
کارگر
Dünya Kudüs Günü
İslam İnkılabı Lideri İmam Humeyni, İslam İnkılabı zaferinden birkaç saat sonra İsrail elçiliğinin ele geçirilmesinin emrini verdi. Bu emir üzerine devrimci Müslümanlar bir kaç saat içerisinde İsrail'in elçiliğini 11 Şubat 1979’a ele geçirildi.
“İsrail Elçilik binası Filistin halkına hediye edildi”
İslam devrimcileri tarafından duvarlara pankart asıldı. Pankartın üzerinde şöyle yazıyordu: ''Bu bina İran halkının Filistin halkına hediyesidir'' Devrimciler, gasıp Siyonist İsrail elçiliğinin tabelasını, ''Filistin Elçiliği'' olarak değiştirdi. İslam İnkılabı ilk günden beri gasıp Siyonist rejimi ile olan düşmanlığını ve mazlum Filistin halkının yanında olduğunu ilan etti.
Daha sonra İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu İmam Humeyni, bir süre sonra Ramazan ayının son cumasını Dünya Kudüs Günü ilan etti.
“Dünya Müslümanları gasıp devletin ağzının payını vermek amacıyla birleşmeliler”
İmam Humeyni 7 Ağustos 1979’da Dünya Müslümanlarına şu hitapta bulunmuştu: ''Ben uzun yıllar boyunca gasıp İsrail tehlikesini Müslümanlara hatırlatıp durdum; bugünlerde Filistinli bacı ve kardeşlerimize karşı saldırılarını artırmış durumda. Bilhassa Güney Lübnan'da; Filistinli savaşçıları ortadan kaldırabilmek için evleri teker teker bombalıyorlar. Ben bütün Müslüman devletler ve dünya Müslümanlarından bu gasıp ve destekleyicilerinin ağzının payını verme amacıyla birleşmelerini istiyorum. Keza bütün dünya Müslümanlarına; Filistin halkı için kader belirleyici olabilecek olan ve Kadir günlerinden de sayılan mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü ‘Kudüs Günü’ olarak seçip bu günü Müslüman Filistin halkının kanuni haklarını destekleme konusunda dünya Müslümanlarının milletlerarası dayanışma günü olarak belli program ve merasimlerle geçirmeyi öneriyorum. Allah Teâlâ'dan Müslümanları küfür ehline galip kılmasını dilerim.''
Böylece Ramazan ayının son cuması Uluslararası Dünya Kudüs Günü olarak duyarlı Müslümanlar tarafından, vazifelerini eda etmek için sokaklarda ve meydanlarda Filistin halkının yanında olduklarını göstermek amacıyla ve onların kanuni haklarını savunmak adına yürüyüşler yapılmaya başlandı.
İmam Humeyni'nin bu önemli ve tarihi çıkışı, evvela Filistin meselesini yaşatmak ve Müslümanların ve İslam ülkelerinin dikkatini Siyonizm tehlikesine çekmek ve ikinci olarak da bazı Arap rejimlerin uzlaşmacı ihanetlerine karşı İslami onur ve basireti yansıtmak açısından önemliydi. Gerçekte İmam Humeyni’nin Dünya Kudüs Günü'nü ilan etmesi ve bu ilanın diğer birçok İslam ülkesi tarafından benimsenmesi, Filistin'i bir anda İslam dünyasının en önemli meselesi haline getirdi.
İsrail'in düşüş rotası
Filistinlilerin işgale karşı direnişi, mevcut krizin temel nedenlerinden biridir. İsrail bugün en kötü günlerini yaşıyor; Lübnan, Yemen, Gazze ve Irak'ı kapsayan giderek güçlenen bir Direniş Ekseni'nden gelen dış tehditler her tarafa tırmanırken iç cephe çöküyor.
İşgalci İsrail devletindeki güncel gelişmeleri ve saflarındaki büyük çatlağı tartışmadan önce, krizin altında yatan başlıca nedenin Batı Şeria ve 1948 bölgelerinde ortaya çıkan silahlı intifada, Nablus ve Cenin gibi yerlerde onu yöneten tugaylar ve operasyonlarının İsrailli yerleşimciler ve liderleri üzerindeki güçlü etkisi olduğu belirtilmelidir.
Sahadaki kuralları değiştiren ve egemen kurumları dehşete düşüren, İsrail faşist sağının ve onun akıl hocaları Netanyahu ile birlikte krizin başlıca figürleri olan Ben-Gvir ve Smotrich gibi liderlerinin iktidara gelmesine neden olan bu tugaylardır.
İsrail otuz yılı aşkın bir süredir güvenlik, istikrar ve ekonomik refahın tadını çıkardı. Ahlaktan yoksun bir şekilde, Filistin Yönetimi'ni bir müşteri ve araca dönüştürmeye, güvenlik kurumları adına her türlü direnişi ezmeye, yerleşimcileri korumaya ve İsrail işgalini tarihteki en az maliyetli hale getirmeye çalıştı.
Filistin direniş mirasına geri dönen tugaylar, tüm bunları değiştirdi ve İsrail'in güvenlik, istikrar ve refah temellerini sarstı. İsrail iç farklılıklarını uzlaştırabilir, sükunetin ve uyumun bir ölçüsünü yeniden sağlayabilir. Ancak Batı Şeria'daki silahlı intifada durmayacak. İşgal altındaki bölgeleri tamamen özgürleştirmek için ne kadar sürerse sürsün, devam edecek.
Devletlerin çökmesinin çeşitli nedenleri vardır (sadece rejimler değil - rejimler devlet etkilenmeden düşebilir ve değiştirilebilir). Bu faktörlerin birçoğu şu anda İsrail işgalci devleti için bir dereceye kadar geçerlidir:
1. Hukuk devletinin çökmesi ve iktidar sahibinin durumu kontrol edemeyip devlet ve kurumlarına otoritesini dayatamayacak ölçüde huzursuzluğun yayılması. Netanyahu ve hükümetinin 'reformlar' dayatma ve yargı sistemini değiştirme girişimi, protestoları ve karışıklıkları tetikleyen kıvılcım oldu.
2. Ordunun dağılması, doktrininin zayıflaması ve isyan olayları. Yedek erlerin, özellikle hava kuvvetlerinde askerlik hizmetini yapmayı reddetmesi bu açıdan anlamlıdır. (İsrail'in askeri yenilmezliği efsanesi 2006'da paramparça olmuştu).
3. Kötü bir danışman-partner seçimi. Netanyahu'nun geniş çapta hor görülen Arap düşmanı Ben-Gvir ve Smotrich ile ittifakı bunun en iyi örneğidir.
4. Kötü yönetim ve ekonomik gerilemenin yolsuzlukla birleşmesi. Netanyahu'nun yargı sistemini değiştirmek istemesinin sebebinin, kendisine yöneltilen yolsuzluk suçlamalarını düşürmek olduğunu unutmayın. Rahmetli Yaser Arafat bir keresinde bana, uğraştığı onca hükümet ve halktan hiçbirinin İsrailliler kadar yozlaşmış olmadığını söylemişti.
5. Kötüleşen ekonomik koşullar ve yaygın işçi protestoları. Son protestolar işgal devletini felç etti ve havalimanlarını kapattı. İsrailli işadamları, büyük ölçekli sermaye kaçışı ve yüksek teknoloji yatırımcılarının çıkışı konusunda uyarıda bulunuyor.
6. Toplu göç. İsrail rakamları tersine göçün tüm zamanların en yüksek seviyesinde olduğunu gösteriyor. Liberal köşe yazarları, İsrail'in artık çocuk yetiştirmek için uygun bir yer olmadığını yazıyor ve okuyucularına ülkeyi terk etmelerini tavsiye ediyor. Batılı elçilikler, vatandaşlığı geri almak veya giriş vizesi almak için yapılan başvurularla dolup taşıyor.
İsrail bugün en kötü günlerini yaşıyor; Lübnan, Yemen, Gazze ve Irak'ı kapsayan giderek güçlenen bir Direniş Ekseni'nden gelen dış tehditler her tarafa tırmanırken iç cephe çöküyor.
Gelecek, işgalci devlet, onun Avrupa ve Amerika'daki destekçileri ve hem eski hem de yeni Arap dostlarını normalleştiren dostları için hoş olmayan sürprizlerle dolu olmaya devam ediyor.
Abdulbari Atvan
Rai Al Youm
İran ve Rusya’dan Dolar Hamlesi
İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, doların ekonomik ve ticari borsalardaki hakimiyetine son verilmesinin hız kazandığını söyledi.
İranlı Öğrenciler Haber Ajansı'na (ISNA) göre Ali Şemhani, Tahran'da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Özel Temsilcisi Igor Levitin ile bir araya geldi.
Görüşmede, iki ülke arasında ekonomik ve bankacılık alanlarındaki anlaşmaların hayata geçirilmesi süreci ve Kuzey-Güney Koridoru Projesi'nin başlamasının hızlandırılması konuları ele alındı.
Batı'nın ekonomik yaptırımlarını etkisiz hale getirebilmek için iki ülke arasındaki yatırımlar ve bankacılıkta ortak para ve finansal işlemlerle ilgili son aşamaya gelindiğini dile getiren Şemhani, şunları kaydetti:
"Doların etkisini azaltmak için açılan, birçok ülkenin katıldığı bölgesel ve uluslararası ekonomik değişim konusuyla ilgili yol, Batı'nın dünya ekonomisi üzerindeki hakimiyetini mümkün olan en düşük seviyeye indirecektir."
Şemhani, iki ülke liderlerinin kararlılığıyla, bölgede transit geçişte önemli rol oynayacağını belirttiği Kuzey-Güney Koridoru'nun bir an önce uygulanmasının önünde engel bulunmadığını vurguladı.
'Moskova ekonomi ve sermaye alanlarındaki yatırımlara hazır'
Levitin de Moskova yönetiminin söz konusu projeleri hayata geçirme konusundaki kararlılığını dile getirdi.
Putin'in Temsilcisi, "Moskova, transit, çelik, petrol ve petrokimya gibi alanlardaki ortak projelerin bir an önce hayata geçirilmesine ve birçok bölge ülkesinin de istifade edebileceği, ekonomik ve sermaye alanlarındaki yatırımlara hazır" ifadelerini kullandı.
İran ile Rusya, karşılıklı ticarette yerel para birimleri kullanma konusunda 2016 yılında anlaşmaya varmıştı.
Reisi'den Kral Selman'ın "Riyad'ı Ziyaret" Davetine Olumlu Yanıt
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, iki ülke arasında diplomatik ilişkileri yeniden başlatma kararının ardından, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz Al Suud'un davetine olumlu yanıt verdi.
İran’ın yarı resmi Mehr Haber Ajansına göre, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Muhbir, gündemdeki konularla ilgili açıklamalarda bulundu.
Ülkesinin Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerine değinen Muhbir, “Sayın Reisi'nin Cumhurbaşkanı olarak seçildiği ilk günden itibaren temel stratejisi, bölge ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek ve ilerletmek olmuştur.” ifadelerini kullandı.
Kralı Selman’ın İran Cumhurbaşkanı Reisi’yi Riyad’a davet ettiğini hatırlatan Muhbir, “Kral Selman, Cumhurbaşkanı'nı davet etti ve bu davete olumlu yanıt verildi. İnşallah güzel şeyler olacak.” dedi.
Emir Abdullahiyan Suudi Mevkidaşı İle Görüştü
İran ile Suudi Arabistan, 7 yıl aradan sonra aldığı normalleşme kararının ardından adımlar atmaya devam ediyor.
İran Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan ile telefon görüşmesi gerçekleştirdiği belirtilerek, görüşmede İran ile Suudi Arabistan arasında varılan normalleşme anlaşmasındaki son durumun ele alındığı aktarıldı.
Açıklamada, Bakan Abdullahiyan ile Bakan Ferhan’ın önümüzdeki günlerde yüz yüze görüşme kararı aldıkları belirtildi.
İran ile Suudi Arabistan arasında varılan normalleşme anlaşmasının güçlendirilerek sürdürülmesine vurgu yapan Abdullahiyan, iki ülke liderleri ve yetkilileri arasında diyalog ve diplomasinin önemli olduğunu ifade etti.
ؤ
İmam Hamanei’den Ramazan Ayı Ahlak Dersleri -1
Bismillahirrahmanirrahim
Ramazan ayında eğitim için bütün şartlar hazırdır; en önemlisi ise tuttuğunuz oruçtur.
İnsanın kendisini yetiştirme mevsimi: Bizler ham madde gibiyiz; bu ham maddeyi işleyip güzelleştirerek verimli hale getirirsek hayatımızda yapmamız gereken işi yapmış olacağız. Yaşamın hedefi de budur. Vay olsun, ilim ve amel yönünden kendisinde bir değişiklik yapmayanın haline. Hiç bir değişiklik yapmadan bu dünyaya geldiği haliyle bu dünyadan göçüp giden insanın vay haline, üstüne üstlük hayatı buyunca yaptığı fesadlar, günahlar da onu yıpratmış olacak.
Mümin, bu ham maddeyi işlemek için çaba harcamalıdır, hem de devamlı. Zannedilmesin ki, devamlı uğraşmak mümkün değildir veya fazladır. Bilakis hem mümkündür, hem de aşırı ve fazla değildir. İnsan yasak ve haram olan işlerden kaçınır, ilahi yolda ciddiyetle hareket ederse hedefe ulaşmanın imkan dahilinde olduğunu görecektir. İnsanın kendisini eğitmesi, yetiştirmesi, ham maddeyi işlemesi budur işte. Namazlarda hep “iyyake ne’budu ve iyyake neste'in” söylenmesi, devamlı ruku yapılması, devamlı secdeye kapanıp tesbih edilmesi ve devamlı hamd edilmesinin hikmeti, insanın daimi olarak kendisini yetiştirmesi için çaba harcamasının gerekliliğini gösteriyor.
İnsanın meşguliyetleri; şahsi işler, rızkı kazanmak için çalışmak, sorunlarla boğuşmak gibi işler insanın gerektiği gibi kendisi ile ilgilenmesine engel oluyor. Bundan dolayı Allahu Teala Ramazan ayını kendimizi yetiştirmemiz için karar vermiştir. Bu ayın kadrini bilin, kendinizi eğitmek için devamlı uğraşamıyorsanız en azından Ramazan ayını ganimet bilin.
Ramazan ayında eğitim için bütün şartlar hazırdır; en önemlisi ise tuttuğunuz oruçtur. Bu en büyük ilahi tevfiktir. Tevfik ne demektir? Tevfik, yani Allah’ın insan için en münasib olanı sunmasıdır; Allah orucu farz kılarak bu ayda kendimize eğilmemiz için müsait ortamı oluşturmuştur. Oruc büyük bir nimettir. Mide boştur, oruçlu olduğumuz sürece nefisle mücadele ediyoruz; istediğiniz şeyi yiyip içemiyorsunuz, birçok nefsani istekleri yasaklıyorsunuz. Bu nefisle mücadeledir. Nefis ve heva hevesle mücadele insanın kendisini eğitmesidir.
Ramazan ayı insanın kendisini eğitmesi için çok müsait bir zamandır; Allah-u teala bu fırsatı bizlere sunmuş ki kendimizi eğitelim. Bu ayın saatleri en bereketli vakitlerdir. Bu ayda bir rekat namaz, bir zikir, sadaka vermek, silayı rahimde bulunmak bu ay dışında yapılan bu amellerin kat kat fazlası mükafat olarak insana veriliyor; insana daha fazla maneviyat kazandırıyor.
Kendi doktorumuz olalım: Ramazan ayı insanın kendisini eğitmesi için çok müsait bir ortamdır; bir doktorun, şeker, tansiyon, kolestrol, kemik hastalıkları gibi çeşitli hastalıklara müptela olmuş hastasını tedavi etmesi gibi. Doktor hastalıkları tanıyor ve tedavisini de biliyor. Hastasını tedavi etmek için önce hastalıkları bir kağıda yazıyor, bu hastalıklardan hangisine mübtela olduğunu tesbit ediyor, eğer doktor bazı hastalıkları teşhis edemezse tedavi için vereceği ilaç diğer hastalıklarını azdırabilir ve başka hastalıklara da düçar edebilir. Hastalıkları büyük bir titizlikle yazar, daha sonra hangisinin önemli olduğunu ve öncelik verilmesi gerektiğini tesbit eder ve daha sonra detavisi için ilaç yazar. Hastalıklar için yazacağı ilaca başka hastalıklara zarar vermemesi için dikkat eder.
Siz de kendi doktorunuz olun. Hiç kimse insanının kendisi gibi hastalıklarını teşhis edemez. Bazı hastalıklar vardır ki başkası söylese insanın zoruna gider. Biri bana “sen hesudsun/ kıskançsın” kızarım, başkasının “hesud” demesine insan tahammül edemez. Neden hakaret ediyorsun, diye cevap veririz. Başkasından birşey kabul etmeye hazır değiliz, ama kendi kendimize baktığımız zaman bu hastalığın kendimizde olduğunu görürüz. İnsan hastalığını başkasından saklayabilir ama kendisinden gizleyemez ve kendisini aldatamaz. Öyleyse hastalıklamızı en iyi tesbit edecek kendimiziz. Elinize kağıt kalem alın hastalıkları teker teker yazın; hasud, cimri, başkalarının kötülüğünü isteme, vazifesine itinasızlık, görevini ihmal, kendisinini beğenmek, gurur, tekebbür, mümin ve salihlere suizan vb tesbit ettiğimiz bu hastalıklarımızı Ramazan ayında elimizden geldiği miktarda teker teker tedavi etmeye çalışalım. Eğer bu hastalıkları tedavi edemezsek bu hastalıklar bizi helak edecektir. Cismi hastalıklar menevi ve ruhi hastalıkların yanında naçizdir. Bizi helak edecek bir hastalığın varlığını bize haber verseler ne kadar teleşlanırız, geceleri uykumuz kaçar, en iyi doktorların bulmaya çalışırız, örneğin bedenimizde bir “ur” olsa, onun kanser olma ihtimali ile korkuya kapılırız. Bu dünya hayatı nedir ki, kaç yıl daha kalacağız; beş yıl, on yıl sonunda yine gidiciyiz, bu dünyada ebedi kalıcı değiliz ki. Bedenimizin helak olması, yok olması hakkında bu kadar korkuyoruz.
Manevi hastalıklara düçar olup helak olmayı düşündük mü hiç? Ebedi ilahi azaba düçar olmak, ebedi saadet hayatından mahrum olmak, Allah’ın bizler için hazırlamış olduğu maddi ve manevi lezzetlerden mahrum kalmak... Kıyamet gününü düşünün, bu dünyada işyerinde, bölgemizde beraber olup muaşeret ettiğimiz insanlara yüce makamlar verildiğini göreceğiz, onları cennete götürecekler, cehennem azabından uzaklaştıracaklar ama bizler kendimizi eğitmediğimizden, bir anlık gafletimizden dolayı bütün o nimetlerden mahrum kalacağız. “Sen onları, gaflette oldukları ve iman etmedikleri bir halde işin bitmiş olacağı hasret/ pişmanlık günü hakkında uyar” ayetinin belirttiği gibi o gün iş işten geçmiş olacak. İnsan pişman olacak ama fayda sağlamayacak bu pişmanlığı.
Kardeş ve bacılarım! Eğer kendimizi eğitmezsek bedbaht olacağız; yüzkaralığı, mahrumiyet, Allah’ın gözünden düşmek, manevi makamlardan uzak kalmak, ilahi ebedi nimetlerden mahrum ve eli boş kalmak. Öyleyse kendimize gelelim, Ramazan ayı iyi bir fırsattır, ahlak kitapları elimizde var, okuyalım, ama önemli olan insanın heva hevesini kontrol etmesi ve ona hakim olmasıdır.
Ramazan İlahi Rüzgârların Estiği Aydır
Kum İlim Havzası üstatlarından Dr. Habibullah Ferahzad, Peygamber Efendimiz'den (s.a.a) nakledilen "Eğer insanlar bu ayın faziletini idrak edebilseydi yılın tamamının Ramazan olmasını arzu ederdi" hadisine binaen yaptığı konuşmasında şunları söyledi:
"Hz. Ali'nin (a.s) Ramazan'ın üstünlüğü hakkında şöyle buyurduğu nakledilir:
'Ramazan ayı'nın diğer aylara olan fazileti, masum imamın diğer insanlara olan üstünlüğü gibidir.'
Yüce Allah, Ramazan'da rahmet ve lütuf sofrasını tüm insanlar için serer. Bu ayda en ufak bir iyilik yapanı Allah, kat kat fazlasıyla mükâfatlandırır. Bu ayda kılınan farz namazların sevabı normal günde kılınan namazın sevabının yetmiş katıdır.
Hz. Muhammed'in (s.a.a) buyurduğu gibi insan ömrünün bazı dilimlerinden ilahi rüzgârlar eser. İnsan için manevi fırsatlar hazır edilir. İnsan böylesi manevi fırsatları kaçırmamak için azami gayretini sarf etmelidir. Nasıl ki Ehlibeyt'e ait türbelerin, camilerin, evliyaların mezarlarının Müslümanlar için ayrı bir önemi varsa belirli zamanlarında ilahi dergâhta ayrı bir değeri vardır. Ramazan, bu zamanlardan en kıymetlisidir.
Rivayetlerde Ramazan ayı'nda gökyüzü kapılarının ardına kadar açıldığı nakledilmiştir. Bu nedenle bu kapılar ve ilahi ziyafet sofrası açık olduğu sürece Kur'an ile daha çok ünsiyet bulmalıyız. Ramazan'da ve ömrünün her anında Kur'an'la daha çok içli dışlı olanlara birçok başarı ve nimet nasip olur. İnsanın yüzüne cennetin kapılarını açıp cehennemin kapılarını kapatan İlahi kelamla (Kur'an) daha çok zaman geçirelim.
Ramazan'ın insan için sunabileceği en önemli lütuflardan birisi; insanın zamanla günahı terk edebilme iradesini elde etmesidir. Çünkü Ramazan ayı'nın asıl felsefesi takva ve Allah'a karşı gelmekten sakınmaktır. Bu ayda kendi nefsine hezimete uğratan, nefsinin şeytani burnunu toprağa sürtebilenin uykusu bile ibadet olur artık."
Ramazan Ayı'nın Bilincine Varmak
Mübarek Ramazan ayının esas amacı insanı programlamak, onu yetiştirmek ve düzelmesini sağlamaktır. Yâni maksat ayıplı, özürlü ve kusurlu insanların ayıplarını gidermelerini, sağlam ve salim birer insan olmalarını sağlamak ve salim insanları da kamil insan merhalesine vardırmaktır.
Ramazan ayının ana programı nefsi tezkiye etmek, ayıplar, eksiklikleri ve kusurları gidermek, hastalıkları iyileştirmektir, Ramazan ayının amacı insani akıl, iman ve iradeyi hayvani ve nefsaani şehvetlere hakim kılmaktır; dua ve Hakka yönelmektir, Allah'a yöneliş, ruhu O'na doğru yüceltmektir.
Aksi takdirde bütün Ramazan boyunca, otuz gün açlığa dayan, susuzluk çek, uykusuzluk çek, geceleri ibadete koyul, o camiden şu camiye, o hutbeden bu hutbeye koşturup dur, sonra da bir bak ki Ramazan ayı bayramı gelivermiş!… Ne çıkar?! Neye yaradı bütün bunlar?! Ramazan ayı gelip geçmiş ama adam zerrece olsun değişmemiş, hatta beter bile oluyor bazıları…
İslam, boşu boşuna ağzınızı yumup öylece oturun demiyor ki!… Oruçtan maksat, insanların bu vesileyle kendilerini ıslah edebilmelerine yardımcı olmaktır. Nitekim rivayetlerde “Oruç tutanlar arasında öyleleri vardır ki tuttukları oruçtan, açlıktan başka nasipleri yoktur” ifadesi geçer. Otuz gün boyunca helal yiyeceklere ağız kapamanın sebebi bir eğitimden geçmiş olmak ve ağzına haram lokma almamayı,haram laf etmemeyi, gıybette bulunmamayı, yalan söylememeyi, küfretmemeyi öğrenmektir; helal lokmayı harama tercih edebilmeyi başarmaktır!
Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna gelen oruçlu kadının hikayesini duymuşsunuzdur; Resulullah (s.a.a) ona süt -ya da herhangi bir yiyecek – ikram eder ve içmesini söyler. Kadın “Ya Resulullah, oruçluyum ben” der, Peygamber “Hayır” buyururlar, “Oruçlu değilsin sen; al ve iç!…” Kadın yine oruçlu olduğunu söyler, bu durum üç kez tekrarlanır, üçüncü defada Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) “Nasıl oruçlu olabilirsin ki; daha bir saat önce mü'min kardeşinin etini yedin ya!…” der ve, “Onun etini yediğini görmek istiyor isen kus (mideni boşalt)” buyururlar. Kadıncağız Peygamberin dediğini yapınca ağzından et parçaları dökülmeye başlar…
Yâni bedenin ağzını helale kapayacak, ama ruhun ağzını harama açık bırakacak, öyle mi!?…
Değil mi ki bir insan yalan söylediğinde ağzından pek şiddetli bir koku yükselir de yedi göğün meleklerini rahatsız eder? Bazen cehennemin neden onca kötü kokacağını soruyorlar; cevabı açıktır bunun, cehennemin pis kokuları dünyada meydana getirdiğimiz ufunetlerdir; ardarda düzüp koştuğumuz yalanlar, ettiğimiz çirkin küfürler ve yaptığımız iftira ve töhmetlerdir. Hele iftira en kötüsüdür bunların… çünkü iftira hem yalandır hem de gıybet; ikisinin çirkinliğini bir arada taşır, iki büyük günahı bir arada işlemektir.
Vay o kimsenin haline ki bir Ramazan ayını nice iftiralarla geride bırakır, bu mübarek ayda din kardeşlerine töhmetler atar…
Ramazan ayı, bir araya toplanma ve topluca ibadet etme ayıdır, nifak ve tefrika ayı değildir bu mübarek ay!..
Kenani: Bakü, Siyonist düşmanın gerçek niyetlerine karşı uyanık olsun
İslami İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Kenani "Azerbaycan Cumhuriyetindeki Müslüman kardeşlerimize, Siyonist düşmanın gerçek niyetlerine karşı uyanık durmaları tavsiyesinde bulunuyoruz" dedi.
IRAN Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani dün, Azerbaycan Cumhuriyeti ile işgalci İsrail arasında varılan anlaşma Azerbaycan Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü'nün ileri sürdüğü asılsız iddiayla ilgili attığı twittinde "Azerbaycan Hükümetinden Siyonist İsrail Dışişleri Bakanlığının Azerbaycan ile "İran akeyhine müttefik bir cephe kurma"konusunda anlaştıklarına dair ifadesi hakkında bir açıklama yapmasını istedik. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü cevap vermekten kaçındı ve onun yerine İran'a karşı yeni suçlamalarda bulundu" diye kaydetti.
Kenani ayrıca "Acaba bu sessizliğin devam etmesi, Bakü'nün stratejik ortağının İran karşıtı yaptığı açıklamanın dolayı bir onaylanması değil midir?" diye ilave etti.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Keneni daha sonra bir başka twittinde de Azerbaycan Cumhuriyeti halkına hitaben "Azerbaycan'daki Müslüman kardeşlerimize Siyonist düşmanın gerçek niyetleri karşısında uyanık olmaları tavsiyesinde bulunuyoruz" diye yazdı.
Filistin İslami Cihad Hareketi, Azerbaycan’ın Tel Aviv'de Büyükelçilik Açmasını Kınadı
Filistin İslami Cihad hareketi, Tel Aviv'de Azerbaycan büyükelçiliği açılmasını kınadı ve bunun Siyonist rejimin Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu ve aşırılık yanlısı kabinesini, bu rejimin içinde bulunduğu krizden kurtarmak için bir araç olduğunu vurguladı.
Filistin İslami Cihat hareketi liderlerinden Halid el-Bataş şu ifadelerde bulundu: Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Müslüman bir ülke olarak işgal altındaki topraklarda büyükelçilik açması Netanyahu'yu güçlendirir. Tel Aviv ile ilişkileri normalleştirmek Filistin ulusunun davasına hançer saplamaktır.
Azerbaycan'ın ve Siyonist rejimle uzlaşan diğer İslam ve Arap ülkelerinin Filistinlilerin yanında yer almaları, onları desteklemeleri ve işgalci Siyonistlere karşı onlara yardım etmemeleri gerekmektedir.
Arap ve İslam ülkeleri ile işgalciler arasındaki ilişkileri ve normalleşmeyi kınıyoruz.’
Halid el Bataş konuşmasının sonunda Siyonist rejimin ortadan kalkacağını ve barış ve normalleşme konusundaki tüm hayallerinin de kendisiyle birlikte yok olup gideceğini vurguladı.
Azerbaycan, 30 yıllık diplomatik ilişkilerin ardından Çarşamba günü İşgal Topraklarında büyükelçiliğini açtı.
Siyonist rejim, Azerbaycan Dışişleri Bakanı Ceyhun Bayramov'un da katıldığı bu adımın, çok önemli ve tarihi olduğunu söyledi ve bunu tarihi bir adım olarak nitelendirdi.
Siyonist rejim Dışişleri Bakanı Eli Cohen, şunları söyledi: ‘İsrail'de Azerbaycan Büyükelçiliği’nin açılması, iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlendiğinin bir başka göstergesi. Azerbaycan Müslüman bir ülke ve stratejik konumu, aramızdaki ilişkiyi büyük önem ve potansiyel haline getiriyor.
Eli Cohen, Dışişleri Bakanı Bayramov ile İran'a karşı birleşik bir cephe oluşturulması ve ekonomi, güvenlik, enerji ve inovasyon alanlarında iş birliğinin güçlendirilmesi konusunda anlaştık.
İsrail ile Azerbaycan arasındaki ticari ilişkileri daha da derinleştirecek olan büyük bir ekonomik heyetle Bakü'ye resmi bir ziyaret gerçekleştireceğiz.’
Siyonist rejim Dışişleri Bakanlığı ise şu açıklamalarda bulundu: ‘1991 yılında ilişkilerin kurulmasından bu yana ilk kez Azerbaycan bugün İsrail'de büyükelçiliğini açıyor.
Stratejik bir konuma sahip bir Şii ülkesi olan Azerbaycan, Kafkasya bölgesindeki ana ülkelerden biridir.’
Hz. Hatice'nin (sa) Vefat Yıldönümü
10 Ramazan Hz. Resulullah'ın kıymetli eşi hz. Hatice Kübra'nın (sa) vefat yıldönümüdür. Büyük İslâm kadını, mu’minlerin anası, Allah Resulü’nün değerli zevcesi Hz. Hatice (r.a) hicretten 68 yıl önce, asil bir âilede dünyaya geldi. Babası Huveylid, Kureyş’in büyüklerinden ve servet sahibi birisiydi. Annesi Fâtıma ise Mekke'nin tanınmış ve iffetli kadınlarından sayılırdı.
Cahiliyet zamanında yaşamalarına rağmen böyle değerli âilede yetişen Hz. Hatice, öylesine şeref, haysiyet, iffet ve temizlik dolu bir hayat yaşıyordu ki toplum içerisinde "Tâhira" (temiz) diye meşhur olmuştu.
Hazret-i Hatice’nin (a.s) Faziletleri
1-Hatice’nin (a.s) Peygamberi (s.a.a) Tanıması
Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber efendimize (s.a.a) evlenme teklifinde bulunarak (Peygamberlikten önce) onun eşi olma onuruna ulaşmıştır. Hazret-i Hatice (a.s) evlenme teklifinin sırrını şöyle açıklamaktadır: “Bana olan akrabalığın, kavmin arasında büyük şeref sahibi olman, emaneti sahibine vermen, güzel ahlaklı ve doğru sözlü olman nedeniyle seninle evlenmek istiyorum.
Bu sözlerden İslam’ın yüce kadınının Peygamber’e (s.a.a) olan ilgisinin nefsi tutkular ve evlenmeye arzusu nedeniyle kaynaklanmadığı anlaşılmaktadır. Hatice (a.s) Peygamber efendimizin (s.a.a) olağan üstün kişiliğini bilmekteydi. Dolayısıyla Peygamber’in (s.a.a) hedefleri doğrultusunda samimice çaba göstermiştir. O’nun Peygamber’e (s.a.a) olan bağlılığından dolayı yapmış olduğu fedakarlıklar, bütün Kureyş kadınlarının onu terk etmelerine neden olacak bir seviyeye ulaşmıştı. Hatta, hazret-i Fatıma’nın (a.s) doğumunda hiçbirisi Hatice’nin (a.s) yardımına gelmemişti. Ancak bütün bu baskılar, imanından dolayı ona hiç de ağır gelmiyordu.
2-Hazret-i Hatice (a.s) İlk Müslüman Kadındır
“Ey Peygamber hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.
Bütün tarihçilerin nakline göre, Yüce İslam dinine İman eden ilk Kadın Hazret-i Hatice (a.s)dir. İbn-i Abduved Dur Katade’den şöyle nakletmektedir:
“Allah’a ve Rasulüne (s.a.a) iman eden ilk kişi Hazret-i Hatice (a.s) idi.
İbn-i Abduddur, kendi senediyle babası Ebi Rafi’den şöyle nakletmektedir: “Peygamber (s.a.a) pazartesi günü namaz kıldı. Hatice ise o günün son saatlerinde namaz kıldı.
3-Hazret-i Hatice (a.s) Cennet Kadınlarının En Üstünüdür
İkrime, İbn-i Abbas’dan şöyle nakletmektedir: “Peygamber (s.a.a) yerin üzerine dört çizgi çizerek şöyle buyurdu: Cennetin en üstün kadınları, Huveylid kızı Hatice, Muhammet kızı Fatıma, İmran kızı Meryam ve firavun’un karısı Mezahim kızı Asiye’dir.
İbn-i Esir, kendi senediyle, Enes İbn-i Malik’ten Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Meryem, Asiye, Hatice ve Fatıma, alemin en üstün kadınlarıdır.
4-Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber’in (s.a.a) Eşlerinin En Üstünüdür. (Müminlerin Annesi)
“Peygamber’in eşleri, müminlerin annesidirler.
Şeyh Saduk, İmam Sadık’tan (a.s) şöyle nakletmiştir: “Peygamber (s.a.a) on beş kadınla evlenmiştir ve onların, en üstünü Huveylid kızı Hatice’dir.
5-Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber’in (s.a.a) Çocuklarının Annesidir
Hazret-i Hatice (a.s) Kur’an ayetine göre bütün müminlerin manevi annesi olmasına karşın, vasıtasız, direkt olarak “Peygamber’in (s.a.a) bütün çocuklarının annesi” ünvanına da sahiptir. Tarihçiler şöyle nakletmektedirler: “Maria-i Kıbtiye’den dünyaya gelen İbrahim dışındaki Peygamber’in (s.a.a) çocuklarının hepsi, Hatice’den (a.s) dünyaya gelmişlerdir. Yalnızca bunun kendisi, Hatice’nin (a.s) maneviyetinin yüceliğini, değerinin üstünlüğünü ve önemi artırmaktadır.”
Hazret-i Hatice’nin (a.s) çocukları şunlardır:
“Kasım, Abdullah, Zeyneb, Ümmü Gülsüm ve Fatıma (a.s). Erkek çocukları küçük yaşta ölmüşlerdir. Kız çocukları ise yaşamışlardır.
Bu yüce kadının erdemlerinin arasında, yalnızca Fatıma’nın (a.s) annesi olması şerefi yeterlidir. Çünkü Hazret-i Fatıma (a.s) Peygamber’den (s.a.a) sonra imamet ve velayet görevini üstlenen kuşağın annesi idi.
Muhaddis Kummi, Muntehel A’mal kitabında, Hazret-i Hatice’den (a.s) şöyle nakletmektedir:
“Fatıma’ya hamile olduğum ilk anlarda, karnımda onun nurunu görmeye başlamıştım”
Buna ilave olarak, Şeyh Saduk, Mufazzal b. Ömer’den İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Hatice-i Kübra (a.s) Fatıma’ya (a.s) hamile olunca Fatıma (a.s) onunla karnındayken konuşuyordu. Onun dostu idi. Ona sabretmesini öğütlüyordu. Hatice (a.s) bu durumu peygamber’den (s.a.a) gizliyordu. Bir gün Peygamber (s.a.a) içeri girdi ve Hatice’nin (a.s) yanında olmayan bir kişiyle sohbet ettiğini duydu. Şöyle buyurdu:
-Ey Hatice, kiminle konuşuyorsun?
Hazret-i Hatice (a.s) şöyle cevap verdi:
-Karnımda olan çocuk benimle konuşuyor.
Sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
-Şimdi Cebrail, bana bu çocuğun kız olduğunu, tertemiz, kutlu ve bereketli bir soy sahibi olacağını haber verdi. Yüce Allah benim soyumu ondan yaratacak, dinin imamları onun soyundan olacaklardır.” Hazret-i Fatıma’nın (a.s) doğum zamanı yaklaşınca, Hatice (a.s) kendisine yardım etmeleri için Kureyş kadınlarına ve Haşim oğullarının kadınlarına birini gönderdi. Ancak onlar cevap olarak şöyle söylediler: “Sen bizim sözümüzü dinlemedin. Abdulmuttalib’in fakir, yoksul ve yetim oğluyla evlendin. Onun için senin evine gelmeyeceğiz.”
Hazret-i Hatice’ye (a.s) onların cevabını söyledikleri zaman çok üzüldü. Ancak, uzun boylu esmer dört kadının yanında hazır olduğunu gördü. Hatice (a.s) onları görünce korktu. Ancak, onlardan biri şöyle dedi: “Ey Hatice (a.s) korkma. Bizi yüce Allah sana yardım etmemiz için gönderdi.
İlk kadın, “Ben Sare, İbrahim’in karısıyım” dedi.
İkinci kadın, “Ben Asiye, Mezahim’in kızıyım” dedi.
Üçüncü kadın, “Ben Meryem, İmran’ın kızıyım” dedi.
Dördüncü kadın, “Ben Külsüm, İran’ın oğlu Musa’nın kız kardeşiyim” dedi.
Cennetlik olan bu dört kadın, on huri ile birlikte Fatıma’nın (a.s) doğumu için Hatice’ye (a.s) yardım ettiler.
6-Hazret-i Hatice’nin (a.s) Ali b. Ebi Talib’e İmanı
Merhum Meclisi, Bihar’ul-Envar’da Hazret-i Haticece’nin (a.s) Ali’ye (a.s) olan ilgisini ve şefkatini şöyle nakletmiştir: “Hatice (a.s) Peygamber (s.a.a) ile evlendikten sonra Ali (a) dünyaya gözlerini açtı. Allah Resulü (s.a.a) Hatice’ye (a.s) Ali’nin (a) sevgisi ve muhabbeti hakkında birşeyler söyledi. Ondan sonra, Ali’ye (a.s) karşı büyük bir ilgi göstermeye başladı. Ali’yi (a.s) hizmetçileri yardımıyla elbise, süs eşyaları ve ihtiyaç malzemeleri gönderiyordu. Bunu gören insanlar şöyle diyorlardı: “Ali, Hatice’ye göre en sevilen kişi ve onun gözünün nurudur.”
Hatice’nin (a.s) hediyeleri, sabah akşam Ebu Talib’in evine yağıyordu.
Bunlara ilave olarak, Hatice (a.s) o zaman bu görevle sorumlu olmamasına rağmen, Ali (a) ve evlatlarının velayetini kabul etmişti.
Merhum Mahallati, Meclisi’den şöyle nakletmektedir: “Birgün Allah Resulü (s.a.a) Hatice’yi (a.s) yanına çağırarak şöyle buyurdu: “Bu Cebrail’dir ve Müslüman olmak için bazı şartların olduğunu söylüyor. İlki; Allah’ın bir olduğunu söylemektir. İkincisi; Peygamber’in risaletini kabul etmektir. Üçüncüsü; Şeriat’ın emirleri ile amel etmek ve ahirete iman etmektir. Dördüncüsü, O’nun çocuklarından olan masum imamlara ve emir sahiplerine uymak, onların düşmanlarından uzak durmaktır. Hazret-i Hatice (a.s) onların hepsini söyleyerek kabul etti.
7-Hazret-i Hatice’nin (a.s) İslam’a Yardımı
Tarihçiler Hazret-i Hatice’nin 8s) servetini şöyle açıklamışlardır:
1-Onun ticaret mallarını taşıyan binlerce devesi vardı.
2-Evinin çatısına ipek iplerle yeşil ipekten bir kubbe yapılmıştı. Bu onun zenginliğinin göstergesiydi.
3-Onun hizmetini yerine getiren dörtyüz köle ve cariye.
Ebu Cehil ve Ukbe b. Ebi Muit gibi Kureyş’in en zenginlerinin serveti, Hazret-i Hatice’nin mal varlığı karşısında hiç sayılıyordu.
Hatice (a.s) Peygamber efendimizle (s.a.a) evlendikten sonra, bütün mal varlığını, Allah Resulü’nün (s.a.a) kullanımına sundu.
İslam’ın ilerleyişinin önünü ekonomik ambargo ile önlemeye çalışarak “Allah Resulü’nün yanındakilere, dağılıp gidinceye kadar, infak etmeyin şeklinde aptalca sözler söyleyen münafıklar karşısında bütün varlığını İslam’ın yayılması için harcadı. Özellikle, Ebu Talib vadisinde ambargo altında yaşadıkları günlerde, Peygamber (s.a.a) ile birlikte olmasının ve ona manevi olarak büyük destek vermesinin yanısıra bütün mal varlığını da İslam’ı savunmak ve Müslümanlar’ı korumak için harcadı.
Gerçekten O’nun, Bakara suresindeki sakınanların ölçütü olduğunu söylemek gerekir.
Onlar (sakınanlar) gayba inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler.
“Ey Peygamber, eşlerine şöyle söyle: Eğer şu dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzellikle serbest bırakayım. Eğer Allah’ı, Resulünü ve ahiret hayatını istiyorsanız, Allah sizin iyileriniz için büyük bir ödül hazırlamıştır.
“Sizden kim, Allah’a ve Resulüne itaat eder, iyilik yaparsa, ona da ödülünü iki kat olarak veririz. Kendisi için bol ve bereketli bir rızık da hazırlamışızdır.
Hazret-i Hatice’nin (a.s) Allah Katındaki Makamı
Zürare, Hamran İbn-i Ayen’den, o da Muhammed b. Müslim yoluyla İmam bakır’dan (a.s) şöyle nakletmişlerdir:
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
Mirac’ta olduğum gece, manevi yokluktan dönüşte Cebrail’e şöyle dedim:
-Ey Cebrail bir ihtiyacın var mı?
Cebrail şöyle cevap verdi:
-Allah’ın ve benim selamımı Hatice’ye (a.s) söylemeni istiyorum.
Peygamber (s.a.a) Cebrail’in haberini Hatice’ye (a.s) ulaştırınca, şöyle cevap verdi:
-Allah selam’dır, selam O’ndandır ve selam O’na dır. Cebrail’e selam olsun.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hatice (a.s) vefat ettiği zaman, Fatıma (a.s) Peygamber’in (s.a.a) etrafında dönüyor ve şöyle soruyordu:
-Ey Allah Resulü! Annem nerededir?
Allah Resulü (s.a.a) ona cevap vermedi. Ancak, Fatıma (a.s) sorunun cevabını ısrarla istiyordu. Peygamber (s.a.a) Fatıma’ya nasıl bir cevap vereceğini bilmiyordu. Sonra Cebrail inerek şöyle dedi:
Yüce Allah, Fatıma’ya Allah’ın selamını bildirmeni ve şöyle söylemeni buyuruyor:
Annen, duvarları altın, sütunları kırmızı yakut’tan olan zümrüt bir evdedir. O, Firavun eşi Asiye ile İmran kızı Meryem’in arasındadır. Sonra Fatıma (a.s) şöyle dedi: “Kuşkusuz Allah selamdır. Selam O’ndandır ve selam O’nadır.
Aynı şekilde, Peygamber efendimiz (s.a.a) ölüm döşeğinde iken, Fatıma’nın (a.s) annesinin kıyametteki makamı hakkında soru sorduğu da rivayet edilmiştir. O soru şöyle idi: “Annem Hatice-i Kübra, o gün nerede olacaktır?”
Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle cevap verdi: Hatice, dört kapısı cennete açılan bir sarayda olacaktır.
Sefinet’ul-Bihar’da merhum Muhammdis Kummi şöyle söylemektedir:
“Yüce Allah, Hz. İsa’ya Peygamber efendimizin özelliklerini açıklarken “O’nun soyu “mübareke”den olacaktır” şeklinde vahyederek, Hatice’yi “mübareke” olarak açıklamıştır.
Kenz’ul-Ummal’da şöyle nakledilmektedir: A’raf suresinin 46. ayetinde yer alan “Araf üzerinde herkesi yüzlerinden tanıyan adamlar vardır” hakkında “onlar, Peygamber (s.a.a) Hatice (a.s), Ali (a.s), Fatıma (a.s), Hasan (a.s), Hüseyin (a.s)dir” şeklinde rivayet edilmiştir.
Yine, Ebu Müslim Hulayi, Peygamber’e (s.a.a) “Allah; Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip âlemlere üstün kılmıştır” (Al-i İmran/33) ayeti hakkında sorunca Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ali, Hasan, Hüseyin, Hamza, Cafer, Fatıma ve Hatice’dir.
Peygamber Efendimizin (s.a.a) Hz. Hatice’ye (a.s) İlgisi
Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber efendimizle (s.a.a) birlikte 24 yıl yaşamıştır. Hatice (a.s) hayatta iken Peygamber (s.a.a) başka bir kadınla evlenmedi, Hatice (a.s) vefat ettikten sonra Hatice’nin (a.s) kabrine inerek oraya yerleştirdi.
Abdullah b. Cafer, Ali’den (a.s) Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Ümmetimin kadınlarının en üstünü Hatice’dir. Önceki ümmetlerin en üstün kadını da Meryem idi.
Enes b. Malik’ten Peygamberimize (s.a.a) ne zaman hediye getirilse şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Onu falan kadının evine götürünüz. O kadın, Hatice’nin dostu idi ve Hatice’yi seviyordu.
Peygamberimizin (s.a.a) eşi Ayşe şöyle söylemiştir: “Peygamber, onu andığı zaman duyduğumda, kurban kestiği zaman onu Hatice’nin dostlarına hediye verdiğinde, Hatice’yi kıskandığım kadar, başka bir kadını kıskanmadım.
Aişe şöyle söylemiştir: “Peygamber (s.a.a) Hatice’yi anmadan ve onu için bağışlanma dilemeden evden dışarı çıkmıyordu. Yine bir gün onu andı. Ben de kıskanarak, şöyle dedim:
-O yaşlı bir kadındı. Allah, size onun yerine ondan daha iyisine verdi.
Peygamber öfkelenerek şöyle buyurdu:
-Hayır! Allah’a yemin ederim ki ondan daha iyisini bana vermemiştir. Hatice gibisi nerededir? O, insanlar beni inkar ettiği zaman, iman etti. O, insanlar beni yalanladığı zaman, doğruladı. O, malıyla bana yardım etti. Yüce Allah kadınların arasında, yanlızca ondan çocuk verdi.
Şöyle nakletmişlerdir: Peygamber (s.a.a) ne zaman Hatice’nin (a.s) adını duysa ağlardı.
Yine şöyle nakledilmiştir:
Bir gün yaşlı bir kadın Peygamber’in (s.a.a) yanına geldi. Peygamber (s.a.a) ona çok şefkatli davrandı. O yaşlı kadın gittikten sonra, Aişe nedenini sorunca Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Bu kadın, Hatice (a.s) zamanında bize gelirdi.
Hazret-i Hatice’nin (a.s) Vefatı
Müslümanlar, Ebu Talib vadisinde üç yıl zor şartlar altında yaşadıktan ve Hazret-i Hatice’nin (a.s) mali yardımları sayesinde kurtulduktan sonra, zorluklar Hazret-i Hatice’nin (a.s) direncini kırarak ömrünü kısalttı. Dolayısıyla, ondan sonra hastalandı.
İlk önce, Peygamber’in (s.a.a) büyük koruyucusu Ebu Talip (r.a) vefat etti. Bazı tarihçilerin nakline göre, üç gün sonra da Hazret-i Hatice (a.s) 65 yaşında vefat ederek, “Hücun” bölgesine defnedildi.
Bu yazının sonunda şu olayında antılması gerekir ki; Hazret-i Hatice (a.s) ölüm döşeğinde iken, Esma Binti Umeys’i yanına çağırarak, kızı Fatıma (a.s) hakkında öğütler vermiştir. Sonra Fatıma’yı (a.s) Peygamber’in (s.a.a) yanına göndererek, şefaatçi olması için, elbiselerinden birini kefen olarak vermesini rica etti. Sonra gözlerini dünyaya kapattı.
Bu olay, Peygamber efendimize (s.a.a) çok ağır gelmişti. Onun için, bir kaç gün evden dışarı çıkmadı ve o yılı “hüzün yılı” olarak adlandırdı.
Alib. Ebi Talib (a.s) da bu iki büyük insan hakkında şu şiiri söylemiştir:
“Ey gözlerim! Aferin size!
Artık giden o ikisi gibisine bakmayacaksınız.
Büyük derin ırmağa ve kadınların kadınına,
O ilk namaz kılan kişidir.
Yüce Allah’ın arındırdığı ve üstün kıldığı
O seçkin kadına göz yaşı dökünüz.
Bu ikisinin ölümü gündüzümü geceye çevirdi.
Bundan sonra, geceleri
O iki kişinin üzüntüsüyle geçireceğim.
O ikisi, zalimlere karşı
Muhammed’in (s.a.a) dinine yardım ettiler.
Sözlerini yerine getirdiler.
Dipnotlar
Siyonist Rejim Yine Mescid-i Aksa'ya Saldırdı
Siyonist rejim polisinin Mescid-i Aksa'ya baskın düzenlediği açıklandı.
Görgü tanıklarından alınan bilgiye göre, Siyonist rejim polisi elektrikleri keserek Kıble Mescidi'nde itikafta olan Filistinlileri dışarı çıkmaya zorladı.
Filistinliler ise mescidin kapılarını kapatarak işgal rejimi polisine engel olmaya çalıştı.
Siyonist rejim polisi, 26 Mart'ta da Mescid-i Aksa'ya girmiş, Kıble Mescidi'nde namaz kılan ve itikafta olan Filistinlileri güç kullanarak dışarı çıkarmış ve itikaftakilerden 2 kişiyi gözaltına almıştı.
Siyonist Rejim Saldırmaya Doymuyor; Bu Kez de Stadyumu Bastı
Siyonist rejim, Filistin halkına zulmetmeye doymuyor. Bu rejim güçleri bu kez de bir futbol maçını hedef aldı.
Filistin'de oynanan Yaser Arafat Kupası final maçının oynandığı stadyuma maçın devre arasında baskın gerçekleştirdi ve sahaya çok sayıda gaz bombası attı.
Çok sayıda kişi yoğun gazdan etkilenirken, aralarında çocukların da bulunduğu seyirciler boğulma tehlikesi atlattı.
O sırada soyunma odasında bulunan futbolcular de nefes almakta güçlük çekti, uzaklaşmaya çalıştı.
Öte yandan Siyonist rejim güçleri futbol karşılaşmasında da şiddet uyguladı.
Siyonist Rejimin Tüm Kısıtlamalarına Rağmen 250 Bin Filistinli Mescid-i Aksa’da Namaz Kıldı
Yüzbinlerce Filistinli, işgal rejiminin güvenlik önlemlerine rağmen mübarek Ramazan ayının ikinci Cuma namazını Mescid-i Aksa'da kıldı.
Dün 250 bin Filistinli, Siyonist rejim ordusunun ağır kısıtlamalarına rağmen mübarek Ramazan ayının ikinci Cuma namazını kılmak için Mescid-i Aksa'ya gitti.
Kudüs İslami Vakıflar Dairesi, dün çeyrek milyon Filistinlinin Cuma namazını Mescid-i Aksa'da kıldığını açıkladı.
Filistin haber ajansı Şahap, işgalci rejim askerleri tarafından oluşturulan güvenlik kısıtlamaları hakkında şunları yazdı: ‘Binlerce Filistinlinin mübarek Ramazan ayının ikinci Cuma namazını kılmak için Batı Şeria'dan işgal altındaki Kudüs'e girişine kısıtlamalar getirildi.
Filistinliler bugün şafak vaktinden bu yana, Cuma namazı için Mescid-i Aksa'ya girmek üzere Batı Şeria bölgelerinden Kudüs şehri çevresindeki askeri kontrol noktalarına hareket etti.’
Kısa Link: https://rasthaber.com/A221078
Rasthaber -