"Gerçekten de, Rabbimiz Allah'tır dedikten sonra da dosdoğru hareket edenlere melekler indiririz de sakın korkmayın ve mahzûn olmayın ve müjdelenin, sevinin size vaadedilen cennetle deriz." (Fussilet 30)
Oniki masum imamımızın hepsinin bize öğrettiği gerçeğe göre, Hak yolunda gitmek iki adımdan oluşmaktadır. Birinci adım Allah'ın Rabliğini, Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve âlih) risaletini ve Ehli Beyt'in imametini kabul etmektir. İkinci adım ise kabul edilen bu yolda sabit durup yoldan şaşmayarak ilerlemektir. İşte bu ikinci adım, zor olan adımdır. Birinci adımda kalple tasdik, dille ikrar öne çıkarken, ikincisinde nefis tezkiyesiyle Furu-i dine amel etmek öne çıkmaktadır.
Imanını ikrar eden insanın zorlandığı adım da budur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in âyeti de bu adımın zorluğuna işaret etmektedir:
"İşte orada mü’minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar."
(Ahzab, 11)
İman etmiş insanlara imtihanda iken gereken ise takva ve sabırdır. Allah-u Teala'nın Kur'an'da buyurduğuna göre, biz müminler olarak kendimizi rahat sayıp imtihanlardan kurtulmuş olduğumuzu zannetmemeliyiz.
Hadislere göre peygamberlerden sonraki insanların makamları ne kadar büyürse belaları bir o kadar çoğalmaktadır. Zâten Kur'an'da devamlı eskiden ibret almaya yönelik çağrılar eskiden ders çıkarıp belalarda sabır ve tevekküle de yöneliktir. Hak yolunda ilerlemenin alametlerinden biri de insanın gördüğü belaların çoğalmasıdır. Hatta bazen insanın çok gafil olduğu bir zaman gelince, Allah ona kendisini hatırlatmak için onu bela ve musibete düçar kılar. Bela ve musibet görmeyen bir insanın gittiği yolu sorgulaması ve Allah'tan korkması gerekir.
Bela konusu İslam coğrafyasındaki şairler tarafından da daima hakkında yazılmış bir mevzudur. Divan şiirinde de daima manevi aşk yolunda ilerlemenin şartı olarak bela gösterilmiştir.
Edebiyat tarihimizin büyüklerinden olan divan şairi Fuzuli ne güzel demiş:
"Yarab! Bela-yı aşk ile kıl âşina beni
Bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni
Az eyleme inayetini ehl-i derdden
Ya'ni ki çok belalara kıl mübtela beni
(Ya Rab aşk belasıyla içli dışlı kıl beni,
Bir an bile ayırma aşk belasından beni
Az eyleme yardımını dertlilerden,
Yani bir sürü belalara müptela et beni
Tarihimizde mektebimizin öyle arif alimleri vardır ki, bela görmedikleri ve rahat bir hayat sürdükleri zaman uzayınca kıbleye dönüp secdeye gider, Allah'a uzun uzadıya yakarıp, "Yoksa ben senin kendi haline bıraktıklarından mıyım ya Rabbi, yoksa yoldan sapanlardan mıyım?", der, Allah'tan musibet ve bela görmeyi talep edercesine onunla münâcât ederlerdi. "(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah´ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah´ın yardımı yakındır." ( Bakara 214)
Bu ayetten anlaşılacağı üzre hak yolda durmak konusundaki imtihanlar öyle şiddetli olabiliyor ki yalnız müminler değil, peygamberler dahi onlarda zorlanmaktadır. Bu ayette denmek isteniyor ki, bizden önceki peygamberler ve müminler zorluklara göğüs germiş ve yollarında sabit durarak sapmamışlardır. Dolayısıyla biz de rahatlık ve komfor içinde yaşayıp sınavdan geçmeyeceğimiz zannına kapılmamalıyız. Şimdi akla birbirini tamamlayan iki soru gelmektedir. Birincisi şudur ki, peki rahatlık bu hayatın amacı değilse, hayattan asıl murat nedir? Bu sorunun cevabını Mülk suresinin 2. âyetinde buluyoruz ki işlediğimiz konu da budur. Orda buyruluyor ki:
"O (Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır."
(Mülk 2)
Demek ki dünyaya gelmemizin, hayat ve ölümümüzün asıl amacı sınanmaktır ve biz bu dünyaya rahatlık için gelmemişiz. Ayrıca söylenmesi gerekir ki, insanın rahatlığını da sağlaması yerine göre önemli olabilir, fakat iman için önemli olan asıl amacın bu olmaması ve insanın hak yolda ilerlemeye odaklanmasıdır. İkinci soru da "Allah bize Kur'an'da hayatın ve ölümün amacının sınavdan geçirilmek olduğunu buyurmuş olduğu hâlde, bu sınavlardan nasıl yüzü ak çıkılabileceğini beyan etmiş midir?" Sorusudur.
Buna cevap olarak "evet" denilir. Bunun delili ise Kur'an'daki şu ayet-i kerimedir:
"Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah´tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir."
( Bakara 153)
Demek ki imtihanlardan geçebilmenin ve imanın sarsılmaması için gidilen yolun ilk şartı sabretmektir.
"Sabrın imanda yeri bedendeki başın yeri gibidir. Nitekim Sabır giderse iman da gider"
İmam Cafer-i Sadık
(Usul-u Kafi c. 2 s. 87 hadis 2, Vesail üş-Şia c. 3 s. 258 76. Bap 3573. Hadis)
"Sabır iki çeşittir; belaya sabretmek, ki bu güzeldir. İki sabrın en efdaliyse günahlara karşı vera'dır."
İmam Cafer-i Sadık
(Usul-u Kafi c.2 s.91 hadis 14, Vesail üş-Şia c. 15 s.237 19. Bap 20371. Hadis)
Burda geçen vera kelimesi, güçlü bir takva derecesidir. Bu takva hâletinin oluşması için mümin insanın bilmediği ve şüphe ettiği şeylerin doğrusunu öğrenip kendisine malum olmuş doğrulara amel etmesi gerekmektedir.
Bu makam, mekruh ve şüpheli bilinen şeylerden sakınmayı da kapsamaktadır.
Veranın sabrın daha güzel çeşidi olarak anılması konusunda denilebilir ki, bu sabır çeşidi daha zordur. Çünkü insanın belaya sabretmesi güzeldir ve musibet görmenin kibri yoktur. Fakat günahlardan sakınmak ve vera yolunda sabredince, vera derecesini elde edene kadar, insanın nefis veya şeytan tarafından kandırılıp kibre sürüklenmesi mümkündür. Kibir ise insanın imanını sirkenin balı bozduğu gibi bozan tehlikeli bir histir.
Zira insanın imanında şüpheden zayıflığa, hatta riya, büyük günah misali küçük şirke kadar varan eksiklikler bulunabilir. Bunlar imanın bulunmadığı ve ibadetin geçersiz olduğu anlamına gelmez. Fakat ibadet eğer kibirle birlikte olursa, Allah (c.c.) bunu asla kabul etmeyecektir. Zira tekebbür yalnızca Allah'a has bir sıfattır.
Demek ki sabırların efdali ve zor olanı, günahtan kaçınmakta sabırdır. İnsanın bu konuda günah işleyip sonra tövbe edebileceğini düşünmesi hatadır. Zira hadislerimize göre işlenilen tüm günahlar kişinin öyle kastı olmasa dahi, -Allah korusun-
imamlara karşı bir çeşit düşmanlığın göstergesidir.
İmanlı kalmanın ikinci şartı ise, namazı eda etmektir. Namazın önemini vurgulamak için yine İmam Sadık(aleyhisselam)'ın vasiyeti hakkında nakledilen şu duygulu hikaye yeterlidir. Hükmü okuyanlara saklansın: İmam Cafer-i Sadık (aleyhisselam)’ın şehadet haberini duyan Ebu Basîr(r.a), İmam’ın geride kalan kederdîde ailesine taziyede bulunmak ve ondan sonraki İmam’ına bîat etmek üzere yine Kufe’den Hz. Peygamber(s.a.a)’in şehri, Medîne’ye doğru yola düştü.
Birkaç gün yolculuğun ardından Medine’ye varıp, aşina olduğu İmam Cafer-i Sadık(aleyhisselam)ın evine geldi. Avlu kapısını çaldı, karşısına İmam Cafer’in vefalı eşi ve İmam Musa Kâzım’ın annesi Hamîde Hatun çıktı. Yüreği yaslı ve boynu büküktü Hamîde Hatunun. Karşısında eski bir dostu gördü; bu Ebu Basîr’di; hani hep gelip giderdi ya? Hani tâ Irak’ın Kûfe şehrinden oradaki Şîa’nın sorularına cevap almak ve İmam’dan onlara bir mesaj, bir ışık, bir nûr taşımak için kalkıp Medine’ye hep gelen Ebu Basîrdi. Beden gözleri a’mâ lâkin kalp gözü açık olan Ebu Basîr onca uzun yolu gelirken zaruri azığının yanı sıra, İmam Cafer’in çocuklarına vermek üzere heybesinde bir miktar ceviz getirmeği de unutmazdı. O, Sevinci Ehl-i Beyt(aleyhimusselam)’in sevinmesinde arardı hep. Hamîde Hatun böylesi bir eski ve sıcak dostu görünce, kalbindeki hüzün dalgaları hücuma geçti, gözyaşlarına hâkim olamadı, hıçkırığını Ebu Basîr’den gizleyemedi.
Ebu Basîr der ki onun ağladığını görünce ben de dayanamayıp ağladım. Hamîde Hatun hemen söze başlayarak İmam Cafer(aleyhisselam)in son anlarından ilginç bir hatırayı şöyle anlattı: Ey Ebu Muhammed! Keşke Ebu Abdillah’ı vefatı sırasında görseydin, hayret ederdin. İmam, bir ara gözlerini açarak “Benimle yakınlık bağı olan herkesi çağırıp toplayın.” Diye emretti. Biz de çağırmadık kimse bırakmayıp evde topladık. Sonra İmam onlara bakarak herkesin gelmiş olduğunu görünce buyurdu: “Gerçekten bizim şefaatimiz, namazı hafife alanlara ulaşmayacaktır.”
(Hikaye alıntısı burda sona erdi)
Eğer namaz hakkında Kur'an'a göz atarsak müminlerin namazla ilişkisi hakkında daima "eqamu-s-salâte" (namazı ayakta tutarlar) kelimesinin geçtiğini görürüz. Bu müminin namazını isteyerek ve Allah rızası için ikame ettiğine, yani ayakta tuttuğuna işarettir. Aynı zamanda, eğer münafıkların namazla irtibatına bakacak olursak, "qâmû'iles-salâti" (namaza kalkarlar) ifadesini görürüz. Bu onların namazı istekli bir şekilde kılmadığının göstergesidir. Demek ki namazı hakkıyla eda etmek için uğraşmadıklarından, riya için namaz kıldıklarından dolayı kalplerine nifak girmiş, imtihandan temiz karneyle geçememişlerdir.
İmtihanlardan temiz çıkmak ve hakkaniyet yolunda sebatla ilerleyebilmek için Allah'a tevekkül edilmelidir. Zor durumda kaldığında, tüm umut kapıları yüzüne kapandığında, çıkış yolu bulamadığında ve herkesin kendisini günaha çağırdığı durumda Allah'ı hatırlayana ne mutlu! Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah´ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah´ı anmakla huzur bulur.
(Ra'd 28)
Ali Rıza Akbulut