"Sanki şöyle denilmektedir. Ne yaparsanız yapın, hangi başarıya imza atarsanız atın; savaş meydanlarında önde olun, infakta birinci olun, namazda en ön safta olun… illâ edeb! İllâ edeb! Belki de Yunus Emre ve onun gibi birçok irfan ehli, Hucurat suresinin indiği dönemi göz önünde bulundurarak anlamaya çalıştıkları için “İllâ edeb! illâ edeb!” şeklinde haykırmışlardır."
Bir surenin, bir ayet grubunun hatta tek bir ayetin verdiği nasihat, ikaz, emir ve nehiylerin etkisi; ilk muhataplar ve indirildiği tarihî-sosyal ortam dikkate alındığında daha da artacaktır. Bunun için Mekki-Medeni ayrımının ötesine geçerek, Mekki ayetlerin Mekke döneminin hangi safhasında, Medeni ayetlerin ise Medine döneminin hangi zaman diliminde indiğini göz önünde bulundurarak anlamaya çalışmak gerekir.
Hucurat Suresi’nin Medeni olduğu ve ahlaki konulara ağırlık verdiği konusunda bir tartışma yoktur. Müminlerin Allah’a, Peygamberine, kendi aralarında ve bütün insanlık ailesine karşı takınmaları gereken adabı öğreten bir sure olduğunda da kuşku yoktur. Toplam 18 ayetlik surenin beş ayeti “Ey iman edenler!…” hitabıyla başlamakta ve surede 14 defa “iman” kelimesi farklı biçimlerde kullanılarak müminlere yakışan tavırlar hatırlatılmaktadır. Genel olarak bakıldığında surede, iman ehline yakışan ahlakın ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Henüz imanı hem zahiren hem de batınen tam anlamıyla benimsememiş olan bedevilerin sadece teslim oldukları ve mümin kategorisine giremedikleri özellikle vurgulanmaktadır. “Bedevîler “iman ettik” dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama “Boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi.” (1)
Surede işlenen konular, risaletin ilk dönemlerinde olsaydı, yumuşaklık ve sertlik açısından uyarıların tonu farklı değerlendirilebilirdi. Ancak Bedir Savaşı, Uhud Savaşı, Hendek Savaşı, Hudeybiye antlaşması ve Mekke’nin Fethine, Kur’an’ın çoğunun inişine tanık olmuş, çok sayıda ilahi övgü, nasihat ve uyarılarla karşılaşmış bir toplum muhatap olunca, ayetlerin etkisi birkaç kat artmaktadır. Sanki şöyle denilmektedir. Ne yaparsanız yapın, hangi başarıya imza atarsanız atın; savaş meydanlarında önde olun, infakta birinci olun, namazda en ön safta olun… illâ edeb! İllâ edeb! Belki de Yunus Emre ve onun gibi birçok irfan ehli, Hucurat suresinin indiği dönemi göz önünde bulundurarak anlamaya çalıştıkları için “İllâ edeb! illâ edeb!” şeklinde haykırmışlardır.
Peygamber Efendimiz’e (s.a.a), Mekke’nin fethinden sonra inen Hucurat suresi, özetle müminlere şu uyarılarda bulunmaktadır:
- Görüşlerini Allah ve Resulü’nün önüne geçirmemeleri,
- Peygamber huzurunda seslerini yükseltmemeleri,
- Kendi aralarında konuştukları gibi Peygamber ile konuşmamaları,
- Peygamberin özel odalarına saygı göstermeyenlerin kınanması,
- Yalan haberle toplumun karıştırılmaması,
- İman kardeşliğinin hatırlatılması,
- Kötü lakap, aşağılayıcı söz, su-i zan ve gıybetten sakınılması,
- Irk ve kabile üstünlüğü yerine takva üstünlüğünün vurgulanması,
- Zahir ve batınla imanın gereklerini yerine getirenlerin gerçek mümin olduklarının bildirilmesi.
Hucurat suresindeki emir ve hükümlerin her biri, başlı başına ele alınabilecek konular arasındadır. Kardeşlik, gıybet, su-i zan, yalancılık, Allah ve Resulüne itaat… Ancak surenin Medine döneminin son zamanlarında nazil olması, ilgili konulardaki mesajın etkisini kat kat artırmaktadır. Bütün müfessirler, surenin 4. ayetinin; Temim kabilesinden gelen heyetin Peygamberimizi özel odalarının arkasından yüksek sesle çağırmaları üzerine nazil olduğunu belirtmişlerdir. Tarihi kaynaklar, bu heyetin gelişinin Hicri 9. seneye tekabül ettiğini kaydeder. Surenin 6. ayetinin sebebi nüzul rivayetlerinde adı geçen Velid b. Ukbe, Mekke’nin fethi sırasında Müslüman olduğuna göre, Hucurat suresi Mekke’nin fethinden sonra ve Senetü’l-Vüfûd (Heyetler Yılı) zamanında nazil olmuştur.
Şöyle denilebilir; henüz yeni Müslüman olmuş kişiler peygambere karşı nasıl davranacaklarını bilmeyebilirler. Neden sert biçimde uyarılsınlar? Çünkü suredeki uyarılar sadece yeni Müslüman olmuş Beni Temim ve diğer Bedevilere yönelik değildir. Surede şöyle bir mesaj vardır. “Peygambere odalarının arkasından seslenenler akılsızdırlar, peki size ne oluyor? Siz neden onların seviyesine düşüyorsunuz?” “Size yalan haber getiren fasıktır, ancak siz neden onun getirdiği habere binaen peygamberi harekete geçirmeye çalışıyorsunuz?”
Peygamberimizin (s.a.a) yanında yaklaşık çeyrek asır bulunmuş, binlerce ayeti birinci ağızdan işitmiş ashaptan bazıları, hâlâ Allah’ın Resulüne (s.a.a) görüşlerini dayatmak istemekte, Peygamber’den danışmanlık beklemekte ve huzurunda seslerini yükseltmekteydiler. Peygamberimiz (s.a.a), çoğu konuda onların isteklerine uymayarak aslında onlara en büyük iyiliği yapıyordu. Aksi takdirde çok büyük sıkıntılara uğrayacaklardı. “Biliniz ki, aranızda Allah'ın peygamberi vardır. Şayet o, birçok işte size uysaydı, haliniz yaman (leanittum) olurdu.” (2) Kur’ân bunu “leanittum” kelimesiyle, kolu kırılmış birinin aynı yerden tekrar kırılmasıyla oluşan acıya benzetmiştir ki yaşanacakların vehametini göstermek için.
Surenin tek tek ayetleri ele alınabilir, ancak yöntem olarak ilk muhatapların durumu ve ayetlerin indiği atmosferi bilmek, ayetlerin mesajındaki vurguyu artırır ve etkisini güçlendirir. Bu kural sadece Hucurat Suresi için geçerli değildir. Diğer sureler için de geçerlidir.
Nitekim İsra Suresi’nde, İsrailoğullarının iki defa azgınlık edeceği ve iki defa cezalandırılacağı bildirilir. Sure indiğinde muhatapların Yahudiler veya Hristiyanlar değil, Kureyş olduğu göz önünde bulundurulunca ayetlerden çıkarılacak dersler farklı bir boyut kazanmaktadır. Peygamberimiz (s.a.a) de tıpkı Musa (a.s) gibi kavmini uyarmaktaydı. Gelecekte azgınlıkta ileri gitmeleri halinde İsrailoğullarıyla benzer sonuçlarla karşılacaklardı.
Yine Fil Suresi’nde anlatılanlar, Hristiyan toplumdan bahsetse de uyarılar Kureyş’e yöneliktir. Allah’ın bahşettiği nimetlerin karşılığında elçisine böyle davranmamaları gerektiği hatırlatılmaktadır.
Kur’ân kıssalarında geçen isim ve olayların, indiği ortamda kime karşılık geldiğini tespit ettiğimizde, maksat daha net hâle gelir. Örneğin Kur’ân, neden Musa’nın (a.s) bir Mısırlıyı öldürmesi olayı üzerinde detaylı durur? Üstelik Mekke döneminde Yahudiler de yoktu. Belli ki Müslümanlar muhatap alınmıştır. Musa’nın (a.s) yaşadığı tecrübenin onlara ders olması istenmektedir. Mekke döneminde, müşriklerin baskılarına karşı fiili bir müdahalede bulunmaları halinde nasıl bir sonuçla karşılaşacakları önceden haber verilmiştir.
Hucurat Suresi’nin geç dönemde inip Müminlere ahlaki konularda uyarılarda bulunmasından günümüz açısından da oldukça önemli dersler çıkarılabilir. Ne kadar mücadele edersek edelim, fedakârlık yaparsak yapalım ahlaki zaaflarımızı asla ihmal edemeyiz. Bu eksikliklerimiz fırsat bulduğunda ortaya çıkacaktır. Mevlana’nın ifadesiyle, soğukta donmuş bir yılanı ölmüş zannederek sirke çıkarırsanız, güneşi gördüğünde ilk olarak sizi ısırır. Nefsi hastalıklar da böyledir. Uygun ortamı bulmadığında terbiye ettiğimizi zannederiz. Oysa kendini göstermek için fırsat kollamaktadır. Mesela, bir insanın kibri, hasedi, kabalığı, kibarlığı… ancak bazı olayların yaşanmasıyla ortaya çıkabilir. Önemli olan önceden tedbir alarak daha fazla yıkıcı sonuçlara fırsat vermemektir.
Zamanında terbiye edilmeyen nefis, eninde sonunda davranışlarda kendisini gösterecektir. Hucurat Suresi’nde kınanan davranışlar, Allah ve Resulüne teslimiyet eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bunun da nedenini kurcaladığımızda, nefsine bir pay verme, başkalarına karşı kendini üstün görme hastalığının yattığını söyleyebiliriz. (Veysel Çelik - Hürseda)
____________________
(1) Hucurat, 49/14.
(2) Hucurat, 49/7.