کارگر

کارگر

 Washington'daki sözde "terörle savaşın" insani maliyetine yeni bir ışık tutan Airwars soruşturmalarına göre, son 20 yılda ABD'nin hava saldırıları sonucunda 48 bin kadar sivil öldürüldü.
 

Pazartesi günü yayınlanan yeni bir araştırma, 11 Eylül sonrası yirmi yıl süren savaşlar sırasında ABD hava saldırılarının Orta Doğu'daki yedi ülkede en az 22.679 sivili öldürdüğünü ortaya koydu.

Çatışma bölgelerindeki sivil kayıpları izleyen Airwars'a göre , ABD bu yedi ülkede (Afganistan, Irak, Libya, Pakistan, Somali, Suriye ve Yemen) en az 91.340 saldırı gerçekleştirdiğini ve sonucunda ölen sivil sayısının bu sayının 48.308 olduğunu açıkladı.

Söz konusu ölümler, ABD'nin 11 Eylül saldırılarının ardından başlattığı "teröre karşı önleyici savaş" kapsamında düzenlediği hava saldırıları sonucu gerçekleşti.

Airwars, araştırmasının; ABD'nin Afganistan ve Irak işgali sırasındaki hava saldırıları ile Suriye, Irak ve Libya'da IŞİD'e, Somali, Yemen, Pakistan ve Libya'da köktenci çetelere karşı olduğunu ileri sürdüğü hava saldırılarını kapsadığını duyurdu.

En ölümcül dönemin 2003 yılı olduğu belirtilen raporda, bu yıl neredeyse tamamı Irak'ın kara işgali sırasında olmak üzere en az 5 bin 529 sivilin öldürüldüğü kaydedildi.

Irak ve Suriye'deki IŞİd kampanyalarında, ABD öncülüğündeki koalisyon, aynı hava savaş alanında en az 8 bin 300 olan tahminin çok altında 1.417 sivili öldürdüğünü kabul etti. 2016'da ABD, 2009-2015 yılları arasında terörle mücadele operasyonlarında Libya, Pakistan, Somali ve Yemen'de 64 ila 116 sivili öldürdüğünü itiraf etti.

ABD'li yetkililerin askeri verilere atıfla Washington'un son 20 yılda "teröre karşı savaş" adı altında en az 91 bin 340 hava saldırısı düzenlediği belirtilen raporda, ABD Savunma Bakanlığı'nın kendi istihbarat ajansları tarafından kabul edilen sivil ölümlerine dair ise herhangi bir veri yayımlamadığına işaret edildi.

 Washington'daki sözde "terörle savaşın" insani maliyetine yeni bir ışık tutan Airwars soruşturmalarına göre, son 20 yılda ABD'nin hava saldırıları sonucunda 48 bin kadar sivil öldürüldü.
 

Pazartesi günü yayınlanan yeni bir araştırma, 11 Eylül sonrası yirmi yıl süren savaşlar sırasında ABD hava saldırılarının Orta Doğu'daki yedi ülkede en az 22.679 sivili öldürdüğünü ortaya koydu.

Çatışma bölgelerindeki sivil kayıpları izleyen Airwars'a göre , ABD bu yedi ülkede (Afganistan, Irak, Libya, Pakistan, Somali, Suriye ve Yemen) en az 91.340 saldırı gerçekleştirdiğini ve sonucunda ölen sivil sayısının bu sayının 48.308 olduğunu açıkladı.

Söz konusu ölümler, ABD'nin 11 Eylül saldırılarının ardından başlattığı "teröre karşı önleyici savaş" kapsamında düzenlediği hava saldırıları sonucu gerçekleşti.

Airwars, araştırmasının; ABD'nin Afganistan ve Irak işgali sırasındaki hava saldırıları ile Suriye, Irak ve Libya'da IŞİD'e, Somali, Yemen, Pakistan ve Libya'da köktenci çetelere karşı olduğunu ileri sürdüğü hava saldırılarını kapsadığını duyurdu.

En ölümcül dönemin 2003 yılı olduğu belirtilen raporda, bu yıl neredeyse tamamı Irak'ın kara işgali sırasında olmak üzere en az 5 bin 529 sivilin öldürüldüğü kaydedildi.

Irak ve Suriye'deki IŞİd kampanyalarında, ABD öncülüğündeki koalisyon, aynı hava savaş alanında en az 8 bin 300 olan tahminin çok altında 1.417 sivili öldürdüğünü kabul etti. 2016'da ABD, 2009-2015 yılları arasında terörle mücadele operasyonlarında Libya, Pakistan, Somali ve Yemen'de 64 ila 116 sivili öldürdüğünü itiraf etti.

ABD'li yetkililerin askeri verilere atıfla Washington'un son 20 yılda "teröre karşı savaş" adı altında en az 91 bin 340 hava saldırısı düzenlediği belirtilen raporda, ABD Savunma Bakanlığı'nın kendi istihbarat ajansları tarafından kabul edilen sivil ölümlerine dair ise herhangi bir veri yayımlamadığına işaret edildi.

 İran İslam Cumhuriyeti dışişleri bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Irak ve Suriye ziyaretini tamamlayıp Pazartesi sabahı ülkeye döndü.

 

 Hüseyin Emir Abdullahiyan  ziyaretinin ilk aşamasında "Irak'ın Komşuları" adlı konferansa katılması ve ikili görüşmeler yapmak üzere  Bağdat'a gitti.  İran İslam Cumhuriyeti dışişleri bakanı  ziyaretinin ikinci gününde ise Suriye'de bulundu ve Suriye cumhurbaşkanı Beşar Esat ile görüşmeden önce  Suriyeli mevkidaşı  Faysal Miktat  ve bu ülkenin diğer makamlarının yanı sıra  Filistinli mücahitler ve direniş liderleri ile görüştü. 

Suriye cumhurbaşkanı  Beşar Esat ise  İran İslam Cumhuriyeti dışişleri bakanı ile görüşmesinde ise  İran İslam Cumhuriyeti'nin verdiği desteklerden dolayı takdirini sunarak  iki ülkenin ikili ilişkiler alanında işbirlikleri hususunda  ve de bölgesel ve uluslararası konulardaki  işbirliği ile açıklamalarda bulundu. 

 Direniş Ekseninin  Irak ve Suriye'de  IŞİD terörizmi karşısındaki zaferi ve buna paralel olarak  Siyonist Rejim İsrail'in saldırganlıklarına karşılık verilmesi Direniş Ekseninin askeri boyutlardaki kabiliyetlerini gözler önüne serdi.  Ancak  ekonomik savaş ile  mücadele ve yaptırımlara karşı koyulması zarureti özellikle de İran ve Suriye'ye yönelik baskılar yüzünden iki ülkenin işbirliği yapması ve koordine hareket etmesi  bu alanda bir zaruret haline geldi.   Özellikle de İran, Suriye ve Irak'ın ekonomik ve güvenlik bilhassa bölgede jeopolitik özelliklerinden dolayı sahip oldukları stratejik önem bu işbirlikleri daha da belirgin hale getirmiştir. 

Bu bağlamda İran İslam Cumhuriyeti dışişleri bakanı  bu hususta  Suriye dışişleri bakanı Faysal Mikdat ile görüşmesinde şöyle bir açıklamada bulundu: " İran ve Suriye işadamları ve özel sektörlerin işbirliği yapması  bu ziyarette ilgi odağına yerleştirilmiş konulardan biri idi. "

İran ve Suriye halihazırda   düşmanların zalimane yaptırımlarına karşı durmak için  ekonomik ve ticari işbirliklerini geliştirmek niyetindeler ve kesin bir şekilde  yan yana hareket ederek ekonomik terörizm ile mücadelede ve halka yardım etmek alanında büyük adımlar atmaya kararlılar.  

Buna ilaveten, Suriye  ekonomik yenilenmeye gitmiş ve birçok alanda altyapı tesislerine ve inşa süreçlerine ihtiyaç duymaktadır.  Bu da  4 milyar dolarlık değerinde profesyonel ve uzmanlık alanı faaliyetleri anlamında geliyor.  Bu yüzden mevcut koşullarda  endüstri, enerji, yatırımcılık, ticaret, limanlar  alanında işbirliklerin arttırılması ve  ortak projelerin uygulanmasının hızlandırılması iki ülkeye karşı zalimane yaptırımlara karşı koymak adına büyük bir öneme sahiptir. Bu girişimler,  parasal ve döviz işlemlerinin yolundaki engelleri kaldırmak anlamına da büyük ve özel konuma sahiptir. 

Suriye dış ticaret ve ekonomi bakanı Muhammed Samin El Halil,  para transferi hususundaki sorunlar ile ilgili şöyle diyor: " Suriye Ticaret Bankası   şirketlerin, iş adamlarının ve ekonomik aktörlerin bu konuda kolayca finansal işlemler yapabilmeleri için iyi ilerleme kaydeden üç İran bankası ile görüşmeleri sürüyor."

Tahran bölgedeki her türlü siyasi, güvenlik ve ekonomik düzenlemenin Suriye dahil bölgedeki tüm ülkelerin varlığı ve katılımıyla sağlanacağını vurguluyor.  Bu yüzden direniş ekseninin yanı sıra ekonomik yaklaşımların da İran, Irak ve Suriye arasında göz önünde bulundurulması bu ülkeleri daha da yakınlaştıracak ve ortak sorunlara karşı onları güçlendirecektir. 

Dolayısıyla İran on üçüncü hükümetinin kamu diplomasisinin en iyi başlangıcı savunma işbirliğinin yanı sıra ekonomik yakınlaşma kapılarını aralamasıdır. İran Dışişleri Bakanı'nın Irak ve Suriye ziyareti ve Bağdat ve Şam görüşmelerinin önemi bu bağlamda değerlendirilmelidir.

 İran'da İmam Humeyni (ra) İcra Kurumu enformasyon merkezi, 8 milyon doz "Kov-İran Bereket' aşısının üretildiğini duyurdu.

 

 Muhabirimizin bildirdiğine göre, İmam Humeyni (ra) İcra kurumu dün bir rapor yayınlayarak, ''Kov-İran Bereket aşısının üretim sayısı bugüne kadar yaklaşık 8 milyon doz oldu.'' ifadesine yer verdi.

Raporda, ''Bugüne kadar Sağlık Bakanlığı'na teslim edilen aşı sayısı yaklaşık dört milyon iki yüz bin dozdur ve kalan aşılar kalite kontrol sürecindedir.' denildi. 

İran Sağlık Bakanlığı'na göre şu ana kadar 2 milyon 37 bin 97 kişiye ilk doz "Kov-İran Bereket" aşısı yapılırken, beş yüz kırk dokuz bin sekiz yüz otuz sekiz kişiye de ikinci doz  Kov-İran Bereket aşısı yapıldı.

 
Taliban, IŞİD-H ile harbi savaşırsa bu sefer “Yakıştı da” derler mi? Kim bilir… Taliban’la birlikte Afganistan diğer ülkelerdeki cihadî yapılar için çekim merkezi olur mu? HTŞ’nin İdlib’den atmaya çalıştığı El Kaide çizgisindeki örgütler Afganistan’a yol alır mı? Çin, Rusya ve İran’ın haşin bakışları altında bu gerçekleşir mi? Taliban dünya ile iyi ilişkiler ararken buna yol verir mi? Bahisler açık…


Duvar’daki son yazımda demiştim ki; “IŞİD ile El Kaide çizgisi çatışma halinde. Taliban da pek çok selefi cihadî grubun refleksine uygun olarak El Kaide’yi değil, El Kaide’nin mutandı IŞİD’i kendi hâkimiyetine tehdit olarak görüyor. İşte Taliban’a dışardan kredi açılacak hesap burasıdır: IŞİD’i bastıracak güç.”

“İslam Devleti-Horasan Vilayeti” kısaca IŞİD-H, 26 Ağustos’ta Kabil’de düzenlendiği intihar saldırılarıyla, düzeni kim kurarsa kursun Afganistan’da onun en şedit düşmanı olacağını hatırlattı. Aynı zamanda Taliban’ın hesabına uluslararası alanda meşrulaşmasını kolaylaştıracak bir gerekçe yazdırdı. Öncesinde Taliban havaalanında yakaladığı bir IŞİD-H militanından aldığı intihar saldırıları olacağına dair istihbaratı Amerikalılarla paylaşarak IŞİD-H’ye karşı koalisyona aday olduğunu gösterdi. Biden yönetimi de saldırıda ölen 13 Amerikalının intikamını almak için Taliban’la henüz biçimlenmemiş fiilî ortaklığı biraz daha şekillendirebilir.

IŞİD, Suriye’de de savaşan gruplar ve yabancı güçlerin politikaları üzerinde ayrıştırma etkeniydi. ‘Vahşetin İdaresi’ kurgusuyla kör şiddet, Şii-Alevi kesimlere karşı acımasız düşmanlık, ilan ettiği hilafetin yegâneliği ve halifeye biatı reddedenlerin selefi cihadî paydaşlığa rağmen tekfir edilmesi IŞİD’i karakterize eden noktalardı. El Kaide çizgisindeki öteki cihadî gruplar, IŞİD karşısında kendilerini farklı bir yere konuşlandırma ihtiyacı duydular. Sözgelimi Heyet Tahrir el Şam (HTŞ), IŞİD’in Suriye kolu Nusra’nın devamı olmasına rağmen değiştiğini, küresel cihadî ağdan çıktığını ve mücadeleyi Suriye ile sınırladığı imajını vermeye çalıştı. Bu süreçte IŞİD öteki cihadî örgütlerin anlayışla karşılanmalarına, hatta kabul edilmelerine hizmet etti. ABD ve ortakları ne zaman İdlib’deki bu örgütlere operasyon başlatılsa “sivil katliam” uyarısıyla dünyayı ayağa kaldırıyor. IŞİD kötü, IŞİD’in türevleri veya su katılmış versiyonları iyi!

***

ABD şimdi benzer seçiciliği Afganistan’da yapıyor. ABD’nin terörle mücadele adı altında radikal cihadî yapıların ayrımsız yeminli düşmanı olduğunu düşünenler yazıyı okumayı burada bırakabilir. Amerikalılar Arap dünyasından mücahit devşirme programını Abdullah Azzam, Usame bin Ladin, Gulbeddin Hikmetyar gibi isimlerle yürüttükten sonra kimi kime karşı destekleyeceğini ya da kullanacağını öğrendi. Sözgelimi 1989’da Sovyet destekli rejim tamamen yıkıldıktan sonra CIA, birçoğu Mısır’daki İhvan’la bağlantılı mücahit liderlerden en ılımlısı Ahmet Şah Mesud yerine, bu kuşağın en radikali sayılan Hikmetyar’ı iktidara taşımanın derdindeydi. Bugün de uzlaşı hükümeti için Taliban’la görüşen komitede Hikmetyar’ın da olması hiç tesadüf değil.

1990’larda ‘muzaffer’ mücahit gruplar arasındaki iktidar savaşına son vermek için Pakistan istihbaratının desteğiyle palazlanan Taliban da Amerikalılar için makul bir çözümdü. İlk tercihleri Hikmetyar onlar için bir ‘İngiliz anahtarı’ olamamıştı. ABD, Taliban’ın devirip güya savaşla geçirdiği 20 yıl boyunca bu hareketi terör örgütleri listesine bile almadı. Gerekçe mantıklı geliyordu; “Terör örgütü ilan edersek müzakere edemeyiz.” Madem müzakere edilebilir bir hareketti, bu ülkeyi neden taş devrine gönderdiniz? Afganistan’dan çekildikleri gün Taliban’ın iktidara döneceğini biliyorlardı ve oyunu ona göre oynadılar. Doha’daki siyasi müzakere ekibinde başı çeken iki önemli isim Şir Muhammed Abbas Stanikzey’i BM’nin kara listesinden çıkartan ve Molla Abdulgani Berader’i Karaçi’deki hapishaneden özgürlüğüne kavuşturan Amerikalılardı. Bütün bunlar Şubat 2020’de Doha’daki devir teslim anlaşmasının ön hazırlıklarıydı. Anlaşma gereği binlerce Taliban üyesi, Afganlar arası barış süreci olmaksızın bıraktırıldı. Taliban militan gücüne tekrar kavuştu. Şimdi Taliban, IŞİD ile savaşan bir iktidar pozu vererek Amerikanlılara yaptıkları tercihin haklı olduğu hissini yaşatacak ve böylece müstakbel ortaklığın harcı karılmış olacak.

***

Peki, Taliban’ın zaferiyle cihatçı karıncalanmayı Amerikalılar dert ediniyor mu? Ya da Amerikalılar, Taliban’ın halihazırda Afganistan’da farklı vilayetlere yerleşmiş cihadî örgütlerle veya kurulacak Afganistan İslam Emirliği’nin himayesinde gölgelik arayacak örgütlerle ilgileniyor mu?
ABD’nin aradığı, kendisine yönelik olarak Afganistan merkezli bir cihatçı tehdidin gelişmemesi. Bununla birlikte Amerikalılar 2001’de teslim alamadıkları El Kaide liderlerinin, törenle çekilme anlaşması imzaladıktan sonra Taliban eliyle elimine edilmesini beklemiyor. Ki ABD Savunma İstihbarat Teşkilatı (DIA), El Kaide-Taliban ilişkisinde bir değişiklik öngörmüyor. Rapora göre "Şubat 2020 anlaşmasından sonra da El Kaide, Taliban’a askeri eğitim vermeye, Taliban da El Kaide’ye güvenli sığınak sağlamaya devam etti." Yine rapora göre "Taliban anlaşma uyarınca Taliban büyük olasılıkla El Kaide'den faaliyetlerini kısıtlamasını ve yabancı güçler çekilinceye kadar terör gruplarıyla ilişkilerini gizlemeye devam edecek."

Ya sonra? DIA’in öngörüsü şöyle: “Birliklerin çekilmesinden sonra El Kaide'nin faaliyetlerinin Afganistan'a başka bir dış askeri müdahaleye yol açmaması koşuluyla, çekilmenin ardından Taliban, El Kaide’yi kısıtlama isteği büyük olasılıkla azalacak. Ancak El Kaide'nin kompartımanlara ayrılmış komuta ve kontrol yapısının doğası gereği gelecekte Taliban'ın kendisini izlemesi ve kısıtlamalarda bulunmasını zorlaştırabilir.” 

Hatta CENTCOM Komutanı Kenneth McKenzie “Eğer kendi hallerine bırakılırsa El Kaide’nin kendini yeniden inşa edip ABD’ye hedef alacağından kimsenin şüphesi olmasın” diyor.

***

Taliban’ın muhtemel stratejisi ‘müminlerin emirine’ biat eden cihadî grupları himaye etmeye devam etmek ama 2001 öncesinden farklı olarak ev sahibinin kurallarının daha iyi hissettirmesini sağlamak. Taliban, El Kaide lideri Usame bin Ladin’in Suudi Arabistan’dan tekrar Afganistan’a döndükten sonra Siyonizm ve haçlı güçlerine karşı küresel cihat çağrısı yapmasından memnun değildi. Ladin çantalar dolusu para getirdiği için; Arap mücahitlerle evlilik bağları oluştuğu için; ve bu örgütler “müminlerin emiri” Molla Ömer’e sığındıklarını belirtip dinin ve Peştun örfünün gerektirdiği himaye yükümlülüğünü hatırlattıkları için Taliban’ın himmetini garantilemişlerdi. Dahası Ladin’in kurduğu 055 Tugayı (55’inci Arap Tugayı) 1996-2001 arasında Taliban güçlerine entegre edilmişti. El Kaide’nin Taliban’a bağlılık bildirisi (biat) de ilişkilerin boyutunu çoktan değiştirmişti. Usame bin Ladin, Taliban’ın kurucu lideri Molla Ömer’e, Ladin’in halefi Eymen Zevahiri de Molla Ömer’in halefi Molla Ahtar Mansur ve ardılı Molla Heybatullah Akundzade’ye biat etmişti. Biat, El Kaide’nin nasıl Afganistan’da himaye bulduğuna dair çok belirleyici bir kıstas. Bugün El Kaide özellikle Pakistan’la sınır bölgelerinde Hakkani Ağı’nın gölgesinde faaliyet gösteriyor. Zamanla El Kaide, Tehrik-e Taliban Pakistan gibi örgütleri de etkiledi. Elbette teknik olarak cihadî selefilerle gelenekçi Taliban’ın din anlayışı arasındaki farklılıkları konuşabilir; Taliban’ın ne denli makul ve yerel olduğu konusunda çıkarımlar yapılabilir. Hatta Taliban’ın Diyûbendi medreselerinden geldiğini, bu medreselerin amelde Hanefi fıkhı ve akaitte Mâtürîdî mezhebine dayandığını, hocalarının Nakşî ve Kadirî olduğunu belirtip, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisini Taliban’la özdeşleştiren sözlerini anlamlandırabiliriz. Fakat bu çıkarımlar özünde, Diyûbendi medreselerinin “yeşil kuşak” projesinden beri Suudi Arabistan’dan para eşliğinde pompalanan Vehhabiliğin etkisine girdiği, Afgan cihadı sırasında radikalleştiği ve mücahit devşirme havuzlarına dönüştüğü gerçeğini de ıskalamış oluruz. Ya da Taliban’daki ılımlılaşma eşiğinin, Ahundzade’nin oğlu Hafız Abdurrahman’ı 2017’de Helmand’a intihar bombacısı olarak gönderecek seviyede olduğunu hatırlamasak da olur. Taliban’ın ne denli makul örgüt olduğuna dair hikâyeler ilk dönemde de vardı. Hatta Suudi-Amerikan baskısıyla Çin’in başına bela olması yönündeki dürtmelere direndiği de rivayet edilir, Pekin’in kendisini tanımasına ramak kala neden Bamyan’daki Buda heykellerini havaya uçurarak bu büyük komşuyla ipleri kopardığına anlam verilemezdi.

***

Taliban’ı Afganî, Sufî, ehl-i tarîk çizgiye zorla soktuğunuzda o vakit El Kaide, Tehrik-e Taliban, Leşker-e Tayyibe gibi oldukça radikal yapılarla iştigalini anlamak için saç baş yolmak gerekiyor. Taliban’ın geleneksel İslamcılığı ile El Kaide’nin selefi reddiyeciliği arasındaki paradokslar karşılıklı çıkarlar ve ödünç tutumlarla aşıldı. Ortaklığı mümkün kılan şey El Kaide’nin de biraz yerelleşmesi, gelenek ve örfün belirleyici taraflarına alışması, Pakistan-Afganistan sınır hatlarındaki aşiretlerle etkileşime girmesiydi. İşte bu yakınlaşmaya daha radikal bir reddiye olarak IŞİD-H yükseliyor. IŞİD’in 2014’de Musul’da hilafet ilan etmesinin üzerinden çok geçmeden Afganistan’da Hafız Said Han, Ebu Bekir el Bağdadi’ye biatını sunup Taliban, El Kaide ve Tehrik-e Taliban’dan kopanlar ve Özbekistan İslami Hareketi’nin katılımıyla IŞİD’in Horasan Vilayeti (IŞİD-H) ayağını oluşturdu. Bu vilayet Afganistan’ın yanı sıra Pakistan, Özbekistan, Tacikistan ve İran’dan parçalar içeriyor. Haliyle doğrudan 5 ülkeyi hedef alıyor. Mücahitler ve yabancı cihatçılar arasındaki bu hızlı ayrışma zeminin olgunlaştığını gösteriyordu. IŞİD-H’nin hedeflerine bakıldığında Taliban’ın yumuşak ya da tavizkar bulunduğu alanlar olduğu görülüyor. Bunlar arasında bir Sufî cami, otobüs dolusu Şii yolcular, Şii Hazaraların bölgesinde kız okulu, doğum hastanesi ve eğitim merkezi vs... Kız okuluna saldırıda 68 kişi ölmüş, 165 kişi yaralanmıştı.  

Irak’ta görüldüğü üzere gelenekçi İslam’ın her iki yakasında Sünniliğin ve Şiiliğin kutsallarına saldırarak kendi profilini yükseltiyor. Bu strateji ile aynı zamanda El Kaide, Taliban ve Tehrik-i Taliban’ı maslahatçı ve tavizkar bulan unsurlar için mıknatıs ortamı yaratıyor. Sonuçta IŞİD-H’nin temelini atanlar bu ortak havuzdan geliyor. Örgütün kurucu aktörlerinin Pakistanlı Taliban olması da şaşırtıcı değil. Amerikalılar IŞİD-H’nin de Taliban’la yaptıkları anlaşma ve devam eden koordinasyonu kendi lehine çevirip şiddetini göstereceğini de öngörüyordu. Bunu DIA’nın raporlarında da görüyoruz. Sonuçta IŞİD-H hemen şu olağanüstü günlerde ortaya çıkmış değil; altı yıllık bir vakıa ve sadece bu yıl 80’e yakın kanlı saldırıya imza attı.  

***

Taliban örgütten devlet aşamasına geçtiğinde aşiret liderleri, geleneksel ulema ve yerel aktörlerin rızasını almanın gerekliliğine ikna oldu. Bu katı kalıpları eriten ya da yamultan bir gereklilik. Bu yola tekrar giren Taliban ilkinden farklı olarak uluslararası tanınmayı önemserken iki şeyi yapmak zorunda kalabilir:

Kendisine biatlı radikalleri dizginlemek ve yönetimi zora sokacak eylemlerden sakınmalarını teşvik etmek. Bu siyaset, bünyedeki radikalleri IŞİD-H’ye itebilir. Her ehlileşme eğilimi, içinden radikal alternatifi doğuruyor.

İkincisi, IŞİD-H’ye savaş açarak rol değişimine gitmek. Bu da Taliban’ın dış dünya ile ilişkilerini yumuşatıp ortaklığın önünü açabilir.
Bu yeni dönemde Taliban’ın IŞİD-H’ye karşı öne sürdüğü, Amerikalı komandolara nazire yaparcasına Kabil havaalanına gönderdiği, reklamını da TRT’nin yaptığı “Bedir 313” adlı birliğin El Kaide’nin ideolojik yansıması Hakkani Ağı’na dayanması da kusur defterinde düşebilir. Bedir 313, Amerikalı askerlerin 1945'te II. Dünya Savaşı'nda Iwo Jima savaşı sırasında Suribachi Dağı'nda yaptığını taklit ederek tevhit bayrağını Afgan dağlarına dikti. Üstelik Amerikan silahları ve ekipmanlarıyla. Taliban, IŞİD-H ile harbi savaşırsa bu sefer “Yakıştı da” derler mi? Kim bilir…

Taliban’la birlikte Afganistan diğer ülkelerdeki cihadî yapılar için çekim merkezi olur mu? HTŞ’nin İdlib’den atmaya çalıştığı El Kaide çizgisindeki örgütler Afganistan’a yol alır mı? Çin, Rusya ve İran’ın haşin bakışları altında bu gerçekleşir mi? Taliban dünya ile iyi ilişkiler ararken buna yol verir mi? Bahisler açık…

gazeteduvar

İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Nikaragua Cumhurbaşkanı Daniel Ortega ile yaptığı telefon görüşmesinde ülkelerin uluslararası kurumlarda ABD rejiminin uyguladığı ambargoların etkisizleştirmesi için işbirliği yapmaları gerektiğini belirtti.
 

İki ülke devrimlerinin aynı zamana denk geldiğine temas eden Cumhurbaşkanı Reisi, İran dış politikası önceliklerinden birinin Latin Amerika ve Karayip ülkeleri ile ilişkileri geliştirmek olduğunu söyledi.

ABD’nin istekleri karşısında iki milletin ortak görüşlere sahip olmalarına değinen Ayetullah Reisi, bunun bağımsız milletlerin milli egemenliğini savunmak için önemli bir sermaye olduğunu ifade etti.

Daniel Ortega da görüşmede ülkesinin İran ile ilişkilerini geliştirmek için güçlü bir şekilde politikasını izleyeceğini ifade ederek, ABD’nin günümüzde Latin Amerika ülkelerini hedef aldığını belirtti.

Nikaragua Cumhurbaşkanı Daniel Ortega, günümüzde dünya ülkelerinin algısının arttığını ifade ederek, ilişkilerin güçlenmesi ile dünyada barış ve adaletin tesisi için mücadele yolunun devam etmesi gerektiğini söyledi.

İranlı uzmanların tamamen yerli imkanlarla geliştirdiği Mersad-16 hava savunma sistemi deneme sırasında komutanlardan tam not aldı.


Konu hakkında bir açıklama yapan Hava Savunma Kuvveti Komutan Yardımcısı General Muhammed Yusefi Hoşkalb, Mersad-16 füze savunma sistemi Hava Savunma Günü arifesinde merkezi çölde düzenlenen denemede başarılı olduğunu belirtti.
General Hoşkalb, Mersad-16 füze savunma sistemi tamamen yerli olduğunu ve elektronik savaş ve aynı anda bir kaç hedefi imha etmek üzere en yeni teknolojilerle donatıldığını belirtti.
General Hoşkalb, Mersad-16 füze savunma sisteminin çevikliği ve hızlı davranışı en bariz özelliklerinden olduğunu ve cruise füzeleri gibi alçak irtifada hızlı seyreden hedefleri imha etme yeteneğine sahip olduğunu vurguladı.
General Hoşkalb ayrıca yakında Mersad-16 füze savunma sisteminin yüksek irtifada hızlı seyreden hedefleri imha edebilecek güncelleştirilmiş versiyonu da görücüye çıkacağını sözlerine ekledi.
 

 İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, dün gece Suriye'nin başkenti Şam'da Filistinli grupların liderleriyle bir araya geldi.
 

Emir Abdullahiyan, İran İslam Cumhuriyeti'nin Filistin halkının siyonist işgalcilere karşı mücadelesine verdiği desteği bir kez daha tekrarladı.

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Sekreteri Talal Naci, söz konusu görüşmeden sonra verdiği demeçte, İran İslam Cumhuriyeti'nin işgal altındaki Filistin'deki direniş mücahitlerini desteklemedeki konumunu överek, direniş gruplarının Filistin halkının haklarını alıncaya kadar mücadeleye devam edeceklerini bildirdi.

Talal Naci, "İran İslam Cumhuriyeti'nin desteği ve ilkeli duruşu olmasaydı Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen'deki direniş ekseninin zaferleri bugün gerçekleşmezdi." dedi.

Bu arada Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Genel Sekreteri Dr. Talal Naci, Fetih İntifada Merkez Komitesi Genel Sekreteri Ziyad Sagir Ebu Hazem, Filistin Halk Mücadele Cephesi Genel Sekreteri Halid Abdül Macid, İslami Cihad Siyasi Bürosu Üyesi Ebu Said el-Meynevi, , Filistin'in Halk Kurtuluş Cephesi Siyasi Bürosu Üyesi Ebu Ali Hasan, Demokratik Cephe Genel Sekreter Yardımcısı Fahad Süleyman, El-Saika Genel Sekreteri Muin Hamid ve Arap Baas Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Dr. Muhammed Kais, Filistin-İran Dostluk Derneği Başkanı Dr. Muhammed el-Behisi, Filistin Güçleri İttifakı Yüksek Takip Komitesi Genel Sekreteri Yasir el-Masri , Suriye'deki İslami Cihad Hareketi Koordinatörü Ebu Mücahit de toplantıya katılanlar arasındaydı .

 
 

Pazartesi, 30 Ağustos 2021 15:35

ABD’li Diplomattan Kasım Süleymani İtirafı

 Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyanın her yerinde istediği gibi at koşturmasına engel olan türlü güç ve faktörler var…

Yoksa şimdiye kadar çoktan bütün dünyayı kendi egemenliğine almış, doğu-batı demeden müttefiklerini de çoktan yiyip bitirmişti.
Çünkü ABD denilen devletin yırtıcı bir canavar olduğu âleme malum avallerdendir.
Biraz daha fazla kâr ve çıkar uğruna kendisini yaralayıp sonra da “şu halime bakın!” diyerek mahalleye saldıran arsız kabadayı gibi 11 Eylül’de kendi halkına bile acımayan, ordusunu Irak, Suriye, Afganistan ve Almanya’ya sokarken askerlerinin ne uğruna öleceğini zerrece umursamayan bir çeteler devletinden bahsediyoruz…
***
 “Komunizm” gelecek” bahanesiyle nice devlette askeri üsler kurup o devlet ve milletlere onlarca yıl pençesini geçiren, sonra da o ülkelerin ekonomi ve geleceğini, kültür ve tarımını komünizmden bin beter edip bitiren, komünizm bittiği ve ortalıktan süpürülüp gittiği halde işgal ve sultacılığını sürdüren  ABD, müttefiklerini ve kendisine hizmette kusur etmeyenleri bile, acıktığı anda parçalayıp yiyen bir yırtıcı kurttan bahsediyoruz..
***
 Bu yırtıcıyı artık her yerden kovmaya başladılar.
15 Temmuz’da bizden de iyi bir sille yedi.
Sovyetler yıkılıp tarihin çöplüğüne atıldıktan sonra ABD için de çanlar çalmaya başladı…
Ne ilginçtir, her ikisinin de mezarı aynı yerde olacak galiba…
Afganistan’da oyun kuran ABD, kendi yöntemlerine benzer bir oyunla karşı karşıya şimdi…
Bakalım, bir zamanlar kendi elleriyle kurduğu Taliban, ABD’nin yıllarca kendisini nasıl kandırdığını ve kullandığını anladıktan ve o nesil yerini “ibret” nesline bıraktıktan sonra ABD ne yapacak?
***
ABD’nin bu hataları, kendi kurt politikacılarını ve siyasilerini de ciddi şekilde rahatsız etmeye başladı.
Buyurun bakalım:
ABD milli güvenlik danışmanlarından John Bolton, Amerika’nın Afganistan’dan çekilmesini en büyük hata niteliyor!
Dün ve önceki gün Kabil’de art arda meydana gelen patlamalarda en az 15 Amerikalı terörist askerin ölmesinden sonra bir açıklama yapan Bolton, bu feci durumdan Amerika’nın eski ve yeni yönetimlerini sorumlu tuttu.
Bolton,hem Trump’ın, hem Biden’in devlet yönetimini sert bir dille eleştirdi ve her ikisinin de Amerika’yı çok büyük bir hataya düşürdüğünü açıkladı…
Bu, az-buz bir olay değil… Bulton, “Bu hatalar ABD’yi bitirebilir” diyor…
Evet, bunu ABD’nin en ünlü güvenlik ve istihbarat yetkililerinden biri olan bir isim söylüyor…
Tabi, bunlar bizim medyada  pek öne çıkarılmaz…
Bizim medya, İngiltere kraliçesinin oğluyla neden küstüğünü veya gelinini nasıl affettiğini manşet yapar, bu haberi değil…
Nedenini bilen veya bunu hazmedebilen varsa beri gelsin…
***

Bolton, Perşembe günü Kabil hava limanında yaşanan olayın büyük bir facia olduğunu, bütün dünyanın Amerika’nın stratejik hatasının sonuçlarından etkileneceğini vurguladı.
Adam yerden göğe haklı.

 Tamamen devletçi bir bürokrat olan bu adamcağız; Biden yönetiminin çok başarısız bir çekilme hatasını işlediğini, bu konunun hem eski Başkan Donald Trump yönetimini, hem Biden yönetimini çok ciddi sıkıntılarla karşılaştıracağını hatırlattı.
Bu tespitinde de yerden göğe haklı.
Üst düzey bir ABD yetkilisine bunca “haklı” dediğim en nadir yazılarımdan biridir bu; ama adam haklı ve kendi devletinin ne kadar çürüdüğünün farkında işte.
Bazı ülkelerdeki “ABDperestler” de aynı ölçüde bu gerçeğin farkında olsa keşke…
***
Üstelik, bunu söyleyen, sadece Bulton da değil…
Amerikalı diplomat Robert Malley de benzeri şeyler söyledi dün…
Ve tabi bizim medyada yine yer almadı…
Robert Malley, İran Sipahiler Ordusu Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani suikasti hakkında çok önemli bir itirafta bulundu.
***
ABD Afganistan’dan kaçarcasına çıkarken acemice kurduğu oyun ve yerleştirdiği mayınların herkes farkında artık…
Ve tabi ona göre de tedbirliler…
Tedbirsiz olan tek taraf ABD…
Nedeni ortada: Kibir, genellikle tedbiri kovar…
Her “müstekbir” gibi onu da kibiri bitiriyor işte.
***

Robert Malley’e gelelim:
Amerikalı diplomat Robert Malley, General Süleymani suikastinin, bu suikasti işleyen ve üstelik de resmen üstlenen ABD başta gelmek üzere, bütün dünyayı İran karşısında daha da aciz hale getirdiğini açıkladı.
Bu açıklamanın ABD’nin Afganistan’dan arkasına bakmadan kaçtığı günlere denk gelmesi elbette bir tesadüf değil.
Çünkü bu vaka, ABD için müthiş bir rezalet ve tam bir skandal.
ABD’li diplomat ve bürokratların da çoğu bunun farkında.
***
 Bulton gibi, bu diplomatlardan biri olan Malley, 2 gün önce, yani ABD’nin Afganistan’dan kaçmaya başladığının görüntüleri televizyonlardan yayınlanmaya başlayınca; Amerika halkının; ABD’nin güttüğü bu yanlış politikaya öfkelenmekte haklı olduğunu söyledi.
Ve ne dedi biliyor musunuz?
“ABD, İranlı ünlü komutan Kasım Süleymani’ye bir suikast tertipleyip onu öldürmekle büyük bir hata yaptı” dedi.
Ve ekledi:
 “Böylece, ABD halkına “Şimdi daha fazla güvendesiniz” dediler, oysa tam tersi oldu ve şimdi ABD halkı ve ordusu artık hiçbir yerde güvende değil” dedi.
 “Bize,bu suikastin amacının Amerika halkını güvende tutma olduğunu söylediler, oysa hakikatin bunun tam tersi olduğunu ve şimdi bu olayın üzerinden üç yıl geçtiği bir sırada her şeyin ortada olduğunu ve Amerika’nın “daha güvenli” değil, bilakis, daha az güvenli hale geldiğini görüyoruz; yani ABD çok büyük bir hata yaptı…”
Şimdi bu adam da haklı değil mi?
Bazı Amerikalılar bugünlerde bayağı haklı konuşur oldular, bilmem, siz de farkında mısınız?
Bu iki ABD’li diplomatın açıklamalarını görünce, meraklanıp biraz yabancı medyayı kurcaladım.
İki gün önce, İran’ın yeni Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahian ABD’yi uyarmış ve “ABD, Kasım Süleymani konusunda hesap verecek” demiş basın mensuplarının önünde…
Cümlesi tam olarak şöyle:
“Amerika devleti; Kudüs Gücü Komutanı şehit General Süleymani’ye  yaptığı suikast konusunda hesap verecek ve bundan kaçamayacak”
 Hatırlarsanız, ABD Başkanı Trump, Kasım Süleymani’ nin öldürülmesi emrini kendisinin verdiğini ima ettikten sadece 2 gün sonra İran, ABD’nin bölgedeki en büyük askeri üslerinden Aynelesed’i füzelerle yerle bir etmiş, bir hafta sonra da CİA’nın bölge şefini taşıyan uçak –kimi haberde de helikopter- Afganistan semalarında, Hindikuş Dağlarında bizzat ABD’nin bir zamanlar Taliban’a dağıttığı özel bir füzeyle düşürülmüş ve sağ kalan olmamıştı…
 Buton’la Malley bunu hatırlatıyor sanırım…
Dünden beri terör ve işgal devleti siyonist İsrail’in İran’ı tehditlerine de İran tarafının sert bir karşılık vermesinin nedeni bu olsa gerek..
Bakalım ABD’nin Afganistan’dan kaçarken bu ülkeye yerleştirdiği mayınlar ve kurduğu oyunlar –Talibanlı ya da Talibansız- kimlerin elinde patlayacak…
 “Kimi insanlar ibret almayınca tarih tekerrür eder” diyorsanız, haklısınız” derim

İsmail Bendiderya -Yorum
Siz de haklısınız.
Sağlıcakla kalın efendim.

Pazartesi, 30 Ağustos 2021 15:31

Emir Abdullahian Esad’la görüştü

Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahian gittiği Suriye’de Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile görüştü.

 

 Irak temaslarının tamamladıktan sonra yurt dışı ziyaretinin devamında Suriye’ye geçen Dışişleri Bakanı Emir Abdullahian Pazar günü akşam saatlerinde Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile görüştü.
Emir Abdullahian, Şam’a varır varmaz ilk önce Suriyeli mevkidaşı Faysal Mikdad’ı ziyaret etti.
Emir Abdullahian Suriye’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin başarılı bir şekilde düzenlenmesini kutlayarak, şimdi ekonomi üzerinde odaklanmaya vurgu yaptı.
Suriye Dışişleri Bakanı Mikdad da Emir Abdullahian’ı yeni görevi dolayısıyla kutlayarak Tahran’da yeni hükümetin kurulmasını tebrik etti.