
کارگر
Türkiye-İran ekonomik işbirliği için 30 iş insanı İstanbul'da
İranlı tanınmış 30 iş insanı, 7. Festivallerini kutlamak ve iş bağlantıları kurmak üzere İstanbul'a gitti.
“Başarının Sırrı” adlı kulübün organizasyonuyla yedinci çalıştayını İstanbul’da düzenleyen grubun katılımcıları arasında petrokimya ve gıda şirketi patronları da yer aldı. ABD ambargolarına rağmen ülkeler arası ticareri artırmak için çalışan iş insanlarının toplantısına yapay zeka alanında çalışan Körfez Bölgesi Ulusal Bilim Vakfı İcra Direktörü Prof. Randa Schrader de katıldı. NASA’da danışmanlık yapan ve UNICEF’e birçok proje üreten Randa Schrader’in bioteknoloji ve davranışsal sağlık alanında da çalışmaları var.
'DÜNYADA SES GETİREBİLİRİZ'
İran Cumhurbaşkanlığı tarafından da desteklenen iki bin civarında üyesi bulunan “Başarının Sırrı Kulübü”nün başkanlık görevini ise, ülke medyasında “Altın Kadın” olarak tanınan, “en başarılı girişimci kadın ödülü” sahibi Yelda İsfendiyari yürütüyor. İstanbul Hilton Bomonti Otel’de iki gün boyunca süren iş insanları buluşmasında Yazilimedya.com’a konuşan İsfendiyari, İstanbul’un kendisi için özel bir şehir olduğunu ve Türk halkını kendilerine çok yakın hissettiklerini söyledi. “Önüne koyduğu hedefe ulaşan ve zirveye tırmanan bir grupla İstanbul’dayız. Amacımız Türk-İran dostluğunu bir adım daha ileriye taşımak”diyen İsfendiyari, “Bu vesileyle temaslarımız devam ediyor. İran halkı bütün zorluklara rağmen daima başarıyı yakalayan bir millettir. Türkiye’nin de koyduğu hedefe kararlı adımlarla yürüdüğünü biliyoruz. İki ülkenin işbirliğiyle dünyada ses getiren çalışmalar yapılabilir” ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanı Reisi BM genel kurul zirvesine katılmıyor
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatipzade, Cumhurbaşkanı Reisi korona virüs salgını yüzünden uygulanan kısıtlamaların yüzünden BM genel kurul zirvesine katılmayacağını açıkladı.
Cumhurbaşkanı Reisi’nin BM genel kurul zirvesinde yapacağı konuşma hakkında açıklama yapan Sözcü Hatipzade, Reisi genel kurula çevrim içi yöntemiyle hitap edeceğini belirtti.
Sözcü Hatipzade, Cumhurbaşkanı Reisi New York’a gitmeden önce ve sonra bazı sağlık protokollerine ve kısıtlamalara uyması gerektiği için New York’a Dışişleri Bakanı Emir Abdullahian’ı göndermeyi ve kendisi birçok ülkenin liderlerinin yaptığı gibi konuşmasını çevrim için yöntemiyle yapmayı tercih ettiğini kaydetti.
Reisi’nin konuşmasını Salı günü 76. BM genel kurul zirvesinde çevrim içi yöntemiyle yapması bekleniyor.
Çocukların Allah ile İlgili Soruları
Çocuğun Allah hakkındaki sorularından kaçmamak gerekir. Bu gibi sorulara doğru, sağlam ama anlaşılır ve basit cevaplar verilmelidir. Âlemde var olan düzen ve bu düzene dayalı delillerden yararlanıp çocukların kendi çevrelerinde bulunan nimetlerden örnek vererek Allah’ın varlığını; ilim, kudret ve rahmet gibi sıfatlarını ispatlamak mümkündür.
Çocukların Allah ile İlgili Soruları
İslam’da çocukların dinî eğitimine çok önem verilmiştir. Resulullah (s.a.a) ve Masum İmamlardan (a.s) bu konuda bine aşkın hadis nakledilmiştir.[1] İslam’ın, çocuğun doğumundan önceyi bile kapsayan eğitim programı vardır.Dünyaya gelen her çocuğun fıtratında Allah’a yöneliş ve tevhit eğilimi vardır. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Her çocuk İslam fıtratı üzere yaratılmıştır ancak baba ve annesi onu Yahudileştirir ve Hıristiyanlaştırır.”[2]
Baba ve anne sürekli araştırarak çocuklarının fikrî ihtiyaçlarını tespit etmeli doğru yoldan ona bilmedikleri konuları öğretmeli, sorularını cevaplamalı ve çocuklarını dinî yönden eğitmelidirler.
Dinî Eğitim Yolları:
1- Pratik Eğitim: Baba ve annenin kişiliği çocuklarının kişiliğinin oluşumunda büyük ölçüde etkilidir. İnsan aile içinde ve kişisel hayatında dinî emirlere riayet ederse, örneğin namazını sürekli vaktinde kılar, oruç ve diğer fatzları yerine getirmeye özen gösterirse, sürekli Allah’ı anarsa örneğin yemeye başlarken bismillah der ve bitirince elhamdülillah derse, Allah’ın sonsuz nimetlerine şükrederse bütün bu davranışlar çocuğa Allah’ı tanıma dersi verir. Çocuğun beyni bir fotoğraf makinesi gibi önünde bulunan her şeyden fotoğraf alır. Bu yüzden çocuk dünyaya geldiğinde onun sağ kulağına ezan ve sol kulağına kamet okumak müstehaptır. Böylece Allah-u Ekber nidası doğuşundan itibaren onda etki bırakır ve o tevhit akidesiyle aşina olur.
Çocuk başkalarının sözlerini dinlemekten çok etrafındakilerin davranışlarından ders alır. Buna göre çocuğun bizim zor zamanlarda Allah’ı çağırarak Allah’a tevekkül ettiğimize şahit olması, dilde Allah’a tevvekkül et demekten daha eğiticidir.
2. Kur’an öğretimi: Din önderleri çocuklarınıza Kur’an öğretin diye emretmişlerdir. İmam Cafer Sâdık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Çocuklarınıza Yasin Sûresini öğretin çünkü bu sûre Kur’an’ın çiçeğidir.”[3]
Açıktır ki bu öğretim sadece Kur’an’ı ezberletmek ve üzerinden okumakla sınırlı değildir, Kur’anî kavramları ona öğretmeyi de içerir. Biz, İslam’ın bir çok temel ilkelerini bu yolla çocuğa öğretebiliriz.
3- Çocuğu manevî toplantılara götürmek: Örneğin camilere, dua merasimlerine, muteber dinî kurum ve heyetlerin toplantılarına vb. yerlere götürmek. Böylece çocuk yakından birçok sorularının cevabını güvenilir ve bilen kişilerden öğrenebilir.
4- Çocukların dinî sorularına basit ama doğru cevaplar vermek: Çocuklar gördükleri ve duydukları şeyler hakkında çok soru sorarlar. Çocukların dinî soruları, onların tam bir imana erişmelerini sağlayan adımlardır. Bu tür soruları bizi endişelendirmemelidir.
Çocuğun Allah’ı tanımayla ilgili sorularına karşı tutumumuz:
a) Bu sorulara doğru aynı zamanda basit ve açık cevaplar verilmelidir. Basit bir anlatımla ve Allah’ın bütün kullarına vermiş olduğu nimetlerden örnekler vererek en güzel ve anlaşılır yolla düzen burhanına dayanarak Allah’ı ve onun yüce sıfatlarını çocuğa ispatlamak mümkündür. Bu burhan Allah’ın ispatı için en kapsamlı ve anlaşılır burhandır. Kur’an-ı Kerim ve hadislerde de bu burhana çok önem verilmiştir. Bu burhanda zor felsefî kavramlara ihtiyaç duyulmadığı için herkes için anlaşılır bir ispatlama yoludur.
b) Tabiattan yararlanmak. Çocuğu ilginç yapıya sahip Allah’ın mahluklarıyla tanıştıralım. Yerin, göğün ve denizlerin yaratılışında Allah’ın gücünün tecellisini çocuğumuza gösterelim.
Kur’an’da bir çok âyet bizi tabiat hakkında düşünmeye davet ediyor. Örneğin Kur’an’da bal arısı hakkında şöyle deniyor:
“Rabbin, bal arısına, “Dağlardan, ağaçtan ve insanların yaptıkları şeylerden kendine evler edin.” diye vahyetti. Sonra her çeşit meyveden ye, ardından emre boyun eğerek Rabbinin yollarını kat et. Onun karnından çeşitli renklerde bir içecek çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. İşte bunda düşünen bir topluluk için bir âyet vardır.”[4]
Yine devenin ve göğün yaratılışı hakkında şöyle buyuruyor:
“Bakmazlar mı devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına?”[5]
Eğer yaratılışın ilginç örneklerini çocuğumuza basit bir dille anlatırsak büyük ölçüde onun Allah’ı tanımasını sağlamış oluruz.
c) Çocuğun bir çok sorularının cevabını Kur’an’dan çıkarabiliriz; örneğin çocuğumuz bize Allah kimdir diye sorarsa şu âyeti ona okuyabiliriz:
“Allah gökleri ve yeri yaratan, gökten su indiren, onunla sizin için rızk olarak meyveler çıkarandır. O’nun emriyle denizde hareket etmesi için gemileri emrinize verdi, ırmakları emrinize verdi.”[6]
Yine buyuruyor ki: “O, merhamet edenlerin en iyisidir.”[7] Somut örneklerle Allah’ın merhamet ve şefkatini çocuğa açıklamalıyız.
d) Bir çok şeyin görülmediği halde var olduğunu ona anlatmalıyız. Örneğin hava veya akıl görülmeyen ama varlığında kuşku olmayan varlıklardandır. Bu gibi şeyleri inkâr etmek mümkün olmamasına rağmen bunlar görülmemektedirler. Yüce Allah da vardır ama görülmemektedir.
“Gözler onu göremezler…”[8]
e) Uygun dinî hikayeleri anlatmak. Çocuklar öykü ve kıssa dinlemeyi çok severler. Kur’an’da yer alan öyküleri basit bir anlatımla anlatırsak dinî mesajların bir çoğunu dolaylı olarak ona aktarmış oluruz. Örneğin Hz. İbrahim’in (a.s) müşriklerle tartışmalarını ve onun Yüce Allah’ın varlığını ve birliğini ispat etmek için ileri sürdüğü güzel delilleri anlatmak gerekir.
f) Çocukların kendi tecrübelerinden yararlanmak. İnsanların dine ihtiyaç duyduklarını anlatmak için çocuğun bir haftalık programını ona örnek vererek, insanın programsız ilerlemesinin mümkün olmadığını anlatmak gerekir. Sonra Yüce Allah’ın peygamberler vasıtasıyla insanlara göndermiş olduğu hayat programına din denildiğini anlatmak mümkündür.
[1] Üstad Hüseyin Mezahirî, Hanevade der İslam, s. 121.
[2] Sefinetu’l-Bihar, c. 2, s. 372.
[3] Mustedreku’l-Vesail, c. 4, s. 325.
[4] Nahl, 68-69.
[5] Gaşiye, 2-17.
[6] İbrahim, 64.
[7] Yusuf, 64.
[8] En’am, 103.
Erbain Ziyareti ve Anlamı
Selam olsun sana ey Resulullah'ın (saa) oğlu! Selam olsun sana ey vasilerin efendisinin oğlu!
Erbain Ziyareti ve Anlamı
Bu ziyaretin İmam Hüseyin'in (as) şahadetinin 40. günü yani 20 Sefer'de okunması tavsiye edilmiştir. "et-Tezhib" ve "Misbah" kitaplarında kaydedilen Sehman-i Cemal'in İmam Cafer-i Sadık'tan (as) rivayet ettiği ziyaret şöyledir:
اَلسَّلامُ عَلى وَلِيِّ اللهِ وَحَبيبِهِ، اَلسَّلامُ عَلى خَليلِ اللهِ وَنَجيبِهِ، اَلسَّلامُ عَلى صَفِيِّ اللهِ وَابْنِ صَفِيِّهِ، اَلسَّلامُ عَلى الْحُسَيْنِ الْمَظْلُومِ الشَّهيدِ، اَلسَّلامُ على اَسيرِ الْكُرُباتِ وَقَتيلِ الْعَبَراتِ
اَللّـهُمَّ اِنّي اَشْهَدُ اَنَّهُ وَلِيُّكَ وَابْنُ وَلِيِّكَ وَصَفِيُّكَ وَابْنُ صَفِيِّكَ الْفائِزُ بِكَرامَتِكَ، اَكْرَمْتَهُ بِالشَّهادَةِ وَحَبَوْتَهُ بِالسَّعادَةِ، وَاَجْتَبَيْتَهُ بِطيبِ الْوِلادَةِ، وَجَعَلْتَهُ سَيِّداً مِنَ السادَةِ، وَقائِداً مِنَ الْقادَةِ، وَذائِداً مِنْ الْذادَةِ، وَاَعْطَيْتَهُ مَواريثَ الأَنْبِياءِ، وَجَعَلْتَهُ حُجَّةً عَلى خَلْقِكَ مِنَ الأَوْصِياءِ، فَاَعْذَرَ في الدُّعاءِ وَمَنَحَ النُّصْحَ، وَبَذَلَ مُهْجَتَهُ فيكَ لِيَسْتَنْقِذَ عِبادَكَ مِنَ الْجَهالَةِ وَحَيْرَةِ الضَّلالَةِ، وَقَدْ تَوازَرَ عَلَيْهِ مَنْ غَرَّتْهُ الدُّنْيا، وَباعَ حَظَّهُ بِالأَرْذَلِ الأَدْنى، وَشَرى آخِرَتَهُ بِالَّثمَنِ الأَوْكَسِ، وَتَغَطْرَسَ وَتَرَدّى فِي هَواهُ، وَاَسْخَطَكَ وَاَسْخَطَ نَبِيَّكَ، وَاَطاعَ مِنْ عِبادِكَ اَهْلَ الشِّقاقِ وَالنِّفاقِ وَحَمَلَةَ الأَوْزارِ الْمُسْتَوْجِبينَ النّارَ، فَجاهَدَهُمْ فيكَ صابِراً مُحْتَسِباً حَتّى سُفِكَ فِي طاعَتِكَ دَمُهُ وَاسْتُبيحَ حَريمُهُ
اَللّـهُمَّ فَالْعَنْهُمْ لَعْناً وَبيلاً وَعَذِّبْهُمْ عَذاباً اَليماً، اَلسَّلامُ عَلَيْكَ يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ، اَلسَّلامُ عَلَيْكَ يَا بْنَ سَيِّدِ الأَوْصِياءِ، اَشْهَدُ اَنَّكَ اَمينُ اللهِ وَابْنُ اَمينِهِ، عِشْتَ سَعيداً وَمَضَيْتَ حَميداً وَمُتَّ فَقيداً مَظْلُوماً شَهيداً
وَاَشْهَدُ اَنَّ اللهَ مُنْجِزٌ ما وَعَدَكَ، وَمُهْلِكٌ مَنْ خَذَلَكَ، وَمُعَذِّبٌ مَنْ قَتَلَكَ، وَاَشْهَدُ اَنَّكَ وَفَيْتَ بِعَهْدِ اللهِ وَجاهَدْتَ فِي سَبيلِهِ حَتّى اَتَاكَ الْيَقينُ، فَلَعَنَ اللهُ مَنْ قَتَلَكَ، وَلَعَنَ اللهُ مَنْ ظَلَمَكَ، وَلَعَنَ اللهُ اُمَّةً سَمِعَتْ بِذلِكَ فَرَضِيَتْ بِهِ
اَللّـهُمَّ اِنّي اُشْهِدُكَ اَنّي وَلِيٌّ لِمَنْ والاهُ وَعَدُوٌّ لِمَنْ عاداهُ، بِاَبي اَنْتَ وَاُمّي يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ، اَشْهَدُ اَنَّكَ كُنْتَ نُوراً فىِ الأَصْلابِ الشّامِخَةِ وَالأَرْحامِ الْمُطَهَّرَةِ، لَمْ تُنَجِّسْكَ الْجاهِلِيَّةُ بِاَنْجاسِها وَلَمْ تُلْبِسْكَ الْمُدْلَهِمّاتُ مِنْ ثِيابِها، وَاَشْهَدُ اَنَّكَ مِنْ دَعائِمِ الدّينِ وَاَرْكانِ الْمُسْلِمينَ وَمَعْقِلِ الْمُؤْمِنينَ، وَاَشْهَدُ اَنَّكَ الاِمامُ الْبَرُّ التَّقِيُّ الرَّضِيُّ الزَّكِيُّ الْهادِي الْمَهْدِيُّ، وَاَشْهَدُ اَنَّ الأَئِمَّةَ مِنْ وُلْدِكَ كَلِمَةُ التَّقْوى وَاَعْلامُ الْهُدى وَالْعُرْوَةُ الْوُثْقى، وَالْحُجَّةُ على اَهْلِ الدُّنْيا، وَاَشْهَدُ اَنّي بِكُمْ مُؤْمِنٌ وَبِاِيابِكُمْ، مُوقِنٌ بِشَرايِعِ ديني وَخَواتيمِ عَمَلي، وَقَلْبي لِقَلْبِكُمْ سِلْمٌ وَاَمْري لاَِمْرِكُمْ مُتَّبِعٌ وَنُصْرَتي لَكُمْ مُعَدَّةٌ حَتّى يَأذَنَ اللهُ لَكُمْ، فَمَعَكُمْ مَعَكُمْ لا مَعَ عَدُوِّكُمْ صَلَواتُ اللهِ عَلَيْكُمْ وَعلى اَرْواحِكُمْ وَاَجْسادِكُمْ وَشاهِدِكُمْ وَغائِبِكُمْ وَظاهِرِكُمْ وَباطِنِكُمْ آمينَ رَبَّ الْعالِمينَ
Erbain Ziyareti Okunuşu:
Esselamu a'lâ veliyyillahi ve habibih. Esselamu a'lâ halilillahi ve necibih. Esselamu a'lâ safiyyillahi vebne safiyyih. Esselamu a'lel Huseyni'l mazlumi'ş-Şehid. Esselamu a'lâ esir il kurubât ve qatili'l eberât.
Allahumme inni eşhedu ennehu veliyyuke vebnu veliyyik. Ve safiyyuke vebnu safiyyik. Ekremtehu bi'ş-şehadeti ve hebevtehu bi's-saadeti vectebeytehu bi tiybil viladeti. Ve ceeltehu seyyiden mine's-sade ve qaiden minel kade. Ve zâiden mine'z-Zâde. Ve a'ateytehu mevârise'l enbiya, ve ceeltehu hucceten a'lâ halqike minel evsiyâ. Fee'zere fidduâve menehe'n-nushe ve bezele muhcetehu fik. Liyestenkize ibâdeke minel cehaleti ve hayreti'z-zalâle. Ve kad teğazere aleyhi men gerrethu'd-dünyâ. Ve baâe hazzehu bil erzelil edna. Ve şerâ ahiretehu bissemenil evkes. Ve tegetrese ve teredda fi havahu ve esheteke ve eshete nebiyyeke ve etae min ibadike ehle'ş-şikaki ven nifak ve hameletel evzar el mustevcebine'n-nar. Fe cahedehum fike sâbiren muhtesiben hetta sufike fi taetike demuh vestubihe herimuh. Allahumme fel'enhum le'nen vebila ve ezzibhum ezaben elima.
Esselamu aleyke Yebne Resulillah. Esselamu aleyke Yebne Seyyidi'l Evsiyâ. Eşhedu enneke Eminullâh vebnu eminih. İyşte saida ve mezeyte hamiydâ ve mutte fekidâ mezlumen şehidâ. Ve eşhedu ennellahe muncizummâ veedeke ve muhlikun men hezeleke ve muezzibun men Kateleke. Ve eşhedu enneke vefeyte bi ahdillah ve cahedte fi sebilihi hetta etakel yakin.
Feleenallahu men kateleke. Veleenallahu men zalemeke. Veleenallahu ummeten semiet bizalike fereziyet bih. Allahumme inni uşhiduke enni veliyyun limen vâlah. Ve eduvvun limen âdâh. Bi ebi ente ve ummi Yebne Resulillah.
Eşhedu enneke kunte nuren fil eslabi'ş-şamihe vel erhamil mutahhare. Lem tunecciskel cahiliyyetu bi encasiha ve lem tulbiskel mudlehimmatu min siyabiha. Ve eşhedu enneke min deâimid din ve erkani'l muslimin. Ve ma'kili'l mu'minin. Ve eşhedu ennekel imamu'l berrut teqiyyur reziyyuz zekiyyul hâdiyyul Mehdi. Ve eşhedu ennel eimmetu min vuldike kelimetu't takva ve a'elamu'l hudâ ve'l urvetu'l vuska, vel huccetu elâ ehli'd-dunya. Ve eşhedu enni bikum mu'min vebi iyâbikum mûkin. Bi şeraiyi dini ve hevatimi ameli. Ve kalbi likalbikum silmun ve emriy li emrikum mutte'bi. Ve nusretiy lekum muedde. hetta ye'zenellahu lekum. Meakum meakum lâ mea eduvvikum. Salavatullahi aleykum. ve a'la ervahikum ve ecsadikum ve şahidikum ve gaibikum ve zahirikum ve batinikum.
Erbain Ziyareti Türkçe Anlamı:
Selam olsun Allah'ın velisine ve habibine. Selam olsun Allah'ın dostuna ve seçtiğine. Selam olsun Allah'ın halis kuluna ve halis kulunun oğluna. Selam olsun mazlum ve şehit Hüseyin'e (as) Selam olsun bela ve hüzünler esirine ve gözyaşlarıyla katledilene.
Allah'ım! Şehadet ederim ki o, senin lütfün ve ikramınla kurtuluşa eren velin ve velinin oğludur, seçkin kulun ve seçkin kulunun oğludur. Sen kendisine şehadetle lütufta bulundun, saadete has kıldın, soyunun temiz olmasıyla seçtin, onu yüce kişilerden yüce bir kişi, önderlerden bir önder ve savunanlardan bir savunucu kıldın. Kendisine bütün velilerin mirasını verdin, vasilerden kılıp yaratıklarına hüccet ettin. O da halka hücceti tamamladı ve ümmete mazeret bırakmadı, yumuşaklıkla nasihat etti ve kullarını cehaletten ve delalet şaşkınlığından kurtarmak için senin yolunda kanını akıttı.
Dünyanın aldattığı ve payını dünyanın değersiz alçak metasına ve ahiretini en değersiz paraya satan, hava ve hevesine dalan ve alçalan kimseler onun aleyhine birleştiler ve ona sitem ettiler.
Onlar öyle kişilerdir ki seni ve elçini öfkelendirdiler ve kullarının ateşi hak eden omuzlarında ağır günah yükünü taşıyan, şekavet ve nifak ehli kimselere itaat ettiler. O da sabır ve tahammül ederek senin yolunda onlarla cihat etti. Nihayet sana itaat yolunda kanı döküldü ve saygınlığını çiğnemek mubah bilindi. Allah'ım onlara şiddetli bir lanetle lanet et ve onları acılı bir azapla azaplandır.
Selam olsun sana ey Resulullah'ın (saa) oğlu! Selam olsun sana ey vasilerin efendisinin oğlu! Şehadet ederim ki sen, Allah'ın emini ve emininin oğlusun. Saadetle yaşadın ve beğenilmiş olarak geçip gittin. Adsız, sansız, mazlum ve şehit olarak dünyadan göçtün.
Şehadet ederim ki Allah sana vaat ettiği şeyi gerçekleştirecek, sana yardım etmeyip seni alçaltanı helak edecek ve seni katledeni azaplandıracaktır.
Şehadet ederim ki sen Allah'ın ahdine vefa ettin, ölüm gelip seni buluncaya kadar Allah yolunda cihat ettin. Seni katledenlere Allah lanet etsin, sana zulmedenlere Allah lanet etsin, bunu duyup da razı olanlara Allah lanet etsin.
Allah’ım seni şahit tutuyorum ki ben onun dostuyla dost ve onun düşmanıyla düşmanım. Anam babam sana feda olsun ey Resulullah'ın oğlu! Şehadet ederim ki sen yüce sülblerde ve temiz rahimlerde bir nurdun. Cahiliyet devrinin hiçbir necaseti seni kirletemedi ve cahiliyetin zifiri karanlıkları sana cahiliyet elbiselerinden giydiremedi.
Şehadet ederim ki sen dinin direklerinden, Müslümanların rükünlerinden ve müminlerin sığınaklarındansın. Şehadet ederim ki sen iyi, takvalı, beğenilmiş, arınmış, hidayet edici ve hidayet üzere bir imamsın. Şehadet ederim ki senin evlatlarından olan imamların hepsi takva nişanesi, hidayet bayrakları, sağlam kulp ve dünya ehline Allah'ın hüccetidirler.
Şehadet ederim ki ben size ve sizin dönüşünüze inanıyorum, dinimin ahkâmına ve amelimin sonuçlarına yakinim vardır. Kalbim sizin kalbinize teslimdir ve işlerim sizin işlerinize tabidir. Allah izin verdiği an size yardımım hazırdır. O halde ben sizinleyim. Sizinle, düşmanlarınızla değil. Allah'ın rahmeti sizin üzerinize, sizin ruhlarınıza, sizin cesetlerinize, sizin hazırınıza, sizin gizlinize, sizin zahirinize ve sizin batınınıza olsun. Duama icabet et ey Alemlerin Rabbi!
ehlader
Özgürlük Tüneli Operasyonu Gazze Duvarlarına Nakşedildi
Gazze'de İslami Cihad Hareketi'nin çağırısı üzerine işgal rejimi hapishanesinden kaçan mahkumların yüzleri el-Abbas kavşağı üzerinde bir duvara resmedildi.
Yüksek güvenlikli Gilboa hapishanesinden kaçan altı mahkum tüm Filistin için direniş sevinci olmuş ve işgal rejimini de şaşkınlığa uğratmıştı. İşgl rejimi Özgürlük Tüneli operasyonu ile kaçan Filistinlileri yakalamak için baskı ve şiddetini artırdı. En son Cenin’de Filistinlilere saldıran işgal rejimi güçleri halen olayın şokunu atlatabilmiş değil.
Söz konusu duvar resimleriyle işgal hapishanelerindeki Filistinli tutuklulara destek ve dayanışma mesajı gönderildi. İslami Cihad sözcüsü daha önce yaptığı açıklamada bu operasyonu düzenleyen Filistinli esirlerin esir değişim listesinin başında olduğunu söyledi ve ‘işgal rejimi kendi elleri ile yakında onlara kapıları açacak’ dedi.
İslam’a Göre Özgürlüğün Sınırı
Özgürlüğün çeşitli anlamları vardır. Bu anlamlara göre de sınırları değişir. Özgürlüğün anlamlarını şöyle özetleyebiliriz:
- İnsan için hiçbir şey özgürlük kadar değerli değildir. Eğer insanı bir yere hapsetseler ve ona dünyanın bütün lezzet ve güzelliklerini sunsalar yine de buna razı olmaz ve özgürlüğü seçer.
Peygamberlerin kutsiyetlerinin kalıcı olmasının önemli nedenlerinden birisi bu noktada yatmaktadır. Yani insanlığın her zaman özgürlüğe ihtiyacı vardır. Bu, onun doğal ve fıtrî hakkıdır. İnsanlığın bu büyük hakkını yani özgürlüğü ilk olarak savunanlar peygamberlerdir. Onlar (a.s) özgürlüğü tanıtıp onun gerçekleşmesi için mücadele verdiler. Getirdikleri öğretiler, özgürlüğü koruyacak en güzel ilkeleri içermektedir. Bu yüzden peygamberler, insanların hatırasında hep canlı kalmışlardır. Oysa insanların ihtiyaçlarını gidermek için çaba harcayan bilim insanlarına gelince, bilim ve teknolojideki yeni gelişme ve ilerlemeler onların unutulmalarına neden olmuştur. Örneğin, Mısır Firavunları zamanında “cam”ı icat edeni, kimse anmamakta ve değer vermemektedir.
Kısacası özgürlük insanın tabii hakkı olup onun yapısına işlemiştir.
Özgürlük hakkına gelince şu nokta göz önüne alınmalıdır ki, özgürlük kavramı çeşitli manaları olan kavramlardandır. Birisi bilerek ya da bilmeyerek özgürlüğün bir manasına ait olan bir hükmü başka bir manaya yükleyebilir. Özgürlük kavramında lafzî mugalataya düşmemek için çeşitli manalarını bilmek gerekir.
Özgürlüğün Manaları
1. Varlığında hiçbir şeye bağlı olmamak (istiklali vucudi) manasında özgürlük: Özgürlüğün anlamlarından biri şudur: Bir varlık varlığında tamamen bağımsız olur, başka hiçbir varlığın etkisi ve sultası altında olmaz. Allah’a inanmayan kimseler diyorlar ki: “Varlık âlemi hiçbir şeye bağlı değildir. Kendi ayağı üzerinde durmaktadır.” Hatta Allah’a inananlardan bazıları da şöyle diyorlar: “Allah âlemi yarattıktan sonra onu kendi haline bırakmıştır, yaratıldıktan sonra âlemin Allah’a ihtiyacı yoktur.” Onlar âlemde insan için böyle bir özgürlüğe inanıyorlar. Ama İslam’a göre böyle bir özgürlük ancak Allah-u Teâlâ’ya aittir. Yalnızca Allah’ın varlığında hiçbir sınırlama yoktur. O’dur müstakil ve muhtaç olmayan varlık ve diğer bütün varlıklar O’na muhtaçtır.
2. İhtiyar manasında özgürlük: İlahiyat, felsefe, kelam ve felsefi psikolojiye konu olan bu özgürlüğün karşıt anlamı cebirdir. Bilginler eskiden beri, acaba insan davranışlarında özgür müdür yoksa özgür olduğunu mu zannediyor, yani aslında mecburdur ve herhangi bir ihtiyarı yok mudur, konusu üzerinde hep tartışmışlardır. Burada üç görüş bulunmaktadır:
a) Cebir: Bu görüşün taraftarları[1] diyorlar ki: İnsanların kendi amel ve davranışları üzerinde en küçük bir ihtiyarı /özgürlüğü yoktur. İnsan bir üstadın elindeki şuurlu bir varlık gibidir. Yaşananlar Allah’ın meşiyyetinden başka bir şey değildir.
b) Tefviz (Kendi haline bırakmak): Bu görüşün taraftarları şöyle diyorlar: [2] Allah insanı yarattı, ona akıl, şuur verdi sonra da kendi haline bıraktı. İnsanın fiillerinde ne Allah’ın bir tesiri vardır, ne de kaza ve kaderin.
c) Emrun beyne’l-Emreyn (Ne cebir, ne de tam serbestlik): Bu görüş Şia’nın inancıdır. Şiiler bunu Ehl-i Beyt’ten (a.s) almışlardır. Yani insanın kaderi kendi elindedir. Amel ve davranışlarında irade sahibidir. Ancak bu irade, ilahi kaza ve kader ile yani Allah’ın isteğiyle olur. Yani insanın bir ameline iki irade etki eder: “Allah’ın iradesi ve insanın iradesi.” Bu iki irade olmadıkça amel gerçekleşmeyecektir.
Ancak bu iki irade birbirlerinin enleminde değildir. Yani iki nedenin bir sonuçta etki ettiği anlamına gelmemektedir. Aksine birbirinin boylamındadır. Yani nasıl ki her varlığın var oluşu ilahi varlığın sayesinde ve her kudretlinin kudreti Allah’ın kudretine bağlı ise, aynı şekilde her muhtarın ihtiyarı Allah’ın irade ve ihtiyarındandır.
Bu görüşü ispat etmenin en kolay yolu, Allah’ın yaratıcılık ve rububiyetindeki tevhid inancı, O’nun irade ve kudretinin her şeyi kapsaması ile Allah’ın adaleti ve her fıtrat ve vicdanın, insanın özgür olması gerektiğine tanıklık etmesidir.
Burada şu husus dikkate alınmalıdır: Mevzu bahis olan özgürlük, gerçeğin göstergesi olan tekvinî özgürlüktür. Bunlardan hukukî ve ahlâkî sonuçlar çıkaramayacağımızdan mugalata tuzağına düşmemek gerekir.
3. Dünya lezzetlerine bağlanmamak manasında özgürlük: Özgürlüğün üçüncü manası daha çok ahlâk ve irfanda geçerli bir manadır. Yani insanın dünyaya, maddiyata, dünyevî lezzetlerin hiçbirine bağlı olmaması demektir. Yalnızca Allah’a aşk ve sevgi beslemesidir. Birisini ya da bir şeyi seviyorsa bu ilahi cemalin tecellisi olduğundan ve Allah’a olan sevgisinden dolayı olmalıdır.
Ahlâkî bir anlamı olan özgürlüğün bu manası konusunda da mutlak bir genellemeye gitmemek gerekir. Çünkü bu alanda mutlak manada özgürlük insanın hiç bir şeyi, hiç kimseyi hatta Allah’ı da sevmemesi ve bağlanmaması demektir ki bu değer yargısına terstir. İşte sapma ve mugalata buradan başlar.
4. Köleliğin karşısındaki özgürlük: Bu bir toplumsal kavramdır. Eski zamanlarda[3] köle alım-satımı yaygındı. İnsanlar, insanları köle olarak alabiliyor, onları çalıştırıyorlardı. Kimsenin kölesi olmayan insanlar da vardı. İslam, köleliği kaldırmak için önemli adımlar atmış, akılcı yollar göstermiştir. Sözü uzatmamak için bu konuya girmeyeceğiz.
5. Hukuk ve siyasette özgürlük (Hakimiyet hakkı): Özgür insan başkalarının hakimiyetinde olmayan kimsedir. Kendi yolunu kendisi çizer.
Bu görüşe sahip olanlar ikiye ayrılır:
a) İnsan tam olarak özgür olmalıdır, kimsenin hatta Allah’ın bile hakimiyeti altında olmamalıdır.
b) (Şia’nın görüşü) İnsan Allah’tan başka kimsenin hakimiyeti altında olmamalıdır. Yani hakimiyet Allah’ındır ve ancak O hakimiyet hakkını başkasına verebilir.
Basit bir şekilde anlatmaya çalışırsak şöyle diyebiliriz: Yüce Allah fiziksel ve maddî varlığımızı yarattı ve ruhunu ona üfledi. Ardından hava, su, yiyecek, beden uzuvları, düşünme gücü gibi insanın yaşamında ihtiyaç duyduğu sayısız nimetler verdi. Allah’ın bütün bu maddî ve manevî nimetlere olan malikiyeti asla kaldırılamaz. Madem Allah malik ve biz O’nun kuluyuz, aklın “Malik mülkünde istediğini yapabilir” hükmü gereği O, bizim üzerimizde istediğini yapabilme hakkına sahiptir. Biz de Onun karşısında teslim ve itaatkâr olmak zorundayız.
Ayrıca kimse yaratıcı kadar bizim varlığımızın özelliğini, ihtiyaçlarını ve kemale giden yolları bilemez. Bizim menfaat ve kemalimizi isteyen, kemale erişmemizin yolunu bilen yalnızca O’dur. Dolayısıyla biz de kendi menfaatlerimizi düşünüyorsak Allah’ın bizim için istediği dini seçmeli ve Onun hakimiyetini benimsemeliyiz.[4]
6- Hukuksal özgürlük[5]: Hukukta özgürlükten kasıt şudur: Toplumsal yaşamda bazı işler var ki insan onları yerine getirebilir ve devlet ve hükümetin onlara engel olma ve takip etme hakkı yoktur. Mesken, elbise, iş ve eş seçimi özgürlüğü, düşünce ve inanç özgürlüğü vb. gibi…
Burada bilinmesi gereken şey, bu hukuk ve özgürlüğün mutlak olmayışı ve sınırlandırılması gereğidir. Bunda şüphe yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde, geçmişten günümüze kadar hiçbir hukuk nizamında bireylere mutlak özgürlük verilmemiştir. Aslında kanun koymak ve hukuk nizamı düzenlemek demek insanların davranışlarına sınırlama getirmek demektir. Mevzu bahis olan şey bu özgürlüğün sınırının nereye kadar olduğudur.
Günümüzde genellikle deniliyor ki, özgürlüğün sınırı başkalarının özgürlüğüdür. Yani insan başkalarına engel olmadığı sürece istediğini yapabilir.
Hukukta liberal eğilimin görüşü budur. Ama bu konuyu İslam açısından ele alırsak İslam’ın görüşünü şöyle özetleyebiliriz: Özgürlüğün sınırı insanların maddî, manevî, dünya ve ahiret menfaat ve faydaları esası üzerinedir. Yani bir davranışı seçmedeki özgürlüğün asıl şartı, insanın maddî ve manevî maslahatlarını temin etmesidir. Bunu, bir yiyecek ya da ilaç üreticisine, insan sağlığına zarar verecek şeyin dışında istediği yiyecek ya da ilacı üretme özgürlüğü verilmesine benzetebiliriz. Bir yiyecek ya da ilaçta tehlikeli ve zararlı bir madde keşfedilirse üretim durdurulur. Artık burada ticaret özgürlüğünden bahsedilmez. Kimse de çıkıp bu insan haklarına aykırıdır demez. Dünyada bugün en çok üzerinde durulan şey insanın bedenine (maddî boyutuna) verilen zararlardır. Ama İslam bedensel zararların yanı sıra manevî ve ruhsal zararları da göz önüne almaktadır.
Son nokta olarak şunu belirtmek gerekir ki, siyasi konularla ilgili olan medenî ya da toplumsal özgürlük bu kavramın kapsamına girmektedir. Toplumsal özgürlükte asıl soru şudur: Devlet ve kanun bireysel özgürlükleri nereye kadar sınırlayabilir?
Bu sorunun cevabı şudur: İslam’a göre insanın, onu hayra ve maneviyata davet eden[6] ilahi bir fıtratının olmasının yanı sıra, maddi boyutu da vardır. Bu maddî boyut, hayvanî isteklerin menşeidir. Beşerin saadeti, fıtratının onun doğasına galip gelmesiyle temin olur. Tabi doğasının da layık olduğu seviyeye ulaşması gerekir.
Öte yandan kanun koymak ve insanın dünyadaki gidişatını belirlemek ilahi hidayet ve rabbani vahyin ışığı altında olmalıdır. Zira insanın zarar ve faydasını tam manasıyla bilen ancak Allah’tır.
Bununla birlikte İslami siyasi düşüncede insanın fesadına neden olacak aşırı bir özgürlüğe cevaz verilmediği gibi insana kötümser bakarak onun bütün değerini yok eden, onu faal, muhtar ve sorumlu biri yerine zelil ve iradesiz hale getiren adaletsiz hükümetleri kabul etmeye mecbur eden bir bakış da yoktur.[7]
[1] Günümüzde Ehl-i Sünnet dünyasının çoğunluğu hatta tümüne yakını bu görüşe sahiptirler.
[2] Bu görüşün taraftarları Ehl-i Sünnet’ten Mu’tezile adındaki bir fırkaya mensuptular. Şu anda bu fırkaya mensup kimse kalmamıştır.
[3] Kölelik gelişmiş ülkelerde değişik şekillerde hala devam etmektedir.
[4] Bu hakimiyet İslam’ın hükümet sisteminde (velayet-i fakih şekliyle) tecelli etmiştir.
[5] Hukukta özgürlük, yalnızca bireysel davranışlara, şahsî ve özel yaşama ait değildir ki hukuk onları sınırlasın ya da sınırlamasın. Aksine toplumsal yaşamdaki işlere aittir.
[6] “Allah’ın fıtratı ki Allah insanları o fıtrat üzerine yaratmıştır.” (Rum/30)
[7] Hadevi Tahranî, Mehdi, Velayet ve Diyanet, s.133 ve 134.
İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan: Beyaz Saray, İran'ı tehdit etmemeyi öğrenmeli3.
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ile görüşmesinde nükleer anlaşma konusunda verilen destek için teşekkür ederek, ABD’nin nükleer anlaşmayı ihlal eden taraf olduğunu söyledi. Abdullahiyan, “Beyaz Saray, İran’ı tehdit etmemeyi öğrenmeli” dedi.
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Şangay İşbirliği Örgütü zirvesine katılmak için gittiği Tacikistan'da Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ile görüştü. Abdullahiyan yeni dönemde İran dış politikasının Asya merkezli olduğunu vurgulayarak, “Çin ile ilişkimizi iki ülke arasında imzalanan 25 yıllık anlaşma çerçevesinde sürdürmek istiyoruz” dedi.
Nükleer anlaşma konusunda Çin'in İran'a verdiği destek nedeniyle teşekkür eden Abdullahiyan, ABD'nin nükleer anlaşmayı ihlal eden taraf olduğunu belirtti. Abdullahiyan, “Nükleer anlaşmayı ihlal eden taraf ABD'nin kendisidir. Beyaz Saray artık İran'ı tehdit etmemeyi öğrenmeli” ifadesini kullandı.
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ise İran ile uluslararası alanda işbirliğini artırmak istediklerini ve İran'ın Şangay İşbirliği Örgütü'ne katılmasını desteklediklerini belirtti.
Şangay İşbirliği Örgütü'nün Devlet Başkanları düzeyinde gerçekleştireceği zirve 16-17 Eylül'de Tacikistan'da düzenlenecek. ŞİÖ'de gözlemci statüsünde yer alan İran, birçok kez Şangay İşbirliği Örgütü'ne katılmak için başvuruda bulunmuştu.
Haber: İHA
İmam Hasan`ı (a.s) Tanıyalım ve Tanıtalım
Bizler maalesef Ehlibeyti tanımadık! Ömrümüz tükendi ama nasıl bir sermayeye sahip olduğumuzu anlayamadık! Paha biçilmez cevherimizi tanımadan ölüp gittik!
Ayetullah Vehid Horasani, İmam Hasan (a.s) hakkında yaptığı sohbetinde şöyle konuştu:
Adamın birisi elinde bıçağı ile bir harabeden dışarı çıkarken halk tepesine üşüşüp onu tutukladı. Zira aynı harabede kanlar içerisinde yere yığılmış bir adam çırpınmaktaydı… Adama oracıkta sordular: Bu harabede ne yapıyordun? Adam hemen cevap verdi: şu gördüğünüz adamı öldürdüm! Onu Emirulmuminin'in (a.s) yanına götürdüler. Orada da adamı kendisinin öldürdüğünü ikrar etti. Onu kısas etmek için götürdüklerinde birisi çıkageldi ve dedi ki: Durun!
Bunun üzerine adamın boynunu vurmak için havaya kalkmış olan kılıç durdu… Dedi: Asıl katil benim, onu yanlışlıkla tutukladınız! İnsanlar büyük bir şaşkınlığa düştü… Bu, adamı öldürdüğünü ikrar etti ve şimdi şu adam çıkmış “asıl katil benim” diyor…
Ortada iki ikrar var… Her ikisi de kendi aleyhine ikrar ediyor ve bu iki ikrar arasında bir çelişki var… Birinin ikrarı diğerini yalanlıyor…
Konuyu, Peygamberimizin (s.a.a) ilmine açılan kapı olan İmam Ali'ye (a.s) getirdiler. Ali (a.s); “Her ikisini de Hasan'ın yanına götürün, hakemlik etsin” buyurdu.
İmam Hasan'ın (a.s) yanına geldiler ve meseleyi anlattılar. Ortada bir cinayet var. Ancak iki kişi var; her ikisi de tek başına cinayeti işlediğini ikrar ediyor... Daha sonra birinci şahıs olayı anlatıyor: Ben o harabenin yakınında bir hayvan boğazlamıştım. Aniden tuvalet ihtiyacı hissettim. Elimde bıçak olduğu halde o şekilde harabeye girdiğime yerde kanlar içinde can çekişen bir adamı gördüm. Bütün karineler o adamı benim öldürdüğümü gösteriyordu. Ben de inkâr etmemin yararsız olacağını düşündüğüm ve işkence edilmekten korktuğum için cinayeti üstlendim…
İmam Hasan (a.s) buyurdu: İkisini de serbest bırakın ve maktulün diyetini beytülmal dan ödeyin…
Burada asıl mesele İmam Ali'nin (a.s) halkı İmam Hasan'a yönlendirmesindedir. İmam Ali (a.s), bu hareketiyle ümmet arasındaki imamet görevinin kendisinden sonra kimde olduğunu da belirtmek istemiştir.
Düşünsenize, ortada bir cinayet var. Cinayeti ikrar eden iki kişi var. Ama ikisi de serbest bırakılıyor ve maktulün kan parası (diyeti) beytülmal dan ödeniyor!.. Böyle bir hükmü ancak Peygamber (s.a.a) vasisi verebilir…
İmam Ali (a.s) daha sonra İmam Hasan'ı (a.s) çağırdı ve verdiği hükmün hikmetini sordu. İmam Hasan (a.s) şöyle dedi: Babacığım, bu adam (ikinci kişi) birini öldürdü ama birini ihya etti, öldürülmekten kurtardı. Adam öldürdüğü için kısas edilmeliydi ama birini öldürülmekten kurtardığı için affedilmeyi hak etti. Ortada bir öldürme ve bir ihya etme meselesi var. Bu iki mesele arasındaki çelişki ikisinin de serbest bırakılmasıyla giderilir. Fakat kanun hiç kimsenin kanının heder olmamasını iktiza ettiğinden maktulün diyeti de beytülmalden karşılanmalıdır. çünkü bu kamunun maslahatına olan bir durumdur.
Bu nasıl bir ilimdir ki tüm incelik ve ayrıntıları ihata etmiştir?! İlahi ilim işte böyledir.
Beşerin tekâmülü için dört rükün gereklidir: İlim, hilm, şecaat ve kerem. İşte Ehlibeyt bu özelliklere bir insanın sahip olabileceği en üstün düzeyde sahip olan kimselerdir.
İmam Hasan'ın (a.s) hilmini düşmanları dahi övmüştür. Mervan, onun tabutunun başına gelip durduğunda ona dediler ki: Yaşadığında onun yüreğini kanla doldurdun ve şimdi cenazesinin başına mı geldin?! Mervan şu cevabı verdi: Ben öyle birinin yüreğini kanla doldurdum ki onun hilmi âlemdeki dağlardan daha üstündü!
Nasıl bir ilim ve hilmin vardı senin ya Hasan-ı Mücteba! Nasıl bir kerem ve cömertliğin vardı! Gerek şia kanalından gerekse Ehlisünnet yoluyla gelen birçok rivayete göre “Halkın arasından Resulullah'a (s.a.a) en çok benzeyen kişi Hasan b. Ali b. Ebutalib'di”.
Onun bu kerem ve cömertliği hakkında Ehlisünnet kaynaklarında da şu olay anlatılmıştır:
İmam Hasan Medine'de dört tarafı duvarla çevrili bir bahçenin yanından geçiyordu. Gözü, orada oturan küçük bir zenci çocuğa ilişti. çocuğun elinde bir ekmek, önünde de bir köpek vardı. Yavrucak, ekmekten bir parça kendisi yiyor, bir lokma da köpeğe veriyordu. Bu şekilde yaparak bütün ekmeği bitirdi. İmam Hasan ona neden böyle yaptığını sordu. çocuk; “Gözlerim o köpeğin gözlerine bakarken daha fazlasını yemekten utandım” diye cevap verdi. İmam Hasan bu sözden çok etkilendi ve kölenin ve bahçenin sahibinden hem bahçeyi, hem de çocuğu satın aldı. Kölenin yanına giderek; ”Ben seni satın aldım” deyince o tatlı çocuk ayağa fırladı; “Allah'ın ve O'nun peygamberinin, sonra sizin emirlerini dinleyip itaat edeceğim” dedi. İmam Hasan ise; “Benim tarafından azad edildin ve bu bahçeyi de sana bağışladım” buyurdu.
Fakat nadan insanlar bu büyük hazinenin değerini, kıymetini bilmediler, bilemediler… İş öyle bir yer vardı ki ciğer yiyen kadının oğlu ve alçaklıklarını sayfaların sayıp dökemeyeceği o mel'un unsur tarafından zehirletildi…
Böylece hayatı sona erdi ama keremi ve cömertliği asla! Akıllar onun bu keremi karşısında derbeder oluyor. Parçalanmış ciğerleri önündeki teştin içine döküldüğünde kardeşi İmam Hüseyin yanındaydı…
İmam Hasan'ı (a.s) iyi tanıyalım ve tanıtalım….
Bakın, o anda İmam Hüseyin (a.s) soruyor: Kardeşim kim bunu yaptı, kim seni zehirledi? İmam Hasan, kardeşine şu cevabı veriyor: Bana bunu sorma! Bana bunu yapanı ben biliyorum ama asla söylemeyeceğim!
Ey Allah'ın kusurları örten sıfatının tecellisi Hasan! Ey Ali'nin oğlu Hasan! Kendi katiline bile bu derece kerem sahibi biri acaba dostlarına nasıl davranır?!!!
Böylesine üstün bir ilim, hilim, şecaat ve cömertlik kaynağını acaba ne kadar tanıdık?!
ehlader
Şefaatin Kıyametteki Yeri ve Önemi
Şefaat, zayıf birini güçlendirmek, takviye etmek demektir. Şefi’ (şefaat edici) ise ihtiyacı olana yardım eden ve onu mutedil bir duruma getirip ihtiyacını gideren kimsedir.
Şefaatin Kıyametteki Yeri ve Önemi
- Kıyamette şefaat etmek Allah’a mahsustur. Elbette Yüce Allah bazılarına da başkalarına şefaat etmeleri için izin vermiştir. Bu konu hakkında gelen birçok rivayetten, kıyamette şefi’lerin çok olacağı anlaşılmaktadır. Peygamberler (a.s), âlimler, şehidler, melekler, mü’minler, salih ameli olanlar, Masum İmamlar (a.s) ve Kur’an, şefaat edicilerdendir.
1- Şefaatin Manası
Şefaat, zayıf birini güçlendirmek, takviye etmek demektir. Şefi’ (şefaat edici) ise ihtiyacı olana yardım eden ve onu dengeli ve normal bir duruma getirip ihtiyaçsız kılan kimsedir.[1]
2- Şefaat Ediciler
Kur’an-ı Kerim’de birçok âyette kıyamet günü şefaatin Allah’a mahsus olduğu belirtilmiştir.[2] Allah, şefaat iznini istediği kimselere verecektir. Gaybî ilim nasıl Allah’a mahsus ise ve onu Resulüne (s.a.a) vermişse[3] şefaat de Allah’a mahsustur ve onu Resulüne (s.a.a) ve başkalarına vermiştir.
Şefaat iki kısma ayrılır:
1- Tekvinî
2- Teşriî
Tekvinî şefaat, dünyadaki bütün sepeplerden kaynaklanmaktadır. Allah katında bütün sebepler şefaatçidir. Çünkü onlar Allah ile yaratıkları arasında vasıtadırlar.
Teşriî ve kanunî şefaat iki kısıma ayrılır:
1- Dünyadaki şefaat: Bu şefaat ilahi bağışlanmaya veya ilahi dergaha yakınlaşmaya neden olur. Bu kısım şefaatte Allah ile kul arasındaki şefaatçi ve vasıta bir kaç guruptur:
a- Günahtan tevbe edenler.[4]
b- Allah Resulüne (s.a.a) inananlar.[5]
c- İnsanın salih ameli.[6]
d- Kur’an-ı Kerim.[7]
e- Salih amelle ilgisi olan her şey. Örneğin camiler, türbeler, eyyamullah, Enbiya gibi.[8]
f- Melekler.[9]
g- Kendisi ve din kardeşleri için istiğfar eden mü’minler.[10]
2- Kıyamet günü şefaat edecek olanlar: Kur’an’ın âyetlerinden kıyamet gününde fazlasıyla şefaatçinin olacağı anlaşılmaktadır. Peygamberler (a.s),[11] âlimler, şehidler, melekler,[12] ve mü’minler bu şefaatçilerdendir.
-Rivayetlere Göre Şefaatçiler
Sünni ve Şiiler bu konuda bir çok hadis rivayet etmişlerdir. Aşağıda onlardan bazılarını naklediyoruz:
1- Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor:
“Kıyamet günü mü’minler Âdem’in yanına gidecek ve diyecekler ki: “Ey baba, cenneti(n kapısını) bize aç.” O zaman Âdem diyecek ki: “Ben buna layık değilim (ben bunu yapamam).” Onlar İbrahim’in yanına gidecekler, O da diyecek ki: “Ben de bunu yapamam.” Musa ve İsa da aynısını söyleyecekler. Onları benim yanıma yollayacaklar. Ben kalkıp Allah’tan izin alacağım ve siz Müslümanları şimşek gibi sırattan geçireceğim.” [13]
2- Yine şöyle buyuruyor:
“Her peygamberin Allah’tan bir isteği var, ben ise isteğimi kıyamete sakladım; o da ümmete şefaat etmektir.”[14]
3- İmam Sâdık (a.s) şöyle buyuruyor:
“Kim üç şeyi inkâr ederse bizim Şiilerimizden değildir: Allah Resulünün (s.a.a) miracını, kabirde suali ve şefaati.” [15]
4- İmam Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor:
“Allah Resulünün (s.a.a) ümmetine şefaat izni vardır, biz de Şiilerimize şefaat edeceğiz ve Şiilerimiz de kendi ailelerine şefaat edecekler.”[16]
3-Şefaat Olunacakların Şartları
İnsanların hak yoldan sapmamaları ve doğru şekilde eğitilmeleri için, şefaatin kimlere erişeceği konusu kapalı tutulmuştur.[17] Nitekim Ku’ran-ı Kerim de şefaat olunacakları belirlememiş, sadece özelliklerini beyan ederek şöyle buyurmuştur:
“Herkes kazancına bağlıdır. Ancak sağ taraf ehli başka. Cennetlerdedir onlar, sorarlar, konuşurlar mücrimlerin halinden. Nedir derler cehenneme sokan sizi? Derler ki: Namaz kılmazdık ve yoksulu doyurmazdık ve boş laflarla azgınlığa dalanlarla biz de dalardık ve ceza gününü yalanlardık, bize ölüm gelip çatıncaya dek. Derken şefaatçilerin şefaati fayda vermez onlara.”[18]
Âyet demek istiyor ki, cehennem ehli bu dört sıfatlarından yani namaz kılmamak, Allah yolunda infakta bulunmamak, dünyaya dalmak ve hesap gününü yalanlamalarından dolayı cehennemlik oldular. Bu dört kötü sıfat dinin temellerini sarsan şeylerdendir. Bunların aksi yani namaz kılmak, infak etmek, dünya zevklerine dalmamak ve kıyamete inanmak Allah’ın dinini ayakta tutar. Çünkü dindarlık masum olan hidayetçilere uymak demektir. Bu da ancak dünya ve onun insanı aldatan ziynetlerine gönül vermemek ve Allah’a yönelmekle olur. Bu ikisi gerçekleşti mi hem dünyaya dalanlardan uzaklaşlaşılmış olunur, hem de kıyamet yalanlanmaz.
Bu iki sıfat, ardından Allah’a yönelmeyi ve topluma hizmet etmeyi getirir. Bu da âyette namaz kılmak vasfı ve diğerine Allah yolunda infak etmek özelliği ile işaret edilmiştir. Demek ki dinin temeli bu dört sıfatı bilmek ve onlara amel etmektir. Bu dördü dinin diğer rükünlerini de peşinden getirir; zira birisi muvahhid olmazsa veya nübüvveti inkâr ederse bu dört sıfata sahip olması mümkün değildir.[19]
Kısacası aşağıdaki şartlara sahip olanlar şefaat edilmeye layıktırlar:
1- Allah’a, peygamberlere, kıyamete ve Allah’ın peygamberlerine gönderdiklerine sağlam bir imanının olması. Zira Kur’an’ın bazı âyetlerinde kâfir ve müşriklere neden ateşe atıldınız, diye sorulduğunda “Bize şefaat edecek kimse yoktu”[20] diye cevap verirler. Demek ki kâfirlerin şefaat olunma liyakatleri yoktur. Enbiya Sûresinin 28. âyetinde de şöyle buyuruluyor:
“Peygamberler ve melekler kendisinden razı olunmuş kimseye şefaat ederler.”
İmam Rıza’ya (a.s) bu âyetin tefsiri sorulduğunda şöyle buyurdu:
“Maksat, dinde beğenilmiş olmak demektir.”
Dolayısıyla şefaat, din ve inançta kendisinden razı olunmuş kimseye mahsustur; çeşitli kısımlarıyla kâfirler, örneğin inkârcılar ve müşrikler şefaatten mahrum olacaktır.
2-Şefaatin hak olduğuna inanan kimseler. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor:
“Benim şefaat edeceğime iman etmeyen kimseye Allah şefaatimi nasip etmeyecektir.” [21]
3 ve 4- Namaz kılanlar ve fakirlere yardım edenler. Görüldüğü üzere Müddessir Sûresinde günahkârların cehenneme gitmesinin nedeni olarak namaz kılmamak, fakirlere yardım etmemek ve kıyameti yalanlamak sayılmaktadır. İmam Sâdık (a.s) buyuruyor:
“Bizim şefaatimiz namazı hafife alana ulaşmaz.”[22]
Kısacası şefaat şartsız bir konu değildir; hem şefaate konu olacak günah yönünden, hem şefaat eden yönünden, hem de şefaat olunacak yönünden bir takım şartları vardır. Bu ilkeye inanan kimseler bu çok kıymetli fırsattan yararlanmak ve şefaat olunmak için onun şartlarını yerine getirmek ve zulüm, şirk gibi şefaate engel olan günahlardan kaçınmak zorundadırlar.
[1] el-Mizan, c. 1, s. 157.
[2] Bakara, 256; Zümer, 44.
[3] Cin, 27.
[4] Zümer, 54.
[5] Hadid, 28.
[6] Maide, 9.
[7] Maide, 16.
[8] Nisa, 64.
[9] Mümin, 7.
[10] Bakara, 286.
[11] Enbiya, 28.
[12] Zuhruf, 86.
[13] Biharu’l-Envar, c. 8, s. 35.
[14] Şeyh Müfid, el-İhtisas, s. 37.
[15] Biharu’l-Envar, c. 6, s. 223.
[16] a.g.e.
[17] el-Mizan, c. 1, s. 159.
[18] Müddessir, 38-48.
[19] el-Mizan, c. 1, s. 259.
[20] Şuara, 100.
[21] Biharu’l-Envar, c. 8, s. 34.
[22] Vesailu’ş-Şia, c. 4, s. 25.
Derin Amerikan darbesi: 11 Eylül... Sahte Pearl Ha...
Amerika Birleşik Devletleri, her ne kadar bazı saflar tarafından “özgürlük ve refah ülkesi” olarak tanımlansa da esasen terörist bir devlettir.Kuruluşundan bugüne, kan ve gözyaşı üzerine bina edilmiştir.
Amerikan yerlileri, Afrikalılar, İrlandalılar, Latin Amerikan ve Karayip halkları en eski kurbanlardır.
2. Dünya savaşını kazanan Sovyetler olmasına rağmen, büyük paylaşım mücadelesinin galibi koltuğuna oturduktan sonra bu kez tüm dünyayı hedef aldı Yankiler.
Amerika Birleşik Devletleri esasen 5 bin kişilik kapitalist ekipten oluşan bir derin devlettir.
Bunlar büyük sermaye gruplarının temsilcileridir.
ABD bu yüzden bir emperyalist devletten çok, bir emperyalist şirketler grubuna benzer.
Burada esas olan halk veya devlet çıkarı değil, para babalarının çıkarlarıdır.
İşte bu yüzden terör, pandemi ve savaş onların vazgeçilmezidir.
1945 sonrası için yapılan bir çalışma, ABD’nin ikinci dünya savaşı sonrası 37 ülkeyi hedef alan doğrudan veya dolaylı saldırıları sonucu 20 ila 30 milyon insanın yaşamını yitirdiğini gösteriyor.
Kapsamlı araştırma, ABD’nin sadece Kore ve Vietnam Savaşları ve 2 Irak Savaşı sırasında, 10 ila 15 milyon ölümden doğrudan sorumlu olduğunu ortaya koymaktadır. Kore Savaşı ayrıca Çinli kayıpları içerirken, Vietnam Savaşı da Kamboçya ve Laos'taki ölümleri de içeriyor.
ABD’nin hedefi asla İngiltere gibi tüm dünya üzerinde hakim bir düzen kurmak olmadı.
ABD “süper gelişmesini” hep savaşlara borçluydu.
Birinci Dünya savaşında liderliğe hazırlanırken, İkinci Dünya savaşında sadece tahta oturmayı bekledi.
Her iki savaşta da askeri sanayi kompleks müthiş karlara imza attı.
Kurucularının tamamının mason olduğu ABD için geçerli slogan, hep “Ordo Ab Chao” oldu.
Latinceden Türkçeye, “Kaostan doğan Düzen” olarak çevrilebilir.
ABD’nin deniz gücü olmasını öngören Mahan ve Sovyetler’i kuşatma prensibinin müellifi Kennan’ı bir yana koyarsak, ABD’nin en ünlü 2 stratejisti Kissinger ve Brzezinski’dir.
Petrodoların mucidi Kissinger, doğrudan güçlü Rockefeller ailesinin avukatı olarak siyasete girmişti.
Sovyetler’in çöküşünde etkili olan, “İnsan hakları (STK) kisveli Helsinki nihai Senedi”nin mimarı Polonya kökenli Brzezinski ise, SSCB’yi kuşatma teorisinin babası Spykman’ın sadık takipçisi olarak “Yeşil Kuşak” projesinin de yaratıcısıdır.
Yani Türkiye’nin merkez sağ ile başlayan ve giderek dinci muhafazakar bir hale bürünen iktidar formüllerinde asıl onun imzası vardır.
Keza Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgalinden önce “mücahitleri” ya da bugünkü isimleriyle “Taliban”ı örgütleyen isim O’dur.
Brzezinski, Suudi Arabistan ve Pakistan gizli servisi ISI ile işbirliği içinde açılan medreselerde Taliban’ın kurulmasına ön ayak olmuştu. Liderlerini Beyaz Saray’da dönemin Başkanı Ronald Reagan ile bir araya getirmişti.
11 Eylül 2001 saldırılarının olağan suçlusu Usame Bin Ladin, 1993’te ünlü muhabir Robert Fisk ile Sudan’da yaptığı röportajda adeta bir melek olarak tanıtılıyordu.
The Independent gazetesinde 1993 yılında yayımlanan röportajda bugünkünden çok farklı bir Usame bin Ladin portresi çiziliyordu.
İhvancı Suudi Terörist Bin Ladin, dünyaya, ‘Sovyet karşıtı savaşçının ordusu barış yolunda’ başlığıyla tanıtılıyordu.
Brzezinski’nin başlattığı işi Bush-Cheney cuntası devam ettirdi.
11 Eylül tezgahıyla Afganistan’a ve ardından Irak’a girdiler.
Terör ve savaş kol kolaydı.
Amerikan savaş makinasının keyfine diyecek yoktu.
Karşılıksız basılan dolarlar Pentagon ve savunma sanayine akıyordu.
İşte bu dönemde pek bilinmeyen bir isim, ABD’nin bugün de devam eden stratejisine ismini verdi.
Bush cuntasının savunma bakanı Donald Rumsfeld tarafından 11 Eylül saldırılarını takip eden günlerde Pentagon’da kurulan “Güç Dönüşüm Bürosu” (Office of Force Transformation) başına getirilen Amiral Arthur Cebrowski idi bu kişi.
Amiral Cebrowski, ABD ordusunun misyonunu dönüştürmek için oradaydı.
Arthur Cebrowski üç yıl boyunca (2002-2005) tüm üst düzey ABD subaylarına ve dolayısıyla da bugün görevde olan tüm generallere öğretmenlik yaptı.
Fransız Gazeteci Thierry Meyssan’ın “Gözlerimizin Önünde” isimli kitabından aktarıyorum:
“Öğrettiği şey oldukça basitti. Dünya ekonomisi küreselleşiyordu. Dünyanın önde gelen gücü olarak kalması için Amerika Birleşik Devletleri’nin finansal kapitalizme uyum sağlaması gerekiyordu. En iyi yol, gelişmiş ülkelerin, siyasi engellerle karşılaşmadan yoksul ülkelerin doğal kaynaklarını sömürebilmelerini güvence altına almaktı. Böylece dünyadaki hedeflerini ikiye bölüyordu:
1-İstikrarlı pazarlar olması gereken küreselleşen ekonomiler (Çin ve Rusya dahil).
2-Ulusötesi şirketler varlıklarını herhangi bir direnişle karşılaşmadan sömürebilsinler diye devlet yapılarından yoksun bırakılan ve kaosa terk edilecek diğer tüm ekonomiler.
Bunu başarmak üzere küreselleşmemiş halkları etnik ölçütlere göre bölmek ve ideolojik olarak elde tutmak gerekiyordu.
Söz konusu ilk bölge, (dost İsrail ve iki komşu devlet olan Ürdün ve Lübnan dışında) Fas’tan Pakistan’a uzanan Arap-Müslüman bölgesi olacaktı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın “Genişletilmiş Orta Doğu” dediği şey budur. Bu alan, petrol rezervlerine göre değil, burada yaşayan halkların ortak kültür unsurlarına göre tanımlanmıştır.
Amiral Cebrowski’nin tasavvur ettiği savaş, başlangıçta tüm bu bölgeyi kapsayacaktı. Soğuk Savaş’ın getirdiği bölünmeleri hesaba katmamalıydı. Birleşik Devletler için artık bu bölgede dost ya da düşmanları yoktu. Düşman, artık ideolojisi (Komünistler) veya dini (“medeniyetler çatışması”) ile değil, sadece finansal kapitalizmin küresel ekonomiyle bütünleşip bütünleşmemesiyle tanımlanıyordu. Buna boyun eğmeyen, bağımsız olanları artık hiçbir şey koruyamayacaktı.
Bu savaş, önceki savaşlar gibi tek başına ABD’nin değil, tüm küresel devletlerin (şirketlerin) doğal kaynakları sömürmesine izin vermeliydi. Dahası, Amerika Birleşik Devletleri artık hammaddelerin ele geçirilmesiyle çok da ilgilenmiyordu, esas olarak küresel ölçekte iş bölümüne gitmeyi ve başkalarının onlar adına çalışmasını sağlamayı amaçlıyordu.
Bütün bunlar, artık bir zafer için değil, George W. Bush’un sözleriyle ‘sonsuz savaş’ yürütmek içindi.
Nitekim 11 Eylül’den beri başlayan tüm savaşlar beş farklı cephede halen süregelmektedir: Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Yemen.”
Türkiye’deki siyasi iktidar da bu çerçevede tertiplenmiş ve gerekli düzenlemeler yapılarak Cebrowski doktrinine göre uyarlanmıştır.
2001’de Ankara’da Başbakan Bülent Ecevit ile bir araya gelen Cheney ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wolfowitz bu projenin başlıca şüphelilerindendir.
Bu NEOCON ekipten olan ünlü BOP haritasının sahibi Albay Ralph Peters’in bir makalesinin başlığı bu doktrini net olarak açıklıyordu: “Amerika’nın Düşmanı İstikrar”.
2001 sonrası ABD’yi avucuna alan Neocon ekip, esasen eski Troçkist - Yahudi kökenli siyasetçilerden oluşur ve ilginç bir doktrine sahiptir.
Bu ekibin liderlerinden olan ve Irak işgalinde “Valilik” yapan L. Paul Bremer III, Kissinger’in asistanlığından gelmektedir.
Bremer, SSCB’nin dağılması sırasında ABD’nin gelecek stratejisini belirleyen Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ile doğrudan bağlantılı olarak çalışır.
Bremer, Prof. Leo Strauss’un düşünceleriyle eğitim görmüş olan bir Troçkist Yahudidir. Yahudi asıllı Alman filozofun birçok yandaşını Pentagon’a yerleştirir. Birlikte çok uyumlu ve birbirine bağlı, iyi yapılanmış bir grup oluştururlar. Onlara göre, Weimar Cumhuriyetinin Naziler karşısındaki zayıflığından ders alarak, yeni bir soykırıma maruz kalmamaları için Yahudilerin artık demokrasilere güven duymamaları gerekir. Aksine otoriter partilerin tarafını tutmalı ve iktidarın yanında durmalıdırlar. Böylece bir dünya diktatörlüğü düşüncesi meşrulaştırılır.
Profesör Leo Strauss, Yahudi öğrencilerinden bazılarını bir grup hoplit (Sparta askerleri) oluşturmak üzere seçmişti. Onları rakiplerinin derslerini sabote etmek için Chicago Üniversite’sine gönderdi. Onlara bir rejimin kurbanı olmaktansa bir diktatörlük kurmanın daha iyi olduğunu öğretti.
Diktatörlükler hep düşman ister.
ABD de düşmansız ve savaşsız yaşayamaz.
Trump sonrası iktidara gelen Neocon Biden ve ekibinin amacı da tam olarak budur.
Sürekli ve bitmeyen savaşlar.
Afganistan’dan apar topar çekilmesi, Suriye’de yeniden savaşı yellemesi, Somali ve Afrika’da kışkırtıcı hamleler, Rusya ve Çin’e karşı NATO’nun zincirlerini gevşetmesi hep bu kapsamdadır.
Rusya, Çin, İran, Suriye, Venezuela, Küba vs. Dünyanın tüm diğer ülkelerini eleştirebilirsiniz.
Kuşkusuz onlar da sütten çıkmış ak kaşık değildir.
Ancak dünyada sadece bir ülke vardır ki, savaş ilanihaye sürsün ister.
O da Amerika Birleşik Devletleri’dir.
İsrail, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Avrupalı diğer müttefiklerini de ABD’ye ekleyebiliriz ama, İsrail dışında hiç biri gönülden ABD’ye destek vermemektedir.
İktidar-Sermaye ilişkileri ekseninde destek verirler.
Rusya ve Çin için barış istikrar, istenen ve talep edilen şeylerdir.
Rusya Avrupa ve tüm Asya ile ekonomik entegrasyon peşinde iken, Çin karşılıklı kazanca dayalı yeni bir dünya düzeni kurmak istiyor.
ABD’nin bunlara yanıtı ise savaş, terör ve kargaşalık.
Afganistan’ın Taliban eline düşmesi sonrası Türkiye’ye gelecek olan binlerce Afgan göçmen de bu planın bir parçasıdır.
Veya İdlib ve tüm Suriye’deki kargaşadan kaynaklı 5 milyon Suriyeli göçmen de öyle.
Orta ve Batı Asya, Kuzey Afrika ile Ortadoğu’daki İhvancı siyaset, Amerika’nın sürekli savaş ve kaos stratejsinin bir ürünüdür.
Neocon imzalıdır.
Yine Meyssan’ın kitabından küçük bir bölüm aktarıyorum:
“12 ila 14 Ekim 2003 arasında, Kudüs’teki King David Otelinde bir garip toplantı düzenlenir. Davetiyede yazanlara göre: İsrail, Doğu totalitarizminin ve Batının ahlaki seçeneğidir. İsrail medeniyetimizin ayakta kalma merkezi savaşının merkezidir. İsrail ve Batı’nın geri kalanının onunla birlikte kurtarılması hala mümkündür. Kudüs’te birleşmenin zamanı gelmiştir.
İsrail ve ABD aşırı sağından davet edilen yüzlerce şahsiyetin masrafları Rus mafyası tarafından karşılanır. Avigdor Lieberman, Binyamin Netanyahu ve Ehud Olmert, Amerikalı eli kanlı savaş köpekleri Elliot Abrams, Richard Perle ve Daniel Pipes’i kutlarlar.
Hepsi aynı inancı paylaşmaktadır: Teo-politika. Onlara göre “Zamanın sonu” yakındır. Dünya yakın zamanda Kudüs’te yerleşik bir oluşumun yönetimi altına girecektir.
Leo Strauss’un uzmanı olduğu bu düşünce akımı, Yahudi dinini, Mısırlıların atalarına karşı işlediği cinayetlerin, Asurlular tarafından Babil’e sürgün edilişleri ve hatta Avrupa Yahudilerinin Naziler tarafından yok edilmesinin intikamı için Yahudi halkının bin yıllık duası olarak yorumlamaktadır.
“Cebrowski-Wolfowitz Doktrini”nin, önce genişletilmiş Ortadoğu’da, daha sonra da Avrupa’da kaosun yerleşmesi anlamına gelen Armageddon’u (nihai kıyamet savaşı) hazırladığına inanırlar. Bu, Yahudi halkının acı çekmesine neden olanların Tanrı tarafından cezalandırılmasına yol açacak topyekün bir yıkım olacaktır.”
İşte geldiğimiz bu noktada, “Amerikancılık” bir seçim değil cehennemin kapılarının açılmasıdır.
William Shakespeare’ın dediği gibi: “Cehennem boş, tüm zebaniler burada!”
Son dönemde başımıza yıkılan ekonomik krizler, yolsuzluklar, gericilikler, yangınlar, seller ve tüm afetler bir yana, Afganistan örneğindeki gibi devletsizleşmek ve ufalanıp yok olmak tehlikesi ile karşı karşıyayız.
Bize düşman, müstakbel katilimiz ABD ve NATO’yu bırakıp, bir an önce ŞİÖ (Şanghay İşbirliği Örgütü) ve bölge ülkeleriyle işbirliği yapmak zorundayız.
KAYNAKLAR:
https://www.globalresearch.ca/u-s-regime-has-killed-20-30-million-people-since-world-war-ii/5633111
https://www.voltairenet.org/article213722.html
https://www.voltairenet.org/article213172.html
veryansın
Hüseyin Vodinalı