun silahlarıyla aynı değerde olduğunu belirterek, teröristlerin söz konusu silahları aldıktan sonra kutlama yaptıklarını dile getirdi.

El’Hobabi, Telafer’den alınan haberlere göre söz konusu üç uçağın belirle zaman aralıklarıyla havalimanına indiğini ve IŞİD teröristlerin ihtiyaç duyduğu, silah, elbise, gıda maddesinin teröristlere teslim edildiğini bildirdi.

Daha önce de Irak parlamentosu Güvenlik Savunma Komisyonu Başkanı Hakim ez’Zameli, Telafer’e IŞİD teröristlerine yardım amacıyla uçakların indiğini bildirmişti.

 shafaqna
 

 

 

 

Published in Rapor
Tagged under

Amerikan dışişleri bakanı John Kerry, İran’ın Irak ve Suriye’de IŞİD aleyhinde her türlü askeri saldırısını olumlu olarak değerlendireceklerini söyledi.
 
Fransa haber ajansına göre, Kerry’in bu açıklaması, Amerikan savunma bakanlığının İran’ın Irak’ta IŞİD’e yönelik askeri saldırı düzenlediğini bildirmesinin ardından geldi. Kerry açıklamasında, İran’ın Irak’ta IŞİD aleyhinde saldırılarının etkili olması halinde kendilerinin bu saldırıları olumlu değerlendireceklerini söyledi.

Bu arada Amerika’nın Sesi radyosunun verdiği habere göre, Amerika Savunma Bakanlığı Sözcüsü Tuğamiral John Kirby, İran’ın Irak’ta hava saldırıları düzenlediğine dair bilgi edindiklerini açıkladı. İran’a ait güçlerin Irak’ta kara saldırıları da düzenlediğini bildiren Kirby, Amerika’nın İran’la işbirliği yapmadığını, hava sahasında karışıklık yaşanmamasını sağlama sorumluluğununsa Irak’a düştüğünü belirtti.

Amerika Dışişleri Bakanı John Kerry de IŞİD’e karşı yürütülen hava operasyonları sayesinde militanların toplanma, seyahat etme ve saldırı düzenlemelerinin artık çok daha zor hale geldiğini belirtti.

Bakan Kerry, bu açıklamayı, Brüksel’de toplanan 60 koalisyon üyesi ülkenin dışişleri bakanlarının IŞİD’le mücadele çabalarını ele aldığı toplantıda yaptı.

Kerry, toplantıyı NATO Dışişleri Bakanları zirvesi için gittiği Brüksel’de düzenledi. Amerikalı bakan, 60 koalisyon üyesinin katıldığı görüşmenin NATO toplantısı ile ilintili olmadığını belirtti.
 

Published in Rapor

İran Devrim Muhafızları Komutan Yardımcısı General Hüseyin Selami, Batı Şeria’nın yakın bir zamanda Siyonist düşman için cehenneme dönüşeceğini vurguladı.
 
General Selami İran televizyonuna dün yaptığı açıklamada “Amerika, Siyonist rejimin güvenliğini sağlamaya kadir değildir. Çünkü Batı Şeria Hizbullah’ın, Hamas’ın ve İslami Cihad’ın ateşini karşılıyor” dedi.

Batı Şeria’nın silahlandırılması hususunda General Selami “Batı Şeria’daki Filistinliler davalarından vazgeçmedi. Batı Şeria’nın Siyonist rejim için cehennem olacağı günler çok yakındır” dedi.

Bölgedeki olaylara da değinen Devrim Muhafızları Komutan Yardımcısı “Irak, Suriye ve Lübnan’daki Müslümanların katliamlara maruz kalmasına izin vermemiz mümkün değil. Aynı şekilde bölgedeki olayların Siyonist düşmanın istediği gibi ilerlemesine de izin vermeyiz” dedi.

Bir Amerikan dergisinde General Kasım Süleymani’nin fotoğrafının yayımlanması hakkında Selami “General Süleymani düşünür, cesur, etkili ve uygulayıcı bir komutandır. General Süleymani’de Stratejik askeri komutanda olması gereken her şey var. O düşmanlarımızın planlarını çok iyi bir şekilde idrak ediyor.  Amerikalıların onun bu özelliklerini yansıtması mümkün değil” dedi.

İran ve Batı arasındaki müzakerelerin uzatılmasına da değinen General Selami “ Amerikalılar bizim diplomasi atmosferimizde hareket etmek istiyor. Çünkü onlar İran İslam Cumhuriyeti’ni kızdırdıklarında çıkarlarını koruyamayacaklarını çok iyi biliyor. Öte yandan İran’ın ilkelerini kabul etmek istemiyorlar. Ancak onlar sonunda İran’ın gücüyle bu ilkeleri kabul edecekler” dedi.

 

Published in Rapor

Amerikan dergisi Newsweek yeni sayısında İranlı Generel Süleymani’nin resmini kapak yaptı.


Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, Amerikan ünlü Newsweek dergisi General Kasım Süleymani’nin resmini kapak yaparak “İlk önce Amerikalılar’la savaştı ve şimdi ise IŞİD’i ezip geçiyor” yazısına yer verdi.

Yayınlanan yazıda Süleymani ile ilgili İran’ın IŞİD ile mücadeledeki gölgedeki adamının Iraklılar’ı eğittiği ve “Daha önce Amerika’ya karşı savaşan bu adam şimdi ise IŞİD’e karşı mücadele veriyor”  diye bahs edildi.

Bu Amerikan dergisi Iraklılar’ın İran’ın bu ülkedeki varlığı ile ilgili hiç bir kuşku duymadıklarını ve Iraklı milletvekili ve eski Irak ulusal güvenlik danışmanı olan Al-Rabii’nin “Musul’un düşmesinden sadece üç gün sonra Irak’a yardım eden kimdi?” sözlerine yer verdi.

Newsweek bu raporun bir diğer bölümünde ise bir çok askeri yetkilinin General Süleymani’yi olağanüstü yeteneklere sahip bir komutan olarak baktıklarını da yazdı.

Geçen günlerde bir çok batılı basın kuruluşu Kasım Süleymani’nin Suriye ve Irak’taki IŞİD ile mücadeledeki rolüne yer vererek Irak ve Suriye’de IŞİD’i yenen ve yok edenin aslında Amerika değil belki General Süleymani olduğunu aktardılar.

Published in Rapor
Çarşamba, 26 Kasım 2014 00:00

Amerika’nın IŞİD’e hediye ettiği silahlar

İmam Hamanei’nin de Uluslararası tekfirci ve radikal guruplar kongresinden gelen heyetle yaptığı görüşme sırasında değindiği son zamanların önemli konularından olan, Amerika’nın IŞİD’e mühimmat göndermesi konusunda daha fazla ayrıntı için konuyla ilgili yayınlanmış video incelenerek ciddi veriler elde edilmiştir.

IŞİD’li bir terörist tarafından açılan bu el bombası kutusunda, 100 ile 150 arası el bombası bulunmaktadır. Bu hesap ile gösterilen 3 kutuda, eğer her birinde 120 adet bomba bulunduğunu düşünürsek paraşütle atılan bir gurup mühimmatta 360 adet el bombası bulunuyor demektir.

IŞİD tarafından yayınlanan videonun devamında RPG kurşunlarının bulunduğu 3 kutu görülmektedir ve her kutu da 6 adet RPG kurşunu bulunmaktadır. Bu hesap ile paraşüte bağlı bir mühimmatta 6 adetlik 3 kutu RPG kurşunu bulunmaktadır, yani 18 RPG kurşunu.

RPG kurşunu IŞİD tarafından Suriye ve Irak’ta yoğun olarak kullanılmaktadır çünkü IŞİD Suriye ve Irak Ordusunun zırhlı araçları ile sadece bu silahlarla mücadele edebilir.
Yayınlanan videonun devamında da IŞİD’li teröristlerin kullandığı elbiseyi giymiş olan bir kişi başka bir kutuya yöneliyor. Kutunun açılması ile DM41 cinsi el bombası ortaya çıkıyor.
DM41 el bombaları Alman yapımı bir bombadır.Almanya IŞİD’e karşı kurulan koalisyonun üyesi olan ülkelerden biridir ve Irak’ta IŞİD’e karşı yapılan hava saldırılarına destek vermektedir ancak ülkenin hava kuvvetleri yapılan saldırılara katılmamaktadır.

IŞİD tarafından açılan kutuda 30 adet bu bombadan bulunmaktadır ve resimde 9 kutu görülmektedir. Bu hesapla toplamda 270 adet Alman yapımı DM41 el bombası bulunuyor demektir.

Elbette şunu söylemek gerekir ki; atılan her mühimmat yüklü paraşütün çeşitli silah barındırma ihtimali vardır. IŞİD tarafından yayınlanan video daki bu resimde içinde ne olduğu gösterilmeyen bir kutu göze çarpmaktadır ancak kutunun dış görünüşünden içinde mayın olduğu anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak toplamda atılan mühimmatın içinde; 270 adet Alman yapımı el bombası, 360 adet klasik el bombası ve 18 adette RPG kurşunu bulunmaktadır.Eğer IŞİD tarafından yayınlanan bu videonun paraşütle atılan mühimmatın sadece bir gurubunu kapsadığını düşünürsek, uçaklardan atılan her mühimmat yükünün 15 paraşüt barındırdığı ve her paraşütün de mühimmat yüklü olduğu dikkate alındığında toplamda atılan mühimmat; yaklaşık 4000 Alman yapımı el bombası, 5400 klasik el bombası ve 270 adet RPG kurşunundan oluşmaktadır.

Bu sayıdaki mühimmat, IŞİD’in sahip olduğu diğer silahlarla birlikte bir taburun bir kaç haftalık ihtiyacını karşılayacak miktardadır.

Published in Rapor
Tagged under