
کارگر
Nükleer Anlaşmada Sona Doğru mu?
Bismillah
NÜKLEER ANLAŞMA KOEP’İN (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) GEÇMİŞİ
İran ile 5+1 ülkeleri gerçekte ise İran ile ABD arasında yakın bir gelecekte imzalanması beklenen yeni nükleer anlaşma ile ilgili olarak tahminler, analizler ve beklentiler son günlerde yeniden artmaya başladı. Konuyu takip den politikacılar ve yorumcular için bu anlaşmanın içeriğinden ve taraflar için doğuracağı sonuçlarından çok bir şekilde sonuçlanması ve gerilime son verilmesi daha öncelikli gibi görülmektedir. Ama ABD ve İsrail başta olmak üzere Batı için ve yine İran açısından bu anlaşmanın her maddesi kelimesi kelimesine önemli ve belirleyicidir. Bu da müzakerelerin uzamasına neden olmakta, bazı konularda karşılıklı olarak ödünler verilmesini ve esneklik gösterilmesini gerektirmektedir. Bütün bunca uluslar arası çabalara rağmen müzakerelerde sona yaklaşıldığı söylenebilir mi?
Onlarca sayfadan oluşan bu anlaşma diplomatik, hukuki ve anlaşılması uzmanlık isteyen teknik terimlerle dolu bir metin olduğu için şimdiye kadar konunun uzmanları dışında çok az kişi tarafından dikkatlice okunmuş veya incelenmiştir. Bazı iddialara göre George Soros’a bağlı Uluslararası Kriz Grubu (International Crisis Group) adlı düşünce kuruluşu uzmanlarınca müzakereler başlamadan önce ve aylarca süren bir çalışma sonucu hazırlandıktan sonra ABD tarafından müzakere masasına konulan bir metindir. İran ve öteki taraflar 2013-2015 arasında iki yıl süren müzakarelerde sadece önceden hazırlanmış metin üzerinde bazı rotüşler yapmış ve 2015 yılında da imzalamışlardı.
Bilindiği üzere bu anlaşma uygulamaya konulduktan yaklaşık iki yıl sonra 2018 yılında zamanın Amerikan Cumhurbaşkanı Donald Trump tarafından lağvedilmiş ve ABD anlaşmadan çıkmıştı. Trump imzalanan KOEP anlaşması ABD’nin zararına olduğu için değil yeni KOEP’lerin imzalanması ve İran’ın yeni tavizler vermek için müzakere masasına oturacağı beklentisiyle anlaşmayı lağvetmişti.
ABD’nin anlaşmadan ayrılmasına rağmen Hasan Ruhani hükümetinin anlaşmaya bağlı kalacağını açıklaması üzerine Avrupa ülkeleri bir takım vaatlerde bulunduysalar da ABD’den bağımsız bir varlık gösteremedikleri veya ABD adına İran’ı oyaladıkları için İran aleyhindeki yaptırımlar 2019 yılına gelindiğinde KOEP anlaşması öncesinden daha şiddetli düzeye ulaştı.
Ruhani hükümetinin başarısızlığın üzerini örtmek için Avrupalı ülkelere umut bağladığı dönemde duruma müdahale eden İran meclisi 2019 yılı sonlarında nükleer programa aşamalı olarak dönüş için kanun çıkarmak suretiyle Avrupa’nın oyalama taktiğine son verdi. Yeni santrifujlar üretmek de dahil aşamalı olarak uranyum zenginleştirme faaliyetleri yeniden başlatıldı. KOEP’e göre en fazla %3,5 oranında sınırlı miktarda uranyum zenginleştirme hakkı tanınan İran geçen süre içerisinde önce %20, daha sonra %60 oranında zenginleştirmeyi gerçekleştirince ABD ve müttefiklerinin paçası tutuşmaya başladı. Son iki yılda İran’daki sivil nükleer faaliyetlerde kaydedilen ilerleme her zamankinden daha yüksek bir düzeye ulaşmış bulunuyor.
ABD beklediği amaca ulaşamayınca Joe Biden döneminde yeniden anlaşmaya dönme karar verdiyse de İran bu talebi reddederek ABD’nin anlaşmaya dönmek için bazı taahhütleri yerine getirmesi şartını ileri sürdü. Böylece 2021 Nisan ayında ABD dışındaki öteki KOEP üyeleri ile İran arasında ABD’nin anlaşmaya geri dönüşü üzerine başlatılan müzakereler hala devam etmektedir
Yeni dönem müzakerelerde gündem ABD’nin KOEP’e dönüşü konusu olsa da tarafların karşı taraftan yeni imtiyazlar koparmaya çalıştıkları, ortaya çıkan yeni şartları kendi lehlerine çevirme çabalarına ilaveten ilk metinin özü korunmakla birlikte bazı değişiklikler yapılacağı da gündemdedir.
ABD VE TOPYEKÜN BATININ KOEP’E BAKIŞI
ABD ve müttefikleri başta olmak üzere müzakere üyesi ülkeler olası nükleer anlaşmaya güvenlik açısından baktıklarını ileri sürmekte ve İran’ın sivil nükleer programının askeri yöne sapabileceği ihtimaliyle dünyanın güvenliğine tehlike olarak görmekte ve en azından dünyaya böyle lanse etmektedirler.
Halbuki UAEA 2003 yılından beri sürdürdüğü teftişlerde askeri amaca sapılmadığını defalarca rapor etmesine rağmen ABD ve müttefikleri her defasında yeni iddialar ileri sürerek İran’ın sivil nükleer programını sahte bir krize dönüştürmüş bulunuyorlar.
Gerçek şu ki, İran tüm nükleer tesislerini kapatsa, Libya’da olduğu gibi tüm teçhizatını söküp Amerika’ya teslim etse ve nükleer araştırmalara tamamen son verse de hiçbir zaman ABD’nin hışmından, gazabından kurtulamayacaktır. Bugün nükleer programı bahane eden ABD yarınlarda İran’dan sahip olduğu balistik ve kruz füzelerinin menzilini sınırlamayı, bölgesel nüfuzunu paylaşmasını veya bölgeden çekilmesini, direniş/kurtuluş hareketlerine desteğini kesmesini isteyecek ve bütün bunları yerine getirse bile insan hakları, demokrasi vb gibi iddialarla dini devlet idealinden vazgeçmesi gerektiğini dayatacaktır.
Amerika’da Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında saydığımız bu konularda herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Görüş ayrılığı bu hedefe nasıl varılacağı, İran’ı dize getirmek için uygulanacak taktiklerle ilgilidir. İran konusundaki aynı temel görüş ve taktik farklılıkları İsrail ve öteki Batı ülkeleri için de geçerlidir. Kısacası Batılılar Batı paradigması karşısında yeni bir paradigma oluşturmaya çalışan İran’a bu yüzden tahammül edemezler ve zaten bu tahammülsüzlüğü açıkca ifade etmekten de çekinmiyorlar.
İsrail’in anlaşmaya karşı çıktığına dair iddialar ve İran’ın nükleer tesislerine saldırı düzenleyeceğine dair blöfler de İran’ı anlaşmaya teşvik veya zorlamaya yönelik psikolojik savaştan ibarettir. İsrail’in mevcut şartlarda İran’a saldırmaya cüret edemeyeceği bir yana KOEP nükleer anlaşması herkesten çok ABD ve İsrail’in lehinedir. Zaten İran konusunda bu ikisini birbirinden ayırmak, farklı bölgesel stratejileri varmış gibi göstermek temelden yanlıştır. Batı açısından KOEP anlaşması durmadan güçlenen İran’ı sınırlamak ve kontrol altında tutabilmek için uygulanabilecek en ideal yoldur.
İRAN CEPHESİNDE NÜKLEER ANLAŞMA NEYİ İFADE EDİYOR?
İran ise nükleer görüşmeler ve olası anlaşmayla ekonomik sıkıntılarını gidermeyi amaçladığını ileri sürmektedir. Yani Batı’nın güvenlik önceliğine karşı ekonomik öncelik. Halbuki ekonomi de güvenlik kapsamı içerisine alınabilir ve İran da müzakerelerde güvenlik kaygılarını öne sürebilirdi. Buna dayalı olarak İsrail’in nükleer programının da aynı ölçüde uluslar arası teftiş ve kontrol altına alınması şartını ileri sürebilirdi. İran’ın şimdikine göre zayıf bir konumda bulunduğu ve 2003 yılından beri Batı karşısına baş müzakerecei olarak çıkarılan Hasan Ruhani gibi uzlaşmacı tiplerin çıkarılması da bu zaafın ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
İran içerisinde de geçmişten beri nükleer müzakereler ve KOEP konusunda farklı yaklaşımların olduğu ve bazen şiddetli eleştirilerin yapıldığı bir gerçektir.
İran’daki anayasal sistemi ve özellikle de Velayet-i Fakih makamının yetkilerini kendi yargı değerlerine göre yorumlayanlar bu ülkedeki tüm kararların ve siyasetlerin ayrıntılarına kadar Ayetullah Hamanei tarafından belirlendiği, onaylandığı veya uygulandığı gibi bir değerlendirme hatasına düşmektedirler. Halbuki halkın oylarıyla iş başına gelen cumhurbaşkanı ve hükümetler halka vaat ettikleri konularda kendi iç ve dış siyasetlerini belirlemektedirler. Bunun en açık örneği 2013 yılı seçim propagandaları sırasında nükleer görüşmelerle İran’ın sıkıntılarını gidereceği sloganını öne çıkaran Hasan Ruhani seçimleri kazanarak cumhurbaşkanı olmuş ve önceliği nükleer müzakerelere vermişti. Rehber Hamanei de uyarılarda, nasihatlerde bulunmakla birlikte Ruhani’nin müzakere ekibini desteklemişti.
Rehber Hamanei’nin uygulanan siyasetleri takip ettiği ve gerekli uyarılarda, öğütlerde bulunduğu bir gerçek olmakla birlikte yürütme, yasama ve yargı gibi anayasal kurumların çalışmalarına, kararlarına istisnalar dışında müdahale etmediği de ayrı bir gerçektir. Bunun için Velayet-i Fakih makamındaki Ayetullah Hamanei’yi nükleer müzakereler ve anlaşmada hükümetlerin, müzakerecilerin faaliyetlerinden sorumlu tutmak bir hatadır. Bu siyaset gelmiş geçmiş tüm cumhurbaşkanları dönemlerinde olduğu gibi şimdi İbrahim Reisi hükümeti döneminde de aynen sürdürülmektedir.
Bu hatırlatmadan sonra İran içerisinde nükleer müzakereler ve KOEP konusundaki duruş ve yaklaşımları üç ayrı grupta değerlendirebiliriz:
Ruhani, Rafsancani ve Hatemi Dönemleri:
Kendilerini reformcu diye tanıtan kesimler, bu cümleden olarak sekiz yıl iktidarda kalan Hasan Ruhani hükümeti,(daha önce Haşimi Refsancani ve Muhammed Hatemi hükümetleri de ) amacın ekonomiyi rahatlatmak olduğunu dile getirseler de gerçekte Batı ile İnkılap paradigması da dahil tüm sıkıntıları gidermeye çalıştılar. Batının her alanda üstünlüğüne ve Batı’ya entegre olmaktan başka çözüm yolu olamayacağına inanan bu kesim ABD’nin yukarıda sıraladığımız planlarının kendi amaçlarına da yardım edeceği düşünce ve niyetiyle KOEP’i imzaladılar. Açıkca ilan edilmesi de bu görüşmeleri füzeler, bölgesel nüfuz, direniş hareketlerinden desteği kesme ve… konularında da sürdürme sözü verdikleri İran’da sık sık dile getirilmektedir. ABD’den herhangi bir garanti almadan, karşı tarafın ekonomik yaptırımları kaldırmasını, taahhütlerini yerine getirmesini beklemeden nükleer tesisleri tahrip ederek ve bilimsel araştırmaları durdurarak bilim adamlarını işten çıkaran Hasan Ruhani hükümetinin bu hatası yüzünden İran’ın sekiz yıllık İran-Irak savaşında uğradığı düzeyde (Bir trilyon USD) bir zarara uğradığı dillendirilmektedir.
Bazı gözlemcilere göre, Amerikalıların KOEP’in ruhu dedikleri bu alenen açıklanmayan vaatler İmam Hamanei’nin karşı çıkması sonucu sonuçsuz kalınca Donald Trump anlaşmadan çekilmek kararı almıştır.
İbrahim Reisi Dönemi:
Ruhani ekibinin aksine hükümet programını ekonomi de dahil tüm alanlarda nükleer görüşmelerden bağımsız olarak hazırladıklarını ve sürdüreceklerini sık sık vurgulayan şimdiki Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi aynı zamanda müzakereleri de ciddiyetle sürdürmektedir.
İran’da İbrahim Reisi ekibinin Amerikalıların gizli açık amaçlarının farkında olarak görüşmelerde nasıl bir siyaset izledikleri konusunda da farklı görüşler ileri sürülmektedir.
Bazı gözlemcilere göre Reisi ekibi uluslararası alanda İran lehine öne çıkan olumlu şartları, Rusya-Ukrayna savaşı, enerji krizi vb gelişmeleri de dikkate alarak görüşmelerde avantaj koparabileceğine ve bu vesileyle ülke ekonomisini rahatlatabileceğine inanmaktadır. Bunun için şartları yerine getirilirse ABD’nin KOEP’e dönmesine rızayet gösterecek ve geçici de olsa anlaşmanın avantajlarından yararlanmak isteyecektir. İran’ın şartlarının başında UAEA’da devam eden PMD (Nükleer programın muhtemel askeri boyutları iddiası) dosyasının tümden kapatılması, ABD’nin anlaşmadan ayrılmayacağına dair garanti vermesi ve yaptırımların kaldırılacağının pratikte denenmesinden sonra İran’ın taahhütlerini yerine getirmesi gelmektedir.
Bazı gözlemcilere göre Reisi ekibi ileri sürülen şartlar karşı tarafca kabul edilmese bile iç ve dış baskılara son vermek ve mümkün olduğunca İran’ın dış ülkelerde bloke edilen mal varlığını ülkeye getirmek için anlaşmayı her halukarda imzalayacaktır. Çünkü Reisi’nin daha önce yaptığı açıklamalarda KOEP’in verilen tavizler karşılığında alınmış bir çek olduğunu, Ruhani ekibinin bu çeki tahsil edemediğini, kendi ekibinin bunu tahsil edecek dirayete sahip olduğunu belirtmişti. Olumsuz sonuçlar doğurması durumunda ise bu anlaşmanın önceki hükümet zamanında imzalandığını ve kendisinin sorumlu tutulamayacağını söyleyecektir.
Bazı gözlemcilere göre Reisi hükümeti ileri sürdüğü şartların ABD tarafından kabul edilmeyeceğini biliyor ve ülke içi ve uluslar arası alanda kamu oyu baskısından kurtulmak ve suçu ABD’nin üzerine atmak için anlaşma yanlısı olduğu taktiğini uygulamaktadır. Reisi, KOEP’in başından beri İran’ın aleyhinde olduğunun farkındadır ve yeniden ihya edilmesinde herhangi bir fayda görmemektedir.
Said Celili ve Bazı KOEP Karşıtları:
Eski nükleer müzakereci ve hala Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Rehber’in temsilcisi olan Said Celili gibi bazı siyasetçiler ve gözlemciler ise KOEP’e hangi şartlarda dönülürse dönülsün İran’ın zararına olacağını ileri sürmekteler. Bunlara göre, ABD’nin Donald Trump zamanında anlaşmadan çekilmesi aslında İran lehinedir, ABD’nin yeniden anlaşmaya dönmesinin kabul edilmesi İran için tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu görüşte olanlara göre; KOEP her bakımdan İran’ın zararınadır, bu anlaşmada yaptırımların kaldırılacağına dair, özellikle de bankacılık sistemi ve Doların kullanılmasına dair İran’a herhangi bir taahhütte bulunulmamıştır. Kaldırılacak değil askıya alınacağı belirtilen yaptırım listesinin tüm yaptırımların ancak dörtte birine tekabül etmektedir ve bu sınırlı sayıdaki yaptırımlar ile 2015 yılında askıya alınan BMGK yaptırım kararlarının bile snapback(geri tepme mekanizması) uyarınca yeniden uygulanabilirlik yeteneği bulunmaktadır.
Bu çevrelere göre KOEP’in en zayıf yanı snapback mekanizmasıdır. Snapback veya geri tepme kuralına göre anlaşma taraflarından biri İran’ın anlaşmaya aykırı davrandığı iddiasında bulunur ve bu iddia anlaşma tarafı ülkelerden oluşan komisyonda kabul edilirse İran aleyhinde uygulanan tüm yaptırımlar geri dönecek ve otomatik olarak yeniden uygulanacaktır. Komisyonda Batılı ülkelerin çoğunlukta olduğu dikkate alındığında yerli yersiz her iddianın kabul edilmesi her an olasıdır. Çünkü Batılı ülkelerin UAEA Tahkim Kurulunda da çoğunluk silahıyla uyduruk bahanelerle İran aleyhinde sık sık karar aldıklarını hatırlatmaktalar.
KOEP anlaşması karşıtlarının görüşüne göre Batılı ülkelerin kontrolündeki UAEA İran’ın PMD dosyasını asla kapatmayacak ve geçmişte olduğu gibi İsrail’in kışkırtmasıyla her an mesnetsiz iddialar ileri sürerecek ve PMD dosyasını İran’ın başı üzerinde Demoklesin kılıcı gibi kullanacaktır.
Said Celili ve aynı görüşte olan çevrelere göre KOEP hiçbir zaman tahsil edilemiyecek karşılıksız bir çektir, sadece İran’ı oyalamak, İran’ı ilkelerinden tedrici bir şekilde uzaklaştırmak, uluslar arası sisteme katıp normalleştirmek ve direniş cephesini ortadan kaldırmak için sinsice hazırlanıp Batıcı Ruhani ekibine imzalattırılmış büyük bir kayıptır. Zararın neresinden dönülürse kardır misali daha fazla vakit kaybetmeden bu anlaşmadan uzaklaşmalı, yaptırımlarla yaşamaya uyum sağlanmalı ve sultacı Batı dışındaki ülkelerle ilişkilere ilavaten ülke içindeki imkan ve dinamiklere sarılarak yola devam edilmelidir.
Ziya Türkyılmaz
Erbain Yürüyüşünün Yetenek ve Kapasitesi
Allah’ın Adıyla
Erbain yürüyüşünün daha şimdiden, başlangıç aşamasında müstekbirleri dehşete düşürmesi içinde barındırdığı yetenek ve kapasiteden kaynaklanmaktadır.
Erbain yürüyüşünün asırlar sonra yeniden ihya edilmesi, son elli yıl içerisinde İslam dünyasında, özellikle de Şiilerin yaşadığı coğrafyada meydana gelen kıyam ve inkılaplardan bağımsız düşünülemez. Erbain yürüyüşü gerçekte bu yeni uyanış ve diriliş hareketinin tezahürlerinden bir tezahür ve belki en güçlülerinden biridir. Hidayet önderlerinin oraya koyduğu çizgiye bir tür yöneliştir. Çünkü;
Hidayet önderlerinin varlığı her daim şeytani güçleri korku ve dehşete düşürmüştür.
Hidayet önderlerinin varlığı istikbar güçlerinin varlığını tehdit etmiştir.
Resulullah’tan (saa) sonra Masum İmamların varlığı tağuti saltanatların korkulu rüyası olmuş ve tağutlar imamların varlığına tahammül edememişlerdir.
Velayetin ağırlığı ve azameti tağutları tedirgin etmekteydi. Dolayısıyla velayet elbisesi giyecek şahısların yok olması gerekiyordu.
Emevi saltanatı imamların varlığına tahammül edememiş, varlıklarının toplumdan ve dünyadan yok olması gerektiğini düşünerek onları şehit etmişlerdir.
Abbasi saltanatı ise iktidarlarının ilk aşamasında imamları kendi yanlarında bulundurup Onların arkasına saklanarak saltanatlarını yok olma tehlikesinden korumak istiyorlardı. Bundan dolayı hem imamların kendilerini hem de mezarlarını koruyormuş gibi görünüyorlardı.
Çok geçmeden bu siyasetlerinin işe yaramadığını görünce yani masum imamın arkasına saklanıp siyaset yapamayacaklarını anlayınca imamları şehid etmekle kalmamış, mezarlarına bile tahammül edemeyerek tahrip etmişlerdir.
Abbasi saltanatının son dönemlerine kadar 11 imam şehit edilmişti, 12. İmam Hz. Mehdi‘nin (af) gaybet dönemi başlamıştı. Geçen bu süre boyunca Hz. Mehdi’nin (af) varlığı tağutları korkutmayacak kadar az tanınmıştır. Bu dönem sessizlik dönemidir.
Gaybet döneminde Hz. Mehdi’nin (af) varlığı hissedilmediği için ağırlığı ve düşmanları korkutacak boyutu da hissedilmemektedir.
Ancak bu dönemde İmam Hüseyin’in (as) kıyamı Muharrem-Sefer aylarında Kerbela‘daki mazlumiyet, Aşura’daki beyaz ve parlak sayfa dilden dile, sineden sineye aktarılarak günümüze kadar canlı kalması sağlanmıştır.
İslam ümmetine hakim Emevi ve Abbasi saltanatlarının devamındaki öteki tağuuti hükümetler ve nihayet Osmanlı saltanatının yıkılıp yok olmasıyla son 200 yılda İslam ümmeti Batı uygarlığının doğrudan ve dolaylı güdümündeki tağuti sistemlerin tahakkümü altında seküler sistemlere mahkum olarak onların emrinde yaşamak zorunda kalmıştır ve bu durum hala da devam etmektedir.
Bu yeni dönemde beşeri sistemler ve tağuti iktidarlar varlıklarını tehdit eden velayet çizgisini asil çizgisinden saptırma yöntemine başvurmayı tercih etmektedirler. Bunlardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz:
Hüseyni kıyamı tahrif edip içini boşaltmak, İmam Hüseyin’in (as)sadece mazlumiyetini gündemde tutarak hakikatinin ve hedeflerinin ortaya çıkmasını engellemek.
Halkı velayetin devamı ve kurtuluş reçetesi Mehdilik inancından uzak tutmak.
İmamlar için görkemli türbeler yapmak, altınlarla süslemek, türbe ziyaretleri ve matem merasimlerinin görkemli bir şekilde yapılmasını sağlamak için her türlü kolaylık ve imkanı sağlamak.
Daha tehlikeli olan ise iktidarların matem merasimlerini festival düzenleniyormuş gibi destekleyip teşvik etmeleri.
Gaybet zamanında alimlerin, mütefekkirlerin, müminlerin vazifesi Muharrem, Kerbela, Aşura ve Erbaini müstekbir güçleri, tağuti sistemleri korkutacak, endişelendirecek bir şekilde beyan etmek olmalıdır. Yani Hüseyni kıyamda “Tebyin Cihadı”, halkı aydınlatma cihadı gerçekleştirmek gerekir.
Aşura merasimleri tağuti rejimleri korkutmuyorsa,
Alimlerin Muharrem-Safer sohbet ve hutbeleri toplumu Hüseyni olarak şuurlandırmıyorsa,
Muharrem ve Kerbela’nın mesajı beşeri sitemleri tedirgin etmiyorsa,
Erbain yürüyüşü ve ziyareti küresel istikbarı dehşete düşürmüyorsa,
Ve
Bütün bunlar Hüseyni kıyama hizmet değil, Hüseyni mazlumiyeti anmadır sadece.
Selam olsun Hüseyni kıyamı, Hüseyni dille beyan edenlere!
Selam olsun Tebyin Cihadı gerçekleştirip Velayet sahibi Hz. Mehdi’nin (af) zuhuruna ortam hazırlayanlara!
Sabahattin Türkyılmaz
İmam Hüseyin'in (a.s) Şehadetinin 40.Günü (Erbain)
Bugün şehitler serveri, Ehl-i Beyt'in III. imamı İmam Hüseyin ibn-i Ali'nin (as) ve Kerbela şehitlerinin şehadetinden 40. günü. İmam'ın 40. günü İslam takviminde önemli günlerden birisidir. Bugün ilk kez Peygamber Efendimizin büyük sahabesi Cabir ibn-i Abdullah Ensarî Kerbela şehitlerini ziyaret etmiştir.
Muharrem-Sefer mateminde Aşura gününden sonra en büyük kalabalığa sahne olan gün işte bu Erbain günüdür. Bilindiği gibi bu günlerde Kerbela'ya milyonlarca Müslüman akın etmekte ve bu hüzne ortak olmak istemektedirler.
Kerbela şehitlerinin kırkıncı günü, o hazreti yakından ziyaret etmek müstehaptır. Bir hadiste şöyle nakledilmiştir; İmam Cafer-i Sadık'a (as) sorulur:
"İmam Hüseyin'i (as) ziyaret etmek için diğer başka zamanlardan daha üstün bir zaman var mıdır?" O şöyle buyurdu: "Her zaman o hazretin ziyaretine koşun. Çünkü o hazreti ziyaret etmek sizlere hayır getirir ve kim onu daha çok ziyaret ederse, daha çok hayır elde eder... O hazreti mübarek zaman ve günlerde ziyaret etmeye çalışın, çünkü o zaman salih amellerin sevabı artırılır ve melekler o hazreti ziyaret etmek için göğden yere inerler..."
Şeyh Tusi, kaleme almış olduğu "Tehzib" ve "Misbah" adlı eserlerinde şunu rivayet eder; İmam Hasan Askeri (as) şöyle buyurmuştur:
"Müminin beş alameti vardır:
1. Her gün elli bir rekat (on yedi rekât farz ve otuz dört rekat nafile) namaz kılmak,
2. Sağ ele yüzük takmak,
3. Secdede alnı toprağa koymak. Yüksek sesle "Bisillahir-Rahmanir-Rahim" demek,
4. "Erbain" günü imam Hüseyin'i (as) ziyaret etmek,
5. "Erbain" gününe ait ziyaratnameyi okumak."
İmam Hüseyin'in (as) Erbain'i kıyamete değin devam edecek bir törendir. Hz. Hüseyin'in (as) amaç ve hedefleri Allah Resulü'nün (saa) amaç ve gayelerinden farklı değildir. Ali (as) şöyle buyuruyor:
"Allah Teala, Peygamberin eliyle halkı cehaletten ve sapıklıktan kurtardı."
İlahi rehberler topluma sağduyu ve maneviyat getirirler. Masum İmamlar şunu buyururlar:
"İnsanların en çok bağışlayanı Peygamber olmuştur. Peygamber manevi bir sofra açıp, insanlığı bu sofraya çağırmıştı."
İmam Hüseyin de tıpkı Peygamber gibi hareket etmiştir. Seyidü'ş-Şüheda Hazretleri, Rabbani Peygamberler gibi önde gitti ve halkı peşinden gelmeleri için çağırdı.
Hz. Hüseyin Zil-Hicce ayının 8. günü Kabe'yi ziyarete girenlere şunları buyurdu:
"Bugün bizim kurban edileceğimiz yer Kerbela toprağıdır ve ihram elbisemiz de kefenimizdir. İslam'ın hayat bulması ve kurtulması için canımızı vermeliyiz. Bu yolda canlarını verip, kurban olmaya hazır hissedenler benimle gelsin. Benimle gelenlerin vatanı Ligaullah'tır. Görünüşte zafer kazanma niyetinde olanlar bana katılmasın."
Mescid-i Aksa Kıyamda; Binlerce Filistinli Katıldı
Mescid-i Aksa’da, el-Halil’deki İbrahim el-Halil Camii’nde ve Nablus’un Eski Belde semtindekiler başta olmak üzere Batı Şeria’daki camilerde bugün (16 Eylül Cuma) “Büyük Fecir-Şehitler Fecri” etkinliklerine ve sabah namazına binlerce kişi katıldı.
İşgalcilerin Mescid-i Aksa’yı Yahudileştirme planlarına ve Yahudi yerleşimcilerin baskın çağrılarına karşı Mescid-i Aksa’yı korumak amacıyla başlatılan “Büyük Fecir” kampanyası kapsamında bu sabah Mescid-i Aksa’da kılınan sabah namazına çok sayıda kişinin katıldığı bildirildi.
El-Halil’in Eski Belde semti de bu sabah “Büyük Fecir” kampanyası kapsamında İbrahim El-Halil Camii’nde sabah namazı kılmaya gelen çok sayıda Filistinliyi ağırladı.
İbrahim El-Halil Camii’nde kılınan sabah namazından sonra Filistinli üç çiftin nikahları kıyıldı, ilahiler ve marşlar eşliğinde cemaate sıcak içecekler ikram edildi.
Cenin’de de Kabatya beldesi sakinleri Eski Camii’de kıldıkları sabah namazıyla şehitlerin yolundan yürümeye devam edeceklerini vurguladı.
Batı Şeria’daki camilerde sabah namazı kılmaya gidenlerin tekbir getirdikleri ve direniş lehine sloganlar attıkları belirtildi.
İşgalcilerin kirli planlarına karşı koymak amacıyla düzenlenen “Büyük Fecir” faaliyetleri ilk kez Kasım 2020’de El-Halil kentindeki İbrahim El-Halil Camii’nde gerçekleştirilmişti.
Filistin Enformasyon Merkezi
İran: Amerikan Zorbalığı Karşısında Geri Adım Atmayacağız
İran Cumhurbaşkanı İran ve Çin arasındaki stratejik işbirliğini iki ülkenin kapsamlı kalkınma iradesinin bir işareti olarak değerlendirdi ve şunları söyledi: İran İslam Cumhuriyeti, Amerikan zorbalığına karşı hiçbir şekilde geri adım atmayacak.
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ile Özbekistan'ın Semerkant kentinde düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesinin oturum aralarında bir araya geldi.
Ve iki taraf, ekonomik işbirliğini geliştirmek için ikili ilişkilerle ilgili en önemli konular hakkında görüştü ve kararlar aldı.
Bu toplantıda İbrahim Reisi, Devlet Başkanını ve Çin Halkını Ulusal Halk Günü'nü kutlarken, İran'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne üyelik sürecinde bu ülkenin yapıcı tutumlarını takdir etti, ‘ İran İslam Cumhuriyeti, tüm düşmanlıklara rağmen ilerlemesini ve gelişmesini hiçbir zaman durdurmadı ve sürdürecektir’ ifadelerini kullandı.
Ayetullah Reisi, İran ve Çin arasındaki kapsamlı stratejik işbirliği programını iki ülkenin kapsamlı ilişkiler geliştirme iradesinin bir işareti ve sembolü olarak değerlendirdi ve şunları söyledi:
‘Petrol ve enerji, transit, tarım, ticaret ve yatırım alanlarındaki geniş kapasiteler, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin derinleştirilmesi ve geliştirilmesi için çok uygun bir platformdur.’
İran Cumhurbaşkanı Reisi, Amerikan ve Avrupa partilerinin ambargoyu kaldırma taahhütlerindeki iddialarına atıfta bulunarak, şunları vurguladı: İran İslam Cumhuriyeti, Amerikan zorbalığına karşı hiçbir şekilde geri adım atmayacak.’
Ayrıca bu toplantıda Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, İslam Cumhuriyeti'nin uluslararası meselelerdeki bağımsız duruşunu övdü ve şunları söyledi:
‘İran ve Çin arasındaki ilişkiler stratejik ilişkilerdir ve herhangi bir uluslararası gelişmeden bağımsız olarak gelişmeye devam edecektir.’
Bu toplantıda Xi Jinping, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'yi Çin'i ziyaret etmeye resmen davet etti.
YORUMLAR
İran Cumhurbaşkanı Reisi ŞİÖ Zirvesi'nde İkili Temaslarda Bulundu
İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, Özbekistan’ın Semerkant kentinde yapılan Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Zirvesi'ndeki ikili temasları kapsamında Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko ile görüştü.
Mehr'in haberine göre İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesi’ne katılmak üzere geldiği Semerkant ziyaretinin üçüncü gününde devlet başkanlarıyla ikili temaslada bulunuyor. Reisi bugün Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko ile bir araya geldi.
Reisi Semerkant'ta ikili temasları kapsamında Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif ve Şanghay İşbirliği Örgütü Genel Sekreteri Zhang Ming ile de görüşmüştü.
Şanghay İşbirliği Örgütü Devlet Başkanları 22. Toplantısı, bugün Özbekistan’ın tarihi Semerkant şehrinde başladı.
ŞİÖ üyesi ülkelerin bu toplantıdaki gündemi, Batı’nın ekonomik ve ticari yaptırımlarına karşı ticari bir birliktelik sağlamak ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) dolarına karşı ulusal para birimlerine güçlendirmek.
İran, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne Resmen Üye Oldu
Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) Devlet Başkanları 22. Toplantısı, Özbekistan’ın tarihi Semerkant şehrinde başladı.
İlk olarak ŞİÖ üyesi ülkeler liderlerinin katılımıyla başlayan toplantıda Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, açılış konuşması yaparak toplantının gündemi hakkında bilgi verdi ve toplantının başarılı geçmesini diledi.
Mirziyoyev, İran’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’ne resmen üye olduğunu duyurdu.
Zirveye, örgüte üye Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov, Tacikistan Cumhurbaşkanı İmamali Rahman, Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif, Hindistan Başbakanı Narendra Modi, gözlemci ülkeler Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko, Moğolistan Cumhurbaşkanı Ukhnaa Khurelsukh, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, davetli liderler Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkmenistan Cumhurbaşkanı Serdar Berdimuhammedov ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev katıldı.
ŞİÖ üyesi ülkelerin bu toplantıdaki gündemi, Batı’nın ekonomik ve ticari yaptırımlarına karşı ticari bir birliktelik sağlamak ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) dolarına karşı ulusal para birimlerine güçlendirmektir.
İki gün sürecek zirvenin sonunda toplantının sonuçlarını ve üye ülkelerin gelecek politikalarını aktaracak Semerkand Bildirisi yayımlanacak./tesnim
ABD için çember hızla daralıyor
Son bir yılda yaşananlar...
Afganistan, Ukrayna, Tayvan, Suriye, …
Olayların hızına yetişilmiyor.
Her krizin arkasında ABD var.
Her taşın altından o çıkıyor.
Tek derdi dünya hegemonyası.
AMA…
Ama işi çok zor.
Krizleri başlatan ABD.
Ancak hepsi ters tepiyor.
Sürekli vurguluyoruz.
Son bir yılda aldığı yenilgiler…
Afganistan’dan kaçışı…
Kabil Havaalanındaki görüntüler…
Yıllarca konuşulacak.
Ukrayna’da hesabı tutmadı.
ABD derin devleti durumun farkında.
Ya Tayvan olayı…
Amerikalılar bile “aptalca” buluyor.
Tahran ve Soçi zirveleri sonrası,
Suriye’de Fırat’ın doğusunda da telaş var.
Türkiye, Rusya, İran, Suriye birlikteliği ürkütüyor.
ABD DENETİMLİ ÖRGÜTLER
İş sadece bunlarla sınırlı değil.
ABD’nin kurduğu uluslararası örgütler.
Hepsi zayıflıyor.
Yerlerini başkaları alıyor.
ABD denetiminde olmayan örgütler.
ABD her yolu denese de sonuç alamıyor.
Rüzgar tersten esiyor.
İşte onlardan bazıları:
ŞANGHAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ
Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ).
Şu anda askeri bir yanı yok.
Daha çok işbirliği ve dayanışmayı kapsıyor.
5 üye ile kurulmuştu.
O nedenle “Şanghay Beşlisi” de deniyordu.
Şu anda 9 üyesi var.
Sayı az gibi görünüyor.
Ama ŞİÖ’yü çıkarın, dünya büyümüyor, küçülüyor.
Eskiden “ABD öksürürse dünya zatürre olur” denirdi.
Şimdi tam tersi bir durum söz konusu.
Pandemi sürecinde gördük.
ŞİÖ ülkelerinde üretim yavaşladı.
Tüm dünyada fabrikalar durma noktasına geldi.
Bu arada, ŞİÖ’ye üyelik sırası bekleyen de çok
ÖZBEKİSTAN ZİRVESİ
Pandemi nedeniyle ara vermişlerdi.
Yüz yüze görüşmüyorlardı.
Dün liderler Özbekistan’da bir araya geldiler.
15 ülkenin lideri buluştu.
Amerika’ya mesaj…
İlk kez Cumhurbaşkanı Erdoğan da katıldı.
BÜYÜK ÇÖZÜM
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek.
ŞİÖ’yü özetle şöyle değerlendirdi:
“Şanghay İşbirliği Örgütü…
Herhangi bir ittifakın alternatifi değil.
İnsanlığın büyük çözümü.
Asya uygarlığının yükselişi çağına girdik.
Empreyalist-kapitalist sistem çıkmaza girdi.
Şimdi insanlığın önüne yeni bir program geldi.
Hümanist, kamucu, barıştan yana.
Milletlerin bağımsız olduğu…
Paylaşımcı bir uygarlık programı.
Milli Demokratik Uygarlık diyelim.
Bu, Kemalist Devrim'in de programı.
Çöken sistemin alternatifi.”
BRİCS
İlk başta 4 ülkeden oluşuyordu.
Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya.
BRİC diye anılıyordu.
2011 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti(South Africa) de katıldı.
BRİCS oldu.
Yeryüzünün 3’te birine sahip ülkeler.
Dünya nüfusunun yüzde 45’ini oluşturuyor.
2018 yılı itibarıyla GSYİH toplamı 18 trilyon dolar.
Tarımdan, sanayiye…
Her alanda çözüm önerisi sunuyorlar.
ŞİÖ gibi BRİCS’in de önü açık.
Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan'ı da istiyorlar.
Çok sayıda ülke ile yoğun ilişki içindeler.
Etkisi her geçen gün büyüyor.
GELİŞMELER HIZLI
Bunlar sadece ikisi.
Çok sayıda yeni kuruluş var.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov.
“Doların rolünü azaltmak önceliğimiz” dedi.
Bu sadece Rusya’nın değil,
Çin’in, İran’ın, Türkiye’nin, … de talebi.
Her yerde buna uygun adımlar atılıyor.
Dünyada gelişmeler çok hızlı.
Amerika için çember daralıyor.
Bu arada, Çin-Rusya ittifakı da güçleniyor.
İsmet Özçelik
İsmet Özçelikİsmet Özçelik
ABD için “en kötüsü” oluyor.
İmam Hamanei: Herkes Emperyalizmin Politikaları Karşısında Uyanık Olmalı
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, Dünya Ehlibeyt Kurultayı 7. Genel Kurulu üyelerini kabul etti.
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei bu görüşmede, "Dünya Ehlibeyt Kurultayı önemli bir merkezdir. Ehl-i Beyt'e (a.s) bağlı olan merkez İslam dünyasında benzeri olmayan bir büyüklüğe sahiptir" dedi.
Bu kurultayın üyelerinin omuzlarında ağır bir sorumluluk olduğunu vurgulayan İmam Hamanei, "Dünya Ehl-i Beyt Kurultayı Ehl-i Beyt'in öğretilerini yayma merkezi olmalıdır" ifadesini kullandı.
İmam Hamanei, İran İslam Cumhuriyeti'nin diğer ülkelerin içişlerine karışmadığını vurgulayarak, "Sultacı güçlerin İran karşıtı suçlamalarının asıl sebebi İslami düzenin ilerlemesini engellemede başarısız olmasıdır." açıklamasını yaptı.
İslam İnkılabı Lideri, İran'ın emperyalizme karşı büyük mücadele verdiğini ifade ederek, herkesin emperyalizm politikaları karşısında uyanık olması gerektiğine vurgu yaptı.
İmam Hamanei, "İslami düzen, sultacı ve hegemonik düzeninin yedi başlı ejderhasına karşı dimdik durdu. İsitkbar güçlerinin temsilcileri İran’ın birçok planlarını çökerttiğini itiraf etti." dedi.
ABD'nin emperyalizmin başında olduğunu anlatan İnkılap Lideri, "İmam Humeyni (r.a) Kur'an-ı Kerim'den ilham alarak, herkese İslam toplumları arasındaki gerçek olmayan ayrım çizgilerini bir kenara bırakmayı ve tek bir ayrım çizgisini kabul etmeyi öğretti. Bu çizgi İslam dünyası ile istikbar arasındaki çizgidir. Bu inanca dayanarak Filistin'e destek İslam Devrimi zaferinin ilk günlerinde beri gündeme alındı ve rahmetli İmam var gücüyle Filistin meselesinin yanında durdu. İran İslam Cumhuriyeti de İmamın çizdiği siyasi yolu takip etmektedir." diye konuştu.
İslam İnkılabı Lideri konuşmasının önemli bir kısmında ise İran karşıtı ve Şia karşıtı propagandif çalışmalara değinerek "Bu tür propagandanın kaynağı, Amerika'nın, planlarının İslam Cumhuriyeti tarafından etkisiz hale getirilmesinden kaynaklanıyor." dedi.
İmam Hamanei gerçek çizginin İslam ve emperyalizm çizgisi olduğunu, İslam aleminde, mezhep, ırk, fırka ve aşiret çizgisinin gerçek olmadığını, tek gerçek çizginin İslam alemi ile küfr ve istikbar sınırlarında olduğunu vurguladı.
İslam İnkılabı Lideri sözlerine şunları da ekledi: "Her zaman İslam ülkelerini Şia-Sünni, Arap Acem meselelerine ve diğer araları açan çizgilere aldırış etmemelerini, ilkelere ve temellere uymaya çağırdık. Bazı ülkelerde halihazırda görülen Şia-Sünni, Arap Acem, Şia-Şia ve Sünni-Sünni çatışmaları için kışkırtmaları ve planlamalar Amerika denen büyük şeytanın siyasetidir. Buna karşı uyanık olmalıyız."
İslam İnkılabı Lideri ayrıca İslam Cumhuriyetini diğer Müslüman ülkelerin içişlerine müdahale konusunda suçlayıcı iddialara tepki olarak da "İslam Cumhuriyeti başka ülkelere müdahil olmuyor. Sultacıların ithamları ise İslam Cumhuriyeti'nin önemli başarılarını önlemedeki acziyetinden ve güçsüzlüğünden kaynaklanıyor." vurgusunda bulundu.
Mukteda es-Sadr siyasi faaliyetinin sona erdiğini duyurdu
Irak'taki Sadr Hareketi lideri Seyyid Muktedi es-Sadr, son olarak yasadışı talepler ve siyasi partilerin kendisiyle anlaşmazlığı üzerine siyasi faaliyetten çekildiğini duyurdu.
Irak'taki Sadr hareketinin lideri Seyyid Muktedi es-Sadr, Ayetullah Seyyid Kazım Haeri'nin(Hayri) hiçbir zaman liderlik ve otorite iddiasında bulunmadığını ve geri çekilmeyeceğini açıklamasının ardından Pazartesi sonsuza kadar siyasi faaliyetlerine son verdiğini duyurdu.
Sadr hareketinin ve Mukteda es-Sadr'ın birçok destekçisinin taklit mercii olarak bilinen Ayetullah Seyyid Kazım Hüseyni Ha'eri, bugün hastalık ve yaşlılık nedeniyle makamdan istifa ettiğini açıklayarak dolaylı olarak Mukteda es-Sadr'a ve Mukteda es-Sadr'a hitap etti. Irak halkı arasında bölünmeye neden olan Sadr hareketini şiddetle eleştirdi.
Mukteda es-Sadr'ın açıklaması ise şöyle dedi: "Ayetullah Hayri de dahil olmak üzere birçok kişi, Tanrı'nın lütfu ve babamızın lütfuyla elde ettiğimiz bu liderliğin, onların lütfu veya emriyle elde edildiğini düşünüyor."
Sadr; Necef Eşref'in dini otoritenin ana koltuğu olduğunu vurguladı ve hiçbir zaman yanılmazlık, içtihat ve hatta liderlik iddiasında bulunmadığını ve kendisini sadece "iyiliği emredip kötülüğü yasaklamaya çalışan biri" olarak gördüğünü ve bundan başka bir amacı olmadığını da sözlerine ekledi. Sadr, Şii siyasi güçlerin neden olduğu bazı çarpıklıkları düzeltmek" ve "onları milletlerine yaklaştırmak" istediğini ekledi.
Sadr, "Ayetullah Hayri’nin istifasının ve bu açıklamayı yayınlamasının şahsi iradesi olmadığını bilsem de artık siyasi işlere karışmayacağımı ve bundan sonra da arenadan ve tüm makamlardan tamamen çekileceğimi beyan ederim. Sadr hanedanının türbesi, müzesi ve miras enstitüsü hariç, bütün kuruluşlarımızı da kapatacağım."dedi.
Sadr; "ölsem veya öldürülürsem bana Fatiha okuyun" dedi.
Ayetullah Hayri’nin Mukteda es-Sadr'ın son aylarda ve haftalardaki eylemlerine yönelik eleştirisi, dün Necef Eşref'teki en yüksek Şii otoriteye yakın din adamlarından Seyyid "Raşid el-Hüseyni"nin halktan gelen bir soruya cevaben geldi. Sadr hareketinin destekçileri, son dönemde parlamentoya ve ülkenin yargı sistemine karşı yapılan protesto ve gösterilere yolsuzluğa karşı bir "devrim" olarak tepki göstererek, "Her devrimci eylem, ortaya çıktığı anda masum İmam (a.s) tarafından yönlendirilmelidir. Meşruiyetimizi otoriteden almalıyız..."
Seyyid "Raşid el-Hüseyni"nin bu sözleri Mukteda Sadr'ın destekçileri tarafından sosyal ağlarda ağır saldırılarla karşılandı.
Bir ayı aşkın süredir Irak'taki Sadr hareketi, siyasi farklılıklar nedeniyle yandaşlarını protestoya sevk ediyor. Bu hareket, parlamento binasını işgal ederek ülkenin siyasi sürecini durdurdu ve yeni hükümetin kurulmasını geciktirdi. Aynı zamanda Sadr yanlıları bu ülkenin en önemli yargı kurumu olarak Irak Yüksek Yargı Konseyi binasında oturarak Irak'taki tüm yargı kurumlarının kapatılmasına neden oldu.
Seyyid Muktedi es-Sadr'a yakın bir isim olan "Muhammed Salih El-Iraki" de Sadr yanlısı isyancıların Yüksek Yargı Konseyi binası önünde toplanmasını destekledi ve "Irak halkının yolsuzluğa karşı devrimi" olduğunu iddia etti ve son olarak hükümeti de tehdit etti. Çarşamba günü bu ülkenin halkı isterse devrimin devam edeceğini belirterek, "Halk devrimi sürdürmeye ve yozlaştırıcıları zayıflatıp yok etmeye karar verirse, düşünmedikleri bir ani adım daha atacağız" demişti.
Sadr Hareketi Taraftarları Yeşil Bölge'den Çekiliyor
Irak'taki siyasi gelişmelerin ardından Sadr hareketi liderinin siyasi görevden emekli olduğunu açıklamasıyla birlikte Irak sokaklarında tansiyon yükseldi. Hareket ve Irak güvenlik güçlerinin arasında yaşanan çatışmada ölenlerin sayısı 30’a yaralananların sayısı ise 700’e yükseldi.
Buna karşılık, Mukteda Sadr, açlık grevine başladığını duyurdu.
Yetkililer ülkede sokağa çıkma yasağı getirirken Mukteda Sadr taraftarlarına şiddete son verilmesi çağrısında bulundu ve bir ssat içinde meclisten ve sokaklardan çekilmelerini söyledi.
Sadr hareketinin destekçileri an be an Yeşil Bölge'den çekilmeye başladı.
Sadr, Pazartesi günü Twitter hesabından yaptığı açıklamada, siyasetten çekildiğini açıklamıştı.