کارگر

کارگر

Başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmi, müttefikleri ve kuklaları Batı Asya bölgesinde son bir yüzyılda ilk defa karizmalarının yıkıldığına, heybetlerinin, tehditlerinin bir işe yaramadığına tanık olmaktadırlar.

Batı sulta sistemi bölgemizde ve hatta uluslar arası çapta artık tek oyun kurucu olmaktan çıkmıştır. Batı Asya bölgesinde İran merkezli Direniş Cephesi adında yeni bir oyun kurucu ortaya çıkmış, artık sınırlarını ve kurallarını ABD’nin belirlediği dairede hareket etme dönemi sona ermiştir. Bu mücadelenin sona erdiği anlamına gelmez elbet.

Peki bu noktaya nasıl gelindi?

İran’da İslam İnkılabının zafere ulaştığı 1979 Şubatı’nda başlayan savaş aradan geçen 42 yıla rağmen hızından bir şey kaybetmeden devam etmektedir. ABD bölgedeki önemli bir üssünü kaybetmenin acısıyla yeniden İran’a dönebilmek veya en azından güçlenmesini önlemek için bu ülkede iç isyanlar çıkarmak, dışarıdan savaş dayatmak, kalkınmasını engellemek için çok yönlü yaptırımlar uygulamak, Afganistan ve Irak başta olmak üzere İran çevresindeki ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak işgal ederek kurduğu üslerle bu ülkeyi kuşatma altında tutmak da dahil başvurulabilecek tüm yol ve yöntemleri denemiş olmasına rağmen hedefine ulaşabilmiş değildir.

Tam aksine yukarıda saydığımız alanların hemen hepsinde İran’ın oyunu kendi lehine çevirdiği, Amerikan saldırılarını etkisiz hale getirdiği ve bu mücadelenin her aşamasından daha güçlü çıktığı söylenebilir.

ABD İslam Devrimini yenilgiye uğratmak veya en azından İran sınırları içinde tutmak isterken bugün görüldüğü kadarıyla İslam İnkılabının nüfuz alanı Akdeniz ve Kızıldeniz’e kadar yayılmış bulunuyor. Dün yıkmaya çalıştığı devrimin bugün nüfuz alanını nasıl daraltabileceğinin hesaplarını yapmaktadır.

Başını ABD’nin çektiği Batı sulta sistemi kendisiyle uyum sağlamayan her gücü terörist veya terörist destekçisi olarak tanımlamaktadır. Onlara göre; İran’ın kendisi ve bölgedeki müttefikleri bu tanıma göre ya teröristtir ya da terör destekçisidir ve geri çekilip meydanı onlara bırakmaları gerekir.

Devrimin zaferinden önce her açıdan ABD’ye bağımlı olan İran kendisine dayatılan sekiz yıllık savaş sırasında dikenli tel bile üretemezken bugün savunma sanayiini geliştirmiş olarak tank, top, uçak, helikopter, insansız savaş uçağı ve hepsinden önemlisi Avrupa’nın merkezine ulaşacak uzun menzilli kruz ve balistik füzeler üretecek düzeye gelmiş bulunuyor. Ve bu deneyimini emperyalist ve müttefiklerine karşı ülkelerini savunan dostlarına da aktarmaktadır. En belirgin örneği ise Yemen ordusunun kullandığı füze ve SİHA’lardır.

Bilimsel-teknolojik alanda ise yerel insan gücünden yararlanarak biyoteknolojiden nano teknolojiye, uzay tekonolojisinden nükleer teknolojiye kadar modern bilim ve teknolojinin bir çok dalında önde gelen ülkeler arasına katılmış bulunuyor.

Adına Amerikan yaptırımları denilse de gerçekte uluslararası en şiddetli yaptırımlarla sıkıştırılan İran bunca abluka ve baskıya teslim olmamış ve direniş ekonomisini hayata geçirerek daha uzun süre ambargolara direnebileceğini ortaya koymuştur.

Son günlerde ABD-İran mücadelesinde yeni bir aşamaya şahit olmaktayız. BMGK üyesi beş ülke ve Almanya’dan oluşan 5+1 ülkeleriyle İran arasında 2015 yılında imzalanan KOEP(Kapsamlı Ortak Eylem Planı) olarak adlandırılan nükleer anlaşmaya göre; İran nükleer programının- araştırmalar hariç- önemli bir bölümünü 2025 yılına kadar durduracak ve bu tarihten sonra da aşamalı olarak ve UAEA denetiminde yeniden faaliyetlerini sürdürecekti.

Buna karşılık başta BM ve tek taraflı ABD yaptırımları olmak üzere İran’a uygulanan ambargolar aşamalı olarak kaldırılacaktı. BM yaptırımları kısmen kaldırılmış olmasına rağmen Amerikan yaptırımları kaldırılmadığı için bunun da olumlu bir etkisi olmamıştır. Çünkü anlaşmadaki taahhütlerinin aksine Barack Obama hükümeti ABD yaptırımlarını kaldırmadığı gibi İran’a karşı yeni yaptırımlar uygulamaya başladı. Amerikan yaptırımları kaldırılmayınca BM yaptırımlarının kaldırılması da bir işe yaramadı. Çünkü uluslararası bankacılık sisteminin ABD’nin kontrolünde olması ve İran’dan büyük çapta petrol satın alan ve çeşitli alanlarda yaptırım yapacak çok uluslu şirketlerde Amerikan ortaklığı olduğu için tüm büyük şirketler Amerikan baskı ve tehditleriyle İran’la ticaret ve işbirliği yapamaz duruma geldiler.

ABD’de 2017 yılında iş başına gelen Donald Trump hükümeti ise uluslararası siyonist çevrelerin baskısıyla nükleer anlaşmanın Amerikan çıkarlarını korumadığı bahanesiyle bu anlaşmadan çıkmaya karar verdi. AB ülkeleri ise bu sırada anlaşma şartlarının kısmen İran lehine yerine getirilmesi için yeni çözüm yolları bulma sözü verseler de ABD’nin baskısıyla geçen dört yıl içerisinde hiç bir girişimde bulunamadılar veya bulunmak istemediler.

ABD+AB koalisyonu uygulanan azami baskıların İran’ı teslim olmaya mecbur bırakacağı beklentisiyle İran’ı bazen boş vaatlerle bazen tehditlerle ve bazen de İran’ın bölgesel nüfuzunu kısması, uzun menzilli balistik füzeler üretimine son vermesi vb yeni konularda görüşmeye zorlamak amacıyla bekleyip ve bekletip durdular.

İran ise KOEP(Kapsamlı Ortak Eylem Planı) nükleer anlaşmasından hiçbir kazancı olmadığını görünce taahhüt ettiği konulardan aşamalı olarak geri adım atmaya başladı. %3.5 oranında uranyum zenginleştirme ve depolama sınırını kaldırması, ilaç üretimi için ihtiyaç duyulan %20 oranında uranyumu zenginleştirmeye başlaması, uranyum zenginleştirmede geliştirdiği yeni tip santrifujları kullanması ve en son olarak ise NPT( Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme) ek protokolüne uymayı askıya alarak UAEA müfettişlerinin nükleer tesislerdeki kontrollerini sınırlaması vb teşebbüsleri sayılabilir.

Joe Biden hükümeti ise D.Trump zamanında çıkılan KOEP’e(Kapsamlı Ortak Eylem Planı) geri dönmek istediğini ve bunun için İran ile yeni görüşmeler yapmaya hazır olduğunu tekrarlayıp durmaktadır. İran ise ABD’nin uyguladığı yaptırımları kaldırmasıyla zaten anlaşmaya dönmüş olacağını ve bunun için görüşmeye ihtiyaç olmadığını, vurgulamaktadır. İran’ın görüşmelere yanaşmama kararlılığını gören ABD bu defa da anlaşmaya aşamalı olarak dönebileceğini, anlaşmadaki taahhütlerine dönerek ilk adımın İran’ın atmasını öne sürmektedir. İran buna cevap olarak taahhütlerini zaten anlaşmadan hemen sonra yerine getirdiğini ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin sözlerinde durmayarak yaptırımları kaldırmaması yüzünden aşamalı olarak geri adım attığını, tüm yaptırımların kaldırıldığı gün yeniden tüm taahhütlerine geri döneceğini resmen ilan etmiştir.

ABD ve AB ülkelerinin asıl amacı nükleer anlaşmaya ilaveten İran’ın füze teknolojisini ve bölgedeki nüfuzu dedikleri Direniş Cephesini varlığını da masaya yatırmak ve İran’dan yeni tavizler koparmaktır. İran ise ne nükleer teknoloji konusunda yeni görüşmelere oturmayı ne de öteki iki konuyu görüşme konusu yapmayı kesin bir dille reddetmiştir.

İran’ın bu kararlı duruşuna paralel olarak direniş cephesinin öteki üyeleri, en başta da Yemen’in Başkent San’a merkezli hükümeti(Ensarullah ve Halk Komitelerinden oluşan Ulusal Kurtuluş Hükümeti) ABD’nin görüşme tekliflerini geri çevirerek bu ülkeye uygulanan kara, hava ve deniz ablukasının kaldırılması; Amerikan destekli Suudi koalisyonunun Yemen’den tamamen geri çekilerek altı yıldır yaptığı tahribatın tazminatını ödemesini görüşmeler için şart koşmuştur.

Yemen’in enerji bölgesi olarak bilinen Maarib eyaletinin önemli bir bölümünü ele geçirerek Maarib şehrinin birkaç kilometre yakınlarına kadar ilerleyen Ensarullah ve Yemen Ordusu birliklerinin şehre girmesinin Yemen için büyük bir zafer ve işgalciler için büyük bir yenilgi olacağını gören ABD destekli Suudi koalisyonu hava saldırılarını sıklaştırdıkça Ensarullah da Suudilerin petrol tesislerine füze ve SİHA saldırılarını artırmaktadır.

Ayrı bir ifadeyle ister İran ve ister Yemen konusunda olsun artık görüşme için şart koşan tarafın ABD ve bölgedeki müttefikleri olmadığı açık seçik bir şekilde ilan edilmiş bulunuluyor. Direniş Ekseni artık şart kabul eden değil şart koşan taraf olmuştur.

Ziya Türkyılmaz

 

ABD ve genel olarak Batı emperyalizmi Suriye, Irak ve Lübnan’da da artık belirleyici değildir. Irak’ta etkin çevrelerin gafleti ve bir kaza sonucu işbaşına gelen Mustafa Kazimi hükümetinin ABD lehine bunca çabalarına rağmen işgalci Amerikan güçleri hemen her gün Iraklı mücahitlerin saldırılarına uğramaktadır. Ardı arkası gelmeyen saldırılara tahammülü olmayan Amerikan askeri güçleri Irak Meclisinin almış olduğu karar doğrultusunda er geç Irak’ı terk etmek zorunda kalacaktır.

Bir zamanlar Lübnan’da büyükelçilikteki memurlarının emriyle hükümet kurup hükümet değiştiren ABD ve Fransa şimdilerde Hizbullah duvarına çarpmış olarak sadece hükümet kurulmasını engellemekle yetinmektedir.

Suriye’deki durum ise ortada. Süper güç(!) ABD Büyük Kürdistan projesini takibi dışında bugünlerde bu ülkenin petrolünü çalmak, işgal ettiği bölgelerde terörist eğitmek, kontrolündeki kamplarda tuttuğu IŞİD teröristlerini ihtiyaç duydukça Irak’a aktarmakla meşguldür.

Özetlersek ABD’nin Batı Asya veya BOP projesi yenilgiye uğramıştır. Siyonist rejimin Nil’den Fırat’a hayalleri suya düşmüştür. İslam dünyasındaki birkaç gerici kral ve şeyhle kurulan ilişkiler bu rejimin ömrünü uzatamayacak ve Filistin davasını unutturamayacaktır. Çünkü bölge halkları artık büyük oyunun farkına varmış, kendilerine tahakküm eden rejimlerin mahiyetini anlamış ve hepsinden önemlisi Direniş Ekseni artık durmadan güçlenerek ve komplocuların oyunlarını bozucu güce kavuşmuş olarak bölge halklarının ümidi ve destekçisi konumuna gelmiştir.

Ziya Türkyılmaz

  18 Mart’ta Alaska’da Çin’le ilk buluşmada Biden’ın ekibi, azar modunda Tayvan, Hong Kong ve Sincan (Uygur) dosyasıyla lafa girince alışık olmadıkları bir şeyle karşılaştı. Çinli diplomatlar, ABD’nin insan haklarından bahsedecek durumda olmadığını, uluslararası toplum adına konuşamayacağını ve üst perdeden buyuramayacağı karşılığını verdi. ‘Alttan alan ağırbaşlı’ Çinli görüntüsü sona ermişti. 

ABD, Çin’i önleme stratejisini birincil öncelik haline getirdikçe Pekin de küresel stratejisinin eksik duran askeri-politik taraflarına bakıyor. Amerikan baskılarını jeopolitik hamlelerle karşılıksız bırakmayacağını gösteriyor. Bunun son örneğini Çin-İran ilişkilerinde görüyoruz. Çin lideri Xi Jinping'in 2016’daki İran ziyareti sırasında üzerinde durulan 25 yıllık kapsamlı ortaklık anlaşması nihayet 27 Mart’ta Tahran’da iki ülkenin dışişleri bakanları tarafından imzalandı. Çin çok sayıda ülkeyle benzer anlaşmalar yapmış olsa da hiçbiri bunun kadar gürültüye mazhar olmadı. Hatta bazı Amerikalı yorumcular ‘şer ekseni’ benzetmesi yapmaya başladı.
Bu anlaşmanın geçmişi eskilere dayansa da imzalar, Biden yönetiminin Çin’e karşı safları sıklaştırma hamlelerinin ardından atıldı. Haliyle azami baskı stratejisinin bu anlaşmayı pişirdiği söylenebilir.  

Çin’e karşı beklenenden çok sert çıkan Biden yönetimi 12 Mart’ta ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan arasında çevrimiçi Quad Zirvesi’ni düzenlenmişti. Ardından ABD Savunma ve Dışişleri bakanları Hindistan, Japonya ve Güney Kore'yi turladı. 18 Mart’ta Alaska’da Çin’le ilk buluşmada Biden’ın ekibi, azar modunda Tayvan, Hong Kong ve Sincan (Uygur) dosyasıyla lafa girince alışık olmadıkları bir şeyle karşılaştı. Çinli diplomatlar, ABD’nin insan haklarından bahsedecek durumda olmadığını, uluslararası toplum adına konuşamayacağını ve üst perdeden buyuramayacağı karşılığını verdi. ‘Alttan alan ağırbaşlı’ Çinli görüntüsü sona ermişti. Geçen hafta Amerikalılar Brüksel’deki NATO ve ABD-AB toplantılarında da Transatlantik ilişkilerine Çin-Rus karşıtı gündemle ayar vermeye çalıştı. NATO’da İngilizler Amerikalılarla aynı dili konuşurken AB kanadında ağır toplar daha temkinli.
Çin odaklı tırmandırmaya paralel olarak İran’ı müzakerelerle yola getirme yönünde bir ABD-AB eşgüdümü de şekilleniyor. Biden, selefi Donald Trump’ın tek taraflı çekildiği nükleer anlaşmaya dönmek için İran’a anlaşmanın koşullarını yerine getirmesi şartını koşuyor. İran ise anlaşmada yer alan muafiyet koşullarına göre hareket ettiğini belirtip Amerikalıların yaptırımlarının kaldırılması gerektiğini söylüyor. Bu restleşme ortamında Çin-İran ilişkilerinin stratejik bir belgeye dönmesi önemli.

***

Anlaşmanın muhteviyatına dair rivayet muhtelif. 2016’da anlaşma ile ilgili 19 maddelik ortak bir açıklama yapılmıştı. Bu metin ekonomik, siyasi, askeri ve güvenlik alanlarında ikili ilişkilerin genel çerçevesini çiziyordu. Açıklama ne somut projelere ne de yatırım hedefiyle ilgili rakamlara yer veriyordu. Ancak taslak metne ulaştıklarını öne süren New York Times ve Newsweek gibi yayın organları Çin’in 400 milyar dolarlık yatırım yapacağından bahsediyordu. Ayrıca İran’ın, Çin’e altyapı, ticaret, askeri alan, limanlar ve havalimanları gibi alanlarda imtiyazlar sunacağı belirtiliyordu. Petroleum Economist ise daha somut rakamlar vermişti. Buna göre Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in 2019’da Pekin’e sunduğu taslakta şunlar vardı: Çin, İran’ın petrol, doğalgaz ve petrokimya sektörüne 280 milyar dolar; altyapı, ulaştırma ve imalat sektörüne 120 milyar dolar yatırım yapacak. Buna karşın İran petrolü yüzde 26-32 arasında daha ucuza satacak. Ödemeler iki yıl ertelemeli olarak yuan cinsinden yapılacak. Çin yatırımlarını korumak amacıyla İran’a 5 bin asker konuşlandıracak.  

23 Haziran 2020’de Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin taslak anlaşmanın kabinede onaylandığını duyurmasına paralel olarak yeni bilgiler sızdı. 18 sayfalık taslakta enerji, elektrik, su, arıtma ve iletişim projeleri; havaalanı, liman, hızlı tren ve metro inşaatları; Keşm, Maku ve Ervend serbest bölgelerine yatırımları içeren 100 kalemlik bir listeden bahsediliyordu. Körfez’deki Kiş Adası ile bir deniz üssünün Çin’e tahsis edileceği, tatbikat, eğitim, silah geliştirmeyi içeren askeri ortaklık kurulacağı ve istihbarat paylaşımına gidileceği öne sürülüyordu.
Bunlardan ayrı olarak OilPrice.com Hamedan, Bender Abbas, Çabahar ve Abadan’daki havalimanlarında Çin ve Rusya’nın savaş uçakları konuşlandırmasına imkân verecek şekilde çift kullanımlı ilaveler yapılacağını öne sürmüştü.  

Hükümet Kiş Adası ve üs tahsisi ile ilgili iddiaları yalanladı. Yetkililer medyada tekrarlanan 400, 500 hatta 600 milyar dolarlık yatırım rakamlarını da telaffuz etmiyor.

***

Bir bilinmezliğe rağmen anlaşmanın olası imtiyazlar kısmı 1979’da benimsenmiş “Ne Doğu ne Batı” şiarından sapma ve egemenliğin kısmen devri yönünde eleştirilere yol açıyor.
Dini lider Ayetullah Ali Hamaney, ABD’nin 2018’de nükleer anlaşmadan çekilmesi üzerine Batı’ya güven olamayacağını belirtip Doğu ile ilişkilere önem verilmesini istemişti.
İranlı kaynaklara bakılırsa Tahran, 1990’larda stratejik ortaklık önermiş ama Pekin istekli davranmamıştı. 2008’den itibaren petrole karşılık Çin malı temelinde bir ortaklık gelişmişti. Petrol gelirleri akreditif ve ödemeler için Çin bankalarında tutuluyordu. 2010’da kapsamlı bir anlaşma üzerinde çalışılmış ama sonuç alınamamıştı. Çin, BM Güvenlik Konseyi’nden geçen yaptırım tasarılarını veto etmemiş, ABD’nin tek taraflı yaptırımlarına da sözde karşı çıkıp pratikçe önemli ölçüde uyum sağlamıştı. Çin ile İran arasında ticaret hacmi son 5 yılda 51 milyar dolardan 16 milyar dolara geriledi. Çinliler enerji sektörüne yatırım projelerinden de çekildi. Bu süreçte Çin, İran için sadece bir seçenekti ama Amerikan kazığından sonra ‘öncelik’ haline geldi.
Nükleer anlaşma sayesinde Batı ile diyalog sürerken içerideki şahinler, Ruhani’yi Çin’in ağırlığını gözardığı etmekle eleştiriyordu. Hamaney geçen yıl duruma müdahale ederek dönemin Meclis Başkanı Ali Laricani’yi Pekin’e gönderip anlaşmanın yeniden gündeme alınmasını sağladı. Batı yerine Çin’le ortaklığa karşı ciddi itirazlar olduğunu da not edelim. Anlaşma taslağını 1828’de Güney Kafkasya’yı Rus İmparatorluğu’na bırakan Türkmençay Anlaşması ile kıyaslayanlar var. Eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad bunlar arasında. Ahmedinecad döneminde petrol paralarının Çin bankasında bloke edilmesine izin veren anlaşma da Türkmençay ile kıyaslanmıştı. Bir milletvekiline göre Kiş Adası’nın Çin’e verilmesi taslakta vardı ama meclisteki tepkiler üzerine değişikliklere gidildi. Neyin ne kadar değiştiğini bilmiyoruz. Detayların açıklanmamasının nedenleri anlaşılır: Evvela yaptırımcı cepheye koz vermek istemezler. İkincisi Çin’le ilişkileri iyi olup İran’a düşman olan bölge ülkelerini ürkütmekten kaçınırlar. Bunların ötesinde bu tür anlaşmalardaki imtiyazları ve gizli maddeleri hangi devlet açıklıyor ki İran ve Çin açık etsin.

***

Hal böyle olunca anlaşmanın stratejik değerini tartmak da zorlaşıyor. Yine de anlaşma iki ülke ilişkilerinde bir dönüm noktası sayılabilir.
İran’ın ambargo altındaki petrol ve doğalgaz sektörlerine yatırım ihtiyacı yıllar içinde büyüdü. Bir hesaba göre bu ihtiyacın boyutu 200 milyar doları aşıyor. Çin enerji sektörlerine yatırım yaparsa yaptırım döngüsü kırılabilir. Öngörüler gerçekleşirse hem ekonomik hem politik olarak İran biraz nefes alır. Çin açısından da Kuşak ve Yol Projesi’nin İran ayağına el atılmış oluyor. İran 80 milyonluk nüfusuyla Çin malları için önemli bir pazar. Piyasa fiyatlarının altında petrol de temin edecek.   

Ortaklığın ne kadar askeri boyut kazanacağı meselenin en belirsiz tarafı. Bu konuda söylenecek her şey spekülasyondan öteye geçemiyor. Her halükarda Çin’in Orta Doğu siyasetinin karakterinde değişim emareleri seziliyor. Kuşkusuz Çin-İran ortaklığı, ABD’nin müttefikleriyle kurduğu ortaklığın bir benzeri değil. Yine de “Çin’in müttefikleri yoktur ticari ortakları vardır” yargısıyla vedalaşabileceğine dair göstergeler bölgede Amerikan hegemonyasının huzurunu bozmaya kâfi.
Amerikalılar iki olmazı birden istiyor: Hem Rusya, Çin ve İran’ı baskılamak için saldırgan bir strateji izliyor hem de bu baskının ABD’ye karşı güç birliğini tetiklememesini bekliyor. 2000’den beri birbirine yakınlaşan Çin ve Rusya enerjideki ortaklığı yeni projelerle büyütürken ilişkilere birkaç yıldır askeri ortaklığı da ekledi. Çin, Rusya’dan 2014’te 24 adet Su-35 savaş uçağı, 2015’te S-400 satın aldıktan sonra 2017’de ortak askeri tatbikatlara başladı. Bu ikiliye 2019’da İran da eklendi. Üç ülke Hint Okyanusu’ndaki ilk ortak askeri tatbikatı yapıp ikincisi için de takvim belirledi.
Bunlarla birlikte Çin-İran anlaşmasından yeni bir eksen çıkarmak çok abartılı bir kurgu olur. Çin 2014’de Cezayir ve Mısır, 2016’da Suudi Arabistan ve 2018’de Birleşik Arap Emirlikleri ile ‘Kapsamlı Stratejik Ortaklık’, 2010’da Türkiye ile ‘Stratejik Ortaklık’, 2017’de İsrail’le ‘Yenilikçi Kapsamlı Ortaklık’, 2014-2018 arasında Sudan, Irak, Fas, Katar, Ürdün, Cibuti, Kuveyt ve Umman’la ‘Stratejik Ortaklık’ anlaşmalarına imza attı. Bu ülkelerin hiçbiri İran’ın konumunda değil ama bu tablo, Pekin’in İran düşmanlarının az olmadığı bir bölgede sessiz sedasız ilerlettiği ilişkileri Tahran için riske atmayacağını anlatıyor. Nitekim Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin temas trafiği yerelde fincancı katırlarını ürkütmeden gitmeye çalıştıklarını gösteriyor. Tahran’a gitmeden önce Türkiye ve Suudi Arabistan’da temaslarda bulundu; ardından Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’ı kapsayan turuna devam etti.
İranlılar da Çin’i önemsiyorlar ama sarsılmaz bir müttefik gözüyle de bakmıyorlar. Bourse & Bazaar’da çıkan bir yoruma göre İranlıların emin olmadığı şey şu: Çin de bir dönem Rusya’nın yaptığı gibi ABD ile kendi sorunlarını çözmek için İran’la geçici bir sayfa açıyor olabilir mi?
Olabilir. Ama Kuşak ve Yol uzun soluklu bir proje ve İran olmadan tamamlanamaz.
Benzer bir faydacılık İran için de geçerli: Nükleer pazarlık masasına doğru giderken Çin’le ortaklığı pekiştirerek elini güçlendiriyor. Bunun da bir ‘ama’sı var: Çin’in 10 yıl sonraki küresel konumunu hesaba katan Amerikan ortakları bile Pekin’i hesaba katmayan bir stratejiyle yürüyemeyeceklerini anlıyor. İran neden kendini fazladan frenlesin?
Velhasıl Washington’la soğuk savaşa sürüklenmekten kaçınan ve şimdiye kadar bayrak sallamadan gemi yürüten Çin artık yavaşça kendi dizginlerini serbest bırakıyor. İran da kendi açısından hem küresel güç rekabetini fırsata çeviriyor hem de büyük bir güçle ortaklığa yatırım yapıyor. 

Fehim Taştekin   gazeteduvar

İran ile Çin; ekonomik, siyasi ve teknoloji alanlarında 25 yıllık iş birliği anlaşmasına imza attı. Anlaşmanın ayrıntıları henüz kamuoyuyla paylaşılmazken, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, "Pekin yönetimine ABD yaptırımları karışında bize verdiği destek ve bu yaptırımları kınamaları nedeniyle teşekkür ediyoruz." dedi.

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ve Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, başkent Tahran’da bir araya geldi. Görüşme sonrası iki ülke arasında 25 yıllık iş birliği anlaşmasının imzalandığı duyuruldu.

2015 yılında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping tarafından teklif edilen anlaşması, iki ülke arasında ekonomik, siyasi ve teknoloji alanlarında iş birliğini içeriyor. Anlaşmanın ayrıntıları ise henüz açıklanmadı.

İran’da uzun süren değerlendirmelerin ardından İran Dışişleri Bakanı Zarif, 2019 yılındaki Çin ziyaretinde anlaşmaya olumlu baktıklarını belirterek, Tahran yönetiminin anlaşmaya ilişkin ön hazırlığını Pekin yönetimine sunmuştu.

"Çin ile işbirliğini önemsiyoruz"
İran temasları kapsamında dün akşam Tahran’a gelen Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, anlaşma öncesi sabah saatlerinde İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in danışmanı Ali Laricani ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile görüşme gerçekleştirdi.

 Çin ittifakına tepkilerRussia Today: Anlaşma ABD için büyük hezimettir
İngiliz gazeteci yazar Tom Fuddy, Russia Today’da yayımladığı makalesinde İran ve Çin arasında imzalanan yeni stratejik işbirliği belgesini değerlendirdi. İngiliz uzman Fuddy makalesinde İran ve Çin arasında imzalanan yeni 25 yıllık stratejik işbirliği belgesi, ABD tarafından kurulan mevcut jeo politik düzeni değiştireceğini belirtti.

İngiliz uzman Fuddy, Çin yönetimi Batı Asya ülkeleri ile diplomatik ilişkilerini çok titiz bir şekilde koruduğunu, yeni anlaşma ise oynun kurallarını değiştireceğini ve Tahran yönetimine uluslararası düzeyde konumunu güçlendirecek ve ABD yaptırımları ile daha etkili bir şekilde mücadele edebilecek imkan sağlayacağını vurguladı.

Fuddy ayrıca Çin’in Rusya ile diplomatik ilişkilerini geliştirmeye başladığını hatırlatarak, bazıları Tahran ve Pekin arasındaki anlaşmayı bir nevi ittifak olarak görebileceklerini ifade etti.


Biden'den Çin-İran Anlaşmasına Tepki
 ABD Başkanı Joe Biden, İran ve Çin arasında imzalanan 25 yıllık stratejik işbirliği belgesine gösterdiği tepkide, anlaşmayı kaygı verici niteledi.

ABD Başkanı Biden Pazar günü İran ve Çin arasında imzalanan 25 yıllık stratejik işbirliği belgesine gösterdiği tepkide, uzun süre iki ülkenin ortaklığından kaygı duyduğunu kaydetti.

İran İslam Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti Cumartesi günü akşam saatlerinde iki ülke arasında 25 yıllık işbirliğini öngören belgeyi imzaladı.

Söz konusu belge iki ülkenin Dışişleri Bakanları Muhammed Cevad Zarif ve Vang Yi tarafından imzalandı.

İran ve Çin arasında imzalanan söz konusu stratejik belge 2016 yılından beri hazırlanmaktaydı.

İran İslam Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti, Çin lideri Shi Ji Ping’in bundan altı yıl önce Tahran’a yaptığı resmi ziyareti sırasında ortak bir bildiri yayımlayarak, ikili ilişkilerini stratejik düzeye yükselttiklerini duyurdular. Bildirinin 6. maddesinde iki taraf uzun vadeli bir işbirliği belgesinin hazırlanması için istişarelere ve müzakerelere başlamaya vurgu yaptılar.

En son İran İslam Cumhuriyeti ve Çin Halk Cumhuriyeti Cumartesi günü akşam saatlerinde iki ülke arasında 25 yıllık işbirliğini öngören belgeyi Dışişleri Bakanları Muhammed Cevad Zarif ve Vang Yi tarafından imzalandı.

Belgede iki ülkenin iktisadi ve kültürel alanlar başta olmak üzere çeşitli alanlarda işbirliği yapmalarını öngörüyor.

ABD medyası ise anlaşmayı Tahran ve Pekin’in Washington’un dayattığı tek yanlı yaptırımları delme çabası şeklinde yorumladı.

Şamhani’den Biden’ın açıklamasına tepki
 İran milli güvenlik yüksek konseyi İMGYK Sekreteri Ali Şamhani, ABD Başkanı Biden’ın İran ve Çin arasında imzalanan stratejik işbirliği anlaşması ile ilgili açıklamasına tepki gösterdi.

Twitter hesabında tepkisini ortaya koyan Şamhani, İran ve Çin arasında imzalanan belgeyi aktif direniş politikasının bir parçası niteledi.

Şamhani, dünya sadece Batı olmadığını, Batı da sadece yasalara uymayan ve sözünü tutmayan ABD ve üç Avrupa ülkesinden ibaret olmadığını kaydetti.

Şamhani, Biden’ın kaygı duyması doğru olduğunu, İran’ın Doğu ile stratejik işbirliğini geliştirmesi, Amerika’nın çöküş sürecine ivme kazandıracağını vurguladı.

 

Salı, 30 Mart 2021 09:24

İmam Hamanei’nin yeni yıl mesajı

İmam Hamanei Nevruz bayramı mesajında yeni yılı “Üretim, destekler, engelleri kaldırma” olarak adlandırdı.

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei hş. 1400 yılının başlaması dolayısıyla yayımladığı mesajda, Nevruz bayramı dolaysıyla tüm vatandaşları ve özellikle şehit ailelerini ve saygı değer gazileri kutladı.

İmam Hamanei yeni yılın Şaban ayındaki bayramlara ve Hz. Mehdi’nin -s- veladet yıldönümüne denk gelmesi, maddi manevi bereketlerinden yararlanılmasına vesile olmasını diledi.

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei hş. 1399 yılı türlü hadiseler ve özellikle bilinmeyen korona virüs salgını ile beraber olduğunu belirterek, korona virüs salgını vatandaşların iş, eğitim, sosyal ve dini etkinlikler, spor ve seyahatlerini etkilediğini ve iş alanında ağır darbe indirdiğini vurguladı.

İmam Hamanei on binlerce vatandaşın korona virüs yüzünden hayatını kaybetmesini hş. 1399 yılının en acı hadisesi olduğunu belirterek, hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet ve acılı ailelerine sabır diledi.

Düşmanın azami baskı politikasını hezimete uğratmak, hş. 1399 yılında İran milletinin gücünün parlayan bir başka boyutu olduğunu kaydeden İmam Hamanei şöyle dedi:

Başta ABD olmak üzere İran düşmanları bu milleti dize getirmek istedi. Gerçi biz milletin direneceğini ve düşmanın yenileceğini biliyorduk; ancak bugün Amerikalılar ve Avrupalı dostları bizzat azami baskı politikası başarısız olduğunu itiraf etmektedir.

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei mesajının devamında, hş. 1399 yılında belirlenen üretimde sıçrama şiarının ne kadar gerçekleştiğine işaretle şöyle dedi:

Halk ve hükümetten gelen raporlara göre, geçen sene bu şiar kabul edilebilir düzeyde gerçekleşti.

İmam Hamanei üretimde sıçrama şiarı tamamen inkılapçı bir şiar olduğunu belirterek şöyle ekledi:

Üretimde sıçrama hem ülkenin milli para biriminin değerinin korunması gibi alanlar başta olmak üzere, hem ekonomisi üzerinde de derin tesiri vardır, hem milli özgüven duygusunu arttırır, hem kamuoyunu hoşnut eder ve hem de milli güvenliği güvence altına alır.

İmam Hamanei üretimde sıçramayı gerçekleştirmek için yatırımların teşvik edilmesi gerekli olduğunu belirterek, ülkede iş durumları insanları yatırıma teşvik edecek şekilde olması ve böylece üretim giderlerinin artması engellenmesi gerektiğini vurguladı.

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei hş. 1400 yılını önümüzdeki seçimler ve ayrıca üretimde sıçrama için uygun zemin oluşturulmuş olması bakımından hassas ve önemli bir yıl niteleyerek şöyle dedi:

Hş. 1400 seçimleri ve güçlü saikleri ve enerjileri olan yeni yöneticilerin işbaşına gelme ihtimali, yeni yılı çok önemli, hassas ve ülkenin geleceğini etkileyecek bir yıl yapmaktadır.

İmam Hamanei konuşmasının devamında ister şimdiki hükûmet ister gelecek hükûmet olsun, üretimin yolundaki engeller yasal ve çok yönlü desteklerle kaldırılması ve böylece yeni yılda üretimde sıçrama gerçek anlamda gerçekleşmesi gerektiğini kaydetti.

 Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Francis'in Irak'a gerçekleştirdiği ziyaret, dünya basınının gündeminde geniş yankı buldu. Cuma günü başlayan ziyaret sona erdi.
 

Papa Francis'in Irak ziyareti hakkında birkaç noktaya değinmekte fayda var:

Birincisi, Papa'nın aldığı kararları bağlayıcı değil ve yürütme gücüne sahip değil. Papa'nın Irak ziyaretinden icra bağlamında bir kazanım elde edileceği de zaten düşünülmüyordu. Bu ziyaret daha ziyade tarihi ve sembolik yönüyle önce çıkmaktadır. Katolik dünyasının ruhani liderinin Müslüman bir ülke olan Irak'a yaptığı ziyaret ve Şiiler'in büyük taklit merciiyle görüşmesi, tarihi bir ziyaret olarak nitelendirildi. Papa'nın Irak ziyaretinde; dinler arası diyalog, şiddet, mezhebi ayrımcılık, terörizmin reddedilmesi gibi konular ele alınmış olsa da bu açıklamalar her şeyden ziyade mezhebi liderlerin kaygı ve endişelerini yansıtıyor ve hayata geçirilmesi için Irak yönetiminin siyasi iradesi ve de Irak'ın iç koşullarına bağlıdır.

****

Başka bir konu da, bazıların Papa'nın Irak ziyaretinin Şiilik dünyasında Necef havzasının konumunun güçlendirilmesine yol açtığına inanıyor olmasıdır. Bu görüş daha ziyade Şiilik dünyasında mercilik kutuplaşması oluşturma amacıyla gündeme getiriliyor çünkü Necef havzası ve Ayetullah Sistani büyük ve değerli bir konuma sahiptir ve Papa'nın ziyareti bunun üzerinde etkili olmamıştır. Bu büyük konum nedeniyle Papa Francis bizzat Ayetullah Sistani'nin evine gitti. Necef havzasının konumunun güçlendirilmesi düşünce daha ziyade Şiilik dünyasında ilmiye havzaları arasında anlaşmazlık çıkarma maksadıyla gündeme getiriliyor. Ancak Kum İlmiye Havzası Hocalar ve Araştırmacılar Konseyi ortak bir açıklama yaparak, bu tür düşünceleri çürütmüş oldu.

Kum İlmiye Havzası Hocalar ve Araştırmacılar Konseyi, Papa Francis'in Iraklı Şiiler'in büyük dini mercii Ayetullah Sistani ile yaptığı görüşmesine ilişkin yaptığı açıklamada; bu ziyaretin Şii alimler, İlmiye havzaları ve oluşumları adına değerli bir fırsat olduğunu belirtti.

Açıklamada, söz konusu görüşmeyi örnek alınarak, dinler ve mezhepler arasında diyaloğu ciddiyetle takip etmeleri için Şii alimler ve ilmiye havzaları için Ayetullah Sistani ve Papa Francis arasında gerçekleşen görüşmenin değerli bir fırsat olduğu bildirilerek, bu oldukça önemli olayın dinler arası diyalog ve etkileşim süreci adına belirleyici bir adım olduğu vurgulandı.

Papa'nın Irak ziyareti ile ilgili üçüncü konu ise, siyasi bakıştır. Irak'ın siyasi arenası bir süredir, muhtelif gruplar arasında çekişme ve anlaşmazlığına sahne olmaktadır. Mustafa el Kazımi yönetimi de, yoğun baskı altındadır. Papa'nın tarihi ziyaretinin güvenliğinin sağlanması el Kazımi yönetimi için olumlu bir karne sayılıyor olsa da, bu ziyaretin Bağdat yönetimi ve bizzat başbakan için belli bir siyasi imtiyaz beraberinde getirebileceği düşünülmüyor.

Kürt Bölgesel Yönetimi tarafından aynı siyasi çaba da gösterildi. Yerel yönetim, bu vesileyle bir kez daha Kürt Bölgesel Yönetimi ve Kürtlerin konumunu kamuoyu nezdinde güçlü göstermeye çalışıyor.

Ve son konu şu ki, Papa'nın Irak ziyareti, mezhebi açıdan sembolik bir ziyaret olmasına rağmen, barış, güvenlik, insani keramet ve şiddete hayır, tüm dinlerin ortak paydası olduğunu göstermiş oldu.

Kürdistan bölgesinde sahte harita içeren pul basılmasına İran'ın tepkisi

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, IKBY tarafından İran'ın toprak bütünlüğüne karşı basılan pulu, uluslararası ilke ve kurallara aykırı bir eylem olarak nitelendirdi ve şunları söyledi: ‘Irak hükümetine bu durumdan dolayı itiraz etmekle birlikte, bu düşmanca eylemin derhal toplanması ve düzeltilmesi çağrısında bulunuyoruz.’

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sait Hatipzade, Papa'nın bölgeye yaptığı ziyaretin ardından IKBY tarafından basılan pul ilgili bir soruya yanıt olarak şu ifadelerde bulundu: ‘Kamuoyunda yayınlanan şeyin, uluslararası ilke ve kurallara aykırı olduğu açıktır.

İran , Irak hükümetine bu konudaki itirazını dile getirerek, bu düşmanca eylemin derhal toplanması ve düzeltilmesi çağrısında bulundu.’

Hatırlatmak gerekir ki, Papa'nın bu bölgeye yaptığı son ziyaret vesilesiyle, üzerinde bazı bölümlerin IKBY bölgesi olarak gösterildiği sahte bir İran haritasının olduğu bir pul basmıştır.

Öte yandan, Türkiye Dışişleri Bakanlığı da yayınladığı bildiride bu eylemi kınayarak, Erbil'i yapılan bu iddialara yanıt vermeye çağırdı.

Papa Francis, Irak’a gerçekleştirdiği son ziyarette, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi bölgesine de gitti ve bu bölgenin cumhurbaşkanı ve başbakanı ile görüşmenin yanı sıra Kürdistan Demokrat Partisi lideri ile de görüştü.

 Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir( İsra-1)

Recep ayının 27’si, Hz. Muhammed’in(sav) peygamberliğe tayin ediliş günüdür. Bu büyük bayram münasebetiyle Müslümanlara ve bütün insanlığa tebriklerimizi sunuyor, Ümmet-i Muhammed’in içinde bulunduğu acı durumdan kurtulması için Rabbimize dua ediyoruz.

Miraç (Arapça: معراج; bire bir yazımla Mirac), İslam mitolojik anlatımlarında, Hz Muhammed'in göğe yükselip, Allah’ın dergahına vardığı ve öte âlemleri ile arşı görüp geriye döndüğü rivayetlerine verilen isimdir. Bu rivayetler; Hz Muhammed'in kalbinin temizlenmesi, Burak, Refref ve Cebrail eşliğinde Mescid-i Aksa'ya gidiş (isra), Burak'ı bağlayıp peygamberlere namaz kıldırma, muallak taşından göğe yükselme, Allah ile konuşmalar, gök katlarında diğer peygamberler ile diyaloglar, cennet ve cehennemi görme ve geri dönme gibi bölümlerden oluşur.

"Kendisiyle yukarı çıkılan şey, merdiven" anlamına gelen kelime, Türkçeye "yükseğe çıkma" şeklinde çevrilir ve uruc (yükselme) kökünden gelir.[1][2] İsra, Arapçada gece yolculuğuna verilen isimdir. Muhammed’in geceleyin Mescid-i Haram’dan Burak adı verilen binek üzerinde Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmesini ifade eder.[3] Birlikte isra ve miraç olarak anılır.

   ***

 

Bi’set’in daha iyi anlaşılması için İslam İnkılabı lideri Ayetullah Hamanei’nin bu münasebetle yapmış olduğu konuşmalarından bazı pasajlar sunuyoruz:

“Nübüvvet ve Bi’set”

Nübüvvet bir kıyam ve bi’settir. Bir suskunluk ve durgunluk döneminden sonra ortaya çıkan bir yeniden diriliş ve atılım hareketidir. Bu inkılapçı kıyam, önce peygamberin kendi içinde, daha sonra çevresinde ve dış dünyada gerçekleşir.

Peygamberler, normal insandan daha üstün özelliklere sahip olduklarından, o denli büyük ve ağır bir mesuliyeti yüklenebiliyorlar. Ne var ki, bu üstün yetenekler, bi’setten önceye kadar üstü kapalı kalır ve bir süre içerisinde, peygamberler de toplumun diğer fertleri gibi hayatlarını normal olarak sürdürürler. İlahi vahyin gelişiyle birlikte peygamberin ruhunda yeni bir diriliş, değişme ve inkılap meydana gelmekte ve O’da kıyam etmektedir.

Bu ruhi inkılap, Resulüllah’ta vahyin ilk nameleriyle, yani “alak” suresinin nuzulüyle başladı:

“Yaratan Rabbinin adı ile oku. O, insanı kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir. O, (insana) kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmediğini öğretti. Hayır (Rabbinin bu kadar iyiliğine rağmen yine de) insan azar. Kendini zengin(kendini yeterli) gördüğünde. Dönüş ise Rabbbinedir. ”(Alak/1-8)

 Nübüvvetin Felsefesi

İnsanın iç ve dış duyguları ve bunlardan daha üstün olan bilgisi, ona saadet yolunu göstermeye yeterli değildir. Bu yüzden, aklının yol göstericiliğinden daha iyi bir kılavuza ihtiyaç duyar. İşte bu kılavuz “vahiy”dir. Başka bir tabirle, insanı yaratan, onun eksiklerini, dertlerini, ihtiyaçlarını ve bütün bunların çözümünü bilen Allah(c. c), tarafından gönderilen bir kılavuza, vahye muhtaçtır insan. Bütün ilahi dinlerin savunduğu mantık ve nübüvvetin felsefesi, bundan ibarettir.

“İnsanlar bir tek ümmetti. Allah Peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte, hak kitaplar indirdi. Ancak kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden, onda ayrılığa düştüler. Allah, inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle hidayet etti. Allah dilediğini doğru yola hidayet eder. (Bakara/213)

“Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar, hükümran, çok kutsal, güçlü ve hakim olan Allah’ı tespih ederler. Ümmi kimseler arasından, kendilerine ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderen O’dur. Onlar daha önce, şüphesiz apaçık bir sapıklık içindeydiler. Onlardan başkalarına da -ki henüz onlara katılmamışlardır- (kitap ve hikmeti öğretmek üzere, peygamberi gönderen Allah’tır. ) O, güçlüdür, hakim’dir. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği lutuftur. Allah, büyük lütuf sahibidir. (Cuma/1-4)

Peygamberlerin Toplumsal Kıyamı

Peygamberler, sapıklığa uğramış toplum düzeni içerisinde, insan fıtratına uygun olan ve insanı her yönüyle geliştiren toplum düzenini kurmak, yani batılı ortadan kaldırığ, hakkı hakim kılmak için kıyam ederler.

Kainatın yaratılışıyla uygunluk içerisinde olan insan, yüceliğe ve olgunluğa doğru ilerlemesini sağlayan tabii bir yapıya sahiptir. Insandaki bu fıtri gelişme, ancak, insanın ruhi ve cismi yapısına uygun, kainatın yaratılış felsefesinden kaynaklana kuralların hakim olduğu bir çevrede kendini gösterebilir.

Tarih boyunca ortaya çıkan cehalet ve sapmalar sonucu, insanlığın fıtri yaratılışına uygun düzenler ortadan kaldırılmış ve insanlık dışı sistemler, insanlara empoze edilmiştir.

Peygamberler, insanı bu batıl çizgiden çıkarıp hak yola davet etmek için gönderilmişlerdir. Bu açıklamadan anlaşıldığı gibi cahiliyet ve sapıklığa batmış toplumda, köklü ve çok yönlü bir değişme gerçekleştirmek, toplumun batıl düzenini yıkıp yerine hak nizamını kurmakla görevlidirler. Peygamberin, toplumdaki bi’set ve kıyamının manası da budur zaten. Bu muhteşem kıyamla, cahiliyet düzenlerinde geçerli olan bütün gelenekler, değerler ve kanunlar yıkılmakta ve Allah’ın dini olan, doğru nizam ve kanun onun yerine konulmakta.

Nübüvvetin Hedefleri

Doğal olarak peygamberlerin en başta gelen hedefi, insanları fesad ve bataklıklardan kurtarmak ve onların yeteneklerini devreye sokarak, insanlığın en yüksek olgunluk mertebelerine ulaştırmaktır.

Insan, fazilet ve iyilik yeteneklerinin zengin birikintileriyle doludur. Doğru, sistemli bir eğitim görerek bu yeteneklerini ortaya koyup, üstün bir kemale ulaşabilir. Peygamberlerin gönderilmelerinden gaye de bu eğitim ve terbiyenin gerçekleştirilmesidir. Kur’an-ı Kerim, bu eğitimden “tezkiye” ve “talim” terbiyeleriyle sözetmektedir. Peygamberlerin doğru terbiyeleriyle insan bu merhalelere ulaşır ve yaratılışın son gayesi temin olur.

Ancak "insan sahib olduğu yeteneklerinden yararlanıp yükselebilmesi içn hangi yolu takip etmelidir" sorusuna peygamberlerin cevabı, insanın tabii yapısına uygun, müsait bir çevrenin oluşmasıdır. İşte bu çevre, tevhidi ve ilahi adilane olan bir toplum nizamıdır . Ancak böyle bir toplum düzeninde bulunmakla insanın hedefe doğru ilerleyişi kolaylaşıp süratleşir ve insanın kemale doğru ilerlemesi sağlanır.

Demek oluyor ki vahyi, insanlara nakletmekle görevli peygamberlerin asıl gayeye ulaşmak için güttükleri yakın bir hedefleri daha vardır. O da bir islami ve tevhidi bir toplum düzeni kurmaktır. Öyle bir toplum düzeni ki, tevhid ve adalet temelleri üzerine oturtulmuş ve her türlü zulüm, şirk hurafe, cahiliyet ve insani değerleri aşağılayan kötülülüklerden uzaktır.

Davetin İlk Sesleri

Peygamberlerin davetinde ilk şiar, onların getirdikleri mektebin(ekolün) en hassas noktasını, daha doğrusu temel prensibini oluşturan tevhid çağrısıdır. Diğer dünya görüşleri hatta inkılabçı metodları savunanlar tedrici olarak yani adım adım hedefe ulaşmayı tercih eder. Ve ilk ortaya attıkları şiarlarla sadece ortam hazırlamak gayesini güderler. Ama peygamberlerin metodu bunun tam tersidir. Peygamberlerin programında asıl anlatılmak istenen tevhid, ilk baştan söylenir. Peygamberlere iman edenler, daha ilk baştan bu bağlanışın yönünün ve doğuracağı sonuçların ne olacağını idrak ederek peygamberlere bağlanırlar.

Davet’in tevhid esasına göre yapıldığını görerek, ona bağlananlar da, ona karşı çıkanlarda bu yeni sistemin her türlü beşeri tahakküme, sınıfsal farklılıklara, sömürüye ve zülme karşı çıkacağını anlıyor ve yine öğreniyorlar ki bu ilahi sistemde hürriyet, sosyal adalet ve insana değer vermeye davet edilmektedir.

“Biz, her ümmet içinde: Allaha kulluk edin, tağuttan kaçının diye bir elçi gönderdik. Onlardan kimine Allah hidayet etti, onlardan kimine de sapıklık hak oldu. İşte yeryüzünde gezinde bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuştur. ” (Nahl/36)

Bi’setin, egemen sınıflara karşı mazlum ve mustaz’af kitleleri savunmak için toplumda yapılan köklü, temel bir değişim ve inkilaptan ibaret olduğunu gördük. Bu ise, nübüvvetin en önemli konularından olan çatışmalar ve cepheleşmeler meselesini ele almamızı gerektirdi.

Şurası açıktır ki; sınıfsal imtiyazlara karşı, ortaya çıkan bütün kıyamlar, hiçbir zaman ve hiçbir yerde kolay olmamıştır. Bu mücadelede hakkı elinden alınmış mahrum tabakalarla, topluma egemen, varlıklı tabakayı temsil eden taraflar cepheleşmişlerdir. Bu cepheleşmeler, bir dizi çatışmaların ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.

Muhalif Gruplar

Peygamberlerin karşısında yeralan grupları tanımak için Kuranı Kerime dönelim. Kuran, bu gruplardan genel olarak bahsettiği gibi, bazı yerlerde isimleri ile de zikretmektedir. Bir yerde üç sınıfı temsil eden Firavun (hakim tabaka), Haman(nüfuzlu kişiler) ve Karun(servetliler)’den sözederken, başka bir yerde de bu üç sınıfa, ruhban ve ahbarı(sapık din adamlarını)da ekleyerek dört muhalif gruptan bahsetmektedir. Kuranı Kerim, peygamberlere karşı savaşanlar arasında bu dört grup-tağut, mele, müfrit, ahbar ve ruhban- üzerine durmuştur. Bu konuyla ilgili olarak Kuran'da yeralan bir çok ayetten yalnız birkaçını zikrediyoruz.

Nübüvvetin Sonu

Peygamberlerin davet ettiği yol, insanların fıtri ve tabii yaratılışlarına uygundur. Halkın o yolda hareket etmesi, tabii yollarıyla çelişmediği için azami sür’at ve kolaylıkla gerçekleşebilir. Oysa ki, tağuti düzenler, insanları bu tabii yoldan çıkarıp yaratılışına ters düşen bir yolda yürütmeğe çalıştığı için yıkılmaya mahkumdurlar. İşte bu temele dayanarak peygamberlerin çabalarının sonucunu kestirmek mümkündür.

Dar ve sathi görüşlerin aksine, peygamberlerin çaba ve hareketleri başarısız kalmış hareketler değildir. “Batıl”, tarih boyunca insanlık üzerine egemenlik kuramamıştır. Tarihin akşına peygamberler yön vermiştir. Bundan sonra da bu çizgi devam edecektir. Bu gerçek yolun habercileri, insanlık tarihinin her merhalesinde insanlığı ileriye, yani onun yaratılış olan gayesi yüceliğe ve kemale doğru götürmüş, bu yolda her türlü meşakkat ve eziyetlere katlanarak mücadele etmiş ve bu hidayet meş’alelerini Allah’ın emriyle bir sonrakine intikal ettirerek muhafa etmişlerdir. Günümüz insanı da her zamankinden daha fazla kendisini hidayet olmaya muhtaç görmektedir.

Bu tabii akım, insanlığın tekamülü yolundan bütün engelleri kaldırılarak, evrensel ilahi nizamın kurulacağı ve insanların doğru yolda ilerlemelerinin sağlanacağı güne ulaşıncaya kadar böylece sürüp gidecektir. Peygamberliğin izlediği yolun neticesi budur işte. . .

Önemli bir nokta da şu ki; her merhalede engeller olup, başarı iki faktöre bağlıdır: İman ve sabır. Bu akım içerisinde eğer başarısızlık görülmüşse, mutlaka bu faktörlerden uzaklaşmaktan ve zaferler de bu iki faktöre bağlılıktan kaynaklanmıştır.

Bütün peygamberler, hatta bazı dönemlerde zahiren yenilgiye uğrayanlar bile, insanların düşünce ufuklarını genişletmek ve onların ruhlarını etkileyerek daha ileri bir merhaleye ulaşmalarını sağlamak için, kendi hedefleri olan noktaya varmakta muvaffak olmuşlardır.

   ***

Resulullah (s.a.a), 40 yaşındaReceb’in 27. günü yani M. 610’da peygamberliğe seçildi.[1]

 

Hz. İmam Hasan Askeri’den nakledilen rivayete göre, Hz. Peygamber’in ömründen 40 yıl geçtiğinde Allah Teala, O’nun kalbini herkesin kalbinden daha yumuşak, daha huşulu, daha itaatli ve daha büyük gördü. Bundan dolayı O’nun gözlerine diğer bir nur verdi, gökyüzünün kapılarının açılmasını emretti, melekler akın akın yeryüzüne geldiler. Hz. Peygamber (s.a.a) onlara bakıyor ve onları görüyordu.

 

Allah Teala kendi rahmetini arşından Hz. Peygamber’in başına kadar yaydı. Cebrail, aşağı inerek, yerle göklerin arasını kapladı. Hz. Peygamber’in mübarek omzundan tutarak şöyle dedi:

 

“Ey Muhammed, oku!”

 

Peygamber (s.a.a); “Ne okuyayım?” dedi.

 

Cebrail şöyle dedi:

 

 “اقرء باسم ربک الذی خلق ؛ خلق الانسان من علق”

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.”[2]

 

Ondan sonra Cebrail ilahi vahiyleri Hz. Peygamber’e ulaştırdı...

 

Melekler gökyüzüne yükseldiklerinde, Peygamber (s.a.a) Mekke’yle üç mil mesafesi olan Hıra dağından aşağı indi. Yücelik nurları O’nu sarmıştı, kimsenin O’na bakmaya gücü yoktu. Her ağaç, ot ve taşın yanından geçtiğinde anlaşılır bir dille şöyle diyorlardı:

 

 “Selam olsun sana ey Allah’ın peygamberi! Selam olsun sana ey Allah’ın elçisi!”

 

Peygamber (s.a.a) Hatice-i Kubra’nın evine girdiğinde ev, yüzünün nurundan aydınlandı. Hatice; “Ya Muhammed! Sende gördüğüm bu nur nedir?” diye sordu.

 

Peygamber (s.a.a) cevabında şöyle buyurdular: “Bu peygamberlik nurudur; lâ ilâhe illellah Muhammed’un Resulullah de.”

 

Hatice hemen Allah’ın birliğine ve Peygamber’in Allah’ın elçisi olduğuna ikrar ederek O’na iman etti.

 

Hz. Muhammed’in Üstün Oluşu

 

Yüce Allah tüm varlıklar içerisinde en üstün insan olan Hz. Muhammedi peygamberliğe seçti. Acaba bunun nedeni ne idi?

 

Bu sorunun cevabını bizzat Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

 

“Ey Ahmed! Niçin seni diğer peygamberlerden üstün kıldığımı biliyor musun?

 

Arz etti: Hayır Allah'ım.

 

Buyurdu: Yakînin, güzel ahlakın, cömertliğin ve insanlara karşı çok sevecen olman dolayısıyla üstün kıldım.”

 

Yüce Allah başka kimselerin, yaratılmışların en hayırlısı olan Hz. Muhammed’de bulunan en üstün özellikleri bilip onlarla amel etmesi için böyle bir soru sormaktadır. Hz. Peygamber de saygıdan dolayı ve bütün ilminin Allah’tan olduğunu göstermek için “bilmediğini” arz ediyor. Sonrasında Yüce Allah, Hz. Muhammed’i diğer bütün peygamberlerden üstün kılan özelliklerini şöyle sıralıyor:

 

1- Yakînin Çok Oluşu

 

Yakîn insandan insana değişmekte ve sayısız dereceleri bulunmaktadır. Bazılarının yakîni çok bazılarının ise azdır, ama sonuçta bütün peygamberler yakîne ulaşmış kimselerdir. Peygamberlerin içinde yakînde en üst derecede olanlar, imamet makamına ulaşan peygamberlerdir. Bu peygamberlerin içerisinde en mükemmel şekilde yakîne ulaşanı ise Hz. Muhammed’dir. Yakînin en üst derecesi O’nda bulunmaktadır, bu yüzden de diğer peygamberlerden daha üstündür.

 

2- Cömert Oluşu

 

Hiç kimseden hiçbir şeyini esirgemezdi, elinden geldiği kadar insanların yardımına koşardı.

 

3- Güzel Ahlaklı Oluşu

 

Hz. Peygamber, herkese karşı sevecen, güler yüzlü ve sevgi doluydu, hatta düşmanlarına karşı bile en güzel şekilde davranırdı.

 

4- Bütün İnsanları Çok Sevmesi

 

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, Peygamber’in bu özelliğini şu şekilde buyurmaktadır:

 

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”[3]

 

Yüce Allah, Resûl-ü Ekrem (s.a.a.)’in diğer peygamberlerden niçin üstün olduğunu belirttikten sonra, şöyle buyurmaktadır:

 

“İşte yeryüzünün sarsılmaz direkleri ancak bu sıfatlarla böyle oldular.”

 

Bu büyük insanlar yeryüzünün direkleri, sağlam sütunlarıdırlar. Bunlar sayesinde dünya devamlılığını korumaktadır, eğer böyle insanlar olmasaydı, her şey yok olup giderdi. Hadisin orijinal metninde geçen “evtâd” kelimesinden de anlaşılan; peygamber olmayan bazı insanların da yeryüzünün direkleri olduğudur ve bu makama ulaşan kimseler mutlaka bu dört özelliğe sahiptirler.

1] - Kafi, c.4,s.149.

[2] - Alak/1-2

[3]  Tövbe, 128.

 İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, ABD merkezli PBS kanalına verdiği demeçte, 'İslam İnkılabı Lideri'nin atom bombasının haram olduğuna dair fetvası, İran'ın son sözüdür' dedi.
 

İranlı yetkililerin her zaman İran'ın nükleer programının barışçıl doğası ve atom bombasının haram olduğundan bahsettiği sorusuna yanıt veren Salihi, 'Son söz İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei tarafından söylenmiştir. Sadece dini değil, aynı zamanda tartışmasız bir fetva yayınlamıştır. Bu konuda tartışmaya hiç yer yok' yanıtını verdi.

"Herkesin zihniyeti ve istekleri hakkında konuşabildiğini ancak pratikte fetvanın söylediğini yapmak zorunda olduklarını dile getiren Salihi, İran yönetiminde atom bombası sahibi olmayı uygun görenlerin olup olmadığı yönündeki soruya, 'Bilmiyorum, belki vardır' diye belirtti.

Bir atom bombasının nasıl yasak olduğu ancak yüksek menzilli bir füzenin yasak olmadığı sorulduğunda Salihi, 'Hedeflemek istediğiniz belirli amaçlar için yüksek menzilli bir balistik füze kullanılabilir,  ancak Hiroşima ve Nagazaki'de kullanılan atom bombası sonucu 200 bin kişi anında yok edildi' diye açıkladı.

ABD'nin Nükleer Anlaşma'dan çekilmesine ve İran'ın bu mekanizmadaki varlığına atıfta bulunan Salihi, 'Konuyu neden karmaşıklaştırmak istiyoruz? Bu anlaşmadan çekilen önce geri dönmeli. Nükleer mesele yapay bir sorundur. Bu, siyasi hale gelen teknik bir sorundu. Bu nedenle, sorunu çözmek için politik araçlar kullanmalıyız' ifadesini kullandı.

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun gözetiminin sınırlamaları hakkında da açıklamada bulunan Salihi, 'Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun İran'daki denetimini sınırlamadık, Ek Protokol kapsamındaki gönüllü taahhütlerimizin yalnızca bir kısmını terk ettik. UAEK güvenlik kameraları hala mevcut ve istediklerini kaydediyor, ancak UAEK üç aya kadar bunların bilgilerine erişemeyecek. Nükleer Anlaşma geri gelirse, bu bilgiler onlara iletilecektir' diye konuştu.

Parstodayın verdiği haberde İran'ın nükleer programının şeffaflığı ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun gözetleme kameralarının diğer tarafların Nükleer Anlaşma kapsamındaki taahhütlerine geri dönmedikleri takdirde imha edilmesiyle ilgili konuşan Salihi, 'Bu sorunu çözmek çok kolay. Nükleer Anlaşma'ya dönerek bu olayın yaşanmasına izin vermeyiniz' diye ekledi.

İmam Hamanei, Me'bes bayramını İran halkına, tüm İslam Ümmetine ve dünyanın tüm özgür insanlarına tebrik etti.

İslam Devrim Lideri’nin İran milletine sesleniş konuşmasından satır başları şöyle:

- Bi'set gönderilmek demektir. Bütün peygamberlerin gönderilmesinde hedefler vardır; İlahi amaçlar ve Tevhid, bunun en büyük amacıdır.

- Peygamberlerin gönderilmesinin bir amacı, adaletin kurulması ve insan toplumunun adaletle yönetilmesi ve güzel bir yaşamın var olmasıdır. İnsan çevresinin güvenliği, inasanın refahı ve mutluluğu bu güzel yaşamı oluşturuyor. Bu hedefler çok büyük ve zordur. Bunlara ulaşmak için kapsamlı sosyal planlama siyasi güç gerekiyor. Dolayısıyla siyasi bir düzen oluşuyor. Peygamberlerin gönderilmesi de büyük bir siyasi güç ve planlama içermektedir.

- Hangi peygamberin böyle bir siyasi düzeni kurmakta başarılı olup olmaması söz konusu değil; Önemli olan bu tür düzenin oluşturulmasıydı. Böyle bir siyasi düzende peygamberler Allah tarafından indirilen kitapta sunulan toplumdaki dinî ve ilâhi kuralları gerçekleştirir.

- Günümüz dünyasında düşmanların propagandasında siyasi bir İslam’dan bahsediliyor. Siyasi İslam İran’ın siyasi düzeninde gerçekleşen ve İslam Cumhuriyeti’nin Kurucusu İmam Humeyni’nin (r.a) yaptığı şeydir. Siyasi İslam, bir hükümet kurarak askeri, siyasi, sosyal ve ekonomik gibi çeşitli sistemler oluşturan ve bir millet için dini ve İslami bir kimlik teşkil eden bir İslam’dır.

- İran’da İslam Devrimi, çağdaş dönemde Bi’set’ın temasını yeniden yeniledi.

- İmam Humeyni (ra) dinin unutulmuş olan siyasi ve sosyal boyutlarını yeniden canlandırdı. İran İslam Devrimi, zulme ve emperyalizme karşı farklı dinlerden olan mazlum insanları savundu.

- İslam Devrimi zaferi ardından İran İslam Cumhuriyeti düzeninin kurulmasıyla peygamberlerin karşılaştığı aynı olaylar yaşandı ve dünyadaki zalimler devrimin karşısında durdu. Devrimin ilk gününden itibaren başta ABD ve sonra da diğer güçler tarafından İslam Cumhuriyeti'ne karşı komplolar başladı.

- Bu düşmanlıkla yüzleşmek için iki önemli unsura ihtiyaç vardır. Her zaman ve hala tavsiye ettiğim iki önemli unsur: İçgörü ve sabır. Bu iki unsur olursa, düşman hiçbir şey yapamaz.

- ABD’nin Arap ortağı 6 yıldır Yemen’in mazlum halkını evlerinde, sokaklarda, hastanelerde ve okullarda hedef almaktadır. Ekonomik kuşatma yaparak onların gıda, ilaç ve petrole ulaşımını engelliyor. Bu da tabi ABD demokrat yönetiminin yeşil ışık yakmasıyla gerçekleşmiştir.

- Yemen halkı kendileri için savunma teçhizatı edinerek bugün bu 6 yıllık bombalamalara yanıt veriyor.

İmam Hamanei; İslam nizamı düşmanın şartlı baskısı ile karşı karşıya kaldığında ve yaptırımları kaldırmayı bir veya birkaç şarta bağladığında, ki bunlar uygulandığında yolun sapmasına ve yok olmaya sebep olabilir, İslam nizamının ne yapması gerekir sorusuna cevaben: Böyle bir durumda, özellikle insanlar bir kısmı düşmanın baskılarından kaynaklanan sorunlarla karşılaştıklarında, dini sebat ve sabır kavramı toplumda kolektif bir hareket haline gelmelidir dedi. 

 
 İslam İnkılabı Rehberi, Nükleer Anlaşma yükümlülüklerinin azaltılmasına atıfta bulunarak; Parlamento kanunu onayladı ve hükümet de bunu kabul etti, düne kadar yapılması gerekenler yapıldı inşallah yarın da bu kanunun bir maddesi uygulamaya konulacağını ifade etti.

İslam İnkılabı Rehberi, yaptırımların kaldırılmasına yönelik ‘Stratejik Eylem Yasasının’ uygulanması konusuna ilişkin; “hükümetin yaptığı ve meclisin kaldırdığı konuda meclis ve hükümet arasında görüş ayrılığı olduğunu duydum, meclis ve hükümet görüş farklılıklarını sonlandırmalı ve görüş farklılıkları iki sesliliğe sebep olmamalı” açıklamasında bulundu.

İmam Hamanei; bunlar halledilebilir ve halledilmeli. Hükümet kanunları uygulamakla yükümlüdür. Dikkatli bir şekilde uygulanmalı. İki taraf bu konuda işbirliği yaparak amel etmeliler değerlendirmesinde bulundu.

ABD ve üç Avrupa ülkesinin İran’ın Nükleer Anlaşmadaki yükümlülüklerini azaltmasını kibirli, talepkar, mantıksız ve yanlış bir edebiyatla okuduklarını vurgulayan İmam Hamanei; İslam Cumhuriyeti ilk günden itibaren uzun bir müddet İslami eğitim esasına göre verdiği sözlere amel etti fakat ilk günden sözlerinde durmayan bu dört ülke oldu. Bu nedenle onlar sorumlu tutulmalı ve kınanmalılar. İran, nükleer enerji konusundaki mantıksal yaklaşımından vazgeçmeyecektir. Ülkenin yararı ve ihtiyaçları doğrultusunda gerekirse yüzde 60 oranında uranyum bile zenginleştirilecek dedi.

 

ABD, Nükleer Anlaşmadan ayrıldığında diğerleri de ABD ile işbirliği yaptılar, Kur’an’ın emri onlar sözlerinden caydıklarında sen de cay şeklindedir buna rağmen saygın hükümetimiz sözlerinden caymadı ve yükümlülüklerinden bir kısmını tedrici olarak azalttılar. Elbette, Onlar yükümlülüklerini yerine getirdikleri takdirde bunlar da geri dönelebilir.

İslam İnkılabı Rehberi, istikbar edebiyatının sonucunu İran halkının batıya olan nefretinin artması olarak değerlendirdi.

İmam Hamanei; uluslararası siyonist palyaço sürekli, İran’ın nükleer silah elde etmesine izin vermeyeceğini söylüyor, eğer İslam Cumhuriyeti nükleer silah elde etme kararı alırsa o ve ondan büyüğü  buna engel olamaz açıklamasında bulundu. 

 

İmam Hamanei; İslam Cumhuriyeti’nin nükleer silah elde etmesine engel olan şey İslami ilkeler ve düşüncedir, sivil halkın katliamına neden olacak kimyasal ve nükleer silah üretmek yasaktır açıklamasında bulundu.

İmam Hamanei, ABD'nin atom bombası saldırısında 220 bin kişinin katledildiğini, Yemen'deki mazlum halkın kuşatıldığını ve Batı yapımı savaş uçakları tarafından pazar, hastane ve okulların bombalandığına işaret ederek, "Sivilleri ve masum insanları öldürmek, Amerika ve Batı yöntemidir. İslam Cumhuriyeti bu yöntemi kabul etmiyor. Bu yüzden de nükleer silahların üretilmesini düşünmüyor." ifadelerinde bulundu.

İslam İnkılabı Lideri, "Nükleer silah meselesi bir bahane. Onlar İran’ın konvansiyonel silahlar edinmesine bile karşı çıkıyor. Çünkü İran’ın güçsüz kalmasını istiyorlar. Nükleer santraller; daha sağlıklı, daha temiz ve daha ucuz enerji sağlayarak yakın gelecekte en önemli enerji kaynaklarından biri olacak. Ülkenin uranyum zenginleştirme ihtiyacı apaçık bir konudur. Bu ihtiyacı da gelecekte zamanı geldiği gün değil, bugünden itibaren düşünmemiz gerekir" dedi.

 

İmam Hamanei, "Batılılar, İran'ın nükleer enerjiye ihtiyaç duyduğu bir günde onlara muhtaç kalmasını ve bu ihtiyacı bize baskı aracı olarak kullanmalarını istiyorlar. İran İslam Cumhuriyeti nükleer meselesinde diğer durumlarda olduğu gibi geri adım atmayacak ve ülkenin bugünkü ve yarınının ihtiyacının olduğu yönünde güçlü bir şekilde ilerleyecektir." dedi.