Displaying items by tag: IŞİD

Diplomatlar Yemen’i niçin terk ediyor? Amaç bir müdahaleye zemin hazırlamaksa böylesi bir senaryo Yemen’i birkaç parçaya bölebilir. IŞİD’in eline geçmek üzereyken bütün uyarılara rağmen Musul Başkonsolosluğu’nu boşaltmayan Türkiye, Yemen Büyükelçiliği’ni kapatıyor.

Tıpkı Türkiye’nin diplomatik misyonuna yönelik herhangi bir tehdit yokken ‘bir kurtarma operasyonu’ ile Şam büyükelçiliğini kapattığı gibi. Türkiye, Musul’da konsolosluk çalışanlarının rehine alınmasından ders çıkardığı için mi Sana’da erkenden hareket etti? Sanmıyorum. Burada başka bir hikâye var. Evet, Türkiye’den giden silahlar nedeniyle Yemenliler arasında bir hassasiyet olduğu doğru. Bu hassasiyeti dikkate alan bir refleksle elçilik kapatıldıysa bu adımın bugün değil Husiler eylülde Sana’yı ele geçirdiğinde atılması gerekmez miydi? Bu adım, Suudi Arabistan’ın dümen suyundaki Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve ABD’nin başını çektiği Batı blokunun elçileri çekme kararının ardından geldi. Peki, 2011-2012’de yaşananları selamlayanlar bugün neden Sana’yı terk ediyor? Arap Baharı ya da ‘devrim süreci’ denen hikâyenin devamında aktörler değiştiği için. Malum İran’ın dümen suyuna gireceği korkusuyla Şii çoğunluğun yaşadığı Bahreyn’de KİK’in askeri müdahalesiyle Sünni hanedanın koltuğu garantiye alınmıştı. Doğulusuyla Batılısıyla tüm ‘devrimciler’ bu ikiyüzlülüğü içine sindirmişti. Yemen’de de İran’ın potansiyel müttefiki olan Husiler değişimi zorlayan aktör haline gelince benzer bir tepki verildi. Şimdi İran’ın heyecanla ‘devrim’ diyerek alkışladığını ötekiler ‘darbe’ diyerek yeriyor. Burada İran’ın çok dürüst ve mezhebi saiklerden uzak davrandığını söylemek niyetinde değilim. Bölgesel nüfuz savaşlarının Yemen’de nasıl nüksettiğini anlatmaya çalışıyorum. 

GEÇİŞ SÜRECİ İÇİN MÜDAHALE

 Malum Amerikan-Suud ortaklığı, Yemen’de halktan gelen değişim baskısını 2012’de Ali Abdullah Salih’in yerine yardımcısı Abdurabbu Mansur Hadi’yi geçirerek savuşturmuştu. Ama bu gerçek bir devrim değildi. Olup biten Suudilerin vekâlet düzenini ve Amerikan nüfuzunu sürdürecek bir operasyondan ibaretti. Husilerin silahlı gücü Ensarullah, Güney Yemenli solcular ile ordunun bazı unsurlarının desteğiyle başkente gidip 21 Eylül’de Hadi’ye ulusal uzlaşı hükümetinin kurulmasını öngören Ulusal Barış ve Katılım Anlaşması’nı imzalatmıştı. Hadi bu anlaşmanın gereğini yerine getirmeyince Husiler birçok kenti ele geçirip kontrol alanlarını genişletti. Kriz, birinin darbe ötekinin devrim dediği noktaya şöyle vardı: – Husi ilerleyişini durduramayan Suudilerin has adamı General Ali Muhsin el Ahmer 22 Eylül’de ülkeden kaçtı. -Yemen’in altı bölgeye ayrılmasını öneren anayasa taslağı ve Husi karşıtlarının silahlandırmaktan bahseden ses kasetiyle tepki çeken devlet başkanlığı sekreteri Ahmed Avad bin Mübarek 19 Ocak’ta gözaltın alındı. Aynı gün Cumhurbaşkanlığı Muhafızları Komutanı’nın karargâhtaki silahları Husi karşıtı kabilelere nakletme girişiminin ardından Ensarullah başkanlık sarayını ele geçirdi. – Bir nevi ev hapsinde tutulan Hadi’ye Ulusal Barış ve Katılım Anlaşması’nı yerine getirilmesine yönelik 4 maddelik çözüm planı sunuldu. – Buna karşın Hadi, Başbakan Halid Mahfuz Bahhah ile birlikte 22 Ocak’ta istifa etti. Ensarullah lideri Abdulmelik Husi, Hadi ve başbakanın görevde kalmasını istediklerini ama bu ikilinin yönetim boşluğu doğurmak için istifa ettiğini savundu. – Krizden çıkmak için ulusal diyalog çalışmaları sonuç vermeyince Ensarullah, 6 Şubat’ta hükümet ve parlamentoyu fesheden hamleyi yaptı. 2 yıllık geçiş sürecinde ülkeyi yönetmek üzere eski vekillerin de yer aldığı 551 kişilik bir ‘ulusal geçiş konseyi’nin oluşturacağı, bu konseyin devlet başkanının yetkilerini kullanmak üzere 5 kişilik başkanlık konseyi belirleyeceği, bu 5 kişinin hükümeti tayin edeceği ve 17 üyeli ‘yüksek güvenlik konseyi’ kurulacağı ilan edildi. Bu bildiriyi bu süreçte Husilerle gizli ittifak kurduğu öne sürülen Ulusal Kongre Partisi ve Husilerin müttefiki olan güneyliler reddetti. Ancak Husilerin yaptığı teknik olarak ‘darbe’ olsa da ne 5 kişilik konsey, ne hükümet ne de güvenlik konseyine kendi adamlarını atamış değil. Zaten nüfusun yüzde 40’ını oluşturan Zeydi toplumuna mensup Husilerin siyasi gücü iktidarı tek başına sırtlanmaya yetmez. Bu yüzden geçiş dönemi için ısrarla uzlaşı ve katılım çağrısı yapıyorlar. Daha sonraki müzakerelerde de her partiden bir temsilcinin başkanlık konseyine girmesi, parlamentonun korunması, şura meclisinin üye sayısının 200’den 300’e çıkarılması ve parlamento ile genişletilmiş şura meclisinin yeni hükümeti ataması benimsendi. 

DÖRT KAMP 

Bu gelişmeler ülkeyi 4 kampa ayırdı: Bir tarafta önemli ölçüde orduyu arkasına alan Husiler, diğer tarafta Suud destekli Sünni aşiretler, bu karmaşada doğu ve güneyde mevzi kazanan Kaide, başlangıçta Ensarullah ile birlikte hareket eden ama sonradan bağımsızlıktan bahsetmeye başlayan Güney Yemenli ayrılıkçılar. Aden’de artık 1990’daki birleşme ile varlığına son veren eski Güney Yemen Halk Cumhuriyeti’nin bayrakları dalgalanmaya başladı. Husilere muhalif bazı vekiller de güneyin merkezi Aden’de üstlenmiş durumda. Niyetleri Husiler gitmezse başkenti buraya taşımak. Sünni kesimlerde Husilerin gücünü İran’a borçlu olduğu iddiası dillendirilse de Yemen ordusunun tutumu manzaraya farklı bir boyut katıyor. Şöyle ki Husilerin ilan ettiği 17 kişilik Yüksek Güvenlik Konseyi’nin başkanlığına feshedilen hükümetin Savunma Bakanı Mahmud Subhi getirildi. Konseyin üyeleri arasında İçişleri Bakanı Celal Rişavi, Genelkurmay Başkanı Hüseyin Hayran, Ulusal Güvenlik Kurulu Başkanı Hasan el Ahmedi, Güvenlik Politikaları Merkezi Başkanı General Halid Sufi de yer aldı. Bu bileşim ordunun genel eğilimini anlatıyor. Buna karşın ordunun bazı unsurlarının Sünni kesimlere silah verdiği söyleniyor.

Husi karşıtı kampta Kaide dışında Ortadoğu’da bazı ezber bozucu ittifaklar da görüyoruz. Suudi Arabistan’ın Mısır’da varlığını bitirmek için uğraştığı Müslüman Kardeşler’in (İhvan) Yemen kolu Islah Partisi burada Husilerin başdüşmanı. Aslında Suud-İhvan ortaklığı Husilerin tetiklediği dönemsel bir ittifak değil. Kısa bir arkaplan bilgisinde fayda var: Suudi Arabistan’ın kurulmasının üzerinden çok geçmeden Yemen bu yeni ülkenin arka bahçesine dönüştü. Riyad komşusundaki siyasi süreçlere her müdahil oldu. Ali Abdullah Salih de 1978’de iktidara gelirken koltuğunu Ahmer aşireti ve Suudi desteğine borçluydu. Ahmer aşiretinin siyasi kolu Islah Partisi de Salih’in en kritik müttefikiydi. Suudi Arabistan, yardım ettiği Salih’i dövmekten de geri durmadı. Salih, Suudilerden ilk zılgıtı Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin’i desteklediği zaman yedi. Suudi Arabistan 1 milyona yakın Yemenli işçiyi sınırdışı ederek ve 1994’te Güney Yemen’deki iç savaşta güneylilere destek vererek Salih’i cezalandırdı. Halbuki 1990’da Güney ve Kuzey Yemen’in birleşmesinde Suudilerin rolü az değildi. Eski Savunma Bakanı Sultan bin Abdulaziz, 2011’de ölünceye kadar yaklaşık 50 yıl Yemen dosyasından sorumlu Suudi yetkiliydi. Ahmer aşireti ile Salih arasındaki ittifak 2011’de gösteriler patlak verdiğinde bozuldu. Suudiler Yemen’i yörüngede tutabilmek için Salih’i kızağa alan formülü devreye sokarken yeni dönemde Ahmer aşireti, Islah Partisi ve Islah Partisi’nin kurucularından General Ali Muhsin el Ahmer öne çıktı. Salih sonrası yeni siyasi dengeler, Yemen üzerindeki gizli el Abdülaziz’in ölümü, Kral Abdullah’ın ‘Yemen özel komitesi’ni feshetmesi ve Riyad’ın Mısır’da İhvan’a darbeyi finanse etmesi nedeniyle Islah ile ilişkilerin soğuması Suudilerin Yemen üzerindeki kontrol gücünü zayıflattı. Husilerin son darbesi de Suudi Arabistan’da Kral Abdullah’ın ölümünün ardından yeni Kral Selman saraydaki operasyonlarla meşgul olduğu döneme denk geldi. Şimdi Suudiler Yemen’de oyunu yeniden oynamak istiyor. Bunu yaparken de bölgesel ve uluslar arası müttefiklerini harekete geçirmeye çalışıyor. Yeni kralın ilk sınav yeri Yemen. Birilerinin de yeni krala kur yapma ihtiyacı var. 

KAİDE PALANLANIRKEN SANA’YI TERKETMEK

 Bu süreçte Kaide, silah temin ettiği bazı Sünni aşiretlerle güç birliğine gidip petrol bölgesinde gücü arttırırken Batılı ülkeler ve müttefiklerinin Sana’dan çekilmesi kötüye işaret. Sonuçta 2012’de yetki devrine rağmen bu ülke ne siyaset ve ekonomi ne de güvenlik açısından kendi mecrasını bulamadı. Reformların yapılamadığı, yolsuzluğun sürdüğü ve siyaseti belli aşiretlerin elinde döndüğü anormallikler ortamında Husiler yükseldi. Böylesi bir ülkeyi düze çıkartacak şey ne Husileri sahneden silmek için KİK’in BM Güvenlik Konseyi’nden istediği askeri müdahale ne de siyasi ve ekonomik tecrittir. Ulusal uzlaşı bu krizin yegâne ilacı. Madem ki Ensarullah ‘uzlaşı’ davetinde ısrarlı o halde uluslararası aktörleri Husilerin niyetini test etmekten alıkoyan nedir? Belki bunun için Husilere yaptıkları baskının bir benzerini Ahmer ve Islah için de yapmaları gerekir. Aksi halde Yemen nüfuz savaşlarına kurban gidiyor. Asıl çabalar uzlaşı için harcanmazsa güneyin ayrılmasıyla ülkenin yeniden bölünmesi ve güneydoğu bölgesinde Kaide’nin kendine emirlik kurması yakındır. Bu arada güney bağımsızlık için sabırsızlanıyor ama Kaide’nin güçlendiği yerler eski Demokratik Güney Yemen Cumhuriyeti’nin sınırlarında yer alıyor. Yani merkezi otorite kaybolduğunda Kaide’den Güney Yemenlilere sıra gelmeyebilir. Yemen’deki Kaide tehdidi Batı’yı da vuracak şekilde büyümeye devam ederken ABD’nin bu belaya karşı potansiyel ortak olarak öne çıkan Husileri tepelemesi çok manidar gelmiyor. İran’a yakınlıklarına ve ‘Amerika’yla ölüm’ sloganlarına rağmen Husilerle ortaklık mümkün. Sorun İran etkisinden duyulan korku ise Suudilerin arzuladığı türden bir müdahale Tahran’ı işin içine daha fazla sokabilir ve patlak verecek vekalet savaşının sonu gelmez, Suriye’de gelmediği gibi.

radikal



E-Mailiniz
Yorumunuz

Tagged under

Diyala vilayeti konseyinde güvenlik komisyonu başkanı Sadık el-­Hüseyni, büyük bir ABD uçağının el­-Dayiniyye ve Hamrin bölgeleri üzerinde uçtuğunu ve IŞİD militanlarına yardımlar attığını açıkladı.


El­-Anbar Operasyon Komutanlığı’ndan bir kaynak pazartesi günü (16.02.2015), kimliği belirsiz savaş uçaklarının pazar (15.02.2015) gece el-­Remadi doğusunda el-­Cerayişe köyünde IŞİD’ın kontrol altında tuttuğu bölgelere balonlar attığını açıkladı.

Uçakların radikal örgüt militanlarının aydınlatma fişekleri attıktan sonra yardımları attığına dikkati çekti. Kaynak, 2. Alay’a bağlı 4. bölüğün örgütün mevzilerine 11 balon atıldığını gözlemlediğini sözlerine ekledi.

Diyala vilayeti konseyinde güvenlik komisyonu başkanı Sadık el-­Hüseyni, büyük bir ABD uçağının el­-Dayiniyye ve Hamrin bölgeleri üzerinde uçtuğunu ve IŞİD militanlarına yardımlar attığını açıkladı. El-Hüseyni, Şubat ayı içerisinde uluslararası koalisyona ait 2 uçağın Irak’ın kuzeyinden gelerek Hamrin’e bağlı Seyyid Mübarek bölgesine 30 IŞİD militanı indirdiğini açığa çıkarmıştı.

 

Published in Rapor
Tagged under

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Hizbullah Komutanı İmad Muğniye’nin bir terörist saldırı sonucu şehit olmasının yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada Lübnan’da ve bölgede yaşanan gelişmelere de değindi.


Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Hizbullah Komutanı İmad Muğniye’nin bir terörist saldırı sonucu şehit olmasının yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada Lübnan’da ve bölgede yaşanan gelişmelere de değindi.

Sözlerine IŞİD’in Libya’da başlarını keserek öldürdüğü 21 Mısırlı Hıristiyan’ın katledilmesini kınayarak başlayan Nasrallah, Mısır devletinin, halkının ve Kıbti kilisesinin acılarını paylaştığını söyledi.

İmad Muğniye’den sonra oğlu Cihad Muğniye’nin de İsrail saldırısında hayatını kaybettiğini hatırlatan Nasrallah, İmad Muğniye’nin kanının İsrail’in yakasını bırakmayacağını söyledi.

Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin ölüm yıldönümü dolayısıyla Hariri ailesine de başsağlığı dileyen Nasrallah, Hizbullah olarak terörle mücadeleye yönelik bir strateji planı hazırlanmasını desteklediklerini söyledi ve “Terörle mücadele konusunda bir strateji oluşturulması konusunda görüş birliği var; ama maalesef İsrail’e karşı mücadele konusunda görüş ayrılıkları söz konusu” dedi.

Nasrallah, “Lübnan’ın Beka bölgesinde bir güvenlik planı uygulanmasını bir kez daha desteklediğimizi açıklıyoruz. Hepimiz güvenlik ve istikrar için Lübnan ordusunu, güvenlik güçlerini ve hükümeti desteklemeliyiz” dedi.

Hizbullah ile Ulusal Özgürlük Hareketi’nin anlaşması önemli

“IŞİD, Libya’dan bizim bölgemize kadar uzanıyor. Arsel eteklerine kadar varlıkları söz konusu. Hükümet, bu tehlikeli durumu ve doğu dağlarındaki IŞİD ve Nusra varlığını dikkatle izlemelidir. Hükümet ve halk, Arsel’de IŞİD’le mücadele konusunu ciddiye almalıdır. Hizbullah ve Ulusal Özgürlük Hareketi arasındaki anlaşma önemlidir. Biz bu ilişkinin daha da derinleştirilmesini istiyoruz. Biz Hizbullah ve Ulusal Özgürlük Hareketi arasındaki anlaşmanın benzerinin ulusal düzeyde de gerçekleşmesini istiyoruz” diyen Nasrallah, cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda da azami düzeyde çaba gösterilmesi gerektiğini söyledi.

Hizbullah-Mustakbel görüşmelerinin olumlu etkileri oldu

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Sa’ad Hariri liderliğindeki el-Mustakbel Partisi ile sürdürülen görüşmelere de değinerek şunları söyledi:

“El Mustakbel Partisi ile yapılan görüşmelerin olumlu sonuçları oldu. Öngörülerimiz doğrultusunda bunu sürdürüyoruz ve olumlu sonuçlara varmayı umuyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda, uluslararası ve bölgesel güçlerden yana beklenti içine girmemek gerekiyor; çünkü bunalım daha da derinleşiyor.

Çevremizde yaşanan olaylar konusunda tarafsızlıktan söz edilmesi mantıksız ve gerçek dışıdır. Bizim bölgemizin yazgısını bölge yaratıyor, tek bir ülke değil. Bugünün dünyasının yazgısı, bölgede belirleniyor. Biz, Lübnan’ın bölgede yaşanan olaylardan etkilenmediğini söyleyemeyiz. Lübnan bugün her zamankinden çok daha fazla bölgeden etkileniyor.

Suriye, Irak, Lübnan, Ürdün ve diğer ülkelerinin kaderi bölgede belirleniyor. Bizi Bahreyn tutumumuz konusunda eleştirenler, diğer ülkelerin, özellikle de Suriye’nin iç işlerine karışmamalıdır. Suriye’ye askeri ve siyasi anlamda müdahale edenlerin bizim Bahreyn konusundaki barışçı tutumumuzu eleştirmeye hakkı yoktur. Bahreyn hükümeti, muhaliflerle diyalog konusunda kör ve sağır davranıyor ve her haklı sözden korkuyor.”

IŞİD’in hedefi Kudüs değil, Mekke ve Medine

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, bölgedeki tekfirci teröre değindiği konuşmasında şunları söyledi:

“Biz en başından beri tekfirci terörün herkese, bir din olarak İslam’a yönelik tehlikesi konusunda uyarılarda bulunmuştuk. Dünya bugün bunu anlamaya başladı. Şu an IŞİD ve Nusra’yı tehlike ve tehdit olarak görmeyen tek taraf İsrail’dir. Şu an IŞİD’in yaptığı her şey bütünüyle İsrail’in çıkarınadır.

IŞİD’in hedefi Kudüs değil, Mekke ve Medine’dir. IŞİD Lideri Ebu Bekir Bağdadi’nin Mekke ve Medine için emir tayin ettiğini duyuyoruz.

Tekfirci akımlar belirli bir rejime değil, tüm bölgeye tehdittir, tüm halklara ve bir din olarak İslam’a yönelik bir tehdittir.

IŞİD’in işlediği cinayetler dehşet vericidir. Mossad, ABD ve İngiliz istihbaratları IŞİD’e hedef gösterme konusunda rol oynuyor.

İtalya, terörizmin sınırının 350 kilometresinde bulunduğunu ve dağlarının eteklerine geldiğini açıkladı.

Bölgedeki tüm devletlerden ve halklardan tekfirci terörizm konusunda ortak adımlar atmasını istiyoruz. İslam’ı savunmak için fikri, siyasi ve askeri düzeyde terörizmle mücadele etmek gerekiyor. İnsan fıtratına zıt olan hiçbir şey İslam’a mal edilemez. Biz tekfirci teröre karşı İslam’ı savunuyoruz.”

IŞİD’le Nusra’nın bir farkı yok

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Ürdünlü Plot Muza Kesasbe’nin yakılarak öldürülmesi sonrasında Ürdün hükümetinin tavrına değindiği konuşmasında şunları söyledi:

“IŞİD’le Nusra arasında bir fark yok. Her ikisi de aynı akımdır, onların tek farkı liderlerinin ayrı olması. Ürdün, Irak’ta IŞİD’le savaşırken Suriye’de Nusra’yı destekleyemez.

Yemen’deki devrim, Suriye’ye hakim olup oradan Arabistan’a ulaşmayı planlayan el-Kaide’ye karşı durdu. Öfke ve çözümsüzlük, Yemen’i herkese tehdit oluşturabilecek noktalara götürüyor.

Suriye’deki savaş, bazılarının Suriye’yi yıkma pahasına inadıyla sürdürülüyor. Suriyeliler arasında teröristler hariç olmak üzere bir siyasi çözüm yolu bulunmalıdır.” 

ABD’ye umut bağlayanlar serap görüyor

Hizbullah genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, terörle mücadele konusunda Amerika’ya umut bağlayan ülkeleri eleştirdi ve şunları söyledi:

“Körfez ülkeleri bölgeye yönelik farklı bir tutum sergilemelidir; çünkü tehdit herkese yöneliktir. Bölgedeki tüm ülkeler, bölgedeki sorunların çözümü yönünde hareket etmelidir.

Amerika, IŞİD’le mücadele bahanesiyle bölge ülkelerinin kaynaklarını yağmalıyor. Umutlarını Amerika’ya bağlayanlar, kuruntu içindedir ve serap görmektedir. Bizi yıkmaya ve yok etmeye çalışanlara nasıl umut bağlanır? Direniş, düşmanla mücadele için Arapların veya uluslararası güçlerin stratejisini beklemeyecektir. Bu tekfirci gruplarla mücadele etmek ve onların yayılmasını engellemek gerekiyor.

Amerika, IŞİD’i ortaya çıkararak bizi yıpratma, bölgede büyük kin, düşmanlık ve yıkımla İsrail’in egemenliği yönünde hareket ediyor. IŞİD’e karşı duran Iraklılar, teröristlerin Kuveyt’e ve Arabistan’a ulaşmasını önlediler.”

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Hizbullah’tan Suriye’yi terk etmesini isteyenlere hitaben de “Gelin hep beraber Suriye’ye, Irak’a ve bölge ülkelerine yönelik tehditlerin olduğu yerlere gidelim” dedi.

Hizbullah’ın Irak’ta terörle mücadeleye katılıp katılmadığı yönündeki belirsizliğe de açıklık getiren Nasrallah, “Şimdiye kadar Irak konusunda konuşmamıştık; ama şu an Irak’ın halen geçirmekte olduğu hassas aşamadan dolayı Irak’ta sınırlı bir askeri varlığımız var” dedi.

 

 

 

Published in Rapor

İran İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi, hiçbir ülkenin İran İslam Cumhuriyeti gibi terör örgütü IŞİD'le mücadelede, Irak halkının yardımına koşmadığını belirtti.


İran İslam Cumhuriyeti Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı General Muhammed Ali Caferi, Besic Kurumu'nun kadın üyelerine hitaben yaptığı konuşmada Seferberlik ve İnkılap Muhafızları kurumlarının iki kutsal birim olduğunu söyledi.
General Caferi, İnkılap Muhafızları Ordusu'nun kuruluş amacının İslam İnkılabı'nı tüm alanlarda savunmak ve korumak olduğunu belirterek, "Bugün dost ve düşman herkes Devrim Muhafızları'nın olmaması halinde İslam İnkılabı'nı nasıl ve ne türlü belirsiz bir kader beklediği hususunda hemfikir, biz Devrim Muhafızları Allah'tan İslam İnkılabı'nı savunma görevini bizlere nasip ettiği için teşekkür etmeli ve şükretmeliyiz, ama Devrim Muhafızlığı göreviyle ilgili unutmamamız gereken bir konu var ve o da İnkılap Rehberi'nin söylediği gibi, İslam İnkılabı'nı doğru, yerinde ve açıkça savunma ve koruma ilkesidir" diye konuştu.
İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Genel Komutanı, ayrıca İslami Uyanış döneminde Müslüman ülkeleri kollayan ve savunan yegane ülkenin İran olduğunu vurguladı ve "IŞİD Irak'ta ortaya çıktığı zaman hiç bir ülke Irak'a yardım etmedi, ancak İran, Irak halkının da yardımıyla olağanüstü bir hızla Irak'ın yardımına koştu ve bu yardımlar o kadar etkiliydi ki tüm dünya ve hatta Obama bile şahsen bundan şaşırmış durumda" dedi.

Published in Rapor
Tagged under

Irak’ın El-Anbar eyaletinden bir yetkili, kimliği belirsiz bir uçağın Ramadi’de IŞİD terör örgütüne silah ve mühimmat attığını açıkladı.


Irak’ın El-Anbar eyaletinden adının açıklanmasını istemeyen bir yetkili, kimliği belirsiz bir uçağın Ramadi’de IŞİD terör örgütüne silah ve mühimmat attığını açıkladı.

Söz konusu kaynak, kimliği belirsiz uçağın içinde silah ve askeri teçhizat ve mühimmat bulunan kasaları El-Anbar’ın Rutebe bölgesinde IŞİD için attığını, tekfirci teröristlerin kasaları toplayarak Rutebe’ye getirdiklerini kaydetti.

Bundan önce de Irak Meclisi milli güvenlik ve savunma komisyonu ve Salahaddin eyaletinin yetkilileri, Amerikan uçaklarının IŞİD terör örgütüne silah ve mühimmat attıklarını belgelediklerini açıklamıştı.

Published in Rapor
Tagged under

İslam tarihi araştırmacısı Dr. Muhammed Hüseyin Recebi Devani şöyle dedi: Rivayetlerde Musul’da şiddetli karışıklıklar ve cinayetlerin meydana geleceği, ahir zamanda Humus, Halep ve Şam’da şiddetin ve toplu ölümlerin ortaya çıkacağı söylenmiştir.
 
IŞİD terör örgütü 2013 Nisan ayında varlığını ilan etti. Selefi cihadi (Tekfirci) bu silahlı terörist grubu öncül olarak kullanıp kuruluşundan şimdiye kadar vahşice saldırılarla Suriye ve Irak’ın farklı şehirlerinde en acımasızca suçlarla yüzyılımızda iz bırakmıştır.

Bu arada bu terörist grup ve meydana getirdiği kargaşa ve güvensizlik ortamı ahir zamanda meydana gelecek olaylarla irtibatlandırılarak farklı tahliller gündeme gelmiştir. Bu konuda tarihçi ve islam tarihi araştırmacısı Dr. Recebi Devaniyle bir sohbet yapıldı.
Dr. Muhammed Hüseyin Recebi Devani bu konuda şunları söyledi: Vaad edilen rivayetler ve dünyanın durumunun gidişatı göz önüne alındığında, bizim ahir zamanı yaşadığımız ortadadır ancak ahir zamanın ne zaman başlayıp ne zaman sona erdiğini gösteren bir ölçü ve sınırı belirlenmemiştir. önemli olan şey, Veliyi Asr’ın (a.f.) zuhuru, adaletli büyük cihan devletinin kurulması, fasid ve zorba güçlerin yerle bir edilmesidir.
Dr. ahir zamanda dünyada ve özellikle de İslam dünyasında meydana gelecek olaylarla, bazı rivayetlerde  İmamı Zaman’ın zuhur alametlerine benzerliğine işaret ederek, bu olayların ahir zaman rivayetleriyle karşılaştırması konusunda uyarıda bulunarak şunları söyledi: Bu olaylar o rivayetlerle örtüşsün ya da örtüşmesin biz bu meseleleri karşılaştırma peşinde olmamalıyız ve gerçek intizar olan kendi vazifemizle amel etmeliyiz. Eğer biz intizar vazifemizi yerine getirmek için o alametlerin gerçekleşmesini beklemeye koyulursak dolambaçlı bir yola girmiş oluruz. Bizden istenen intizarı ferec olan vazifeyi yerine getirmeliyiz.
Dr. Recebi Devani IŞİD’in ahir zamandaki Süfyani ordusu olup olmadığı yönündeki soruya şöyle cevap verdi: IŞİD de Süfyani gibi Şia’ya düşmandır. Ancak IŞİD’in sapkın, fasid, cellat, kan içici ve Allah’tan korkmayan bir hareket olduğu açıktır ve işlemekte oldukları cürümler bazen rivayetlerde bahsi geçen Süfyani ile ilgili meselelerde benzerlik göstermektedir, ancak bunların bahsi geçen Süfyani hareketi olduğunu söylememiz doğru değildir, çünkü Süfyani, o hareketin başında olup insanları kandıran kimseye denmektedir. Ancak bu cani ve fasid IŞİD hareketinin arkasında kirli selefi müftüleri vardır ve bu cinayet şebekesinin başında olan kimse kendini imam Hüseyin’in (a.s.) neslinden gören ve bu iddiada bulunan Ebubekir Huseyni el Bağdadi’dir.
Dr. Recebi Devani bu konudaki mevcut rivayetlere işaret ederek şöyle devam etti: Bizim rivayetlerimizde Süfyani’nin çıkması mütevatir ve kesin meselelerdendir, habis beni Ümeyye neslinden bir kimse çıkacak fesat ve yıkım getirecek ve 9 ay boyunca cinayetler ve suçlarla hükmedecek ve sonra da imam zaman tarafından yok edilecektir. Bu meselelerle örtüşen rivayetlerimiz vardır. Hatta rivayetlerde Musul’da şiddetli karışıklıklar ve cinayetlerin meydana geleceği, ahir zamanda Humus, Halep ve Şam’da şiddetin ve toplu ölümlerin ortaya çıkacağı söylenmiştir.
Dr. Recebi Devani bir rivayeti zikrederek şunları dedi: İmam Sadık (a.s.) Hazretin zuhuruyle ilgili alametlerden birini zikrederken şöyle buyurmuştur: Eyvahlar olsun Araba, ve onları kuşatacak olan belaya, Irak halkını öylesine korkutacak ki onlar huzur ve emniyeti kaybedeceklerdir.
Dr. Recebi Devani şunları vurguladı: Süfyani’nin çıkış olayında bir şahıs söz konusudur ancak bugün gerçekleşen bu cinayetlerin odağında bir şahıs değil bir hareket vardır. Ancak bu hareketin Süfyani denilen özel ve işin odağında olan bir şahsın ortaya çıkmasıyla sonuçlanması mümkündür, ama bu öngörülebilinecek bir şey değildir ve bu konuda kesin bir görüş bildirilemez.
intizar

 

 

Enerji Bakanı Taner Yıldız, resmi temaslarda bulunmak üzere gittiği Bağdat’ta önemli açıklamalarda bulundu. Taner Yıldız, “Irak’la birbirimizi daha iyi anlayan ve destek veren yapıyı sürdürüyoruz. Terör örgütü DAİŞ (IŞİD) ile mücadelede Irak’ın yanındayız. Irak’ın güvenlik güçlerine destek vermeye hazırız” dedi.

 

Resmi temaslar için başkent Bağdat’a giden bakan Yıldız, “Türkiye-Irak 17’nci Karma Ekonomik Komisyonu (KEK) Toplantısının” ardından Irak Dışişleri Bakanı İbrahim Caferi ile ortak basın toplantısı düzenledi.

Yıldız, Bağdat’ta bulunmaktan memnuniyetini dile getirerek konuşmasına başladı. KEK toplantısında birçok alanda işbirliğini öngören imzaları attıklarını aktaran Yıldız, toplantıda ekonomik, siyasi, ticari ve yatırımcıların önünün açılmasıyla ilgili konuların ele alındığını kaydetti.

Türkiye ve Irak başbakanlarının karşılıklı ziyaretlerinden sonra gerçekleştirilen toplantının önemli olduğunu vurgulayan Yıldız, “Irak’la birbirimizi daha iyi anlayan ve destek veren yapıyı sürdürüyoruz. DAİŞ ile mücadelede Irak’ın yanındayız. Irak’ın güvenlik güçlerine destek vermeye hazırız” diye konuştu.

Terör örgütü IŞİD’in ortaya çıkmasından sonra Türkiye’nin, Suriye ve Irak sınırındaki önlemlerini daha da artırdığını kaydeden Yıldız, ”Yaklaşık 7 bin şüphelinin Türkiye’ye girmesi engellendi. Bin 100 kişi de Türkiye’den sınır dışı edildi. Terör konusunda dünyanın ortak dili olmalıdır. Bunu Sayın Caferi’yle de konuştuk” dedi.

Yıldız, Türkiye’nin Irak Anayasası’nın tüm maddelerine saygı duyduğunu belirterek, ”Nereden çıkarsa çıksın petrol Irak halkınındır” dedi.

Irak Dışişleri Bakanı İbrahim Caferi de KEK toplantısında iki ülkeyi ilgilendiren hassas ve önemli konuların masaya yatırıldığını belirterek, “Bu toplantı, iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi açısından daha da önem taşıyor. Ticaret, hizmet, güvenlik, elektrik ve yapı konularıyla ilgili imzalar atıldı. İki ülkenin ilişkileri dünya ve bölgedeki etkin rolümüzü artırabilir. Tarihi ve coğrafi ortak bağımız var. Köklü geçmişi olan ülkeleriz” dedi.

Terör örgütü IŞİD sorununa da değinen Caferi, ”Bu örgüt, sadece Irak ve Türkiye’yi değil tüm dünya ülkelerini tehdit ediyor” diye konuştu.

 

 

Published in Rapor
Çarşamba, 14 Ocak 2015 00:00

IŞİD İran güvenlik güçlerinin gözetiminde

İslami İran içişleri bakanlığı sözcüsü Hüseyin Ali Emiri, terör örgütü IŞİD'in  sürekli olarak İran güvenlik güçlerinin gözetiminde tutulduğunu söyledi.

Hüseyin Ali Emiri,  düzenlediği basın toplantısında, İran sınırlarının IŞİD ile uzun mesafesinin olduğunu belirterek, bundan dolayı İran güvenlik ve askeri birimlerinin IŞİD'i tamamen rasat ettiğini belirtti ve ''bunun için IŞİD terör örgütü hiçbir zaman İran'ın güvenliği için tehdit olamaz'' dedi.

Emiri,  açıklamasında ayrıca İran İslam Cumhuriyetinin Amerika'nın öncülüğünde IŞİD aleyhindeki koalisyona inanmadığını ve bu koalisyonun  terörizmle mücadelesini kabul etmediğini belirterek, ''Amerika ve müttefikleri, kendi oluşturdukları grubu yok etmezler'' dedi.

İran içişleri bakanlığı sözcüsü, Pakistan'ın sınır  güvenliğinin sağlanmasında ciddi olmadığına temas ederek; teröristlerin İran'ın  komşularının  toprak bütünlüğüne saygı duyduklarını bildiklerini ve ama onların bu durumu suiistimal ettiklerini ve Pakistan topraklarından İran'a girerek İran aleyhindeki terörist girişimlerde bulunduklarını söyledi.

Published in Rapor
Tagged under

İran İslami Şura Meclisi Başkan Müşaviri Hüseyin Şeyhülislam şöyle konuştu: IŞİD tarafından kurulan İslam Devleti aslında Şiiliğe karşı kurulmuştur, zira Şia’nın Velayeti olduğu için tekfirciler de Velayeti Fakihe karşı padişahlık ve din karışımı bir hükümet kurmak istiyorlar.
 
Alulbayt Haber Ajansının bildirdiğine göre Hüseyin Şeyhülislam katıldığı 20. Basın ve Matbuat Fuarında ‘’Suriye ve Irak’ın Geleceği” konulu oturumda, İran İslam Devrimine işaret ederek şunları söyledi: Müminler ve tağutlar arasındaki çatışmalar tarihin ilk başlarından günümüze kadar devam etmektedir. İmam Humeyni İslam İnkılabından sonra dünyadaki tüm mustazafların Lideri olarak tanındı ve böylelikle dünyadaki anti-emperyalist akım da İslam Devriminin zaferiyle Liderini bulmuş oldu.

İngiliz Vahhabiyetinin Arabistan’da Özgür Faaliyetleri

İran İslami Şura Meclis Başkanının Uluslararası İşler Müşaviri sözlerine şunları ekledi: Kökü İngiltere’de olan bu tekfirci Vahhabi mezhebi, Arabistan’da faaliyet imkânı bulmuştur. Vahhabilik mezhebinde bulunan şiddet, İslam’ın imajını bozmaya yönelik çalışan Batı İslam’ının eseridir. 

Şeyhülislam istikbar güçlerinin İran İslam Cumhuriyetine karşı yaptığı komploların tümünün Allah’ın yardımıyla yenilgiye uğradığını söyleyerek şunları ekledi: Batı İslam Devriminin ilk başlarında Nuje darbesi ve dayatma savaşı gibi komplolarıyla İslam İnkılabını yıkmayı hedefledi. Ama Allah İran’ın yardımına yetişti. Lübnan ve Filistin’de kurulan Direnişte İran’ın yanında yer aldı ve Lübnan İslam Direnişi 2000 yılında Lübnan’ın Güneyini özgürleştirerek, istikbar güçlerinin belini kırmış oldu.

Şeyhülislam 11 Eylül olayının faili olarak Batı’ya dikkat çekti ve şunları söyledi: Batı bu olaydan sonra tüm dünyayı İslam aleyhine koordine etmeyi başardı ve nitekim Irak ve Afganistan işgali de 11 Eylül olayının bir diğer sonuçlarındandı. Ancak Taliban Amerikan ve Pakistan istihbaratlarının işbirliğiyle Afganistan’da kuruldu.

İran İslami Şura Meclis Başkanının Uluslararası İşler Müşaviri Irak’ta yaşanan patlamalara da işaret ederek şunları söyledi: Irak’taki bombalı saldırıların ve suikastların failleri tekfirci gruplardır ve onlar yaptıkları bu eylemlerle dünya kamuoyuna Irak Devletinin ülkenin siyasi yönetiminde başarısız olduğu izlenimi vermenin peşindedirler. Nitekim Suriye’de de yine petrole ve güce ulaşmak isteyen bazı ülkeler Devlet ve Direnişe karşı harekete geçtiler.

Şeyhülislam IŞİD’in hedefinin İslam dünyasında tefrika çıkarmak olduğunu söyleyerek şunları ekledi: Bu tekfirci grubun eylemleri Amerika ve Batı’nın hedefleri doğrultusundadır. IŞİD tarafından hilafetin ilan edilmesi de aslında Şiilere karşı yapılmıştır zira Şiilerin Velayeti Fakihi var ve tekfirciler de Velayeti Fakihe karşı padişahlık ve din karışımı, bir hükümet kurmak istiyorlar. Öte yandan Ehli Sünnet  arasında halkın oy kullanma hususu hakkında iki farklı düşünce tarzı vardır. Birincisi, halkın oyunu mühim addeden Müslüman Kardeşlerin düşünce tarzıdır, ikincisi ise halkın oyunu önemsemeyen IŞİD tarzıdır. 

Şeyhülislam sözlerine şöyle devam etti: Bizler İslam’ın daha ilk başlarında 3. Halife Osman’ın aşırı bir grup tarafından öldürüldüğüne şahit olduk ve bugünde İslam’da yine bu tarz aşırılıklara şahitlik etmekteyiz. IŞİD’in yaptıklarının Yezid’in yaptıklarından hiçbir farkı yoktur, sadece mekanizmalar farklıdır. Nitekim Yezit İmam Hüseyin (AS)’ın kesik başını şehirlerde gezdiriyordu,  bugün ise IŞİD kesik başların görüntülerini sanal âlemde gezdirmektedir.

İran İslami Şura Meclis Başkanının Uluslararası İşler Müşaviri Şeyhülislam ‘’Suriye ve Irak’ın Geleceği” adlı oturumdaki konuşmasının devamı…

 

Bizim konumuz sizin de İran’ın eski Suriye Büyükelçisi olmanız sebebiyle ve bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden birisi olarak, bölgedeki gelişmelerdir. Ve öncelikle şunu sormak istiyorum, IŞİD’in Suriye ve Irak’taki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

IŞİD olgusu yeni bir şey değildir. İslam İnkılabının ilk başından itibaren tarih boyunca sürekli var olan bu çizgi, hak ve batıl çatışmasıdır. İslam Devriminden sonra İmam Humeyni’nin şahsı ve İran’ın hassas konumu itibariyle, dünya mustazafları ve anti-emperyalist görüşlüler ortak bir lider olarak İmam Humeyni’yi bulmuş oldular. Mustazafların ve müstekbirlerin çatışması tarihin bu noktasında çok açıktır. Bir taraftan bölgedeki krallıklar, Amerika ve İsrail öncülüğündeki tağutlar, diğer tarafta ise din ve mustazaflar vardı ve bu iki cephe de birbirleriyle karşı karşıya geldiler. Bir tarafta Şii İdeolojisi ve diğer tarafta ise halkın oyu olmaksızın bir kişinin krallığını dayatan ve onun emrinin Allah’ın emri gibi olduğu görüşüne sahip olan bir ideoloji.

İngilizlerin kurduğu ve Arap kralına düğümledikleri ideolojileri, o tarafta duruyor. Bu ideolojinin özelliklerinden biri de şiddet eğilimi ve despotluktur. Mustazaflar ve müstekbirler arasındaki bu çatışmalar tarih boyunca var olmuştur.

Nuje darbesini Şah müttefikleri yaptı, fakat darbe planı Amerikalılara aitti. İran’a saldıran Saddam’ın da saldırı planı Amerikalılara aitti ve bu savaşın maliyeti de Arap krallıkları tarafından karşılanmıştı. Bu macera böyle devam etti, fakat İslam Devriminden sonra kazanan mustazaflar oldu. Nitekim Nuje darbesi Allah’ın lütfuyla başarısız oldu. Casusluk yuvası olayında ise mustazaflar müstekbirlerin yakasına yapışarak, onları tüm dünyaya rezil etti. Allah Tabes çölünde mustazafların yardımına kum tanelerini gönderdi. Dayatma savaşında da Allah halkımızın yardımına yetişti.

Bizler halkın İlahi bir teşvikle sahneye gelip müstekbirlere karşı durmaları fikrini, savaşta uyguladık ve Mekke’de ise müşriklerin reddi töreniyle bu teoriyi Müslümanlara öğrettik ve bunun kendisi Filistin intifadası oldu. Bu teorinin devamı direnişti, bizim ilerlememiz ve müstekbirlerin geri çekilmesi bu şekilde devam etti. İsrail’in belini kıran Direnişin o büyük ilerlemesi 2000 yılında Lübnan’ın Güneyinde gerçekleşti.

İstikbar güçleri Direnişin 2000 yılındaki zaferinin ardından bizleri bu şekilde alt edemeyeceklerini anladılar. 2001 yılında 11 Eylül hadisesi vuku buldu. Ben bu olayın istikbar güçleri tarafından mı yoksa El Kaide tarafından mı yapılıp yapılmadığıyla ilgilenmiyorum, ancak istikbar güçleri bu hadiseden sonra 11 Eylülü bahane ederek Hristiyanlığın ve Batı’nın tüm gücünü İslam’a karşı seferber ederek,  Irak ve Afganistan’ı işgal ettiler. Geçmişte Afganistan’a saldıran Sovyetler Birliği istikbar güçlerine altın tepsi içinde bir fırsat sunmuştu. Öte yandan Krallıkla yönetilen ülkelerde anti-komünist teşviki çok güçlüydü ve o ülkelerde komünistlik tehlikesi oldukça büyümüştü. İmam Humeyni’nin görüşüne göre, Sovyetler Birliği Amerika’dan daha kötüdür, Amerika Sovyetler Birliği’nden, İngiltere ise bu iki ülkeden daha kötüdür. Fakat Ehli Sünnet dünyasında komünizm meselesi büyümüştü ve en azından onlar Allah’ı kabul ediyorlar adı altında Amerika’ya bir fırsat sunulmuştu ve kendi planlarına göre, Afganistan’da Sovyetler Birliği’ne karşı savaşacak yeteri kadar Müslüman bulunduğu için Taliban’ı yarattılar.

Diğer Araplar da Taliban’ın hâkim olduğu Afganistan’da, eğitim görerek Arap Afganlar oldular ve El Kaide’yi kurdular. Bu noktaya kadar herkes CIA’nın bu macerada parmağı olduğuna inanıyor ve nitekim Arabistan gibi ülkelerde onlara para verdi ve bu akımı ortaya çıkaran kültür ise, Vahhabiyet olmuştur.

Arap Afganlarının kurduğu El Kaide, her yere yayıldıktan sonra oranın kültürüne göre çalıştı. Irak El Kaidesi Lideri Zerkavi daha kapsamlı bir savaş ideolojisini ortaya koyarak bu grubun Irak’ta daha fazla saldırgan olmasına neden oldu. Bin Ladin ve Zerkavi’nin ölümünün ardından, Eymen Zevahiri El Kaidenin mevcut Lideri Zerkavi’nin oluşturduğu kapasiteyi kullanamadı. Irak’ta Saddam’dan sonra halk odaklı hükümet kuruldu ve nitekim Arap kralları bu hükümetin başarısının kendilerini zehirleyeceğini düşünüyorlardı zira Irak hükümetinin başarısının ardından kendi halklarının da onların krallıklarını devirmek ve yeni bir halk hükümeti kurmanın peşine düşmelerinden korkuyorlardı.

Arap krallıkları hükümetleri Güney Afrika ırkçılığından daha kötüdürler. Apartheid döneminde beyaz ırkı siyaha tercih ediyorlardı, fakat Arap krallıklarında saltanat hanedanı çocuklarını kendi halklarına tercih ediyorlar ve onlar için özel imtiyazlar sunuyorlar. Nitekim o ülkelerde saltanat çocukları daha dünyaya gelmeden maaşları bir kenara ayrılıyor. Dolayısıyla Suudi hanedanlığı böyledir. Bu hükümetler İran’daki yönetim şeklinden oldukça korkarlar zira İran’da da insanlar din adına yönetilmektedirler.

Kraliyet hükümetleri tüm güçlerini şiddetin tırmanması için seferber ettiler ve düzenledikleri bombalı saldırılar ve suikastlarla Irak’ta demokrasinin şekillenmesine izin vermeyeceklerdi. Saltanat hanedanlığının paraları Irak’a akıtılıyordu ve her gün Irak’ta onlarca kişi şehit ediliyordu ve bunların hepsi Irak hükümetini başarısız göstermek içindi. Öte yandan Tekfirciler Irak’ta, kendisini kalabalık içinde havaya uçuran herkes, Cennete gidecektir diye bir teori ortaya çıkardılar ve teröristlere yardım yapmayı da sevap gibi gösteriyorlardı. Irak’ta Cumhur Başkanı Yardımcısı Tarık Haşimi gibi büyük siyasi şahsiyetlerin, terör olaylarında rolleri vardı ve ne yazık ki Irak’a komşu bazı ülkeler de Irak’ın Kuzeyindeki petrol gelirlerine tamah ederek terör ateşini körüklediler.

Suriye’deki çatışmalar Suriye Muhalefetinin yardımına gelinebilmesi açısından bu tür terörizm için uygun bir fırsat oluşturdu, nitekim Suriye hükümetinin de Direnişin yanında yer aldığına dikkate almalıyız. Şimdi Amerikalılar, Arap Devletleri ve İsrail Suriye’de bulunmaktadırlar. Dolayısıyla Suriye’deki teröristlerin cinsi münafık teröristlerle aynıdır, gerçi onlardan her biri kendini bir mezhebin takipçisi olarak biliyor.

Mustazaflar cephesi İsrail’i Güney Lübnan’dan çıkardı.  Gazze etrafına duvar çekmelerine rağmen, füzeler yukarıdan ve aşağıdaki tünellerden geçti. İstikbar cephesi Beşar Esad’ı görevden uzaklaştırmanın peşindeydi, fakat biz Suriye halkının kendi yöneticilerini seçmesi gerektiğini söylüyorduk. En üst düzey İstikbar cephesi liderleri de bu sözleri söylüyorlardı, fakat sonunda bizim sözlerimiz gerçekleşerek, Suriye’de seçim yapıldı.

Batılı ülkelerin Cumhurbaşkanları ve Arap Kralları Gazze’yi silahsızlandırmanın peşindeydiler, ama bizler Gazze’nin silahsızlandırılmaması gerektiğini ve hatta Batı Şeria’nın da silahlandırılması gerektiğini söyledik. Herkes Ortadoğu’da bizim sözümüz geçer diyor. Şimdi ise teröristler Arabistan’ın paraları ve Batı’nın silahlarıyla Suriye’de eylemler düzenliyor.

Arabistan kraliyet hükümetini korumak için bölgedeki demokrasileri ortadan kaldıracak bir şeyler yapmalı, nitekim İran demokrasisini ortadan kaldırmayı başaramayan Arabistan, Irak’ta da başaralı olamadı. Bizler Suriye’de siyasi çözüm ve demokrasi olan diyalog çağrısı yaptık. Suriye’de siyasi çözüme karşı çıkan Arabistan ise diktatörlük ve kraliyet peşindedir.

 

IŞİD’in Arabistan hükümetini tehdit etmesini dikkate alacak olursak, sizce bu tehditler gerçek midir ve Arabistan bu tekfirci grupları desteklemeye devam eder mi?

Bu macera IŞİD’in haddinden fazla güce ulaştığını hissettiği ana kadar böylece devam etti ve o dönem Irak Baasçılarının IŞİD’le müttefik olduğu zamandı ve nitekim ondan sonra da Musul birliği çöktü. IŞİD artık Amerika, Katar ve Türkiye gibi hiçbir ülkeyi dinlemiyordu, çünkü bu grup şimdiye kadar bu ülkelerden aldıkları tüm silah ve paraları, Musul’da ganimet olarak ele geçirmişti.

Musul çok büyük bir şehirdir. IŞİD şehrin işgalinden sonra 6 milyar dolardan daha fazla para ele geçirmeyi başardı. IŞİD’in zaferinin ardından Ebu Bekir el-Bağdadi Musul’da halifelik ilan etti ve kendisini Müslümanların halifesi olarak insanlara tanıttı. IŞİD bu dönemde kırmızı çizgileri reddetti. IŞİD Amerikan vatandaşının başını kestiği zaman, Amerika’nın kırmızı çizgilerini geçti ve bunun ardından halifelik ilan etti. Yani bu diğer ülke liderlerinin de Bağdadi ile biat etmesi gerektiği anlamına gelmekteydi ve bu geçiş Arap ülkeleri ve Türkiye’nin kırmızı çizgileri üzerindendi.

Amerikalılar ve Batılılar Amerikan vatandaşının başının kesilmesinden önce, IŞİD güçlerinin Irak ve Suriye halkına karşı yaptıkları sayısız cinayetlere rağmen onlarla bir işleri yoktu. Suriye’de Amerikalı muhabirin IŞİD tarafından başının kesilmesinin sonrasında, bu grup Amerika’nın kırmızı çizgilerini geçerek Amerika’nın izzetini yok etti. Amerikan halkı ise bu ülke masum bir muhabiri nasıl olur da bu IŞİD’in elinden kurtaramaz diye kendi kendilerine söyleniyorlardı.

Amerika,  muhabirinin Suriye’de başının kesilmesinin ardından, IŞİD’e karşı tepki göstermeye başladı,  IŞİD hükümet ilan ederek Arap krallıklarının kırmızı çizgilerini de reddetti. Amerika’nın IŞİD’e karşı saldırıları hakkında güç psikolojisi yapmamız gerekir. Bir grup başka bir ülke tarafından silahlandırılıyor ve bu grup güçlendiği vakit o ülkenin de, kontrolünden çıkıyor.

 

Sizce Arabistan IŞİD ve tekfircileri desteklemeye devam eder mi?

IŞİD’in oluşturulmasının asıl sebebi, İslam dünyasında Şii ve Sünni arasında tefrika çıkararak İslam’ı zayıflatmaktır. Oy kullanılmasına ve parlamentoya karşı olan halifelik düşüncesi, İran’da yerleştirilmiş halk odaklı dini Velayeti Fakih düşüncesine karşıdır. IŞİD İslam Hilafetinin hükümet teorisi İslam dünyasının teorisi olarak ortaya çıktı ve Velayeti Fakih teorisi ise İslam dünyasındaki Şiiler arasında tanıtıldı. Ehli Sünnetin tamamı IŞİD teorisinin peşinden gitmedi elbette ve nitekim Müslüman Kardeşler Mursi’yi Mısır’ın meşru Cumhurbaşkanı olarak biliyorlar, çünkü o halkın oylarıyla seçilmişti.

Ehli Sünnet arasında iki tür düşünce mevcuttur, biri halkın oy kullanması gerektiğine inanan düşüncedir, öte yandan Vahhabiyetten gelen ve krallık teorisiyle tutarlı olan bir diğer düşüncede ise, hatta fasık birisini dahi halife olarak kabul edebiliyorlar ve onun halifeliğinden çıkmayı da haram biliyorlar. Nitekim bu tarz düşünce IŞİD’le sonuçlanmıştır.

IŞİD’e, hem Amerikalılar hem de Arap Krallıkları onlar için tehlike arz ettiğinde, saldırmaya başlıyorlar, fakat diğer taraftan da bu grubu kendileri ortaya çıkardıkları için de IŞİD’i tutuyorlar. Batı ve Arap ülkeleri Şia ve Sünni arasında savaş fitilini ateşlemek maksadıyla IŞİD’i yarattılar ve nitekim onlar IŞİD’i yok etmeyeceklerdir. Dolayısıyla bu ülkeler IŞİD’i sınırlayarak bu grubun kendi arzu ettikleri çerçevede bulunmasını ve hilafetten vazgeçmesinin peşindedirler. Öte yandan Tekfirci gruplar Amerikalılar ve Araplar tarafından Suriye dışında eğitim görüyorlar. Nitekim bu grubun üyeleri Suriye muhalefeti olarak Türkiye ve Ürdün’de eğitim gördüler. 

Ehli Sünnette Selef-i Salih’inin farklı yorumları vardır, bu yorumlardan birisi İngiliz Vahhabiliğidir, bir diğeri ise insanların oy kullanmasına saygı ve önem gösteren Müslüman Kardeşlerin yorumudur. Bu tür aşırılıklar İslam’ın başlarında da var olmuştur. Nitekim Aşırıcılar 3. Halife Osman’ı da vahşi bir şekilde öldürmüşlerdi. Kerbela’da bu aşırılıkların ve barbarlıklarının bir diğer örneğidir, zira bu aşırılıkları ve cinayetleriyle siyasi çıkar peşindeydiler.

Yezid’in ve IŞİD’in birbirlerinden hiçbir farkı yoktur, sadece bu ikisinin mekanizmaları farklıdır, Yezit kesik başları şehirlerde gezdiriyordu, bugün ise IŞİD kesik başların fotoğraflarını internette gezdiriyor ve bu iletişim imkânlarından dolayıdır. Nitekim burada sadece mekanizmalar farklıdır, ekol ise yine aynıdır.

 

 

Sizce Batılılar Türkiye’yi İslam dünyasına süper güç yapmanın mı peşindeler?

Batılıların yaptığı her şey din öncülüğündeki halkın düşüncesini zayıflatmak içindir. Bu macera demokrasinin modern insanlığın bir kazanımı olarak gelişmekte ve insanoğlunun tekâmül özelliği nedeniyle kendi kaderinin yönetimine ortak aramasından ibarettir. Şia içtihat kapısının açık olmasından dolayı, insanoğlunun hükümette bu tekâmülünden yararlanma becerisine sahiptir. İmam Humeyni Velayeti Fakih teorisinde güzel bir şekilde bu meseleyi aydınlatmıştır ve İmam Velayeti Fakih hükümetini Allah Resulünün hükümeti olarak görmekteydi. 

Batı Ortaçağ’daki kilise cinayetlerinin ardından din karşıtı oldu ve Marksist ve materyalistler dini ayaklar altına aldılar. Öte yandan Batıda felsefe konusunda öyle bir noktaya gelinmişti ki maddenin de ötesinde bir şeylerin olduğunu söylemeye kimse cesaret edemiyordu artık. Ben Dışişleri Bakan Yardımcısı olduğum zaman, İran’ın Vatikan Büyükelçisinin Vatikan’ın ikinci adamıyla bir görüşmesi oldu. Vatikan yetkilisi İran Büyükelçisine bizler nasıl İmam Humeyni gibi davranmamız gerektiğini daha yeni anladık dedi. Uzun süredir Hollywood gibi sanatsal kurumlar Hazreti İsa gibi büyük kutsallarımıza karşı müstehcen filmler yapıyorlardı ve bizler de bu filmleri sadece sinema önlerinde protesto ederek tepkimizi gösteriyorduk, aslında bizler de İmamınızın Selman Rüştü’ye davrandığı gibi bir tutum izlememiz gerekirdi diyordu.

Ülkedeki en üst makam olan Velayeti Fakihin Rehberlik makamı için, birtakım belirli özellikler tanıtılmış ve Rehberlik Makamının özelliklerini belirlemek için ise Uzmanlar Meclisi (Meclis-i Khobregan)kurulmuştur. Bu kurum Rehber seçmenin yanı sıra, 6 ayda bir onun yaptığı işleri de denetlemektedir. Dolayısıyla Velayeti Fakihte Rehberlik Makamından Cumhurbaşkanlığına ve hatta Şehir Konseyine kadar halk odaklı din çerçevesindedir.

İslam Cumhuriyeti, Batı’nın felsefi açıdan ulaştığı şeyi yanıtlamayı başardı. Batı maddenin de ötesinde bir şeylerin olduğuna ulaşmıştı, fakat onu madde dünyasıyla nasıl bütünleştireceğini bilmiyordu. Batı sonunda din ve ahlakı kişisel bir mesele olarak ilan etti ve siyaseti de toplumsal bir mesele olarak ele aldı. Fakat burada din ve siyaset ve dünya ve ahiret birbirleriyle bütünleştiler, dolayısıyla burada halk nasıl bir şevkle namaz kılıyorsa, yine aynı şekilde oy da kullanmalıdır ve nitekim Ayetullah Hamaneyi’de oy kullanmayı kul hakkı olarak tanımlamıştı. Bu düşünce yerini hilafete, krallığa ve Batı demokrasisine bırakmaya başlıyor ve bu nedenle o iki düşünce bu düşünceye karşı birleşmiş bulunmaktadırlar.

 

IŞİD’in sahip olduğu düşünce yapısını açıklar mısınız?

IŞİD’in Vahhabilik esasına göre halifeliğe doğru yönlendirdiği İslam anlayışı, gelişmiştir ve bu grup halifelikten çıkanı fasık ve haram sayan bir düşünceye sahiptir. IŞİD yabancı ülkelerin hedefleri doğrultusunda yaptığı cinayetlerle insanlık çizgisinden çıkmıştır ve onların bu acımasızlıkları aslında sadece şeytani teoriler bünyesinde yönlendirilmekte olduklarını gösteriyor.

Eğer IŞİD’i Ehli Sünnet görüşlerine dayanarak değerlendirirsek bu düpedüz haksızlık olur. Bu grubun üyeleri hatta insan bile değildirler kaldı ki, onları Sünni olarak adlandıralım. Gerçi Müslüman Kardeşlerin kökeni de Selefiliğe dayanıyor, fakat onların önceki düşüncelerinde bir takım değişiklikler meydana geldi ve nitekim onlar halkın Mursi’ye oy vermesi nedeniyle onu meşru biliyorlardı ve karşılarında İmam Humeyni’nin Şiiliği anlamak olan Velayeti Fakih teorisi mevcuttu.

İran İslam Cumhuriyeti demokrasisi Fransa’daki demokrasiden bile daha güçlüdür. Çünkü Fransa’da Cumhurbaşkanının parlamentoyu feshetme hakkı vardır, ama İran’da hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur. İmam Humeyni mutlak Velayeti Fakih konusunda anayasa yazıldıktan sonra yasaları yazan meclis üyelerine hitap ederek onlara bu anayasada Velayeti Fakihe zulmedildiğini dile getirmişti. Devamında ise Velayeti Fakihin gücünün sınırları hakkında,  İmam Humeyni’nin yazdığı mektuplarla yanıtladığı bazı tartışmalar gündeme gelmişti. Ardından İmam Humeyni anayasayı Gözden Geçirme Konseyi kurulmasını emretti ve mutlak Velayeti Fakih kelimesi anayasada incelendikten sonra bu yasaya dâhil edildi.

İslam Cumhuriyeti anayasası vahiy değildir ve nitekim İslam Cumhuriyeti bir oluşum sürecindedir ve bu şekilde de ilerlemeye devam etmektedir.  Bir zamanlar ülkemizde içtihat ilkesine dayanarak hem Cumhurbaşkanımız ve hem de Başbakanımız vardı, ama şimdi her ikisinin de olmasının yanlış olduğu kanısına vardık ve Meclis ve Muhafız Konseyi arasındaki anlaşmazlıkları bertaraf etmek için Maslahat Konseyini kurduk.  İçtihadın bir esas olduğu Şii akidesine göre, İslam Cumhuriyeti bir oluşum sürecindedir ve dolayısıyla başka şeyleri yapmamız gerekecek bir yerlere ulaşmamız da mümkündür elbette, fakat burada mühim olan canlı ve yapılabilir olmasıdır ve nitekim bu halife olan bir kimsenin karşısında, hiç kimsenin konuşamayacağı anlamına da gelmiyor.

 

Sayın Şeyhülislam sizin de değindiğiniz gibi Amerika ve Arabistan IŞİD’i sınırlamanın peşindedirler, fakat görüyoruz ki Batı’nın Suriye’deki hava saldırıları IŞİD’le sınırlı kalmıyor ve diğer gruplar da bu saldırıların hedefi oluyorlarlar. Amerika’nın Suriye’de çeşitli grupları desteklemesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

IŞİD konusunda kişiler söz konusu değildir ve IŞİD kökeni Vahhabiyete dayanan bir düşünce ve bir ekoldür. Bir kurumun ortadan kalkmasıyla o düşünce yok olmuyor, bombardıman ve birkaç kişinin öldürülmesiyle o düşünce yok olmuyor. Düşünce ve ekole karşı yine düşünce ve ekolle mücadele edilmeli, Batılılara şunu sormak gerekir nasıl oluyor da demokrasinin beşiği olan bir ülkede yani Fransa’da IŞİD eğitim alabiliyor, çünkü Arabistan orada Vahhabi okulu açmıştır. Arabistan Müslüman ve Müslüman olmayan ülkelere para vererek, çeşitli ülkelerde Vahhabi okullarının açılmasını sağlamıştır. Dolayısıyla IŞİD’le mücadele için ayrıca Vahhabi zihniyeti ve okullarıyla da mücadele edilmelidir. Nitekim IŞİD zihniyeti bombardıman ile yok olmayacaktır.

Irak Baas Partisi İngilizlerin planına göre, IŞİD’e katılmıştır. Ebubekir el-Bağdadi ve üst düzey Baasçıların tümü yönetiminden İngilizlerin sorumlu olduğu,  Buka hapishanesinde tutukluydular. IŞİD liderleri İngiltere planına göre, bu hapishanede Baas liderlerine katıldılar. Baas partisi ve IŞİD arasındaki işbirliğinin sembolünü Musul’un düşmesinde gözlemleyebiliriz ve nitekim IŞİD 1000 kişiden daha az bir sayıyla Musul’u işgal etmiştir.

 

Batılı ülkeler Suriye’de IŞİD mevzilerinin yanı sıra El-Nusra cephesi gibi diğer grupların mevzilerini de hedef alıyor, sizce Amerika’nın bu konudaki siyaseti nasıldır?

Amerikalılar terörle mücadele ekseni üzerinde ve Güvenlik Konseyi kararına göre bir koalisyon oluşturdu. Güvenlik Konseyi IŞİD’le mücadele kararında IŞİD’e bağlı grupların yanı sıra El-Nusra ve El Kaideye bağlı gruplarında isimleri geçiyor ve Batılılar bu nedenle bu gruplara da saldırmaya mecbur kalmışlardır, onlar IŞİD’e sadece bu tekfirci grubu dizginleyebilmek için saldırıyorlar.

 

Şii basınının IŞİD konusunu ele alması, sizce düşmanın zemininde oyun oynamak değil midir?

Bu konuda size katılıyorum, yani aslında bu meseleyi o kadar çok büyüttük ki âdete onların kazdığı kuyuya bizler düştük. Hem de Siyonist rejimin canının her istediğini yapmak istese, yapabileceği ve hatta bizim asıl meselemiz olan Filistin davasını dahi unutturabileceği bir kuyuya düştük. Onların bölgeyi yönetme politikaları, Siyonist rejimin güvenliği içindir. Dünyanın üç kıtasını birleştiren Orta Doğu, dünyanın en önemli bölgelerinden birisidir. Peygamberlerde Orta Doğu bölgesinde yaşarlardı ve petrolün keşfedilmesinden sonra bölgenin değeri kaç kat artmış bulunmaktadır, çünkü petrol akışını yönetmek aslında dünyayı yönetmek demektir. Petrol akışını yönetmek hem petrol sahasını ve hem de petrolün geçtiği su kanallarını da yönetmek demektir, Hürmüz Boğazı,  Bab el- Mandab Boğazı ve Süveyş Kanalı petrol taşımak için kullanılan su kanallarından ibarettir.

Batı Orta Doğu’da hem kısa süreli ve hem de uzun süreli bir politika izledi.  Batı’nın kısa süreli politikaları bölgedeki kralları satın almaktı. Batı’nın bölgedeki uzun süreli politikası ise İsrail’dir ve Siyonistlerin nihai hedefleri ise Nil’den Fırat’a kadar tüm petrol sahaları ve Fırat nehri ile Nil arasındaki su kanallarını almaktır. İsrail meselesi Batı’nın bölgede güç kazanması için stratejik bir yoldur, fakat İslam Devrimi bu yolun başarılı olmasına izin vermedi ve nitekim İsrail İslam Devriminden sonra daha da küçüldü.

 

Biz şimdiye kadar IŞİD ve tekfircilerin durumu hakkında bir tahlil yaptık. Birazda onların geleceğine değinelim, Seyit Hasan Nasrallah gibi bir şahsiyet tekfircilerle çarpışmanın yanında, onlardan bazıları kandırılmışlardır diyor ve o burada ayrıca doğru yolu gösterme rolünün de peşindedir, peki siz bu grubun fikri açıdan birbirlerinden çözülmeleri, meselesini ne kadar etkili buluyorsunuz? Amerikalı yetkililer son zamanlarda Anbar’ı 1 ay içinde nasıl ele geçireceklerine dair planlarını açıkladılar. Fikri ve askeri açıdan tekfirci grupların geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Ben işin askeri yönünün çok mühim olduğunu düşünmüyorum, çünkü bu yön çok belirleyici değildir. IŞİD Felluce ve Anbar’a yerleşmeden önce, tekfirci kişilerin beyinlerinde ve kalplerinde mevcuttu. Nasıl oluyor da bir genç kendine bomba bağlayıp hiç tanımadığı insanların arasında,  kendisini havaya uçurmaya razı olabiliyor? Bu mesele doğru anlaşılmalıdır. Eğer bugün Musul ve Rakka IŞİD’den geri alınırsa, bu grup yine başka bir yeri alacaktır. Dolayısıyla aşırı şiddet yanlısı IŞİD zihniyeti ekolüyle mücadele etmek gerekir ve bu zihniyetin ekolü çok tehlikelidir ve şeytanın ta kendisidir.

IŞİD Arabistan Vahhabi sisteminin mahsulüdür ve İngiltere ise Arabistan Vahhabiliğinin kurucusudur.  Pakistan’ın eski Başbakanı Benazir Butto vermiş olduğu bir demeçte Taliban hakkında açıkça şunları söylemişti: Bu grubu kurma fikri İngilizlere aitti ve Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de bu gruba para verdiler. Ama ne yazık ki Taliban’ın doğum yeri bizim ülkemiz oldu ve doğum sancısını çeken biz olduk, çünkü Pakistan’ın Kuzey bölgesindeki İslam anlayışı çok dar görüşlüydü.

IŞİD’in fikir ekolünü Amerika ve İngilizler kurdular. Vahhabilikle Arabistan’ı bedbaht ettiler, nitekim Arabistan’ın Mekke gibi kutsal şehirlerinde şiddet ve sorunlar kol geziyor. Vahhabilik ideolojisi İngiliz yapımıdır.

 

Irak Suriye ve IŞİD’in gelecekteki durumlarını siyasi açıdan nasıl gözlemliyorsunuz? Askeri açıdan ise, sizce IŞİD fitnesi uzun vadede toparlanabilir mi?

Uzun vadede kendilerine bomba bağlayıp, insanlar arasında intihar eylemleri yapan beyni yıkanmış kişiler her daim bulunmuşlardır, dolayısıyla bu olgu ortadan kalkmayacaktır. Fakat Irak’ta Şiilerin bulunduğu şehirler Ayetullah Sistani’nin çağrısı ve Irak’taki halk güçlerinin örgütlenmesi nedeniyle IŞİD kontrolünden çıkmaktadırlar. Ancak Sünnilerin yaşadığı alanlar hakkında iki teori mevcuttur, bu teoriye göre, Şiilerin savaşmak için Ehli Sünnetin yaşadığı bölgelere girmemesi gerektiği ve onların yalnızca o bölgelerde yaşayan insanlara kendi bölgelerini teröristlerden temizlemek için yardım etmeleri gerektiği yönündedir. Öte yandan IŞİD Ehli Sünnetin yaşadığı bölgelerde çok çılgınlıklar yaptı öyle ki bu grup sadece bir aşiretten yüzlerce insanı öldürmüştü ve nitekim Irak’taki Ehli Sünnet içerisinde de IŞİD’le mücadele için yeterli motivasyon mevcuttur.

 

Filistinlilerin tekfirci akımla ilişkileri nasıldır?

Hamas Filistin vatandaşlarının Suriye’de savaşmalarının örgütlenmiş bir olay olmadığını ve bazı Filistinlilerin Hamas tarafından verilen bir emir olmamasına rağmen sadece kişisel sebeplerden ötürü Suriye’deki savaşa katıldıklarını beyan etmiştir. Tabi bu olay Hamas’la ilişkilerimizin biraz kötüleşmesine neden oldu. Öte yandan İslami Uyanışa yönelik yanlış algılama herkese bulaştı. İmam Humeyni’nin yöntemi insanları sahneye çıkarmaktı ve İmam bunu Kudüs Gününde apaçık bir şekilde ortaya koymuştur. Nitekim İmam Humeyni’ye ilk Lebbeyk diyen ülke, Mısır olmuştur ve bu ülke hükümeti halka çok sert müdahalede bulunmuştur. Tüm İslam âlemi İmam Humeyni’ye Lebbeyk dedi, fakat İslami Uyanışın vuku bulması yönünde başarılı olamadılar.

Tunus’ta hor görülen halkın ayaklanmasına bir kıvılcım yetti, bu kıvılcım Tunus halkını harekete geçirmeye yetti ve hatta Mısır halkını da ayaklandırdı ve o zamanlarda Ayetullah Hamaneyi’de Cuma namazı hutbesinde Arapça konuşarak Mısır halkına gerekli uyarılarda bulunmuştu. Mısır devriminin üzerinden bir yıl geçmesinin ardından, Müslüman Kardeşler işbaşına geçti ve yine Ayetullah Hamaney’i dönemin Cumhurbaşkanı Mursi’ye petro-dolarlara itimat etmemesi gerektiği yönünde uyarılarda bulundu, ancak Mursi Rehberin sözlerine uymadı. İnsanlar İran milletinin İnkılabına, 35 yıl sonra geç de olsa, cevap verdiler, onlar bir liderleri olmadan ve Velayeti Fakih gibi bir ideolojiden faydalanamadıkları halde ayaklandılar, ancak bu yanlış anlaşılmamalıdır, bu hareketin ortadan kalktığı anlamına gelmez, zira İslami Uyanış hareketi 15 Hazirandaki ayaklanmalar gibi devam edecek bir harekettir.

İnsanlar bir sonraki adımlarını dikkatli atarak olgunlaşmaya başladılar. Öte yandan İslam Devriminden önce birçok gecekondu mevcuttu ve ülkede çok fazla sınıf farklılıkları vardı, ülkede şu an içinde sınıf farklılıkları mevcuttur bu iyi bir şey değildir, fakat mevcut durum geçmişe nazaran çok daha iyidir.

çeviri:Gülden Koşaca

Independent gazetesi başyazısında “birlik” yürüyüşlerine katılanların güçlerini sayılarından aldığını belirtiyor. Gazeteye göre Paris’teki yürüyüşe katılan bazı isimler“tedirgin edici”ydi.

 

BBC Türkçe’nin aktardığı habere göre Davutoğlu’na ağır sözlerle yüklenen gazete, “IŞİD’in Suriye ve Irak’ta güçlenmesinde suç ortağı olan Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu” ifadelerini kullandı.

Başyazıdan bazı satırlar şöyle:

“Yürüyüşe katılan 50 dünya liderinin bazılarının varlığı bir nebze de olsa tedirgin ediciydi: Victor Orban, Macaristan Başbakanı, cesur ve bağnaz toplumun yeni savunucusu; geçen yıl Gazze’deki dehçet verici savaşın yanı sıra yerleşim birimlerinin feci bir şekilde yayılmasından da sorumlu olan Binyamin Netanyahu; hükümeti eşcinsellere ve muhaliflere aman vermeyen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov; devleti 20. yüzyılın ilk İslamcı vahşetinden -bir buçuk milyon Ermeninin soykırımla katledilmesinden- sorumlu olan, hükümetinin de IŞİD’in Suriye ve Irak’ta güçlenmesinde suç ortağı olan Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu. Hatta saldırgan Amedy Coulibaly’nin kız arkadaşı Hayat Boumeddiene’nin kısa süre önce Suriye’ye Türkiye üzerinden geçtiğine inanılıyor.”

 

GUARDIAN: ‘PARİS’E GİDEN BAZI LİDERLER ELEŞTİRİLİYOR’

Guardian’daki Mark Tran imzalı haberde de benzer satırlar var. Tran, ülkelerinin insan hakları ve basın özgürlüğü sicilleri pek de iyi olmayan bazı liderlerin Paris’teki yürüyüşe katılmalarının eleştiri konusu olduğunu yazıyor.

Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün bu noktada atıfta bulundukları ülkeler Mısır, Türkiye, Rusya, Cezayir ve Birleşik Arap Emirlikleri.

Guardian’ın haberinde ise Türkiye’de 70’e yakın gazeteci hakkında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresindeki bazı kişilere yönelik yolsuzluk iddiaları ile ilgili haberleri yüzünden dava açıldığı belirtiliyor.

 odatv
 

 

 

 

Published in Rapor