
کارگر
UAEA'ya Koruma Önlemleri Dışında Erişim Hakkı Verilmeyecek
İran'ın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEA) nezdindeki temsilcisi Kazım Garipabadi, İran'ın UAEA'ya koruma önlemleri dışında erişim hakkı verilmeyeceğini duyurdu.
İran'ın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEA) nezdindeki temsilcisi Kazım Garipabadi, kişisel Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Meclisin kararının tam olarak uygulanması oldukça önemli ve hiç kimsenin bundan vazgeçmeye hakkı yoktur.” dedi.
Garipabadi’nin paylaşımında şu ifadelere yer verildi:
“Artık uzatma veya erteleme yok. UAEA'ya koruma önlemleri dışında erişim hakkı verilmeyecek. İran ve UAEA'nın ortak açıklamasına göre teknik ekte belirtilen bazı izleme faaliyetlerine ilişkin veriler 3 ay boyunca İran tarafından muhafaza edilecektir. Bu süre zarfında Ajansın söz konusu verilere erişimi sğlanmayacak ve yalnızca İran’da kalacak. Yaptırımlar üç ay içinde tamamen kaldırılırsa İran verileri Ajans'a sunacak, aksi takdirde sonsuza kadar silinecektir."
Zarif: Gizli saklı bir şeyimiz yok/Nükleer silah peşinde değiliz
Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, UAEK Genel Müdürü Rafael Grossi’nin İran ziyaretine işaretle, Tahran yönetiminin gizli saklı hiç bir şeyi olmadığını belirtti.
Bir TV kanalının programına çıkan Dışişleri Bakanı Zarif, İran Bercam adı ile anılan KOEP nükleer anlaşmasının 36. maddesi uyarınca karşı taraf yükümlülüklerini yerine getirmediği takdirde bazı önlemleri alma hakkına sahip olduğunu belirtti.
Zarif, Amerika bu anlaşmayı ihlal ettiğini, Avrupa da yükümlülüklerini yerine getirmediğini, İran da anlaşma çerçevesinde yükümlülüklerini askıya aldığını, İran anlaşmayı ihlal etmediğini kaydetti.
Zarif ayrıca, UAEK Genel Müdürü Rafael Grossi’nin İran ziyaretine işaretle, Tahran yönetiminin gizli saklı hiç bir şeyi olmadığını, İran nükleer silah yapma peşinde de olmadığını belirtti.
İmam Hameni ve İnkılabın İkinci Kırk Yılı
İmam Hamenei’nin İnkılabın ikinci kırk yılı hakkındaki mesajını idrak edebilmek için birinci kırk yılıni doğru değerlendirmek gerekir.
İmam Hamenei’nin ikinci kırk yıl beyannamesi sadece İran halkına yönelik olmayıp İslam inkılabı özleminde ve yanında olan herkesin dikkatlice okuyup üzerinde düşünmesi gereken bir manifestodur.
İnkılabın kimliği
42 yıl önce dünya ideolojiler savaşına tanık oluyordu. Firavuni ve Nemrudi düşünce ile sistemleştirilmiş toplumlar bu ideolojileri kendi iradeleriyle seçer duruma getirilmişti. Çünkü başka seçenekeleri yoktu. Nemrut ve Firavun yoktu ama onların düşüncesi sistem haline getirilmiş ve insanlar da kabul etmişlerdi.
İslam inkılabı insanlığın tarihi seyrinin en hassas bir döneminde gerçekleşti. Beşeri toplumlar müslüman olsun gayri müslüman olsun doğu ve batı bloku denilen iki emperyal gücün kıskacında sıkışıp kalmışlardı. Ya Sovyetlerin başını çektiği doğu emperyal gücün esaretindeydiler veya Amerika’nın başını çektiği batı bloku tarafından zincire vurulumuştu.
Bir toplumun yaslanacağı tercih edeceği üçüncü seçenek yoktu. Dünyaya iki paradigma hakimdi; bütün toplumlar ya doğu paradigması olan SOSYALİZM‘i seçip doğu blokunun yanında yer alacaktı veya batı paradigması olan KAPİTALİZM‘i seçip batının esiri olacaktı.
Sadece siyasi değil, ekonomik, kültürel, hukuk, ahlak, ilim, bilim, teknoloji, dünyaya bakış açısı… bütün alanlardaki kanun ve yasalar bu paradigmalar doğrultusunda şekilleniyordu.
İşte dünyaya hakim bu atmosferde İslam inkılabı gerçekleşiyor. Başlangıçta diğer inkılablardan pek farkı yoktu, diğerdevrimler gibi bir mevcut dikta bir rejim yerine farklı bir hükümet sistemi, değişik bir iktidar devrimi gibi düşünüldü.
İmam Humeyni (ra) inkılabın hedef, ilke ve söylemlerini beyan edince, İslam inkılabının sadece Şahlık sisteminin devrilip yeni siyasi bir sistemin kurulması olmadığı anlaşılıyordu.
Artık İslam inkılabının, İran’a özgü, o coğrafyayla sınırlı olmadığı, kendi içine kapanık ulusal değerlere sahip bir inkılaptan öte küresel bir mesaj içerdiği anlaşılmış oluyordu.
İnkılabın söylemleri/ şiarları evrensel değerler içeriyor kendi sınırlarını zorluyordu. Dünya halklarına ulaşmak onların uyanışını, kıyamını sağlamayı planlıyordu.
Özetlersek; İslam İnkılabı üçüncü bir paradigma ortaya koyuyordu. Dünya siyasi literatürüne yeni bir paradigma girmiş oluyordu. İslam inkılabının kimliğini bu paradigma oluşturuyordu. İslam Devleti olan “Velayeti Fakih“ adında; siyasi, kültürel, ekonomik, ahlaki, hukuki, eğitim-öğretim kısacası insan hayatının bütün alanlarını dini öğretilerle şekillendirecek, yapılandıracak, yönetecek alternatif bir sistem olarak ortaya çıkmıştı.
Elbette dünyaya hakim emperyal paradigmalar buna tahammül edemezlerdi.
Birbirine düşman gibi görünen, Ustad Şehid Mutahhari’nin, “doğu ve batı bir makasın iki ağzı gibidir,“ olarak tanımladığı bu iki paradigmanın karşısına yeni bir paradigma çıkmıştı; Birinin müzeye koyduğu, diğerinin ise emrine alıp sömürdüğü ve inzivaya sürüklediği DİN paradigması.
Batı ve doğu her iki emperyal gücü rahatsız eden de işte tam bu noktadır. Bundan dolayı iç ve dış savaşlar, inkılabı devirme girişimi, ambargolar, baskılar, terör eylemleri hepsi bu İnkılap/din paradigması dünyaya tanıtılmasın diye gerçekleştirildi.
İslam inkılabının ilk kırk yılı;
İslam inkılabının ilk kırk yılı analiz edilmeden ikinci kırk yılını anlamak mümkün değildir; kuvvet noktaları, zaafları, yapabildikleri, yapamadıkları, kat ettiği yol, gelinen süreç, atlattığı badireler ve geldiği aşamanın bilinmesi gerekir.
İslam inkılabı bir taraftan müstekbir güçlerin hileleri ve düşmanlıklarına karşı mücadele verirken diğer taraftan dünya halklarına kendisini tanıtması gerekiyordu ve onların gönlünde yer etmek için çaba göstermeliydi.
İslam inkılabının diğer inkılablar gibi olmadığını İnkılabın evrensel değerlere sahip olduğunu duyurmalıydı.
Öte yandan dünya mustazaflarının dertleriyle dertlenip onların sorunlarına eğilmeliydi. Müslüman ve mustaz‘af halkları uyandırmak zalim ve tağutlara karşı direnmelerini öğretmeliydi.
Bütün bu mücadelelerin sonunda ilk kırk yılda kendisini kabullendirmiş, dünyanın kaderini belirleyecek, toplumları yönlendirecek paradigmaya sahip olduğunu hissettirmiş ve dünyada söz sahibi olmuştu.
İlk kırk yıl İslam inkılabının rayına oturması, istikbara/müstekbir güçlere kendisini kabul ettirmesi ve İslam hükümetinin kurulma aşama ve süreçlerini tamamlamakla geçmiştir.
İslam inkılabını diğer devrimlerden ayıran özellik şudur;
Diğerdevrimler ya siyasi inkılaptır, ya ekonomik inkılaptır veya kültürel bir devrimdir yani aynı paradigma içinde farklı düşüncelerin bir birine karşı gerçekleştirdiği bir devrim, bir doktrinin diğer bir doktrine galib gelmesidir. İslam inkılabı ise bir paradigmayı devirip yeni bir paradigma sunan bir inkılabtır.
İnkılabın getirdiği paradigmanın hakikati tanınmazsa, dünyada gerçekleştirdiği değişim, insanlık tarihinin seyrinin değişmesindeki rolü bilinmezse ne birinci kırk yılı, ne de ikinci kırk yılında yapılmak istenen idrak edilebilir.
İslam inkılabının ikinci kırk yılı
İslam inkılabını diğer devrimlerden ayıran özelliklerden birisi beş aşamadan oluşmasıdır. İmam Hamenei defalarca bu noktaya işaret etmiş ve inkılabın merhalelerini söyle sıralamıştır;
İslam inkılabının merhaleleri
İslam inkılabının her merhalesi birer süreçtir.
1- İslam inkılabını gerçekleştirmek; yani topluma hakim sistemi değiştirmektir
2- İslam hükumetini kurmak; ülkede idare mekanizması, yönetim mekanizmasını oluşturmak
3- İslam devletini oluşturmak; hedefe ulaşmak için istenilen rejimi oluşturmak
4- İslam toplumunu oluşturmak; İslam inancı ve değerleri doğrultusunda toplumu yetiştirmek
5- İslam medeniyetini hakim kılmak; ideal İslam medeniyetini tamamen hakim kılmaktır.
Hedef hz. Mehdi (af) inkılabına ortam hazırlamak olduğu asla unutulmamalıdır. Bu mukaddes hedef unutulursa veya bu hedef başka bir hedefe evrilirse veyahut bu hedef maslahatlar icabı üstü örtülür ve bazi sapmalar meydana gelirse İslam inkılabı geldiği merhaleden bir adım öteye gidemez. Statükocu olur, yani mevcudu korumak diğer paradigmalara ayak uydurmak zorunda kalır.
Bu yüce mukades hedefe ulaşmak için iki merhale geride kaldı; yani 1- İslam inkılabı ve 2- İslam hükümeti geride kaldı ve bir miras olarak bırakıldı. Bu miras iyi değerlendirilip nihayi hedefe ulaşmak için diğer merhalelerin sermayesi olarak kullanılmalıdır.
İkinci Kırk yılın başlangıç noktası
İslam inkılabının ikinci kırk yılının başlangıcı İslam devleti merhalesine ulaşmasıdır. “İslam devleti“ olma İslam inkılabının 3. merhalesidir.
İslam devleti ne demektir? İslam devleti kurum ve kuruluşları İslami anayasa ile yapılandırılmış, hükümetlerin değişmesiyle, idareci ve yöneticilerin değişmesiyle değişmeyen sağlam bir yapıya sahip olan sistemdir.
İslam toplumu oluşturmak için hukuk, eğitim-öğretim, kültür, ekonomi, müdüriyet ve bütün sosyal alanlarda öğretileri olan ve toplumu eğitebilen ve evrensel değerleri ve mukaddes hedefi koruyabilen sistemdir.
Yasama, yargı ve yürütmenin birbirinin emrinde olmadığı, hepsinin İslam devletinin hizmetinde olduğu sistemdir.
Toplumun güvendiği, geleceğinden endişe duymadığı, sorunları çözeceğine inandığı sistemdir. İslam devleti sosyal ve insani bilimlerin Kur‘an ve nebevi sünnet kaynaklı olmasını sağlamaktır. Batı sosyal bilim öğretileriyle İslam toplumunu yönetmek bir paradokstur. Ayrı bir ifadeyle henüz İslam devleti oluşturulamamıştır demektir.
a)- Evrensel söylemleri pratize etme; adalet, özgürlük, izzet, keramet, emniyet, refah, ilahi ve insani değerleri hakim kılmak
b)- İslami öğretilerin gölgesinde evrensel söylemlerin ilmi ve aklaniyetini ortaya koymak
c)- İlahi öğretilerin bireysel ibadetlerin, sorumlulukların yanısıra insanın toplumsal ve küresel hayatındaki rolü ve etkisinin beyan edilmesi
d)- Siyasal alanda bir yenilik getirip siyasette dini paradigmayı ortaya koyduğu gibi sosyal bilimlerde de dini paradigmayı öne çıkarabilmeli, sonuçlarını ortaya koymalıdır.
İslam inkılabının ikinci kırk yılında hayatın çeşitli alanlarını ilgilendiren konularda dünyaya sunacağı doktrinleri olması gerekir. Batı beşeri paradigmanın her alanda doktrinleri olduğu gibi. Bunlar ancak İslam devleti kurulabilirse gerçekleşebilir.
Son söz olarak İnkılabın ikinci kırk yılında yapılması gereken ilk iş “İslam devleti“ ni oluşturmak olacaktır.
Sabahattin Türkyılmaz
Imam Hamanei: Amerika yaptırımları tam olarak kaldırmalı
İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei Hava Kuvvetleri ve Hava Savunma Kuvvetleri Komutanları ile görüşmesinde vurguladı: İran’ın Bercam adı ile anılan nükleer anlaşmadaki yükümlülüklerine geri dönme şartı, Amerika’nın pratikte tüm yaptırımları kaldırmasıdır.
İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei, Hava Kuvvetleri personelinin hş. 19 Behmen 1357’de İmam Humeyni'ye -ks- tarihi biatinin yıldönümünde Hava Kuvvetleri ve Hava Savunma Kuvvetleri Komutanları ile görüşmesinde İran İslam inkılabının önemli gelişmelerinden ve İslam inkılabını zafere götüren temel etkenlerinden ve Amerikalıların hesap hatasını ortaya koyan hareketlerden biri bu biat olduğunu belirterek şöyle dedi:
İnkılabın ivmeli hareketinin devam etmesi halkın meydanlarda bulunması, aralıksız çalışması ve çaba harcaması, aralarında ve özellikle yetkililerin arasında kelime anlamıyla vahdet olması, ilahi vaatlere inanılması ve pratikte milli güç bileşenlerinin geliştirilmesine bağlıdır.
İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei görüşmede yaptığı konuşmada, ABD Başkanı Trump’ın fiyasko sonunu Amerika’da sosyal ve siyasi düzenin çöküşü niteledi.
Konuşmasında İran’da Bercam adı ile anılan Kapsamlı Ortak Eylem Planı KOEP nükleer anlaşmasına da temas eden imam Hamanei, İran’ın nükleer anlaşmadaki yükümlülüklerini yerine getirme şartını, Amerika’nın İran’a dayatılan yaptırımları tamamen kaldırmasına endeksledi.
imam Hamanei, bu durumda İran bu sürecin doğruluğunu sınadıktan sonra gerekli kararı vereceğini, bu tutum İran İslam Cumhuriyeti’nin kesin ve kat’i politikası olduğunu ve hiç kimse bu politikadan şaşmayacağını vurguladı.
Başkumandan imam Hamanei görüşmede hş. 19 Behmen 1357’de yaşanan gelişmeyi ilahi günlerden biri niteleyerek şöyle devam etti:
Ordunun önemli bir bölümünün bu yapıdan kopması ve İmam’a ve halka katılması bir mucizeyi andırıyordu; zira Tağut rejiminin esas dayanakları ordu ve Savak adlı gizli teşkilattı ve sonunda da hiç ummadıkları yerden darbe yedi.
imam Hamanei o günlerde Amerika’nın demokrat yönetiminin İran’ın ve milletin şartlarını değerlendirmekte tuhaf hesap hatalarına işaretle şöyle dedi:
Amerikalılar şahın ordusuna umut bağlamıştı ve kesin haberlere göre bir darbe tasarladılar ve böylece inkılap liderlerini ve öncülerini yakalamak ve halka karşı geniş çapta şiddet uygulamakla şah rejiminin çökmesini önlemek istediler. Ancak onların şeytani planını suya düşüren etkenlerden biri, Hava Kuvvetleri’nin 19 Behmen’de gerçekleştirdiği hareketti.
Amerika’nın İran’la ilgili yanlış hesapları halen devam ettiğini ve İran milletini doğru tanımadıklarını kaydeden İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei şöyle dedi:
Bu hesap hatasının bir örneği hş. 1388 fitnesiydi. Amerika’nın demokrat Başkanı kendince İran işini bitirebileceğini hayal ederek resmen bu fitneyi destekledi.
imam Hamanei İran’ı görülmemiş yaptırımlarla dize getirmek, Amerikalı yetkililerin hesap hatalarının bir başka örneği olduğunu belirterek şöyle ekledi:
Şu birinci sınıf Amerikalı ahmaklardan biri de iki yıl önce Ocak 2019’u Tahran’da kutlayacaklarını söyledi. Şimdi ise o kişi tarih çöplüğünü gitti ve patronu de tekme tokat ve fiyasko bir şekilde beyaz saraydan atıldı, fakat İran İslam Cumhuriyeti Allah’ın inayeti ile halâ ayakta duruyor.
İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei konuşmasında düşmanlara ve sakat hesap sistemlerine karşı saf davranmamak gerektiğini belirterek şöyle devam etti:
İslam inkılabının 42 yıllık hareketinde etkili olan başka etkenler de vardı, ki bunlar halkın çabaları ve emekleri ve meydanlarda hazır bulunmaları ve buna inanmaları, ilahi vaatlere inanmalarıydı. Oturup seyretmekle hiç bir iş ilerlemez. Yetkililer iş ve amel meydanlarında hazır bulunmalarını sürdürmeli ve Allah’a güvenerek sürekli milli güç bileşenlerini geliştirmeli ve pratikte güç üretmeye devam etmelidir.
İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei güç üretmenin simgelerinden biri silahlı kuvvetleri bölgesel ve küresel zaruretlere uygun biçimde takviye etmekten ibaret olduğunu belirterek son günlerde düzenlenen askeri tatbikatları takdirle karşıladığını, bu tür büyük ve harika tatbikatların yaptırım koşulları altında düzenlenmesi ülkenin milli güvenliği silahlı kuvvetlerdeki evlatlarının eliyle temin edildiğini ortaya koyduğunu ve çok da onur verici sayıldığını vurguladı.
imam Hamanei, silahlı kuvvetlerde güç üretmek için askeri teçhizatı geliştirmenin yanı sıra askerlerin moralini, iman ve manevi gücünü de geliştirmek ve korumak gerektiğini belirterek şöyle ekledi:
Bölgede bazı ülkelerin en büyük hatası, milli güvenliğini ecnebilerden talep etmeleridir; üstelik milyarlarca dolar ödemelerine karşın hakaret işitiyorlar, aşağılanıyorlar, ama sonuçta güvenlikleri de temin olmuyor; nitekim bunu son yıllarda Mısır ve Tunus’ta ve daha önce Pehlevi şahı Muhammed Rıza’nın kaderinde gördük.
İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei konuşmasının devamında içeride her türlü hatanın işlenmemesine özen gösterilmesi gerektiğini hatırlatarak şu ikazda bulundu:
En büyük hatalardan biri düşman gücü karşısında korkuya kapılmak veya siyasi ve iktisadi işlerde düşmana umut bağlamaktır.
imam Hamanei iç imkanları ve gücü abartmak hedef olmadığını belirterek şöyle ekledi:
İçerideki gerçekleri görelim ve onları geliştirelim. Bilin ki düşman karşısında korkuya kapılırsak, hiç bir şey yapamayız.
imam Hamanei bazılarının Amerika ve diğer bazı güçlerin gücünü değerlendirmekte gerçekçi yaklaşmadıklarını belirterek Amerika’da yaşanan son hadiseleri referans gösterdi ve şöyle ekledi:
Amerika’da yaşanan son fiyasko hadiseler basit meseleler değildir ve eşi görülmemiş bir Başkan çöküşü şeklinde değerlendirilmek ve hatta bu hadiseleri Amerika’nın gücü ve sosyal düzeninin çöküşü olarak görmek gerekir.
İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei Amerikalı seçkin siyaset meseleleri uzmanlarının açıklamalarını hatırlatarak bunlar bizzat Amerika’da sosyal düzenin çöktüğünü ve bazıları post Amerika dönemini gündeme getirdiklerini ifade etti.
imam Hamanei şöyle ekledi:
Eğer Amerika’da yaşanan olaylar dünyanın başka bir yerinde ve özellikle Amerika ile sorunu olan bir ülkede yaşanmış olsaydı, Amerikalılar peşini bırakmazdı; ancak şimdi onların haber imparatorluğu bu maceranın sona erdiğini telkin etmeye çalışıyor, oysa macera bitmedi ve halâ devam ediyor.
imam Hamanei bölgede başta siyonist İsrail olmak üzere ABD’nin uydu rejimlerinin şaşkınlığı ve perişanlığı ve son günlerde lafügüzaf etmelerini Amerika’nın çökmesinden duydukları panik ve korkunun sonucu olduğunu vurguladı.
İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei konuşmasının bir başka bölümünde Amerikalı ve Avrupalı yetkililerin yaptırımlarla ilgili son sözlerine işaretle şöyle dedi:
Evvela İran İslam Cumhuriyeti hiç kimse Amerika ve Avrupa’da hiç bir hakkı olmana konuşanların yaftalarına ve yaygaralarına kulak vermiyor. İkincisi, mantık ve istidlale göre Amerika ve üç Avrupa ülkesi Bercam nükleer anlaşmasında yükümlülüklerini çiğneyen taraflardır ve bu yüzden bu anlaşma için yeniden şart belirleyemezler.
imam Hamanei şöyle ekledi:
Bunlar sırf çok kısa bir süre ve işin başında bazı yaptırımları geçici olarak askıya aldılar, fakat daha sonra yaptırımları yeniden dayattılar ve hatta arttılar. Dolayısıyla bunlar şart koyamazlar.
İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei şöyle devam etti: Bercam anlaşmasının devamı için şart koyma hakkı olan taraf İran İslam Cumhuriyeti’dir. Zira İran ta baştan Bercam’daki tüm anlaşmalarını yerine getirdi, fakat onlar yükümlülüklerini çiğnedi.
imam Hamanei İran İslam Cumhuriyeti’nin tüm yetkililerin üzerinde mutabık oldukları Bercam konusunda kat’i ve şaşmaz ve geri dönülmez politikasını şu şekilde beyan etti:
Eğer onlar İran’ın Bercam anlaşmasındaki yükümlülüklerini yerine getirmesini istiyorsa, Amerika sözlü veya kağıt üzerinde değil, pratikte tüm yaptırımları kaldırmalıdır. Bunun ardından İran yaptırımların kaldırıldığını sınayacak ve ondan sonra Bercam’daki yükümlülüklerine geri dönecektir.
İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei konuşmasının sonunda yetkililere vahdet tavsiyesini yenileyerek şöyle dedi:
Halkın ve yetkililerin kelime anlamında vahdeti son 42 yılda birçok sorunu aşmanın temel etkeni olmuştur ve bu birliktelik ve vahdet devam etmelidir. Nitekim yüce Allah’ın inayeti ve Hz. Mehdi’nin duaları ile İran milleti ve ülkenin yarını kesinlikle daha iyi ve daha yüce olacaktır.
İslam İnkılabı Lideri imam Hamanei’nin konuşmasından önce Hava Kuvvetleri Komutanı General Nasirzade kuvvetin geçen sene faaliyetleri hakkında bir rapor sunarak şöyle arz etti:
Hava Kuvvetleri inkılap sürecinde etkili faaliyetleri ve inkılabın getirilerini korumakla beraber bugün de eli dolu direniş düşüncesi ve şehit Süleymani mektebinin öğretileri temelinde daha da saikli bir şekilde gücünü geliştirmektedir.
İran’ın yeni korona aşısı “Razi Cov-Pars” görücüye çıktı
İranlı bilim adamlarının geliştirdiği ve enjeksiyon ve solunum yoluyla alınabilen yeni korona virüs aşısı görücüye çıktı.
İranlı bilim insanlarının Razi Serum ve Aşı Müessesesi’nde geliştirdiği ve “Razi Cov-Pars” adını verdikleri İran’ın ürettiği ikinci korona virüs aşısı, bugün başkent Tahran’da klinik test aşamasına başlıyor.
Biyo teknoloji kullanılarak İran’ın Razi serum ve aşı müessesesinin uzmanları tarafından geliştirilen ve Razi Cov-Pars adı verilen ikinci korona virüs aşısı klinik test aşamasının iki fazını uygulamak üzere gerekli izin belgesini almayı başardı.
Sağlık Bakanı Said Nemeki Pazar günü Razi Cov-Pars aşısının tanıtımı gerçekleştirildiği törende yaptığı konuşmada, İranlı bilim temelli firmalar korona virüs aşısını üretmek için en etkili yöntemleri kullandıklarını ve şimdiye kada Cov-Iran Bereket ve Razi Cov-Pars aşıları sonuca ulaştığını belirtti.
Zarif: Amerika’nın havuç sopa politikası artık etkili değil
Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Amerika’nın havuç sopa politikası artık eskisi gibi etkili olmadığını vurguladı.
Russia Today kanalına mülakat veren Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, bir kez daha Amerika’nın yeni yönetiminden Washington’un İran’a karşı izlediği iktisadi terör politikasını gözden geçirmesini istedi.
Zarif, terörist Trump’ın İslami İran’a karşı azami baskı politikası bozguna uğradığını, yeni Başkan Biden Trump’ın bu tür politikalarını yeniden gözden geçirmesi ve havuç sopa politikasının artık cevap vermediğini bilmesi gerektiğini vurguladı.
Zarif, Trump yönetiminin izlediği politikalar sadece İran için değil, tüm bölge ve dünya için facia boyutunda zararlara yol açtığını, Amerika Kapsamlı Ortak Eylem Planı KOEP anlaşmasından daha iyi bir anlaşma bulamayacağını kaydetti.
Dili Doğru Kullanma Şekilleri
Hak Teâlâ'nın insana bağışta bulunduğu sayısız nimetlerden biri dildir. İnsan, Allah'ın kendisine bahşettiği dil vesilesiyle konuşmakta, duygularını, düşüncelerini ve derdini beyan etmektedir. Dilin iyilik ve güzellikleri çok olduğu gibi kötülük ve çirkinlikleri de büyük ve ağırdır. Hikmet sahibi arifler, dil hakkında şöyle demişlerdir:
"Dilin hacmi küçük ama suçu büyüktür."
Büyük âlimlerden Molla Muhsin Feyz-i Kaşani, "Mehaccetül Beyza" adlı kitabında dilin, gıybet, iftira, laf taşımak, alay etmek, dedikodu, sövgü ve insanları aşağılamak gibi yirmiden fazla büyük günah işlemeye kadir olduğunu yazmıştır.
Kur'an-ı Kerim dilin sadece on şekilde konuşmasını güzel olarak zikretmiş ve izin vermiştir. Eğer insan bu on çeşit konuşmayı eda edecek olursa, diliyle Allah'a kulluk etmiş olur. Bu on şekil konuşma dışında kalan kullanım ise günaha ve hakikatte şeytan'a kulluktur.
Kuran'ın dile izin verdiği söz söyleme yöntemleri şunlardır:
1- Güzel söz
Güzel söz, insanlara karşı kırıcı ve incitici cümlelerden kaçınmaktır.
"İnsanlara güzel söz söyleyin." (Bakara-83)
2- En güzel söz
En güzel söz, İnsanları Allah'a davet etmektir.
"Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve «Gerçekten ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet-33)
3- Adil söz
Adaletli söz, anlaşmazlık anlarında haktan yana şahitlik etmektir.
"Konuştuğunuzda, akraba bile olsa sözünüzde adil olun." (En'am-152)
4- Doğru söz
Doğru söz, yaşanılan toplumda geçmiş mümin kulların hayrını zikretmek ve dilini yalandan korumaktır.
"Sonra gelecekler arasında bana bir doğruluk dili (güzel bir ün) ver." (şuara-84)
5- Yüce söz
Yüce söz, anne ve babayla saygı ve sevgiyle konuşmaktır.
"Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne babaya iyilikle davranmayı emretti. şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa onlara, «çf» bile deme ve onlara sesini yükseltme. Onlara yumuşak söz söyle." (İsra-23)
6- Yumuşak söz
Yumuşak söz, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak farizasını yerine getirirken kullanılan kalp okşayıcı sözlerdir.
"İkiniz Firavuna gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki o öğüt alıp düşünür ya da içi titrer korkar." (Taha-43/44)
7- İman sözü
İman sözü, Allah'ın birliğini, ibadet ve itaat edilmeye sadece O'nun layık olduğunu ve Peygamberin (s.a.a) İlahi risaletini kabul ve tasdiktir.
"Biz Allah'a ve bize indirilene (Kur'an'a) ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve onun torunlarından indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilene ve Rableri tarafından tüm peygamberlere verilenlere inandık. Biz onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeyiz ve biz O'na teslim olanlarız." deyin." (Bakara-136)
8- Sağlam söz
Sağlam söz, her zaman ve mekânda şartlar ne olursa olsun doğru sözü söylemektir.
"Kendilerinden sonra güçsüz evlatlar bıraktıkları takdirde onlar için (sıkıntıya düşmekten) endişe edenler, (haksızlık etmekten) korksunlar; Allah'tan çekinerek sağlam söz söylesinler." (Nisa-9)
9- İyi söz
İyi söz, yetimlere ve insanın kendi ailesine karşı söylediği sözdür.
"Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermeyenlere vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin." (Nisa-5)
10- Yetkin söz
Yetkin söz, etkili hikmetle yoğrulmuş ve delile dayalı sözdür.
"Allah, onların kalplerinde olanı bilir. Onlardan yüz çevir (onları cezalandırmaktan vazgeç) onlara öğüt ver ve kendi halleri hakkında onlara açık ifadeli ve etkili söz söyle." (Nisa-63)
Resulullah (s.a.a)Hz. Ali'yi (a.s) insanları Allah'a davet etmesi için Yemen'e gönderdiğinde Hz. Ali'ye (a.s) hitaben şöyle buyurmuştu:
"Ey Ali! Kendisini hakka davet etmedikçe hiç kimseyle savaşma. Allah'a yemin olsun ki eğer Allah senin elinle birini hidayete erdirecek olursa, bu senin için üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır." (el-kâfi, c5.s28, Bab-u Vasiyeti Resulullah, 4. Hadis).
Dilin namaz Allah'ı zikretmektir.
Kur'an okumak Allah'ı zikretmektir.
Gözyaşları ile bezenmiş dualar Allah'ı zikretmektir.
Kur'an ayetlerinde dilin kullanım şekilleri hakkında işaret edilen on yönteme uyumlu sözler, Allah'ı zikretmenin başka bir haletidir.
Dil vesilesi ile yapılan bütün zikirlerin en yücesi, en faydalısı ve en çok övülmüş olanı ise gaflete düşmüş bir insana Allah'ı hatırlatmak ve onu hak yola davet etmektir.
Allah'a Karşı Suizan
İlk suizanda bulunan varlık Şeytandır. O, Allah'ın fiilini kötü ve yanlış bildi... Rivayette şöyle geçer; "Şeytan 6 bin yıl her gökyüzü tabakasında bir yıl Allah'a itaat etti ama Allah'ın fiiline kötü zanda bulunup itaat etmeyerek suçlu duruma düştü." Bunun için Suizan Şeytan'ın bir sıfatıdır.
Bu konu oldukça fazla araştırılma gerektiren bir konudur. Kötü düşünce ve suizannın kökleri nelerdir? Neden bazıları Allah'a suizanda bulunur?
Bir imtihan ve bela anında Allah’a suizanda bulunurlar; insanların çoğu bu günaha müpteladırlar. Belalar ve musibetler Allah'ın İmtihanıdır.
“İnsanlar imtihandan geçirilmeden sadece iman ettik demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar.” Ankebut/2
Bazıları Allah'ın imtihanını doğru bir şekilde anlayıp tahlil edemiyorlar. Bu yüzden suizanda bulunuyorlar. Dr. Refii şöyle anlatır:
"Bir gün İmam Rıza'nın (a.s) türbesine gitmiştim. Haremin bahçesinde bir genç yanıma geldi ve şöyle dedi:
'Ben eskiden Ehl-i Beyt meddahıydım. Ehl-i Beyt hakkında çokça meddahlık yaptım; mersiye ve sinezen okudum. Bir süre önce de Kerbela’ya kafile götürdüm. Kırk kişiydik ve otobüsle yola çıktık. Bu yolculuktan maneviyat kazanmak için çok çalıştım. Allah’ın rızasını kazanmak için doğru bir şekilde mersiye ve ağıtlar okumaya çabaladım. Kerbela ve Necef ziyaretimizi tamamladık. Derken dönüş yolunda trafik kazası geçirdik. Bütün yolcular kazayı sağ salim atlattı ama o kırk kişi içerisinden yalnızca ben sağlığımdan oldum; artık yürüyemiyorum. O günden beri Allah’a karşı kötü düşüncelere kapıldım. Peki ben ne yapmıştım ki başıma bu olay geliverdi? Bu yolcular arasında öyle ciddiyetsiz, şımarık insanlar vardı ki hatta bazıları ibadetlerinde özensiz ve bazıları da günah işlemekten çekinmeyen insanlardı. Ama ben onların hepsinden daha fazla dikkat ediyordum. Bütün dikkatimi ziyarete vermiştim layıkıyla ibadet yapmaya çalışıyordum. Onlara mersiye ve ağıtlar okuyordum. Neden sadece ben bu şekilde oldum? Ben ne günah işledim ki bu musibetler benim başıma geldi?
O şahsa dedim ki; 'Ben sana bu kadarını söyleyeyim; imtihan, musibet ve bela birkaç kısımdır. Bazıları günahkarlar ve kafirler içindir. Günah işleyen ya da hata yapan insan imtihan edilir. Onun için bir uyarıcıdır, doğru yola yönelsin diye. Bazıları müminler içindir; çünkü Müminlerin Allah katında dereceleri vardır. Bu imtihan ve belalar müminlerin Allah katındaki derecesini yükseltir. İmanının gelişmesine ve yücelmesine sebep olur. Bütün peygamberler, Hz. Eyüp, Hz. Yusuf, Hz. Yakup hepsi zorluklar çekmiştir.
Kerbela'da İmam Hüseyin'in başını bedeninden ayırdılar. Evlatları ve yarenleri şehit oldu. Acaba İmam Hüseyin bir hatamı yapmıştı? İmtihana tabi olan ve musibet gören her insan günahından ya da hatasından dolayı yaşamaz bunları. Allah sadece günahkarları değil evliyaları da imtihan eder.
Yahudi bir şahıs Hz. Ali'nin yanına gelir ve der: 'Ey Efendim! Vasilerde imtihan edilir mi?' İmam şöyle buyurur: 'Evet, evliyalar, vasiler ve enbiyalar hepsi imtihan edilir. Kimisi servetle Hz. Süleyman gibi, kimisi fakirlikle Hz. Eyüp gibi. Bazısı elindeki imkanlar alınarak imtihan edilir. Allah Hz. Musa’ya 38 çocuk verdi ama İmam Rıza'ya 48 yıl bir çocuk bile vermedi. 48 yaşındaydı İmam Cevad ona verildi ve o İmam Rıza’nın tek çocuğuydu.
Hz. İmam Hüseyin'in çocukları ve yârenleri Kerbela'da şehit edildi. Allah sadece İmam Zeynel Abidin'in kalmasını istedi bu tesadüf ve cebir değildir. İnsan vazifesini yerine getirir ve Allah'ın İmtihanı kabul ederse yüce mertebelere ulaşır.'
Sonra Hz. Ali (as) o Yahudi’ye şöyle der: '14 defa imtihana tabi tutuldum. 7 defa peygamber zamanında 7 defa peygamberin vefatından sonra.
Allah Davut peygambere şöyle buyurdu: 'Sana cennette seninle aynı terazide olacak birini tanıtmamı ister misin?' Bazen insan cennette peygamberle olabilir ama onun derecesinde olamaz. Davut peygamber 'evet' dedi. Şöyle hitap geldi: 'Git falan semtte falan kadının yanına o hem cennetliktir hem de senin derecendedir.' Kimdir ki hem cennetlik olsun hem de Davut Peygamber ile aynı derecede olsun. Hz. Davut gitti, o kadını buldu ve sordu: 'Yaptığın amelini bana açıklar mısın? Hangi ameli işledin ne yaptın anlatır mısın?'
Peygamber şöyle der: 'Bu kadının özel bir ameli yoktu. Normal bir insan, benden farklı değil. Vacip amelleri yerine getiriyor, hatta müstehap amel bile çok fazla yapmıyordu. Kendi kendime nasıl oluyor da bu kadın cennette benimle aynı derecede olur dedim. Kadına: 'Biliyor musun Allah seni cennette benimle aynı derecede karar kıldı.' Kadın: 'Evet, bana da söyledi.' Hazreti Davut: 'Nereden biliyorsun? Nasıl bu makama ulaştın?' diye sorunca kadın: 'Sebebi şudur; yaşantımda karşılaştığım her duruma şükür ettim. Fakirlik görsem şükrettim, servet sahibi olsam şükrettim. Allah neyi benim için istediyse ona şükür ettim. Hiçbir zaman suizanda bulunup isyan etmedim.'
Ehlader/Üstat Dr. Refi'i
Kindar Olmak
nsan birine karşı sinirlenip gazaplanır ve ondan intikam almazsa, bu his insanın batınına geri dönerek kine dönüşür.
Kin, yani; karşısında ki şahsa karşı, sürekli kötü duygular beslemek ve ondan nefret etmektir. Allah Resulü (s.a.a) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: Mümin, kindar değildir.
Kin, gazap sonucunda ortaya çıkan bir histir ve 8 tane özelliği beraberinde taşır.
1-Haset; öyle ki insanı, karşısındakinin sahip olduğu nimetin, ondan alınmasını arzulamasına sevk eder.
2-İnsanın batınında kıskançlık ve hasedi güçlendirir ve karşısında ki şahıs bir belaya müptela olduğunda ona imalarda bulunur ve serzeniş eder (iyi oldu hak ettiğini buldu gibi) ve sevinir.
3-İnsan kin duyduğu kimseyle irtibatını, gidiş gelişini keser hatta o gidiş geliş istese bile.
4-Kin duyduğu kimseyi küçümsemek, ondan yüz çevirmek.
5-Harama bulaşır, yalan konuşur, gıybet eder ve onun sırrını açarak, örtülmesi gereken şeyleri ortaya çıkarır.
6-Onu maskara etmek için onun sözlerini ve davranışlarını taklit eder.
7-Onu cismi olarak rahatsız etmeye çalışır, dövebilirse döver, dövemezse onu yoracak, sıkacak, rahatsız edecek şeyleri yapmaya çalışır. (ve o yoruldukça hastalandıkça zorluk çektikçe sevinir).
8-Onun hakkına riayet etmez, sıla-i rahim-i keser, borcunu ödemez, reddi mezalime dikkat etmez ki bunların hepsi haram ve gayri meşrudur.
Kindar insan kendinde oluşan bu kini ortadan kaldırmazsa, bu kin hasede dönüşür.
Ama eğer kindar insan kinine sebep olan gazabını telafi edebilecekse, yani intikam alabilecekse, 3 haletten biriyle karşı karşıyadır.
1-Kendi hakkını eksiksiz veya fazlalıksız talep eder, bu surette adaletle davranmıştır.
2-Onu bağışlayabilir ve ona iyilik edebilir, bu fazilet sahibi bağışlaması bol kimselerin işidir.
3-Kendi hakkından fazlasını talep eder, buda zulüm haletidir.
Eğer insan kendisi için gerekli görüyorsa iyilikle onun kin beslemesine sebep olan hakkını alabilecekse, kimseye zulmetmeden kötülük yapmadan bunu alabilir. Ama bazı haklar var ki alınabilecek gibi değil örneğin; biri, yıllar önce sizi küçük düşürdü, halk içinde sizi dövdü, sizi rezil etti, söz dolaştırdı, dostunuzla aranızı açtı.
Siz şimdi intikam için onun yaptığı kötü işleri yapamazsınız, bir ömür boyu kin besleyeceğinize ki bunun zararlarını şimdi açıklayacağım, en iyisi kin beslemeden önceki gibi davranmak ve nefisle mücadele etmektir ki bu sıddıkların ve Allah’a yakın olanların amelidir.
Çaresi: İnsan bilmeli ki kin onun kalbinde olduğu müddetçe sürekli gamlı, üzgün ve problemli olacaktır ve dünyada da ahrette de azabın pençesinde kalacaktır.
İnsan dostluğun ve bağışlamanın faziletini düşünmelidir.
خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ
Özrü kabul edip suçları bağışla, iyiliği emret ve bilgisizlerden yüz çevir. (Bakara / 199)
وَإِن طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِن قَبْلِ أَن تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَرِيضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ إَلاَّ أَن يَعْفُونَ أَوْ يَعْفُوَ الَّذِي بِيَدِهِ عُقْدَةُ النِّكَاحِ وَأَن تَعْفُواْ أَقْرَبُ لِلتَّقْوَى وَلاَ تَنسَوُاْ الْفَضْلَ بَيْنَكُمْ إِنَّ اللّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Onlara dokunmadan boşarsanız nikâh parası kesmiş olduğunuz takdîrde kabul ettiğiniz paranın yarısını vermeniz gerek. Ancak kadın, hakkını bağışlar, yahut nikâhın düğümü kimin elindeyse o, bu hakkı bahşederse bu ayrı. Sizin bağışlamanız, takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın. Şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızı görür. (Bakara / 237)
İmam Sadık (a.s) Allah Resulü’nden (s.a.a) şöyle bir hadis-i şerif nakletmiştir: Acaba dünya ve ahretin en iyi sıfatını size tanıtayım mı?
-Her kim sana zulmetse onu bağışla.
-Her kim seninle rabıtasını keserse, onunla vuslat et, irtibat kur.
-Her kim sana kötülük etse, ona iyilik et.
-Her kim seni mahrum etmişse, sen onu mahrum etme.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: Bağışlayın ki bağışlamak; kulun izzetini çoğaltmaktan başka bir şey yapmaz.
Öyleyse birbirinizi bağışlayın ki Allah size izzet versin.
Muteb diyor ki; İmam Kazım (a.s) ile bağında mahsul topluyorduk. Bir köleyi gördüm, bir miktar hurmayı duvarın arkasına attı, gidip onu yakaladım, İmam’ın (a.s) yanına getirdim. Dedim fedan olayın bu köleyi, bu hurmayla yakaladım. İmam köleye dedi ki; aç mı kalıyorsun? Köle; hayır mevlam. İmam; öyleyse bu hurmayı neden aldın? Köle; benim malım olmasını istiyordum. İmam (a.s) bırakın onu, git bu hurma senin…… Ve şöyle buyurdu; Geçinmek, yaşamın yarısıdır.
1 Şubat.. "şafakta 10 gün" ün başlangıcı...
İsmi Ruhullah’tı… Seyyid Mustafa’nın oğlu... Babası Seyyid Mustafa, 1902’de, yani o henüz 5 aylıkken, zorba bir toprak ağası tarafından pusuya düşürülüp öldürüldü.
Seyyid Mustafa, Humeyn’in en sevilen ismi, bütün bölgenin en sevilen din adamıydı.
Çünkü şahlığa da , ecnebi mandacılığına da karşıydı.
Fukara babasıydı.
Çok cesur ve savaşçı bir hocaydı.
Hükümetin acziyetten ülkede güveniği sağlayamadığı ve İngilizlerle Rusların İran ve Osmanlı topraklarında cirit attığı yıllarda İran’ın Humeyn kasabasını, haraç almaya gelen eşkıyalara karşı korudu, köylünün namusunu ve canını koruyabilmek için evinin etrafını kale duvarlarıyla ördü.
Hums ve zekat gelirleriyle köylüleri eşkıyalara karşı silahlandırıp haraç sistemine son verdi.
Bu “direnişçi” liğinin bedelini hayatıyla ödedi.
5 aylık yetim yavrusu, daha 15 yaşındayken annesini, sonra da manevi annesi olan halasını da kaybederek öksüz de kaldı.
Seyyid Ruhullah, Erak , Necef ve Kum kentlerinde yüksek İslami bilimler okudu.
Çağının en sevilen din adamıydı.
Meşhur müçtehitlerin derslerine gelen öğrencilerin kat kat fazlası onun derslerine gelirdi.
Zira çok mütevazi, bir o kadar da ciddi ve dürüsttü.
Mezhep ayrımına karşıydı.
***
Bir zabıtaya dahi kimsenin yan bakmaya cesaret edemediği 1930’lu yıllarda, bir bahar günü, Kum kentindeki Hz Masume türbesi yakınındaki avluda ders verdiği sırada, Rıza Han’ın polislerinden biri bir kadının tesettürünü zorla başından açmak isteyince, her şeyi göze alıp inanılmaz bir cesaret ve mertlik gösterdi, susan ve seyreden onca kalabalığın arasından sıyrılıp polisin üzerine yürüdü ve bir sillede o kodaman polisi yere serdi.
***
“ŞAH” lık rejiminin “Seyyid Ruhullah” la ilk tanışması böyle olmuştur.
***
Bu olayın üzerinden birkaç yıl geçmeden, ismi belirsiz vatanperver bir subaydan aldığı bir notu, camide, herkesin duyacağı şekilde okudu:
“Ordumuzun içinde İsrail askerleri var. İranlı bir subaymış gibi bizim üniformamızı giyiyor, ast-üst tanımıyorlar.. Rütbesizler, ama bizim generallerimiz bile onlara selam çakıyor..Bu iş, vatanperver Müslümanlar olarak kanımıza dokunuyor. Sizin cesur bir din adamı olduğunuzu duyduk. Bu durumda dinî görevimiz nedir?/ Hava Kuvvetleri’nden isimsiz bir subay”
***
Bu notu, minberde alenen okuyup şöyle ekliyor: “Bu ülkenin bir şahı var.. Şaha duyuruyorum: Eğer bu doğruysa, açıklamasını bu millete yap: İsrail subaylarının bizim ordumuzun içinde ne işi var? Eğer yalansa, bunu tekzip et ve yalanla”
Ertesi gün şah tarafından gönderildiğini söyleyen 2 yetkili, gece yarısı evine gelip, “İsrail aleyhine konuşursa kötü olacağı” nı söyleyerek onu uyardı.
O gün, öğle namazından sonra minbere çıkıp o tehdidi halka duyurdu ve şahı uyarmanın dini bir vazife olduğunu söyleyerek İsrailli askerlerin İran ordusunun içinde bulunmasının kabul edilemeyeceğini tekrarladı.
Aynı gece evi SAVAK tarafından basıldı ve tutuklanıp zindana götürüldü.
***
Onu Kum’dan Tahran’a otomobille götüren savak memurları, gece yarısı , kendileri silahlı, o silahsız olduğu halde, yol boyunca çok korktuklarını, onun ise kendilerine “korkacak bir şey yok, korkmayın” dediğini daha sonra hatıratında yazacak, aynı sözler, devrimden sonra savak arşivinden de çıkacaktı.
***
1962 sonbaharında Kur’an yerine “kutsal kitab’a yemin” i getiren ”Eyalet ve vilayet encümenleri kanunu aleyhinde bildiri yayınlayınca yine tutuklandı
O hapisteyken, Şah rejimi askerleri, onun ders verdiği Feyziye Medresesi'ne saldırıp inanılmaz bir katliam işlediler.
Hapisten çıkar çıkmaz, Aşura günü bu katliamı kınayınca tekrar tutklanacaktı…
***
Savak’ın istediği “güvence” yazısını imzalamayı reddeder, halkın sokaklara dökülmesi üzerine şah onu serbest bırakmak zorunda kalır, ama birkaç gün sonra , şahı yine eleştirince, tekrar tutuklanır.
Müçtehit olduğu için şah rejimi, anayasa gereğince, onu idam edemez; ama ona olan hıncını, nicedir böyle bir din adamına hasret kalan ve bu nedenle de onu ölümüne destekleyerek, serbest bırakılması için Tahran ve Kum sokaklarına dökülen halktan alır ve 5 Haziran 1963 günü şah rejiminin özel kuvvetleri; aralarındaki o ecnebi subaylarla birlikte halkın üzerine makinalı tüfek, tank ve helikopterlerle ateş açıp 15 bin insanı katleder…
Halkın üzerine ateş açmayı reddeden ordu personeli hakkında tahkikat açılır, birçoğu ordudan atılır.
Bunların çoğu, daha sonra halkın safına geçecektir.
Bu kanlı gün İran tarihine 15 Hordad kıyamı olarak geçmiştir.
“Seyyid Ruhullah” birkaç ay hapis ve gözaltı yaşar..
***
Şah rejimi, ondan kurtulmak için onu Türkiye’ye sürer.
4 Kasım 1964 tarihinde Ankara'ya , oradan da Bursa’ya..
Bursa'da onu Farsça bilen askeri istihbarat uzmanı Albay Ali Çetiner karşılar, onun evinde kalır ve Albay, onu çevresine “dedesi” olarak tanıtır.
1,5 yıl kadar bizde misafir olur.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin onu yeterince sıkmaması “majesteleri şah Rıza Pehlevi hazretleri” ni rahatsız eder, hatta Bursa’da görüştüğü Sünni ulemanın çok takdirini kazanır.
Tabi, onun Urfalı “Arap asıllı bir din adamı” olduğunu zannetmektedirler…
***
Bu vaziyete tahammül edemeyen şah Rıza Pehlevi, onu, Türkiye2den Necef’e sürer.
Amacı, büyük ulema arasında kayblup gitmesini sağlamaktır.
Tam tersi olur ve mustazaf halk kitleleriyle, şah yönetimindeki pek çok vatansever ve milli aydın, onu destekler.
Kasetle ülkeye giren yasaklı konuşmaları evden eve dolaşır.
Yüzlerce insan sırf bu konuşmaları dinlediği için tutuklanır.
Irak’taki büyük ulema, onun ilmi ve basireti karşısında saygıyla eğilince, şah rejimi Saddam’la konuşup onu Irak’tan da sürer.
Ama bu defa şah, ABD’yle konuşur ve onu hiçbir ülkenin kabul etmemesini sağlar.
Vizesi olduğu halde Küveyt, son dakikada onu sınırdan geri çevirir.
Ortada kalınca, halktan destek ister; bir taka kiralayıp, serbest sularda radyo yayınıyla sesini İran ve dünya halkına duyuracağını söyleyince, onu hiç olmazsa gözlerinin önünde bulundurmak için Fransa’dan ona yeşil ışık yakması istenir.
Çünkü Fransa koskoca Rönesansların, reformların ve özgürlük devriminin ülkesidir(!)
Paris'in bir banliyösü olan Neauphle-le-Chateau'daki sade köy evini kiraladı ve buradan konuşmalarını ülkeye gönderdi.
İran’da her gün ülke çapında milyonların katıldığı gösteri yürüyüşleri yapılıyor, şaha karşı olan halk onu istiyordu.
Şaha muhalif olan herkes sokaklardaydı.
Şah rejimi her gün yüzlerce göstericiyi öldürüyor veya tutkluyordu.
Zindanlarda yer kalmayınca ve milyonları tutuklayacak memur da kalmayınca şah İran’dan kaçmak zorunda kaldı.
Efendisi ABD onu kabul etmekten çekindi.
Yeni kurulacak devletle papaz olmak istemiyordu!
Kanser olan şahı, sadece Mısır kabul etti (hem de tahmin edemeyeceğiniz nedenlerle ve İslam dünyasının kalbine kanser tümörü gibi saplanan başka birilerinin aracılığıyla!)
Şah orada öldü!
ABD, şahı petrole sattı, ama o petrolü de alamayacağını anlayıca, yeni kurulan devlete de düşmanlık etmekten geri kalmadı.
***
1977 sonbaharında, Irak’ta sürgündeyken, şah ona gönderdiği biriyle bir mesaj iletti: “Ya benimle uzlaş ya da oğlun Mustafa ölür!”
Uzlaşmadı.
Oğlunun şehadet haberini aldığında “İnnalillah..” ayetini okudu ve eşine “başımız sağ olsun, evladımız boş yere ölmedi, şehit düştü, gözümüz aydın” dedi.
Bu “başkalarına dediğini önce kendisi yapan âlim” tavrı halkın onu daha fazla sevmesini sağladı.
***
Şahın kaçmasından sonra yerine bıraktığı askeri hükümet ve Bahtiyar hükümetleri devrildiler
Onun Fransa’dan döndüğü günden, Bahtiyar hükümetinin düştüğü ve yönetimin halkın eline geçtiği 10 güne İran halkı “Şafakta 10 gün” diyor.
10 gün süren bir şafağın sökmesi…
Ve bugün o günün ilk günü…
***
Bir anıdan birkaç satırı aktarmadan geçemeyeceğim:
“…Bundan tam 40 yıl önce bu saatlerde; şimdiki adıyla Azadi, o günkü adıyla "Şehyad" Meydanı'nın biraz ilerisindeki Mehrabad Havaalanında karşıladığımız ev sahibinin peşinden "Beheşt-i Zehra" adlı şüheda kabristanına kadar koştuk... Oradaki konuşmayı son kelimesine kadar dinledik ve herşey ondan sonra başladı... O gün orada olanlar şimdi nerede? Ve, o gün orada olmayanlar, hemen ertesi aydan başlayarak, nerelerde konumlandırıldılar? Devrimci kılığında devrime sızan ve sonra da ancak çarşafa bürünerek efendlerinin kucağına kaçıp canını kurtaran o beldede günün "badem bıyıklı" sı şimdi nerede? Neden? Kimler "kim" oldular???Söylenecek o kadar çok şey var ki... Bırakın şu satırları; bir kitaba da sığmaz, bir TV programına da... Bir ömre nasıl sığdı? Hayret?! Yaşamayan hiç konuşmasın bunu... Zira "ilim şehrinin kapısı"'nın da buyurduğu gibi; "hakla batılın arası, sadece 4 parmaklık bir mesafedir".. Bu satırlar için sakın beğeni işaretlemeyin, sözünüz varsa yazın, yoksa susun ve şimdi bazı kulakları sağır eden, bazılarınıysa seher yeli gibi okşayan o sese kulak verin: "Baharân khojeste bad"…”
İsmail Bendiderya
Hz. Fatıma'nın (s.a) Viladeti ve Dünya Müslüman Kadınlar Günü
Hz. Fatıma (s.a) hicretten önce 8. yılda, 20 Cemadiüssani tarihinde dünyaya geldi. Vahiy evinde dünyaya gelen Hz. Fatıma (s.a) değerli babası ve İslam peygamberinin yanıbaşında, yüce insani derece ve fazilete ulaşmıştır.
Peygamber efendimizin sevgili kızı, Ehl-i beyt'in ilk imamı Hz. Ali (a.s) ile evlenerek o hazretin samimi ve sefa dolu evinde, eşlik ve annelik görevini en iyi şekilde yerine getirerek, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan ve Hz. Zeyneb gibi yüce şahsiyetler yetiştirmiştir.
Hz. Fatıma (s.a) dünya kadınlarına örnek teşkil ettiğinden hadis ve rivayetlerde, dünya ve ahiret kadınlarının en üstünü olarak tanıtılmıştır. İran'da islam inkılabından sonra, o hazretin mübarek viladet yıldönümü, 'Dünya Kadınlar ve Anneler Günü' olarak kutlanmakta, aynı zamanda İslam İnkılabının kurucusu rahmetli imam Humeyni'nin de doğum gününe denk gelmektedir.
Hz. Fatıma'nın (s.a) Makamı
Hz. Fâtıma Zehra(s.a)'nın fazileti hakkında Resulullah'tan (s.a.a) nakledilen rivayet ve hadisler: Eğer gerçekten de bu nurlu cevher ve fazilet örneği Fatıma (a.s) hakkında mevcut olan sahih ve sarih hadislerin tümünü nakletmek istesek bu küçük makaleye sığdıramayız. Ama on iki hadisi nakletmekle yetiniyoruz.
1. Hadis
Peygamber şöyle buyurmuştur: Cennet ehli kadınların en faziletlisi Hüveylid kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fatıma, Muzahim'in kızı ve Firavun'un eşi Asiye ve İmran'ın kızı Meryem'dir. Ehl-i Sünnet'in hadis erbabı ve ravilerinden bir çoğu bu hadisi nakletmişlerdir ki hepsinin adını zikretmek mümkün olmadığından onlardan sadece Ahmed b. Hanbel[1] Ebu Davud, [2] Kasım b. Muhammed[3] gibi meşhur şahsiyetlerin adını vermekle yetiniyoruz.
2. Hadis
Resulullah şöyle buyuruyor: Dünya kadınlarının en hayırlısı dört tanedir: Meryem binti İmran, Asiye binti Mezahim, Hadice biti Hüveylid ve Fatıma binti Muhammed (s.a.a) Bu hadisi, Dünya kadınlarının en hayırlısı cümlesiyle Ehl-i Sünnet'in Ebu Davud ve Abdulvaris b. Süfyan gibi bir çok muteber muhaddisleri, Enes ve Ebu Hureyre'den nakletmişlerdir. [4]
3. Hadis
Peygamber şöyle buyuruyor: Sana dünya kadınlarından Meryem binti İmran, Hatice binti Huveylid, Fatıma binti Muhammed ve Asiye yeter. Bu beyanda da bu dört kadın beşeriyet dünyasının dört örnek şahsiyeti olarak zikredilmiştir. Ehl-i Sünnet alimlerinden bazıları da bu hadisi aynı ibaretler ile nakletmişlerdir. Tirmizi, [5] Ebu Davud ve Şabi, [6] de bu kimselerdendir. Bu üç rivayet ve benzeri rivayetler açık bir şekilde bu faziletli ve iffetli dört kadının, insanlık dünyasının tüm kadınlarından daha üstün ve değerli olduklarına delalet ediyor. Ama bu dördünden hangisinin diğerlerinden daha faziletli ve üstün olduğu beyan edilmemiştir.
Ama Peygamber'in Ehl-i Beytu ve tahir imamlardan nakledilen birçok rivayetler ve mütevatir hadislerden, Peygamber'in (s.a.a) kızı Fatıma'nın onların en faziletlisi olduğu anlaşılmaktadır. Bu rivayetler sarih ve açık olup tevil ve tevcih edilir bir yanı da yoktur. Eğer bu hadis ve rivayetler de olmasaydı, bu büyük kadının üstünlük ve fazileti hakkında onun peygamberlerin en büyüğü olan Hz.Muhammed'in (s.a.a) bedeninin bir parçası olması yeterliydi. Tüm alemde Resulullah'ın eşi ve benzeri olmadığı gibi, dünya kadınları arasında da Hz. Fatıma'nın (a.s) eşi ve benzeri yoktur.
Hz. Fatıma'nın dünya kadınlarının en üstünü ve değerlisi olduğu hususunu Ehl-i Sünnet'in birçok-büyük alimleri de kabul etmişler, birçok araştırmacıları da bunu açıkça beyan etmişlerdir. Bazı araştırmacı alimleri de onların görüşlerini nakletmiştir. Mesela Ehl-i Sünnet'in çağdaş alimlerinden olan Nebhani şöyle diyor: Birçok araştırmacı alimler, Fatıma'nın (a.s) dünya kadınlarının (hatta Hz. Meryem'de dahil) en üstün ve faziletlisi olduğunu söylemişlerdir. Bu alimler arasında Taki Sebeki Celaluddin-i Suyuti, Bedri Zerkeşi ve Taki Mükrizi gibi kimseler de vardır. Sebeki'den bu hususta bir soru sorulunca şöyle demektedir: Biz peygamberin kızı Fatıma'nın en faziletli kadın olduğuna inanıyoruz. İbn-i Ebi Davud'dan da bu hususta bir soru surulunca şöyle dedi: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Fatıma benim bir parçamdır. Gerçekten de Fatıma eşsiz ve benzeri olmayan biridir.
Manevi de birçok eski ve yeni alimlerden bu konuyu nakletmektedir.
4. Hadis
Sadece Ebu Davud'un İbn-i Abbas'tan naklettiği bir hadiste peygamber güya şöyle buyurmaktadır: Meryem binti İmran'dan sonra cennet ehli kadınların efendisi Fatıma binti Muhammed, Hatice ve Asiye'dir. [7] Bu hadis de bu dört kadınındünya kadınlarının en üstünü olduğunu delalet etmektedir. Ama zahiren Meryem'in Fatıma'dan daha faziletli olduğu istifade edilmektedir. Ama hem sayıları daha çok, hem senedleri daha sağlam ve sahih ve hem de delalet sağlam ve sahih ve vazih olan birçok hadisler bu hadisin tam tersi bir manaya delalet etmektedir. Yani Hz. Zehra'nın Meryem'den de üstün olduğunu beyan etmektedir. O halde bu hadisi terkedip bir kenara bırakmak zorundayız. Üstelik bu hadis şia alimleri tarafından da kabul görmemiş ve nakledilmemiştir.
5. Hadis
Buhari, Müslim, Tirmizi, Ahmed b. Hanbel, El-Cem Beynes Sahiheyn ve El Cem beynes Sihahis kitablarının yazarları, İbn Abdulbir, Muhemmed b. Sa'd ve benzeri kimseler Musa, Ebu Avane, Furas, Amir, Mesruk gibi ravilerin vasıtasıyla Aişe'den şöyle nakletmektedirler. [8] Peygamber bir gün hastalanmıştı, ben de peygamberin diğer hanımlarıyla birlikte O'nun huzurunda idik. Aniden Fatıma içeri girdi. O aynı babası gibi yürüyor ve babası gibi adım atıyordu. Peygamber aziz kızını görünce çok sevinde ve şöyle buyurdu: Aferin kızım! Daha sonra da kızını yanına oturttu ve kulağına yavaş bir şekilde birşeyler söyledi. Hz. Zehra aniden hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Peygamber kızını mahzun ve ağlar görünce yine yavaşça kulağına birşeyler söyledi. Fatıma (a.s) bu defa da sevindi ve çok tatlı bir şekilde gülümsedi. Peygamber'in hanımlarından sadece ben ona dedim: Bizim içimizden seni kendisine sır ehli seçmiş ve sen de ağlıyorsun. Aişe diyor ki, Peygamber kalkınca ben Fatıma'ya bunun sırrını sordum. Ama o şöyle buyurdu: Asla! Resulullah'ın sırrını hiç kimseye ifşa etmem. Resulullah vefat ettikten sonra Benim senin üzerine olan hakkım için şimdi o günkü hadiseyi izah et dedim. Hz. Fatıma şöyle buyurdu: Evet şimdi söyleyeceğim. Ben babamın ilk sözlerine ağladım. Babam şöyle buyurdu: Cebrail her yıl bir defa beni ziyarete gelirdi. Ama bu yıl iki defa ziyaret etti. Bu da benim ecelimin yaklaştığını gösteriyor. Takvalı ol ve daima sabırlı olmaya çalış.
Ben senin için en iyi ibret aynasıyım. Bu sözleri duyunca gördüğün gibi şiddetli bir şekilde ağladım. Babam benim üzüldüğümü görünce şöyle buyurdu: Ey Fatıma, acaba mümin kadınların (veya İslam ümmetinin kadınlarının) en üstünü olmak istemez misin? İbn-i Hacer İsabet adlı kitabında ve birçok muhaddisler ise Dünya kadınlarının en üstünü diye nakletmişlerdir. Velhasıl bu yüzde yüz sahih olan hadis, bu büyük kadının fazilet ve üstünlüğüne delalet etmektedir. İbn-i Sad (Tabakat'ta)e benzeri kimselerde bu hadisi Ümmü Seleme'den Cennet ehli kadınların en üstünü şeklinde nakletmişlerdir. [9] Hakeza Aişe'nin Hz. Peygamber'in vefatına dek Hz. Fatıma'dan bu olayın sırrını sormadığı yer almıştır.
6. Hadis
Hz. Zehra biraz rahatsızlanınca peygamber (s.a.a) kızını ziyaret etti, ona kızım nasılsın? diye buyurdu. Hz. Fatıma, Hastayım, yiyecek hiçbir şeyimizin olmayışı beni daha fazla rahatsız erdiyor dedi. Resulullah, Dünya kadınlarının en üstünü olmak istemez misin? diye buyurdu. Hz. Fatıma: Babacığım acaba bu makam Meryem binti İmran'a mahsus değil midir? diye sordu. Resulullah, O kendi zamanındaki kadınların en üstünüydü. Bu arısda ise dünya kadınlarının en üstünü sensin. Allah'a andolsun seni öyle biriyle evlendirdim ki, hem dünyada ve hem de ahirette büyüktür. Bu hadisi rivayet hafızları ve rivayetleri senedleriyle birlikte kaydeden kimseler (Abdulbir İstiab kitabında ve diğerleri) nakletmişlerdir.
7. Hadis
İbn-i Hacer Sevaik adlı kitabında şöyle yazmaktadır: Ahmed b. Hanbel, Tirmizi, Nizai ve İbn-i Habbân gibi birçok Ehl-i Sünnet alimleri Huzeyfe'den peygamberin kendisine şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: Acaba bana şu anda arız olan şu haleti görüyor musun? Şu ana kadar yeryüzüne inmemiş olan bir melek Allah'tan izin aldı ve bana nazil oldu, selam verdikten sonra bana Hasan ve Hüseyin'in cennet gençlerinin efendisi ve Fatıma'nın da cennet ehli kadınların en üstünü olduğunu müjde verdi. İbn-i Habban ve diğerleri de Ebu Hureyre'den peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmektedirler: Şu ana kadar beni ziyaret etmemiş olan bir gök meleği, Allah'tan izin alarak beni ziyarete geldi ve bana Fatıma'nın İslam ümmetinin kadınlarının en büyüğü olduğunu müjde verdi. [10]
8. Hadis
Abdurrahman b. Ebi Naim [11] ri rivayet ve hadis hafızları da Ebu Said el-Hudri'den Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: Fatıma cennet ehli kadınların en üstünüdür.
9. Hadis
Buhari ve Müslim Müsevver'den peygamber'in minberin üzerinde şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: Fatıma benim bir parçamdır. Ona eziyet eden bana eziyet eder ve ona hoş gelmeyen bana da hoş gelmez. [12] Nebhani de Buhari'den Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: Fatıma benim bir parçamdır. Onu gazaplandıran şey beni de gazablandırır. Diğer bir rivayette, Onu gazablandıran kimse beni gazablandırmıştır yer almıştır. Cami-üs Sagir adlı kitapta ise şu ibaret ile nakledilmiştir: Fatıma benim bir parçamdır. Onu üzen beni üzer ve onu sevindiren beni sevindirir.
İbn-i Kuteybe El-İmame ves Siyase adlı kitabının evvelinde tasrih etmektedir ki büyük İslam kadını Hz. Fatıma, Ömer ve Ebu Bekir'e şöyle buyurmuştur: Allah için söyleyin peygamber'in şöyle buyurduğunu duymadınız mı?: Fatıma kimden razı olursa ben de ondan razıyım. Fatıma kinden razı olmazsa ben de razı değilim. Onu seven beni sevmiştir. Onu sevindiren beni sevindirmiştir. Onu gazablandıran ise beni gazablandırmıştır. Ömer ve Ebu Bekir Evet, duyduk dediler. Bu hadis İslam önderleri ve tahir imamlardan mütevatir bir şekilde nakledilmiştir. Başka bir rivayet olmasaydı bile Fatıma'nın tüm dünya kadınlarından üstün olduğuna bu bir tek rivayet yeterdi de artardı bile.
Acaba müslümanlar arasında böyle bir makamı olan var mıdır? Resulullah kimin hakkında böyle sözler söylemiştir. Zımnen bu cümlelerden Hz. Fatıma'nın (a.s) masum olduğu da istifade edilmektedir. Zira bu cümleler Hz. Fatıma'nın boş yere gazaplanmadığını, sevinmediğini ve razı olmadığını beyan etmektedir. Nitekim Peygamber de böyle idi. Peygamber (s.a.a) için bu muhtelif haler, heva ve heves üzere vücuda gelmediği gibi Fatıma (a.s) için de sözkonusu değildir. Var olan her şey Allah içindir. Zira eğer Fatıma (a.s) gazablanırsa Peygamber (s.a.a) gazablanmış ve eğer Fatıma sevinirse Peygamber sevinmiştir. Peygamber için kesin ve sabit olan ismet makamı da bundan başka birşey değildir.
10. Hadis
İbn-i Ebi Asım[13] Hz. Ali'den Peygamber'in (s.a.a) Fatıma'ya şöyle buyurduğunu nakletmektedir: Allah senin gazabın için gazablanır ve rızan için de razı olur. Taberani[14] ve diğerleri de bu hadisi hasen senediyle nakletmişlerdir. Bu hadis de 9. hadis gibi Hz. Fatıma'nın (a.s) masumiyetine ve fazilette üstünlüğüne delalet etmektedir.
11. Hadis
Ahmed b. Hanbel gibi bazı ünlü muhaddisler Ebu Hureyre'den nakletmişlerdir ki[15] Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatıma'ya bakarak şöyle buyurmuştur: Ben sizinle savaşan kimselerle savaşır ve sizinle barışan kimselerle de barışırım. Tirmizi[16] Zeyd b. Erkam tarikiyle bu hadisi (Elbette az bir farklılıkla) nakletmektedir. Bu hadis de önceki (iki) hadis gibi Hz. Fatıma'nın ismet makamına delalet etmektedir. Şu farkla ki bu hadis Ehl-i Beyt ile savaşan kimselerin küfür üzere olduğunu da beyan etmektedir.
12. Hadis
Muhaddislerden bir çoğu Abdurrahman Ezrak'tan Emir-el Müminin Ali (a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: Birgün yatmış idim ki aniden Resulullah odama girdi. Bu esnada oğlum Hasan ya Hüseyin susadığını söylüyor ve su istiyordu. Resulullah çoktan beri sütü azalan (veya kurumuş) bir koyunu sağdı. Diğer oğlum Hasan Resulullah'ın yanına gitti. Ama hazret onu tutup bir köşeye oturttu. Fatıma bu durumu görünce, Babacığım sen Hüseyin'i daha çok mu seviyorsun? Ona süt verdin ama Hasan'a vermedin! diye sordu. Peygamber şöyle cevab verdi: Hüseyin daha önce susadığını söyledi ve ben de önce onun susuzluğunu giderdim. Daha sonra şöyle buyurdu: Ben, sen, bu çocuklar ve orada yatan (Ali) kıyamette bir yerdi olacağız. [17]
Bu makam ve mevkiye nail olan bu büyük İslam kadınına selat -u selam olsun. Tüm geçmişler ve gelecekler bu yüce makam karşısında saygı ile eğilmeli, ihtiram göstermelidir. Bu Allah'ın istediği kimselere verdiği bir fazlı ve ihsanıdır. Şüphesiz ki Allah büyük bir ihsan sahibidir. Makalenin sonunda da Hz. Fatıma'nın fazilet ve şahsiyeti hususunda Aişe'den nakledilen bir rivayeti aktaralım. Taberani Peygamber'in hanımı Aişe'nin şöyle dediğini naklediyor: Fatıma'dan (babası dışında) daha faziletli birini görmedim. [18]
(Buhari ve Müslim'e göre hadisin senedi sahihdir. Hasıl ki İbn-i Hacer El-İsabe ve Nebhani Eş-Şeref-ul Muebbed kitabı s. 59 sonlarında bunu açıklamışlar.) İbn-i Abdulbir de İbn-i Ebi Umeyr'den söyle naklediyor: Aişe'nin yanına vararak ona şöyle sordum: Peygamber (s.a.a) nezdinde insanların en sevglii olanı kimdi? Aişe, Fatıma idi diye cevap verdi. Ben, Erkeklerden en sevgili olanı kimdi? diye sordum. Eşi Ali idi. [19] diye cevab verdi.
Bureyde de şöyle diyor: Peygamber nezdinde insanların en sevgili olanı kadınlardan Fatıma (a.s) erkeklerden ise Ali (a.s) idi. Yine Aişe şöyle diyor: Fatıma'nın evlatları dışında hiç kimsenin, Fatıma gibi sarih bir lehçe ile konuştuğunu görmedim. Bu hadisi de Abdulbir İstiab kitabında nakletmiştir. Evvelde de, sonra da hamd Allah'a mahsustur. Allah'ın selat-u selamı Muhammed'e (s.a.a) ve aline olsun.
-
[1]Ahmed b. Hanbel Mesned kitabında (1. cüz, s. 293) İbn-i Abbas'tan naklediyor.
[2]- Ebu Davud da İstiab (Hz. Hatice'nin şerh-i halinde) adlı kitabında
[3]- Kasım b. Muhammed de İstiab (Hz. Zehra'nın şerh-i halinde) adlı kitabında nakletmişlerdir.
[4]- Ebu Davud bu hadisi İstiab adlı kitabında Hz. Hatice'nin şerh-i halinde) Enes'ten nakletmiştir. abdulvaris de İstiam (Hz. Hatice ve Zehra'nın şerh-i halinde) adlı kitabında Hureyre'ye istinaden nakletmiştir.
[5]- Nebehani'nin Erbain kitabında (s. 220) Tirmizi'nin Enes'ten naklettiğini yazmıştır. Serrac da yanı şahıstan rivayet etmiştir. (Nitekim İstiab -Hz. Zehra'nın şerh-i hali adlı kitapta yer almıştır.)
[6]- İstiab, Hz. Hatice'nin şerh-i halinde yanı kitapta Zehra'nın şerh-i halinde Ebu Davud ve Şa'bi de Cabir'den nakletmiştir.
[7]- İstiab'dan naklen Hz. Hatice'nin (a.s) şerhi halinde
[8]- Buhari Sahinide 4. cilt s. 64 Melihiyye baskısı, yıl 1332 ve Müslim Sahihinde, 2 Cüz, Hz. Fatıma'nın faziletleri bölümü çeşitli senedlerle Aişe'den nakletmiştir. Ahmed b. Hanbel müsnedinde 6. cüz, s. 282, Abdulbir istiab'ında (Hz. Zehra'nın şerhi halinde) Muhammed b. Sad da Hz. Zehra'nın şerh-i halinde, Tabakat kitabının 8. cüzünden yine tabakatın 2. clidi Peygamber'in hastalığında buyurduğu hadisler bölümünde nakletmiştir.
[9]- Ebu Ya'lide Hz. Zehra'nın şehr-i halinde ve birçok muhaddislerde Ümmü Seleme'den nakletmiştir.
[10]- Şeref-ul Muebbed (Hz. Zehra'nın şerh-i halinde) adlı kitapta da yer almıştır.
[11]- Nitekim İstiab, Sade vb. kitaplarda Zehra (a.s)'ın şerh-i halinde yer almıştır.
[12]- Buhari ve Müslim kendi sahihlerinde nakletmişlerdir. Esabe vb. kitaplarda da yer almışlardır.
[13]- Esabe kitabında.
[14]- Şeref-ul Muebbed ve benzerleri (Fatıma'nın şerh-i halinde).
[15]- Musned-i İbn-i Hanbel 2. cüz, s. 442
[16]- Tirmizi şu ibaretlerle nakletmiştir: Onlarla savaşanlarla savaşır, barışanlarla barışırım.
[17]- Müsned-i Ahmed, s. 101, 1. cüz.
[18]- Mucem-ul Evset / İbn-i Hacer Esabe kitabında ve Hebehani de Şeref-ul Muebbed adlı kitabında (s. 58), Sahih-i Buhari ve Müslim'den nakletmektedir.
[19]- İstiab kitabı (Zehra (a.s)'ın şerh-i halinde).