Displaying items by tag: IŞİD


Irak, Suriye ve Lübnan’dan son haftalarda gelen haberlere göre, IŞİD terör örgütünün ağır yenilgiler aldı ve birçok bölgede IŞİD unsurları kendi güçlerini geri çekmek zorunda kaldı. Söz konusu ülkelerden alınan haberler uyarınca, IŞİD’ın ileri gelen elebaşının ise yaralanıp helak olduğu anlaşılıyor. IŞİD’ın elebaşı Ebubekir Elbağdadi veya Avad İbrahim Ali Elbedri Elsamerai’nin görüntüsünün geçenlerde Musul’daki bir camide konuştuğu vakit yayınlanması, farklı bir şekilde yankı uyandırdı.

 

IŞİD terör örgütünü ortaya çıkaranlar bu şeytani plana dayanarak Ortadoğu bölgesi için şom planları hayata geçirerek bu grubun elde ettiği ilerlemelerden dolayı sevince kapılıp riyakârca IŞİD’ın süper güçlerin hedeflerini yerine getirdiğinin propagandasını yaptılar. Buna karşı bölge halkından birçoğu özellikle Müslümanlar, bu terör örgütünün cinayetkâr girişimleriyle İslam’ın çehresini zedelemek ve bölge güvenliğini tehlikeye düşürmekle meşgul olmasından kaygı duymaktadır. 

Artık hemen hemen herkes ortaya çıkarılan bu şom planın bölge güvenliğinin tehlikeye girmesi hedefiyle hayata geçirilip bununla mücadele edilmesi zaruretinin farkına vardılar. Kısa bir zaman içerisinde IŞİD terör örgütünün adı öyle kötüye çıkmıştır ki, hatta bu grubu ortaya çıkaran ülkeler ve bu ülkeleri himaye edenler terör örgütlerini desteklediklerini gizlemeye kalktılar ve bu cinayetkar örgütle irtibat halinde olduklarını inkâr etmeye kalkıştılar. IŞİD ve bu baş belası terör örgütünü destekleyenleri ümitsizliğe sürükleyen tek şey, Sünniler ve Şii mezheplerine mensup olanların hemen hemen tamamının IŞİD ve diğer terör örgütlerinden nefret ettikleri gerçeğidir. Hiç kuşkusuz Siyonistler müstebid ve sultacı güçlerin yoğun yardımlarını arkasına alarak IŞİD terör örgütünü geniş bir şekilde destekleyerek, kendi şom hedeflerini hayata geçirmekle bölge ülkelerini kandırmaya çalışıyorlar. 

IŞİD terör örgütünün ortaya çıkmasının temelinde, İslam’ın çehresinin kötüye çıkarılması, Müslümanlar arasında mezhep kavgası ve onlar arasında ihtilaf çıkarmak ve Siyonistlerin varlığını pekiştirmek olduğu yatmaktadır. Gerçek olan şu ki, Siyonistler ve sömürgeci devletler uzun yıllar boyunca özellikle eski Sovyetler birliğinin çöküşünden sonra, İslam’ın kendi şom emellerinin yürütülmesinde en büyük engel olduğunu vurguladılar. Aynı güçler İslam ve Müslümanlara darbe indirmek için hiçbir eylemden geri kalmadılar. İslam ve Müslümanların çehresine darbe indirmenin sultacı ve hegemonyacı devletlerin asıl hedefleri olduğu anlaşılıyor. 

IŞİD terör örgütünün işledikleri korkunç ve tüyler ürpertici cinayetlerle ilgili görüntülerin defalarca yüksek kaliteyle yayınlanması, Allahu Ekber ve Lailaha İllallah sloganlarının terör örgütü üyelerince işlenen cinayetler sırasında haykırılması tesadüfî olmayıp, üstelik önceden öngörülen bir olaydır. Aslında bu eylem İslam’ın pak çehresini kirletmek ve Müslümanları terörist göstermek amacıyla yapıldığı gözlerden kaçmamakta. Siyonistler ve bu rejimin hamilerinin İslam’a karşı kin ve nefretlerini gözler önüne sermek ve dünya siyonizminin yürüttüğü girişimlerine aykırı hareket eden Müslümanlardan intikamlarını almak için ellerinden gelen her girişime kalkışmaktadır. IŞİD terör örgütünün savunmasız milletlerle özellikle Müslümanlarla en feci ve korkunç yöntemlerle savaştığı bir ortamda, bu terör çetesinin soykırımcı İsrail rejimini zerre kadar tehdit etmediği, üstelik yaralanan IŞİD unsurlarının bile Siyonist rejim hastanelerinde tedavi altına alındıkları dikkat çekmekte. Siyonistler ve bu gasıp rejimin hamilerinin IŞİD terör örgütünün girişimlerine yönelik tepkileri çok ilginç olup, bu örgütün onlar tarafından geniş bir şekilde desteklendiği gerçeği ortaya çıkıyor. Soykırımcı rejim İsrail elebaşları ise IŞİD ile bağlantılarını gizleyerek bu rejim yetkililerinin farklı zamanlarda IŞİD ile hiçbir sorunları olmadığını itiraf ettiler. Üzüntü verici olan olay şu ki, bazı İslam ülkeleri liderlerinin bu kirli oyuna katılarak kendi ülkeleri milletleri için yüzkarası sayıldıkları ve Müslüman milletlerin haysiyeti ve şerefiyle oynadıkları gerçeği ortaya çıkıyor. Arabistan, Katar ve Türkiye’nin Siyonistler ve sömürgeci ülkelerin IŞİD gibi terör örgütlerinin ortaya çıkarılmasında öncü rol oynadıkları ve ortaklık ettikleri bildiriliyor. Bu ülkeler IŞİD kılıfıyla kendi şom hedeflerine ulaşmak ve Siyonist karşıtı cepheye karşı direnmeyi başardıklarını zannediyorlar, ancak bunda asla başarı elde edemedikleri gerçeği ortaya çıkıyor. Siyonistlerin uykularını bozan şey, son günler ve haftalarda Irak, Suriye Lübnan ve ayrıca IŞİD ile mücadele cephelerinde meydana gelen olaylardır. Halkın, terör örgütleri ve özellikle IŞİD terör örgütüne karşı ayaklanması önemli bir gelişme sayılıp bölge milletlerinin terörizm ve tekfircilerin şerrinden kurtulmaları olan bu sürecin umut verici neticelerine tanık olmaktayız. Tekfirciler ve onların başındaki IŞİD terör örgütünün Suriye, Irak ve Lübnan’da ağır yenilgileri tatmasının ardından şimdi de terörizmin kemiklerinin kırılma sesi halka duyurulmakta ve bu şom fenomen olan terörizmin yok olmaya yüz tüttüğü gerçeği ortaya çıkmaktadır. Hali hazırda IŞİD’in yok olmaya yüz tuttuğu ve bu örgütü yaratan ülkelerin bu akımdan uzaklaşmaya başladığı anlaşılıyor. IŞİD terör örgütünün yenilmesi bu doğrultuda var olan komploların tamamen yenilmesi manasında değildir. IŞİD örgütünün ortaya çıkarılmasında uzun yol kat edilen bir düşüncedir. Pakistan, Afganistan ve Orta Asya, Afrika ve Arap dünyasında taraftar kitlesine sahiptir. Bu şartlarda İslam dünyasındaki âlimler ve İslam toplumları öncülerinin terör örgütleriyle mücadele edilmesi yönündeki faaliyetleri büyük öneme haizdir. İslam ülkelerinin yöneticileri Müslümanları tekfirci grupların yarattıkları tehlike ve komploları ve bu fenomenin İslam ile tezat halinde olduğu konusunda uyarmaları gerekiyor.

İran Ulusal Güvenlik Konseyi sekreteri, İran'ın barışçıl nükleer enerjiden yararlanabilmek konusunda çok ciddi olduğunnu belirterek, uygulanan yaptırımların yasadışı ve zalımce olduğunu belirtti.
MHA'nın haberine göre İran Ulusal Güvenlik Konseyi sekreteri, Ali Şemkhani, bölgedeki terör olayları ve İran'ın nükleer müzakereleri hakkında konuştu. Orta Doğu'daki terör olaylarının, Amerika başta olmak üzere batılı ülkelerin bölge için yeni politikalar belirlemek istedikleri nedeni ile geliştiğini söyleyen Şemkhani, "Batılı ülkeler tarafından belirlenen bu yanlış potikalar, bölge halkı için sadece huzrusuzluk ve güvensizlik getirecek ve  ülkelerin ekonomik ve toplumsal kaynaklarının yok olmasına neden olacaktır" dedi.

Şemkhani açıklamasının devamında ise Irak, Suriye, Filistin ve Lübnan'daki olayların, İsrail'in güvenliğin sağlanması için tasarlandığını belirterek, "Amerika ve bölgedeki yandaşlarının politikaları ve çalışmları, IŞİD'ın oluşmasına neden olmuştur" dedi ve batılı ülkelerin, bu sorunlar karşısındaki çelişkili tutumlarına dikkat çekerek, sözlerine "Suriye'deki sorunların tek çözüm yolu, halkın iradesi ve demokrasiye saygı göstermektir" diye ekledi.

Obama'nın geçtiğimiz günlerde İran lideri, Ayetullah Hamanei'ye gönderdiği mektup hakkında ise Şemkhani, "Amerika devlet başkanının bu mektuplaşmaları yıllardır devam ediyor ve bu mektuplara bazen cevap gönderilmiştir" dedi.

Şemkhani sözlerinin devamında ise İran'ın NPT kuralları dışında, hiçbir kuralı kabul etmeyeceğini söyleyerek, "İran, ortak çalışma programı çerçevesindeki tüm görevlerini yerine getirmiş ve iyi niyet ile müzakere masasına oturmuştur. Müzakerelerin diğer tarafı da mantıklı ve gayrı politik bir yaklaşım sergilediği zaman, kısa bir süre içerisinde nükleer anlaşmaya varılabilir. İran'ın UAEK ile yaptığı geniş çalışmalar doğrultusunda, ülkemize karşı uygulanan tüm yasadışı ve zalimce yaptırım kaldırılmalıdır"dedi.

Amerika'nın tüm finansal ve onursal kaynaklarını, İsrail'in gelişmesi için kullandığını belirten Şemkhani, "Malesef Amerika'nın bölgedeki politikaları, İsrail tarafından belirleniyor ve İsrail de şimdiye kadar Amerika'nın küçümsenmesi için elinden gelen herşeyi yapmıştır. Amerika'nın İsrail'e verdiği desteklemek için ödediği pahalardan bir liste düzenlemesi durumunda, Amerika halkının bu desteğin devam etmesine izin vereceklerini düşünemiyorum" dedi.

Şemkhani sözlerinin sonunda ise İran nükleer müzakerelerinin, Amerika'nın İsrail'i mutlu etmek çabası nedeni ile yavaş ilerlediği belirterek, "Bu politikaya devam etmek, anlaşmaya ulaşmak için ciddi sorunlar yaratmanın yanısıra, müzakere sürecinin olumsuz bir şekilde deavam etmesi neden olacaktır" dedi

Published in Rapor
Perşembe, 13 Kasım 2014 00:00

Amerikan terörizminin uzun ve utanç verici tarihi

“ABD yetkilisi: ABD dünyanın önde gelen terörist devletidir ve bununla gurur duymaktadır.”
 
Cihatçılığın Afganistan’ın bir köşesinden Irak ve Suriye’nin geniş bölgelerine sıçramasına yardımcı olan ABD operasyonlarının bugüne dek yarattığı yaygın bir sonuçtur.

 

 15 Ekim’de New York Times’ta yayınlanan ve başlığı nazik biçimde “CIA’nın Gizli Yardımlarının Suriyeli Savaşçılara Yardım Hakkında Kuşkuculuğu Tetiklediğine İlişkin Çalışması” [CIA Study of Covert Aid Fueled Skepticism About Helping Syrian Rebels] olarak konulmuş manşet hikayesinin başlığı aslında bu olmalıydı. 

Makale, CIA’nın ABD’nin yakın zamandaki gizli operasyonlarının etkililiğini belirlemek üzere hazırladığı bir araştırmaya değinmektedir. Beyaz Saray, süregiden politikalar üzerine kısmen yeniden düşünülmesi gerektiğini ortaya koyacak biçimde, başarıların ne yazık ki oldukça nadir olduğuna hükmetmiştir. 

Makale, Başkan Barack Obama’nın CIA’ya “bir ülkede gerçekleşen bir ayaklanmayı finanse etme ve silah yardımında bulunma vakalarından fiilen iyi sonuç verenleri belirlemesi için bir araştırma yürütme istediğinde bulunduğuna ve CIA’in elinde pek fazla bir şeyle dönmediğine” ilişkin sözlerini de alıntılıyor. Dolayısıyla Obama’nın süregiden bu türden girişimlere ilişkin biraz isteksiz olduğu söylenebilir. 

Times’ta yayınlanan makalenin ilk paragrafı, üç büyük “gizli yardım” örneğine yer veriyor: Angola, Nikaragua ve Küba. Doğrusu her bir vaka, aslında ABD eliyle yürütülen büyük birer terörist operasyondan başka bir şey değil. 

Angola, Güney Afrika tarafından, Washington yönetimine göre kendisini dünyanın “en kötü şöhretli terörist gruplarından biri”nden -Nelson Mandela’nın Afrika Ulusal Kongresi’nden- korumak adına işgal edilmişti. Yıl 1988’di.

O zamana dek Reagan yönetimi, Güney Afrika’nın ırkçı rejimine, müttefikiyle ticaretini arttırmak adına kongre yaptırımlarını ihlal etmek pahasına verdiği desteğinde, fiilen yalnız başınaydı. 

Aynı esnada Washington yönetimi, Jonas Savimbi’nin Angola’daki terörist Birlik ordusuna kritik bir destek sağlamak üzere Güney Afrika’yla birlikte hareket ediyordu. Washington yönetimi, Savimbi, dikkatli biçimde gözlemlenen özgür seçimlerde açıkça yenilgiye uğradığında bile desteğine devam etti ve Güney Afrika ise desteğini geri çekti. Savimbi, Angola’nın Britanya büyükelçisi Marrack Goulding’in sözleriyle “iktidar hevesi halka berbat bir sefalet getiren bir canavar”dı. 

Ortaya çıkan sonuçlar korkunçtu. Birleşmiş Milletler’in 1989 tarihli bir araştırması, Güney Afrika’daki yağmanın, ülkenin içinde olanlar bir yana, komşu ülkelerde 1,5 milyon ölüme yol açtığını tahmine diyordu. Kübalı güçler nihayet Güney Afrikalı saldırganları püskürttü ve onları yasadışı biçimde işgal edilen Nambiya’dan çekilmeye mecbur bıraktı. Canavar Savimbi’ye desteğe devam eden bir tek ABD kalacaktı. 

Küba’da, başarısız olan 1961’deki Domuzlar Körfezi çıkarmasının ardından, Başkan John F. Kennedy, Küba’ya “dünyanın terörü”nü getirmek üzere kanlı ve yıkıcı bir kampanya başlattı – “dünyanın terörü”, bu sözler, Kennedy’nin yakın çalışma arkadaşı, tarihçi Arthur Schlesinger’in kaleme aldığı, terörist savaşın atanmış sorumlusu Robert Kennedy’nin yarı-resmi yaşamöyküsünde yer almaktadır. 

Küba’ya karşı yürütülen canavarlıklar oldukça şiddetliydi. Planlanan, Ekim 1962’de bir ABD işgalinin önünü açacak bir ayaklanmayla sonuçlanacak biçimde terörizm uygulamaktı. Bugün artık araştırmacılar, bunu, Rusya Başbakanı Nikita Kruşçev’in, kısa sürede tehlikeli biçimde nükleer savaşın eşiğine gelinmesine yol açacak biçimde Küba’ya füzeler yerleştirmesinin nedenlerinden biri olarak kabul etmiş durumdadır. ABD Savunma Bakanı Robert McNamara, sonradan, “Eğer Küba lideri olsaydım, bir ABD işgali beklentisinde olurdum” itirafında bulunacaktı. 

Amerika’nın Küba’ya dönük terörist saldırıları 30 yıldan fazla sürecekti. Bunların Kübalılara her anlamda acı bir bedeli olacaktı. Kurbanların yaşadıkları, ki ABD’de buna ilişkin bir şey duymak pek mümkün değildir, Kanadalı akademisyen Keith Bolender’in 2010’da kaleme aldığı “Voices From the Other Side: An Oral History of Terrorism Against Cuba” [Öteki Taraftan Sesler: Küba'ya Karşı Terörizmin Sözlü Tarihi] çalışmasında ilk defa ayrıntısıyla belgelenmiştir. 

Bu uzun terörist savaşın çanları, bugün bile dünyayı hiçe sayarak devam eden ezici bir ambargoyla daha da hızlı çalmaya başlamıştır. 28 Ekim’de, Birleşmiş Milletler, “Birleşik Devletler’in Küba’ya dayattığı ekonomik, ticari, mali ablukaya son vermesinin gerekliliği”ni 23. kez kabul etmiştir. Oylamada, ABD’nin Pasifik Adaları’ndaki sömürgelerinin çekimser kalmasıyla birlikte 188 kabul oyuna karşı 2 ret oyu (ABD, İsrail) çıkmıştır. 

ABC News, bugün ABD’nin yüksek mevkilerinde yer yer muhalefetin baş gösterdiğini çünkü (Hillary Clinton’ın yeni kitabı Hard Choices‘a [Zor Tercihler] atıfta bulunarak) “ambargonun artık faydalı olmadığı”nı bildirmektedir. Fransız akademisyen Salim Lamrani, 2013 tarihli kitabı The Economic War Against Cuba‘da [Küba'ya Karşı Ekonomik Savaş] ambargonun Kübalılara ödettiği acı bedelleri ele almaktadır. 

Burada Nikaragua’nın da adını kesinlikle anmak gerekiyor. Başkan Ronald Reagan’ın terörist savaşı, ABD’nin “yasadışı güç kullanımı”na son vermesine ve hatırı sayılır tazminatlar ödemesine hükmeden Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından kınanmıştır. 

Washington yönetiminin buna yanıtı, savaşı daha da tırmandırmak ve BM Güvenlik Konseyi’nin bütün devletlerin -ABD’yi kastederek- uluslararası hukuku gözetmesi çağrısında bulunan 1986 tarihli bir karar tasarısını veto etmek olacaktır. 

Bir başka terörizm örneği de ABD tarafından silahlandırılan ve eğitilen El Salvador ordusuna bağlı terörist bir birimin San Salvador’da altı Cizvit papazını katletmesinin 25. yıldönümü olan 16 Kasım’da anılacaktır. Ordu genelkurmayının emriyle, askerler, papazları ve -temizlikçi ve kızı da dâhil olmak üzere- bütün şahitleri öldürmek üzere Cizvit üniversitesini basmışlardı. 

Bu olay, etkileri bugün halen, gazetelerin ilk sayfalarında, büyük ölçüde bu katliamın yarattığı sonuçlar nedeniyle kendi ülkelerinin yıkıntılarından, eğer kalabilirlerse, hayatta kalmak amacıyla kaçan “yasadışı göçmenler”e ilişkin haberlerde görünmekle birlikte, ABD’nin 1980’li yıllarda Orta Amerika’da yürüttüğü terörist savaşları doruğa çıkarmıştır. 

Washington aynı zamanda terör yaratma konusunda dünya şampiyonu olarak da öne çıkmaktadır. Eski CIA analizcisi Paul Pillar, cihat örgütleri El Nusra ile İslam Devleti’nin “geçtiğimiz yıl aldıkları yaraları sarmasını ve ABD müdahalesine karşı, bunu İslam’a karşı yürütülen bir savaş olarak yansıtarak birlikte bir kampanyaya çevirebilmesini” daha da tetikleyebilecek olan Suriye’deki “ABD saldırılarının hınç yaratan etkisi”ne dair uyarıda bulunmaktadır. 

Bu, cihatçılığın Afganistan’ın bir köşesinden Irak ve Suriye’nin geniş bölgelerine sıçramasına yardımcı olan ABD operasyonlarının bugüne dek yarattığı yaygın bir sonuçtur. 

Cihatçılığın en korkunç güncel ifadesi, Irak ve Suriye’nin geniş bölgelerinde kanlı halifeliğini kurmuş olan İslam Devleti, namı diğer IŞİD’dir. 

Bölgeye ilişkin öne çıkan bir yorumcu olan eski CIA analizcisi Graham Fuller, “Bence Birleşik Devletler, bu örgütün asıl yaratıcılarından biridir” sözlerini sarf etmektedir. Fuller, “Birleşik Devletler IŞİD’in kurulmasını planlamadı ancak Orta Doğu’ya dönük yıkıcı müdahaleleri ve Irak Savaşı, IŞİD’in doğmasının temel nedenleridir” diye eklemektedir. 

Bu nedenlere biz de dünyanın en büyük terörist kampanyasını ekleyelim: Obama’nın küresel “teröristler”e suikast kampanyası. Bu insansız hava aracı ve özel kuvvet saldırılarının “hınç yaratan etki”si de daha fazla yorumu hak etmektedir. 

Bu yazdıklarım, biraz dehşet içinde düşünülmüş bir kayıt olsun.

[In These Times'taki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir.]

Tagged under

Medyada yayılan haberlere göre; ABD başkanı  Obama IŞİD ile mücadele konusunda, İmam Hamanei’ye gizli bir mektup yazdı..
 
Wall Street Journal gazetesinde de yer alan bu habere göre ABD başkanı, Barack Obama, geçen ayın ortalarında, İmam Seyyid Ali Hamanei’ye gizli bir mektup yazmış İran ve Amerika’nın IŞİD ile mücadele konusundaki ortak çıkarlarını kaydetmiştir.

İran halkı 4 Kasım Emperyalizmle Mücadele Günü ve Aşura Günü merasimleri çerçevesinde düzenledikleri gösteri ve mitinglerde attıkları sloganlar ve yayınladıkları bildirilerde Amerika ve İsrail’i insanlığın ve özellikle de Müslümanların baş düşmanı ilan etmiş ve ABD ile her türlü uzlaşma ve işbirliğini reddetmişti.

İmam Hamanei, bir süre önce yaptığı açıklamada, Amerikalı yetkililerin IŞİD ile mücadele konusundaki iddialarının tamamen boş ve içeriksiz olduğunu belirtmiş ve ABD Dışişleri Bakanı ve Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün, İran’ın IŞİD karşıtı kurulan koalisyona davet edilmeyeceği açıklamalarına yanıt olarak, “Amerika’nın toplu bir yasadışı ve yanlış bir çalışma için İran’a davette bulunmaması, bizim için gurur ve onur kaynağıdır” demişlerdi.

İmam Hamanei ayrıca “IŞİD’in Irak’ta düzenlediği saldırılar sırasında, ABD’nin Irak’taki büyükelçisi İran’ın Irak’taki büyükelçisinden, iki ülkenin IŞİD ile mücadele konusunda görüşmeleri talebinde bulunmuştu. Irak’taki büyükelçimiz, bu konuyu açıkladılar. Bazı ülke sorumluları bu görüşmeye karşı değillerdi. Ama ben bu görüşmenin yapılmaması gerektiğini söyledim. Amerika, kötü niyet ve kirli amaçlar için bölgeye geliyor ve biz bu koşullarda Amerika ile ortak çalışma yapmayız. Amerika, İran’ın IŞİD karşıtı birliğe davet edilmediği yalanını söylüyor, halbuki İran ilk baştan beri böylesi bir birliğin kurulmasına karşı olduğunu belirtmişti” açıklamasında bulunmuştu.

Published in Rapor
Tagged under
Perşembe, 06 Kasım 2014 00:00

Batı Şeria direniş merkezine dönüşüyor

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abullahiyan, Ürdün Nehri Batı Yakasının da yakında aynı Gazze gibi Siyonist rejime karşı direniş merkezi haline geleceğini belirtti.     El-Ahde haber sitesine demeç veren Arap ve Afrika İşlerinden Sorumlu İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abullahiyan, terör örgütü IŞİD’ı kuran ve destekleyen istihbarat teşkilatlarının başında MOSSAD’ın […]
 

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abullahiyan, Ürdün Nehri Batı Yakasının da yakında aynı Gazze gibi Siyonist rejime karşı direniş merkezi haline geleceğini belirtti.

El-Ahde haber sitesine demeç veren Arap ve Afrika İşlerinden Sorumlu İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abullahiyan, terör örgütü IŞİD’ı kuran ve destekleyen istihbarat teşkilatlarının başında MOSSAD’ın geldiğini ifade ederek, bu bağlamda çok sayıda kanıt ve belgenin ortada olduğunu belirtti.

Terör örgütü IŞİD’in İslam adı altında eylem yaptıklarına temas eden Emir Abullahiyan, IŞİD eylemlerinin İslam ile hiç alakası olmadığını, tam tersine İslam’ı karalamaya çalıştığını kaydetti.

Bazı bölgesel ve uluslararası istihbarat servislerinin “tersine mühendislikle”, bölgeyi yıkmaya çalıştığını söyleyen İran Dış İşleri Bakan Yardımcısı, bunların Dera’dan başlayarak Suriye’de sahte bir devrim çalışmaları başlattıklarını ve hemen ardından muhaliflere silah sevkiyatına start verdiklerini hatırlattı.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı sözlerinin başka bir bölümünde, İran’ın terörle mücadele eden Irak halkı ve hükümetine desteğinin devam edeceğini belirtirken, BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Stephan D. Mitstura’nın görevinde başarılı olmasının Suriye halkının taleplerine dayalı gerçekçi siyasi çözüm sunulmasına bağlı olduğunu ifade etti.

Emir Abullahiyan, İran’ın terörle mücadele için Lübnan ordusuna destek verdiğini de sözlerine ekledi.

 irna
 

Published in Rapor
Tagged under

Batı medyasının İslam ve “Orta Doğu” tasviri, batı tarzı liberal demokratik çerçeve dışında var olabilecek herhangi bir anlamlı politik katılımı düzenli bir şekilde reddediyor.

 
Batı medyasının İslam ve “Orta Doğu” tasviri, batı tarzı liberal demokratik çerçeve dışında var olabilecek herhangi bir anlamlı politik katılımı düzenli bir şekilde reddediyor. Batılı elitlerin çoğu, IŞİD veya ondan önce El-Kaide gibi bir meydan okuma ile karşılaştığında tek uzun vadeli çözümün (içerden de yardım alarak) Müslüman dünyasındaki laik politikaları güçlendirmek olduğu düşüncesine kapılıyor.

Fakat, liberal demokrasinin gerçekten var olduğunu varsaysak bile, bu, tarihsel olarak Müslüman toplumlarında rağbet bulmamış benzersiz bir batı olgusudur. Diğer insanlar gibi, Müslümanlar da kendi toplumlarının siyasi hayatını şekillendirmede söz almak istiyorlar. Fakat onlar katılımcı siyaset çerçevelerinin özgün olmasını istiyorlar; yani, birçok Müslüman için İslam’a dayalı olacak ve “din ve devlet işlerini ayırma” konusundaki yabancı görüşlere yer bırakmayacak şekilde. Şu ana kadar, Orta Doğu’da yalnızca bir siyasi düzen halkına katılımcı bir İslami idare sağlamak konusunda takdir edilebilir bir başarıya sahip – İran İslam Cumhuriyeti.

Batı kendini bunu kabul etmeye ikna edemiyor: İmam Hamanei’nin başarılı geçen prostat ameliyatının batı medyasındaki gösterimine bakarken kendisine ve yönettiği siyasi düzene yöneltilmiş ve çoğunlukla çarpıtılmış kine insan gülümsemeden edemiyor. BBC, ki garezini gizleme girişiminde diğer batı medyalarından biraz daha tecrübelidir, ameliyat üzerine haber yaparken dini liderin özel hayatının “İran’da çok gizli tutulduğunu” belirtti; ancak “İran’ın ve bölgenin kritik durumu” onu daha açık olmaya zorlamış ve ameliyatını ilan etmek mecburiyetinde bırakmıştı. Bir başka haberde, BBC Ayetullah Ali Hamaney’in pek sevilmediğini ve İranlıların dini lidere hastanede büyük boyutta özen gösterilmesine eleştirel yaklaştığını ima etti.

 

Tutarsız açıklama

İmam Hamanei’nin bir devlet hastanesinde ameliyat edildiği ve bundan daha önce, 1991’de safra kesesinden ameliyat olmasının halka duyurulmuş olması BBC’nin açıklaması ile çelişiyor. Keza, çeyrek yüzyıllık yönetimi boyunca dini liderin halkın önüne her çıkışında muazzam kalabalıklarca karşılanması (ve bunun devam etmesi) onun ve İslam Cumhuriyeti’nin BBC’nin iddia ettiği gibi rağbet görmediği hususunda şüphe uyandırıyor. İmam Hamanei’nin eşi, dört oğlu ve iki kızının ünlü, yüksek rütbeli birer siyasetçi veya iş adamı olmaması dini liderin hayatını biraz “olaysız” gösteriyor fakat bu durum onu “çok gizli” yapmıyor, batı standartlarından farklı kılıyor sadece.

Batı mitolojisinin sunduğunun aksine gerçek şudur ki on yıllardır süren irrasyonel batı saldırganlığı ve şiddetine rağmen İslam Cumhuriyeti bölgenin “istikrar adası”na dönüşmeyi başardı. İronik olarak, bu tabir ilk kez eski BM başkanı Jimmy Carter tarafından, çok farklı bir İran’ı betimlemek için Tahran’da bir kutlamada kullanılmıştı. Carter 1978’de “Şah’ın büyük liderliği sayesinde İran, dünyanın problemli bir bölgesinde bir istikrar adasıdır” demişti.

 

Bir yıl sonra ise, sloganı “Bağımsızlık, Özgürlük, İslam Cumhuriyeti” olan popüler bir devrim esnasında şah ülkeden uçarak firar etti.

Son yıllarda, batının gözünde “büyük liderler” payesi kazanan Batı Asya ve Kuzey Afrika’daki diğer siyasetçiler benzer kaderlerle karşılaştılar. BM genel sekreteri Ban Ki-Mun bir keresinde “Tunus gençliği için imkânları çoğaltmak” konusundaki gelişmeleri yüzünden Tunuslu Diktatör Zeynel Abidin Bin Ali’yi övmüştü. Ocak 2011’de Kahire’de gerçekleşen eylemlerin doruğunda, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair Mısırlı Hüsnü Mübarek’i “son derece cesur ve bir iyilik gücü olmasından” dolayı kutladı.

Halka dayalı değişim talepleri çoktan Orta Asya’nın eski düzenini düşürmeye başladı, ama bunun tutarsız, sallantılı bir istikrardan daha fazlası olmadığına dair birkaç işaret var. Meseleleri daha da kötü bir hale geldi: Batı yönlendirmesi ve desteğiyle petrol zengini yönetimler, müşteri sistemleri başarısız olmaya başlayınca veya ciddi boyutta istikrarsızlık gösterince, uluslararası kanunu ihlal ederek ve Orta Doğu’yu daha da büyük çöküş ve yıkıma sürükleyerek Libya ve Suriye’deki isyancı gruplara maddi destek sağladı.

Elbette, devlet tarafından finanse edilmiş milisler yeni bir olgu değil. Seksenlerde, ABD Afganistan’daki Sovyet işgali ile savaşmaları için “özgürlük savaşçıları” mücahitleri geliştirmek, eğitmek ve silahlandırmak amacıyla Suudi ve Pakistan devletleri ile işbirliği yaptı. Bu mücadele sırasında ve sonrasında, birçok ülke aşırıcı bir ideolojiyi yaymak adına milyarlarca dolar harcayarak Müslüman Dünyası’nın bir ucundan bir ucuna pek çok medrese için hayli yatırım yaptılar.

 

Güçlü kuvvet

Sonuç olarak – ve Batı’nın sessiz onayıyla – bu aşırıcılık, dünyanın pek çok bölgesinde etkisini gösteren güçlü bir kuvvet halini aldı. Amerika’nın Irak’ı 2003’te işgal etmesinden sonra, ki bu İran hariç bölgedeki neredeyse tüm devletler tarafından desteklendi, yine bu ülkelerin birkaçı El-Kaide’ye bağlı aşırıcı grupları buraya akıttı – bu sefer Irak’taki yeni siyasi düzeni baltalamak için.

Yemen, Bahreyn ve Mısır’da gerçekleşen olaylar, eski düzenin kalıntılarının çok fazla dayanamayacağının altını çiziyor. Bununla birlikte, Arap dünyasında şu anda ortada olan ne çok büyük bir iyimserlik getirdi ne de toplumsal uyum. Mısır’da, Temmuz 2013 darbesinin meşru veya gayrimeşruluğundan bağımsız olarak, Müslüman Kardeşler’in yerli değerlerle halkın ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir katılımcı siyaset modeli geliştirmekte başarısız oldukları gerçeği değişmiyor.

Müslüman Kardeşler’in tarihi başarısızlığı, tekfirci devlet modelinin yükselişine yardımcı oldu. Bu model el-Kaide’den El-Nusra Cephesi, Suriye İslam Cephesi ve IŞİD gibi gruplara evrildi. Bu değişim ideolojinin batı ve bölge ülkeleri tarafından stratejik amaçlarla Afganistan, Libya, Yemen ve Suriye gibi ülkelerde kullanımını yansıtıyor. Bugün, IŞİD küresel bir terör tehdidine dönüşmekle kalmıyor, geleneksel anlamda onun derinde yatan ideolojisini savunan ve şu anda BM yönetimindeki koalisyonun da bir parçası olan ülkeler için varoluşsal bir tehdit halini alıyor.

Şam’dan Bağdat’a (hatta Beyrut’tan Riyad’a) egemenliğini ortaya koyan bu yükselen tehdidi engelleyen tek güç İran İslam Cumhuriyeti. İran siyaset modelinin istikrarını bozmaya yönelik bitmek bilmeyen batılı girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı – ve bugün, Suriye’deki aşırı gruplara sağladığı yasadışı desteğin ve onların hâkimiyetinin suiistimal etmesinin sonucunda, İslam Cumhuriyeti şimdi bölgenin aşırıcılıkla olan mücadelesini yönetiyor ve dünyada yükselen küresel güçler giderek bunu daha fazla tanıyorlar.

Ayetullah Ali Hamaney’in ameliyatı duyurulduktan sonra, İran’da hayat normal olarak devam etti. Bunun sebebi yalnızca halkın dini liderin sağlığının son derece iyi olduğu konusunda ikna edilmesi değil, aynı zamanda ülkenin en yüksek yetkilisini seçmekle görevlendirilmiş Bilirkişi Heyeti’nin İmam Hamanei’nin  Ruhullah Humeyni’nin ardından hızlı ve başarılı bir şekilde seçerek etkisini yıllar öncesinden göstermiş olmasıydı da.

Batı medya toplulukları ve insan hakları organizasyonları İran’ı acımasızca karikatürize etme alışkanlıklarını azaltıp Suriye’yi nasıl yansıttıkları konusunda bir öz-değerlendirme yapsalar kendilerine bir iyilik yapmış olurlar. Eğer böyle yapmış olsaydılar, Batı daha iyi bir politik tutum sergileyebilirdi.

Seyyid Mohammed Marandi, Tahran Üniversitesi’nde Dünya Araştırmaları Fakültesi Dekanı ve Kuzey Amerika Araştırmaları bölümü profesörüdür.

Seyyid Muhammed Marandi

 

El Cezire medyasafak

Çarşamba, 17 Eylül 2014 00:00

Amerika’nın IŞİD Savaşı Hollywood Tarzı

İran İslam Cumhuriyeti, Amerika’nın IŞİD’e karşı savaş politikasının ardında yatan asıl amaca dikkat çekti.

İran İslam Cumhuriyeti Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Samhani, Son NATO zirvesinde ABD Başkanı Barack Obama’nın gündeme getirdiği IŞİD ile savaş stratejisiyle ilgili “Amerika terörle mücadele bahanesiyle ülkelerin egemenliğini tek taraflı olarak ihlal ediyor” dedi.

Amerika’nın IŞİD’e karşı savaşını “şüpheli savaş” olarak tanımlayan Samhani, bu savaşın şeffaf bir savaş olmadığını belirterek “Amerika Hollywood tarzı bir kahramanlıkla kendi ürettiği krizlerin peşinde koşuyor” dedi.

Diğer taraftan Devrim Muhafzıları Ordusu Komutan Yardımcısı Tuğgeneral Mesud Cezayiri, IŞİD’e karşı savaşta Amerika ile işbirliğinin imkansız olduğunu belirterek “böyle bir işbirliği hiçbir şekilde mümkün değil. Zira bu İŞİD’i ortaya çıkartan Amerika’nın bizzat kendisi” ded

Published in Rapor
Tagged under

İran İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi, ABD’nin terör örgütü IŞİD’e karşı girişimlerini göstermelik olarak niteledi.

Rahmetli İmam Humeyni’nin İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusunun kara, deniz ve hava ve uzay kuvvetlerinin kurulmasına ilişkin talimatının yıldönümü 17 Eylül münasebetiyle düzenlendiği basın toplantısında konuşan Tümgeneral Caferi, IŞİD’in İslam dünyasını, Siyonistler ve dünya müstekbirleri karşısında zayıflatmak amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu ifade etti.

Herkesin IŞİD örgütünün ABD’nin desteğiyle kurulduğunu bildiğini söyleyen Caferi, Irak’ta IŞİD’le mücadele konulu Batı ve Arap ülkeleri toplantısına davet edilseydi bile İran asla bu toplantıya katılmayacaktı, zira Amerikalıların kendi hedefleri için bu girişimde bulunduğunu belirtti.

İran İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Genel Komutanı, IŞİD üzerinden bölgedeki hedeflerine ulaşamadıklarını görünce, teröristlerin bir gün onlara gideceği korkusuna kapıldıkları için Batılıların IŞİD’e karşı koalisyon oluşturma kararı aldıklarını ancak bu koalisyonuna dair pek bir ümit olmadığını belirtti.

İranlı güçlerin IŞİD’e karşı Amerli operasyonuna katıldığını ifade eden Tümgeneral Caferi, İran’ın bu başarılı operasyondaki rolünün istişari ve fikri destek şeklinde olduğunu kaydetti.

Suriye gelişmelerine de temas eden İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Genel Komutan, düşmanın Suriye’ye yönelik komplosundan amacının Şam yönetimini devirmek olduğunu belirtti.

İran’ın Amerika’nın Suriye’ye yönelik her hangi bir askeri girişimiyle ilgili tutumuna da değinen Tümgeneral Caferi, İran İslam Cumhuriyeti’nin siyasetinin Suriye’de iktidarı desteklemek olduğunu ifade ederek, Tahran’ın Suriye’ye yönelik her türlü askeri girişime karşı olduğunu belirtti.

İslami direnişin sahte ve gasıp Siyonist rejimine karşı zaferine de temas eden İslam İnkılabı Muhafızlar Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Caferi, Gazze halkının 51 günlük direnişinin aslında, onların sulta düzeni ve Siyonist rejime karşı direnmelerinin devamı olduğunu kaydetti.

irib

Published in Rapor
Tagged under

Irak ordusu ve gönüllü milislerin işbirliği ile Amirli şehri IŞİD terör örgütü ile Baasçılardan geri alındı.

El-Irakıyye televizyonunun bildirdiğine göre Bedir Teşkilatı başkanı ve evlatları Amirli’nin kurtarılışı operasyonunda ön cephede savaştılar.

Bu operasyona bizzat katılan Seraya İslam güçleri komutanı Ebu Dea lakablı Kazım El-İsavi ise yaptığı açıklamada, Amirli’yi kuşatan güçlerin çoğunun Saddamcı Baasçılardan oluştuğunu ve Seyyid Muhammed Sadr’ın şehadet yıl dönümünde onlarcasının öldürüldüklerini belirtti.

Güvenlik kaynaklarının bildirdiklerine göre Türkmen şehri Amirli’nin kurtarılmasıyla birlikte Tuzhurmatu şehri ile Amirli arasındaki karayolu açılmış oldu.

Sumeriyye News haber sitesinin bir Türkmen komutanına dayandırdığı habere göre; Amirli şehri ve etrafındaki kuşatmaya tamamen son verildi.

Aynı komutanın açıklamasına göre Şii Türkmenlerin yaşadığı ve iki aydan beri kuşatma altında bulunan Amirli gönüllü Bedir ve Seraya İslam mücahitlerinin operasyonuyla Baasçı ve IŞİD teröristlerinden temizlendi.

Öte yandan sürdürülen dezenformasyona rağmen Amirli’nin kurtuluşunda ABD güçlerinin herhangi bir rolü olmamıştır. Sadr grubu El Ahrar üyesi milletvekili Hakim Ez –Zamili yaptığı açıklamada ABD güçlerinin havadan takviye teklifinin Irak hükümeti tarafından geri çevrildiğini vurguladı.

Published in Rapor
Tagged under
Pazar, 24 Ağustos 2014 00:00

Taliban’dan IŞİD’e Biat

Taliban’ın üst düzey liderlerinden Mevlevi Abdurrahim Muslimdust’un, IŞİD Lideri Ebubekir Bağdadi’ye biat ettiği bildirildi.
 
 Taliban’ın üst düzey liderlerinden Mevlevi Abdurrahim Muslimdust’un, IŞİD Lideri Ebubekir Bağdadi’ye biat ettiği bildirildi.

Afganistan’dan yayın yapan “Rohi” sitesine dayandırdığı haberine göre Muslimdust, Afganistan’da IŞİD’le işbirliği yapma sözü verdi.

Halen Veziristan’da yaşayan ve hem Afganistan’daki hem de Pakistan’daki Taliban üzerinde ciddi bir nüfuzu olduğu belirtilen Mevlevi Abdurrahim Muslimdust, IŞİD Lideri Ebu Bekir Bağdadi’ye biat etme gerekçesini şöyle açıkladı.

“Ben Guantanamo’da zindandayken rüyamda kapıları kapalı bir saray gördüm. Sarayın duvarında 12′ye 12 kalayı gösteren bir saat bulunuyordu. Bana buranın hilafet merkezi olduğu söylendi. Bana göre bu rüyanın tabiri, 12 yıl sonra dünyada hilafetin kurulacak olmasıydı.

Ben, tüm dostlarım, kardeşlerim ve Afganistan halkı ile Ebu Bekir Bağdadi’ye biatımı ve bağlılığımı ilan ediyorum.”

Abdurrahman Muslimdust, 2001 yılının kasım ayında kardeşi Bedruzzaman ile birlikte Guantanamo’ya götürülmüş; ancak 2005 nisanında serbest bırakılmıştı.

Muslimdust’un serbest bırakıldıktan sonra yazdığı “Guantanamo’nun kırılan zincirleri” adlı kitabının Taliban militanları arasında büyük ilgi gördüğü bildiriliyor.

Bir süre önce Pakistan güvenlik güçleri tarafından yakalanan Muslimdust’un Taliban’ın rehin tuttuğu bir Pakistan askerine karşılık serbest bırakıldığı bildirildi.

Peştunca, Farsça ve Arapça bilen Muslimdust’un Pakistan’ın Megri bölgesinde Taliban adına baş kadılık görevinde bulunduğu belirtiliyor.

Taliban’a yakın kaynaklar, bu açıklamadan sonra Pakistan Talibanı’nın ‘Cemaat-ı Ahrar’ adı altında faaliyet gösteren grubunun Ebu Bekir Bağdadi’ye biat etmesinin güçlü bir ihtimal olduğunu belirtiyor.

ajanslar

Published in Rapor