
کارگر
AGD'den İstanbul'da protesto eylemi! İsrail ile abad olunmaz
Katil İsrail rejiminin İstanbul'daki konsolosluğunun önünde bir araya gelen binlerce kişi Herzog'un Türkiye'ye gelecek olmasına tepki gösterdi.
Terör ve işgal devleti Siyonist İsrail rejiminin İstanbul'daki konsolosluğunun önünde bir araya gelen binlerce kişi Herzog'un Türkiye'ye gelecek olmasına tepki gösterdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde yapmış olduğu açıklamayla Siyonist İsrail rejimi Cumhurbaşkanı Yitzak Herzog'un Türkiye'ye geleceğini duyurmuştu. Türkiye ile İsrail rejimi arasında "normalleşme" olacağını vurgulayan Erdoğan, ilişkilerde kazan kazan anlayışında olduklarını dile getirmişti.
MİLLİ GÖRÜŞÇÜLER MEYDANLARA İNDİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, işgalci İsrail rejimine ilişkin sözleri hayretle karşılanırken Milli Görüş hareketi her zaman olduğu gibi yine Filistin davasına sahip çıktı. Anadolu Gençlik Derneği'nin çağrısıyla meydanlara inen çok sayıda vatandaş, Herzog'un Türkiye'ye gelecek olmasına tepki gösterdi.
İSTANBUL'DAKİ EYLEMİN ADRESİ İSRAİL KONSOLOSLUĞU OLDU
AGD İstanbul Şubesi, işgalci İsrail rejimi Cumhurbaşkanı Herzog’un ülkemize yönelik ziyaretine ilişkin olarak Pazartesi akşamı saat 21.00'da İsrail rejimi Konsolosluğu önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasını yapan AGD İstanbul Şube Başkanı Mehmet Yaroğlu, "Buradan ülkemizi yönetenlere yüksek sesle soruyoruz: Değişen ne olmuştur da İsrail ile işbirliğini arttırma ihtiyacı doğmuştur? Bu geliş İsrail’in önümüzdeki dönemde yürüteceği hangi hamlelerin habercisidir? Şimon Perez, gazi meclisimizde konuştuktan, dakikalarca alkışlandıktan sonra bölgemizde müslümanların hayrına ne gerçekleşmiştir?" ifadelerini kullandı.
AMERİKA'DAN, İSRAİL'DEN DEĞİL, ALLAH'TAN KORKUN!
İsrail rejiminin İstanbul'daki konsolosluğunun önünde gerçekleştirilen basın açıklamasında konuşan AGD İl Başkanı Yaroğlu, Müslüman ülkelerin idarecilerine de seslendi. Yaroğlu, "Amerika’dan, İsrail’den, Avrupa’dan, Rusya’dan, Çin’den değil, Allah’tan korkun, Allah’tan korkun, Allah’tan korkun! Allah’a güvenin, ahiretinizi düşünün! Tarihinize bakın inancınıza sarılın! Bu aziz millet israil’in siyasetinde figüran olmayı hazmedemez. Derhal! Bu politikadan vazgeçin! Bölgemizde bulunan Müslüman ülkelerle işbirliğini geliştirin! Sorunlara birlikte çözüm arayın!" dedi.
'Amerikancı İslam, Suriye’yle Savaşan, İsrail’le Normalleşen İslam’dır'
YDH Genel Yayın Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu, Mehr Haber Ajansı’ndan Azar Mahdava’nın Amerika tarafından bölgede desteklenen “İslam” anlayışının özellikleriyle ilgili sorularını cevapladı.
İran İslam Cumhuriyeti’nin sunduğu İslam modeli ile bölgede Amerika’nın desteklediği İslam modeli arasındaki fark nedir?
Sorunuz karşılaştırma yapmamızı gerektirdiği için öncelikle İran’ın modelinin özelliklerini açıklamanın uygun olacağını sanıyorum. Böylece Amerikan modelinin ne olduğu ve niçin ortaya çıkarıldığı da kendiliğinden aydınlığa kavuşmuş olur.
1979’daki İran İslam Devrimi, şu üç ilkeyi gerçekleştirmeyi hedeflemişti: “İstiklal, özgürlük, İslam Cumhuriyeti.”
“İstiklal”, herhangi bir süper güce bağlı olmamayı, “Özgürlük”, Şahlığın veya diktatörlüğün reddini ve halkın siyasete özgürce katılımını; “İslam Cumhuriyeti” ise kurulacak devletin kimliğini ve şeklini ifade ediyordu.
1979’da kurulan İran İslam Cumhuriyeti, sadece modern dünya siyasal sistemi açısından değil, İslam siyasi tarihi ve devlet felsefesi açısından da hem “yeni” hem de “orijinal” bir model oldu.
İran İslam Cumhuriyeti’nin modern dünya siyasal sistemi açısından neden “yeni” ve “orijinal” bir model olduğu detaylı bir izahı gerektirmiyor. Zira modern dünyada din, sadece bireysel hayata ilişkin bir fenomen olarak görülüyordu; doğal olarak da toplumsal ve siyasal iddialara sahip “dini bir devlet”, “yeni” ve “orijinal” bir modeldi.
Peki İran İslam Cumhuriyeti, İslam siyasi tarihi ve devlet felsefesi bakımından neden yeni ve orijinal bir modeldir? Halbuki, İslam tarihi boyunca kurulmuş onlarca “hilafet” veya imparatorluk söz konusu ve hepsi de “İslam devleti” olarak niteleniyor.
Eğer “İslam devleti”, kavramını sadece yasalarını İslam hukukundan alan veya yasaları İslam hukukuyla çelişmeyen devlet olarak tanımlarsak evet, İran İslam Cumhuriyeti’nin İslam tarihi açısından “yeni” ve “orijinal” bir model olduğunu söyleyemeyiz.
Zira şu an kendini “İslam devleti veya cumhuriyeti” olarak tanımlamayan birçok ülkenin bile yasalarının ya tamamı veya bir kısmı İslam hukukuna dayanıyor. Bazı ülkelerin anayasasında da “İslam hukukuna aykırı yasa çıkarılamaz” şeklinde madde bulunuyor.
O halde İran İslam Cumhuriyeti’ni “yeni” ve “orijinal” yapan şey, yasalarının İslam hukukuna dayalı olması değil, getirdiği siyasal sistemdir. “Velayet-i Fakih” adlı bu sistem her ne kadar Şii teolojisinden üretilmiş bir siyasal model olsa da aslında “halifenin ehl-i hal ve akd tarafından seçilmesini” öngören Sünni siyaset fıkhına çok daha uygundur.
Zira Sünni siyasal fıkha göre Peygamberden sonraki dört halife, “ehl-i hal ve akd”in seçimiyle belirlendiği için örnek bir İslami modeldir.
Bu durumda Sünni siyasi fıkhın kriterlerini esas alarak şu soruya bir cevap arayalım: Acaba “Uzmanlar (hubregan) Meclisi”nin seçimiyle belirlenen Velayet-i Fakih sistemi mi Sünni siyasi fıkha uygundur? Yoksa saltanata dayalı Emevi, Abbasi veya Osmanlı halifelikleri mi?
Bu sorunun cevabı açık: Dört halifeden sonra ehl-i hal ve akdin seçimiyle belirlenmeyen, kılıç gücüyle kurulup saltanat yoluyla devam eden halifelikler, Sünni siyasi fıkhın kriterlerine uygun değildir. Dolayısıyla da kendi dönemlerindeki başka dinlere mensup krallıklarla benzerliği çok daha fazla olan bu halifeliklerin “yeni” ya da “orijinal” bir tarafı bulunmuyor.
Sorunuzun ikinci kısmı olan “Amerika’nın desteklediği İslam modelinin” İran modeli ile olan farkına geçmeden önce Amerika’nın neden bir İslam modeline ihtiyaç duyduğuna değinmeliyiz.
Amerika, yok edemeyeceği yahut kontrol altına alamadığı şeylerin sahtesini üretiyor. Böylece onu hem kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor hem de değersizleştiriyor.
Örneğin Amerika Soğuk Savaş döneminde çok uzun bir süre Sovyetlere ve Marksist ideolojiye karşı bölge ülkelerinde İslam’ı kullanmış; CIA da buna “yeşil kuşak stratejisi” adını vermişti.
Bu meselenin Türkiye’ye yansıyan yanıyla ilgili bir örnek vereyim. 15 Temmuz 1968’de Türkiye’ye gelen Amerikan 6. Filosu solcu üniversite öğrencileri tarafından protesto edilirken, o dönemin İslamcı yazarları tarafından kışkırtılan “dindarlar” protesto yapan solcu öğrencilere taşlar ve sopalarla saldırır. Türkiye’deki İslamcı çevrelerin Amerikan karşıtlığı İran devriminin etkisiyle 1980’lerde başlayan bir eğilimdir.
Bölgedeki İslami hareketler, İran devriminin etkisiyle Amerika’nın kullandığı araç olmaktan çıkmaya başlayınca Amerika bu kez çıkarlarıyla çelişen İslam’ı “aşırı”; çıkarları doğrultusunda kullandığı İslam’ı ise “ılımlı” diye niteledi.
Böylece bölgede Amerika liderliğindeki sulta düzenine karşı direnenlere karşı, Amerikan çıkarlarına hizmet eden bir İslam anlayışı üretildi ve desteklendi. Amerikancı İslam’ı tanımak da farkını anlamak da çok kolaydır.
Örneğin Amerikancı İslam, Suriye ve Irak’a karşı Müslümanları cihada; İsrail’e karşı ise siyasi çözüme çağıran İslam’dır.
Amerikancı İslam, Suriye’yle savaşı, İsrail’le barışı ve normalleşmeyi savunan; Suriye’ye karşı savaşanlara silah verip, İsrail’e karşı savaşanları silah bırakmaya teşvik eden İslam’dır.
Amerikancı İslam güvenliğini Amerika’ya teslim eden, ülkesinin hava sahasını NATO hava sahası olarak tarif eden İslam’dır.
Amerikancı İslam, “peygamber şimdi gelse NATO ile ittifak yapardı”, “masum siviller ölse bile Allah onları zaten cennete koyacak bu yüzden Şam sokaklarında bombalı saldırı yapmak caizdir” diyen İslam’dır.
Amerikancı İslam, ülkesini Amerikan askerlerine açan, İsraillileri Yemen’e taşıyan, Irak’a yaptıklarını Suriye’ye neden yapmadın diye Amerika’ya “kızan” İslam’dır.
İran modelinin Amerikan karşıtlığından dolayı ekonomik ambargoya, savaşa, teröre, saldırı tehditlerine maruz kaldığı ve çok ağır bedeller ödediği doğrudur; peki ama Amerikancı İslam, saymakla bitiremeyeceğimiz bu hizmetlerine rağmen Amerika’dan bir iyilik veya menfaat mi görüyor?
Amerikan hizmetkarlığının bedelinin Amerikan karşıtlığından daha ağır olduğunu Amerika’nın kendi müttefikleri itiraf ediyor. Örneğin satın alıp parasını ödedikleri silahların Amerika tarafından kendilerine teslim edilmediğini söylüyorlar.
Amerika’nın vermediği hava savunma sistemlerini başka ülkelerden satın alınca Amerika tarafından cezalandırıldıklarını anlatıyorlar. Bu sorunun çözümünü de yine Amerika’dan bekliyorlar.
Türkiye’nin ürettiği ATAK helikopterini, Amerikan hükümetinin izin vermemesi sebebiyle Pakistan’a satamaması, bu konudaki en çarpıcı örneği oluşturuyor. Zira resmi açıklamaya göre Türkiye, ürettiği bu helikopterde LHTEC şirketinin ürettiği CTS800 tipi motoru kullanıyor ve bu motoru kullanan bir helikopterin satışı için Amerikan hükümetinin izni gerekiyor.
Dolayısıyla Amerikan hükümeti bu izni vermediği için Amerika’nın müttefiki olan Türkiye, Amerika’nın müttefiki olan Pakistan’a helikopter satamıyor.
Amerikancı İslam’ın bölge ülkelerinde iktidarda olan temsilcileri, Beyaz Saray’dan randevu alabilmeyi çok önemli bir prestij göstergesi saysa da Amerikancı İslam’ın CIA veya Suudi istihbaratı tarafından kullanıldıklarının farkında bile olmayan temsilcileri de vardır. Son on yılda bölge ülkelerinin altyapısını tahrip eden silahlı gruplar bu kategoridedir. Amerika’nın terör listesinin başında yer verdiği el-Kaide’yi İdlib’de Suriye ordusuna karşı koruması, ırkçı İsrail rejiminin Kuneytra’da yaralanan el-Kaide militanlarını hastanelerinde tedavi etmesi bunun somut göstergeleridir.
İran İslam Devrimi'nin direniş ekseni ile Filistin'e verdiği desteğin bölge için bir fırsat olduğu; ancak Katar ve Türkiye gibi ülkelerin verdiği desteklerin çok farklı olduğu değerlendiriliyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
İran ve Direniş Ekseni ile Türkiye ve Katar’ın Filistin tanımı, aradaki farkı zaten açık bir şekilde ortaya koyuyor. İran ve Direniş Ekseni “denizden nehre kadar” tüm tarihsel Filistin topraklarını Filistin olarak tanımlıyor. Irkçı İsrail rejimi tarafından 1948’de işgal edilen topraklar ile 1967’de işgal edilen topraklar arasında herhangi bir fark görmüyor.
İran ve Direniş Ekseni’ne göre Filistin sorununun çözümü için ırkçı İsrail rejiminin bu topraklardaki egemenliğine son verilmesi gerekiyor.
Türkiye ve Katar ise ırkçı İsrail rejiminin 1948’de işgal ettiği toprakları İsrail; 1967’de işgal ettiği toprakları ise Filistin olarak tanımlıyor. Dolayısıyla Türkiye ve Katar’a göre Irkçı İsrail rejiminin 1967’de işgal ettiği Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten çekilmesi, Filistin sorununun çözülmesi anlamına geliyor.
Filistin sorununun çözüm planı ve yöntemi konusunda da İran ve Direniş Ekseni ile Türkiye – Katar ekseninin ciddi bir farklılık gösteriyor.
Direniş Ekseni’ne göre ırkçı İsrail rejiminin işgaline sadece silahlı direnişle son verilebilir. Irkçı rejimin Filistin topraklarındaki tasallutu son bulduktan sonra yeni devletin niteliği, buradan zorla göç ettirilmiş olan ve halen yaşamakta olan Müslüman ve Hıristiyan Filistinliler ile tarihsel olarak Filistin topraklarında yaşayan yahut daha sonra İsrail rejimi tarafından getirilen Yahudilerin referandumu ile belirlenmelidir.
Türkiye ve Katar Eksenine göre ise Filistin sorununun çözüm yöntemi silahlı direniş değil, siyasi müzakeredir. Filistinlilerden silahlı direnişi terk etmesini ve İsraillilerden de Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten çekilmesini çözüm olarak ortaya koyan Katar ve Türkiye ekseni, pratikte her şeyi ırkçı İsrail rejiminin insafına emanet ediyor.
Filistin’in kendisine, sorunun niteliğine ve çözüme ilişkin bu temel farklılıklar Filistin’e destek konusunda da açık bir şekilde görülüyor. Direniş Ekseni, Filistinlilere kendilerini savunmaları için direnişe silah ve para desteği sunarken, Türkiye ve Katar ekseninin desteği mali ve siyasi destekle sınırlı kalıyor.
Sizce AK Parti son yirmi yılda Filistin’le ilgili yaptığı propagandalarla Filistin davası için bir model olmayı başarabilmiş midir?
Ak Parti yönetimindeki Türkiye’nin Filistin’in coğrafyasını ve sorununu nasıl tarif ettiğine ve nasıl bir çözüm önerdiğine değindim. Ak Parti, Filistin sorunu konusunda 2002’de Lübnan’da yapılan Arap zirvesinde gündeme getirilen “Suudi Barış Planı”ndan başka bir şey söylemiyor.
Dolayısıyla Ak Parti’nin Filistin konusunda model olabilmesi için öncelikle kendine özgü bir tezinin ve sözünün olması gerekiyor. Bunların hiçbiri onda yok.
Propagandaya gelince… Propagandayı Filistin’i Traump’ın Yüzyılın Anlaşması için satışa çıkaran Birleşik Arap Emirlikleri bile yapıyor. Irkçı İsrail rejimiyle ilişkilerini Filistinlilerin iyiliği için normalleştirdiğini propaganda ediyor. Hiç kuşkusuz bu propagandasına en az Ak Parti kadar da müşteri bulabiliyor.
Ak Parti’nin Filistin konusunda nasıl bir model olduğunu Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaret ettikten sonra Erdoğan’ın konuğu olarak Türkiye’ye gelecek olan ırkçı İsrail rejiminin cumhurbaşkanına sormak gerekir. Hem Emirliklerin hem de Ak Parti’nin Filistin konusunda nasıl bir model olduğunu en iyi o anlatabilir!
Recep Ayına Dair Kırk Hadis
‘Recep ehli nerede?!’ Diye seslenecekler. Yüzleri parlayan ve başlarında inci ve yakutla süslü padişahlık tacı bulunan bir grup ayağa kalkacaktır...
Bismillahirrahmanirrahim
* Recep, Şaban ve Ramazan Şahitlik Eder…
1- Hz. Resulullah (s.a.a):
إن من عرف حرمةرجب وشعبان، ووصلهما بشهر رمضان شهر الله الأعظم شهدت له هذه الشهور يوم القيامة، وكان رجب وشعبان وشهر رمضان شهوده بتعظيمه لها، وينادي مناد: يا رجب ياشعبان ويا شهر رمضان كيف عمل هذا العبد فيكم وكيف كانت طاعته لله عز وجل؟ فيقوم رجب وشعبان وشهر رمضان: يا ربنا ما تزود منا إلا استعانة على طاعتك واستمدادا لمواد فضلك، ولقد تعرض بجهده لرضاك، وطلب بطاقته محبتك.
فقال للملائكة الموكلين بهذه الشهور: ماذا تقولون في هذه الشهادة لهذا العبد؟ فيقولون يا ربنا صدق رجب وشعبان وشهر رمضان، ما عرفناه إلا متقلبا في طاعتك، مجتهدا في طلب رضاك،
صائرا فيه إلى البر والاحسان، ولقد كان يوصله إلى هذه الشهور فرحا مبتهجا. أمل فيها رحمتك، ورجا فيها عفوك، ومغفرتك وكان مما منعته فيها ممتنعا وإلى ما ندبته إليه فيها مسرعا لقد صام ببطنه وفرجه و سمعه وبصره، وساير جوارحه ولقد ظمأ في نهارها ونصب في ليلها، وكثرت نفقاته فيها على الفقراء والمساكين، وعظمت أياديه وإحسانه إلى عبادك، صحبها أكرم صحبة، وودعها أحسن توديع أقام بعد انسلاخها عنه على طاعتك، ولم يهتك عند إدبارها ستور حرماتك، فنعم العبد هذا.
فعند ذلك يأمر الله تعالى بهذا العبد إلى الجنة فتلقاه ملائكة الله بالحباء و الكرامات، ويحملونه على نجب النور، وخيول النواق، ويصير إلى نعيم لا ينفد، ودار لا تبيد، لا يخرج سكانها، ولا يهرم شبانها، ولا يشيب ولدانها، ولا ينفد سرورها وحبورها، ولا يبلى جديدها، ولا يتحول إلى الغموم سرورها لا يمسهم فيها نصب ولا يمسهم فيها لغوب، قد أمنوا العذاب، وكفوا سوء الحساب وكرم منقلبهم ومثواهم.(
“Kim Recep ve şaban aylarının hürmetini tanır (oruç ve ibadetle onlara gerekenilgiyi gösterir) ve onları Allah’ın en büyük ayı olan ramazan ayına bağlarsa, bu aylar kıyamet gününde onun lehine şahitlik eder. Recep, şaban ve ramazan ayları onlara tazimde bulunduğuna dair şahitlik ederler.
Bir münadi şöyle seslenir: “Ey Recep, ey şabanve ey ramazan! Bu kulun sizdeki ameli ve Allah Azze ve Celle’ye itaati nasıldı?” Recep, şaban ve ramazan ayları ayağa kalkıp şöyle derler: “Ey Rabbimiz!Bu kul bizden ancak sana itaat yolunda yararlandı ve lütfunu elde etmek için bizden yardım aldı. Bütün çabasını senin rızanı kazanmaya yöneltti ve var gücüyle muhabbetini elde etmeye çalıştı.”
Sonra bu aylarla görevli meleklere şöyle hitap eder: “Bu kul hakkındaki bu şahitliğe ne dersiniz?” Şöyle cevap verirler: “Ey Rabbimiz! Recep, şaban ve ramazan aylarının söyledikleri doğrudur. Biz onun,sadece senin itaatinde uğraştığını ve rızanı elde etmeye çalıştığını, sürekli iyilik ve ihsana doğru yöneldiğini gördük. Kuşkusuz o bu ayları sevinç ve mutlulukla karşılardı. Bu aylarda senin rahmetini arzular, affını ve mağfiretini umardı. Bu kul, sakındırdığın şeylerden kaçınan ve davet ettiğin şeylere süratle yönelen birisiydi. Oruç tutarken, midesi, cinsel organı, kulağı, gözü ve diğer bütün organlarıyla birlikte oruç tutardı. Bu ayların gündüzlerinde (orucuyla) susardı, geceleri ibadete kalkardı; fakirlere ve miskinlereçok infakta bulunurdu; kullarına büyük yardımda ve iyilikte bulunurdu. Bu aylarla birlikteliği en güzel-en saygın şekildeolurdu. İtaatin üzere onlardan ayrılırken, en güzel şekilde onlarla vedalaşırdı. Onları geride bıraktığında haram perdelerini yırtmazdı. Ne de güzel bir kuldur bu kul!”
İşte o zaman Allah-u Teala bu kulun cennete götürülmesini emreder; melekler hediyeler ve ikramlarla onu karşılar; nurdan binitler ve eğitilmiş atlarla onu taşırlar ve böylece bitmez tükenmez bir nimeteve eskimez bir yurda kavuşmuş olur; öyle bir yurt ki ona yerleşen bir daha çıkmaz, gençleri ve çocukları asla yaşlanmaz, mutluluğu ve güzelliği son bulmaz, yenisi eskimez, sevinci üzüntüye dönüşmez. Orada ne bir zorluk dokunur onlara ne de bir yorgunluk. Azaptan ve kötü hesaptan kurtulmuş olurlar. Dönüşleri saygın, yerleşkeleri saygın olur!”[1]
* Üç Ayların Önemi…
2- Hz. Resulullah (s.a.a):
رَجَبٌ شَهرُ اللّهِ الأَصَبُّ ، يَصُبُّ اللّهُ فيهِ الرَّحمَةَ عَلى عِبادِهِ ، وشَهرُ شَعبانَ تَنشَعِبُ فيهِ الخَيراتُ . وفي أوَّلِ لَيلَةٍ مِن شَهرِ رَمَضانَ تُغَلُّ المَرَدَةُ مِنَ الشَّياطينِ ، ويُغفَرُ في كُلِّ لَيلَةٍ سَبعينَ ألفا ، فَإِذا كانَ في لَيلَةِ القَدرِ غَفَرَ اللّهُ بِمِثلِ ما غَفَرَ في رَجَبٍ وشَعبانَ وشَهرِ رَمَضانَ إلى ذلِكَ اليَومِ ، إلّا رَجُلٌ بَينَهُ وبَينَ أخيهِ شَحناءُ ، فَيَقولُ اللّهُ عز و جل : أنظِروا هؤُلاءِ حَتّى يَصطَلِحوا.
“Recep Allah’ın dökülen ayıdır; bu ayda Allahkullarının üzerine rahmet döker-yağdırır. Şabanda şube şube (çeşit çeşit) hayır imkanı doğar. (Bu yüzden adına şaban denir.) Ramazan ayının ilk gecesinde şeytanlar zincirlenir. Her gece yetmiş bin insan bağışlanır. Kadir gecesi olduğunda ise Recep, şaban ve ramazanda o geceye dek bağışlananlar kadar günahkâr bağışlanır. (Mu’min) kardeşiyle arasında kin ve düşmanlık olan kimse hariç. Allah Azze ve Celle buyurur: “Barışıncaya kadar onların bağışlanmasını erteleyin!”[2]
* Hz. Resulullah’ın (s.a.a) Duası…
3- Hz. Resulullah (s.a.a):
عن أنس : كانَ النَّبِيُ صلى الله عليه و آله إذا دَخَلَ رَجَبٌ قالَ : اللّهُمَّ بارِك لَنا في رَجَبٍ وشَعبانَ ، وبَلِّغنا رَمَضان.
“Enes b. Mâlik Resulullah’ın (s.a.a) Recep ayı girdiğinde şöyle dua ettiğini nakletmektedir: “Allah’ım! Recep ve şabanı bizim için mübarek kıl ve bizi ramazana ulaştır.”[3]
* Eğer Recep Ayında Oruç Tutmuş Olsalardı…
4- Hz. Resulullah (s.a.a):
عن ثوبان قال: كنا [محدقين ظ] بالنبي في مقبرة فوقف ثم مر، ثم وقف ثم مر، فقلت: بأبي أنت وأمي يا رسول الله ما وقوفك بين هؤلاء القبور؟ فبكى رسول الله بكاء شديدا وبكينا، فلما فرغ قال: يا ثوبان هؤلاء يعذبون في قبورهم سمعت أنينهم فرحمتهم، ودعوت الله أن يخفف عنهم ففعل فلو صاموا هؤلاء [أيام رجب وقاموا فيها ما عذبوا في قبورهم، فقلت: يا رسول الله] صيامه وقيامه أمان من عذاب القبر؟
قال: نعم، يا ثوبان والذي بعثني بالحق نبيا ما من مسلم ولا مسلمة يصوم يوما من رجب وقام ليلة يريد بذلك وجه الله تعالى إلا كتب الله له عبادة ألف سنة، صيام نهارها وقيام ليلها، وكأنما حج ألف حجة واعتمر ألف عمرة، من مال حلال وكأنما غزا ألف غزوة، وأعتق ألف رقبة من ولد إسماعيل، وكأنما تصدق بألف دينار، وكأنما اشترى أسارى أمتي فأعتقهم لوجه الله، وكأنما أشبع ألف جائع، وآمنه الله من عذاب القبر، وهول منكر ونكير.
قيل: يا رسول الله صلى الله عليه وآله هذا الثواب كله لمن صام يوما واحدا أو قام ليلةمن شهر رجب؟ فقال رسول الله صلى الله عليه وآله: هذا لمن لا ينكر قدرة الله عز وجل ثم قيل: يا رسول الله ثواب رجب أبلغ أم ثواب شهر رمضان؟ فقال رسول الله صلى الله عليه وآله:
ليس على ثواب رمضان قياس، ولكن شهر رجب شهر عظيم، فقيل: فإن لم يقدر على قيامه؟ قال: من صلى العشاء الآخرة، وصلى قبل الوتر ركعتين بما علمه الله من القرآن، أرجو أن لا يبخل عليه بهذا الثواب، قال ثوبان: منذ سمعت ذلك ما تركته إلا قليلا.
“Sevbân ismindeki sahabi şöyle nakleder: “Bir gün Resulullah’ın (s.a.a) etrafını sarmış bir halde bir mezarlıkta bulunuyorduk. Allah Resulü (s.a.a) bir ara durdu, sonra yürüdü, sonra tekrar durdu ve tekrar yürümeye başlayınca, ben ‘Babam anam sana feda olsun ya Resulallah! Bu mezarların arasında neden durdunuz acaba?’ diye sordum. Allah Resulü (s.a.a) şiddetli bir şekilde ağladı, biz de onunla birlikte ağladık. Sakinleşince şöyle buyurdu: ‘Ey Sevbân! Onlar mezarlarında azap ediyorlardı. Ben iniltilerini duyunca onlara acıdım ve Allah’tan onların azabının hafifletilmesini istedim, O da kabul buyurdu. Eğer onlar Recep günlerinde oruç tutmuş olsalardı ve o ayda (geceleri) ibadete kalkmış olsalardı, mezarlarında azap edilmezlerdi.!
Ben dedim ki: ‘Ya Resulallah! Recebin orucu ve (gece) ibadeti) kabir azabından eman ve güvence mi?’ Şöyle buyurdu: ‘Evet ey Sevbân! Beni hak peygamber olarak seçene andolsun ki herhangi bir Müslüman erkek veya kadın, sadece Allah rızası için Recepten bir gün oruç tutar ve bir gece ibadete kalkarsa, Allah onun için gündüzleri oruç, geceleri ibadetle geçen bin yıllık ibadet sevabı yazar; yine helal mal ile bin hac ve bin umre yapmış gibi olur; bin tane cihada katılmış, İsmail oğullarından bin köle azad etmiş, bin dinar sadaka vermiş, ümmetimin esirlerini Allah rızası için parasıyla azad etmiş, bin açın karnını doyurmuş gibi olur ve Allah onu kabir azabından, Münker’in ve Nekir’in dehşetinden korumuş olur.’
Denildi ki: ‘Ya Resulallah! Bunca sevap Recepten sadece bir gün oruç tutup sadece bir gece ibadete duran kimse için mi?!’ Allah Resulü (s.a.a) şöyle cevap verdi: “Bunlar Allah’ın (Azze ve Celle) kudretini inkar etmeyenler içindir!’
Yine şöyle soruldu: “Ya Resulallah! Recebin sevabı mı daha büyük, yoksa ramazan ayının sevabı mı?’ Şöyle buyurdu: ‘Hiçbir şey ramazanın sevabıyla kıyaslanmaz. Ama Recep ayı da büyük bir aydır.’ ‘Peki, o ayda gece ibadetine kalkmaya gücü yetmezse?’ diye sorulunca da şöyle cevap verdi: “Kim yatsı namazını kılar, sonra vetr namazından önce Allah’ın Kur’an’da öğrettiği surelerden birisiyle iki rekat namaz (Şef’i namazı) kılarsa, bu sevabın ondan esirgenmeyeceğini umuyorum.’
Sevbân der ki: “Bunu duyduğum günden itibaren nadir durumlar hariç yerine getirmeyi asla terk etmedim.”[4]
* İstiğfar Ayı…
5- Hz. Resulullah (s.a.a):
رجب شهر الاستغفار لامتي أكثروا فيه الاستغفار، فإنه غفوررحيم، وشعبان شهري. استكثروا في رجب من قول أستغفر الله، وسلوا الله الإقالة والتوبة فيما مضى والعصمة فيما بقي من آجالكم…
“Recep ayı ümmetim için mağfiret dileme ayıdır; onda bol bol istiğfar edin; zira Allah çok bağışlayan ve çok merhametlidir. Şaban ise benim ayımdır. Recep ayında “Esteğfirullah (Allah’tan mağfiret diliyorum) zikrini çok söyleyin. Geçmişiniz için Allah’tan afv ve tevbe, kalan ömrünüz için ise (günahlardan) korunma dileyin…!”[5]
* Sabah-Akşam İstiğfar ve Tevbe…
6- Hz. Resulullah (s.a.a):
من استغفر الله في رجب وسأله التوبة سبعين مرة بالغداة وسبعين مرة بالعشي يقولأستغفر الله وأتوب إليه ، فاذا بلغ تمام سبعين مرة رفع يديه وقال” :اللهم اغفر لي وتب علي“فإن مات في رجب مات مرضيا عنه ولا تمسه النار ببركة رجب.
“Kim Recep ayında yetmiş defa sabahleyin, yetmiş defa da akşamleyin “Allah’tan bağışlanma diliyorum ve ona dönüp tevbe ediyorum.” şeklinde bağışlanma ve tevbe diler, yetmiş defanın sonunda da ellerini kaldırarak “Allah’ım! Bağışla beni ve tevbemi kabul buyur.” derse, eğer Recep ayında vefat etmiş olursa, Allah’ın rızasını kazanmış şekilde ölür ve recebin bereketiyle ateş ona dokunmaz!”[6]
* Ömrünün Rahmet ve Mağfiretle Bitmesini İstiyorsan…
7- Hz. Resulullah (s.a.a):
من قال في رجب : أستغفر الله الذي لا إله إلا هو وحده لا شريك له وأتوب إليه ، مائة مرة وختمها بالصدقة ختم الله له بالمغفرة والرحمة ومن قالها أربعمائة مرة كتب الله له أجر مائة شهيد…
“Kim Recep ayında yüz defa "اَسْتَغْفِرُ اللهَ لا اِلـهَ إِلاّ هُوَ وَحْدَهُ لا شَريكَ لَهُ وَاَتُوبُ اِلَيْهِ"(Allah’tan bağışlanma diliyorum; O’ndan başka ilah yoktur, yegânedir, ortağı yoktur ve ben tevbe edip ona dönüyorum.”) zikrini söyler ve ardından sadaka verirse, Allah onun (ömrünü) mağfiret ve rahmetle sonlandırır. Kim bu zikri dört yüz defa söylerse, Allah onun için yüz şehidin (tefezzüli) sevabını yazar…”[7]
* Ay, Benim Ayım; Kul, Benim Kulum; Rahmet, Benim Rahmetim!...
8- Hz. Resulullah (s.a.a):
إنَّ اللّهَ تَعالى نَصَبَ فِي السَّماءِ السّابِعَةِ مَلَكا يُقالُ لَهُ : الدّاعي ، فَإِذا دَخَلَ شَهرُ رَجَبٍ يُنادي ذلِكَ المَلَكُ كُلَّ لَيلَةٍ مِنهُ إلَى الصَّباحِ : طوبى لِلذّاكِرينَ! طوبى لِلطّائِعينَ!ويَقولُ اللّهُ تَعالى: أنا جَليسُ مَن جالَسَني ، ومُطيعُ مَن أطاعَني ، وغافِرُ مَنِ استَغفَرَني ، الشَّهرُ شَهري ، وَالعَبدُ عَبدي ، وَالرَّحمَةُ رَحمَتي ، فَمَن دَعاني في هذَا الشَّهرِ أجَبتُهُ ، ومَن سَأَلَني أعطَيتُهُ ، ومَنِ استَهداني هَدَيتُهُ ، وجَعَلتُ هذَا الشَّهرَ حَبلاً بَيني وبَينَ عِبادي ؛ فَمَنِ اعتَصَمَ بِهِ وَصَلَ إلَيَ.
“Şüphesiz Allah-u Teala yedinci semada “Dâî” (davetçi) adında bir melek görevlendirmiştir. Recep ayı girdiğinde bu melek her gece sabaha kadar şöyle seslenir: “Ne mutlu zikredenlere! Ne mutlu itaatte bulunanlara!”
Ve Allah-u Teala şöyle buyurur: “Ben, benimle oturanla oturur, bana itaat edene itaat ederim; benden bağışlanma dileyeni bağışlarım. Ay benim ayım, kul benim kulum ve rahmet benim rahmetimdir. Kim bu ayda beni çağırırsa icabet ederim; kim benden bir şey dilerse dileğini karşılarım; kim benden hidayet dilerse hidayet ederim. Ben bu ayı kullarımla kendi aramda bir ip misali kılmışım; o halde kim bu ipe sımsıkı sarılırsa bana ulaşır!”[8]
* Recep Ayının Değeri…
9- Hz. Resulullah (s.a.a):
عن عبد الله بن عباس قال: كان رسول الله صلى الله عليه وآله إذا جاء شهر رجب جمع المسلمين حوله وقام فيهم خطيبا فحمد الله وأثنى عليه، وذكر من كان قبله من الأنبياء عليهم السلامفصلى عليهم، ثم قال: أيها المسلمون قد أظلكم شهر عظيم مبارك، وهو شهر الأصب يصب فيه الرحمة على من عبده إلا عبدا مشركا أو مظهر بدعة في الاسلام، ألا إن فيشهر رجب ليلة من حرم النوم على نفسه وقام فيها حرم الله جسده على النار، و صافحه سبعون ألف ملك، ويستغفرون له إلى يوم مثله، فان عاد عادت الملائكة.ثم قال: من صام يوما واحدا من شهر رجب أومن من الفزع الأكبر وأجير من النار.
İbn-i Abbas’tan şöyle nakledilmiştir: “Allah Resulü (s.a.a) Recep ayı geldiğinde Müslümanları etrafına toplar onlara hutbe okumak için ayağa kalkar, Allah’a hamdüsena eder, kendinden önceki peygamberleri yad edip onlara salat eder, sonra şöyle buyururdu: “Ey Müslümanlar! Büyük ve mübarek bir ay sizi gölgelemiştir.
Bu aya “Asabb” (dökülen) adı verilmiştir; zira bu ayda Allah’a ibadet-kulluk eden kimsenin üzerine rahmet dökülür-yağar, bir müşrik olan bir de İslam’da bidat çıkaran kul hariç! Bu ayda bir gece vardır[9]ki kim o gecede uykuyu kendine yasaklar ve o gecede ibadete durursa, Allah da onun bedenini ateşe yasaklar; yetmiş bin melek onunla müsafaha eder ve (gelecek yıldaki) aynı geceye kadar onun için (Allah’tan) mağfiret dilerler. Eğer o yıl da o geceyi aynı şekilde değerlendirirse, melekler de yine aynı şeyi yaparlar!” Allah Resulü (s.a.a) sonra şöyle devam etti: “Kim Recep ayından bir gün oruç tutarsa, (kıyamet gününün) büyük dehşetinden güvende olur ve cehennem ateşinden kurtulur.”[10]
* Recepte Oruç Tutanların Özel Sarayı…
10- Hz. Resulullah (s.a.a):
إن في الجنة قصرا لا يدخله إلا صوام رجب.
“Cennette bir saray vardır ki ona ancak Recepte oruç tutanlar girebilir!”[11]
* Recep Ayının Orucunun Mükafatı: Cennette Ehlibeyt’le Birlikte Olmak…!
11- İmam Muhammed Bakır (a.s):
من صام من رجب يوما واحدا من أوله أو وسطه أو آخره أوجب الله له الجنة، وجعله معنا في درجتنا يوم القيامة.ومن صام يومين من رجب قيل له: استأنف العمل فقد غفر لك ما مضى، ومن صام ثلاثة أيام من رجب قيل له: قد غفر لك ما مضى وما بقي، فاشفع لمن شئت من مذنبي إخوانك وأهل معرفتك، ومن صام سبعة أيام من رجب أغلقت عنه أبواب النيران السبعة، ومن صام ثمانية أيام من رجب فتحت له أبواب الجنة الثمانية فيدخلها من أيها شاء.
“Kim Recep ayında, başında veya ortasında ya da sonunda bir gün oruç tutarsa, Allah cenneti ona kesinleştirir ve onu kıyamet gününde bizim derecemizde bizimle birlikte kılar! Kim Recepten iki gün oruç tutarsa, ona şöyle söylenir: ‘Amelini baştan al; (günahların) bağışlandı.’ Kim Recepten üç gün oruç tutarsa, ona şöyle hitap edilir: ‘Bütün günahların bağışlandı; günahkâr kardeşlerinden ve seninle aynı düşünceleri paylaşanlardan istediğine şefaat et.’ Kim Recepten yedi gün oruç tutarsa, cehennemin yedi kapısı yüzüne kapatılmış olur. Ve kim Recepten sekiz gün oruç tutarsa, cennetin sekiz kapısı yüzüne açılmış olur, hangisinden isterse içeri girebilir!”[12]
* Recep Oruçlularına Özel Cennet Nehri…
12- İmam Musa Kâzım (a.s):
رَجَبٌ نَهرٌ فِي الجَنَّةِ ، أَشَدُّ بَياضا مِنَ اللَّبَنِ وَأَحلَى مِنَ العَسَلِ ، مَن صامَ يَوما مِن رَجَبٍ سَقاهُ اللّهُ مِن ذَلِكَ النَّهرِ .
“Recep cennette sütten daha beyaz ve baldan daha tatlı bir nehrin adıdır. Kim Recepten (en az) bir gün oruç tutarsa, Allah ona o nehirden içirecektir.”[13]
* Recep Ehli Nerede!...
13- İmam Cafer Sâdık (a.s):
إذا كان يوم القيامة نادى مناد من بطنان العرش أين الرجبيون؟ فيقوم أناس يضيئ وجوههم لأهل الجمع على رؤوسهم تيجان الملك، مكللة بالدر والياقوت، مع كل واحد منهم ألف ملك عن يمينه وألف ملك عن يساره، ويقولون: هنيئا لك كرامة الله عز وجل يا عبد الله.
فيأتي النداء من عند الله جل جلاله: عبادي وإمائي وعزتي وجلالي لأكرمن مثواكم ولأجزلن عطاياكم، ولأوتينكم من الجنة غرفا تجري من تحتها الأنهار خالدين فيها ونعم أجر العاملين، إنكم تطوعتم بالصوم لي في شهر عظمت حرمتهوأوجبت حقه. ملائكتي! أدخلوا عبادي وإمائي الجنة.
ثم قال جعفر بن محمد عليهما السلام: هذا لمن صام من رجب شيئا ولو يوما واحدا في أوله أو وسطه أو آخره.
“Kıyamet günü olduğunda Arş’ın bağrından bir münadi şöyle seslenecektir: ‘Recep ehli nerede?!’Yüzleri insanlara parlayan ve başlarında inci ve yakutla süslü padişahlık tacı bulunan bir grup ayağa kalkacaktır. Her birisinin sağında bin ve solunda bin melek ona eşlik ederek şöyle hitap ederler: ‘Ey Allah’ın kulu! Kutlu olsun sana Allah’ın bu ikramı-lütfu!’
Sonra Yüce Allah’tan taraf şu nida gelecektir: ‘Ey benim kullarım ve cariyelerim! İzzet ve celalime andolsun ki sizin yerinizi yüce ve saygın, bağışlarınızı bol kılacağım. Size cennette, altından ırmaklar akan, ebedi kalacağınız köşkler vereceğim. Ne güzeldir amel edenlerin mükâfatı! Sizler saygınlığını yücelttiğim ve hakkını gerekli kıldığım bir ayda gönüllü olarak benim için oruç tuttunuz. Ey benim meleklerim! Benim kullarımı ve cariyelerimi cennete dâhil edin.”
Sonra İmam Cafer Sâdık (a.s) şöyle ilave ettiler: “Bütün bunlar, Recep ayından bir miktarını, en azından başında veya ortasında veya sonunda bir gün oruç tutanlar içindir.”[14]
* Recebin Orucu, Gece İbadeti ve Sadakası…
14- Hz. Emirü’l-Mu’minin Ali (a.s):
من صام يوما من رجب في أوله أو في وسطه أو في آخره غفر له ما تقدم من ذنبه، ومن صام ثلاثة أيام من رجب في أوله وثلاثة أيام في وسطه وثلاثة أيام في آخره غفر له ما تقدم من ذنبه وما تأخر، ومن أحيى ليلة من ليالي رجب أعتقه الله من النار، وقبل شفاعته في سبعين ألف رجل من المذنبين، ومن تصدق بصدقة في رجب ابتغاء وجه الله أكرمه الله يوم القيامة في الجنة من الثواب بما لا عين رأت ولا اذن سمعت ولا خطر على قلب بشر.
“Kim Receb'in başında, ortasında veya sonunda bir gün oruç tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır. Kim recebin başında üç gün, ortasında üç gün ve sonunda üç gün oruç tutarsa, uzak geçmiş ve yakın geçmişteki günahları bağışlanır. Kim recebin bir gecesini ihya ederse (uyumadan ibadetle geçirirse), Allah onu cehennem ateşinden azâd eder ve yetmiş bin günahkâr hakkında şefaatini kabul eder. Kim Allah rızası için Recepte bir sadaka verirse, Allah kıyamet gününde ona cennette hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir kalpten geçmediği kadar mükâfat verir.”[15]
* Yine Recep Orucunun Bereketi…
15- İmam Ali Rıza (a.s):
من صام أول يوم من رجب رغبة في ثواب الله عز وجل وجبت له الجنة، ومن صام يوما في وسطه شفع في مثل ربيعة ومضر، ومن صام يوما في آخره جعله الله عز وجل من ملوك الجنة وشفعه في أبيه وأمه وابنه وابنته وأخيه وأخته وعمه وعمته وخاله وخالته ومعارفيه وجيرانه، وإن كان فيهم مستوجب للنار.
“Kim Receb'in birinci gününde Allah’ın (Azze ve Celle) sevabını arzulayarak oruç tutarsa, cennet onun için kesinleşir. Kim recebin ortasında bir gün oruç tutarsa, Rabîa ve Mudar kabileleri kadar insana şefaat etme hakkı kazanır. Kim recebin sonunda bir gün oruç tutarsa, Allah (Azze ve Celle) onu cennetin padişahlarından kılar ve babası, annesi, oğlu, kızı, bacısı, amcası, halası, dayısı, teyzesi, tanıdıkları ve komşuları hakkında onun için şefaat hakkı tanır, hatta onların arasında cehennemi hak eden olsa bile.”[16]
* Anadan Doğmuş Gibi Temizlenir…
16- İmam Ali Rıza (a.s):
من صام أول يوم من رجب رضي الله عنه يوم يلقاه، ومن صام يومين من رجب رضي الله عنه يوم يلقاه ومن صام ثلاثة أيام من رجب رضي الله عنه وأرضاه وأرضى عنه خصماءه يوم يلقاه، ومن صام سبعة أيام من رجب فتحت أبواب السماوات السبع لروحه إذا مات حتى يصل إلى الملكوت الاعلى، ومن صام ثمانية أيام من رجب فتحت له أبواب الجنة الثمانية، ومن صام من رجب خمسة عشر يوما قضى الله عز وجل له كل حاجة إلا أن يسأله في مأثم أو في قطيعة رحم، ومن صام شهر رجب كله خرج من ذنوبه كيوم ولدته أمه، واعتق من النار، ودخل الجنة مع المصطفين الأخيار.
“Kim recebin ilk gününü oruç tutarsa, Allah’a kavuşacağı günde Allah ondan razı olur. Kim recebin iki gününü oruç tutarsa, kavuşacağı günde Allah ondan razı olur. Kim recebin üç gününü oruç tutarsa, Allah hem ondan razı olur hem onu razı eder hem de boynunda hak sahibi olanları ondan razı kılar. Kim recebin yedi gününü oruç tutarsa, öldüğü zaman yedi göğün kapısı onun ruhu için açılır ve böylece Yüce Melekut’a kadar çıkar. Kim recebin sekiz gününü oruç tutarsa, cennetin sekiz kapısı onun yüzüne açılır. Kim recebin on beş gününü oruç tutarsa, Allah onun her hacetini kabul eder, günah olan veya sılayı rahimi kesmeyi gerektiren istekleri hariç. Kim recebin hepsini oruç tutarsa, anasından doğmuş gibi günahlarından temizlenir, cehennem ateşinden azad edilir ve (Allah’ın) seçkin ve güzide kullarıyla birlikte cennete girer!”[17]
* Yetmiş Yılın Orucuna Bedel…
17- İmam Cafer Sâdık (a.s):
من صام يوم سبعة وعشرين من رجب كتب الله له أجر صيام سبعين سنة.
“Kim Recebin yirmi yedinci gününü oruç tutarsa, Allah onun için yetmiş yılın orucunun sevabını yazar!”[18]
*Recepten Hiç Oruç Tuttun mu?!...
18- İmam Cafer Sâdık (a.s):
ابن سالم، عن أبيه قال: دخلت على الصادق عليه السلام في رجب وقد بقيت منه أيام فلما نظر إلي قال لي: يا سالم هل صمت في هذا الشهر شيئا؟ قلت: لا والله يا ابن رسول الله صلى الله عليه وآله فقال لي: لقد فاتك من الثواب ما لم يعلم مبلغه إلا الله عز وجل إن هذا شهر قد فضله الله وعظم حرمته، وأوجب للصائمين فيه كرامته، قال:
فقلت له: يا ابن رسول الله!فان صمت مما بقي شيئا هل أنال فوزا ببعض ثواب الصائمين فيه؟ فقال: يا سالم من صام يوما من آخر هذا الشهر كان ذلك أمانا من شدة سكرات الموت، وأمانا له من هول المطلع وعذاب القبر، ومن صام يومين من آخر هذا الشهر كان له بذلك جوازا على الصراط، ومن صام ثلاثة أيام من آخر هذا الشهر أمن يوم الفزع الأكبر من أهواله وشدائده، وأعطي براءة من النار.
Merhum İbn-i Babeveyh, muteber senetle Sâlim’den şöyle nakletmiştir:
“Ben Recep ayının bitişine birkaç gün kaldığı bir sırada İmam Cafer Sadık’ın (a.s) yanına gitmiştim. Beni görür görmez şöyle buyurdu: ‘Ey Sâlim! Bu ayda hiç oruç tuttun mu?’ ‘Hayır, vallahi!’ dedim, ‘Ey Resulullah’ın oğlu!’ Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu:
‘O kadar sevap kaybetmişsin ki miktarını ancak Allah (Azze ve Celle) bilir. Bu, Allah’ın üstün kıldığı ve hürmetini yücelttiği bir aydır. Bu ayda lütuf ve ikramınıoruç tutanlar için kesinleştirmiştir.’”
Ben: ‘Ey Resulullah’ın oğlu! Eğer bu ayın kalan günlerinde oruç tutarsam, bu ayda oruç tutanların sevabının bir kısmını elde etmiş olabilir miyim?’ diye sorduğumda, şöyle buyurdu:
‘Ey Sâlim! Kim bu ayın sonundan bir gün oruç tutarsa, ölüm anının çetinliklerinden, ölüm sonrasının dehşetinden ve kabir azabından kurtulur. Kim bu ayın sonundan iki gün oruç tutarsa, Sırat’tan(kolaylıkla) geçer ve kim bu ayın sonundan üç gün oruç tutarsa, kıyamet gününün büyük korkusu, dehşet ve zorluklarından kurtulur ve kendisine cehennem ateşinden kurtuluş beratı verilir.’”[19]
* Amellerin Sevabının Kat Kat Arttığı Ay…
19- Hz. Resulullah (s.a.a):
رجَبٌ شَهرٌ عَظيمٌ تُضاعَفُ فيهِ الحَسَناتُ ما لا تُضاعَفُ في غَيرِهِ.
“Recep yüce ve azametli bir aydır ki başka hiçbir ayada olmadığı kadar onda iyi amellerin sevabı kat kat artar.”[20]
* Bir Günün, Üç Günün Kazancı Buysa…!
20- İmam Musa Kâzım (a.s):
رجب شهر عظيم يضاعف الله فيه الحسنات، ويمحو فيه السيئات، من صام يوما من رجب تباعدت عنه النار مسيرة مائة سنة، ومن صام ثلاثة أيام وجبت له الجنة.
“Recep, iyiliklerin sevabının katladığı ve kötü amellerin (bağışlanıp) yok olduğu yüce bir aydır. Kim recebin bir gününü oruç tutarsa, cehennem ateşi bir yıllık mesafe ondan uzaklaşır. Kim onun üç gününü oruç tutarsa, cennet onun için kesinleşir.”[21]
* Oruç Tutamayanlar Ne Yapsın?...
21- Hz. Resulullah (s.a.a):
عن رسول الله ( صلى الله عليه وآله وسلم ) ـ في حديث طويل ـ أن رجلا قال له : يا نبي الله ، فمن عجز عن صيام رجب لضعف أو لعلة كانت به أو امرأة غير طاهر ، يصنع ماذا ، لينال ما وصفت ؟ قال : يتصدق كل يوم برغيف على المساكين ،
والذي نفسي بيده إنه إذا تصدق بهذه الصدقة كل يوم ينال ما وصفت…قيل يارسول الله ، فمن لم يقدر على هذه الصدقة يصنع ماذا لينال ما وصفت ؟ قال:
يسبّح الله في كل يوم من رجب إلى تمام ثلاثين يوما بهذا التسبيح مائة مرة : سبحان الاله الجليل ،سبحان من لا ينبغي التسبيح إلا له ، سبحان الاعز الاكرم ، سبحان من لبس العز وهو له أهل .
Resulullah (s.a.a) uzun bir hadiste Recep ayının sevap ve faziletlerinden bahsettikten sonra adamın birisi ‘Ey Allah’ın Nebisi! Bir kimse, zaafı veya bir hastalığından dolayı veya bir kadın adet günleri olduğundan dolayı recebin orucunu tutamazsa, bahsettiğiniz bu sevaplara ulaşması için ne yapabilir?’ diye sorunca şöyle buyurdu: “Her gün fakirlere (en azından) bir ekmek sadaka versin. Canımı elinde tutan (Allah’a) andolsun ki her gün bu sadakayı verirse, bahsettiğim sevaplara, hatta daha fazlasına ulaşmış olur...” Yine sordular: ‘Ya Resulallah! Eğer bu sadakayı vermeye gücü yetmezse, o sevaplara ulaşması için ne yapabilir?’ Şöyle buyurdu: ‘Otuz güne kadar recebin her gününde şu tesbihi (zikri) yüz defa söylesin:
سُبْحانَ الاِلهِ الْجَليلِ، سُبْحانَ مَنْ لا يَنْبَغي التَّسْبيحُ إِلاّ لَهُ، سُبْحانَ الاَعَزِّ الاَكْرَمِ، سُبْحانَ مَنْ لَبِسَ الْعِزَّ وَهُوَ لَهُ اَهْلٌ.
“Münezzehtir yüce ilâh. Münezzehtir kendisinden başkasına tesbih ve takdis yakışmayan. Münezzehtir en büyük izzet ve en büyük kerem sahibi. Münezzehtir lâyık olduğu hâlde izzet libasını giyen (Allah).”[22]
* En Saygın, En Faziletli Ay…
22- Hz. Resulullah (s.a.a)
ألا إنَّ رَجَبًا شَهرُ اللّهِ الأَصَمُّ ، وهُوَ شَهرٌ عَظيمٌ ، وإنَّما سُمِّيَ الأَصَمَّ لِأَنَّهُ لا يُقارِنُهُ شَهرٌ مِنَ الشُّهورِ عِندَ اللّهِ عز و جلحُرمَةً وفَضلاً ، وكانَ أهلُ الجاهِلِيَّةِ يُعَظِّمونَهُ في جاهِلِيَّتِها ، فَلَمّا جاءَ الإِسلامُ لَم يَزدَد إلاّ تَعظيمًا وفَضلاً.
“Şunu bilin ki hiç kuşkusuz Recep ayı Allah’ın ağır (değerli) ayıdır. Bu azametli bir aydır. Onun ağır-değerli diye adlandırılmasının sebebi, Allah katında saygınlık ve fazilet açısından hiçbir ayın ona eşdeğer olmayışıdır. Cahiliyet ehli bile cahiliyet zamanında ona değer veriyor-saygı gösteriyorlardı. İslam geldiğinde ise saygınlık ve fazileti daha da arttı.”[23]
* Allah’ın (c.c), Resul’ün (s.a.a) ve Emir’in (a.s) Ayı…
23- Hz. Emirü’l-Mu’minin Ali (a.s):
شَهرُ رَمَضانَ شَهرُاللّهِ، وشَعبانُ شَهرُ رَسولِ اللّهِ صلى الله عليه و آله، ورَجَبٌ شَهري.
“Ramazan ayı Allah’ın ayıdır; şabanResulullah’ın (s.a.a) ayıdır ve Recep benim ayımdır.”[24]
* Kim Recep Ayına Hürmet Ederse…
24- Hz. Resulullah (s.a.a):
خِيَرَةُ اللّهِ مِنَ الشُّهورِ شَهرُ رَجَبٍ ، وهُوَ شَهرُ اللّهِ ، مَن عَظَّمَ شَهرَ رَجَبٍ فَقَد عَظَّمَ أمرَ اللّهِ ، ومَن عَظَّمَ أمرَ اللّهِ أدخَلَهُ جَنّاتِ النَّعيمِ ، وأَوجَبَ لَهُ رِضوانَهُ الأَكبَرَ.
“Recep, Allah’ın aylardan seçtiği bir aydır ve o Allah’ın ayıdır. Kim Recep ayına tazim eder, onu önemser ise, Allah’ın işini önemsemiş, tazim etmiştirve kim Allah’ın işini önemser ve ona tazim ederse, Allah onu nimetlerle dolu cennete dahil eder ve en büyük rızasını onun için kesinleştirir.”[25]
* Dört Geceyi Önemseyin…
25- Hz. Emirü’l-Mu’minin Ali (a.s):
يُعجِبُني أن يُفَرِّغَ الرَّجُلُ نَفسَهُ فِي السَّنَةِ أربَعَ لَيالٍ : لَيلَةَ الفِطرِ ، ولَيلَةَ الأَضحى ، ولَيلَةَ النِّصفِ مِن شَعبانَ ، وأوَّلَ لَيلَةٍ مِن رَجَبٍ .
“Kişinin, yılın dört gecesinde her işten feragat edip kendisini tamamıyla (ibadet ve münacata) vermesini çok önemserim: Ramazan Bayramı gecesi, Kurban Bayramı gecesi, şabanın onbeşinci gecesi ve recebin ilk gecesi![26]
* 13. 14. ve 15. Günlerin Önemi…
26- Hz. Resulullah (s.a.a):
من صام أيام البيض من رجب أو قام لياليها، ويصلي ليلة النصف مائة ركعة يقرء في كل ركعة قل هو الله أحد عشر مرات، فإذا فرغ من هذه الصلاة استغفر سبعين مرة رفع عنه شر أهل السماء، وشر أهل الأرض وشر إبليس وجنوده، وإن مات في هذا الشهر مات ويقضي الله له ألف حاجة:
خمسمائة منها من حوائج الآخرة، وخمسمائة من حوائج الدنيا، كل حاجة مقضية غير مردودة، وبنى الله تعالى له في الجنة مائة قصر من زمرد…
“Kim Receb'in “Beyaz Günleri”ni (13. 14. Ve 15. Günleri) oruç tutar, gecelerini ibadete kalkarsa, on beşinci gecede ise her rekatında (Fatiha’dan sonra) on defa ihlas okuyacak şekilde (ikişer ikişer) yüz rekat namaz kılar ve ardından yetmiş defa istiğfar ederse, gök ehlinin, yer ehlinin ve İblis ile askerlerinin şerri ondan bertaraf olur. Eğer bu ayda ölürse, Allah tarafından bin haceti karşılandığı halde ölmüş olur: Beş yüz tanesi ahiret ve beş yüz tanesi dünya ile alakalı olan bu hacetler kesin bir şekilde yerine gelmiş olur. Yine Allah-u Teala onun için cennette zümrütten yüz saray diker…”[27]
* Recebin Başında, Ortasında ve Sonunda Gusül…
27- Hz. Resulullah (s.a.a):
من أدرك شهر رجب فاغتسل في أوله وفي وسطه و في آخره خرج من ذنوبه كيوم ولدته أمه.
“Kim Recep ayını idrak edip de başında, ortasında ve sonunda guslederse, anasından doğmuş gibi günahlarından arınmış olur.”[28]
* İlk Gecede Kılınan Bir Namaz…
28- Hz. Resulullah (s.a.a):
مَا مِنْ مُؤْمِنٍ وَ لَا مُؤْمِنَةٍ صَلَّى فِي أَوَّلِ لَيْلَةٍ مِنْ رَجَبٍ ثَلَاثِينَ رَكْعَةً يَقْرَأُ فِي كُلِّ رَكْعَةٍ الْحَمْدَ مَرَّةً وَ قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ مَرَّةً وَ قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ إِلَّا غَفَرَ اللَّهُ لَهُ كُلَّ ذَنْبٍ صَغِيرٍ وَ كَبِيرٍ وَ كَتَبَهُ اللَّهُ مِنَ الْمُصَلِّينَ إِلَى السَّنَةِ الْمُقْبِلَةِ وَ بَرِىءَ مِنَ النِّفَاقِ.
“Mu’min bir erkek veya mu’mine bir kadın Receb'in ilk gecesinde her rekatta bir Fatiha, bir Kafirun ve üç İhlas okuyacak şekilde (ikişer ikişer) otuz rekat namaz kılarsa, Allah küçük-büyük her günahını bağışlar ve gelecek yıla kadar onu namaz kılanlardan yazar ve nifaktan kurtulmuş olur.”[29]
* Recebin Cumasında Kılınan Önemli Bir Namaz…
29- Hz. Resulullah (s.a.a):
من صلى يوم الجمعة في شهر رجب ما بين الظهر والعصر أربع ركعات، يقرء في كل ركعة الحمد مرة وآية الكرسي سبع مرات و (قل هو الله أحد) خمس مرات، ثم قال:استغفر الله الذي لا إله إلا هو واسأله التوبة - عشر مرات، كتب الله تبارك وتعالى له من يوم يصليها إلى يوم يموت كل يوم الف حسنة وأعطاه الله تعالى بكل آية قرأها مدينة في الجنة من ياقوتة حمراء، وبكل حرف قصرا في الجنة من درة بيضاء، وزوجه الله تعالى من الحور العين ورضي عنه رضا لا سخط بعده وكتب من العابدين، وختم الله تعالى له بالسعادة والمغفرة، وكتب الله له بكل ركعة صلاها خمسين ألف صلاة وتوجه بألف تاج، ويسكن الجنة مع الصديقين ولا يخرج من الدنيا حتى يرى مقعده من الجنة..
“Kim Recep Ayının Cuma gününde öğle ve ikindi arasında, her rekâtında bir Fatiha, yedi Ayete'l Kürsi ve beş defa İhlas okuyacak şekilde (ikişer ikişer) dört rekat namaz kılar, ardından da on defa:
“Esteğfirullahellezi lâ ilahe illâ huve ve es’eluhut-tevbe.”
(Kendisinden başka ilah olmayan Allah’tan mağfiret diliyorum ve tevbe edip ona dönüyorum.) zikrini söylerse, Allah o namazı kıldığı günden itibaren ölünceye kadar her gün için ona bin hasene yazar; okuduğu her ayete karşılık cennete ona kızıl yakuttan yapılmış bir şehir ve her harfe karşılık cennette beyaz inciden yapılmış bir saray verir; onu cennet hurisiyle evlendirir, ardında herhangi bir hoşnutsuzluk olmayacak şekilde ondan razı olur; ibadet edenlerden yazılır ve Allah onun akıbetini saadet ve mağfiretle hatmeder; kıldığı her rekâta karşılık elli bin namazın sevabını onun için yazar; bin taç ile taçlandırılır; Sıddıklarla birlikte cennete yerleşir ve dünyadan çıkmadan önce cennetteki yerini görür.”[30]
* Recep Ayı Boyunca Kılınan Altmış Rekâtlık Namaz…
30- Hz. Resulullah (s.a.a):
مَنْ صَلَّى فِي رَجَبٍ سِتِّينَ رَكْعَةً فِي كُلِّ لَيْلَةٍ مِنْهُ رَكْعَتَيْنِ يَقْرَأُ فِي كُلِّ رَكْعَةٍ مِنْهُمَا فَاتِحَةَ الْكِتَابِ مَرَّةً وَ قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ وَ قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ مَرَّةً فَإِذَا سَلَّمَ مِنْهُمَا رَفَعَ يَدَيْهِ وَ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْيِي وَ يُمِيتُ وَ هُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَ إِلَيْهِ الْمَصِيرُ وَ لَا حَوْلَ وَ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ الْعَلِيِّ الْعَظِيمِ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ مُحَمَّدِ النَّبِيِّ الْأُمِّيِّ وَ آلِهِ وََ يَمْسَحُ بِيَدَيْهِ وَجْهَهُ فَإِنَّ اللَّهَ سُبْحَانَهُ يَسْتَجِيبُ الدُّعَاءَ وَ يُعْطِي ثَوَابَ سِتِّينَ حَجَّةً وَ سِتِّينَ عُمْرَةً.
“Kim Recep Ayı boyunca her gece iki rekat kılınacak şekilde toplam altmış rekat namaz kılar ve her rekatta bir Fatiha, üç Kafirun ve bir İhlas okur ve ardından da aşağıdaki duayı okur ve ellerini yüzüne sürerse, şüphesiz Münezzeh olan Allah duayı kabul eder ve ona altmış hac ve altmış umre sevabı verir (dua şöyledir):
لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَ لَهُ الْحَمْدُ يُحْيِي وَ يُمِيتُ وَ هُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَ هُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَ إِلَيْهِ الْمَصِيرُ وَ لَا حَوْلَ وَ لَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ الْعَلِيِّ الْعَظِيمِ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ َ النَّبِيِّ الْأُمِّيِّ وَ آلِهِ.
“Allah’tan başka ilah yoktur, yegânedir, ortağı yoktur; hükümranlık O’na aittir; hamd O’na mahsustur; diriltir ve öldürür ve O ölmeyecek diridir; bütün hayırlar O’nun elindedir ve O her şeye kâdirdir ve dönüş O’nadır. Yüce ve azametli Allah’a dayanmayan hiçbir hareket ve güç yoktur. Allah’ım! Ümmi Peygamber Muhammed’e ve Ehlibeyti’ne salat et.”[31]
* Yüz İhlasla Kılınan Önemli Bir Namaz…
31- Hz. Resulullah (s.a.a):
انّ من قرأ في ليلة من ليالي رجب مائة مرّة قُلْ هُوَ اللهُ أحَدٌ في ركعتين فكأنّما قد صام مائة سنة في سبيل الله ورزقه الله في الجنّة مائة قصر كلّ قصر في جوار نبيّ من الانبياء عليهم السلام.
“Kim Recebin herhangi bir gecesinde iki rekatlık namazda yüz defa ihlas Suresi’ni (her rekatta elli defa olacak şekilde) okursa, Allah yolunda yüz yıl oruç tutmuş gibi olur ve Allah ona cennette her peygamberin (Allah’ın selamı onlara olsun) komşuluğunda bir saray ihsan eder!”[32]
* Recep Ayında Tevhid Zikri…
32- Hz. Resulullah (s.a.a):
من قال في رجب: (لا اِلـهَ إلاَّ اللهُ) ألف مرّة، كتب الله له مائة ألف حسنة وبنى الله له مائة مدينة في الجنّة.
“Kim Recep ayında bin defa “La İlahe İllallah” (Allah’tan başka ilah yoktur.) zikrini söylerse, Allah ona bin hasene yazar ve onun için cennette yüz şehir bina eder.”[33]
* İmam Cafer Sâdık’tan (a.s) Bütün Recepte Okunan Dua…
33- İmam Cafer Sâdık (a.s):
“Mualla b. Huneys İmam Cafer Sadık’tan (a.s) Recep ayında okunması için şu duayı nakletmiştir:
"اَللّـهُمَّ اِنّي اَساَلُكَ صَبْرَ الشّاكِرينَ لَكَ، وَعَمَلَ الْخائِفينَ مِنْك، وَيَقينَ الْعابِدينَ لَكَ، اَللّـهُمَّ اَنْتَ الْعَلِيُّ الْعَظيمُ وَاَنَا عَبْدُكَ الْبائِسُ الْفَقيرُ، اَنْتَ الْغَنِيُّ الْحَميدُ وَاَنَا الْعَبْدُ الذَّليل، اَللّـهُمَّ صَلِّ عَلى مُحَمَّد وَآلِهِ، وَاْمْنُنْ بِغِناكَ عَلى فَقْري، وَبِحِلْمِكَ عَلى جَهْلي، وَبِقُوَّتِكَ عَلى ضَعْفي، يا قَوِيُّ يا عَزيزُ، اَللّـهُمَّ صَلِّ عَلى مُحَمَّد وَآلِهِ الاْوصياءِ الْمَرْضِيِّينَ، وَاكْفِني ما اَهَمَّني مِنْ اَمْرِ الدُّنْيا وَالاخِرَةِ يا اَرْحَمَ الرّاحِمينَ."
“Allah’ım! Sana şükredenlerin sabrını, senden korkanların amelini ve sana ibadet edenlerin yakinini diliyorum senden. Allah’ım! Sen yücesin, azamet sahibisin; bense senin zavallı ve fakir bir kulunum. Sen gani ve övgüye layıksın, bense zelil bir kulum. Allah’ım! Muhammed ve Ehlibeyti’ne salât et ve zenginliğinle fakirliğime, hilim ve sabrınla cahilliğime, gücünle zayıflığıma minnette bulun (merhamet eyle); ey güçlü ve izzet sahibi! Allah’ım! Muhammed’e ve onun beğenilmiş vasileri olan Ehlibeyti’ne salât et; dünya ve ahiretimle ilgili önemli işlerimde bana yeterli ol; ey merhametlilerin en merhametlisi!”[34]
* Yine İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) Recep Ayında Her Gün Okuduğu Dua:
34- İmam Cafer Sadık (a.s):
İmam Cafer Sâdık’ın (a.s) şu duayı Recep ayında her gün okuduğu nakledilmiştir:
خَابَ الْوَافِدُونَ عَلَى غَيْرِكَ وَ خَسِرَ الْمُتَعَرِّضُونَ إِلَّا لَكَ وَ ضَاعَ الْمُلِمُّونَ إِلَّا بِكَ وَ أَجْدَبَ الْمُنْتَجِعُونَ إِلَّا مَنِ انْتَجَعَ فَضْلَكَ بَابُكَ مَفْتُوحٌ لِلرَّاغِبِينَ وَ خَيْرُكَ مَبْذُولٌ لِلطَّالِبِينَ وَ فَضْلُكَ مُبَاحٌ لِلسَّائِلِينَ وَ نَيْلُكَ مُتَاحٌ لِلْآمِلِينَ وَ رِزْقُكَ مَبْسُوطٌ لِمَنْ عَصَاكَ وَ حِلْمُكَ مُعْتَرِضٌ لِمَنْ نَاوَاكَ عَادَتُكَ الْإِحْسَانُ إِلَى الْمُسِيئِينَ وَ سَبِيلُكَ الْإِبْقَاءُ عَلَى الْمُعْتَدِينَ اللَّهُمَّ فَاهْدِنِي هُدَى الْمُهْتَدِينَ وَ ارْزُقْنِي اجْتِهَادَ الْمُجْتَهِدِينَ وَ لَا تَجْعَلْنِي مِنَ الْغَافِلِينَ الْمُبْعَدِينَ وَ اغْفِرْ لِي يَوْمَ الدِّينِ..
“Senden başkasının kapısına giden mahrum kalır; senden gayrisine yönelen ziyan eder; senin katından başkasına yönelen zayi olur ve senin fazl-u kereminden başkasını uman kaybeder. Kapın talep edenlere açıktır; hayır ve ihsanın, arayanlara ulaşır. Fazl-u kereminin sâillere ulaşmasına engel yoktur; bağışın ümit edenlere hazır, rızkın sana isyan edenlere (dahi) açıktır. Hilmin sana düşmanlık eden kimseyi de kapsar. Kötülük edenlere iyilik etmek senin sünnetin ve haddini aşanlarla müdara etmek senin yöntemindir. Allah’ım! O hâlde beni de hidayet edilmişlerin yoluna hidayet et. Bana da (itaatin yolunda) çaba gösterenlerin çabasını nasip buyur; beni (rahmetinden) uzaklaştırılmış gafillerden eyleme ve ceza (kıyamet) gününde beni bağışla.”[35]
* Her Namazdan Sonra Okunan Recep Duası…
35- İmam Cafer Sâdık (a.s):
Seyyid İbn-i Tâvûs (r.a) çok secde edip de secdede çok ağlayıp gözlerini kaybettiği için “Seccâd” diye anılan Muhammed b. Zekvân’dan (r.a) şöyle naklediyor: “İmam Cafer Sadık’a (a.s) ‘Canım sana feda olsun, işte Recep ayına girmiş bulunuyoruz; Allah’ın beni faydalandıracağı bir duayı bana öğretmenizi istiyorum.’ dedim. İmam (a.s), ‘Yaz.’ diye buyurdu:
‘Bismillahirrahmanirrahim
Recep Ayının her gününde akşam, sabah, gece ve gündüz kıldığın namazların ardından şu duayı oku:
"يا مَنْ اَرْجُوهُ لِكُلِّ خَيْر، وَآمَنَ سَخَطَهُ عِنْدَ كُلِّ شَرٍّ، يا مَنْ يُعْطِي الْكَثيرَ بِالْقَليلِ، يا مَنْ يُعْطي مَنْ سَأَلَهُ، يا مَنْ يُعْطي مَنْ لَمْ يَسْأَلْهُ وَمَنْ لَمْ يَعْرِفْهُ تَحَنُّناً مِنْهُ وَرَحْمَةً، اَعْطِني بِمَسْأَلَتي اِيّاكَ جَميعَ خَيْرِ الدُّنْيا وَجَميعَ خَيْرِ الاْخِرَةِ، وَاصْرِفْ عَنّي بِمَسْأَلَتي اِيّاكَ جَميعَ شَرِّ الدُّنْيا وَشَرِّ الاْخِرَةِ، فَاِنَّهُ غَيْرُ مَنْقُوص ما اَعْطَيْتَ، وَزِدْني مِنْ فَضْلِكَ يا كَريمُ". قال الراوي: ثمّ مدّ (عليه السلام) يده اليسرى فقبض على لحيته ودعا بهذا الدّعاء وهو يلوذ بسبّابته اليمنى،
“Ey her hayrı kendisinden umduğum ve her kötülükte gazabından güvence aradığım (Rabbim)! Ey aza karşılık çok veren; ey kendisinden dileyene bağışta bulunan; ey rahmet ve şefkatinden dolayı isteyene de, istemeyene de veren. Sana bu yalvarışımdan dolayı, dünya ve ahiret hayrının hepsini bana da nasip buyur. Yine sana olan bu yakarışımdan dolayı dünyanın bütün şerlerini ve ahiret şerrini benden uzaklaştır. Şüphesiz senin verdiğinde azalma olmaz. Kendi fazl u kereminden bana verdiğini artır; Ey Kerim (Allah)!”
Ravi şöyle devam ediyor: ‘Sonra İmam (a.s) Allah’a sığınma ve yakarış haliyle sol eliyle sakalını tuttuğu halde sağ işaret parmağını hareket ettirerek bu duayı okudu ve ardından şu cümleleri ekledi:
"يا ذَا الْجَلالِ وَالاِكْرامِ، يا ذَا النَّعْماءِ وَالْجُودِ، يا ذَا الْمَنِّ وَالطَّوْلِ، حَرِّمْ شَيْبَتي عَلَى النّارِ".
“Ey celâl ve ikram sahibi, ey (sonsuz) nimetler ve cömertlik sahibi, ey bağış ve ihsan sahibi! Şu beyaz sakalımı (cehennem) ateşine haram kıl.”[36]
* İmam Zeynü’l-Âbidin’in Recep Ayında Okuduğu Dua:
36-İmam Zeynü’l-Âbidin’in (a.s):
Ebu Hamza Sümâli der ki: İmam Zeynü’l-Âbidin’in (a.s) Recep ayının girişinde Hicr-i İsmail’de şu duayı okuduğunu duydum:
يَا مَنْ يَمْلِكُ حَوَائِجَ السَّائِلِينَ وَ يَعْلَمُ ضَمِيرَ الصَّامِتِينَ لِكُلِّ مَسْأَلَةٍ مِنْكَ سَمْعٌ حَاضِرٌ وَ جَوَابٌ عَتِيدٌ اللَّهُمَّ وَ مَوَاعِيدُكَ الصَّادِقَةُ وَ أَيَادِيكَ الْفَاضِلَةُ وَ رَحْمَتُكَ الْوَاسِعَةُ فَأَسْأَلُكَ أَنْ تُصَلِّيَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ وَ أَنْ تَقْضِيَ حَوَائِجِي لِلدُّنْيَا وَ الْآخِرَةِ إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ.
“Ey sâillerin hacetlerini elinde bulunduran (yapmaya kadir olan) ve susanların sırrını bilen (Allah)! Sen her isteği anında duyar ve her isteği yerine getirebilirsin. Allah’ım! Senin vaatlerin gerçek, nimetlerin bol ve rahmetin geniştir. O hâlde, Muhammed ve Ehlibeyti’ne salât etmeni ve benim dünya ve ahiretle ilgili hacetlerimi yerine getirmeni diliyorum. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter.”[37]
* İhlas Suresi’nin Recepte Çok Okunmasının Fazileti…
37- Hz. Resulullah (s.a.a):
من قرأ في عمره عشرة آلاف مرة ( قل هو الله أحد ) بنية صافية في شهر رجب جاء يوم القيامة خارجا من ذنوبه كيوم ولدته اُمه فيستقبله سبعون ملكا يبشرونه بالجنة .
“Kim ömrünün sonuna kadar Recep ayında (Allah rızasına dayalı) temiz bir niyet ile toplamda on bin defa İhlas Suresi’ni okursa, kıyamet günü anasından doğmuş gibi günahlarından arınmış olarak (mahşere) gelecektir. O gün onu yetmiş bin melek cennetle müjdeler halde karşılayacaktır!”[38]
* En Faziletli Umre…
38- Hz. Resulullah (s.a.a):
الحجة ثوابها الجنة ، والعمرة كفارة لكل ذنب ، وأفضل العمرة عمرة رجب.
“Haccın mükafatı cennettir ve umre her günahın kefaretidir. En faziletli umre ise Recep ayında yapılan umredir.”[39]
* Recebin İlk Gününde İmam Hüseyin’in (a.s) Ziyareti…
39- İmam Cafer Sâdık (a.s):
من زار قبرالحسين ( عليه السلام ) أول يوم من رجب غفر الله له البتة.
“Kim Receb'in ilk gününde İmam Hüseyin’in (a.s) mezarını ziyaret ederse, Allah onu hiç şüphesiz bağışlar!”[40]
* Recep Ayının On Beşinci Gününde İmam Hüseyin’in (a.s) Ziyareti…
40- İmam Ali Rıza (a.s):
عن أحمد بن محمد بن أبي نصر البزنطي قال : سألت أبا الحسن الرضا (عليه السلا: (في أي شهر نزور الحسين ( عليه السلام ) ؟ قال : في النصف من رجب والنصف من شعبان.
Ebu Nasr Bezenti der ki: “İmam Ali Rıza’ya (a.s) ‘İmam Hüseyin’i (a.s) hangi ayda ziyaret edelim?’ diye sorduğumda şöyle buyurdu: ‘Recep ve şaban aylarının on beşinci gününde.”[41]
ehlader
[1]- Bihârü’l-Envâr, c.94, s.38.
[2]- Uyûnu Ahbâri’r-Rıza, c.2, s.71.
[3]- Şuebü’l-İmân, c.3, s.375.
[4]- Bihârü’l-Envâr, c.94, s.49-50.
[5]- Bihârü’l-Envâr, c.94, s.39.
[6]- İkbâlü’l-A’mâl, s.648.
[7]- İkbâlü’l-A’mâl, s.648.
[8]- İkbalü’l-A’mâl (Yeni Baskı), c.3, s.174.
[9]- Bu gece ya Recep ayının birinci gecesidir ya on beşinci gecesi veya yirmi yedinci gecesi. Çünkü hadislerden bu üç gecenin recebin en faziletli geceleri olduğu anlaşılmaktadır.
[10]- Bihârü’l-Envâr, c.94, s.47.
[11]- Bihârü’l-Envâr, c.94, s.47.
[12]- El-Emâli -Şeyh Sadûk-, s.4.
[13]- Tehzibü’l-Ahkâm, c.4, s.306.
[14]- Bihârü’l-Envâr, c.94, s.41-42.
[15]- El-Emâli -Şeyh Sadûk-, s.323.
[16]- UyûnuAhbari’r-Rıza, c.1, s.291.
[17]- Bihârü’l-Envâr, c.94, s.42.
[18]- El-Emâli -Şeyh Sadûk-, 349.
[19]- El-Emâli -Şeyh Sadûk-, s.11.
[20]- El-Emâli -Şecerî-, c.1, s.258.
[21]- Sevâbü’l-A’mâl, s.78.
[22]- Vesâilü’ş-Şia, c.10, s.483-484.
[23]- Sevâbü’l-A’mâl, s.78.
[24]- Misbâhü’l-Müteheccid, s.797.
[25]- Kenzü’l-Ummâl, Hadis: 35217.
[26]- Misbâhü’l-Müteheccid, s.852.
[27]- Bihârü’l-Envâr, c.94, s.50.
[28]- Bihârü’l-Envâr, c.94, s.46.
[29]- İkbâlü’l-A’mâl, s.629.
[30]- İkbâlü’l-A’mâl, s.637.
[31]- İkbâlü’l-A’mâl, s.630.
[32]- İkbâlü’l-A’mâl, s.630.
[33]- İkbâlü’l-A’mâl, s.648.
[34]- İkbâlü’l-A’mâl, s.642.
[35]- İkbâlü’l-A’mâl, s.643.
[36]- İkbâlü’l-A’mâl, s.644.
[37]- İkbâlü’l-A’mâl, s.642.
[38]- İkbâlü’l-A’mâl, s.648.
[39]- Vesâilü’ş-Şia, c.14, s.302.
[40]- Tehzibü’l-Ahkâm, c.6, s.48.
[41]- Vesâilü’ş-Şia, c.14, s.466.
Piskopos George Saliba: İran'ın Filistin Davasındaki Tutumu Takdire Şayan
Lübnan'ın Cebel Amel ve Trablus'taki Ortodoks Kilisesi piskoposu George Saliba, Mariagos Kilisesi’nde el-Alam ajansına verdiği röportajda, İmam Humeyni ile görüşme deneyimini ve İran İslam Cumhuriyeti döneminde İranlı Hristiyanların durumunu anlattı.
George Saliba bu röportajda, İslam Cumhuriyeti döneminde İran'a 10'dan fazla ziyarette bulunduğunu ve Pehlevi döneminde bir kez bile İran'ı ziyaret etmediğini söyledi.
Saliba, İmam Humeyni Eğitim ve Araştırma Enstitüsü'nü insani bir kurum olarak nitelendirerek, İran ziyareti sırasında bu kurumu ziyaret ettiğini ve bu kurum tarafından çok güzel karşılandığını söyledi
George Saliba'nın Rahmetli İmam ile görüşmesi
George Saliba, bir seyahatinde İmam Humeyni (r.a) ile tanıştığını ve onu çok sade, güzel ahlaklı, sakin, kendine güvenen ve zeki biri olarak gördüğünü belirtti ve şu ifadelerde bulundu: 'Evi, devrimci bir liderin evinden çok daha sadeydi.'
George Saliba, İmam Humeyni ile yaptığı görüşmede onu sükunet dolu ve sabırlı bir insan olarak gördüğünü ve Farsça bilmemesine rağmen İmamın Hristiyanlara yaptığı konuşmayı Farsça dinlediğini ve insanların İmamın konuşmasıyla nasıl coşkulandığını gördüğünü söyledi.
İran İslam Cumhuriyeti'nin konumu devrimden sonra gelişti
Piskopos George Saliba, Pehlevi döneminde İran'daki mevcut durum ve olaylar hakkında hiçbir bilgisinin olmadığını belirterek, o dönemde bu ülke hakkında sahip olduğu tüm bilgilerin İran'ın Şah döneminde Basra Körfezi jandarması olduğu gerçeğinde özetlendiğini belirtti ve şunları söyledi: 'Din adamlarının iktidarı döneminde İran'ın konumunun düşmesini istediler ama bu olmadı ve İran İslam Cumhuriyeti'nin konumu yükseldi.'
George Saliba, İran'daki Hristiyanların durumu hakkında ise şu ifadelerde bulundu: 'Bazı Hristiyanlar Şah'ın devrilmesinden sonra İran'ı terk ettiler, ancak İran İslam Cumhuriyeti döneminde İran'da Hristiyanlığın gelişimini öğrendikten sonra İran'a döndüler.
İranlı liderlerin diğer insanlarda olmayan çok özel bir özelliği var. Bu hediye ve yetenek herkese verilmez. Allah bazı insanlara böyle bir lütuf bahşetmiştir ki bunlar arasında akıl, sabır ve ilim vardır.
Hikmet, yapılabilecek bir şey değildir, insanın zatında ve özünde var olan bir şeydir ve eylem aşamasında kendini gösterir ve bu, İslam İnkılabı lideri Ayetullah Hamanei'nin sahip olduğu ayrıcalıktır. O, bilge ve ileri görüşlü bir adamdır, sağlam ve ilkeli bir duruşu vardır ve onların ne istediğini bilir, bu ülkenin liderlerinin başarısının sırrı budur.'
İran aleyhine olumsuz haberler düşmanlar tarafından yapılıyor
Hristiyan Piskopos sözlerine şöyle devam etti: 'İran hakkında yayılan olumsuz haberler sadece İran düşmanlarının dünya halklarının duymasını istedikleri ve onların casusları ve paralı askerlerinin bu tür haberleri kulaklarına okudukları bir haberdir.'
Siyonist hareketin İran İslam Cumhuriyeti'ne yönelik eylemlerine eleştiri / Siyonizm bizim düşmanımızdır
Siyonist hareketin İran İslam Cumhuriyeti'ne yönelik eylemlerini eleştiren George Saliba, şunları söyledi: 'Hristiyanlar, Yahudileri İsa Mesih'in ve diğer peygamberlerin katili olarak görürler ve Ortodoks Kilisesi, Vatikan'ın 40 yıl önce Yahudileri affeden hareketini onaylamaz ve başkalarına düşmanlık etmek gibi bir arzuları olmamasına rağmen, yine de Siyonist hareketi düşman olarak görürler.
Doğu Hristiyanları, Batı Hristiyanlarından farklıdır. Doğu Hristiyanları, Siyonist hareketin Filistin'e ve Filistinlilere yönelik muamelesine müsamaha göstermezler.'
İran'ın Filistin meselesindeki tutumu takdire şayandır
Piskopos George Saliba, İran'ı Filistin meselesindeki tutumundan dolayı takdir edip teşekkür ederek şunları söyledi: 'Siyonizm ile Araplar arasındaki düşmanlığın kökleri kalplerimizde ve vicdanlarımızda yatmaktadır ve İran İslam Cumhuriyeti'nin bu konudaki tutumlarına saygı duyuyoruz ve bu konu tartışılamaz.
İran İslam İnkılabı parlayan bir güneştir ve başkaları tarafından övülmeye ihtiyacı yoktur. İran'ın İsrail büyükelçiliğini kapatması ve burayı Filistin büyükelçiliğine dönüştürmesi de dahil olmak üzere Araplara karşı tutumu övgüye ve takdire şayandır.
İran İslam Devriminin amacı mazlumları desteklemektir, bu nedenle Filistin'deki direniş hareketlerini desteklemeye devam etmektedir.'
IŞİD'in yok edilmesinde İran İslam Cumhuriyeti'nin rolü
George Saliba, IŞİD teröristlerinin eylemlerini eleştirerek, onları çok sayıda Hristiyan'ı öldüren vahşiler ve barbarlar olarak nitelendirdi ve İran İslam Cumhuriyeti'nin IŞİD'i yok etmedeki rolünü övdü.
Piskopos Saliba, İran'ın Arap medeniyetinden daha eski olan Pers medeniyetinin mirasçısı olduğunu ve İran milletinin duygulara değil rasyonelliğe dayalı kararlar veren asil ve bilge bir millet olduğunu söyledi.
George Saliba ayrıca, İran milletinin füze gücü ve nükleer teknoloji kullanımı da dahil olmak üzere mevcut tüm imkanlarla kendilerini savunmasını İran'ın vazgeçilmez bir hakkı olarak nitelendirdi ve "Hiçbir insan zulme uğramak istemez" dedi ve şu ifadelerde bulundu: 'İran'da bilim ve teknolojinin gelişimi zeka ve incelikle birleşiyor.'
Piskopos Saliba, İran İslam Cumhuriyeti'nin Filistin meselesini savunmasını tüm Arap meselesinin savunulması olarak nitelendirdi ve Filistin meselesini savunan herkesi desteklediğini çünkü bunun onlar için bir onur meselesi olduğunu vurguladı.
George Saliba, İran İslam Cumhuriyeti'nin ömrünün üzerinden geçen 43 yılın, tüm milletlerin ayağa kalkıp onurlarını, ilkelerini ve izzetlerini savunmaları için bereketli ve güzel yıllar olduğunu da belirtti.
Regaib Kandili
Leyletu’l Regaib veya Regaib gecesi (Arapça: لیلة الرغائب), arzular gecesi anlamına gelmektedir. Arapça bir ibaret olan regaib, Recep ayındaki ilk perşembeyi cumaya bağlayan gecedir. Müslümanların inancına göre bu gece melekler, beşeri toplumlara ilahî rahmeti ulaştırmak için yeryüzüne inerler. Regaib gecesi İslam dünyasında ibadet ve dualarla geçirilmektedir.
Kelimenin Tanımı
“Rekaib” sözcüğü “rağibet” (رغیبة) kelimesinin çoğulu ve bir şeye rağbet, arzu, istem, meyil ve çokluca bağış ve mağfiret anlamına gelmektedir. Dolayısıyla “regaib gecesi”nin ilk anlamı ibadet, kulluk ve istemin çokça olduğu bir gece ve Allah kullarının Allah’a dua, ibadet ve yakarışa oldukça eğilim gösterdiği gece anlamındadır. “Regaib gecesinin” ikinci anlamı, Allah’ın bağış ve mağfiretinin çok olduğu gece ve Allah kullarının Allah’a yönelerek, O’nun büyüklüğü karşısında huşu göstermesi ve Allah’ın sonsuz bağış, mağfiret ve nimetlerini elde etmeye liyakatlerinin olduğu anlamındadır.
Gecenin İbadet ve Amelleri
Hz. Fahri Kâinat Efendimizden (s.a.a) nakledildiğine göre bu gecenin ibadetleri şöyledir:
Ayın ilk Perşembe günü –herhangi mani bir durum yoksa ve mümkünse- oruç tutulur. Cuma akşamı, akşam namazı ile yatsı namazı arasında 12 rekâtlı namaz kılınır. Namazlar ikişer rekâtlı kılınır ve her rekâtında bir kere Fatiha suresi, üç ker Kadir suresi ve oniki kere İhlas suresi okunur. 12 rekâtlı namaz bittikten sonra 70 defa şöyle söylenir:
«اللّهم صلّ على محمد النبّى الاُمّى و على آله»
“Allahumme Salli Ale Muhammed en Nebiyyil Ummi ve ale Alihi”
“Allah’ım! Ümmi peygamber Muhammed ve Ehlibeytine rahmet et.”
Sonra secdeye gidilir ve 70 defa şöyle denir:
«سبّوحٌ، قُدّوسٌ، رب الملائكة والرّوح»
“Subbuhun Kuddusu’n Rabbu’l Melaiketu ve’r-Ruh”
“Melekler ve Ruhun rabbi olan Allah, mukaddes ve bütün noksanlıklardan münezzehtir.”
Sonra secdeden kalkılır ve 70 defa şöyle denir:
ربّ اغفر وارحم و تجاوز عمّا تعلم انّك انت العلى العظيم
“Rabbi’ğ fir verhem ve tecavez amme te’lem inneke entel aliyyul azim.”
“Allah’ım! Bağışla merhamet et. Hakkımızda bildiğin şeylerden (kötülüklerden) geç; doğrusu en yüce ve ulu ancak sensin.”
Yeniden secdeye gidilir ve yeniden 70 defa şöyle denir:
«سبّوحٌ، قُدّوسٌ، رب الملائكة والرّوح»
“Subbuhun Kuddusu’n Rabbu’l Melaiketu ve’r-Ruh”
Sonra burada her türlü hacet Allah Teâlâ’dan istenilir.
Hz. Resulullah Efendimizin (s.a.a) buyurduğuna göre Regaib gecesinde bir çok günahlar bu gecenin hatırına bağışlanır ve her kim bu namazı kılarsa kabre konulduğu ilk gece Allah Teâlâ bu namazın sevabını ona güzel, parlak ve güzel bir yüzlü olarak gönderir. Fasih bir dille ona ey benim habib’im! Müjdeler olsun ki her şiddet ve zorluktan kurtulanlardan oldun.”
Ona sen kimsin? Allah’a yemin ederim ki senin gibi güzel yüzlü birisini görmedim, senin sözlerinden daha tatlı bir söz duymadım ve senin kokun gibi güzel kokulu bir koku koklamadım,” der.
O da ben falan yılın, falan ayında falan gece kıldığın namazın sevabıyım. Senin yanına hakkını eda etmek için geldim. Yalnızlığında birlikte olalım ve vahşeti senden gidereyim. Sur üfürülünceye kadar kıyamette ben senin üstüne gölge olacağım. Dolayısıyla mutlu ol ki asla senden hayır yok olmayacaktır.
WİKİSHİA.NET
Doğal Afetler
Deprem, sel ve tufan, ilahî azaplar mıdır yoksa normal doğal sebeplerden mi kaynaklanmaktadır?
Hoş olmayan doğal olayların, ilahî azap olup olmadığı konusunun incelenmesi için birkaç noktaya dikkat edilmelidir:
1. İnsanın yaratılış hedefi, dünyada hoş bir şekilde yaşaması değildir. İnsanın asıl hedefi gerçek saadete ulaşmaktır ve bu da ancak Allah’a ibadet etme ve O’na yaklaşma sayesinde gerçekleşebilir.
2. Tabii olayların, bazı yönlerden faydalı sonuçları vardır ve insana asıl hedefine ulaşmasında yardımcı olmaktadır. Çünkü bu hadiselerin kötülüğü görecelidir; yani biz bu olayları, zarara uğrayan insanlara göre şer bilmekteyiz, aynı yılan zehrinin insanlar ve zarar gören diğer canlılar için kötü bilmemiz gibi, ama bu zehir yılanın kendisi için hatta topraktaki zehirlerin yayılmasını önlediği ve bu zehirleri kendi vücudunda depoladığı için genel anlamda diğer canlı varlıklar için bile kötü değildir. Mevlana şöyle diyor:
Yılan zehri yılan için hayattır
Mutlak anlamda bir şeyi kötü görme cihanda
Ama o yılan insan için ölümdür
Kötülüğü göreli gör ve gerçeği anla[1]
Doğal olayların da, insanların genel yaşayışı ve genel düzeni açısından, değerli sonuçları vardır.
Bunların bazı faydalı sonuçlarını şöyle sıralayabiliriz:
a) Yeteneklerin ortaya çıkması: İnsanın doğası gereği, maddî ve manevî yeteneklerinin çoğu ancak zorluklarla karşılaşıp, sorunlarla mücadele etmesi sayesinde ortaya çıkar. Aynı sporcu birisinin beden kaslarının sadece zor ve yorucu antrenmanlar sayesinde gelişmesi gibidir. İnsanın ruhî ve manevî kabiliyetlerinin bir kısmı da musibetlerle karşılaşması ve hayatın zorluklarının üstesinden gelmek için yapılan çabalarla ortaya çıkmaktadır. Örneğin birçok ilmî keşif ve buluşlar, insanın zorunlu ihtiyaçlarının etkisiyle kendi bireysel ve toplumsal sorunlarını çözmek için ortaya çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerim, her zorluk ve musibetin sonunda bir kolaylığın olduğu gerçeğini vurgulamaktadır.[2]
Bundan başka, Kur’ân-ı Kerim’e göre ilahî kurallardan birisi de, insanın, hayatın değişik bölümlerinde imtihan edilmesidir[3]ve bu da insanın gizli yeteneklerinin geliştirilmesi içindir. İmam Ali (a.s) de, insanın gizli yeteneklerinin ortaya çıkmasında, zorlukların etkisini çok güzel bir benzetmeyle şöyle beyan etmektedir:
“Bilin ki sahralardaki ağaç daha katı ve sert; bağ bahçe içindeki ağaçlar ise daha zayıf ve naziktirler.”[4]
b) Gafletten Uyandırma: Belaların en önemli getirilerinden birisi de dünya nimetlerine dalması sonucu gaflet uykusuna duçar olmuş insanı uyandırması, Allah karşısındaki görevlerini hatırlatması ve büyüklenmesini tevazua çevirmesidir. Kur’ân-ı Kerim, bu konuya işaret ederek peygamberlerin kavimlerinin, isyan etmekten vazgeçip hak karşısında teslim olana kadar sürekli çeşitli zorluklarla karşılaştıklarını beyan etmektedir.
“Biz bir ülkeye bir peygamber gönderdiğimizde, onun halkını zorluk ve darlıkla mutlaka sıktık ki sığınıp yakarsınlar.”[5]
c) İlahi nimetlerinin değerlerini bilmek:Hoş olmayan doğal olayların bir diğer faydası da, insanın ilahî nimetlerin önemini anlaması ve onun değerini bilmesidir. Çünkü “Afiyetin değerini musibete duçar olan anlar.” İmam Sâdık’tan (a.s) da şöyle nakledilmektedir:
“Belalar, iyi ve kötü insanların her ikisine de ulaşsa da, Yüce Allah onu her iki gurup için de ıslah olma vesilesi karar kılmıştır. İyilere ulaşan bela ve afetler, geçmişte Allah’ın onların hizmetine sunduğu nimetlerin hatırlanmasını sağlamaktadır ve bu iş onları şükretmeye yönlendirmektedir.”[6]
3. Muhakkak ki insanın bilmediklerine oranla bildikleri, ucu bucağı görülmeyen okyanus karşısındaki bir damla suya benzer. Sadece dış dünyada değil, insanın kendi vücudunda dahi insanlığın ulaşamadığı bilinmeyen birçok sırlar vardır. İnsanın bilgisinin sınırlı olduğuna nazaran, şer zannettiğimiz her oluşumun bütün sır ve şifrelerine bilgimizin olduğunu iddia etmemiz mümkün değildir. Bu oluşumlarda bizim haberimizin olmadığı birçok maslahatlar olabilir ve bir şeyi bilmemek onun olmadığı anlamına gelmez. Bu anlatılanlara göre, ihtiyatlı bir şekilde hüküm verilmesi daha iyi olur. Çünkü gerçekte hayır olan bir şeyi şer bilme ihtimalimiz çok büyüktür. Kur’ân-ı Kerim, bu hakikati çok güzel bir şekilde anlatmaktadır:
“Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür.” [7]
4. Gaflet edilmemesi gereken bir diğer önemli nokta da, insanın kendi davranışının, şerlerin meydana gelmesindeki etkisidir. İnsan irade sahibi ve genel sebep-sonuç kanununa tabi bir varlıktır. Onun, doğru olmayan seçimi, kendi iradesiyle yapmış olduğu bazı amelleri, bazı bela ve musibetlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadırlar.[8] Kur’ân-ı Kerim, şöyle buyurmaktadır:
“O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.”[9]
Hz. Ali (a.s), bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Kuşkusuz ki Allah, kulunu, kötü amelleri sebebiyle ürünlerinden eksilterek, bolluk ve bereketini kısarak, hayır hazinelerinin kapılarını kapatarak; tövbe edecek kimsenin tövbe etmesi, kötülükten vazgeçeceklerin kötülükten vazgeçmesi, öğüt alacakların öğüt alması, sakınacakların da sakınması için imtihan eder.”[10]
Ahlâkî kötü sıfatlar ve beğenilmeyen davranışların, tabiattaki belalara nasıl etki ettiğini ve onların arasında nasıl bir ilişkinin olduğunun incelenmesi, başlı başına geniş bir makalenin yazılmasını gerektirmektedir ki şimdilik konumuzun dışındadır.
Ama ilerlemiş ülkelerin ilimden faydalanarak bazı yıkıcı doğal olayların önünü almalarına gelince, öncelikle çirkin amellerden kaynaklanan azaplardan kaçmanın mümkün olmadığını ve hüküm verirken de sadece kısa bir zaman dilimine bakmanın doğru olmadığını hatırlatmamız gerekmektedir. Örneğin İkinci Dünya Savaşı’nda ülkeler, doğal afetlerden daha fazla bir şekilde yıkıma ve hasara uğradılar. Bu savaşların ve belaların ortaya çıkma sebebi de başta olan güç sahiplerinde olan karakter ve ahlâkî özelliklerdi. Üstelik gelişmiş toplumlarda yaşayan insanlar şimdi ruhsal ve psikolojik güvensizlik ve toplumsal bozukluklar gibi başka belalara duçar olmuşlar ve ruhsal azap çekmektedirler.
Gizli bağ demir bağdan beter
Demir bağı kırmaya balta yeter
Demir bağ ayrılır da
Gizli bağı ayırmaya yoktur deva.
En önemlisi, Yüce Allah’ın bu beğenilmeyen tabiat hadiselerinde, değişik insanlar ve toplumlar için farklı hedefleri olmasıdır. Bu hadiseler mümin insanlar için rahmettir. Çünkü ya günahlarının keffaresi ve ahiret azabının hafifletilmesine sebep olmakta, hatta bazı rivayetlere göre onlara şehit sevabı yazılmaktadır[11]ya da gaflet uykusundan uyanmayı ve ilahî nimetlerin hatırlanmasını sağlamaktadır. Ama mümin olmayanların böyle bir fazilete kabiliyetleri yoktur. Dünyada nimet ve lezzet halinde olabilirler ama ahirette dünya azabıyla kıyas edilemeyecek elim azaplara duçar olacaklardır.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Bela, zalim bir insan için edep etme vesilesi, mümin birisi için imtihan vesilesi, peygamberler için derecelerinin artma vesilesi ve evliyalar için de keramet vesilesidir.”[12]
5. İnsan sabrederek, istikamet göstererek ve musibet doğuran zorluklarla karşılaşıp ruhunu kemale erdirerek musibetlerden faydalandığı zaman, bu belalar onun için nimet olur. Ama eğer zorluklar karşısında kaçmayı seçer ve feryat ederek şikâyetlenirse bela onun için gerçekten bela olur. Dünya nimetleri de musibetler gibi, aynı şekilde saadet ve refah vesilesi veya bedbahtlık vesilesi olabilir.
Buna göre bir şeyin nimet sayılması, insanın o nimetler karşısında verdiği tepkiye, şükredip şükretmemesine bağlıdır. Aynı şekilde bir hadisenin bela ve azap olması da insanın onlar karşısında verdiği tepkiye, sabırlı olması veya iradesiz ve sabırsız olmasına bağlıdır.
6. İlahi ve manevî cezası olan şeyler ancak bela sayılabilir; yani insanın kötü amelinin eserleri, gerçek bela ve musibetlerdir. Çünkü bunlar insanın kendi iradesinin neticeleri ve hiçbir hayır ve kemalin de oluşumuna vesile değillerdir. Örneğin rivayetlerde geldiği gibi kalp katılığı insan için bir beladır.
“Yüce Allah, hiçbir kulu, kalp katılığından daha fazla bir azapla azaplandırmamıştır.”[13] Çünkü kalp katılığı cezası hissedilmemektedir ve bu yüzden de uyanma ve tembih vesilesi olmadığı için ilahî lütuf ve rahmet vesilesi sayılmamaktadır. Kalp katılığı amele etki ettiği için yüzde yüz azaptır.[14]
7. Tabiat olayları, illetlerin bir araya gelmesinin bir sonucudur ve bu illetlerin bazılarının birbirine olan nispetleri yan yana bir sıra halinde ve bazıları da bir doğrultuda birbirlerinin illetleri halindedirler. Her halükârda bir gurup maddî ve manevî sebepler (insanın bazı amelleri de hadiselerin oluşmasında etkilidir) bir tabiat olayının tam illetini oluşturmaktadır ve hepsi de Allah’ın irade ve isteğiyle oluşmuş olan dünyadaki genel düzenin içinde yer almaktadırlar. Tabiat olaylarının gerçekleşmesi veya onların önünün alınması, her ikisi de ilahî düzene göredir ve onun dışında da değildir. Yüce Allah, ne zaman bir topluluğa azap indirmeyi irade ederse, birçok yerde kendi yarattığı bu illet ve sebep yoluyla azap etmektedir. Tabiat olaylarının ortaya çıkması veya ortaya çıkmalarının engellenmesi, her ikisi de ilahî düzene göredir ve onun dışında değildir. Onların azap vesilesi olmalarının da bir sakıncası yoktur.
(ehlader)
[1] Şehit Mutahharî, İlahi Adalet, s. 130-134.
[2] İnşirah, 5 ve 6’ncı âyetler: “Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.”
[3] Enbiya, 25; Bakara, 155.
[4] Nehcü’l-Belağa, 45. mektup.
[5] A’raf, 94.
[6] Biharu’l-Envar, c. 3, s. 139.
[7] Bakara, 216.
[8] İslâmî Öğretiler, c. 1, s. 81-85, özeti.
[9] A’raf, 96. Daha fazla açıklama için şu kaynağa başvurabilirsiniz: Numûne Tefsiri, c. 6, s. 265-274 ve c. 1, s. 53, Bakara Sûresinin 7. âyetinin tefsirinde.
[10] Nehcü’l-Belağa, 143. Hutbe.
[11] Usul-u Kâfi, c. 1, s. 353.
[12] Mustedreku’l-Vesail, c. 2, s. 438.
[13] Mustedreku’l-Vesail, c. 13, s. 93.
[14] Adl-i İlahi, s. 164-165.
Nifak ve Münafıklar (2)
"Nifak'ın varoluş gerekçesi, karşı tarafın ürkütücü gücü, pratikte bir çıkar beklentisi ve kısa vadeli çıkar elde etme olarak sınırlandırılamaz. Dolayısıyla bu saydığımız hususların olmadığı ortamlarda nifak da olmaz demek isabetli değildir. Çünkü toplumlarda öyle insanlar görürüz ki, bunlar her çağrıya uyarlar, nerede bir gürültü varsa orada toplanırlar. Hatta bu çağrılara muhalif olan tarafın ezici gücüne ve karşı çıkışına bile aldırış etmezler.
Bu uğurda her türlü tehlikeyi göze alırlar ve bunda ısrarlı olurlar. Çünkü içinde bulundukları hareketin bir gün başarılı olabileceğini, o zaman hedeflerini gerçekleştirebileceklerini, toplumun yönetim mekanizmasında yer almak ve yeryüzünde üstün bir konuma gelmek suretiyle insanlara egemen olabileceklerini düşünürler. Bu amaç uğruna ilkelerine gerçek anlamda inanmadıkları hareketlerin içinde yer alır, hareketin yılmaz savunucuları olabilirler. Hem unutmayın; Hz. Peygamber (s.a.a) kavmini İslam'a davet ederken, şayet kendisine iman edip tabi olurlarsa, bir gün yeryüzünün hakimleri olacaklarını söylüyordu. " Siyasal hareketler sırf mevki ve makam elde etmek amacıyla yer alan kimseler için böyle bir iktidar vaadi gerçekten iştah kabartıcıdır.
Bu nedenle Peygamber Efendimize (s.a.a) zahiren iman eden, onun dinine taabi olan bazı kimselerin, bu davranışlarıyla asıl amaçlarına, statü olarak ilerleme, liderlik makamına ulaşma ve yüksek bir mevki elde etme hedeflerine ulaşmayı düşünmüş olmaları aklen mümkündür. Bu mahiyetteki bir nifakın da doğal belirtisi, gelişmelerin İslam ve Müslümanların aleyhine cereyan etmesini sağlamaya çalışmak, İslam ve Müslümanların başlarına felaketlerin gelmesinin beklentisi içinde olmak, dini toplumifsat etmeye çabalamak değildir. Bilakis böyle amaçları olan kimseler, amaçlarına ulaşmak için mümkün olduğu nispette dini toplumun gelişmesine katkıda bulunur, mallarını ve sahip oldukları makamlarını feda etmeyi göze alırlar ki, gelişmeler onların istedikleri istikamette ve belli bir düzen içinde seyretsin, ileride istifade edilecek bir mahiyet arz etsin, kişisel çıkarları için kullanabilecekleri kıvama gelsin. Kuşkusuz bu gibi münafıklarda, dini hayat, statü olarak kendilerinin ilerlemeleri ve topluma egemen olmaları beklentisinin aksi bir istikamette seyrettiği zaman, bozguncu amaçlarıyla sonuçlanacak çizgiye dönmesi için muhalefetlerini ve sahih İslami önderliğe karşıt tavırlarını sergilemekten kaçınmazlar.
Aynı şekilde bazı Müslümanların dinleri hususunda kuşkuya düşmüş olmaları, ardından irtidat etmeleri, ama dinden dönüşlerini gizlemiş olmaları mümkündür.
Yine fetih günü iman eden Mekke müşriklerinin büyük çoğunluğunun gerçekten ve samimi olarak inandıkları söylenemez. Davet yıllarında yaşanan olayları inceleyen birisi açık bir şekilde görecektir ki, Mekke kafirleri, bu kafirleri izleyenler, özellikle Kureyş kabilesinin ileri gelenleri, fetih günü güçlerini aşan ordularla sarılmış olmasalardı, kınlarından çekilmiş kılıçlar başlarının üzerinde parıldamasaydı, Hz. Peygamber'e (s.a.a) iman edecek değillerdi.
Buna rağmen, bu objektif koşullar ışığında iman nurunun onları kalplerini aydınlattığına, nefislerinde ihlas ve kesin inancın oluştuğuna, dolayısıyla hep birlikte gönüllü olarak Allah'a iman ettiklerine ve bir daha asla içlerinde nifak duygusunun depreşmediğine hükmedebilir mi?
İkincisi: Peygamber efendimizin (s.a.a) vefat edeceği zamana yakın günlere kadar süren münafıklığın, Peygamberimizin (s.a.a) vefatıyla birlikte bir anda bıçakla kesilmiş gibi son bulması, ortadan kalkması eşyanın tabiatına aykırı, imkansız bir şeydir. Evet, Peygamber efendimizin (s.a.a) vefat etmesiyle ve hilafetin kurulmasıyla birlikte artık münafıklardan söz edilmez olduğu, münafıkların izlerinin silindiği, daha önce sergiledikleri İslam'a aykırı davranışları sergilemez oldukları, artık komplolar kurmadıkları ve uğursuz desiselerini planlamadıkları doğrudur.
Ancak bu, Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatıyla birlikte münafıkların İslam'ı benimsedikleri, topyekün olarak ihlaslı bir şekilde iman ettikleri, Peygamber'in (s.a.a) hayatından etkilenmedikleri kadar onun ölümünden etkilendikleri anlamına gelir mi ? Ne oldu da münafıklarla Müslümanlar arasında bir anda bir anlaşma meydana geldi ve artık bir kaynaktan su içmeye başladılar ? Yoksa münafıklar yeni süreçte amaçlarının gerçekleşebileceği ümidine mi kapıldılar ? Ve bu yüzden çatışmaya, kavgaya son mu verdiler ?
Peygamber efendimizin (s.a.a) son döneminde meydana gelen olaylar ve Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra çıkan fitneler üzerinde etraflıca düşündüğümüz zaman, bu sorulara ilişkin doyurucu cevap bulabiliriz.
Allame'nin bu analizi ışığında diye biliriz ki, Medine'de örgütlü biçimde ortaya çıkan münafıklık hareketinin psikolojik ve sosyolojik dayanaklarını, farklı bir karakter ve davranış biçimi arz eden Mekke dönemi nifak hareketinde aramak gerekir. Yine Peygamberimizin (s.a.a) vefatından sonra ortadan kalkmadığının, tam tersine iktidar gücünü ve İslami söylemleri kullanacak kadar pervasızlaştığının kanıtlarıdır. İslam tarihi içinde ortaya çıkan ve günümüzde de varlıklarını ve etkinliklerini sürdüren sapık ekollerinde teorik ve psikolojik altyapısını tarihi nifak hareketi oluşturmaktadır. Fıkıh, kelam, tefsir ve hadis gibi hayati öneme sahip ilim dalları münafıkların serpiştirdikleri sapkın düşünce ve rivayetlerle doludur. İslam ümmetinin bir türlü berrak bir zihniyete sahip olamaması, dolayısıyla sahih ve Kur'ani bir tavır sergileyememesi işte bu nifak tortularından kurtulamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Münafıklar düşmandır ve tarih bize onlardan sakınmanın bir zorunluluk olduğunu gösteriyor.
(Ehlader)
Nifak ve Münafıklar (1)
Nifak'ın varoluş gerekçesi, karşı tarafın ürkütücü gücü, pratikte bir çıkar beklentisi ve kısa vadeli çıkar elde etme olarak sınırlandırılamaz. Mümin, Kafir ve Münafık…Kur'an'ın resmettiği üç temel karakter.Kur'an'ın yine Kur'an'la biri olan el-Mizan tefsirinde, Kur'an'da münafık karakterine atfedilen öneme dayalı olarak nifak kavramı ve münafıklık karakteri bütün yönleriyle ve en geniş biçimde ele alınır. Bu yazımızda Münafık tipinin İslam tarihinde ne denli etkin olduğunu el-Mizan perspektifinde farklı bir yaklaşımla anlamaya çalışacağız.
Sosyal hayatta ve de tarihin seyri içinde münafık, Kur'an'da çizilen tablonun birebir yansıması olacak şekilde etkili olmuştur. Bu böyle iken, garip bir şekilde münafıklık olayı, sadece Medine dönemiyle sınırlandırılmış ve sanki öncesinde ve sonrasında hiçbir münafıklık vakası yaşanmamış gibi, Kur'an'ın resmettiği bu canlı, dinamik ve süreklilik arz eden karakter, tarihsel bir olgu gibi tamamen teorik düzlemle tartışılmış ve Abdullah b. Uney b. Selul şahsında dondurulmuştur. Hakim anlayış böyle olunca, tarihin seyri içinde hak ile batıl birbirine karıştırılmış, hakkın taraftarları aynı kefeye konulacak kadar dehşet verici zihinsel sapmalar yaşanmıştır. Karşı tavır alışlar eşit düzeyde muteber sayıldığı içinde teorisi Kur'an'da çizilen bu olgunun pratik hayattaki yansıması, tarihin seyri içindeki gelişimi eksik aktarılmıştır. Deyim yerindeyse, münafıklık Medine dönemine hapsedilmiş, münafık tipi de Abdullah b. Ubey b. Selul gibi tarihsel bir kişilikle sınırlandırılmıştır. Bu yüzden Peygamberimizden (s.a.a) sonra yaşanan sosyal olayların bu yönü sonraki nesiller tarafından doğru biçimde kritik edilememiştir. İslam tarihi boyunca ortaya çıkan ve toplum hayatı üzerinde olumsuz ve telafi edilemez tahrifatlar yapan grupların sapık fırkaların tarihsel kökenleri, münafıklık hareketiyle ilişkileri karanlıkta kalmıştır.
Allame Tabatabai, bu yanlış anlayışı yıkmak için önce Kur'an'ın çizdiği münafık tablosunu gözler önüne seriyor : "Kur'an-ı Kerim Münafıklar üzerinde önemle durur. Kötü ahlaklarını, yalanlarını, aldatmalarını, entrikalarını, Hz. Peygamber (s.a.a) ve Müslümanların aleyhine ateşledikleri fitneleri zikrederek tekrar tekrar onlara yönelik sert hücumlarda bulunur. Kur'an'ın Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, Enfal, Tevbe, Ankebut, Ahzab, Fetih, Hadid, Haşr, Münafikun ve Tahrim gibi surelerinde defalarca münafıklardan söz edilmiştir."
Sonra bu temel karakterin oynadığı tarihi rolün büyüklüğünü gösterir biçimde Kur'an'ın, onlar karşı alınmasını istediği önlemler üzerinde durur: "Yüce Allah, Kur'an'ın akışı içinde onlara çok sert tehditler yöneltmiştir. Dünyada kalplerini mühürlemekle, kulaklarının ve gözlerinin üzerine perde indirmekle, aydınlıklarını giderip hiçbir şey göremeyecek şekilde karanlıklar içinde bırakmakla, ahirette ise cehennemin em aşağı tabakasına sokmakla tehdit etmiştir."
Bu sert ve insanın tüylerini diken diken eden üslup boşuna değildir. Allame bunu izah ederken şu hususu dikkatlerimize sunar:
"Bütün bunların nedeni, münafıkların entrikalarının, tuzaklarının, envai çeşit desiselerinin İslam'a ve Müslümanlara verdiği zararın ve Müslüman toplum bünyesinde açtığı yaranın büyüklüğüdür. Müşrikler, Yahudiler ve Hristiyanlar Allah'ın dinine onlar kadar zarar verememişlerdir; onların yaptıkları tahribatın düzeyinde bir tahribat meydana getirememişlerdir. Değil mi ki yüce Allah, Peygamberine (s.a.a) onlarla ilgili şu uyarıda bulunmaktadır: "Düşman onlardır. Onlardan sakın." (Münafıkun, 4)
Medine'de uç beren münafıklık hareketinin kökünün eskilere, Mekke dönemine kadar geri gittiğini vurgulayan Allame Tabatabai, Medine İslam toplumunda münafıkların oluşturduğu tehlikeye dikkat çekerek şu tespitlerde bulunur:
"Münafıkların entrikalarının ve komplolarının sonuçları, Peygamberimizin (s.a.a) Medine'ye hicret etmesinden hemen sonra ortaya çıkmaya başladı. Nitekim Bakara Suresi'nde onlardan söz edilmeye başlandı. Bazılarının da söylediği gibi Bakara suresi hicrette 6 ay sonra nazil olmuştur.Daha sonra inen surelerde yine onlardan, onların entrikalarından ve kurdukları komplolarda izledikleri ince yöntemlerden söz edildi. Uhud Savaşı'nda Müslüman ordunun yaklaşık üçte biri kadar sayıya sahipken orduyu savaş meydanında yalnız bırakıp çekilmeleri, Yahudilerle ittifak kurmaları, Yahudileri Müslümanlara karşı kışkırtmaları, Mescid-i Dırarı kurmaları, ifk hadisesini çıkarmaları, yine su başından çıkan kavgada ve Akabe hadisesinde fitne ateşini yakmaları münafıkalrın oluşturdukları tehlikenin boyutlarını gözler önüne serecek niteliktedir. Bütün bunlara Kur'an ayetleri ayrıntılı bir şekilde işaret etmektedir. Bozgunculuk ve her olayı Peygamber'in (s.a.a) aleyhine kullanma noktasında o kadar ileri gittiler ki, sonunda yüce Allah onları şu ifadelerle tehdit etmiştir: " Andolsun, iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haber yayanlar vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz; sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. Hepside lanetlenmiş olarak nerede ele geçirilirse, yakalanır ve mutlaka öldürülürler." (Ahzab, 60-61) Kur'an'ın bu sert ifadesi, münafıklığın o gün için İslam toplumu açısından oluşturduğu tehdidi ortaya koyar niteliktedir.
Münafıklığın örgütlü ve İslam toplumunu tehdit eden bir hareket olarak ortaya çıkması, bazı yorumcuları, münafıkların sadece bu dönemde var olduklarını, bundan önce münafıkların olmadığını ileri sürmek durumunda bırakmıştır. Allame bunun bir yanılgı olduğunu vurguladıktan sonra münafıklığı doğuran sosyolojik, psikolojik ve tarihsel etkenlere daylı geniş bir analiz yapar:
"Bu noktadan hareketle bazıları, İslam'da nifak hareketinin İslam'ın Medine'ye girmesiyle başladığını ve Peygamber'in (s.a.a.) vefatına yakın bir zaman kadar devam ettiğini söylemişlerdir.
Müfessirlerin büyük bire kısmı bu görüşü savunmuştur; ancak Peygamber efendimiz (s.a.a) zamanında meydana gelen olaylar üzerinde iyice düşündüğümüz, bunun yanında Peygamberimizin (s.a.a) vefatından sonra yaşanan fitne ve kargaşa üzerinde kafa yorduğumuz, bir de aktif bir topluluğun doğasını göz önünde bulundurduğumuz zaman bu görüşün tartışmaya açık olduğunu anlarız:
Birincisi: Hicretten önce Mekke'de Hz. Peygamber'in (s.a.a) izleyicilerinin arasında nifak olgusunun sızmadığına dair ikna edici bir kanıt yoktur. "Hz. Peygamber (s.a.a) ve Müslümanlar hicretten önce Mekke'de iken güçlü, nüfuzlu ve etkin bir konumda olmadıkları için insanlar onlardan çekinmez, sakınma gereğini duymazlardı. Ya da onlardan kendilerine herhangi bir maddi yarar ulaşabileceğini ummazlardı. Bu yüzden görünürde mümin olduklarını gösterip Müslüman olduklarını söyleyerek onlara yaklaşma, yaranma gereğini duymazlardı. Bir kere Müslümanlar baskı altında idiler; dinden dönmeleri için sistematik bir işkenceye maruz kalıyorlardı, müminlerin düşmanı, hakkın inatçı muhalifi Kureyş'in uluları ve Mekke'nin ileri gelenleri tarafından türlü eziyetler görüyorlardı. Oysa Hz. Peygamber (s.a.a) hicrette sonra Medine'de bunun tam tersi bir konumdaydı. Medine'ye hicret ederken Evs ve Hazreç kabilesinden yardımcılar edinmişti. Bu iki kabilenin ileri gelenlerinden, kendilerini ve ailelerini korudukları gibi kendisini de koruyacaklarına dair sağlam bir söz almıştı. İslam Medine'de her eve girmişti. Artık Hz. Peygamber bu güçlü yardımcıları sayesinde Medine'de galip ve egemen bir konumdaydı. Bunun yanında inanmayan küçük bir azınlık kalmıştı. Bunlar şirk inançlarını sürdürüyorlardı. Buna rağmen açıkca muhalefet edecek güçleri yoktu. Müşrik olduklarını da söylemiyorlardı. Dolayısıyla zahiren Müslüman olduklarını söyleyerek canlarını güvenceye alma gereği duydular. Görünürde İslam'â inandılar; ama içlerinde küfürlerini gizlediler ve entrikalar çevirmeye, İslam ve Müslümanlar aleyhine komplolar kurmaya devam ettiler" şeklindeki değerlendirme nifak olgusunu izah etmek bakımından yetersizdir" dedikten sonra Allame, şu tespiti yapar:
Devamı var...
El Ezher Şeyhinden Şia Sorusuna Cevap
El-Ezher Üniversitesi Rektörü Şeyh Ahmet El Tayyib, Nil Tv ile gerçekleşen röportajında muhabir'in yönlendirme ve kasıtlı sorularına rağmen doğru ve itidalli cevaplar vererek muhabiri şaşkına çevirdi.
El-Ezher Üniversitesi Rektörü "Nil" kanalı ile röportajında a Şia ve Ehli Sünnet Mezhepleri hakkında görüşlerini dile getirdi:
Muhabir: Sizce Şia mezhebi'nin inançlarında herhangi bir sıkıntı yok mudur?
Şeyh: Hayır, ne sakıncası olabilir, Şeyh Şaltut, 50 yıl önce "Şia'nın İslam'ın beşinci mezhebi ve diğer mezhepler gibidir." demişti.
Muhabir: Evlatlarımız, Şia mezhebine yöneliyorlar, bizim ne yapmamız gerekiyor, nasıl önlemler almalıyız?
Şeyh: Olsunlar, biz bir şahıs, Hanefi mezhebinden Maliki mezhebine geçtiğinde onu eleştiriyor muyuz? İşte onlar da dördüncü mezhepten beşinci bir mezhebe geçmişlerdir?
Muhabir: Şialar bizimle yakınlaşmakta ve akraba olmaktadırlar. Çocuklarımızla evleniyorlar.
Şeyh: Ne sakıncası olabilir ki? Mezhepler arasında evlilik serbesttir.
Muhabir: Şia'ların Kur'an'ının, bizim Kur'anımızdan farklı olduğu söyleniyor?
Şeyh: Bu sözler hurafe ve mesnetsizdir. Şia'ların Kur'an'ı ile bizimki arasında hiçbir fark olmadığı gibi, hat ve yazım farklılığı da yoktur.
Muhabir: (Arabistan'da) 23 din alimi, Şia'nın kafir ve rafizi olduğuna dair fetva vermişlerdir.
Şeyh: Dünya Müslümanları için Mısır El-Ezher Üniversitesi fetva verme yetkisine sahiptir ve onların vermiş olduğu fetvanın bir geçerliliği yoktur.
Muhabir: Peki Şia ve Sünniler arasındaki ihtilaflar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şeyh: Söz konusu ihtilaflar, dış siyasete bağlı ve Şia ve Sünni arasında ihtilaf çıkarmak istediklerinden ötürü kaynaklanmaktadır.
Muhabir: Size çok ciddi bir sorum var. Ebubekir ve Ömer'i kabul etmeyen Şiaların nasıl Müslüman olduğunu söyleyebilirsiniz?
Şeyh: Evet kabul etmiyorlar; ama Ebubekir ve Ömer'in hilafetlerini kabul etmek, İslam dininin şartlarından mıdır? Ebubekir ve Ömer'in hikayesi tarihi bir hikayedir ve inanç esasları tarih hikayeleri ile oluşmaz.
Muhabir: Şialar İmanlarının 1000 yıldan fazla süredir yaşadığına inanıyorlar.
Şeyh: Evet mümkündür, neden olmasın? Ama biz onlar gibi düşünmek zorunda değiliz.
Muhabir: Acaba 8 yaşındaki bir çocuğun imam olması mümkündür? Şialar 8 yaşında bir çocuğun imam olduğuna inanıyorlar.
Şeyh: Beşikteki bir bebeğin Peygamber olması mümkünse; 8 yaşındaki bir çocuğun İmam olması şaşırtıcı değildir. Biz, onların bu inancını kabul etmesek de, böyle bir inanç onların Müslümanlığına herhangi bir halel getirmez, onlar Müslümandırlar.
Mısır El-Ezher Üniversitesi, Ehl-i Sünnet dünyasında önemli bir fetva makamı ve en etkili dini otoritedir.
hurseda
Hadislerde Güzel Ahlâk
Hadislerde Güzel Ahlâk
1- Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır
"Gerçekten ben, ahlâkî güzellikleri tamamlamak için gönderildim."
(Müstedrekü'l-Vesail, c.11, s.187)
2- Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
"Size mümini haber vereyim mi? Mümin, müminlerin nefisleri ve malları hususunda kendisinden âmânda oldukları kimsedir. Size Müslümanın kim olduğunu haber vereyim mi? Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden âmânda oldukları kimsedir. Muhacir ise kötülükleri kenara itip Allah'ın haramlarını terk eden kimsedir. Müminin mümine zulüm etmesi, onu yardımsız bırakması, gıybetini etmesi veya onu kendinden uzaklaştırması/kovması haramdır."
(el-Kâfi, c.2, s.235)
3- Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
"Müminin şerefi gece (ibadet için) kıyam etmesidir. Müminin izzeti ise insanlardan müstağni ve ihtiyaçsız olmasıdır."
(Biharu'l-Envar, c.77, s.20)
4- Emirü'l-Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Adamın birisi Resulullah'ın (s.a.a) yanına gelerek şöyle dedi:
"Bana, (yaptığım takdirde) Allah ve kullarının beni seveceği, Allah'ın malımı çoğaltacağı, bedenimi salim / sağlıklı kılacağı, ömrümü uzatacağı ve beni seninle haşr edeceği bir ameli öğret."
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Bu dediğin amelin altı hasleti vardır ki bu altı haslet de diğer altı haslete muhtaçtır: Allah'ın seni sevmesini istiyorsan ondan kork ve sakın, insanların seni sevmesini istiyorsan, onlara iyilik et ve ellerinde olan şeyleri kendilerine ver (onlardan alma). Allah'ın malını çoğaltmasını istiyorsan zekât ver, Allah'ın bedenini sağlıklı kılmasını istiyorsan çok sadaka ver, Allah'ın ömrünü uzatmasını istiyorsan, sıla-i rahimde bulun. Allah'ın seni benimle haşr etmesini istiyorsan Vahit ve Kahhar olan Allah karşısında uzun secdelerde bulun."
(Sefinetu'l-Bihar, c.1, s.599)
5- Emirü'l-Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Fitneye karşı iki yaşındaki deve gibi ol; onun ne binilecek sırtı, ne de sağılacak memesi vardır."
(Nehcü'l-Belâğa, Hikmetli Sözler, 1)
6- Hz. Hasan (a.s), annesi Fatıma'yı (a.s) sürekli komşuları ve diğerleri hakkında dua ederken gördüğünde, "Anneciğim, neden kendine dua etmiyorsun?" diye sordu.
Bunun üzerine Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyurdu:
"Önce komşu, sonra ev"
(Keşfu'l-Gumme, c.2, s.25 ve Biharu'l-Envar, c.77, s.20)
5- İmam Ali b. Hüseyin'e, "Nasıl sabahladın, Ey Resulullah'ın oğlu?" diye sorulunca şöyle buyurdu:
"Benden şu yedi sıfat talep edilir bir hâlde sabahladım: Allah-u Teâlâ benden farzları talep etti, Hz. Peygamber (s.a.a) sünnetini talep etti, ailem rızk ve yiyecek talep etti, nefsim şehveti talep etti, şeytan günahları talep etti, amellerin koruyucusu olan iki melek amelin doğruluğunu talep etti, ölüm meleği ruhu talep etti, kabir bedenimi talep etti ve ben, benden istenilen bu yedi sıfat arasında kalmış bir hâlde sabahladım."
(Biharu'l-Envar, c.76, s.15)
6- İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki her şey müminden korkar, zira mümin Allah'ın dininde aziz ve güçlüdür. Aynı zamanda mümin hiç bir şeyden korkmaz. Bu her müminin göstergesidir."
(Biharu'l-Envar, c.67, s.305)
7- İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Değiştirmeye gücü yetmediği hâlde Allah'a is-yan edilen bir toplantıya katılması mümine yakışmaz."
(el-Kâfi, c.2, s.374)
8- İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü olunca insanların bir kısmı kalkıp cennetin kapısına gelir ve kapıyı çalmaya başlarlar. Onlara, "Siz kimsiniz” denir. Onlar, "Biz sabır ehliyiz" derler. Kendilerine, "Neye sabrettiniz?" diye sorulur. Onlar, "Biz Allah'a itaat ve isyan hususunda sabrettik." derler.
Allah azze ve celle şöyle der: "Doğru söylüyorlar, onları cennete koyun." Bu da Allah azze ve celle'nin şu sözünün işaret buyurduğu şeydir: "Sabredenlere ecirleri, hesapsız olarak ödenir."
(el-Kâfi, c.2, s.75)
9- Haris b. Dilhas, İmam Rıza'nın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
"Mümin şu üç sıfata sahip olmadıkça asla mümin olamaz: Rabbinden bir sünnet, Hz. Peygamber'den bir sünnet ve imamından bir sünnet üze-re... Rabbinden bir sünneti, Allah'ın sırlarını gizlemesidir. Nitekim Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:
"Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttali kılmaz. Ancak Peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır." [Cin, 26- 27]
Hz. Peygamber'inden bir sünneti insanlarla iyi geçinmektir. Şüphesiz Allah azze ve celle Hz. Peygamberine insanlar ile iyi geçinmeyi emretmiş ve şöyle buyurmuştur: Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere aldırış etme." [Maide, 199]
İmam ve velisinden bir sünnet ise fakirlik ve hastalık durumlarında sabretmesidir. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: "Lakin iyilik...zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir." [Bakara, 177]
(Uyun-u Ahbari'r-Rıza, c.1, s.256)
10- İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Mümin insan şu üç haslete muhtaçtır: Allah'tan bir başarı, kendinden bir öğütçü ve kendisine nasihat edenlerin nasihatini kabul etmek."
(Munteha'l-Amal, c.2 s.554)