کارگر

کارگر

Şimdilik bütün öngörüler ve beklentiler koşullu cümlelerle başlamak durumunda. Fakat ABD’nin Orta Doğu’daki mesaisini azaltma konusundaki stratejik yönelimi, Rus-Amerikan temaslarının olumlu gündemi satın alması ve İran’la yeniden kurulan nükleer masa, taşları yerinden oynatma potansiyeli taşıyor.

Türkiye üç askerin yaşamını yitirdiği İdlib’e odaklanırken Suriye etrafında acayip bir trafik dönüyor.

Afganistan’dan çekildikten sonra Irak’taki muharip güçlerini de eve döndürmeye hazırlanan ABD’nin Suriye’deki askeri varlığını koruyup korumayacağının tartışıldığı bir dönemde bir dizi çapraz görüşmeye tanık oluyoruz.
ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General Kenneth McKenzie 10 Eylül’de Rojava’yı ziyaret edip Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Abdi’yle görüştü.
Bunun yanı sıra Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi ile ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı düzeyinde başlayan siyasi temaslara yeni bir boyut ekleniyor. Bunun için Washington’dan Rojava’ya bir davet geldi. Suriye Demokratik Meclisi Eş Başkanı İlham Ahmed, özerk yönetimdeki Arap ve Süryani temsilcilerle birlikte Moskova’da temaslarda bulunduktan sonra Washington’a gidecek. Heyet Moskova’da Suriye dosyasının iki çarı Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin ve Kremlin Suriye Özel Elçisi Aleksander Lavrentev ile durum değerlendirmesi yapacak.
Beri tarafta BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen 11 Eylül’de Cenevre süreci çerçevesinde anayasa komitesiyle ilgili tıkanmayı aşmak için Şam’daydı. Suriye’de olumlu geçen bu görüşmeyi, İstanbul'da Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Salim el Muslat ve Suriye Müzakere Komisyonu Başkanı Enes el Abde ile buluşma izledi. İstanbul’daki muhalif ekip birkaç gün önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile birlikteydi.
Ardından 14 Eylül’de Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad gecenin bir vaktinde Kremlin’de Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin’e konuk oldu. 5 gün önce de İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid, Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’un konuğuydu.  

Bütün bunlar, hazirandaki Putin-Biden zirvesinden sonra ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Brett McGurk’un Verşinin ve Lavrentev’le yürüttüğü temaslara paralel gelişiyor.
Rusya, Ürdün ve İsrail üçgenindeki görüşmeler de bu trafiğin bir diğer yüzünü oluşturuyor.

***

Peki, bu trafikte nedir pişmekte olan?
Esad’ın adem-i merkeziyetçi bir çözümü fırına veren açıklamasına bakınca Kürt dosyasının Washington-Moskova eksenindeki pazarlık sürecine girdiğini anlıyoruz. Elbette bu konudaki belirsizlikler sürüyor; Şam’la Kürtler arasında müzakere için ciddi bir zemin oluşmuş da değil.
Kürt kaynaklara göre McKenzie, IŞİD’e karşı SDG’ye desteğin devam edeceğini söyledi. Bunu söylemek ABD’nin Suriye’den çekilip çekilmeyeceğine dair nihai bir karara işaret etmiyor. McKenzie, IŞİD’e karşı etkili bir direniş gösteren SDG ile Taliban karşısında dağılan Afgan ordusunun hiçbir şekilde birbirine benzemediğini vurguladı. McKenzie’nin SDG’nin organize bir güç olarak her türlü saldırıya direnebileceğini söylemesi iki zıt çıkarıma açık:
Birincisi, ABD güvenilir ve istikrarlı bir gücü terk etmez.
İkincisi, kendini savunma kapasitesine sahip olduğuna göre ABD, Suriye’den de çekilebilir.
Hangisinin olacağı nihayetinde Rusya ile ABD arasında varılacak mutabakatın içeriğine bağlı. Kürtler lehine bir şeyleri temin eden bir mutabakat olacaksa bunun altında evvela şu aranır: ABD çekildikten sonra Türkiye’nin iki bölgeyi elinde tutan Barış Pınarı Harekâtı’nı Kobani, Amude, Kamışlı ve Derik’i içine alacak şekilde yani Fırat’tan Dicle’ye kadar genişletmeyeceğinin garantilenmesi. Bu da Rus-Amerikan caydırılığına bağlı. Yani Barış Pınarı Harekâtı’nı Tel Abyad (Grê Sipî) ve Ras’ul Ayn'da (Serê Kaniyê) sınırlayan bir fren etkisinin sürdürülmesi. Bu tür mutabakat mantıken özerk yönetimle Şam arasında bir muhtariyet uzlaşması için yolun açılmasını da gerektirir. Şimdilik iki taraf arasında temas var ama anlamlı müzakere yok.

***
Olası Rus-Amerikan mutabakatını şekillendirecek olan sadece Kürtlerin liderliğindeki fiili yapıya statü verilmesi değil. O yüzden burada dönüp bir de Rusya, İsrail ve Ürdün arasındaki trafiğe bakmak gerekiyor. Burada temel mesele İran Devrim Muhafızları unsurları, Şii milis güçler ve Lübnan’daki Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı. Rusya’nın epey zamandır, İsrail’in Suriye’de İran unsurlarını vurmasına ‘cerrahi bir operasyon olması’ kaydıyla engel olmadığını görüyoruz. Bunun ötesinde Rusya, Golan’ı çevreleyen Kuneytra ile Ürdün bağlantılı Dera’da İran-Hizbullah unsurlarının olmayacağına dair güvenceler verdi. Bu sayede güney cephesinde alttan alta körüklenen silahlı isyan halini bitirmek için muhaliflerle 3 yıl sonra yeni bir anlaşma çıkardı. Bu çerçevede birkaç gün önce Rus askeri polisi ve hükümet güçleri Dera’nın sorunlu mahallelerine girdi. Süreç silahların teslimi ve direnenlerin bölgeden çıkarılması şeklinde iki seçenek üzerinden yürütülecek. Bu neden önemli? Eğer Rusya, ABD ve İsrail’i temin ediyorsa ki o zaman güney cephesinde sükûnet hasıl olabilir, taraflar bu kez Fırat’ın doğusu ile İdlib’e odaklanabilir.

Bu tür süreç sadece Rusya-Amerika-İsrail arasındaki pazarlıklara değil Şam-Tahran-Moskova üçgeninde nasıl bir denge kurulacağına bağlı. Çatışma sürecini geride bırakıp ulusal uzlaşı, yeniden inşa ve mültecilerin geri dönüş planlarına geçebilmek için İran’ın geriletilmesi ve İsrail’in güvenliğinin temini şartının ABD açısından kritik bir eşik olduğu ortada. ABD’nin Kürtlere desteği ya da sahada kalması da önemli ölçüde bu hesaplarla bağlantılı. Lavrov Lapid’i ağırlarken İsrail’in güvenliğini Suriye’deki çözüm sürecinin içinde ele aldıklarını belirtti; “Rusya, İsrail’in Suriye’ye saldırmasına karşıdır. Aynı şekilde İsrail’in Suriye topraklarından hedef alınmasına da karşıdır. Biz Suriye’nin diğer ülkeler arasında bir çatışma alanı haline gelmesine karşıyız” dedi. Bu yaklaşımla Rusya kendisini İran’ı geriletecek güç olarak konumlandırıp diyalogun önünü açıyor.

***
Cenevre sürecinin geleceği de Rus-Amerikan diyalogunun ilerletilmesinin diğer ayağında yer alıyor. Burada da sahadaki askeri varlığı, yedeklediği milis güçler ve İstanbul merkezli muhalifler sayesinde kendi koşullarını dayatabilen Türkiye ile nasıl bir pazarlığa girileceği önem kazanıyor. ABD, SDG’ye destek vererek Ankara’yı kızdırsa da Türkiye’yi teskin edecek bazı tercihlerde bulunuyor: Irak tarafında PKK’ye karşı operasyonlara destek veriyor; Suriye’de Barış Pınarı Harekatı’nı durduran 17 Ekim 2019 mutabakatının garantörü olduğu halde Tel Ebyad ve Ras’ul Ayn’dan Ayn İsa ve Tel Temir taraflarına saldırıları durdurmuyor; insansız hava araçlarıyla düzenlenen suikastlara ses çıkarmıyor; Kürtlerin işbirliğinin siyasi ayağının eksik kaldığı eleştirilerine rağmen tatmin edici açılım yapmıyor; özerkliğin geleceğine dair taahhütte bulunmuyor; Kürtlerin Cenevre sürecine katılmasına dair ağırlığını kullanmıyor. Fakat Amerikan yönetimi hem Kongre ve kamuoyunda Kürtlerin Türkiye’nin insafına terk edilmesi konusundaki hassasiyeti hesaba katıyor hem de NATO ortağını gücendirmek istemiyor. Ortaklığın çerçevesini IŞİD’e karşı mücadele olarak sınırlayıp Kürtlerle ilişkisine siyasi boyut katmıyor ve özerkliğin geleceğini temin edecek taahhütler altına girmiyor. Yani lafı yuvarlak bırakıyor ki istediği yere yuvarlanabilsin.
Buna karşın normal koşullarda Rusya özerklik fikrine Amerikalılardan daha yakın. Şam’ı bu konuda cesur olmaya itecek şey de Amerikan tehditleri değil Rus teşvikleri. Burada da Türk-Rus çıkar ilişkileri bozucu faktör olarak duruyor. Türkiye, Rusya’nın da hesaba katmak durumunda olduğu bir aktör.
Fakat Rusya açısından Türk askeri varlığı çok boyutlu kullanım imkanı sunsa da Suriye’nin bütünlüğünün tesisinin önünde Fırat’ın doğusundaki yapıdan daha ciddi bir engel. Rusya, Cenevre sürecinin ilerletilmesinin kördüğümün çözümünde bir aşama olacağını düşünüyor.
Putin’in Esad’a verdiği mesajlar iki açıdan önemliydi. Birincisi, “Ortak çabalarımızla Suriye topraklarının büyük çoğunluğu kurtarıldı. Teröristler ağır kayıplar verdi ve sizin liderliğinizde Suriye hükümeti toprakların yüzde 90’ını kontrol ediyor” diyerek Fırat’ın doğusunu hükümetin kontrolüne girmiş saydı. Geri kalan asıl sorunu “hükümetin daveti ve BM yetkisi olmayan yabancı güçler” olarak koydu. Yani ABD ve Türkiye’yi iğneledi. Bu arada İdlib’de Ankara’yı köşeye sıkıştıracak hamlelerin geldiğini de görüyoruz. Mesajın ikinci kısmı Esad’a yönelikti: “(İyileşme ve hayata dönüş süreci için) siyasi muhaliflerinle diyalog kurmak dahil çok şey yaptığını biliyorum.”
Putin olmasını istediği şeyi olmuş gibi söyledi. Pedersen’ın Şam’a gidebilmesi bile ancak Rusların Esad’ın kulağına bir şeyler fısıldamasıyla mümkün olabildi!

***
Şimdilik bütün öngörüler ve beklentiler koşullu cümlelerle başlamak durumunda. Fakat ABD’nin Orta Doğu’daki mesaisini azaltma konusundaki stratejik yönelimi, Rus-Amerikan temaslarının olumlu gündemi satın alması ve İran’la yeniden kurulan nükleer masa, taşları yerinden oynatma potansiyeli taşıyor. Dera’daki mutabakat, Sezar Yasası’nı delecek şekilde Mısır doğalgazı ve Ürdün elektriğinin Suriye üzerinden Lübnan’a taşınması planı, İran petrol gemilerinin Suriye ve Lübnan için Tartus limanına yanaşması ve yazının girişinde sıraladığım görüşme trafiği Biden yönetiminin farklı bir şeyi denediğine işaret ediyor. Bütün bunlar hâlâ birbirine çok uzak duran farklı düğümlerin uçları. Buluşmaları zaman ve çaba alacak.

Cumhurbaşkanı Ayetullah Reisi, İran İslam Cumhuriyeti yükümlülüklerine bağlı olduğunu, ancak Amerika ve Avrupa karar alma krizi yaşadıklarını vurguladı.

 İslam İnkılabı Lideri imamHamanei bu sabah 35. Uluslararası İslami Vahdet konferansının konuklarını ve nizamın önde gelen yetkililerini kabul etti.
Görüşmenin başında kısa bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Ayetullah Reisi, İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikasını başta komşuları olmak üzere tüm dünya ile teamülde bulunma şeklinde ifade etti.
Reisi, Tahran yönetimi ülke ekonomisini nükleer müzakerelere ve benzeri düğümlere endekslemeyeceğini, İran İslam Cumhuriyeti yükümlülüklerine bağlı olduğunu, ancak Amerika ve Avrupa karar alma krizi yaşadıklarını vurguladı.

Cumhurbaşkanı Reyisi, İslam ülkeleri liderlerini kutladı

 İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reyisi, İslam Peygamberinin kutlu doğum günü dolayısıyla İslam ülkeleri liderlerine tebrik mesajları gönderdi.

Ayetullah Reyisi mesajlarında İslam ülkelerinin İslami ortaklıklara dayanarak ve iradeleri ile kalıcı ve güçlü ilişkiler için daha ciddi adımlar atmasını temenni etti.

Cumhurbaşkanı Reyisi mesajında İslam ülkeleri ve halklarını Hz. Mohammad’in doğun günü ve Vahdet Haftasından dolayı tebrik etti.

 İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei, Siyonist rejimle ilişkilerini normalleştiren İslam ülkelerinin bu hatalarını telafi etmelerini istedi.

İmam Hamenei, İslam Paygamberinin kutlu doğum gününde üst düzey yetkililer ve Vahdet Konferansına katılan misafirleri kabullerinde yaptığı açıklamada bu konuyu belirtti.

İmam Hamenei, bazı bölge ülkelerinin Siyonist rejimle ilişkilerini normalleştirme eylemlerinin günah ve büyük hata olduğunu ve bu devletlerin bu İslam vahdeti yoldan dönmelerini istediler.

İmam Hamenei, İslami Vahdetin ilkesel ve Kuran-I bir konu olduğunu ve bu yüksek hedefin gerçekleşmesinin ve yeni İslami medeniyetin kurulmasının Şii ve Sünni birliği ile mümkün olacağını ifade etti.

İslam ümmetinin günümüzde ‘’ İslami genellemesi hakkını eda etmek’’ ve ‘’ Müslümanlar Vahdeti’’ ilahi görevi olduğunu ifade eden İmam Hamenei, ‘’ Siyası ve maddi güçler eskiden İslamın tüm insanlık hayatı için programı olan bir dinden ziyade ferdi ve kalbi bir din olduğunu inandırmaya çalıştılar ve bu yönde kendi teorisyenler vasıtası ile bunu pekiştirmek istemektedirler.’’ dedi.

İslam’ın alanının insanların kalbilden başlayıp tüm siyasi, sosyal, ekonomik, uluslararası, güvenlik alanlarında olduğunu ifade eden İslam İnkılabı Rehberi, bunu inkar edenlerin Kuran-I Kerim’in ayetlarına dikkat etmediklerini ifade etti.

İslami Vahdetin ilkesel bir konu oluğunu taktik bir mesele olmadığını ifade eden Ayetullah Hameni, bunun Müslümanların elini güçlendirdiğini ve Müslümanların İslam dışı ülkelerle irtibatlarında ellerinin dolu olması ile işbirliğibe girmelerini sapladığını ifade etti.

‘’ Bugün Şii ve Sünni kelimeleri ABD’nin siyasi edebiyatına girmiştir, hal buki bu ülkeler İslam’a temelden karşıve düşmandırlar. ‘’ diye İmam Hamenei, ABD ve yandaşlarının İslam dünyasında fitne çıkarma isteklerine işaretle, ‘’ Afganistan’daki camilerde ve Müslüman halk aleyhine gerçekleşe edef verici patlamalar bu olaylardandır, bunlar IŞİD eli ile yapılmıştır ve ABD açık şekilde IŞİD’I yarattığını itiraf etmiştir.’’ dedi.

Müslümanlar için ana belirleyici unsurun Filistin meselesi olduğunu ifade eden İslam İnkılabı Rehberi, Filistinlilerin haklarının ihyası için daha fazla ciddiyet göstermenin İslami Vahdetin gçlenmesine senep olacağını belirtti.

Rebiülevvel ayının 17. günü İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) ve değerli torunları İmam Cafer Sadık'ın (a.s) kutlu doğum günleridir.

Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib (Şeybetü’l- hamd, Amir) b. Haşim (Amrü’l- Ula) b. Abdümenaf (Muğayre) b. Kusay (Zeyd) b. Kilab (Hekim) b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Galib b. Fihr (Kureyş) b. Malik b. Nadr (Kays) b. Kinane b. Huzeyme b. Müdrike (Amr) b. İlyas b. Mudar b. Nizar (Haldan) b. Mead b. Adnan (a.s) [1]

Künyeleri: Ebü’l Kasım ve Ebu İbrahim’dir.[2] Bazı lakapları şunlardan ibarettir: Mustafa, Habibullah, Safiyullah, Nimetullah, Hayrahalkillah, Seyyidi’l-Mürsel’in, Hatemü’n- Nebiyyin, Rahmeten Lil-Âlemin, Nebiyyi’l- Ummi.[3] İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) annesi, Veheb b. Abdümenaf b. Zühre b. Kilab’ın kızı Âmine’dir. Oğlu Hz. Muhammed (s.a.a) altı yaşında (bir görüşe göre dört yaşında) iken akrabalarının (Abdülmuttalib’in anne tarafı) yani Beni Adî b. Neccar’ın onu görmesi için Medine’ye bir seyahat gerçekleştirdi. Mekke’ye dönüşü sırasında Otuz yaşında iken “Ebva” denilen yerde hayatını kaybetti ve orada defnedildi.[4]

Allame Meclisi şöyle diyor: İmamiye Şiasının, Ebu Talib (Hz. Peygamberimizin amcası ve Hz. Ali'nin babası), Veheb kızı Âmine (Hz. Peygamberimizin annesi), Abdullah b. Abdülmuttalib (Hz. Peygamberimizin babası) ve Resulullah’ın Hz. Âdem’e (a.s) kadarki ecdadının tamamının imanına icması vardır.[5]

 Doğumu
Ana Madde: Hz.Muhammed'in Doğumu
Hz. Peygamberin (s.a.a) doğum yılı bugünkü takvim ile net olarak belli değildir. İbn Hişam gibi bazı oryantalistler onun doğumunun fil yılında olduğunu yazmışlardır. Bu tarih, Ebrehe'nin filleri ile birlikte Kâbe’yi yıkmaya geldiği yıl olarak bilinmektedir. Bu hadiseye şahitlik edenler için bu tarih açık olsa da, tarihteki birçok olay, bugün kullandığımız takvime göre gün, ay ve yıl olarak tam hesaplanamamaktadır. Çünkü tarihçiler Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatını 632 olarak belirtmişlerdir ve Resulullah (s.a.a) vefat ettiğinde 63 yaşındaydı, dolayısıyla doğumunun 569–570 arasında olması gerekir.[6]

İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) doğumu Şia’nın görüşüne göre 17 Rebiülevvel, Ehlisünnetin görüşüne göre ise 12 Rebiülevveldir.[7] İran'da 12 ile 17 Rebiülevvel arası Şia ve Sünniler arasında vahdet haftası olarak kutlanmaktadır.

Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) Mekke'de dünyaya gelmiştir. Bazı kaynaklar göre ise Şi'b-i Ebu Talib'de, Muhammed bin Yusuf'un evinde dünyaya geldiği yönündedir.[8]

Ana Madde: Hz. Muhammed'in Çocukluğu
Tarihçiler Hz. Muhammed’in (s.a.a) yaşamı hakkında çeşitli öykü ve hikâyeler yazmışlardır, ancak bunları kesin belge ve senetlere dayandırdığımızda tarihi hakikatleri öykülerden ayırt edebiliriz. O yıllarda yaşanmış olayları, sadece Kur’an ve sünnet (rivayetler) belgeleri aydınlatabilir. Ancak Kur’an bu konu hakkında yalnızca kısa değinmelerde bulunmuştur. Bu değinmeler ve tarihçilerin yazmış olduğu ve üzerinde hemfikir oldukları şey, Hz. Muhammed’in (s.a.a) çocukluk dönemini yetim olarak geçirdiğidir.[9]

Babası Abdullah (a.s), Beni Zühre kabilesinin reisi Veheb’in kızı Âmine ile evlendikten birkaç ay sonra ticaret seferlerinin birisinde Şam’dan döndüğünde Yesrib’de hayatını kaybetti. Bazı tarihçiler Abdullah’ın (a.s), Hz. Muhammed (s.a.a) dünyaya geldikten birkaç ay sonra öldüğünü yazmışlardır. Her hâlükârda Hz. Muhammed (s.a.a) süt emme dönemini Beni Sa’d kabilesinden Halime adlı bir kadının yanında geçirmiştir. Altı yaşında annesini kaybetti ve dedesi Abdülmuttalib onun bakımını üstlendi. Sekiz yaşında iken Abdülmuttalib hayatını kaybetti ve bunun üzerine Hz. Muhammed'in (s.a.a) bakımını amcası Ebu Talib üstlendi.[10]

Ebu Talib’in (a.s) evinde, eşi Fatıma bint Esed (s.a) tarafından oldukça şefkat ve ilgi görmüştü. Nitekim kendisi vefat ettiğinde, Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bugün annem vefat etmiştir.” Onu kendi kıyafeti ile kefenlemiş ve kabre koyarak kabrinde uzanmıştır. Ona "Ey Allah’ın Resulü! Fatıma için çok iç geçiriyorsun" dediklerinde, şöyle buyurmuştur: “O gerçekten benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce benim karnımı doyururdu. Kendi çocuklarının üstleri başları tozlu topraklı dururken önce beni yıkar ve saçımı başımı düzeltirdi, gerçekten benim annemdi.”[11]

Şam’a İlk Yolculuğu ve Nasrani Rahibin Öngörüsü ve Kehaneti
Tarihçilere göre Hz. Muhammed (s.a.a) çocukluk döneminde amcasının Şam’a yaptığı yolculuklarının birinde ona eşlik etmiştir. Busra denilen yerde Bahira adlı bir rahip ondaki peygamberlik alametlerini görerek amcasından onu gözetmesini ve özellikle ona düşmanlık eden Yahudilerden onu korumasını istemiştir. Tarihte belirtilen olaya göre kervan Bahira’nın yanından ayrıldıktan sonra Bahira, Hz. Muhammed’in (s.a.a) yanına giderek şöyle demiştir: "Lat ve Uzza hakkı için sana soracağım sorulara cevap ver!" Hz. Muhammed (s.a.a): “Benden Lat ve Uzza hakkı için bir şey isteme, çünkü hiçbir şeyden bu iki puttan nefret ettiğim kadar nefret etmiyorum” der. Bunun üzerine Bahira, ondan Allah hakkı için kendisine cevap vermesini ister.[12]

Hilfü’l -Fudul (Erdemliler İttifakı)
Hz. Muhammed’in (s.a.a) evliliğinden önceki önemli olaylardan birisi de “Hilfü’l- Fudul” adlı anlaşmaya katılmasıdır. Bir grup Mekkeli “tüm mazlum ve güçsüzleri koruyup haklarını kollamak” için aralarında bir anlaşma yapmışlardı. Hz. Peygamber (s.a.a) de bu anlaşmayı sonraları övmüş ve eğer yine onu böyle bir anlaşmaya çağıracak olurlarsa onlara katılacağını söylemiştir.[13] (Bkz. Peygamberin (s.a.a) çocukluğu)

İkinci Şam Yolculuğu
Hz. Muhammed (s.a.a) yirmi beş yaşında iken amcası Ebu Talib (a.s) ona şöyle dedi: "Kureyş kervanı ile Şam’a gitmek için hazırlık yap. Huveylid kızı Hatice (s.a), kendisi için ticaret yapmaları ve kârından onu da ortak etmeleri için akrabalarından bazılarına sermaye verdi. Eğer istersen seni de kabul edecek." Sonra Hatice’ye (s.a) konuyu açtı. O da bunu kabul etti. İbn İshak’ın rivayet ettiğine göre Hatice (s.a), Hz. Muhammed’in (s.a.a) emanete riayetini ve büyüklüğünü bildiği için ona eğer benim malımla ticaret etmek istersen payını başkalarından daha çok vereceğim, diye haber gönderdi.[14]

Hz. Hatice (s.a) bu ticaretten oldukça çok kazanç elde etti. Emanet, doğruluk ve dürüstlükte meşhur olan bir adamla ticaret yapmıştı. Bu ticaret seferinden sonra Hz. Hatice (s.a), Hz. Muhammed’le (s.a.a) evlendi.

Evlilik
Evlilik sırasında Hz. Muhammed (s.a.a) yirmi beş, Hz. Hatice’nin (s.a) ise kırk yaşında olduğu yazılmıştır, ancak Hz. Hatice’nin (s.a) dünyaya getirdiği çocukları dikkate alacak olursak, yaşının daha az olduğu muhtemeldir. Arap tarihçilerin onun kırk yaşında olduğunu yazmaları, bu yaşın kâmil bir yaş olmasındandır.[15] Hz. Hatice (s.a), Hz. Muhammed (s.a.a) için çocuklar dünyaya getirdi. Erkek çocukları küçükken öldüler, kız çocukları arasında ise en tanınanı Hz. Fatıma'dır (s.a).

Hz. Hatice (s.a) yirmi beş yıl kadar Hz. Resulullah’la (s.a.a) birlikte yaşadı. Bi’setin onuncu yılı altmış beş yaşında iken, Haşim oğullarının Şi’bi Ebi Talib’ten dışarı çıkışlarının üzerinden bir yıl altı ay geçtikten sonra hayatını kaybetti. Hz. Hatice’nin (s.a) vefatından sonra Hz. Peygamber (s.a.a) Zem’a b. Kays’ın kızı Sevde ile evlendi. Hz. Peygamberin (s.a.a) sonraki eşleri şunlardır: Ayşe, Hafsa, Zeynep bint Huzeyme b. Haris, Ümmü Habibe bint Ebu Sufyan, Ümmü Seleme, Zeynep bint Cahş, Cuveyriye bint Haris b. Ebi Zirar, Safiye bint Hayy b. Ehteb, Meymune bint Haris b. Hazn, Mariya bint Şemun.[16]

Çocukları
Hz. Resulü Ekrem'in (s.a.a) İbrahim dışındaki tüm çocukları Hz. Hatice'dendir (s.a). İbrahim, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) Mâriya adlı eşindendir. Allah Resulünün (s.a.a) Hz. Fatıma (s.a) dışındaki çocuklarının tamamı Efendimiz (s.a.a) hayatta iken hayatlarını kaybetmiş ve Efendimiz'in (s.a.a) soyu Hz. Fatıma (s.a) aracılığı ile devam etmiştir. Resulullah'ın (s.a.a) toplamda üç erkek, dört kız çocuğu olmuştur:

Kasım (Allah Resulünün ilk çocuğudur. 2 yaşında iken Mekke’de ölmüştür)
Zeynep (Hicretin 8. yılında Medine’de vefat etmiştir)
Rukiye veya Rukayye (Hicretin 2. yılında Medine’de hayatını kaybetmiştir)
Ümmü Gülsüm (Hicretin 9. yılında Medine’de ölmüştür)
Hz. Fatıma (Hicretin 11. yılında Medine’de hayatını kaybetmiştir. Efendimizin soyu yalnızca Hz. Fatıma ile sürmüştür)
Abdullah (Bi’setten hemen sonra Mekke’de dünyaya gelmiş ve orada ölmüştür)
İbrahim (Hicretin 10. yılında Medine’de ölmüştür)[17]
 

Nesep, Künye ve Lakapları
Cafer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebu Talip (a.s), Şiaların altıncı İmamı ve Müminlerin Emiri’nin soyundan gelen beşinci imamdır. Künyesi Ebu Abdullah ve en ünlü lakabı ise “Sadık”tır. Öteki lakapları ise, şunlardan ibarettir: Sabır, Tahir ve Fazıl. Ancak Şia bile olmayan kendi asrındaki fakih ve muhaddisler, onun hadisteki doğruluğundan ve rivayetleri nakletmesindeki sadakatinden dolayı onu övdüklerinden “Sadık” lakabı ile şöhret bulmuştur.[5]

Annesinin adı Fatıma veya Garibe, künyesi ise Ümmü Ferve’dir.[6] Ümmü Ferve, Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir’in kızıdır.[7]

İmam Cafer Sadık (a.s) Dünyaya Gelişi 
İmam Cafer Sadık (a.s), hicretin 83’üncü yılında Medine’de dünyaya geldi ve h. 148. yılında 65 yaşında iken orada şehit edildi. Babası İmam Muhammed Bakır (a.s), dedesi İmam Seccad (a.s) ve büyük amcası İmam Hasan’ın (a.s) yanında Cennetü’l Baki mezarlığında defnedildi.[8] Dünyaya geliş tarihini 17 Rebiülevvel ve şehadetini ise 25 Şevval olarak belirtmişlerdir. Şehadet günü için Recep ayı veya Şevval ayının ortasını da nakletmişlerdir.

Bazı tarihçi ve tezkire yazarları dünyaya gelişini hicretin 80’ninci yılında,[9] İbni Kuteybe ise, şehadetini hicretin 146. yılında olduğunu belirtmiştir.[10] Ömrünün 12 yılını dedesi (İmam 

 Razi serum ve aşı müessesesinin geliştirdiği Cov Pars aşısı Sözcüsü Muhammed Hüseyin Fellah Mehrabadi, ürettikleri aşı yüzde 80 koruma sağladığını açıkladı.

 Sözcü Mehrabadi, Cov Pars aşısından şimdiye kadar 5 versiyonu üretildiğini ve hepsi müessese  ve Gıda ve İlaç Kurumu tarafından test edildiğini belirtti.
Aşının ilk iki versiyonunun testleri tamamlandığını belirten Mehrabadi, bu aşılardan yaklaşık 1.5 milyon doz kullanıma hazır olduğunu, Sağlık Bakanlığı bu aşıları teslim alıp uygulayabileceğini kaydetti.
Mehrabadi, dünyada üretilen aşılardan ancak protein tabanlı olanların hatırlatma dozu olarak kullanılabileceğini, Cov Pars aşısı da bu aşılardan biri olduğunu ifade etti.
Mehrabadi ayrıca, şimdiye kadar üç ülke bu aşıya talip olduğunu, bu ülkelerden biri 50 milyon doz aşı sipariş ettiğini belirtti.

 İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakan Müşaviri Ali Esğer Khaji, Türkiye Dışişleri Bakanlığı Genel Müdürü Selçuk Ünal ile Suriye’deki son gelişmeleri masaya yatırdı.

Cenevre’de düzenlenen Suriye Anayasa Komitesi toplantılar için İsviçre’de bulunan taraflar Suriye’deki son gelişmeler hakkında görüştüler.

Khaji görüşmede Suriye Anayasa Komitesinin Astana Süreci çerçevesinde düzenlendiğini ve görüşmelerin Suriye halkının istekleri ve yabancı müdahalaleri olmaksızın yapılması gerektiğini söyledi.

Khaji, İdlib gelişmeleri ile ilgili, ‘’ Eğer Astana süreci çerçevesinde varılan anlaşmalar uygulanırsa bir çok sorun çözülecektir ve İdlib’deki sorunun daimi ççözümü oranın teröristlerden ve silahlı gruplardan temizlenmesi ve oradaki egemenliğin Suriye hükümetine geri dönmesi ile mümkün olacaktır.’’ dedi.

Ünal da komite görüşmelerinin Suriye millet menfaatleri çerçevesinde iyi sonuçanmasını temenni etti.

İran'dan dış müdahale olmadan Suriye'de Anayasa'nın hazırlanmasına vurgu

 Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Asger Haci, BM Genel Sekreteri'nin Suriye Özel Temsilcisi ile yaptığı görüşmede, ülke için ulusal diyalog yoluyla dış müdahale olmaksızın bir anayasa taslağı yapılması gerektiğini vurguladı.

Haci, BM Genel Sekreteri Suriye Özel Temsilcisi Pettersen ile Cenevre'de yapılmakta olan Suriye Anayasa Komitesi'nin 6'ncı toplantısı konusunu ele aldı.

Bu Toplantı sırasında Pettersen, bu tur görüşmeleri olumlu bir şekilde değerlendirerek, 'Muhalefet ve Suriye hükümeti arasında yapıcı görüşmeler gerçekleşti ve bu tur görüşmelerde ilerleme görmeyi umuyoruz' dedi.

Suriye Anayasa Komitesi'nin altıncı toplantısının olumlu sonuçlarını memnuniyetle karşılayan Dışişleri Bakan Yardımcısı Haci ise BM Suriye Özel Temsilcisi'nin çabalarına İran İslam Cumhuriyeti'nin desteğini vurguladı.

Suriye Anayasası'nın Suriye ulusal diyaloğu yoluyla dış müdahale olmadan gerçekleşmesi gerektiğinin altını çizen Haci, 'Bu süreci Astana formatında destekliyoruz. Suriye halkına yönelik baskıcı yaptırımların kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz ve Birleşmiş Milletler'i insani yardım ve ülkenin yeniden inşası için olanaklar sağlamak için çalışmaya davet ediyoruz' diye ekledi.

 İslami İran Yol Bakım ve Ulaştırma Kurumu bir genelge yayımlayarak, İran’ın Azerbaycan Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne her zamanki gibi saygı duyduğunu bir kez daha ortaya koydu.


İslami İran Yol Bakım ve Ulaştırma Kurumu bir genelge yayımlayarak, İran’ın Azerbaycan Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne her zamanki gibi saygı duyduğunu bir kez daha ortaya koydu.
Kurumun bu yönde yayımladığı ikinci genelgesi olan yeni genelgede, nakliyat firmaları Azerbaycan Cumhuriyeti ile Ermenistan arasında yaşanan 44 günlük savaşın ardından sınırlarda meydana gelen değişikliklere dikkat etmeleri ve bu ülkelerin hassasiyetlerine uymaları istendi.
Genelgede, İran İslam Cumhuriyeti Azerbaycan Cumhuriyeti devleti ve milleti ile ilişkilere verdiği önem çerçevesinde sağduyulu davranarak ortaya çıkan anlaşmazlığı barışçıl bir şekilde gidermek üzere adım attığı ve karşı taraftan da aynı yöntemi izlemesi beklendiği kaydedildi.
Genelgede İranlı nakliyat firmaları ve kamyonu şoförleri Ermenistan üzerinden Laçin ve Karabağ bölgesine geçmemeleri konusunda uyarıldı.

İran büyükelçiliği Aliyev’in suçlamalarına cevap verdi
FHA- İran’ın Ermenistan büyükelçiliği Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in Ermenistan ve İran’ı Avrupa’ya uyuşturucu madde kaçakçılığı ile suçlamasına cevap verdi.
FHA- İran’ın Erivan büyükelçiliği, Aliyev’in geçen gün bağımsız devletler topluluğu liderler zirvesinde Ermenistan ve İran’ı Karabağ bölgesini kullanarak Avrupa’ya uyuşturucu madde kaçakçılığı yaptıkları ile suçlamasına cevap verdi.
İran büyükelçiliği Armen Press’in talebi üzerine verdiği cevapta, birçok ülke İran İslam Cumhuriyeti’nin uyuşturucu madde kaçakçılığına karşı verdiği mücadeleden bihaber olduğunu belirtti.
İran büyükelçiliği, Aliyev’in bu suçlaması, İran İslam Cumhuriyeti son kırk küsur yılda uyuşturucu madde kaçakçılığı ile mücadelede binlerce şehit ve gazi ile başta BM olmak üzere uluslararası ilgili kurum ve kuruluşlardan büyük takdir topladığı halde ileri sürüldüğünü vurguladı.

İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reyisi yabancı ülkelerin bölge halkının iyiliğini istemediğini belirterek, komşularla ilişkilerin İran için öncelik olduğunu e Siyonistlerin İran ile komşuları arasındaki ilişkileri zedelenmesine izin vermeyeceklerini söyledi.

Ayetullah Reyisi, Doğu ve Batı Azerbaycan illerinin valileri ve milletvekilleri ile yaptığı görüşmede bu konuyu belirtti.

Ayetullah Reyisi, ‘’ Yabancılar bölgede yayılmacı politikalarının peşindeler ve biz Siyonistlerin komşularımızla ilişkilerimizi zedelenmesine izin vermeyeceğiz. ‘’ dedi.

Cumhurbaşkanı Reyisi, ‘’ İyi komşuluk, ekonomik ve ticari irtibat ve sınır pazarlarının faal hele gelmesi İran’ın politikalarındandır ve komşularımızla ticaret ve ekonominin gelişmesi ve bölge ülkelerle daha fazla irtibata yardımcı olur.’’ dedi.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile İran İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi, iki ülke arasında güvenlik alanında iş birliğini öngören mutabakat zaptı imzaladı.

  
Resmi temaslarda bulunmak üzere Tahran'a giden Süleyman Soylu ve İranlı mevkidaşı Ahmed Vahidi ile görüştü.

Soylu’ya Tahran ziyaretinde Jandarma Genel Komutanı Arif Çetin, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Aktaş ve Bakan Yardımcısı Muhterem İnce eşlik etti.

İki bakan arasında yapılan ikili ve heyetler arası görüşmelerin ardından mutabakat zaptı imzalandı ve ortak basın açıklaması yapıldı.

İran resmi ajansı IRNA’da yer alan habere göre Ahmed Vahidi, iki ülke ilişkilerinin güçlü ve derin olduğunu belirterek, ‘’ Bugünkü oturumda, terözimle mücadele, uluslararası suçlarla mücadele, silah kaçakçılığı, sınır ticareti, sınır faaliyetlerinin gelişmesi bugünkü oturumda gündeme geldi” dedi.

ABD ve İsrail’in bölgedeki faaliyetler hakkında Bakan Soylu ile görüştüğünü ifade eden Vahidi, Afganistan konusu ve bölgede gerçekleştirilmek istenilen “komplolar” hakkında da tarafların fikir alış verişinde bulunduğunu söyledi.

İki ülkenin ilşkilerin gelişmesi için azimli olduğunu ifade eden Vahidi, yakında ortak çalışmalar için yeni ufukların açılacağını söyledi.

Soylu: Birçok çalışma grubumuz var

Heyetler arası verimli görüşmeler gerçekleştirdiklerini ve bakanlıklar arasında birbirine yakın bir anlayışın olduğunu belirten Soylu da, "PKK terör örgütü ve tüm terör örgütleri ile mücadelede birlikte ortak bir irade sergiliyoruz. Birçok çalışma grubumuz var ve bu, iki ülkenin talepleri ile dinamiklerini ortaya koymuştur. Bugün bir kez daha terörle mücadele konusundaki kararlılığımızı ve mücadeledeki birliğimizi teyit ettik" ifadelerini kullandı.

"AFGANİSTAN'NDAN GÖÇ KONUSUNU ELE ALDIK"
Afganistan'da son dönemde meydana gelen olaylar sonrası kaçak göçün hareketlenmesine karşı yıllardan beri ortak olarak sürdürülen çalışmaları ve kaçak göçle mücadele konusunu bir kez daha ele aldıklarını dile getiren Soylu, şunları söyledi:

"Daha önce irtibat noktası olarak değerlendirdiğimiz birçok çalışmayı bir üst kademeye taşıyoruz. Sınır güvenliği İran ve Türkiye arasındaki en temel konu başlıklarından biridir. Özellikle güvenlik duvarları, fiziki entegre ve teknolojik sistemler konusunda muhataplarımızın, İranlı dostlarımızın bize göstermiş oldukları kolaylaştırıcı tavır konusunda teşekkür ederim."

“Kaçakçılık, organize suçlar ve uyuşturucu ile mücadele için ortak gruplar oluşturuldu”

İki ülkenin sınır illerinde İranlı Bakan Vahidi'nin önerisiyle yeni ortak çalışma grupları oluşturulduğunu aktaran Soylu, "Kaçakçılık, organize suçlar ve uyuşturucu ile mücadele için ortak gruplar oluşturuldu. Gerek Türkiye gerekse İran uyuşturucu ile en yüksek düzeyde mücadele etmekte ve bu konuda ortak bir irade ortaya koymaktadırlar. Yine silah kaçakçılığı konusunda 2019 yılında ortak çalışma grubundan aldığımız sonuçları daha da ilerletmek konusunda birlikte bir karar aldık" ifadelerini kullandı.

Bakanlıklar arasındaki iş birliğini farklı alanlarda genişletecek mutabakat zaptını imzaladıklarını ifade eden Soylu, “Müslüman coğrafyanın karşı karşıya kaldığı sıkıntıları değerlendirdiklerini ve üzerlerine düşen sorumlulukları tekrar hatırlayıp hatırlattıklarını” vurguladı.

GÜVENLİKTE İŞ BİRLİĞİ GELİŞTİRİLECEK
Anadolu Ajansı’nın aktardığına göre, imzalanan mutabakat zaptı iki ülke arasındaki güvenlik iş birliğinin artırılması ve geliştirilmesini hedefliyor.

Mutabakat sınır bölgeleri başta olmak üzere iki ülkeyi ilgilendiren hey türlü “yasa dışı eylemlerin önlenmesi” ve bu doğrultuda yürütülen her türlü kolluk faaliyetinin karşılıklı olarak geliştirilmesini öngörüyor.

Mutabakatla birlikte hem operasyonel iş gücü kabiliyetinde istenilen sonuçların elde edilmesi, hem de iki bakanlık adasında bilgi ve tecrübe paylaşımının daha seri bir şekilde gerçekleşmesi hedefleniyor.

Tahran’ın değerlendirmeleri ve kaygıları anlaşılabilir olsa da; ortaya koyduğu tepkinin zamanlaması oldukça tutarsız, şekli ise abartılı.  “Güya Azerbaycan İsrail'i bu bölgelere getirmiş. Gözlerini açıp görsünler. İsrail'i burada nerede gördüler. Burada tek bir kişi bile yaşamıyor. Burada bina yok. Kanıt var mı?”[1]
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, kendisini İsrail’i bölgeye taşımakla suçlayan İran’a bu cümlelerle cevap verdi.
İkinci Karabağ savaşının yıldönümü dolayısıyla ‘Cebrayıl’ bölgesine giden İlham Aliyev, İsrail rejiminin Azerbaycan’daki varlığını reddeden bu açıklamadan sonra, imalı bir gülümsemeyle ve zafer işareti yaparak İsrail yapımı Harop insansız uçağını okşadı.[2]
Aliyev’in bu açıklaması, eylül ayından itibaren yaşanan bir dizi bölgesel gelişme sonucu yükselen tansiyona dair son resmi açıklamaydı.
Bu açıklamaya kadar Azerbaycan merkezli olarak tansiyonun yükselmesine neden olan şu bölgesel gelişmeler yaşandı:
6 Eylül: Türkiye ve Azerbaycan ordusu, 2020’de Ermenistan işgalinden kurtarılan Laçın’da ortak askeri tatbikat yaptı.[3]
13 Eylül: Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan askerleri, Bakü’de ‘Üç Kardeş’ adlı bir ortak tatbikat yaptı.[4]
15 Eylül: İki İranlı kamyon şoförü, Goris – Kapan yolunda “Azerbaycan’a yasa dışı bir şekilde girmek” suçlamasıyla Azeri polisi tarafından tutuklandı.[5]
20 Eylül: Türkiye ve Azerbaycan Nahcıvan’da ortak tatbikat yaptı.[6]
1 Ekim: İran, Azerbaycan sınırında askeri tatbikat başlattı.[7] Tatbikata, Peygamber’in Yahudilere karşı yaptığı Hayber savaşına atıfla ‘Hayber Fatihleri’ adı verildi.   
5 Ekim: İlham Aliyev’in İsrail rejiminin Azerbaycan’daki varlığını reddeden ve İsrail yapımı Harop insansız uçağını okşayan açıklamasıyla eş zamanlı olarak Azerbaycan, Türkiye ve Gürcistan, ‘Sarsılmaz Kardeşlik’ tatbikatını başlattı.[8]   
Bu tatbikat, sanki İran’ın Hayber Fatihleri tatbikatına bir cevapmış gibi algılandı; ancak Türkiye ve Gürcistan, bu tatbikatı yapacağını temmuz ayında[9] açıklamıştı.   
Bölge dışı güçlerin varlığına zemin için bölgesel kriz
İranlı iki kamyon şoförünün Azeriler tarafından tutuklanması istisna edilirse, aslında 6 Eylül’den 5 Ekim’e kadar yaşananlar, ‘bölge jeopolitiğinde değişiklik’ yapıldığı algısı yaratacak gelişmeler değildi.
Zira her ülkenin kendi sınırları içerisinde dost veya müttefik gördüğü ülkelerle askeri tatbikatlar yapması olağan bir durumdu ve iki kamyon şoförünün tutuklanması meselesi de sadece adli veya idari bir sorundan ibaret gözüküyordu.
Ancak İran, bu bir aylık gelişmeler üzerine Azerbaycan sınırında askeri tatbikat yapmış ve Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan da katıldığı bir televizyon programında “Siyonist rejimin İran sınırı yakınındaki varlığına” ve “bölgenin jeopolitiğinde ve sınırlarında değişiklik yapılmasına tahammülümüz yoktur”[10] diye tepki göstermişti.
Peki İran’ın bu tepkisinin sebebi neydi, “Bölgenin jeopolitiğinde ve sınırlarında değişiklik”ten neyi kastediyordu ve bu zamanlama ne ifade ediyordu?
İran basınında yapılan değerlendirmelerden anlaşıldığına göre Tahran, ‘Zengezur Koridoru’nun harita değişikliği şeklinde genişletilmesinden kaygı duyuyor. Türkiye, Gürcistan, Pakistan ortak tatbikatlarını ve İsrail rejiminin Azerbaycan’la olan askeri ilişkilerini bölge jeopolitiğini değiştirmeye yönelik hamleler olarak okuyor.
İran’ı Ermenistan ve Gürcistan üzerinden Rusya’ya bağlayan güzergahtaki Goris – Kapan yolunda Azerbaycan’ın İran kamyonlarından 130 dolar almaya başlaması, kamyon şoförlerinin tutuklanması; Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ortak tatbikatları ve nihayet Bakü’nün İsrail rejimiyle olağanüstü askeri ilişkileri Tahran tarafından bölgede harita değişikliği yaratmaya yönelik girişimler olarak değerlendiriliyor.
Tahran’ın tepkisi abartılı, zamanlaması tutarsız
Tahran’ın bu değerlendirmeleri ve kaygıları anlaşılabilir olsa da; ortaya koyduğu tepkinin zamanlaması oldukça tutarsız, şekli ise abartılı gözüküyor.
Zira bölge jeopolitiğinde değişiklik yaratma potansiyeli bulunan ‘Zengezur Koridoru’ Karabağ savaşının ardından Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan arasında imzalanan üçlü bildiriyle gündeme geldi.
Dolayısıyla geçen yıl Karabağ savaşını ve sonraki süreci sadece izlemekle yetinen Tahran’ın bir yıl aradan sonra ‘jeopolitik değişiklik’ kaygısıyla tepki göstermesi tutarsız.
Halbuki İranlı uzmanlar, Karabağ savaşı sırasında muhtemel harita değişikliği ile ortaya çıkabilecek yeni jeopolitik durumla ilgili uyarıda bulunmuştu.
Örneğin Uluslararası Hukuk ve Avrasya Uzmanı Dr. Ahmed Kazımi Karabağ savaşının enerji alanında İran’ın jeopolitik kapasitesine yapabileceği olumsuz etkiler konusunda Ruhani hükümetini uyarmış ve şu risklere dikkat çekmişti:
1- Azerbaycan’la İran arasında Nahcivan’ın doğalgaz ihtiyacının karşılanması için 2004’te imzalanan gaz takası anlaşmasıiptal edilebilir. Bu ise İran’ın yüzde 15’lik gaz takası payını kaybetmesi anlamına gelir.
2- Türkiye 1996’da İran’la 25 yıllık doğalgaz anlaşması yapmıştı. Bu anlaşmanın süresi dolmak üzere, eğer bu koridor ile Azerbaycan’dan boru hattı döşenirse İran’ın zararı büyük olur.
3- Türkmenistan gazı Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye ulaştırılabilir bu durumda Türkmen gazının takas yoluyla İran üzerinden Türkiye’ye ulaştırılmasına gerek kalmaz.
4- Azerbaycan, Ermenistan’la Karabağ konusunda kendisine üstünlük sağlayacak bir gaz anlaşması yapabilir böylece İran Ermenistan gaz boru hattı önemini yitirir.
5- Amerika tarafından desteklenen Trans-Hazar boru hattı projesi yeniden canlandırılabilir. Türkmenistan'dan Azerbaycan'a döşenecek boru hattı, Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye arasındaki mevcut boru hatları üzerinden Avrupa'ya ulaştırılabilir.
6- İran’dan Avrupa’ya doğalgaz naklini öngören boru hattı projesi önündeki engeller artar.[11]
Geçen yıl bu uyarılara rağmen Karabağ savaşını izlemekle yetinen İran’ın bugün bölge jeopolitiğinde değişiklikten şikayet etmesi ve tepkisini askeri tatbikatla ortaya koyması ise abartılı; zira kopmaz kültürel ve dini bağlardan dolayı Azerbaycan’la savaş Tahran’ın asla başvurmayacağı bir seçenek.
Öte yandan bölgedeki askeri tansiyonun yükselmesi, İran’ın değil, uluslararası güçleri bölgeye sokmaya çalışanların çıkarına. Nitekim İlham Aliyev’in İran'ın askeri tatbikatına tepki olarak “uluslararası ve bölgesel güçleri sürece dahil etme tehdidi” savurması[12] da bunu doğruluyor.
Bununla birlikte ‘Zengezur Koridoru’nun bir oldubitti ile harita değişikliğine dönüştürülme ihtimali, bölge dışı güçlerin bölgeye sokulması ve barış denizi olan Hazar’ın askerileştirilmesi sadece Tahran’ı değil Moskova’yı da kaygılandırabilecek gelişmeler.
Yeni bölge jeopolitiği, Zengezur Koridoru ile Goris–Kapan yolundan geçiyor
İddia edildiği gibi Zengzur Koridoru ile Goris – Kapan yolundaki son gelişmeler eğer bölge jeopolitiğine yönelik müdahale girişimleri ise hem bu yer isimleriyle yeni bölgesel jeopolitik arasındaki ilişkiyi hem de İran’ın bu konudaki kaygısının sebebini anlamak açısından haritaya bakmak şart.
Zengzur, Nahcivan ile Azerbaycan arasında kalan ve şu an Ermenistan sınırları içerisinde yer alan bir bölge. Karabağ savaşından sonra Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan tarafından imzalanan bildiriyle burada bir ulaşım hattı kurulması gündeme geldi.
Bu ulaşım hattının açılmasıyla Türkiye, Nahcivan ve Azerbaycan birbirine bağlanmış olmakla kalmayacak Azerbaycan Nahcivan bağlantısında İran da bypass edilmiş olacak.
Goris – Kapan yolu ise büyük kısmı Ermenistan sınırları içerisinde bulunan bir yol. Ancak bunun 21 kilometrelik kısmı[13]geçen yılki Karabağ savaşında Azerbaycan’ın kontrolüne geçti. Azerbaycan’la İran arasındaki sorun da işte bu kısımda yaşanıyor.
Zira geçtiğimiz ağustos ayında yolu kapatan Azerbaycan, İran kamyonlarından 130 dolar para alıyor ve iki şoförün tutuklanması olayında olduğu gibi “Azerbaycan’a yasadışı girmek” gerekçesiyle İran kamyonlarını da alıkoyabiliyor.    
İran medyası, Karabağ savaşından sonra Ermenistan’ın güneyindeki Syunik kentinin ele geçirilerek Nahcıvan ile Azerbaycan’ın birleştirilmeye çalışıldığını ve böylece İran’ın Ermenistan, Gürcistan ve Rusya ile bağlantısının kesilmek istendiğini öne sürüyor.    
Bu açıdan bakıldığında ise ‘Zengezur Koridoru’ ile Goris – Kapan yolundaki yeni uygulamalar, İran’ın Rusya ile bağlantısını kesmenin somut adımları olarak ortaya çıkıyor.
Fars News’in iddiasına göre bu girişimin arkasında “İslam ülkelerinin en azından İhvancıların lideri olmak isteyen” ancak “Suriye’de ve Irak’ta Direniş Cephesine yenilince kaybettiği prestiji Türk dünyasının lideri olarak yeniden kazanmaya çalışan Erdoğan” var. [14]
İran devletinin resmi görüşlerini yansıtan Fars News’in diğer iddiaları da özetle şöyle:
1- Türkiye, geçen yılki Karabağ savaşında Azerbaycan’a sadece silah ve askeri danışman desteği vermedi. İran Azerbaycan sınırına Suriye’den terörist grupları da getirdi.
2- Bakü ve Ankara, İran mallarını Rusya pazarında silmeye çalışıyor bu yüzden de başta Goris – Kapan yolu olmak üzere yollarda İran kamyonlarına kasti sorunlar çıkarıyor.
3- Azerbaycan, İran ve Rusya arasındaki transit taşımacılığa ilişkin Amerika’ya istihbarat veriyor.
4- Hazar havzasına bölge dışı güçler sokulmak isteniyor.
Azerbaycan’ın yalanlamayı başaramayan yalanlamaları
Tahran’ın Bakü’nün niyetleri konusundaki iddiaları ve şikayetleri üç maddede özetlenebilir:
1- Bakü, İran’ın kuzeyi ile bağlantısını kesmeye çalışıyor.
2- Karabağ savaşında Suriye’den bölgeye terörist getirilmesine izin verdi ve bunların bölgeyi terk edip etmediği bilinmiyor.
3- Bakü, Irkçı İsrail rejimini bölgeye getirdi.
Başta Cumhurbaşkanı İlham Aliyev olmak üzere Azeri yetkililer, yaptıkları açıklamalarla bu iddiaları ya Harop’un başını okşayarak imalı bir şekilde teyit etti yahut, somut gerçeklikle çelişen yalanlamalarda bulundu.
Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Leyla Abdullayeva, “Suriye’den getirilen teröristler” konusundaki iddiayla ilgili olarak şu açıklamayı yaptı:
“Hiçbir dayanağı olmayan bu iddiaları kabul etmiyoruz. Azerbaycan topraklarında devletimize veya komşu ülkelere tehdit oluşturabilecek terör unsurları da dahil olmak üzere herhangi bir gücün varlığı tartışılamaz bile. Maalesef 44 günlük savaşta bazıları bu gibi asılsız iddialarda bulundu. Bu iddiaların mesnetsiz olduğunu o zaman belirtmiştik, şimdi de yineliyoruz ve şu ana kadar Azerbaycan'a bu hususta herhangi bir delil sunulmamıştır.”[15]
Halbuki 2011’den beri Suriye konusundaki her haberi dünya medyası tarafından ilahi vahiy doğruluğunda kabul edilen Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlem Evi, Karabağ savaşına katılan Suriyelilerle ilgili rakamlar, fotoğraflar ve görüntüler yayımladı.
Örneğin 2 binden fazla Suriyelinin Karabağ savaşına gönderildiğini, 18 Ekim 2020 tarihi itibariyle bunların 135’ininöldüğünü;[16] 900’ünün de Suriye’ye geri döndüğünü bildirdi.[17]
Öte yandan BBC, Karabağ savaşına paralı asker olarak gönderilip sağ kurtulan Suriyelilerle mülakat yaptı. Dolayısıyla Abdulleyava’nın iddiasının aksine delilin sadece fotoğrafı veya videosu değil; ölüsü de dirisi de sunuldu.
Azeri yetkililerin “biz zaten savaşta üstündük, askere de ihtiyacımız yok Suriye’den niye paralı asker getirelim?” şeklindeki zahiren ‘ikna edici’ görünen itirazının cevabı da BBC’nin söz konusu haberinde mevcut.
“Washington DC'deki CNA askeri araştırmalar düşünce kuruluşunun Rusya masası başkanı, askeri analist Michael Kofman”, BBC’nin bu sorusuna şu cevabı veriyor:
“Azeriler başlangıçta, özellikle de Güneydoğu'da epey bir kayıp verdiler. Bu paralı askerler esasen öne sürülecek, harcanabilir hücum birlikleri olarak kullanıldı. Başta bu hücum harekatları başarılı olmazsa, bu durumda can kayıplarının Azeri askerleri değil paralı askerlerden olmasının daha iyi olacağının hesabını yaptılar.”[18]
Bu açıklama gösteriyor ki ölüm ihtimalinin güçlü olduğu yerlerde Suriyelilerin Azeriler için feda edildiği yönündeki cevap da en az Azeri yetkililerin sorusu kadar ikna edici.
Gizlenen ve çarpıtılan resmi rakamlardaki İsrail   
İlham Aliyev’in Azerbaycan’da İsrail’in bulunmadığını ispat etmek için eliyle arkasında kalan boş arazileri işaret ederek söylediği sözü hatırlayalım:
“Güya Azerbaycan İsrail'i bu bölgelere getirmiş. Gözlerini açıp görsünler. İsrail'i burada nerede gördüler. Burada tek bir kişi bile yaşamıyor. Burada bina yok. Kanıt var mı?”
Elbette Azerbaycan’ın İsrail’e üs verdiği iddiası sadece bugüne has ve sadece İran’a ait bir iddia değil. Amerika’nın dış politika konusundaki karar alıcıların yayın organı olarak nitelenen Foreign Policy dergisi, 2012’de Aliyev yönetiminin İsrail’e üs verdiğini bildirmişti.[19]
Aliyev’in delil ve ispat mantığına göre elinizle işaret ettiğiniz bir arazide herhangi bir İsrailli görülmüyorsa orada İsrail yok demektir!
Azerbaycan Devlet İstatistik Kurumunun İsrail rejimiyle ekonomik ilişkilere dair rakamları da Aliyev’in ispat mantığına çok benziyor.
Kurumun 2019 verilerine göre Azerbaycan’ın ırkçı İsrail rejimine yaptığı ihracat 1.3 milyar dolar, İsrail’den yaptığı ithalatise 43.7 milyon dolar olarak gerçekleşti.[20]
Halbuki en azından ithalatla ilgili rakam, mantıksal ve matematiksel gerçeği yansıtmıyor.
Zira “Şubat 2012'de Azerbaycan, İsrail’den insansız hava araçları ve füzesavar savunma sistemleri de dahil olmak üzere 1,6 milyar dolar değerinde silah alım anlaşması yaptı. Bakü'de varılan anlaşma kapsamında Azerbaycan ve İsrail'in ortaklaşa insansız taarruz uçakları üretmeye başladıkları da bilinmektedir. Söz konusu silah alımları bugüne kadar da devam ediyor.”[21]
Dolayısıyla İsrail’den 1.6 milyar dolarlık silah alan ve ortak taarruz uçağı üreten Azerbaycan’ın İsrail’den yaptığı ithalat nasıl 43.7 milyon dolarda kalabilir?  
Ayrıca korona salgını sebebiyle 2020 yılında hem ithalat hem de ihracat rakamlarındaki düşüşe rağmen 2020 yılının ocak ayında İsrail, Azerbaycan’ın toplam ithalatında yüzde 8.49’luk paya sahip.[22]
Azerbaycan basınında yer alan haberlere göre de İsrail rejimi “Azerbaycan’a silah satışı yarışında Rusya’yı bile geçti ve Azerbaycan’ın ana silah tedarikçisi haline geldi.”[23]
Azerbaycan’ın İsrail’i bölgeye soktuğu yönündeki suçlamaların gündeme gelmesinden birkaç hafta önce de Azerbaycan’ın İsrail rejiminden 2 milyar dolarlık silah alımı anlaşması için görüşmeler yaptığı bildirildi.[24]
25 Aralık 1991’de Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan İsrail’in Ağustos 1993’ten beri Bakü’de elçiliği bulunuyor olmakla birlikte Azerbaycan’ın henüz İsrail işgali altındaki topraklarda elçiliği bulunmuyor.
Bu, birçok Arap ülkesinin de İsrail rejimiyle ilişkisine benzer bir durum. Ancak Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinden daha tutarlı daha açık sözlü.
Zira Türkiye ile İsrail’in diplomatik ilişkileri hala büyükelçi seviyesinde değil; ama İsrail’le 5.2 milyar dolar ticaret hacmine sahip.
Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri’nin İsrail rejimiyle yaptığı normalleşme anlaşmasını “ihanet ve riyakarlık” olarak niteliyor;[25] ama Azerbaycan’ın İsrail’le benzersiz ilişkilerini asla sorun etmiyor.     
Azerbaycan basında yer alan 13 Ağustos tarihli habere göre Azerbaycan, satın aldığı silahların taşınması için İsrailli kargo uçağı firmalarıyla görüşmeler yapıyor. Öncelikle işgal altındaki topraklarda bir ticaret ve turizm ofisi, ardından da elçilik açacağı öne sürülüyor.
Bunların gerçekleşmesi halinde de Azerbaycan’ın Bahreyn’den sonra ırkçı İsrail rejimiyle diplomatik ilişki başlatan ikinci Şii ülke olacağı vurgulanıyor.
İlham Aliyev soruyor: “İsrail’i burada nerede gördüler?”
Cevap: Çarpıtmayı bile beceremeyen kendi resmi istatistik kurumunuzun rakamlarında.

[1] NTV, 4 Ekim 2021. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev'den İran'a tepki

[2] Youtube, 5 Ekim 2021. İlham Əliyev, Harop

[3] TRT haber, 6 Eylül 2021. Türkiye ve Azerbaycan'dan Laçın'da ortak askeri tatbikat 

[4] AA, 12 Eylül 2021. Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan özel kuvvetleri Bakü'de ortak tatbikata başladı

[5] Sputnik, 15 Eylül 2021. دستگیری دو راننده ایرانی در مرز قره باغ

[6] Sputnik, 20 Eylül 2020. Türkiye ve Azerbaycan, Nahçıvan'da ortak askeri tatbikat başlattı

[7] İRNA. 1 Ekim 2021. Hayber Fatihleri Tatbikatı başladı

[8] AA. 6 Ekim 2021. Türkiye ile Azerbaycan'ın 'Sarsılmaz Kardeşlik 2021' tatbikatı Nahçıvan'da devam ediyor

[9] Ajans Kafkas, 12 Temmuz 2021. Azerbaycan, Türkiye ve Gürcistan’dan ortak askeri tatbikat hazırlığı

[10] IRNA. 3 Ekim 2021. امیرعبداللهیان:حضور رژیم صهیونیستی را در نزدیک مرز ایران تحمل نمی کنیم

[11] Maşrık, 17 Kasım 2020. تاثیر جنگ دوم قره‌باغ بر ظرفیت‌های ژئوپلیتیک ایران در حوزه انتقال انرژی/ انگلیس چه نفعی از جنگ قره‌باغ بُرد؟ احمد کاظمی

[12] Şarku’l Avsat, 2 Ekim 2021. Azerbaycan, İran’ı uluslararası ve bölgesel güçlerle tehdit etti

[13] Vatan-é Emruz. http://www.vatanemrooz.ir/Newspaper/MobileBlock?NewspaperBlockID=238737

[14] Fars News. 1 Ekim 2021. شرارت باکو و آنکارا در قطع کریدور ایران-روسیه/ آذربایجان اطلاعات محموله های دالان شمال-جنوب را به آمریکا می دهد

[15] TRT Haber, 4 Ekim 2021. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı İran'ın iddialarını yalanladı

[16] SOHR, 18 Ekim 2020. Nagorno-Karabakh battles | Over 2,000 mercenaries sent to Azerbaijan, nearly 135 killed so far.

[17] SOHR, 4 Aralık 2020. SOHR: Over 900 mercenaries return to Syria from Karabakh

[18] BBC Türkçe. 10 Aralık 2020. Dağlık Karabağ'da ateş hattına sürüldüklerini anlatan Suriyeliler BBC'ye konuştu: 'Kendimizi bir anda cephede bulduk'

[19] Foreign Policy. 28 Mart 2012.  Israel’s Secret Staging Ground 

[20] Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı web sitesi. İsrail Dövləti

[21] Azlogos, Şehla Celilzade, 3 Mayıs 2021. Tarixdən bu günə – Azərbaycan-İsrail münasibətləri

[22] Margin, 22 Şubat 2021. Azərbaycanla İsrailin ticarət dövriyyəsi 150 milyon dollar azalıb

[23] Axar. 2 Haziran 2021. İsrail Bakıya silah satmaq "yarışı"nda Rusiyanı qabaqladı

[24] 1lurer, 13 Ağustos 2021. Azərbaycan və İsrail 2 milyard dollar dəyərində silah təchizatı ilə bağlı müqavilə imzalamaq üçün danışıqlar aparır: Israelhayom

[25] AA. 14 Ağustos 202. Türkiye'den İsrail-BAE anlaşmasına tepki