کارگر

کارگر

Perşembe, 19 Mart 2015 19:13

Şiiliği iyi okumadan yazıyorlar…

Âdem’den bugüne kadar batıl cephesinin yaptığı şey hep aynıdır. Sadece ismiler ve resimler değişmiş, izlenen metot hep aynı olmuştur.

Peygamberimiz (s.a.a) insanların fıtratına hükmeden ilahi emirleri getirdiğinde fıtratı fazla kirlenmemiş çok az sayıda insan bu emirlere teslim olup o hazreti canla-başla savundu. Ama insanların ekseriyeti ona karşı başkaldırdı. Meseleye sosyolojik açıdan yaklaşıldığında görülmektedir ki: Peygamberin yanında bulunanlar güçlerini haktan aldıkları için hiçbir haksızlığa boyun eğmemişlerdir. Savundukları şey uğrunda her türlü işkenceye, baskıya, ambargoya ve eziyete katlanmışlardır. Oysa Peygamberin karşısına çıkanlar, güçlü oldukları için kendilerini haklı görmekteydi. Bu yüzden söz konusu gücü korumak için Peygambere bazı tavizler vermeyi dahi teklif etmişlerdir…

Yani hak taraftarları her zaman durdukları yerde durmuş, hezimet pahasına da olsa asla taviz vermemiştir. Fakat batılın safında bulunanlar hezimetten kurtulmak için tavizin her türlüsüne yeltenmişlerdir. Hakkın tarafında bulunanların insani değerlerin egemen olmasından başka dert ve tasaları yoktur. Batıl yandaşlarının tek derdi ise sadece kendi egemenliklerini sağlamlaştırmak olmuştur. Bu yüzden onların durdukları yer sürekli değişkenlik gösterir… Çünkü onlar gücü nerede görseler oraya üşüşürler. Daha güçlünün yanında yer almalılar ki kendi çıkar çarklarını sürdürebilsinler. Aslında onların yandaşlıklarının da bir değeri yoktur; çünkü bu tür insanlar sadece kendi çıkarlarının yanındadırlar… Onlar çıkarları için kendi babalarını bile satarlar. Karşılarına çıkan kişi Allah Resulü bile olsa “hezeyan söylüyor, hastalık ona galebe etmiş, ne dediğini bilmiyor” derler… Böylece kirli çıkarlarını temin etmeyi planlarlar…

Bugün de durum aynıdır. Daha düne kadar mevcut iktidarı yere göğe sığdıramayanların bir anda nasıl da “u dönüşü” yaparak yönetimle kanlı-bıçaklı hale geldikleri herkesin malumudur. Bu iktidara ters düşenlerin baypas edildiğini fark eden en şiddetli muhaliflerin ise çıkarlarını korumak adına “maslahatın gereğini yerine getirerek” mevcut yönetimin şakşakçılarına dönüştükleri de herkesçe bilinen bir gerçektir…

Irak, Suriye ve Mısır’da birer Sünni devleti kurulacağı, Türkiye’nin de tarihi geçmişine dayanarak büyük İslam imparatorluğunun saltanat merkezi olacağı düşünü kuranlar gelinen süreçte büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Dış politikada yapılan bunca yanlışın zaten daha farklı bir sonuç vermesi sünnetullaha aykırı olurdu ve böyle bir şey de imkânsızdır.

“Hak geldi batıl zail oldu, zaten batıl yok olmaya mahkûmdur” ayeti bölgede tecelli etti. Binlerce insan haksız yere öldürüldü veya evinden-barkından edildi. Ama herkes şunu anladı ki; ilkeli duruş her zaman kazanmıştır, yense de yenilse de…

Hilal Kaplan, Şiiliği iyi okumadığını ele veren bir yazı kaleme almış. Diyor ki: İran İslâm Cumhuriyeti’nin ‘kurucu dışarısı’ artık ABD değil. Bilakis İran, İsrail’den sonra ABD’nin askeri olarak en çok işbirliği yaptığı ülkelerden biri haline geldi. Şiilik hareketinin ilham kaynağı İmam Hüseyin’dir (a.s). İmam Hüseyin’in mantığında ise zorba güçlerle işbirliği yapmak veya onların isteklerine teslim olmak asla düşünülemez. Zaten İran’a otuz yılı aşkın süredir uygulanmakta olan ambargolar da bunun kanıtıdır.

Hilal Hanım’ın kurduğu bir diğer cümle de şöyle: İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’ye bağlı, Irak ve Suriye’de etkinlik gösteren Kudüs Ordusu ve Şii milis gruplarının sponsoru da ABD. Örneğin geçtiğimiz günlerde, Kasım Süleymani ve ona bağlı milislerin yer aldığı, Tikrit’te çekilmiş bir fotoğraftaki askeri teçhizattan araçlara dek hepsi ABD malıydı. Ancak buna rağmen hem Esed hem de Hamaney, söylemlerinde antiemperyalizmcilik oynamayı sürdürüyorlar. Hilal hanıma soruyorum: Söz konusu askeri teçhizatın “IŞİD”den ele geçirilmediğinden emin misin?! Ayrıca gerçek manada aniemperyalizmcilik oynayanların kimler olduğunu sen daha iyi bilirsin…

Ayrıca İran’la ABD arasında eğer bir yakınlaşma varsa ve senin tabirinle “aynı yatağa girme” söz konusuysa burada demek ki İran ABD’yi dize getirmiştir. Ayrıca ABD tarafından birilerine tevdi edilmiş BOP projesi çökmüştür ve ABD İran’ın dünyadaki etkin gücünün farkına varmıştır. Ayrıca Şiiliğin modern dünyadaki gelişmelere büyük bir katkı sağlayacak en itidalli görüş olduğunu da kavramıştır. Eğer ABD İran’a yaklaşacaksa ve aralarında işbirliği olacaksa İran ve ABD’nin çıkarlarına dönük bir işbirliği olacaktır. Zaten İran’ın ABD dışındaki diğer ülkelerle de bu tarz ilişkileri vardır. Bundan İran’ın antiemperyalist tutumu ile çeliştiği çıkarımı da yapılamaz.

İran 1979 yılında durduğu yerde durmaktadır. Ayrıca İran İslam Cumhuriyeti o günden bugüne kadar çektiği tüm sıkıntılarıSünni Filistin’i savunduğu için çekmiştir. Yani İran mezhepçi bir saikle İslam dünyasına bakmamıştır. Esasen Şiilik orijinal İslami anlayış olduğu için hep İslam’ı savunmayı kendisine prensip edinmiştir. Ama aynı şeyi maalesef Sünnicilik yapan anlayış için söylemek mümkün değildir. Bunu şu tarihi vaka ile açıklayayım: Rivayete göre Hz. Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde küçük bir çocuğun üzerinde iki kadın ihtilafa düşmüş. Onlardan her biri kendisinin çocuğun annesi olduğunu iddia ediyormuş. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuş: Bu çocuğu iki parçaya böleceğim; yarısı senin, yarısı da senin.. Bu sözü duyan (gerçek) anne: “Aman, efendim ben yanıldım, çocuğun annesi bu kadın!” diye ileri atıldı… Böylece kadının bu gayri ihtiyari savunma refleksi, onun gerçek anne olduğunu ispatlamıştı…

Şiilik anlayışı da tarihten günümüze kadar hep İslam ümmetinin maslahatı için susmuştur ve susmaya da devam etmektedir. Çünkü bu anlayış, Muhammedi İslami anlayıştır; “ne koparırsam kârdır” anlayışı siz de bilirsiniz ki bu ekolde asla zemin bulmamıştır…

Üçüncü halifeyi öldürenler, onun intikamını (!) Hz. Ali’den (a. s) almak için Cemel harbini başlattılar. Onlar bir deveye Peygamberin zevcesi Ayşe’yi de bindirdiler. Onu Cemel ordusuna komutan yapmak suretiyle kendilerine meşruiyet kazandırmaya çalıştılar. Ama Ayşe’nin deveye binmesi dahi onları kurtaramadı. Ne dünyayı kazanabildiler, ne de ahireti.. Çünkü yanlış yerde durmuşlardı… Sakın ola ki siz de birilerinin çıkarlarını sağlamak için deveye binme hevesine kapılmayasınız! Sonra dünyanızı da yakarsınız, ahiretinizi de… Kulağınıza küpe olsun Hilal Hanım!

Ayrıca “Neo-Pers” tabiri de sizin bugün karşısında durduğunuz paralel yapının çokça dillendirdiği bir söylem.. Dikkatli olmanızı tavsiye ederim…

Mikail Gürel

Hilal Kaplan’nın yazısı

 

İran Cumhurbaşkanı, İran'ın endüstri ve ekonomi alanlarında sağladığı gelişimler ile artık yaptırım uygulama ve baskı kurma döneminin bittiğini vurguladı.


MHA'nın haberine göre, Güney Pars doğalgaz Sahası'nın 12'inci fazıın açılış töreni için Aseluye'ye giden İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, devletin Direniş Ekonomisi'ni uygulamaya büyük önem verdiği ve bu konuda farklı projeleri olduğunu belirtti. Bugün açılı yapılan projenin de Direniş Ekonomisi çerçevesinde gerçekleştiğini belirten Ruhani, "Devletimiz, uygulamaları ile Direniş Ekonomisi programlarını gerçekleştirmek konusunda belirli planları olduğunu kanıtlamıştır" dedi.

Ruhani açıklmasının devamında Lozan şehrinde devam eden nükleer müzakerelere de dikkat çekerek, "Müzakerdeki karşı taraflara, yaptırımların müzakere masasına oturmamıza neden olmadığını belirtmeliyiz. İran, müzakerelerin hem İran ve hem bölge ve P5+1 ülkeleri için faydalı olacağı nedeni ile müzakerelere katıldı ve yaptırımlar müzakere masasına oturmamıza neden olmadı" dedi.

Artık yaptırım uygulama ve baskı kurma döneminin bittiğini belirten Ruhani, "Güney Pars Doğalgaz Sahası'nın 12'inci fazı, bu sahanın en büyük fazıdır ve bu projenin açılışı, İran'ın uygulanan yaptırımları aştığının göstergesidir. Petrol endüstrisinde büyük başarlara imza attık ve tüm dünyaya İran petrol endüstrisinin tamemen bağımsız bir endüstri olduğunu gösterdik. Güney Pars sahasında önemli çalışmalara imza atıldı ve çalışmaları yapılan diğer projeler de gelişecektir" dedi.

Çarşamba, 18 Mart 2015 02:09

ABD - SURIYE ve TÜRKİYE

Kerry: Esad ile görüşmek zorundayız
ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Suriye’de iç savaşın bitmesi için ABD’nin eninde sonunda Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile müzakere etmek zorunda olduğunu söyledi.


Amerikan CBS televizyonuna konuşan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad ile müzakereye istekli olduklarını, “Sonunda müzakere etmek zorundayız. Her zaman Cenevre I süreci çerçevesinde müzakere etmekten yana olduk” sözleriyle ifade etti.

Müzakere masasına oturtmak için Esad’a baskının artırılması gerektiğini savunan Kerry, konuşmasında Washington’un savaşı bitirecek siyasi bir çözüm çabalarını canlandırmaya çalıştığını söyledi.

Esad yönetimi ile Suriye muhalefetinin bir kısmı, ilk kez geçen yıl ocak ayında İsviçre’nin Cenevre kentinde düzenlenen konferansta bir araya gelmişti. İki tur yapılan görüşmelerden sonuç alınamamıştı.

 
CIA BAŞKANI: ESAD’IN DEVRİLMESİNİ İSTEMİYORUZ

Amerikan Merkezi Haber Alma Örgütü CIA Başkanı John Brennan da dün sürpriz bir çıkış yaparak, Washington yönetiminin Suriye’de IŞİD gibi örgütlerin hakim olması tehlikesi nedeniyle rejimin yıkılmasını istemediğini söylemişti.

Brennan, ABD yönetiminin rejimin çökmesi halinde yerini kimin alacağına dair endişeleri olduğunu belirterek “Bence bu meşru bir endişe” demişti.

Beşar Esad, John Kerry’ye cevap verdi.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, Suriye’deki siyasi geçiş süreci konusunda “Esad’la müzakere etmek zorundayız” şeklindeki açıklamasına cevap olarak, “Dışarıdan yapılan açıklamalar bizi ilgilendirmiyor” ifadelerini kullandı.

Amerikan CBS televizyonunda dün yayınlanan röportajda John Kerry, “Sonunda Esad’la müzakere etmek zorundayız. Her zaman Cenevre I süreci çerçevesinde müzakere etmekten yana olduk” açıklamasını yapmıştı. Bunun üzerine Suriye Devlet Televizyonu’na konuşan Devlet Baikanı Beşar Esad, Kerry’nin bu açıklamalarına net bir ifadeyle cevap verdi. Kerry’nin açıklamasını nasıl değerlendirdiği sorulan Esad, “Hala dışarıdan yapılan açıklamaları duyuyoruz. Önce atılacak adımlara bakıp sonra karar vereceğiz” şeklinde konuştu.

Esad, “Daha evvel Suriye sorununa Esad gitmeden çözüm bulunamaz diyen ülkeler şimdi, Esad’la müzakere etmeden çözüme ulaşılamaz diyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz” şeklindeki soruyu ise, “Onlar benim kalmam veya kalmamam gerektiğini söyleseler de özellikle bu konuda önemli olan Suriye halkının görüşüdür. Bu nedenle krizin ilk gününden bugüne kadar geçen 4 yıl içerisinde söylenenler bizi ilgilendirmiyor. Biz, Suriye halkını dinliyor, onların tepkilerini, beklentilerini ve arzularını gözlemliyorduk. Sınırlarımızın dışından gelenler yalnızca bir süre sonra kaybolan laflar ve müdahalelerdi. Bu nedenle benim kalmamı veya gitmemi söylemeleri önemli değil. Önemli olan işlerin gerçekte nasıl ilerlediğidir” ifadeleriyle cevaplandırdı.

Ayrıca, muhalif teröristlere yabancı ülkelerden verilen desteğin sonlandırılması çağrısında bulunan Esad, Suriye’nin içerisinde bulunduğu duruma yönelik uluslararası tutumda bir değişim olmasının pozitif yönde bir adım olacağına vurgu yaptı.,

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin sözleri AKP’yi rahatsız etti
CIA Başkanı John Bremann’ın ardından ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Esat yönetimi ile görüşmelerin kaçınılmaz olduğu yönündeki sözleri yoğun tartışmalar yaratırken ABD’li medya, “Bu sözlerin en çok rahatsızlık yarattığı ülke hiç kuşkusuz Türkiye” diyor ve Türkiye’nin Esad ile müzakerelere karşı olduğunu söylüyor.

Suriye’de savaş, dördüncü yılına girerken John Kerry’nin “Eninde sonunda Esat’la görüşmek zorundayız” sözlerini, Suriye’deki pozisyonları yakın gelecekte değişeceğinin göstergesi olarak algılayan Amerika’nın Sesi (VOA), Kerry’nin ifadelerinin ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf tarafından “Esat’la doğrudan görüşülmeyecek, ABD’nin politikasında değişiklik yok” şeklinde düzeltilse de Washington’un Esat’la diyaloga eskisi kadar kapalı olmadığını düşünüyor. VOA şöyle devam ediyor:

“Bu sözlerin en çok rahatsızlık yarattığı ülke hiç kuşkusuz Türkiye. Gösterilerin başladığı 2011 Mart ayında arabuluculuk rolüne soyunan Türkiye, aynı yılın Ağustos ayında Suriye yönetimiyle ilişkileri askıya aldı ve başta Beşar Esat olmak üzere Baas rejimine sert eleştiriler yöneltmeye başladı.”

Haberde “Her ne kadar bir ölçüde düzeltilse de en büyük müttefikinin en yetkili isimlerinden birinin ağzından dökülen sözler Ankara’da kaygıyla karşılandı” ifadeleri kullanılırken daha sonra ise Kerry’nin açıklamalarına Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun resmi ziyarette bulunduğu Kamboçya’dan “Esat’la müzakere edecek ne var? 200 binden fazla insan öldürmüş ve kimyasal silah kullanmış bir rejimle neyi müzakere edeceksiniz?” sözleriyle gösterdiği sert tepkiye dikkat çekiyor.

 

 

 

 

İran İslami Meclisi Başkanı, iyi bir nükleer anlaşmaya varılması durumunda, meclisin de bu anlaşmayı destekleyeceğini belirtti.


MHA’nın haberine göre, düzenlenen basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtlayan İran İslami Meclisi Başkanı Ali Laricani,  “Müzakerelerin ilerleme yolunda meclisin genel görüşü, İran İnkılap Rehberi tarafından belirlenen çerçevelerde düzenlenen müzakerelere destek vermektir. İran, Amerika’nın yaşadığı sorunlar gibi sorunlar yaşamaz. Sorunları, görüş paylaşımı ve Liderimizin yol göstermeleri ile çözeriz. Genel bir anlaşmaya ulaşılmaması durumunda da dünya sona ermeyecektir. İran şimdiye kadar yoluna ilerlemiştir ve anlaşmaya varılmaması durumunda da bu ilerlemeye devam edecektir” dedi.

Laricani sözlerinin devamında 47 ABD Kongresi senatörünün İran’a yazdıkları mektup ile ilgili “Amerika senatosu tarafından gerçekleşen bu olay, tamamen acemice bir davranıştır. Bu mektup, hatta Amerikalı politikacılar ve uzmanlar tarafından da tepki topladı. Böylesi çalışmalar, Amerika’nın gücüne büyük darbeler vuruyor” dedi.

İran ve Arap ülkeler arasındaki ilişkilerin son zamanlarda gerildiği hakkında sorulan bir soruya ise Laricani, “Kesinlikle İran tarafından komşu ve  İslam ülkeleri ile ilişkilerinin gelişimi konusunda hiçbir engel yoktur. İran İslam Cumhuriyeti, her zaman tüm ülkeler ve özellikle İslam ülkeleri ile işbirliği içerisindedir ve hiçbir zaman başka bir ülkeye musallat olmak peşinde değildir. Irak, Saddam döneminde İran’a saldırdı ve birçok Arap ülke de Irak’a destek sağladı. Ama tüm bunlara rağmen, İran hala kardeşlik düşüncelerini korudu. İran, şimdiye kadar defalarca hiçbir ülkeye musallat olmak peşinde olmadığını ve genel olarak her türlü saltanat kurulması ile karşı olduğunu kanıtlamıştır” dedi.

Laricani açıklamasının devamında ise “Eğer Irak’a yardım ediyorsak, komşu ve dost ülkemizin terör ile mücadele içerisinde olmasından dolayıdır. Irak halkı, teröristlerin ele geçirdikleri bölgeleri geri kazanmak konusunda en önemli role sahiplerdir ve İran bu konuda sadece yardım sunuyor. İran tarafından Lübnan veya Filistin’e bir yardım ediliyor ise, ülkede yaşayan insanların Siyonistler ile savaştıklarından dolayıdır. Bu olaylar, başka nedenler ile büyütülmeye çalışılıyor. Komşu ülekeler her türlü şüphe yaşıyorlar ise, İran olarak görüşmelerde bulunmaya hazırız. İran İslam Cumhuriyeti, her türlü saltanat kurulmasına karşıdır ve bölge, İslami ve dünya ülkelerine kardeşçe ve dostça yaklaşmaktadır” dedi.

 

“Ortadoğu’nun sorumluluğu yalnızca İran’ın omuzlarına yüklenemez. Ancak İran, bölgede ve daha ötesinde yeni ve daha derin ortaklıklar kurmaya devam edecektir. …”


İran, şu günlerde İslam Devriminin 36. yılını kutluyor. İslam Devriminin başından beri İran modern ve ileri bir millet olarak ortaya çıktı. Batı, yaptırımlarla İran’ı izole etmeye çalışırken, ülkenin bu durumun üstesinden nasıl geldiğini anlamakta başarısız oldu. İranlılar bugün –ve tarih boyunca sergiledikleri gibi – herhangi bir dış baskıya karşı ulusal özgürlüklerinin peşinde koşmaya devam ediyor ve İran’ın itibarına saygı göstermek onlar için bir zorunluluk. Bu İran’ın dış politikasını anlamada hayati bir öneme sahip ve yaptırımların verdiği acıya rağmen nükleer hakların neden yaygın popüler desteğe sahip olduğunu açıklamaya kesinlikle yardımcı oluyor.

Ortadoğu’nun sorumluluğu yalnızca İran’ın omuzlarına yüklenemez. Ancak İran, bölgede ve daha ötesinde yeni ve daha derin ortaklıklar kurmaya devam edecektir. Diğer devletlerden ve devlet olmayan aktörlerden birçok tehditle yüzyüze gelen bir ülke olarak İran, dış müdahalelere karşı kendisini koruyacak ve bölgesel güvenliği sağlayacak ordusunu ve savunma üstünlüğünü muhafaza edecektir. İran Devrim Muhafızları ve ordusu her zaman güvenliğin belkemiği olacak ancak mutlaka takviye edileceklerdir. İran’ın güvenliği ayrıca devrimin çocukları olan diplomatlarına ve güvenliği sağlamak ve korumak için yorulmadan çalışan kamu görevlilerine de bağlıdır.

İran, algılama gücü yüksek liderliği sayesinde maruz kaldığı meydana okumalara ve tehditlere karşı uyanık durumdadır. Bu liderlik ayrıca İran’ın hiçbir zaman uluslararası normlar dışına çıkarak başarılı olmadığının farkındadır. İran, nihai güvenlik ve refaha evrensel haklardan vazgeçerek ulaşılacağı kavramını her zaman reddetmiştir, müdahale ve adaletsizliğe karşı durmaktadır ve bu haklarına olan desteğin, Ortadoğudaki gücünden kaynaklandığına inanmaktadır.

İran’ın ulusal stratejisi gücünü kabullenmesi ile ve kendi evinde adım atması ile başlar. Bu yüzden tahrip edici yaptırımlara rağmen ekonomisini ileri yönde büyütecektir. İran için gençliğini eğitmek ve dünyayı korumak, halkını petrol gelirlerine bağımlılıktan kurtarmak için yeni endüstrileri besleyecek alternatif enerjiler geliştirmek en başta gelen önceliktir. İran’da yeniliğin geleceğe giden yolu inşa edeceğine olan inançla buluşlara imkân verecek kendine has araştırma ve geliştirmeler kovalanmaktadır. Her şeyden önce İran’ın en kıymetli varlığı etnisite ve din ayrımı fark etmeksizin kendi halkıdır. İran yönetimi, bölgesel başarısının halkına korku salmakla değil onlarla umutları ve istekleri ile ilgili konuşabilme kapasitesinden geldiğinin farkındadır. Bu kapasite, nezaketin gücünde, İran halkının itibarında, askerlerinde, diplomatlarında ve sembolik ulusal özelliklerini gösteren özel sektöründe yerleşmiştir.

İran sekiz yıl süren savaşta dış müdahalelerde ve tahrip edici yaptırımlarda kesinlikle tecrübe kazanmıştır. İran, bu güçlükler karşısında refah, güvenlik ve istikrarı için temel teşkil eden mirasını biçimlendirerek yaptığı çözümlerde kararlı durmaktadır.

Javad Manzoori&Roozbeh Aliabadi

Presstv’den çev.: Rozan Genç

 

udüslü kaynaklar, Siyonist işgal rejiminin işgal altındaki Kudüs şehrinde işgale karşı direnen ve Mescidi Aksa’da nöbet tutanlara karşı yeni bir mücadele dalgasını başlatmak için kara liste hazırladığını belirtti.

Kudüs’teki işlerle ilgilenen ve bu konuda ciddi çalışmaları olan Cemal Amr konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Kara liste Kudüslü bütün aktivistleri kapsamaktadır. İşgal rejimi, evlerin yıkılması dahil bir çok caydırıcı cezalara hazırlanıyor” dedi.

Siyonist işgal belediyesinin Kudüslü murabıt ailelerden Zeyne Amr’a Doğu Kudüs’teki evinin bir bölümünün yıkılması için tebligat yapması Cemal Amr’ın bu endişesini güçlendiriyor. Zeyne Amr’ın evi Kudüs’ün işgal edildiği 1964 yılından önce inşa edilmişti.

Cemal Amr, yaptığı açıklamanın devamında, işgal rejiminin hazırladığı kara listeyle sosyal hizmetlere kendini vakfetmesi gereken ve bu konuda çalışmalar yapması gereken işgal belediyesinin yıkıcı bir kurum haline gelmesine ve kentteki hayatı cehenneme çevirmesine neden olabileceğine söyledi.

Kudüs’te olup bitenlerin ve Kudüs halkına yapılan zulümlerin ırkçılıktan başka bir şey olmadığına dikkat çeken Cemal Amr, Kudüs ve Kudüs halkıyla ilgili olarak bir felaket yaşandığını ifade etti.

 

 

Pazartesi, 16 Mart 2015 03:27

Kur’an-ı Kerim’de Sosyal İlişkiler

Kur’an, hitaplarını çoğul kiplerde söyleyerek halkı birliğe çağırmakta ve sosyal meselelere ilişkin hayatın tanzim edilmesinde toplumu sorumlu tutmakta ve insanın fıtratına uygun olan, beşerin en güzel biçimde yaratılış ilkesine uyum sağlayan birtakım kanun ve sünnetleri bizlere bildirmektedir.

Bu sebepledir ki, bölünmeye yol açarak eşrefi mahlûku esfeli safilin derecesine iten bütün hal ve davranış biçimlerini şiddetle kınamış, ilahi rızaya uygun olan birlik, sevgi ve muhabbete yol açan hal ve davranışları ise övmüştür. Şeytanın yoldan çıkarma aracı olan ırkçılık, kabilecilik, zaman, mekân, iklim ve benzeri farklılıklardan doğan ayrımlara ise, sadece toplumların birbirleriyle olan tanışma çerçevesi dâhilinde izin buyurmaktadır. Hal böyle olunca, İslam insanların birbirlerinin rengi, makamı, maddi durumu, soyu vb. şeytani fısıltılardan dolayı küçümsemelerini veya birbirlerine karşı böbürlenmelerini şiddetle reddetmekte ve bu davranış biçimlerini cahiliye adetleri olarak değerlendirmektedir. Üstünlüğü ise Allah’a olan yakınlıkta, Allah’tan çekinip emirlerine uymakta ve O’nun yasaklarından sakınmakta görmektedir.

Fertlerin birbiriyle olan ilişkilerinde güzel kardeşlik ilkelerine riayet etmeyi buyuruyor:

“Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat 10)

ayeti kerimesiyle bütün Müslümanlara farz kılmakla yetinmeyip evrensel bir inanç olduğu için samimiyet ve adaletin, inanan inanmayan ayrımı yapılmaksızın bütün beşer arasında uygulanmasını şart koşarak herhangi bir şahıs veya grup fitne çıkarma hayaline kapılıp zulmetme ve tecavüz hevesini tasarlamadıkça onlarla eşitlik ve adalet esasınca muamele edilmesi, karşılıklı saygının tüm yönüyle korunması gerektiğini vurgulamıştır. Kur’an-ı Kerim bu hususta şöyle buyuruyor:

“Allah, sizinle din konusunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletle davranmaktan sakındırmaz. Allah, adaletle muamele edenleri sever. Allah, ancak sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardımcı olanları dost edinmekten sizi sakındırır. Onları dost edinenler zalimlerin ta kendileridir.”(Mumtehine 8)

Öte yandan insan “en güzel surette” (Tin 4) yaratıldığından dolayı o en güzel davranışla karşılaşma liyakatine sahiptir. İşte bunun içindir ki, Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
“Kullarıma de ki: ‘En güzel olanı söylesinler.’ Gerçekten de şeytan onlar arasında pislik çıkarmaya çalışıyor.” (İsra 53) ve “İnsanlara güzel söz söyleyin” (Bakara 83)
Bu ayetlerde geçen konuşma ve söylemekten maksat, sadece teorik davranış değildir, hayatın her safhasında pratiği mümkün olan davranış biçimidir.

Her ne kadar İslam sınırlarına saldıran harici güçleri yok edinceye kadar onlarla savaşmak gerekiyorsa da, İslam sınırları içerisinde herhangi bir ihtilaf ve çelişki ortaya çıkarsa zahirde düşman sayılan Müslüman kardeşi yok edici fiillerden kaçınmak ve düşmanlığı gidermek gerekir.

Düşmanı yok edip ortadan kaldırmak çok zor bir iş değildir. Düşmanlığı giderip insanları dostluk ortamına kavuşturmak çok zor bir iştir ve bunu ancak salih düşünürler başarabilir. “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel olan şeyle sav. İşte o zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluverir.” (Fussilet 34)

Binaenaleyh, İslam muhiti, sevgi ve muhabbet ekseni etrafında dönen aile muhitine benzer. Bu muhitte devamlı olarak “Onlarla iyilikle geçinin” nidası duyulmakta ve fertlerin hem birbirleriyle kaynaşıp birleşmeleri ve hem birbirlerinden ayrılmaları, ihsan ve iyiliklere bağlı bulunmaktadır. “Ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle salıvermek.” Büyüklere karşı ise “Onlardan biri ya da ikisi senin yanında ihtiyarlık yaşına varırsa onlara asla sert konuşma, onlara bağırma, onlarla güzel konuş.” emri sürekli saygılı olmayı vurgulamaktadır. Buna karşılık büyüklerin akıllarından kaynaklanan sevgileri devamlı olarak küçüklerin yaşantısına kesintisiz olarak muhabbet ürünlerini sunmaktadır. İşte İslam toplumunda geçim ve davranış usulleri bu ilkeler üzerine kuruludur.

Kur’an-ı Kerim’e göre; toplumsal hayatın hukuku ilişkileri eşitlik ve karşılıklı adalet temelleri üzerine dayalıdır. Bu yüzden de adaleti emrettiği gibi zulmetmeyi de menediyor. Zulmetmek devamlı zulme boyun eğmekle içiçedir. Bu konunun önemi Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinden istinbat edilmektedir. Zira Kur’an-ı Kerim’in birçok ayeti bütün peygamberlerin mesajlarının adaletin uygulanması olduğunu açıklamaktadır: “Ant olsun, biz, peygamberlerimizi apaçık belgelerle gönderdik, insanlar adalet üzerinde dursunlar diye onlarla birlikte kitap ve mizan (adalet) indirdik.” (Hadid 25)

“Ey iman edenler, Allah için adaleti ayakta tutup ona şahit olanlardan olun.” (Maide 8)

“Ey iman edenler, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutanlardan olun.” (Nisa 135)

Bu arada Kur’an-ı Kerim’in adalete emreden ayetlerinin yanı sıra bir kısım ayetleri de zulüm yapmayı nehy ederek bu konuda zalimin zorbalığına karşı çıktığı gibi, zulme rıza gösterilerek yaşanacak bir hayat şeklini de reddetmektedir. Ve gerçekte, zalim ile zulme rıza gösteren kişileri aynı kategori de değerlendirip her ikisini de şiddetle kınıyor. “Ne zulmeder, ne de zulme boyun eğersiniz” (Bakara 279)

Kur’an-ı Kerim, kabiliyetlerin farklı olmasını bir imtihan ortamı ve toplum fertlerinin kendilerini ortaya koyarak toplumsal işlerin adil bir şekilde bölünmesi ve karşılıklı yararlanma için bir vesile olarak değerlendiriyor. Her türlü horlamayı, şahsiyet kırmayı, tek yönlü ve karşılıksız olarak yararlanmayı kabul etmiyor. “Sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi denemek için, kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabb’in, cezası çabuk olandır ve O bağışlayan, merhamet edendir.” (Enam 165)

“Onlar mı Rabbinin rahmetini bölüyorlar. Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik ve onlardan kimini ötekine derecelerle üstün kıldık ki, bazısı bazısına iş gördürebilsin. Rabbinin rahmeti onların topladıklarından oldukça hayırlıdır.” (Zohrof 32)

Allah’ın kullarına verdiği her türlü nimet ve kemal onları denemeye yöneliktir. Bu nimetler verildiği kimselerin üstünlük ve kerametine, verilmeyen kimselerin horluğuna ve düşüklüğüne delalet etmemektedir. Dolayısıyla “Ey iman edenler bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin, belki (alay ettikleri kimseler) onlardan daha iyidirler. Kadınlar da diğer kadınlarla alay etmesin; belki onlar, kendilerinden daha iyidirler.” (Hucurat 11) ayeti kerimesi her türlü horlama ve böbürlenmenin önünü alıp özel, türel ve hatta toplumsal saygıyı korumayı fertten topluma kadar gerekli görüyor ki bu sayede medinei fazılanın (ideal toplumun) kurulma ortamı sağlanmış olsun. Medinei fazıla veya ideal toplumda her ferdin uygulaması gereken güzel davranış, onun sorumluluğuna göredir.

Bu yüzden toplumun önemli makamlarında bulunan kimselerin, bu konudaki sorumlulukları başkalarına oranla daha fazladır. Bunun için Hz. Musa (a.s) ile Hz. Harun’a (a.s) yumuşak konuşmakla din tebliğini başlatmaları gerektiği emrolundu. “Ona yumuşak söz söyleyin, belki hatırlar veya korkar.” (Taha 44)

Ama Firavun, kötü tercihi sonucu, kendi inatçı topluluğu ile birlikte denizde boğulup helak oldu.
“Sulardan onları kaplayıveren kaplayıverdi.” (Taha 78)

Hz. Resulullah’a (s.a.a) da halka karşı sevgi, tevazu ve yumuşaklıkla davranması emrediliyor:

“Allah’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak oldun. Eğer katı kalpli sert birisi olsaydın etrafından dağılıp giderlerdi.” (Al-i İmran 159)

Başkalarının görüşüne saygı göstererek toplumda birliğin sağlanması, faal güçler cezbedilip fikir sahiplerinin fikirlerinden yararlanılması için çok güzel bir toplayıcı araç olan meşveret de bu doğrultuda olduğundan Hz. Resulullah (s.a.a) da ona emrolunmuştur. Zaten Resulullah’ın (s.a..a) davranış sireti de, Hak Teala’nın tavsiyesi üzerine müminlere karşı alçak gönüllü olup merhametle davranmaktı. “Sana tabi olan Müminlere karşı alçak gönüllü ol.” (Şuera 215)
Tuğyancılara karşı kesin şiddetli ve onurlu bir tavır alıp müfsid insanlara hoşnutsuzluğunu bildirmesi de ilahi önderin sünnetlerindendir.
“Eğer sana isyan ederlerse de ki: Gerçekten ben sizin yaptıklarınızdan uzağım.” (Şuera 216)

Kur’an-ı Kerim’de alçak gönüllü olmak, bazen çocuğun aziz baba ve annesi karşısında yaptığı gibi, küçüklüğünü belirterek itaat etmek şeklindedir. “Onlara (anne babaya) karşı merhametle alçak gönüllü ol.” (İsra 25)
Bazen de küçüğe karşı ra’fet ve merhamet göstermek şeklindedir. İlahi bir önderin görevli olduğu alçak gönüllülük ve mütevazılık bu kısımdandır.

Kur’an-ı Kerim’in muaşeret kurallarının iyileştirilmesindeki temel amaçlarından biri bu yolla parlak toplumsal ilişkilere dayalı gerçek huzura sahip uygar bir topluluk oluşturmaktır. İyi niyetli olma emrini de böyle bir toplum için karar kılmıştır. Zira müfsit bir toplumda kandırılmaya vesile olan sadeliğin doğru olmamasına rağmen salih bir toplulukta da başkalarına karşı iyi niyetli olmak temel kurallardandır.“Birçok zanlardan kaçının, zira bazı zanlar gerçekten de günahtır.” (Hucurat 12)

Ayetullah Cevadi Amuli
Pazartesi, 16 Mart 2015 03:21

Nükleer görüşmelerden kaygılıyım

Nükleer görüşmelerden kaygılıyım, çünkü ABD hilekardır, bir yanda görüşme yaparken öte yanda arkadan hançerler.


Nükleer görüşmelerden kaygılıyım, çünkü ABD hilekardır, bir yanda görüşme yaparken öte yanda arkadan hançerler. Görüşmecilerimiz çok dikkatli olmalıdırlar.

İslam devletinin bazı düşmanlarının “biz İslam Cumhuriyeti’nin rejimini değil, rejimin izlediği yöntemleri, davranışları değiştirmek istiyoruz” gibi sözleri, halkımızın olgu edindiği değerleri bir kenara bırakması, İslam emirlerini uygularken bir adım geri atması demektir. Bu düşünce gerçekte rejimin izlediği yöntemleri değil rejimin kendisini değiştirmek ve İslam devletini yok etmek manasına gelir.

Uzmanlar Meclisi üyeleri ile bir araya gelen Ayetullah Hamanei, Uzmanlar Meclisi’nin yapmış olduğu başkanlık seçimine işaretle “Yapılan seçim çok şeffaf bir seçim oldu. Diğer devlet organları için örnek olacak niteliktedir” dedi.

İmam Hamanei sözlerine şöyle devam etti:

“İslam öğretileri içerisinde “minimum din” diye bir şey yoktur. İslam’ın tüm düstur ve öğretileri tam anlamıyla tahkik edilmeli, öğrenilmelidir. Hedef, İslam dininin en küçük emrini bile öğrenmek olmalı ve bu doğrultuda hareket edilmelidir.

İslamofobi diktatör ve zorba güçlerinin halkımızın bayraktarlığını yaptığı “Siyasi İslam” ve “Yaşamsal İslam” kavramlarının karşısında kapıldıkları dehşetin tercümesidir.

Siyonizm’in tamamen siyasi olan İslamofobiyi yayma girişimleri, meşru olmayan faaliyetlerinin sona erme korkusunun yarattığı tedirginliğin ürünüdür.  

Bizler, mustazafları, zayıf bırakılmışları koruyan “Rahmet İslamı” ve zalimle mücadeleyi öğreten “Cihat İslamı”nın karşısında yaratılmaya çalışılan “Seküler İslamcılık” anlayışı karşısında uyanık olmalı ve insanları bilinçlendirmeliyiz. İslam devletinin bazı düşmanlarının “biz İslam Cumhuriyeti’nin rejimini değil, rejimin izlediği yöntemleri, davranışları değiştirmek istiyoruz” gibi sözleri, halkımızın olgu edindiği değerleri bir kenara bırakması, İslam emirlerini uygularken bir adım geri atması demektir. Bu düşünce gerçekte rejimin izlediği yöntemleri değil rejimin kendisini değiştirmek ve İslam devletini yok etmek manasına gelir.

Yaratılmak istenen İslamofobi düşüncesini bir fırsata dönüştürmek bizim elimizde. Çünkü gençler başta olmak üzere insanları İslam dininden uzaklaştırmak için başlatılan kampanyalar bizlerin insanların aklında “İslam dinine yapılan bunca saldırı ve baskıların sebebi nedir?” gibi bir soru icat etmemizi sağlar. Bu nedenle herkes bu konuda üzerine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirmek için azami gayretini sarf etmelidir.

İslam dininin “mazlumun yanında yer alıp zalimin karşısında dikilmek” emri, gençlere yoksulu, ezileni, çaresiz ve korumasız insanları savunmak gerektiği düşüncesini aşıladığından genç ufuklarda İslam’a karşı bir eğilim kapısı aralar.”

Konuşmasının bir bölümünde yürütülen nükleer müzakereler konusuna değinen Ayetullah Hamanei sözlerini şöyle sürdürdü:

“Meseleye basit ve yüzeysel bir bakışla yaklaşmaktan kaçınarak sorunların kökenini iyi teşhis etmeliyiz ki bölgesel sorunların çözüm yollarını da doğru seçebilelim.

Bizim desiseye, hileye, kirli planlara ihtiyacımız yoktur. Bazıları siyasi, ekonomik ve askeri güçlere sahip olan Amerika’nın kendi adına hiçbir plan ve projeye ihtiyacı olmadığını sanıyor. Oysa gerçekler bunun tam aksinedir. Amerika, hile ve yalana muhtaçtır. Şu an bile hile ve yalana başvuruyor. ABD’li yetkililer müzakerelerin nihai sonuca erdirilmesi için belirlenen tarih yaklaştıkça hedeflerine ulaşmak için söz ve eylemlerini daha da sertleştirecektir. Bu durum karşısında uyanık olunmalıdır.

Bildiğiniz gibi İşgal rejiminin Başbakanı (Netanyahu) ABD kongresinde konuştuktan sonra ABD’li yetkililer bazı açıklamalar yaptı. Ama yapılan açıklamalarda İran’ın terörizmi desteklediği sinyallerinin verilmesi gerçektende komikti. Siz (ABD ve İsrail) bugün bölgede daha önce benzeri görülmemiş en vahşi örgüt olan IŞİD ve benzeri terör çetelerini yaratıp besleyeceksiniz ondan sonra kalkıp İran’ı terörizmle aynı safta göstermeye çalışacaksınız!

Amerika, bir yandan bugüne kadar işgal ve terörizmle ün yapmış İsrail rejimini açık bir şekilde desteklerken diğer yandan da İslam Cumhuriyeti’ni terörist olarak isimlendiriyor. Bu nasıl bir çelişkidir?

Tüm dünya ülkeleri uluslar arası yasalarca kabul edilmiş kanunlara saygı duyuyorken Amerikalı senatörler “İsrail devleti yok olursa bütün uluslar arası kanunları yok sayarız” diye feryat ediyor. Bu, siyasi ahlakın ayaklar altına alındığının ve ABD yönetiminin içten içe çatlamaya başladığının resmi değil de nedir?


İran Cumhurbaşkanı'ın Türkmenistan'a gitmesi ile, iki ülke arasında farklı alanlarda 17 işbirliği anlaşması imzalandı.


MHA'nın haberine göre, İran ve Türkmenistan arasındaki ilişkilerin gelişimini sağlayacak bu 17 anlaşma, iki ülke cumhurbaşkanının huzurunda, ülkelerin üst düzey yetkilileri tarafından imzalandı.

Dışişleri bakanlıkları arasındaki 5 yıllık işbirliği, suçlu iadesi, çevre işbirlikleri, kültür, sanat, bilim ve eğitim çalışmaları, para aklama ile mücadele, Serahs köprüsünün yapımı, yol yapımı, elektrik üretimi ve dağıtımı, ürün ve kimyasal ürünler ihracatı, tarım işbirlikleri, demiryolu çalışmaları, özel sektörler arasındaki işbirlikleri, el yazımı nüshalar konusunda işbirlikleri ve iki ülke ticaret odaları arasında işbirliği, tarafların imzaladıkları anlaşmalardan örneklerdir.

Yılda 150 ton üretim kapasitesine sahip T-300 Karbon Fiber üretim fabrikası, İran Savunma Bakanı'nın katılımı ile açıldı.


MHA'nın haberine göre, İran'ın en büyük Karbon Fiber üterimi fabrikasının açılış töreninde konuşan İran Savunma Bakanı Tuğgeneral Hüseyin Dehghan, "Bu stratejik ürünün üretilmesinin artması ile, Savunma Sanayileri'ndeki ihtiyaçların karşılanmasının yanısıra, askeri dışı ihtiyaçların büyük bir bölümü de temin edilecektir" dedi.

Tuğgeneral Dehghan açıklamasının devamında, "İran İnkılap Rehberi'nin Direniş Ekonomisi ile ilgili düşüncelerini ve devletimizin bu konudaki politikalarını gerçekleştirmek amacı ile açılan bu fabrika ile İran'ın savunma teknolojileri alanındaki gelişmelerinde büyük bir adım atılmıştır. Karbon Fiber, araba üretimi, petrol platformu, petrol ve doğalgaz çıkarma, tren vagonu ve rüzgar türbinleri gibi farklı birçok sanayide kullanılmaktadır. Bu fabrikanın tüm araştırma, tasarım, yapım ve üretim aşamaları, tamamen İranlı uzmanlar tarafından gerçekleşmiştir" dedi.