
کارگر
İran resmen Şanghay İşbirliği Örgütü'ne üye oldu
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, ülkesinin Şanghay İşbirliği Örgütüne tam üye olarak kabul edildiğini açıkladı.
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, ülkesinin Şanghay İşbirliği Örgütüne (ŞİÖ) tam üye olarak kabul edildiğini açıkladı.
Reisi, Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'de düzenlenen ŞİÖ 21. Devlet Başkanları Zirvesi'nde konuştu.
Bugünkü zirvede İran'ın ŞİÖ'ye tam üye olarak kabul edildiğini duyuran Reisi, "Bölgesel düzeyde gerçek barış ve iş birliğini sağlamak için birkaç fırsattan biri olan bu önemli ve etkili toplantıya katılmaktan duyduğum memnuniyetimi ifade etmeme izin verin. İran'ın daimi üyeliği vesilesiyle tüm üyelere samimi teşekkürlerimi sunuyorum." dedi.
Uluslararası sistemin kutuplaşmaya ve bağımsız devletler lehine gücün yeniden dağılımına doğru değiştiğini belirten Reisi, ŞİÖ'yü ekonomik, siyasi ve demografik değerlere sahip bir örgüt ve küresel çok taraflılık için "itici bir güç" olarak niteledi.
İran'ın dış politikasının uluslararası kuruluşlara aktif katılım, çok taraflılık, iş birliği ve karşılıklı saygı üzerine kurulduğunu aktaran Reisi, "Dünya yeni bir döneme girdi. Hegemonya ve tek taraflılık ortadan kalkıyor. Uluslararası sistemdeki güç bağımsız devletler lehine değişiyor." diye konuştu.
Küreselleşme, Tarihin Sonu ve Mehdi İnancı
"Rivayetlere göre İmam-ı Zaman (a.s.) insanlık toplumundaki sınıf farklılıklarını ortadan kaldıracak. Elimizdeki rivayetlere göre Mehdi’nin döneminde yeryüzünde hiçbir aç insan kalmayacaktır. Bizim inandığımız, tüm dinlerin inandığı Mehdeviyet budur. Fakat hiç kimse ahir zaman toplumu ve Büyük Dünya Devrimi konusunda Şiiler kadar açık konuşmamıştır.
Ezelden Hatemu'l-Enbiya'ya (s.a.a.) kadar tüm peygamberlerden Hz. Mehdi (a.s.) ile ilgili olarak yüce ifadeler nakledilmiştir. Bunlar tüm ilahi ve İbrahimi dinler arasında hemen hemen en toplumsal konulardır ve kurtarıcıyı vaat etmekte ve müjdelemektedir. Hepsi de tüm peygamberlerin ve dinlerin yarım kalan işlerini bu yüce insanın tamamlayacağını söylemiştir. Derler ki tarihin en büyük görevi, tarihin en büyük insanının işidir. Hatta ulûhiyet ve ilahiyata düşman ekoller bile bir şekilde yine bu meseleyi düşünmüştür. O'nun ismini zikretmemiş olsa da herkes zuhurunu müjdelemiştir. Hatta ateist ve Marksist ekoller bile ahir zaman meselesine ilgisiz kalamamıştır.
İnsanların büyük çoğunluğunun dinleri olan Budizm, Hıristiyanlık ve Yahudilik bu hususta görüş belirtmiştir. Yahudilik hala Mesih (a.s.) bekliyor, Hıristiyanlık Mesih'in (a.s.) yeniden zuhurunu gözlüyor. Tüm peygamberler, dinler, mezhepler, gelecekteki büyük açılımı veya tarihin sonunu bekliyor. Sonra değineceğimiz üzere hatta bugün onlarca yıldır tarihin sonunu ve tarihin gayesini reddeden bir ekol bile insanlık tarihinin aydınlık bir geleceği yok, ona hâkim olan bir ilke yok diyerek telaşa kapılıyor. Yani 50-60 yıldır tarihin gayesi yoktu ve olmayacak diye teori geliştiren liberalizmin Fukuyama gibi bir teorisyeni de tarihin sonundan söz ediyor ama onların kastettiği “tarihin sonu”, liberal kapitalist rejimin tahkimi ve propagandasıdır.
Rivayetlerde Hz. Mehdi'den (a.f.) “günlerin baharı” diye söz edilmektedir. Hz. Mehdi'ye sunulan selamlarda şöyle deniyor: “İnsanlığın baharına selam olsun, tarihin ilkyazına ve günlerin tazeliğine selam olsun.”
O'nu görenler dış görünüşüne dair tasvirlerde bulunmuştur. Hz. Peygamber ve İmamlar (a.s.) da O'nu tasvir etmiştir, bunlar araştırmacıların eserlerinde şu şekilde yer almaktadır: Buğday tenlidir. Kaşları hilal ve çekiktir. Gözleri siyah, iri ve etkileyicidir. Omuzları geniş, dişleri parlak, burnu kalkık ve güzel, alnı açık ve parlak, iskelet yapısı kaya gibidir. Yanakları etli değildir, gecelerin çoğunda uyanıktır, sağ yanağında siyah bir ben vardır. Kasları sıkı ve sağlam, saçları kulak memelerine dökük ve omuzlarına yakın, endamı uyumlu ve güzel, güzel görünüşlü, yüzü yüce ve görkemlice bir utangaçlık halesiyle saklı, görünüşü liderlik haşmetiyle dolu, bakışı nafiz ve değiştirici, sesi coşkun denizin dalgaları gibidir.
“Bekleyişin” (İntizar), “gerçeklik” ile “hakikat” arasındaki tezadın sentezi olduğu söylenir. “Gerçeklik” var olan şey, “hakikat” ise mevcut olmayan ama olması gereken şeydir. O halde birinci nokta, insanlık tarihinin yorumu için bugün iki bakış açısının bulunuyor olmasıdır: Birincisi “Mesiyanizm” yani Mesihçilik-Mehdicilik veya “vaat edilmişçilik” diye adlandırılan ilkedir. Burada “Mesih” vaat edilmiş demektir; Mesiyanizm ise bekleyişe davettir. Vaat edilenin zuhurunu beklemek, insanlık düzeyinde mevcut duruma itiraz etmektir ve tarihin sonunda hakkın ve adaletin kesin zafer vaadini içerir. Bundan da “Fütürizm” ilkesi olarak bahsedilir. “Fütürizm” “Gelecekçilik” veya geleceğe bakış demektir. Yarına yönelik ideolojide tüm haberler gelecektedir; dünyanın vakti henüz bitmemiştir, mahrumlar ümitsiz olmasınlar demektedir. Özgürlük, bilinç ve adalet yolunun savaşçıları ve mücahitleri mücadelelerinden pişman olmasınlar. Dünya hareketleri içerisinde adaleti gerçekleştirmeye çalışırken defalarca mağlup olanlar, her şey bitti demesinler. Geleceğe bakınız. Başınızı dik tutunuz. Şehit verdiniz, darbeler yediniz, kayıplar verdiniz, bazı cephelerde geri çekildiniz ama başınızı dik tutunuz. “Fütürizm” yani gözlerinizi kararlı ve umutlu bir şekilde geleceğe dikin. Bugünkü batıştan sonra gelecek yarınki doğuşu düşünün ve bu düşünceyle neşelenin. Bu düşünce kamuoyunu kandırmak için değildir.
Ayrıca “İmam-ı Zaman var olmasa bile ona inanmak faydalıdır” diyen bazı pragmatistlerin söylediğinin aksine bu inanç hem hakikattir, hem de faydalıdır. Mehdeviyetin hakikatini anlayıp ona inanmayanlar, deneyci-emprik dogmatizme esir olup sadece duyu âleminin gerçekleriyle yetinenler, Peygamberler (s.a.a.) eliyle âlemin ötesine ve metafiziğe açılan pencereden dışarıya bakmaya yanaşmayanlar İmam-ı Zaman olgusunu gerçeklikten uzak ama en fazla faydalı bir şey olarak görüyor olabilirler. Hâlbuki işin gerçekliği şudur: İmam-ı Zaman'ın hikâyesi bir masal değildir, buna dini bir efsane olarak bakmamak gerekir. İmam-ı Zaman'ın (AS) hikâyesi gerçektir, faydalıdır ve her ikisi iç içedir.
O halde Batı'da “Mesiyanizm ve Fütürizm” diye tabir ettikleri geleceğe ve tarihe bir bakış söz konusudur, çünkü tarih canlı ve aktiftir, bilinçli bir varlık tarafından yönlendirilmektedir, insanlığın öyküsü en sonunda bir lağım çukurunda sonlanmayacaktır. İnsanlık tarihi konusunda iyimserdir, insanlığa söylenen tüm yalanlardan, yapılan adaletsizliklerden ve zulümlerden sonra “hakikat ve adalet” güneşinin doğacağına inanmaktadır. Allah insanı tarihin zalimlerine bırakmayacaktır. Ancak buna karşın ikinci bir çizgi daha var ve bu, Batı liberalizmi, kapitalizmi ve hegemonyası tarafından bugün dünyadaki akademilere ve üniversitelere pompalanıyor. Dünya kamuoyuna zorla empoze ediliyor, o da “tarihin gayesinin, hedefinin” reddedilmesi düşüncesidir.
Burada Batı derken Batı ülkelerinde yaşayan halkı kastetmiyoruz. Batı ülkelerinin halkları, dindar ve Hıristiyan olanlar, “vaat edilmiş” olana inanırlar. Fıtratlarının bombardıman edilmiş olmasına rağmen -Batı'da, ABD'de, Avrupa'daki küçük bir azınlık dışında- hala içsel inceliklerini koruyorlar. Şunu hatırlatayım, Washington'daki bazı dostlarla birlikte bir kiliseye gitmiştik. Çok muazzam ve eski bir kiliseydi. Hemen hemen bir müze halindeydi ve iç içe yedi kiliseyi içeriyordu. Kilisenin salonunda Amerikalı bir kız öğrenci gördük. Oturmuş ney üflüyordu. Pazar sabahıydı, yanına gidip ona ne yaptığını sordum: “Vaat edilmiş olanı bekleme adına ve onun aşkıyla her Pazar sabahı gelip ney üfleyeceğim diye adak adadım” dedi. Bu, maneviyatın, insanlığın, adaletin gece gündüz bombalandığı bir toplumdur, buna rağmen Washington'un göbeğindeki bu genç dindar kız öğrenciyle baş edemiyor. O halde Batı derken Batı ülkelerinde yaşayan sıradan saf, bilinçsiz halkı kastetmiyoruz. Hatta aslında bir şekilde mazlum ve kurban konumundaki, sıradan dejenere vatandaşları da kastetmiyoruz. Kastettiğimiz “liberal kapitalist hegemonyadır” ve bugün Amerika'ya ve Amerika üzerinden de tüm dünyaya hükmeden Yahudi kapitalist hücrelerdir. Sahtekârlıklarla dolu olan son seçimlerde her ikisi de kapitalist çelik çekirdeğin çıkarlarını koruyan iki kişiden biri lehine kamuoyunun beynini yıkayanlar onlardır. Bu şirketlerin milyarlarca dolarlık parası, Batı'nın ve bugünün dünyasının gerçek efendisidir, modern kölecilik düzenine bunlar liderlik etmektedir.
İnsanlık tarihi boyunca en muhafazakâr güç hücreleri, Amerika'ya ve Batı'ya liderlik eden işte bu liberal düşünce hücreleridir. Peki niçin muhafazakarlar? Çünkü dünyadaki mevcut durumun onların lehine korunması gerekmektedir. Bu durum nasıl korunur? Öncelikle şuna inandırmalıdırlar ki dünyadaki mevcut durum, onlarca yıldır dünyada meydana gelen gelişmeler, küresel siyonist kapitalizmin yedeğindeki liberalizm ideolojisi, güç ve servet denklemini tanımlıyor. Bunun rasyonalitenin ta kendisi olduğuna, herkesin buna inanması gerektiğine ve adını modernite koydukları şeyin tarihin sonu olduğuna herkesi inandırmaya çalışıyorlar.
Şunu demek istiyorlar: Dünya toplumunda bizim liderlik ettiğimiz mevcut durumdan daha iyi ve üstün bir “Medine-yi Fazıla” (erdemliler toplumu, şehri) gerçek hayatta olmadığı gibi zihinsel olarak mevcut olması da mümkün değildir. Popper, ölümünden birkaç yıl önce Spiegel'e verdiği mülakatta, “Bugün tüm insanlık tarihinin ‘medine-yi fazıla'sı, Amerika Birleşik Devletleri toplumudur” demişti. Söyleşiyi yapan gazeteci, ona “Her sekiz saniyede bir cinayetin işlendiği, her dokuz saniyede bir cinsel saldırının yaşandığı bir toplum, en büyük gelir kaynağı uyuşturucu madde ile kimyasal ve biyolojik kitle imha silahları olan bir toplum nasıl erdemli toplum ve tarihin sonu olabilir?” diye sorsaydı o şöyle cevap verirdi: “Medine-yi Fazıla üzerine düşünme gerekliliği aslında bize söylenmiş bir yalandı. Tarihin sonuna kadar hiçbir ‘medine-yi fazıla' olmayacaktır ve böyle bir şey düşünülmemelidir. İnsan zihnindeki bu sapkın düşünce bir masal inancıdır.” Veya Amerikan kapitalizminin teorisyeni Fukuyama da şöyle diyor: Eğer tarihin bir sonu varsa o da şu andaki Amerika Birleşik Devletleri toplumudur. Bu, “muhafazakâr” bir düşüncedir.
Muhafazakârlık, dünyadaki mevcut durumu ve şu an dünyaya hükmetmekte olan güç piramidinin korunmasını savunur. Bu piramidin başında kapitalistler vardır, diğer tüm milletler, doğulu ve güneyli milletler ise güç piramidinin başındakileri omuzlarında taşıyan kölelerdir. Bugün dünyadaki servet nasıl bölüşülüyor? İnsanlığın yüzde kaçı, yeryüzündeki servetin yüzde kaçını elinde bulunduruyor? Bu açık rakam nedir? Eğer birileri bu mevcut durum devam etsin diyorsa bunun anlamı nedir?
Rivayetlere göre İmam-ı Zaman (a.s.) insanlık toplumundaki sınıf farklılıklarını ortadan kaldıracak. Elimizdeki rivayetlere göre Mehdi'nin döneminde yeryüzünde hiçbir aç insan kalmayacaktır. Bizim inandığımız, tüm dinlerin inandığı Mehdeviyet budur. Fakat hiç kimse ahir zaman toplumu ve Büyük Dünya Devrimi konusunda Şiiler kadar açık konuşmamıştır. Diğerleri muhtemelen bu duruma ilişkin ayrıntılı bilgiye sahip değildi. Şia, o büyük Küresel Devrim Önderinin yüce adını dahi biliyor. O'nun yönetim tarzını açıklıyor. Muhtemelen başka hiçbir ekol böyle değildir. Sizler Upanişadlar'da, Vedalar'da, İncil'de, Tevrat'ta, tüm Doğu ve Batı kaynaklarında ahir zaman müjdesini görürsünüz. Fakat hiçbiri Şii kaynakları kadar O'nun hakkında fiziğine, sözlerine, şiar ve devrimci yöntemlerine varacak kadar açık ve net bir şekilde söz etmemiştir. Biz medine-yi fazıla düşüncesine, Mesiyanizme, dini köktenciliğe, devrimci radikalizme ve ideolojiye karşıyız diyen ve hatta dini olmasa dahi her türlü ilkeciliğe muhalif liberal kapitalizmin başlıca hedefi şudur: İnsanlık kamuoyunda, özellikle de Doğulu ve İslami üniversitelerde, öğrencinin ve ardından halkın zihninde mevcut durumla ilgili bir şüphe, beklenti hali ortaya çıkmasın. “Yoksa kapitalist modernite yolun sonu değil mi? Başka bir yolu mu gözlemek gerek?” gibi sorular kamuoyunun zihninde filizlenmesin.
Onlar demek istiyor ki dünyadaki bu mevcut durumun ötesinde başka hiçbir şey yoktur. Var olanlar bilimin, akılcılığın ta kendisidir ve tarihin sonudur. Diyorlar ki burası son duraktır, insanlık trenden inmelidir. Ancak dikkat ederseniz tüm insanlık bizim seviyemizde hayat sürsün ve Amerikan halkının imkânlarına sahip olsun demiyorlar. Bunu deselerdi küresel ölçekteki zulüm ve adaletsizlikten vazgeçmeleri gerekirdi. Çünkü küreselleşmenin anlamı servetin, gücün, bilginin, onurun, saygınlığın tüm dünyada eşit olması demek olsaydı bu kabul edilir bir şey olurdu. Fakat onların istediği küreselleşme “Amerikanlaşmak”tır. Küreselleşme başında Amerika'ya egemen olan kapitalistlerin bulunduğu, insanlığın geri kalanının ise piramidin gövdesini oluşturduğu bir şeydir.
Batılı küreselleşme, Batı'nın dünyadaki zulmünü izah edilebilir kılma amaçlıdır. Onlar “Mehdevi küreselleşmeye” karşıdırlar. Amerikan kapitalizminin küreselleşmesine çağırmaktadırlar. Eğer küreselleşme, Amerika'nın Amerika'yı, Amerika'ya hâkim kapitalizmi, Siyonizmi ve İngiltere'yi küreselleştirmesinden ibaretse bu küreselleşme yalnızca onların çıkarınadır. Onlar işte bunu yayıyorlar, bu “küreselleşme” bütün kültürleri, ideolojileri, direnişi yutuyor ve sindiriyor. Ama eğer “Biz küreselleşmeyi kabul ediyoruz; ancak Yahudi kapitalizmi ölçütlerindekini değil, ‘tüm dünyada hiçbir aç kalmamalıdır' diyen İmam Mehdi'nin ölçütlerini” dersek, “Afrika'nın bir köşesindeki 11 yaşındaki çocukların ağırlığı Washington ve New York'taki 6 aylık çocuğunki kadar olmamalıdır. Bir deri bir kemik olmamalı, kaburgaları sayılmamalıdır” diye itiraz edersek bunu kabul etmiyorlar.
Onlar Mehdevi küreselleşmeyi, yani adaletin küreselleşmesini reddediyor ve onu bir kuruntu, bir ütopya olarak görüyorlar. Çünkü İmam Mehdi (a.s.) güvenliği sadece Batılı kapitalistler için değil, herkes için istiyor. Rivayetlere göre İmam Mehdi döneminde güvenlik dünyaya o kadar hâkim olacak ki genç bir kız en küçük bir hakarete ve tehdide uğramadan dünyanın bir ucundan diğer ucuna tek başına gidebilecek. Bu bizim rivayetlerimizde vardır. Mehdevi küreselleşme herkes için güvenlik demektir. Sadece New York'taki kapitalistlerin kızları için değil, Afrika'nın, Meksika'nın, Gana'nın ve Afganistan'ın kızları için de emniyettir.Ancak Batı kapitalizmi tarzı küreselleşme düşüncesinin söylediği ve istediği “muhafazakârlığın” ta kendisidir. Bunlar küresel ölçekte ilkeciliğe, medine-yi fazıla kurulmasına, ideolojiye, değerlerin hâkimiyetine karşıdırlar. Onlar diyorlar ki değerler, prensip olarak bilimsel ve rasyonel şeyler değildir. Değerler kişisel ve görecelidir, o halde bunun yönetimle ve kamu işleriyle bir ilgisi yoktur, sekülerizm işte budur.
Onların propaganda tarzına göre Mehdeviyetten, küreselleşmeden, küresel adalet vaadinden söz etmek hayalciliktir ve imkânsızdır. Üniversite bahislerinde bunu söz konusu ediyorlar ve muhafazakârlık tezini küreselleştirmeye çalışıyorlar. Diyorlar ki bu fikir zaten ideolojik, totaliter ve tekelcidir. Mehdi adlı birinin gelip de tüm dünyada tek bir yönetim kurması da ne demek oluyor!
Bizim rivayetlerimize göre Mehdi (a.s.) akli kanıt ve kılıçla küresel hâkimiyeti ve adaleti gerçekleştirecektir. O, Hıristiyanlarla gerçek İncil'le, Yahudilerle gerçek Tevrat'la tartışıp delil getirecek. Hiç kimse için bir bahane ve mazeret bırakmayacak. İnsanların çoğu mantık ve akli kanıtla, öğüt ve rahmetle ikna edilecek; inat edenler de kılıçla ıslah olacak. İnsanlık İslam'a girecek.
medyaşafak
Kur’an-ı Kerim’de Tövbe
Kur’an-ı Kerim’de Tövbe
1-Allah Tövbeleri Kabul Edendir;
“Onlar, kullarından tövbeyi kabul edecek, sadakaları alacak olanın ancak Allah(cc) olduğunu ve onun tövbeleri kabul edici, merhamet eyleyici bulunduğunu bilmediler mi?” (Tövbe-104)
“O, kullarının tövbesini kabul eden, günahlarını affeden ve ne işlerseniz bilendir.” (Şura-25)
2-Tövbe Eden Kimsede Bulunması Gereken Şartlar:
a) Salih amel işlemek:
“Kim tövbe edip, salih amellerde bulunursa şüphesiz o, Allah(cc)’a gereği gibi yönelmiş olur.” (Furkan-71)
b) Eski (İyi) hale dönmek:
“Allah(cc), onlar da eski hallerine dönsünler diye, tövbelerini kabul etti. Şüphesiz ki Allah, tövbeleri çok çabuk kabul edici ve çok merhamet edicidir.” (Tövbe-118)
c) İnanmak:
“Kötülük işleyip ardından tövbe eden ve inananlar bilsinler ki, Allah(cc) İmandan sonra muhakkak onları bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (A’raf-153)
d) Günahtan sonra tövbe:
“Ama Allah(cc)’ın vaad ettiği tövbe; ancak cahillikle yapılan kusurlar ve çok geçmeden edilen tövbedir. İşte Allah(cc) böylelerin tövbelerini kabul buyurur. Allah(cc), tövbe edenleri bilir ve hikmet sahibidir.” (Nisa-17)
e) İyiliği emredip, kötülükten alıkoymak:
“Tövbe edenlere, abidlere(ibadet edenlere), hamd edenlere, rüku edenlere, secde edenlere, iyiliği emredenlere, kötülükten alıkoyanlara ve Allah(cc)’ın hükümlerini koruyan mü’minlere cenneti müjdele” (Tövbe-12)
f) Pişmanlık:
kuran
“Ey İman edenler! Yürekten tam bir pişmanlık içerisinde tövbe ederek, Allah’a dönün. Olur ki, rabbiniz kötülüklerinizi mağfiretiyle örter ve sizi de altında ırmaklar akan cenetlere koyar.” (Tahrim-8)
3-Allah(cc)’ın ve Onun Peygamberleri(sa)’nin Tövbe Emri:
a) Allah(cc)’ın emri:
“Onlar yaptıklarından hala Allah’a tövbe edip, onun mağfiretini dilemeyecekler mi? Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Maide-74)
b) Hz.Musa(as)’nın kavmine tövbe emri:
“O zaman Musa kavmine; Ey kavmim! Buzağıya tapmakla gerçekten nefsinize zulüm ettiniz. Hemen rabbinize tövbe edip nefsinizi temizleyin. Bu, yaradanınız nezdinde sizin için hayırlı olacaktır. O tövbeleri kabul eder, demişti. Çünkü şüphe yok ki, Allah tövbeleri kabul eder ve (O) acıyandır.” (Bakara-54)
c) Hz.Salih(as)’in kavmine tövbe emri:
“Semud milletine de, kardeşleri Salih’i gönderdik. Salih; Ey milletim! Allah’a kulluk eden. Ondan başka ilahınız yoktur. O sizi topraktan yarattı ve orada ömür geçirmeye memir etti. O halde ondan bağışlanma dileyin, sonra tövbe edin. Şüphesiz ki Rabbimin merhameti, çok yakındır. O duaları kabul edendir.” (Hud-61)
4-Tövbe Edenler Kurtuluş Üzerindedir:
a) Tövbe eden kurtulur:
“Sonra arkalarından namazı bırakıp, şehvetlerine uyan kötü bir nesil geldi. İşte bunlar azgınlıklarının cezasına uğrayacaklardır. Ancak tövbe edip, İman eden ve yararlı işler yapanlar bunun dışındadır. Çünkü bunlar, hiçbir haksızlığa uğratılmadan cennete gireceklerdir.” (Meryem-59-60)
b) Kötülükleri iyiliğe çevrilir:
“Kıyamet gününde azabı kat kat artar. Orada alçaltılarak sürekli kalır. Ancak tövbe eden, İman edip yararlı işler işleyen kimse müstesnadır. Çünkü Allah bunların kötülüklerini iyiliği çevirir. Allah çok bağışlayan ve esirgeyendir.” (Furkan-69-70)
c) Ebedi lanetten kurtuluştur:
“Bu lanete, ebedi olarak maruz kalacaklardır. Azapları hafifletilmez, ve yüzlerine bakılmaz. Ancak onun ardından tövbe edip, durumlarını düzeltenler müstesna.” (Al’i İmran-89)
5- Tövbe’nin Faydası:
a) Rahmet:
kuran
“Rabbiniz, sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar da, arkasından tövbe eder, nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi; kendi üzerine almıştır. Şüphesiz Allah, çok yargılayıcı(bağışlayıcı) ve çok esirgeyicidir.” (En-am-51)
b) İyi şekilde geçinmek:
“Hem rabbinize bağışlanma dileyesiniz, sonra da tövbe edesiniz ki, O da sizi takdir edilmiş bir zamana kadar güzel bir şekilde geçindirsin.” (Hud-3)
c) Bereket ve kuvvet:
“Ey Milletim! Rabbinizden bağışlanma dileyin. Sonra da ona tövbe edin ki, size gökten bol bol yağmur yağdırsın, kuvvetinize kuvvet katarak sizi çoğaltsın. Günah işlemeye devam ederek, İmandan yüz çevirmeyin.” (Hud-52)
d) Hidayet bulmu:
“Şüphesiz ku ben, tövbe edip iman edenlere, salih işlerde bulunanlara, hidayeti gösteririm.” (Ta’ha-82)
e) Kurtuluşa erme:
“Fakat tövbe eden, İman edip yararlı işler yapan kimse kurtuluşa erenler arasında bulunur.” (Kasas-67)
f) Allah(cc)’ın sevdiklerinden olma:
“Şüphesiz Allah, tövbe edenleri ve temiz olanları sever.” (Bakara-222)
6- Tövbesi Kabul Edilmeyenler:
a) Kafirler ve son anda tövbe edenler:
“Devamlı olarak günah işleyip de ölüm gelince, -Ben şimdi tövbe ettim, diyenlerin tövbesi kabul edilmez. Kafir olarak ölenlerin tövbesi de kabul edilmez. Böz öylelerine acı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa-18)
b) Mürtedler:
“İman ettikten sonra kafir olup, sonra da küfürlerini artıranların tövbeleri kabul edilmez. İşte onlar sapıktırlar.” (Al’i İmran-90)
Reisi Irak Başbakanı Kazımi’yi resmi törenle karşıladı
İranlı üst düzey yetkililerle temaslarda bulunmak üzere Tahran’a gelen Irak Başbakanı Mustafa Kazımi, Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reisi tarafından resmi törenle karşılandı.
İranlı üst düzey yetkililerle temaslarda bulunmak üzere Pazar günü sabah saatlerinde üst düzey bir heyet başkanlığında Tahran’a gelen Irak Başbakanı Mustafa Kazımi, Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reisi tarafından resmi törenle karşılandı.
Resmi karşılama töreninin hemen ardından ise Cumhurbaşkanı Reisi ve Başbakan Kazımi ikili müzakerelere geçti.
İran ve Irak Karşılıklı Vize Uygulamasını Kaldırdı
İran’ın başkenti Tahran’a resmi ziyaret gerçekleştiren Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile bir araya geldi. Görüşmenin ardından gerçekleştirilen ortak basın toplantısında konuşan Reisi, iki ülke arasında vize uygulamasının kaldırıldığını açıkladı.
Reisi, Irak ile İran’ın derin ilişkilerinin olduğunu belirterek, el-Kazımi’nin iki ülke arasında vizenin kaldırılmasını ve Erbain ziyareti için İran’ın kontenjanının artırılmasını onayladığını söyledi. Irak ile ilişkilerini daha fazla geliştirmeyi amaçladıklarını vurgulayan İran Cumhurbaşkanı, el-Kazımi ile yaptığı görüşmede birçok kararın daha alındığını dile getirdi.
Basın toplantısında iki ülke arasındaki tarihi ve dostane ilişkileri güçlendirecek birçok ortak konunun görüşmede ele alındığını kaydeden Irak Başbakanı Kazımi, “Terör örgütü IŞİD ile mücadelesinde Irak’ın yanında duran herkese teşekkür ederim. İran savaşın ilk anından bu yana Irak’ın yanında durdu” ifadelerini kullandı.
Kazımi, Irak ile İran’ın ilişkilerinin iki ülke arasındaki sınırlardan daha derin olduğunu ifade etti.
Zaharova: ABD'nin Rusya'nın seçim süreçlerine müdahalesi belgelerle kanıtlandı
Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, ABD'nin Rusya'nın meselelerine ve seçim süreçlerine müdahale ettiğinin belgelerle kanıtlandığını belirtti.
YouTube kanalında yayınlanan bir programa katılan Zaharova, ABD'nin Rusya'nın meselelerine ve seçim süreçlerine müdahale ettiğinin belgelerle kanıtlandığını söyledi.
Bu nedenle ABD’nin Moskova Büyükelçisi John Sullivan'ın Rusya Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldığını hatırlatan Zaharova, “Amerikan tarafına ABD topraklarından, Amerikan İnternet tekellerinin sahip olduğu ve yönettiği İnternet platformları kullanılarak açık eylemlerin gerçekleştiğini, iç siyasi süreçlerimize, seçim süreçlerine, seçimlere müdahale edildiğini ve bunun belgelerle kanıtlandığını somut gerçekler üzerinde ortaya koyduk” vurgusunu yaptı.
Rus diplomat, ABD tarafından bu adıma karşılık herhangi bir açıklama, yorum yapılmadığını, tepki verilmediğini ifade etti.
ABD’nin Moskova Büyükelçisi John Sullivan, Rusya’nın iç meselelerine, özellikle de seçimlere müdahale edildiği gerekçesiyle Rusya Dışişleri Bakanlığı’na çağrılmıştı.
Bakanlıktan yapılan açıklamada, Sullivan’a Rusya’nın iç işlerine müdahalenin kesinlikle kabul edilemez olduğu ifade edildiği kaydedilmişti.
Diğer yandan ABD Dışişleri Bakanlığı, Amerikan Büyükelçi’nin Rus-Amerikan ilişkilerinin istikrara kavuşturulmasına ilişkin konuların ele alındığını açıklamıştı.
11 Eylül ve ’Küresel Terörizm’
ABD başkanlarının adı değişti ama teröre karşı savaş adı altında terörü yayma politikası değişmedi. ABD yönetimi kasten belirsiz bir ‘uluslararası terörizm’ kavramı ortaya attı ve bu kavram Afganistan, Irak, Libya ve Suriye'nin işgali için bir gerekçe olarak kullanıldı
Bu yıl, New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne düzenlenen terör saldırısının ve ardından ABD'nin başlattığı “uluslararası teröre” karşı savaşın 20. yıldönümü.
1975'te ABD'de değişim öğrencisiyken New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'nin İkiz Kulelerine ziyarete götürülmüştük. İkiz Kuleler o zamanlar dünyanın en yüksek binasıydı ve "Dünyanın Yeni Harikası" olarak sunuluyordu. Binanın ABD'nin dünya egemenliğinin bir sembolü olması öngörülmüştü. 11 Eylül 2001'de İkiz Kuleler vurulduğunda haftalık Aydınlık'ın Genel Yayın Yönetmeniydim, Ulusal Kanal'da üç gün aralıksız canlı yayın yapmıştık. Tezimiz, ABD için yeni bir dönemin başladığı yönündeydi.
2000'li yıllara gelindiğinde, ABD'nin dünya hâkimiyeti iddiası ile ekonomisinin dinamizmi arasındaki çelişme büyümüştü. ABD egemen sınıfları tam da o tarihte, şimdi artık günlük tartışma konusu olan ikilemin içindeydiler. ABD, ya dünya egemenliğinden vazgeçecek ve ülke içinde giderek artan sorunlarına çözüm bulmaya odaklanacak ya da dışarıda daha saldırganlaşacaktı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından beri, tadı damaklarında kalan, “savaş ekonomisi” ile hızlı sermaye birikimini yeniden devreye sokmak için “teröre karşı savaş” başlattılar.
ABD yönetiminin bel kemiği olan mali oligarşi, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün "tek kutuplu bir dünyaya" yol açtığı yanılsamasına düşmüştü. Bu yanılsama, Francis Fukuyama gibilerine “Tarihin Sonu” tezini ilan etmeye kadar vardırdı. Bu entelektüel safsata, “teröre karşı savaş”ı ateşlemek için kullanıldı. ABD Başkanı Bush’un ağzından yeni “Haçlı Seferi” başlatıldı. Oysa, dünya ekonomisin yarısını ABD'nin ürettiği 1950'ler çok geride kalmıştı. ABD emperyalizmi Güney Asya, Güney Amerika ve Afrika'da ağır yenilgiler yaşamıştı. Çin ve güney yarım küredeki diğer gelişmekte olan ülkelerin dünya ekonomisinde payı ABD’yi geçmişti. ABD’nin tek üstünlüğü devasa askeri gücüydü.
ABD emperyalizmi, 20 yıllık işgalin ardından 15 Ağustos 2021’de Afganistan'ın kurtuluşuyla birlikte "Haçlı Seferinin" hayal kırıklığı ve rezaletle sonuçlandığını kabul etmek zorunda bırakıldı.
Değişmeyen tek şey, ABD'nin eninde sonunda vahşi askeri gücüyle dünya halklarını boyunduruk altına alacağını düşünen ABD'de çok dar bir kliğin ısrarıdır. Sınıf çıkarları onları bu çılgınlığı sürdürmeye zorluyor. Bu bize, Hitler'in Berlin'in alınmasından sonra bile savaşı nasıl kazanacağına dair hesaplar yapmasını hatırlatıyor!
‘EN BÜYÜK TERÖRİST!’
Ocak 2002'de Cezayir Parlamentosu'nun ev sahipliğinde Cezayir'de düzenlenen "Uluslararası Terör Kurbanları Konferansı"nda konuşmacıydım. Konuşmama "Dünyanın en büyük teröristi ABD ve Başkanı George W. Bush’tur" cümlesiyle başlamıştım. Son 20 yılda gelişmekte olan ülkeler, “terörle savaş” adı altında ABD'nin acımasız saldırılarına maruz kaldılar. ABD başkanlarının adı değişti ama “terörle savaş” adı altında terörü yayma politikası değişmedi. ABD yönetimi kasten belirsiz bir "uluslararası terörizm" kavramı ortaya attı. Ve bu kavram Afganistan, Irak, Libya ve Suriye'nin işgali için bir gerekçe olarak kullanıldı. Son 20 yılda, "uluslararası terörizm"in, ABD'nin emperyalist saldırganlığını haklı çıkarmak için etnik ve dini gerilimleri istismar ederek ve kanatarak yarattığı terör örgütleri olduğunu acı tecrübelerle anladık.
El Kaide, IŞİD, PKK ve Doğu Türkistan İslami Hareketi gibi örgütlerin her birinin CIA destekli olduğuna ve bu desteğin ABD Ulusal Terörle Mücadele Merkezi gibi mekanizmalar aracılığıyla koordine edildiğine dair çok sağlam kanıtlar ortaya serildi. ABD Başkanı Trump 11 Ağustos 2016'da "IŞİD'i Obama kurdu ve diğer kurucu ortağı da sahtekâr Hillary Clinton’dur” diyerek bu gerçeği itiraf etmişti.
Türkiye olarak 37 yıldır ayrılıkçı terörle mücadele ediyoruz. Türk güvenlik güçleri PKK'yı iki kez bitirdi, ancak ABD her ikisinde de terör örgütü PKK'nın imdadına yetişti. 1991 ve 2003 yıllarında Irak'a yapılan ABD müdahaleleri ile PKK diriltildi. Obama, 10 Eylül 2014'te Beyaz Saray'daki “Ulusal Sesleniş”inde PKK'nın Suriye uzantısı PYD’yi ABD’nin "kara gücü" olarak adlandırdı. ABD, PKK'ya 60 bin kişilik bir orduyu silahlandırmak ve donatmak için yeterli silah ve parayı sağladı, sağlamaya devam ediyor.
Ancak ABD sadece Afganistan'da değil, Irak'ta, Libya'da ve özellikle Suriye'de de yenildi. Yakında tüm Batı Asya'dan askerlerini çekeceğini göreceğiz. PKK, IŞİD ve Türkistan İslam Partisi üyelerinin Amerikan uçaklarına kanatlarına asılma umutları bile kalmayacak.
ABD'nin milyarlarca dolar harcadığı, bir milyondan fazla insanı öldürdüğü, milyonlarca insanı yaraladığı, şehirleri yıktığı, insanlık dışı vahşetlere neden olduğu "teröre karşı savaş"ının tek faydası, ileri sürdüğü standartları kullanarak ABD'nin yaptığının terör olduğunu saptamaya izin vermesidir!
İSLAMOFOBİ VE YABANCI DÜŞMANLIĞI
Evet ben bir Müslümanım. Ama ABD’nin “Haçlı Saldırısı”nın İslam dini ile hiçbir alakası yok. ABD'nin hâkim olmak istediği coğrafyada yaşayanların çoğu Müslüman olduğu için terör ve İslam birlikte anılmaya başlandı. Eğer, Amerika Birleşik Devletleri dünya hegemonyasını sürdürmek için Güney Asya'yı hedef seçecek olsaydı, acaba kaç adı sanı bilinmeyen "Budist terör örgütü" yaratılırdı? Aslında 2003 yılında, ABD'nin Afganistan'ı işgaliyle başlattığı "Haçlı Seferi"nin arkasında "Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi"nin olduğu, dönemin ABD Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice'in açıklamasıyla ortaya çıktı. Rice, BOP kapsamında, BM kürsüsünden 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini ve buralara demokrasi götürüleceğini açıkladı. Rice’ın hangi ülkeleri kastettiği emekli Albay Ralph Peters tarafından hazırlanan haritada gösterildi. İlk kez ABD Silahlı Kuvvetleri Dergisi'nde yayınlanan bu harita Türkiye’de çok meşhur.
Yukarıdaki harita Amerikan Yarbay Ralph Peters tarafından hazırlanmıştır. Silahlı Kuvvetler Dergisi, Haziran 2006'da Ulusal Savaş Akademisi'nde yayınlandı. (Harita Telif Hakkı Yarbay Ralph Peters 2006)
ABD Silahlı Kuvvetler dergisinde, iki yeni imal edilen ülkenin adında “bağımsız” sıfatı var. “Bağımsız Kürdistan” ve “Bağımsız Belucistan”! Bunu Batı Asya’da “İkinci İsrail” ve Asya’nın kalbinde “Üçüncü İsrail” diye okuyabiliriz.
ABD stratejisinin açıkça ilan edilmese de "Bağımsız Doğu Türkistan" projesini hayata koymak olduğunu belirtebiliriz. ABD'nin sözde “Bağımsız Kürdistan ve sözde Bağımsız Doğu Türkistan” girişimlerinin aynı planın parçası olduğunu vurgulamak anlamlı olacaktır. Sözüm ona, her üç “free” (özgür) devlet kurma projesi, Kuşak ve Yol Girişimi'ni baltalamak için uygulamaya konan bölücü, emperyalist planlardır. Kuşak ve Yol Girişimi insanlığa barışı, farklı kültürler arasında hoşgörüyü, ortak gelişmeyi ve paylaşarak ilerleme fırsatı veriyor.
ABD ve Batı’da hız verilen hem İslamofobi hem de Sinofobi (Çin düşmanlığı) aslında, mazlum milletlerin halklarını hedef alıyor. ABD emperyalizmi, ezilen halkların hak arayışlarının önünde bu ideolojik barikatları ve ırkçılığı yaratarak dünya jandarmalığını sürdürmek istiyor! Ama nafile.
11 Eylül’ün 20. Yıldönümünde her şeyden önce, kahraman Afgan halkının bağımsızlık mücadelesini içtenlikle kutlarım. Atlantik Kampı'nın burnu havadaki züppeleri ve onların bizdeki uzantılarınca insan sayılmayan bu fakir ama inançlı insanlar, ABD emperyalizmine tarihi bir ders verdiler. ABD’nin tehdit ve saldırılarıyla mücadele eden Türkiye’mize soluk aldırdılar.
Afganistan'ın geleceği için umutlu olmalıyız. ABD ve Batı, Afganistan'a ve halkına büyük kayıplar verdirdi. Ancak bundan sonra Afganistan'ın terörle ilişkilendirilmeyeceğini göreceğiz. Afganistan'da yönetimi devralan Taliban örgütü, ülkelerinin başka ülkelerin çıkarları için kullanılmasına izin vermeyeceklerini ve terör örgütlerini ülkelerinde barındırmayacaklarını çok kararlı bir şekilde ifade etti. Yıllarca IŞİD ve El Kaide ile savaşarak, Türkistan İslamcı Partisi'ne faaliyet ve barınma fırsatı vermeyerek bu konudaki samimiyetlerini gösterdiler.
AFGAN HALKI ZORLUKLARIN ÜSTESİNDEN GELECEK
Afganistan'ın bir şansı da komşularının tamamının Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) üyesi olması. ŞİÖ'nün gözlemci üyesi Afganistan'ın, yükselen Asya uygarlığından hız alarak ileriye doğru önemli bir sıçrama yapacağından emin olmalıyız. Asya’nın uyarlık birikiminin bir parçası olan Afgan halkının daha iyi bir yaşam özlemi Çin, Rusya, İran ve Türkiye'nin dostane teşvikleri ile Afgan halkı, Taliban'ın bazı ideolojik eksikliklerinden doğacak zorlukların üstesinden gelecektir.
ABD'YE DERS OLSUN
Gelişmekte olan Asya uygarlığının dört önemli ülkesi olan Çin, Rusya, İran ve Türkiye'nin Afganistan'ın yaralarını iyileştirmek ve Afganistan'ı Kuşak ve Yol Girişimi’nin önemli bir bileşeni haline getirmek için el ele vermelerini ve birlikte çalışmalarını beklemek gerçekçidir. ABD ve NATO'nun işgalinden halkın silahlı mücadelesi ile kurtulan Afganistan artık emin ellerdedir. Afganistan, ŞİÖ ile güvenliğini tesis edecek ve Kuşak ve Yol Girişimi ile ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesini sağlayacaktır. Bu da ABD’ye ders olsun!
Adnan Akfırat
Siyonist Rejim Tarihinde Unutulmaz Bir Tokat!
Filistinli mahkumların Gilboa hapishanesinden tünel kazıp kurtularak işgalci rejime karşı kazandıkları yeni zaferi, işgal rejimi için büyük bir güvenlik başarısızlığı ve onlar için zor bir gün oldu.
İşgal rejimi uzmanları, cesur ve kahraman mahkumların kararlılığının işgalci rejimin prangalarını kırdığını vurguladı.
Onlar, bu rejimin tahkimat ve tedbirler açısından en önemli kalelerinden birini geçmeyi başardılar ve bu kaleden kaçmak neredeyse imkansızdı.
Uzmanlara göre, bu operasyon işgalci rejimin iç çevrelerinde geniş yankı uyandırdı; Bu rejim temelde ülke içinde yaygın bir öfkeyle karşı karşıya. Muhalefet ve rejim kabinesi arasındaki Gazze Şeridi ve Filistin'deki durum konusunda da bazı memnuniyetsizlikler var.
Uzmanlar, Gazze Şeridi sınırlarında bir siyonist keskin nişancının öldürülmesinin işgalci rejim içinde hala geniş çapta yankılanmaya devam ettiğini ve işgal rejimi çevrelerinde büyük tartışmalara neden olduğunu vurguladı.
Şimdi de Filistinli mahkumların hapishaneden kurtulma operasyonu İsraillilerin yüzüne daha büyük bir tokat attı. Şimdi ‘’yenilmez İsrail’’ imajı siyonist yerleşimcilerin gözünde kırılıyor. Onlar, güvenliklerini sağlamak için bu askeri kuruma güveniyorlardı.
İslami Cihad Hareketinin temsilcileri, Filistinli mahkumların Gilboa hapishanesinden kurtulma operasyonunu sadece Filistinliler için değil, bölgedeki direniş güçleri için de bir zafer olarak değerlendirdi.
İslami Cihad Hareketinin temsilcileri şu açıklamalarda bulundu: ‘Bu operasyon, güvenlik ve askeri düzeyde Siyonist düşmana büyük bir darbe indirdi. Aynı zamanda Kudüs’ün Kılıcı savaşının kazanımlarına bir başarı daha eklendi. Bu korkunç darbe, Siyonist rejimin büyüklüğünü ve askeri yapısını paramparça etti.
Netanyahu'nun yenilgisi ve Benet'in iktidara gelmesinden sonra, Siyonist rejimin yeni Başbakanı, Filistin'in yeniden inşasını engelleyerek Kudüs’ün Kılıcı savaşındaki kayıplarını telafi etmeye çalıştı. Ayrıca zaman zaman Filistinlilere saldırdı veya onları gözaltına aldı; Ancak saldırılarının kırmızı çizgileri aşmasına ve Filistinlilerle yeni bir savaşa neden olmasına izin vermemeye çalıştı. Siyonist düşman, Filistinlilerle savaşmaktan korkuyor ve şimdi ne yapacağını bilmiyor. Çünkü bir yandan kayıplarını telafi etmeye çalışıyor diğer yandan ise Filistinlilerle yeni bir savaş açılmasını istemiyor; Çünkü bu savaşın kaybedeni kesinlikle kendisi olacaktır.
İşgal Rejimi Çaresizliğini İtiraf Etti: Bilinmeyeni Aramak Gibi
İşgal rejimi İsrail güçleri, cezaevinden firar eden 6 Filistinliyi aramanın bir sonuç vermediğini ifade etti.
Kan haber ajansına göre işgal güçleri, 24 saatten fazla bir süre sonra takip ve arama operasyonlarından hala bir sonuç alınamadığını belirtti.
İşgalin Polis Operasyonları Dairesi Başkanı Şimon Nahmani, "Kaçak Filistinli esirleri bulmak ve onları takip etmek, bilinmeyeni aramak gibidir. Onların kaçış yerlerini, sınırları ve geçitleri kapattık.
Onlarca bilgiyi gözden geçirdik, düzinelerce operasyonel görev gerçekleştirdik, ancak bunların takibinde ilerleme kaydedilmedi" dedi.
İşgal güçleri Filistinli mahkumları arama operasyonunun bir parçası olarak işgal altındaki toprakların çeşitli yerlerinde 260'tan fazla kontrol noktası kurdu.
IŞİD’i kim kurdu, kim silahlandırdı? Diğer
Yıllarca Ortadoğu’da dolaştım.Irak’ta, Suriye’de birçok şehri gezdim.
2009 yılına kadar adını hiç duymamıştım.
Birdenbire bölgenin en belalı örgütü oldu.
Hızla büyüdü, şehirleri ele geçirdi.
Herkes bu örgütün kim olduğunu merak etti.
ABD ile yakın teması olan,
Hillary Clinton’la “çak” yapan,
Eski bir Dışişleri Bakanlarımız için,
“Dışlanmış çocuklar”dı.
Nedense masumlaştırmaya çalıştı.
ABD’NİN ÖNÜNÜ AÇTI
Çok acımasızdı. Kafa kesiyordu.
Kadınları kaçırıp evlere dolduruyor, örgüt üyelerine sunuyordu.
Dünyanın birçok yerinden gelen teröristler,
Türkiye üzerinden Suriye’ye geçip bu örgüte katıldı.
ABD durumdan hiç rahatsız değildi.
Hatta gelişmelerden çok memnundu.
Finansmanında Suudi katkısını herkes bilir.
ABD izni olmadan mümkün mü?
İPİ HEP ABD’NİN ELİNDE OLDU
Sonrası da ilginçti.
Kim ABD’nin isteklerine direndiyse,
IŞİD oraya yöneldi.
Bazen Bağdat, bazen Erbil, bazen Suriye, …
İpi CIA ve MOSSAD’ın elinde dolaştı durdu.
ABD, PKK/PYD’yi Suriye’nin doğusuna,
IŞİD sayesinde yerleştirdi.
Binlerce TIR silahı PKK/PYD’ye,
“IŞİD’le mücadele” bahanesiyle verdi.
Asıl niyeti PKK devletçiğiydi.
Dünya kamuoyunun gözünü IŞİD’le boyadı.
HER DERDE DEVA
IŞİD, ABD için her derde deva oldu.
PKK/PYD bölgeye tam yerleşince;
IŞİD’in tayini çıktı.
ABD bir kısmını Afganistan’a taşıdı.
Uzun süredir eğitiliyorlar.
Kuzey Veziristan’da oldukları konuşuluyor.
ABD’nin verdiği yeni göreve hazırlanıyorlar.
ABD KURDU, SİLAHLANDIRDI
IŞİD-ABD ilişkisi çok açık.
Bizzat Amerikalılar söylüyor.
İşte onlardan bazıları:
ABD’li General Michael Flynn.
Tarih 2015.
“Amerika IŞİD’i silahlandırdı” dedi.
Doğrudan Obama’yı işaret etti.
ABD’nin Irak’ta istikrarsızlık için IŞİD’i kullandığını belirtti.
Bir önceki ABD Başkanı Trump:
“IŞİD'i Obama ve H. Clinton kurdu.”
Başka söze gerek var mı?
BAŞKALARI DA VAR
Sade onlar da değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı noktaya dikkat çekti.
28 Ocak 44. Muhtarlar Toplantısı’nda,
“IŞİD’in hamisi Amerika” ifadesini kullandı.
Afganistan eski Cumhurbaşkanı Hamid Karzai.
2017’de yaptığı açıklama özetle şöyle:
“Amerika, Afganistan’da IŞİD’e destek sağlıyor. IŞİD, ABD'nin bir aracı. İkisi arasında bir fark yok.”
İran Genelkurmay Başkan Yardımcısı Tuğgeneral Mesud Cezayiri de benzer iddialarda bulundu:
“ABD, Irak ordusu tarafından kuşatılan IŞİD militanlarına silah yardımı yaptı.”
ABD PKK’ya da aynı şeyi yapmıştı.
Cudi Dağı’nda sıkışınca, uçakla silah, mühimmat ve gıda atmıştı.
TALİBAN IŞİD’LE SAVAŞIYOR
Taliban yıllardır IŞİD’le savaşıyor.
ABD’nin derdi IŞİD olsaydı yanında olurdu.
Tam tersini yaptı.
Taliban’a karşı IŞİD’i destekledi.
Zaten Suriye’den oraya kendisi taşıdı.
PKK/PYD’ye ne yaptıysa onu yaptı.
Derdi IŞİD değil.
IŞİD kendi çocuğu.
Putin'in Afganistan özel temsilcisi Kabulov’un açıklamaları da önemli:
“Afganistan'da IŞİD'le Taliban mücadele ediyor. Hatta ABD'den daha etkin bir şekilde. O yüzden kuzey bölgelerini Taliban'ın kontrol etmesini tercih ediyoruz.”
Her şey ortada.
IŞİD HORASAN GRUBU
IŞİD’in Horasan Grubu konuşuluyor.
Kabil’deki patlamayı onlar üstlendi.
Afganistan’ın kuzeyindeler.
Putin’in tahrif edilen açıklamasında dikkat çektiği grup.
Niyetleri önce Orta Asya’ya, oradan Rusya’da Müslümanların yaşadığı bölgelere sızmak.
ABD’nin “Asya Baharı” planında rolleri var.
Asya ülkeleri de bu planı bildiği için ön aldı.
ABD tepetaklak gidiyor.
Artık uygulama şansı yok.
aydınlık
Hizbullah, ABD’yi nasıl ters köşeye gönderdi?
İran gemilerinin ardı gelir mi bilinmez. Fakat Hizbullah’ın hamlesi Lübnan siyaseti ve ülkeyi çevreleyen dehşet dengesindeki yerini teyit ediyor. İlk raundu aldığı söylenebilir.
Eşeklerle ilgili bir haberin Orta Doğu’daki hesaplaşmalarda ne ilgisi olabilir? Beka Vadisi’nde eşeklerin fiyatı 2 milyon liradan 10 milyon liraya çıkmış. Lübnan’da araçlara kontak kapattıran, hastaneleri işlevsiz bırakan, jeneratörleri susturan ve evleri karartan petrol yokluğu kırsal kesimde ulaşım aracı olarak eşek ve katırları kıymete bindirmiş. Bu çöküşü hükümetsizliğe, kötü yönetime, yolsuzluğa, istismara, mezhep tabanlı sisteme bağlamak gerçeğin bir tarafını teslim eder. Tespiti burada bırakmak ise insanı Lübnanlılara “Müstahaksınız” deme kolaylığına götürür. Gerçeğin diğer parçası çetrefilli; anlaşılması zor.
Lübnan daha büyük ve çoklu bir savaşın parçası. İran ile Suudi Arabistan arasındaki nüfuz mücadelesinin, işgalci İsrail’le direniş güçleri arasındaki düşmanlığın, İsrail’in güvenliğine adanmış ABD-AB bloku ile İran ve Suriye’nin başını çektiği eksen arasındaki hesaplaşmanın, iç savaş günlerinden beri istikrarsızlığı garantileyen Lübnanlı partiler arasındaki husumetlerin savaşı…
ABD’nin, İran’ın petrol gelirlerini sıfıra indirmeye odaklı azami baskı siyaseti, Suriye’yi ekonomik olarak çökertip tavır değişikliğine zorlamaya endeksli Sezar Yasası yaptırımları, Yemen’e dayatılan kuşatma ve Lübnan ile Irak’ta eş zamanlı gelişen gösteriler bu savaşta entegre bir çökertme stratejisini tanımlıyordu. Lübnan’ın mali krizi bundan bağımsız gelişmedi. Bu krizden ilk önce etkilenen de ekonomik çarkını çevirebilmek için Lübnan bankalarını kullanan Suriye oldu.
Ayrıca ABD, Lübnan’ı olabildiğince nefessiz bırakıp hidrokarbon yataklarıyla ilgili olarak İsrail’in aradığı koşullarda münhasır ekonomik bölgelerle ilgili haritanın çizilmesini istiyor. İsrail anlaşmazlık bölgesi Kariş sahasında Yunanlı bir firma ile arama çalışmalarını başlatmıştı. Ekim 2020’de başlayan müzakerelerin altıncı turu 16 Haziran 2021’de gerçekleşti. Lübnanlılar ise İsrail’e yontan bir kıskaç altında el sıkışmak istemiyor.
***
Ekim 2019’da patlak veren gösteriler, hemen ardından Merkez Bankası’nın döviz darboğazına girmesi, Ağustos 2020’de Beyrut limanındaki patlama ve ekonomik buhran, 2005’de Refik Hariri suikastı sonrasında olduğu gibi Batı-Körfez blokuna Hizbullah’ın dışlandığı yeni bir hükümet kurmak için baskı kanallarını ardına kadar açtı. Suudi Arabistan 2017’de Başbakan Saad Hariri’nin istifa ettirildiği skandal müdahaleden sonra geride dururken Fransa sömürge döneminden küflenmiş çizmeleri yeniden giydi. Ama bu baskı mekanizması ve manipülasyonlar Hizbullah ile Cumhurbaşkanı Mişel Aun arasındaki ortaklığı fazla örselemedi. Ekonomik baskıların yol açtığı öfkeyi Hizbullah ve Aun’a yönlendirmeye dönük Körfez-İsrail-Batı üçgeninde büyük bir gayret sarf edildi.
Amerikan Üniversitesi Tıp Merkezi yakıt yokluğundan operasyonları durdurmak zorunda kalırken bile ABD sorunu çözmeye dönük adım atmadı.
Geçen yıl Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah döviz krizini aşmak için Lübnan lirasıyla İran’dan petrol ve ilaç alabilecekleri önerisini ortaya attı. Hizbullah’a hasım partiler, öneriyi Lübnan’ı İran’ın yörüngesine sokma adımı olarak görüp şiddetle karşı çıktı. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da “Kabul edilemez. Kesinlikle yaptırım olur” diyerek bunu önlemek için ellerinden geleni yapacaklarını söylemişti.
Alternatif olarak Rusya’nın petrol rafinerisi kurma önerisi de reddedildi. Çinlilere de kapı kapatıldı. Mayısta iki enerji gemisi elektrik üretimini durdururken Lübnan Elektrik Kurumu döviz ve yakıt yetersizliği nedeniyle 22 Haziran itibariyle tüm faaliyetlerine son vereceğini duyurdu.
Ülkede elektrik kesintileri günlük 20-22 saati bulurken Lübnan’ın dostu olduğunu söyleyenler kılını kıpırdatmadı.
Merkez Bankası’nın 12 Ağustos itibariyle sübvansiyonları kaldırma kararıyla petrol krizi iyice tırmandı. Banka akaryakıta sağlanacak döviz kredilerinin resmi kur yerine piyasadaki serbest kur üzerinden hesaplanacağını açıkladı.
Fiyatlar birkaç katına tırmanırken karaborsa ve stokçuluk başladı. Ordunun el koyduğu depolardan biri 15 Ağustos’ta patladı, 22 kişi öldü, 76 kişi yaralandı. Bu da tuz biber ekti. Kapalı bir istasyona saldırı yüzünden Şii yoğunluklu Ankud kasabası ile Hıristiyanların yaşadığı Magduşe kasabası arasında gerilim tırmandı. Lübnan mezhepsel savaşın her zaman birkaç adım ötesinde. Petrol yokluğu bir istasyonda bir imama Cuma namazı bile kıldırttı.
***
Daha önce İran’la yerel para birimiyle petrol alabileceklerini ama hükümetin buna cesaret edemediğini belirten Nasrallah 19 Ağustos’ta petrol yüklü İran gemisinin birkaç saat içinde yola çıkacağını duyurunca ortalık karıştı. Lübnan'a karşı ekonomik savaş dayatanların Hizbullah'ı bu kararı almaya mecbur bıraktığını söyledi. İsrail ve ABD buna izin verir miydi? Bir süredir İsrail, İran petrol gemilerini hedef alan gizemli saldırılarda bulunuyordu. İran da birkaç yerde İsrail gemilerini hedef alarak misilleme yaptı. Adı konulmamış bir deniz savaşı yaşandığından Lübnan yolcusu tanker de güvende değildi. Nasrallah akaryakıt gemisinin İran karasularından çıktıktan sonra Lübnan toprağı sayılacağını belirtti. Mesaj açıktı; İsrail gemiyi sabote ederse Hizbullah da İsrail rafinerilerini ya da limanlarını vuracaktı. İlk geminin Lübnan’a ulaşmasının ardından iki gemi daha yola çıkacak, bunu dördüncü bir kargo izleyecekti. Bu hamle potansiyel olarak Hizbullah’a büyük bir kredi açarken Lübnan için de riskler barındırıyordu.
İşin risk kısmından doğal olarak Gelecek Hareketi lideri Saad Hariri, Lübnan Güçleri Partisi Genel Sekreteri Semir Caca ve Ketaib Genel Sekreteri Sami Cemayel gibi Hizbullah’ın hasımları tutuyor. Bu üç liderin suçlamaları özetle şöyle:
- Lübnan’ı iç ve dış çatışmalara çekebilecek tehlikeli bir gelişmedir.
- İran gemilerini ‘Lübnan toprakları’ gibi görmek ulusal egemenlikten tavizin zirvesidir.
- Lübnan yasaları ihlal ediliyor.
- Bu, Lübnan devleti ve hükümetine saldırıdır.
- Gemi İran’a karşı yaptırımları ihlal ediyor. Lübnan da kuşatma ve yaptırımlara maruz kalacak.
- Hizbullah sağlıktan ekonomiye ve savunmaya tüm bakanlık pozisyonlarını gasp ediyor.
- Hizbullah stratejik, askeri ve güvenlik kararlarına el koyuyor; Lübnanlıları tehlikeye atıyor; özel sektörü tamamen deviriyor.
- Akaryakıt krizinin sebebi Suriye'ye yasa dışı yollarla yapılan sevkiyattır.
Özel sektöre darbe suçlaması Caca’ya ait. Caca, Suudi bağlantılarının gerektirdiği muhalefeti sergilerken kendi kuyruk acısını da yansıtıyor. Şöyle ki Zahle’de Lübnan ordusunun stokçulara karşı yürüttüğü operasyon sırasında ortaya çıkardığı 5 bin litrelik 38 akaryakıt deposunun Lübnan Güçleri’nin liderlerinden İbrahim Sakr ve kardeşi Marun Sakr’a ait olduğu ortaya çıktı. Lübnan ekonomisinin en ‘akar’ tarafları siyasilerin kontrolünde. Ama Lübnan’ın neden devlet olamadığına sıra gelince en büyük gürültü bu odaktan yükseliyor.
Nasrallah eleştirilere ve tehditlere 29 Ağustos’ta Hermel kentinde bir anma törenindeki konuşmasında karşılık verdi. “Akaryakıt Hizbullah ya da Şiiler için değil tüm Lübnanlılar içindir” dedi. “Devletin ve firmaların alternatifi değiliz. Amacımız kara borsayı kırmak ve insanların acılarını dindirmek” diye ekledi. Ayrım gözetmeden öncelikle hastaneler, ilaç ve gıda fabrikaları, ekmek fırınları ve elektrik jeneratörlerine yakıt vereceklerini söyledi. Her konuda hükümete ayar vermeye kalkışan Beyrut’taki Amerikan Büyükelçisi Dorothy Shea’ya da “Lübnan'a yardım etmek istiyorsanız, diğer ülkelerin Lübnan'a yardım etmesini engellemeyi bırakın, sizin ne inisiyatifinizi ne de paranızı istiyoruz” yanıtını verdi.
Pek çok gözlemci Aun, hükümet ve konunun muhatabı Enerji Bakanlığı ile bir mutabakat olmadan Hizbullah’ın bu adımı atmayacağını düşünüyor. Ki hükümet ve cumhurbaşkanlığının sessizliği zımni onay olarak görülürken başbakan adayı Necip Mikati de Hizbullah’ın dostu olmamasına rağmen eleştirenlere şu yanıtı verdi: "Bize bir mum ver. Alternatifimiz olmadıkça bu sevkiyatları reddetmeyeceğiz.”
***
Nihayetinde geminin 3 Eylül’de Lübnan’a değil Suriye’nin Banyas limanına yanaştığı, yakıtın karayolundan tankerlerle taşınacağı açıklandı. Bu, eleştirileri savuşturacak ya da yaptırım riskini azaltacak bir formül gibi duruyor.
Hizbullah’ın bu riskli hamlesinin şimdilik birkaç sonucundan söz edilebilir:
Bir kere İran tankerini “güvenlik meselesi” olarak niteleyen İsrail kendini tutmak zorunda kaldı. Bu durum 2006 savaşında oluşan ve geçen ağustosta sınırlı saldırılarla teyit edilen angajman kurallarının işlediğini gösteriyor. Bu tanker hamlesinden hemen önce Hizbullah’ın angajman kuralları yerli yerinde mi diye bir deneme yaptığını anlıyoruz. Olay şuydu: Önce Lübnan’dan İsrail’e faali meçhul üç roket atıldı. İsrail de boş arazileri vurarak Lübnan’a misilleme yaptı. Bu kez Hizbullah kendi misillemes ini can acıtmayacak hedefleri seçerek gerçekleştirdi. İsrail altta kalmamak için kendi işgali altındaki bölgenin tepelerini vurdu. Bu, “Saldırırsan saldırıya uğrarsın” demekti.
İkinci önemli sonuç; ABD kayıtsızlığını bozmak zorunda kaldı. Biden yönetimi İran’a ihtiyaç olmadan başka çözümler bulunabileceği mesajını verirken Büyükelçisi Shea’nın yaptığı ilk iş, Aun’u arayıp Lübnan’a Ürdün’den elektrik ve Mısır’dan doğalgaz nakledilmesi için onay verdiklerini iletmek oldu. Hizbullah’ı Lübnan’ın devlet olmasının önündeki temel engel olarak gören Hariri, Caca, Cemayel ve şürekâsının bu buyurganlığa diyebileceği tek bir kelime yok.
-Sinir harbi sürerken 1 Eylül’de Beyrut’u ziyaret eden bir Amerikan Kongre heyeti Lübnanlıların kulağına kar suyu kaçırmaya çalıştı. Heyete başkanlık eden Senatör Chris Murphy, "Suriye üzerinden taşınan herhangi bir yakıt yaptırımlara tabidir. Washington bunu yaptırımsız gerçekleştirmenin bir yolunu arıyor" dedi. Amerikalı senatörler, meclisteki en büyük blokun parçası ve iktidar ortağı Hizbullah’ın teröristliğine dair epey yontulmamış laf da etti.
Amerikalıların sözünü ettiği alternatif yolun nereye çıktığını cumartesi günü gördük: Şam.
Lübnan hükümeti bir yıldır Mısır doğalgazı ve Ürdün elektriğinin Suriye üzerinden Lübnan’a taşınması için arayış içindeydi. Ama Amerikalılar yaptırım tehdidini masadan kaldırmıyordu. 2011’de Suriye’ye vekâlet savaşı ile müdahale edildiğinde vurulan projelerden biri Arap Boru Hattı idi. Bugün Amerikalıların onay vermek durumunda kaldığı çözüm bu hatla ilgili. Arap Boru Hattı 2000’de Mısır, Suriye, Ürdün ve Lübnan arasında Mısır ve Suriye doğalgazının Ürdün, Lübnan ve Türkiye’ye taşınmasına yönelik geliştirilmişti. 1 milyar dolarlık yatırımdı. Anlaşmaya 2006’da dahil olan Türkiye, Kilis-Halep bağlantısı için 2008’de Şam’la anlaşmıştı. Lübnan bu hattan Ekim 2009’dan itibaren Banyas bağlantısıyla bir yıl kadar doğalgaz almıştı. Hattın zarar gördüğü söyleniyor.
Mısır’dan gelecek doğalgazın bir kısmının doğrudan Lübnan’a taşınması, bir kısmının da Lübnan’a iletilmek üzere Ürdün’deki santrallerde elektrik üretimi için kullanılması öngörülüyor. Bu öneriyi pişirmek, Lübnan’dan Şam’a kalabalık bir heyetin gitmesini gerektirdi. 10 yıl sonra Lübnan’dan ilk resmi ziyaret bu şekilde gerçekleşmiş oldu. Bu da Hizbullah’ın petrol hamlesinin dördüncü sonucu.
4 Eylül’de Şam’a giden Lübnan heyetinde Başbakan Yardımcılığı, Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı koltuklarında oturan Zeyne Aker, Maliye Bakanı Gazi Vezni, Enerji ve Su Bakanı Raymond Gacar ve Kamu Güvenliği (İstihbarat) Genel Müdürü General Abbas İbrahim yer aldı.
Suriye tarafı Lübnan’a elektrik ve doğalgaz transferinde altyapısının kullanılmasını olumlu karşıladı. Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan petrol-enerji bakanları çarşamba günü Amman’da projeyi ilerletmek üzere bir araya gelecek. Bu gelişme, birkaç Arap ülkesiyle sınırlı olsa da Suriye’ye diplomatik alana dönme şansı da sunuyor.
Amerikalıların öncesinde Ürdün ve Mısır’la görüşmeler yaptığı aktarılıyor. ABD Dışişleri Bakan Yardımcı Vekili Joey Hood, Al Hurra kanalının konuyla ilgili sorusu üzerine “Lübnan hükümeti, İran’dan petrol istemediğini açıklığa kavuşturdu” demekle yetindi. “Fakat Hizbullah istedi” diye tekrar sorulduğunda “İsteyen hükümet değil” yanıtını verdi. Gelişmeler ABD’nin yaptırımlardan Lübnan'ı muaf tutmayı kabul ettiğini gösteriyor.
İran gemilerinin ardı gelir mi bilinmez. Fakat Hizbullah’ın hamlesi Lübnan siyaseti ve ülkeyi çevreleyen dehşet dengesindeki yerini teyit ediyor. İlk raundu aldığı söylenebilir. Bu durum, Amerikan yaptırımlarının sonuç alma konusundaki berbat skorunun altını da çiziyor. (gazete DuvaR)
Bağımsız Devletler Topluluğu ABD'nin Girişimlerinden Rahatsız
Orta Asya Cumhuriyetleri liderleri ve Bağımsız Devletler Topluluğu üye ülkeleri hala bölge ülkeleri düzeyinde tekfirci terörist hareketlerin faaliyetlerinden dolayı kaygı duymaktadır
Son bir kaç günde Orta Asya liderleri bölge hükümetleri ve Batılı hükümetlerin makamları ile istişarelerinin yanı sıradefalarca Afganistan'daki mevcut durumdan memnun olmadıklarını ve kaygı duyduklarını dile getirmişlerdir
Bu hususta Orta Asya Cumhuriyetleri makamları ve Bağımsız Devletler Topluluğu son günlerde Amerika'yı Afganistan'daki mevcut durumdan sorumlu tutmuş ve Afganistan'daki güvensizliği Orta Asya cumhuriyetlerine yaymakla suçlamışlardır.
Rusya hükümeti makamları da bir kaç kez resmi olarak doğrudan Amerika'nın Afganistan'daki siyasetlerini kaosa dayalı olduğunu belirterek Amerika liderliğindeki Batılı hükümetlerin Afganistan'dan istikrarsızlığı Orta Asya'ya yaymak için belli başlı girişimlerde bulunduğunu vurgulamışlardır
Amerika hükümeti resmi yollar üzerinden son yirmi yılda Batılı ülkeler ile işbirliği yapmış olan Afgan uyruklarını Orta Asya ülkelerine aktarmaya çalışarak Rusya, İran ve Çin ayrıca Orta Asya ülkelerine yönelik bu tezgahını kurmaya çalışmıştır. Ancak bölgedeki liderlerin zekası ve akıllı davranması sonucu Amerika'nın bu yöndeki komploları şimdiye dek suya düşmüştür.
Bu bağlamda Bağımsız Devletler Topluluğu üye ülkeleri topluluklarının terörizm ile mücadele merkezi başkanı Andrey Novikov Afganistan üzerinden terör faaliyetlerinin bölge ülkelerine özellikle de Orta Asya ülkelerine yayılması hususunda uyarılarda bulundu. Bu üst düzey Bağımsız Devletler Topluluğu makamı şöyle bir açıklamada bulundu: " Afganistan'da Taliban'a karşı aktif olan terörist tekfirci grupların bu ülkenin sınırlarını aşması ihtimalinden yola çıkarak bu tehlikenin var olduğunu söylemek mümkün."
Andrey Novikov ayrıca şu açıklamada da bulundu: " Uluslararası terör örgütleri listesinde yer alan Taliban'a ilaveten Afganistan'da başka terör örgütleri de faaliyet yapıyor. Bu örgütlerin ve grupların Taliban'a veya uluslararası kararlara ve oluşumlara uyması pek olası görünmüyor. "
Gerçekte Bağımsız Devletler Örgütü üst düzey makamları ve Orta Asya liderleri bölgede iki olayın gerçekleşmesinden dolayı derin kaygı duymaktadırlar. İlk olarak tehlikeli oluşumların büyümesi ve faaliyetlerinin artması ve bu grupların Taliban ile karşılaşması ve sonuçta Amerika tarafından Afganistan'a taşınan teröristlerin Afganistan'ı ele geçirip bölgeye tehdit haline gelmesi. İkinci olarak da bu terörizmin Orta Asya'ya yayılmasıdır. Orta Asya Cumhuriyetleri radikal ve aşırılık yanlısı grupların gelişmesi için büyük bir potansiyele sahipler. Çünkü bu bölgede yoksulluk ve hayat zorluluğu, ve en önemlisi de İslam dini hakkındaki eksik farkındalık bunun için çok uygun bir zemin hazırlamıştır.
Geçen hafta ise Özbekistan hükümeti IŞİD tekfirci terör örgütüne bağlı 14 kişiyi bulmuş ve onları tutuklamıştır.
Özbekistan içişleri bakanlığı bildirisinde aşırılık yanlısı partilerin faaliyetlerinin temelde terör örgütlerinin finansmanına bağlı olduğuna dair açıklamalar yapılmıştır. Aynı zamanda aşırılık yanlısı partilerin dünyanın stratejik noktalarında insanları tekfirci terörist faaliyetlere katılmaya teşvik ettikleri de belirtildi.
Özbekistan içişleri bakanlığı tutuklananların itiraflarına ve açıklamalarına dayanarak şu açıklamada da bulundu: " Bu hedefler çerçevesinde tutuklananlar kimi davetiyeler ve aşırılık yanlısı liderlerin dini fetvalarına dayalı olarak hareket etmişlerdir. Bu durum binlerce kanıtın ve belgenin yanı sıra, Suriye'ye karşı savaşın bu ülkenin Amerika ve ortaklarının çıkarları çerçevesinde yok edilmek istendiğini göstermektedir. "
İşte tüm bu gelişmeler ve gerçeklerin tek tek ortaya çıkması Amerikan askerlerinin ve ortaklarının Afganistan'dan birden bire çekilmesinin istikrarsızlığı ve güvensizliği Orta Asya bölgesine yaymak çerçevesinde olduğunu ve Amerika'nın bölgedeki çıkarlarına hizmet etmek doğrultusunda olduğunu gözler önüne sermektedir.
ParsToday