کارگر

کارگر

Pazartesi, 18 May 2020 07:57

Allah’ın Rahmeti ve Cezaları

Yüce Allah Kur’an’da kendisini “Erhamerrahimîn” olarak tanıtırken aynı zamanda neden idama kadar giden (kısas, el kesmek veya şiddet gibi) cezalar koymuştur?

 Soruya dikkatle bakılırsa şu iki şüpheden kaynaklandığı anlaşılır:

1. Allah yalnızca “Erhamerrahimîn” midir?

2. Kısas, had gibi ağır cezalar “Erhamerrahimîn” olmayla çelişmekte midir?

Âyet ve rivayetlere baktığımızda, Allah’ın bütün güzel sıfatlara sahip olduğunu görürüz. Başka bir ifadeyle Allah zatî ve subûtî sıfatlara sahiptir. Yani rahman ve rahîm sıfatı olduğu gibi gazap sıfatı da vardır. Cennetle müjdelemiş, cehennemle korkutmuştur.[1]Mağfiret ümidi vermiş, azabı hatırlatmıştır. Bu yüzden de peygamberler hem müjdeleyici, hem de uyarıcıdırlar.[2]

Yüce Allah hem günahları bağışlayıcıdır, hem şiddetle azap eden. Masum İmamlardan (a.s) gelen rivayet ve dualarda bir taraftan Allah’ın “Erhamerrahimîn” olduğu belirtilmiştir, diğer taraftan “Eşeddü’l-muakibîn (şiddetle cezalandıran)”.[3]

Korku ve Ümit

Kur’an genelde mükafat vaadlerinin yanında ceza vaadleri de vermiştir; müjdelerin yanında uyarılarda da bulunmuştur. Bu şekilde kemâle ulaştıran ümit ve korku duygularını güçlendirmektedir. Çünkü insan kendisini sevmesinin gereği olarak “menfaatini gözetme” ve “zararı uzaklaştırma” dürtülerinin etkisi altındadır.[4]Başka bir ifadeyle Kur’an genellikle nerede azaptan, tehditten bahsetse arkasından rahmet ve mağfiretten bahsetmiştir. Bunun sırrı, insanın en iyi özelliklerinden biri olan hep korku ve ümit içinde yaşaması olabilir. Ölçüyü korumak için de ne rahmet âyetlerinden dolayı mağrur olmalı, ne de ilahi rahmetten ümidini kesmelidir:

“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; çünkü kafir olan topluluktan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez. “[5]

Hep korku ve ümit içinde olunmalıdır. Ehl-i Beyt’in (a.s) rivayetlerinde, korku ve ümidin, terazinin iki kefesi gibi birbirine denk olması gerektiği belirtilmiştir. Korku ve ümit, imanın ve ahlâkın iki temel unsurudur ve onlar olmadan iman tam olmaz.[6]

Bu açıklamalardan Allah’ın yalnızca “Erhamerrahimîn” olmadığını dolayısıyla bu sorunun yerinde olmadığını anlıyoruz. Allah’ın diğer sıfatları dikkate alındığında ortada bir çelişki olmadığı da görülmektedir.

Kısas, had gibi cezalar alan kimselere gelince, onlar mutlaka ağır suçlar işlemişler ve bir hakkı çiğnemişlerdir. Onların bu yaptıkları toplumu fesada sürükleyen bir afettir ve toplumun bu afetlerden korunması için (ki İslam bunun için kısas veya had (ağır ceza) öngörmüştür) mücadele etmek gerekir. Burada iki tür mücadale düşünülebilir: Biri para ve hapis cezası gibi yüzeysel mücadele, diğeri ise kısas, had gibi köklü mücadele. İslam ikincisini seçmiştir. Zira İslam’a göre toplumun değer ve saygısı bireylerinkinden daha fazla ve önemlidir. Nitekim akıl da buna hükmetmektedir. Yoksa bu durum intikam alma hissinden kaynaklanmıyor. Bu yüzden ilahi rahmet birinci derecede toplumun uçuruma sürüklenmesini ve sapmasını önlemeyi ve kanunlar koyarak suçları azaltmayı gerektirmektedir. Bu yüzden kısas, had gibi cezaların Allah’ın “Erhamerrahimîn” olmasıyla çelişmediği gibi “Erhamerrahimîn” olmanın böyle kanunlar koymayı gerektirdiğine inanıyoruz. Ne güzel buyuruyor Allah Teâlâ:

“Ey aklı erenler, özü sözü temiz kimseler, korunmanız, sakınmanız için kısasta size hayat var."[7]

Gerçekte kısas ve diyet, insan yaşamının gözeneğidir. Bir taraftan toplumsal yaşamı garanti altına alır; çünkü bu hükümler olmasa ve taş kalpli kimseler kendilerini güvende hissetseler, günahsız insanların hayatı tehlikeye düşerdi. Diğer taraftan da (intikam ile) eşitlik sağlanarak arka arkaya işlenecek suçların önü alınır ve bir suçun birkaç suça, onların da diğer birçok suça dönüşmesine yol açan cahiliye adetlerine son verilir. Bu açıdan da toplumun hayatıdır.

Tıp, tarım, hayvancılık vs. düzenlerin tümü, aklın bu temeli (tehlikeli varlıkların yokedilmesi) üzerine kurulmuştur. Zira bedenin korunması için kangrenli organın veya bitkinin gelişmesi için zararlı dalların kesildiğini görüyoruz. Katili öldürmenin toplumun bir başka ferdini öldürmek olduğunu söyleyenler olaya bireysel bakmaktadırlar. Oysa toplumun menfaatini göz önüne alsalar ve kısasın insanlar üzerindeki koruyucu ve eğitici etkisini bilseler kesinlikle görüşlerini değiştirirler. Kan dökücü insanlara kısas uygulamak, kangrenli bir organı veya zararlı bir dalı kesmek gibidir. Akıl da bunu teyit etmektedir. Şimdiye kadar kimse kangrenli organın veya zararlı dalın kesilmesine itiraz etmemiştir.[8]

Sonuç:

1- Allah bütün güzel sıfatlara sahiptir. “Erhamerrahimîn” olduğu gibi, aynı zamanda “Eşeddü’l-muakibin”dir.

2- Suçlu insanları cezalandırmak ilk bakışta taş kalplilik sayılabilir; ama suçlunun işlediği suça verilen bu tür cezalar toplumda caydırıcı rol oynar. Bu şekilde toplum, suçlara karşı bir nevi sigortalanır. Böyle cezaların koyulması toplumun gereklerindendir.

Şu noktayı hatırlatalım ki, rivayetlere göre bu dünyada cezalandırılan kimse ahirette yeniden cezalandırılmayacaktır. Yani günahından ötürü bu dünyada ceza alan kimse ahirette yeniden azap görmeyecektir. Bu da ilahi rahmetin bir cilvesidir.[9] Bu yüzden bazı kimseler, ahirette ilahi azaba düçar olmamak için İmam’ın (a.s) yanına gelip günahlarını itiraf edip kendilerine had uygulanmasını istiyorlardı.[10]

[1] Yasin, 63.

[2] “Ancak Allah’a kulluk edin; şüphe yok ki ben, onun tarafından sizi korkutmak ve size müjde vermek için gelmişim” (Hûd, 2.)

[3] “Allah’ım! Hamd ederek, seni sena etmeye başlıyorum. Kendi lütfünle doğru olanı yapmaya muvaffak kılan sensin. Af ve rahmette rahmet edenlerin en merhametlisi, ceza ve intikamda cezalandıranların en şiddetlisi, ululukta güçlülerin en büyüğü olduğuna yakîn ettim.”(Tûsî, Tehzibu’l-Ahkam, c.3, s.108, Daru’l-Kutubi’l-İslamiyye, Tahran, h.ş. 1365.)

[4] Mekarim Şirazî, Nâsır, Tefsir-i Numûne, c.18, s.273, İntişarat-ı Daru’l-Kutubi’l-İslamiyye, Tahran, 1. Baskı, h.ş. 1374.

[5] Yusuf, 87.

[6] Emin, Seyyide Nusret, Mahzenu’l-İrfan der Tefsir-i Kur’an, İntişarat-ı Nehzet-i Zenan, Tahran, h.ş. 1361.

[7] Bakara, 179.

[8] Mekarim Şirazî, Nâsır, a.g.e, c.18, s.606-607 (az bir değişiklikle).

[9] Emiru’l Muminin (a.s) “Ve size gelip çatan her felaket, ellerinizle kazandığınız bir şeydir ancak ve çoğunu da bağışlar.” (Şura, 30) âyetini şöyle tefsir ediyor: “Dönen hiçbir damar, değen hiç bir taş, kayan hiç bir ayak ve vurulan hiç bir sopa günahların eserinden başka bir şey değildir. Allah’ın affettiği şey daha çoktur. Kim dünyada günahının cezasını ödemeye yönelirse Allah, onu ahirette yeniden cezalandırmaktan daha üstün, daha kerim ve yücedir.”

[10] Kadının biri Emiru’l-Muminin’in (a.s) yanına gelerek zina ettiğini ve kedisine had cezası uygulayarak temizlenmek istediğini söyledi ve şöyle dedi: ‘Temizlenmeden ölümün gelip beni bulmasından korkuyorum.” Daha fazla bilgi için bkz. Biharu’l-Envar, c.45 ve 76; Men La Yahduruhu’l-Fakih(Gaffarî’nin çevirisi), c.5, s.356-358.

ehlader

 Filistin İslami Cihat Hareketi temsilcisi Nasır Ebu Şeri yaptığı açıklamada ; İmam Humeyni (ra) Kudüs gününü Kudüs’ü kurtarma yolunda verilen mücadele için bir şifre olarak ilan ederek İslam ümmetini uyandırmak ve vahdete ulaştırmak istedi.

Biz de Kudüs’ün kurtuluşu için mücadelemizi sadece Kudüs günü veya Kudüs haftası ile sınırlı tutmamalıyız. Kudüs’ü kurtarma çabası tüm Müslümanlar için vaciptir, zira Mekke sadece Suudilere ve Araplara ait olmadığı gibi, Kudüs de sadece Filistinlileri ilgilendiren bir mesele değildir. Eğer Filistinlilerin bir kusuru veya hatası varsa bile Kudüs’ün kurtuluşu tüm Müslümanlara vaciptir. Yahudiler ve siyonistler nasıl Kudüs’ü Yahudileştirmek için İsrail’e yardım ediyorsa, Müslümanlar da Kudüs’ü kurtarmalıdır.

Filistin İslami Cihat Hareketi temsilcisi Nasır Ebu Şerif şöyle devam etti:

İslam ümmetinin birinci meselesi Kudüs meselesidir. Siyonizm ve ABD istikbarı Kudüs meselesinin baş etkeni oldukları gibi İslam dünyasında İran’a baskı uygulamak ve Kudüs meselesinin de baş etkenleridir.

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, ABD’nin İran ile Venezuela arasındaki ticareti engelleme çabalarının ardından BM’ye gönderdiği mektubunda “ABD'nin yasa dışı tehlikeli ve kışkırtıcı tehditleri, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden bir tür korsanlıktır.” ifadelerini kullandı.
 
 
İran Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamaya göre Zarif, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'e hitaben bir mektup yazdı.

Zarif, mektubunda, "ABD'nin yasa dışı tehlikeli ve kışkırtıcı tehditleri, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden bir tür korsanlıktır. ABD'nin dünyada güç kullanmayı bırakması ve uluslararası hukukun kuralına, özellikle de açık denizlerde nakliye özgürlüğüne saygı duyması gerekmektedir." ifadelerini kullandı.

Bakan Zarif, ABD'nin söz konusu tehditlerine karşı İran'ın gerekli tedbirleri alacağını kaydetti.

 

TANKERLERİMİZE ABD MÜDAHALE EDERSE İRAN’IN CEVABI HIZLI VE CAYDIRICI OLACAK
Öte yandan, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçi, Washington yönetimiyle Tahran arasında arabuluculuk faaliyetleriyle bilinen İsviçre'nin Tahran Büyükelçisi'nin İran Dışişleri Bakanlığına çağırıldığını açıkladı.

İran'la Venezuela arasındaki ticari ilişkinin meşru bir ilişki olduğunu ifade eden Arakçi, ülkesinin tankerlerine ABD'nin müdahalesi durumunda İran'ın cevabının hızlı ve caydırıcı olacağını kaydetti.

ABD, YAPTIRIM UYGULADIĞI VENEZUELA VE İRAN ARASINDAKİ TİCARETİ ENGELLEME ÇABASINDA
İran medyasında, ABD'nin, İran tarafından Venezuela'ya gönderilen yakıt tankerlerini engellemek için 4 savaş gemisi ve bir devriye uçağını Karayipler'e gönderdiği iddia edilmişti.

Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip ülkelerinden Venezuela, yaptırımlar ve ekonomik kriz nedeniyle petrol rafinerilerini etkin çalıştıramıyor. İran ise ürettiği petrolü satmakta zorlanıyor.

Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'nun, ülkesinin akaryakıtsız kalmasını önlemek için geçen ay İran'dan yardım istediği bildirilmişti.

ABD'nin Venezuela Özel Temsilcisi Elliott Abrams, 30 Nisan'da yaptığı açıklamada, İran'ın Venezuela'nın petrol sektörünün ihtiyaç duyduğu ekipmanları uçaklarla bu ülkeye sevk ettiğini bunun karşılığında Venezuela'dan altın aldığını söylemişti.

Reuters haber ajansı, 13 Mayıs'ta tanker izleme verilerine dayandırdığı haberinde, İran'a ait bir petrol tankerinin ülkenin güneyindeki Bender Abbas Limanı'ndan Venezuela'ya doğru yola çıktığını duyurmuştu. Bunun ardından ABD yönetiminden ismi açıklanmayan üst düzey bir yetkili, İran'ın Venezuela'ya gönderdiği yakıt tankerlerine ilişkin alınacak önlemlerin masaya yatırıldığını belirtmişti.

Venezuela Dışişleri Bakanı Jorge Arreaza da 14 Mayıs'ta Twitter hesabından yaptığı açıklamada, ABD'nin Venezuela'ya benzin getiren gemileri taciz ettiğini belirterek, "Bu, uluslararası yasaların ve Venezuelalıların temel haklarının açık bir ihlalidir." ifadelerini kullanmıştı.

Cumartesi, 16 May 2020 07:33

Mutluluk Anahtarı

Vazifeyi Yerine Getirmek Mutluluk Sermayesidir
Vazifeyi yerine getirmek, insanı canı gönülden koruyan ve onu mutluluk yoluna çıkaran şefkatli bir anne gibidir. Filozoflar şöyle diyor: Vazifeyi yapmak bir kapıdan çıkarsa, bedbahtlık diğer kapıdan içeri girer.

Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki:

“Fırsatlar bulutlar gibi (gelip) geçmektedir; onları ganimet bilin, vazifeyi yapmada tembellik etmeyin, bugünün işini yarına bırakmayın.”

Eğer bugün vazifeyi yapmaz iseniz, yarın pişman olursunuz ve bu pişmanlığın size bir faydası olmaz.

Hz. Ali (a.s) da şöyle buyuruyor:

“Kalk fırsatı ganimet say, onu değerlendir; aksi takdirde geçmişin hasreti ve geleceğin arzusunun hiç faydası olmayacaktır. Zira geçmişler geçmiştir, gelecek de gelmemiştir; bu iki vaktin arasındaki fırsatı, mutluluğa erişebilmek için ganimet bilip vazifeyi yapmalısın.”

Vazifeyi Tanımak
Her müslümanın vazifesi, İslam’ın yüce öğretim düsturlarını Kur’ân-ı Kerim’den alıp Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in nassıyla tayin olan ilahi evliyaların beyanı ile kendi vazifesini teşhis etmesi ve vazifesini yapma yolunda adım atmasıdır. Zira Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Ben aranızdan ayrılıyorum, ama iki değerli sermaye (Kur’an ve Ehl-i Beyt) aranızda bırakıyorum, onlara sarıldığınız müddetçe kesinlikle sapıklığa düşmezsiniz.”

Her müslümanın vazifesi ile ilgili bir araya toplanmış olan değerli risalelerden biri de İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s)’ın “Hukuk Risalesi”dir. İlahi ilmin kaynağından ilham alınmış olan bu kitapta her ferdin diğerlerine karşı vazifesi kamil bir şekilde açıklanmıştır. Onu özet olarak üç bölüme ayırabiliriz:

1- İnsanın Allah’a karşı vazifesi.

2- İnsanın kendisine nispet vazifesi.

3- İnsanın diğerlerine karşı vazifesi.

İnsanın Allah’a Karşı Vazifesi
Mutluluğun ilk şartı Allah’ı tanımaktır. Zira varlık alemini bu azametle yaratan Allah’tır ve bu alemdeki bütün güzellikler ve kemaller O’ndandır. Binaenaleyh ilk önce bu varlık alemini yaratanı tanımalı ve daha sonra O’nun dergahına tazimde bulunmalıyız. Çünkü Ku’an-ı Kerim’in nassıyla, cin ve insanların yaratılışının illeti gaisi tek olan Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmektir. (1) Öyleyse sadece Allah’ın emirlerine uymak, O’nun rızasını elde etmek ve düsturlarından çıkmamak gerekir.

Kendini Tanıma
İnsan Allah’ı tanıdıktan sonra kendisini tanımalıdır, kedisini tanımadıkça ve kendi gerçek değerini idrak etmedikçe kendi kadir ve kıymetini bilmez. Ey insan şunu bilmelisin ki yer ve gök varlıklarından hiçbirisi senden üstün değildir, bunlar senin için musahhar kılınmıştır, fakat sen kendi kadrini bilmeyerekten kendini bedava olarak ona buna satmışsın, eğer kendi değerinin bilincinde olursunsa kendini ucuz satmazsın; sen Allah Teala’nın seni kendi halifesi olarak seçtiği bir yaratıksın. (2)

Allah sadece seni yaratmakla övünmüş ve iftihar etmiştir. (3)

Varlıklar arasında keramet ve şerafet tacını senin başına koymuştur (4)

Hadisi kudside de şöyle buyurmuştur:

“Ey insan bütün varlık dünyasını senin için ve seni de kendim için yaratmışım.”

Öyleyse kendi kadrini bil ve Allah’dan gayrisi için kendini satma; aksi taktirde zararlı çıkarsın.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“Ey insan kendi değerini bil, sen küçük bir cisim olduğunu mu sanıyorsun oysa ki daha büyük bir alem sende özetlenip dürülmüştür.”

O halde kendi kadrini bil ve ömrünü Allah’ın rızası dışında sarfetme.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle gelmiştir:

“Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip tamamlamıştır.” (5)

Öyleyse mutluluk yolunda bunca değerli sermayelerden faydalan ve vazifeyi yapmakla mutluluğa kavuş.

İnsanın Kendisine Nispet Olan Vazifesi
İnsan iki tezat ve muhtelif güçten yaratılmıştır; biri melekutî, diğeri ise şeytanî. Melekutî güç onu iyiliğe, şeytanî güç ise onu kötülüğe doğru çekmektedir. Bu iki mütezad güç daima birbirlerini mağlup etmek için çaba sarfediyorlar, insanın kalbini kendilerine savaş alanı yapıyorlar; bu savaş alanından muzaffer olarak dışarı çıkan yani melekuti gücü şeytani gücüne galip olan kimse en mutlu kimsedir.

Ama heva ve heveslerine esir düşen, fazilet ve takva meleğini şeytanî isteklerle bağlayın ve bu dahilî düşmanı kendi akıl ve ruhuna musallat kılan kimse ne de bedbaht ve zavallı kimsedir.

Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:

“Sizin batini olan en katı düşmanınız nefsi isteğinizdir.”

Zira hiçbir düşmanın zararı bu dahili düşman kadar insana yetişmemektedir En büyük cihat nefse karşı yapılan cihattır. Hz. Resulullah’ın ashabı savaştan döndüklerinde Hazret onlara şöyle buyurdu:

“Şimdi siz küçük cihattan döndünüz ama büyük cihadınız duruyor,o büyük cihat ise nefse karşı cihattır.”

Hz. Ali de şöyle buyuruyor:

“Eğer şecaat ve yiğitliğinizi denmek istiyorsanız nefsi istekler karşısında direnişinize bakın; kim nefsi isteklerine galip olursa o daha şecaatlidir.”

Güreşte bir kahramanı alt etmek yiğitlik değildir; yiğitlik savaş vakti nefs-i emmareyi yenen kimsedir.

Kendini Koruma
Herkesin şahsiyeti ve değeri, nefsanî isteklerin karşısında kendini koruma derecesine bağlıdır; aksi takdirde denizde fırtınaya uğrayan bir kayık gibi daima sarsıntı ve ıztırap halinde olacaktır. Kendisine hakim olmayan kimse hiçbir zaman mutluluk yüzü görmeyecektir. Bir sivrisinek gibi fırtınalar karşısında ıztırap ve zorluklara düşecektir. Ama kendi nefsanî isteklerine hakim olan kimse, kendi vücudunun gemisini zamanın tehlikeli okyanuslarında şecaat ve ustalıkla ileri götürüp gidebilen bir kaptana benzer. Zorluk fırtınaları ona yöneldiğinde yüce hedefine ve mutlu hayatına doğru ileri gider.

Yaratılıştan Hedef
Biz seyir, tekamül ve insaniyetin kutsal hedefine ulaşmak için dünyaya gelmişiz. Allah tarafından Peygamberlerin ve onların hayat bağışlayıcı düsturlarının gelmesi bizi, sonsuz mutlu bir hayat için davet etmiştir. (1) Zira İlahî elçilerin gelmesi insaniyeti diriltmek, istidatları filizlendirmek ve insanların değerli cevherlerini istihraç etmek içindir. Zira insanlar altın ve gümüş. Madenleri gibi madenlerdir.

Bu yüzden Resulü Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Güzel ahlakları sizde tamamlamam için peygamberliğe seçildim (size doğru gönderildim.)”

Kemale Doğru
Bizim hareket çizgimiz bellidir, hepimiz insanlığın nihayet derecesi ve Hakka yaklaşmak olan mutlak Kemale doğru hareket etmekteyiz (6)

Hakka yaklaşmak ve mutlak kemale erişmek için İlahi sıfatları vücudumuzda bulundurmalıyız; aksi takdirde tabiatın yaratıcısına muhalif olarak gerileme seyir içerisinde kalırız. Örneğin: Bir ağaç gelişip filizlenmekten geri kalırsa kurur, kuruyunca da köylünün keseri onu parçalar ve sonuçta yakılıp kül olur.

Önümüzde engeller olsa da yavaş yavaş hedefe doğru ilerlemeliyiz ve ümitsizliğe kapılmamalıyız. Suç olursa kendimizdedir; hiç kimse suçumuzun sorumlusu değildir.

Direniş ve Sabır
Hayatın bu tehlikeli yolculuğunda çalışıp çaba sarf etmemiz ve direnişli olmamız gerekir. İlk önce hedefimizi -ki en yüce hedef de Allah’tır- belirlemeliyiz. Sonra Allah’ın rızasını tanımak yolu olan hedefe ulaşmak yolunu teşhis etmeliyiz.

“Şüphesiz; ‘Bizim Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaat olunan cennetle sevinin.” (7)

Mutluluğun İki Büyük Amili
Kur’an-ı Kerim’de insanın mutluluk ve saadetinin defalarca şu iki etkene bağlı olduğu vurgulanmıştır:

1) Allah’a iman etmek

2) Salih amel yapmak.

O ayetlerden biri şudur:

“Erkek olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle mutlaka veririz.” (8)

Başarının Sırrı
Başarının sırrı ilk önce Allah’a gerçek olarak iman etmektir. Zira ıztırap ve üzüntüler saldırdığında sığınacağımız en iyi yer bizi koruyan Allah’ın sonsuz lutfuna iltica etmektir. Bildiğimiz gibi yaşantı fırtınalı bir denize benzer daima halden hale değişmektedir. Öyleyse kendimiz için bir sığınak yeri bulmalıyız; mihnet ve üzüntüden kurtulup vazifemizi yapmaya koyulmalıyız. Allah’ı anmaktan başka hiçbir şey ruhumuzun rahatlığına sebep olamaz. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (9)

“Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, onlar mahzun olacak değildirler.” (10)

Çünkü bunlar, Allah’ın her anda gücünün nihayeti olmayacağını ve onları koruyacağını çok iyi bilmekteler.

Nitekim Hz. Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Müminler sağlam bir dağ gibidirler, fırtınalar onları yerlerinden oynatamaz.”

İnsan öyle bir yere ulaşır ki Allah’dan başka bir şey görmez. Öyleyse bak-gör insanın makamı ne kadara yücedir.

Bedbahtlığın İki Büyük Amili
Şeytanî iki büyük amil olan gazap ve şehvet insanın bedbahtlık ve helaketine sebep olmaktadır. Zira akıl ve şeriatın buyurduğu şekilde olmaksızın kayıtsız şartsız onlara uymak insanı, insaniyetin yüce makamından aşağı düşürür; hayvanlık alemine hatta Kur’an’ın nassına göre daha aşağıya bile düşürür. (11)

Şehvetin Tehlikeleri
Bazı akılsızlar kendi şahsiyet ve insanî değerinden o kadar gafiller ki ellerinde olan maddi ve manevi sermayelerini şehvete (nefsani isteklere) uyarak boşu boşuna elden veriyorlar; bir an hevese uymakla ömür boyu pişmanlık duymak mecburiyetinde kalıyorlar.

Heva ve heves peşice gitmek, bugün genç nesli kötü bir duruma düşüren büyük bir tehlikedir. Onları cinsi garizeler altına sokmuştur. Hayatlarının baharı olan gençlik günlerini heva ve heveslerle geçirirler, ihtiyarlık döneminde ise ömrünün sermayesini nasıl boşu boşuna elden verdiklerini anlar ve teessüf etmeğe başlarlar; bunun da artık onlar için hiç bir neticesi olmaz.

Ey genç itaat yolunu bu gün tut.

Artık yarın ihtiyarlıktan gençlik doğmaz.

Yaşantıda uzak görüşlü ve tedbirli davranmak ve beklenmedik olaylara karşı mücadele vermek için kuşanmak gerekir. Hayat mücadelesi alanında muzaffer olan kimseler, yıllar boyunca çile ve üzüntüler çekmiş ve mücadele için kendilerini hazırlamışlardır.

Allah Teala buyuruyor ki:

“Doğrusu insana kendi (emek ve) çabasından başkası yoktur. Şüphesiz kendi (emek ve) çabası da görülecektir.” (12)

Bu iki dahili asi güç olan şehvet ve gazap, akla tabi olmalıdır. Önemli olan insanın yaşam sahnesinde hem dahili düşmana ve hem de harici düşmana karşı savaşmasıdır. Ama daha önemli mücadele, iman evinde yerleşen hırsıza karşı mücadele vermektir. Zira bu düşman, daima vesvese ederek gazap ve şehvetin iktiza ettiği kötü işe ve insanlığa aykırı olan şeylere doğru bizi sürüklemektedir. Biz daima uyanık olmalıyız; bu ocak söndürücü düşmana karşı savaşmalıyız; aksi takdirde yakamızdan asılıp bizi bedbaht eder.

Gazabın Tehlikeleri
Sinir, gazap, öfke vs. insanın huzurunu bozan ve sahibini bedbahtlığa sürükleyen amillerdendir. Bunlar kimin yakasından asılırsa artık onda rahatlık ve huzur diye bir şey bırakmaz.

Eğer ilk günden beri bu tehlikeli düşmanın bize musallat olmasına titizlikle mani olsaydık, kendi rahatlığımıza ve diğerlerinin rahatlığına büyük bir katkımız olurdu. Bir adama sinirlenmek istediğiniz zaman bir an durup düşünün, bir an sinirlenmekle ne kadara üzüntülere duçar olacağınızı ve ne kadar maddi ve manevi zarar göreceğinizi hatırlayın.

Eğer serkeş nefsin yularını elinizde bulundurur ve sinirinize hakim olsaydınız, o üzüntülü ve gamlı günler, rahatlık ve huzurla geçmiş olacaktı. Eğer kendinize acıyorsanız, siniri kendinizden uzaklaştırın, uzaklaştırdığınızda sinirinizin ateşi söner ve bu ocak söndürücü beladan kurtulmuş olursunuz. Bir kaç gün geçtikten sonra sinirlenmek için bir bahane bulamadığınızda rahatlık ve huzurun tadını o zaman anlarsınız. Bir müddetten sonra sabır ve vakarlılığın ne miktarda sevinç verici olduğunun farkına varırsınız. Gazap gücü olan bu nefs heyulasının elinden kurtulmuş ulusanız kendinizi mutlu görmelisiniz. Çünkü fesat etkenlerinden birini ayak altına alıp insanlığın kemaline doğru bir basamak yukarı çıkmışsınız. Bu yüzden Allah Teala da bu vasıflara sahip müminler hakkında şöyle buyuruyor:

“Onlar, öfkelerini yenenler ve insanlardan bağışlama ile vazgeçenlerdir. Allah iyilik yapanları sever.” (13)

Makalenin Özeti
Vazifeyi yapmak insanı mutluluğa doğru götürür. Vakti ganimet bilip geçici fırsatlardan yararlanmamız gerekir. Bugünün işini yarına bırakılmamalıyız. Zira geçmişin hasretinin faydası olmaz. Zamanı elden vermeden gereken vazifeyi çaba sarfederek tamamıyla mükemmel bir şekilde yapmalıyız Elbette vazifeyi yapmanın şartı vazifeyi bilmektir. Dünyanın ve vücudumuzun yaratılışından hedefin ne olduğunu bilmemiz gerekir.

Daha sonra bu kutsal hedefe ulaşmak için yaşantı programımızı iyice bilmeli ve bunları bildikten sonra, mutluluk ve saadete erişmemiz için istikamet ve sabırsa hedefe doğru etkili adımlar atmalıyız. Bu kutsal hedefe ulaşmak, şu üç vazifeyi bilmeksizin mümkün değildir: 1-)İnsanın Allah’a karşı vazifesi.2- İnsanın kendisine Nispet vazifesi 3-) İnsanın diğerlerine karşı vazifesi.

Peygamberlerin ne için gönderildiklerini de insanın bilmesi gerekir. Onlar insanları, tahrip edici heva ve heves güçlerinin pençesinden kurtarmak, Allah’ın insanlarda emanet bıraktığı insanî sıfat ve faziletleri diriltmek ve bu istidatlarla insanı insaniyet kamaline ve kurb- u Hakk’a ulaştırmak ve ruhu, kuds- i ilahî melekut alemini seyredeceği bir makama eriştirmek için gelmişlerdir. Bu en son tekamül seyri iki büyük amil (Allah’a iman etmek ve salih amel) olmaksızın insan için mümkün değildir. Kur’an- ı Kerim’de de insanın saadet ve kemalinin bu iki amile bağlı olduğu apaçık bildirilmektedir.

İlk önce Şia’nın usul- i akaidine istidlal ve burhanla itikat etmek, Allah’ı hazır ve nazır bilmek ve daima O’nu anmak, saadet ve mutluluğun şartlarındandır. Bu iman ruhu ve ihlasla, dinî vazifeleri ve ilahî düsturları mümkün olduğu kadar yapmamız gerekir.

Bu iki büyük güçle (Allah’a iman ve salih amelle) bedbahtlığa sebep olan iki amilin (şehvet ve gazabın) önünü almak, kayıtsız şartsız bunlara teslim olmamak ve onları, nefsin heva ve heveslerine değil akıla uymaya mecbur kılmak gerekir. Mutlak kemale ermek saadet ve mutluluğa kavuşmak ve bu dünyada huzurlu ve tatlı bir hayat yaşamak, ahirette ise Allah’ın sonsuz nimetlerinden yararlanmak için tam gücümüzle çalışıp gayret etmeliyiz.

tebyan

KAYNAKLAR:

1- Zariyat/56.

2- Bakara/30.

3- Muminun/14.

4- Fecr/70.

5- Lokman/20.

6- “Elbette son varış, Rabbine olacaktır.” (Necm/42)

7- Fussilet/30.

8- Nahl/97.

9- R’ad/28.

10- Yunus/62.

11- “Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar.” (A’raf/179).

12- Necm/39).

13- Âl-i İmran/134

 Tel Abyad’a Türkiye üzerinden gönderilen aileler demografik yapıya müdahale tartışmasını alevlendirdi. Yerel kaynaklara göre bölgeye taşınanlar Tel Abyadlı değil Türkiye destekli savaşçıların aileleri.
Türkiye’nin 2019’da Barış Pınarı Harekâtı ile ele geçirdiği Tel Abyad (Gire Spi) ve Rasulayn’dan (Serekaniye) kaçan aileler evlerine dönmeyi beklerken bölgenin demografik yapısına müdahale devam ediyor. Türkiye, Fırat Kalkanı ile kontrol ettiği bölgelerden yüzlerce kişiyi Tel Abyad’a gönderdi. Yeni kafileler için de hazırlıklar yapılıyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyindeki özerk yapıyı çökertip ve nüfus yapısını değiştirmeye dönük niyeti sır değil. Oluşturulacak güvenli bölgeye 2 milyon sığınmacıyı taşıma hedefini sürekli tekrarlıyor. Erdoğan, 2019’da BM Genel Kurulu'nda planı açıklarken Fırat'ın doğusunda 32 kilometre derinliğindeki şeritte ilk etapta 1 milyon sığınmacı için 10 ilçe ve 140 köy inşa edileceğini söylemişti. İkinci aşamada plan, M-4 yolunun altından Deyrizor’a kadar olan alana 1 milyon sığınmacının yerleştirilmesini öngörüyordu. 

Dünya COVID-19 salgınıyla meşgulken Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları hız kesmiyor. Artan askeri hareketlilik bir kenara Fırat’ın batısından doğusuna nüfus transferi yaşanıyor. 20 Nisan’da 14’ü otobüs 151 araçlık konvoy, Cerablus’un karşısındaki Karkamış Sınır Kapısı’ndan Türkiye’ye sokuldu. Konvoy daha sonra 156 kilometre ötedeki Akçakale Sınır Kapısı’ndan Tel Abyad’a intikal etti. Konvoyun görüntüleri sosyal medyaya düşünce Urfa Valiliği açıklama yapma gereği duydu. Anlaşılmaz bir şekilde bunların daha önce Tel Abyad’dan kaçıp Afrin’e gitmiş aileler olduğu öne sürüldü. Haber kamuoyuna “Tel Abyad’daki PKK/YPG terör örgütü zulmünden kaçıp Afrin’e yerleşen aileler Akçakale kapısından giriş yapıp kendi memleketlerine dönüş yaptı” diye yansıtıldı.

İslam Devleti’nin (İD) bölgeden temizlendiği 2015 operasyonunda Tel Abyad’dan kaçanlar Türkiye’ye gelmişti. Bunların Afrin’e geçirildiğine dair bilgi yok. Afrin’e daha çok Suriye’nin diğer kentlerinden Fırat Kalkanı bölgesine getirilmiş aileler yerleştirilmişti. Afrin’deki ailelerin 8 kilometre ötedeki Azez üzerinden Öncüpınar Sınır Kapısı yerine neden Cerablus’tan Türkiye’ye sokuldukları da aynı bir soru işareti. Halkların Demokratik Partisi (HDP) dört soru önergesiyle konuyu meclise taşıdı ama yanıt alamadı. 

Al-Monitor’un konuştuğu Suriyeli Kürt ve Arap kaynaklara göre bu kişiler, Barış Pınarı Harekâtı’na eşlik eden Suriye Milli Ordusu’ndaki (SMO) savaşçıların ailelerinden oluşuyor. 17 Mart ve 5 Nisan’da Tel Abyad’da Türkiye’nin maaşları ödememesini protesto eden milislerin taleplerinden birisi de sınır kapısının açılıp Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı bölgelerine gidişlerine izin verilmesiydi. Bu da “Nüfus transferi, milislerin Fırat’ın diğer yakasında kalan aileleriyle buluşma isteğine yanıt olabilir mi?” sorusunu akla getiriyor.

Barış Pınarı’na kadar kenti yöneten Tel Abyad Yürütme Meclisi Eş Başkanı Hamdan El Abd bölgeye getirilen kişilerin çoğunun SMO çatısı altındaki milislerin aileleri olduğunu belirtiyor. Al-Monitor’a konuşan Abd, “Tel Abyad’ın nüfusu sistematik olarak doğu Guta, Humus, İdlib, Dera, Deyrizor ve Şam kırsalından gelmiş sözde Suriye Ulusal Ordusu’ndaki savaşçıların aileleriyle değiştiriliyor. Gelenler Tel Abyad merkezi, Tel Abyad’ın doğusu, Ayn El Arus, Ali Beyli, Hammam Türkmen, Suluk, Kurmaza, Hirbet El Ruz, El Havice ve Şerian’a yerleştiriliyor” diyor.

Kürt kaynaklar bu hareketliliği “Kürtler aleyhine demografiye müdahale” olarak görüyor. Arap asıllı Abd’a göre Araplar da mağdur: “Silahlı gruplar ve Türk güçlerinin bulunduğu her yerde etnik ve dini aidiyetlere bakılmaksızın insanlar zorla yerlerinden ediliyor. Evlere kendi adamlarını yerleştiriyorlar. Özerk yönetim ya da Kürtlerle işbirliği yaptıkları bahanesiyle insanlar tutuklanıyor, hakları gasp ediliyor.”

Tel Abyad ve Rasulayn’da son zamanlarda Türkiye destekli gruplar arasında çatışmalar da oluyor. Bunların paylaşım kavgasından kaynaklandığı biliniyor. Abd bu grupların yerel nüfusu terörize eden pratiklerine şöyle değiniyor: “Bölge sakinleri açısından genel durum çok trajik. Haraç kesiyorlar. Özel mülkleri yağmalıyorlar. Tarım ürünleri, ev eşyaları, su pompaları ve diğer teknik araçları çalıyorlar. Tahıl silolarını yağmalayıp Türkiye’ye satıyorlar. Fırınlarda un sıkıntısı oluşuyor. Jeneratörlere el koyuyorlar. Elektrik şebekelerindeki bakır telleri kesip satıyorlar. Doktorlar fidye ve haraç korkusundan muayenehanelerine gidemiyor.”

Abd’a göre çatışmalar sırasında Tel Abyad ve civardaki köylerden 140 bin kişi evlerini terk ederek Rakka, Ayn İsa ve Kobani taraflarında çadırlara yerleşti. Geri dönebilmek bir yana kötü koşullar yüzünden göç devam ediyor.

Barış Pınarı bölgesinde güvenliğin temini için mutabakat imzalayıp Türk ordusuyla ortak devriye atan Rusya da durumu fazla etkileyemiyor. Abd girişimlerden sonuç alamadıklarını söylüyor: “Ruslara insanların güvenli dönüşü için defalarca talepte bulunduk. Fakat ne garanti alabildik ne de yanıt. Mesela M-4 yolu üzerinde Şer Kerek köyünde evleri buldozerlerle yıktılar. Ruslara bunu protesto eden yazı yazdık ama yanıt alamadık. Evleri yıkılan insanların isim listesini de gönderdik.” 

Evi yıkılmış 24 ismin yer aldığı bu yazıyı Al-Monitor’la da paylaşan Abd, yaşanan felaketin Rasulayn’da da fazlasıyla tekrarlandığını belirtiyor.

Onlarca Arap aşireti temsilcisi de 25 Nisan’da uluslararası topluma seslendi. Ortak açıklamaya göre SMO güçleri sürekli suç işliyor. Sadece El Bu Assaf aşiretinden 10 kişi fidye için kaçırıldı. 62 okulun kapanmasıyla 51 bin 200 öğrenci eğitimden mahrum bırakıldı. Hastaneler ve klinikler çalışmıyor. Türkiye’nin demografik yapıyı değiştirdiği suçlaması bu açıklamada da yer aldı.

Tel Abyad, 2015’te Halk Savunma Birlikleri (YPG), İD’i bölgeden temizleyince Erdoğan’ın yakından ilgilendiği bir yer hâline gelmişti. Erdoğan, YPG’yi Araplar ve Türkmenler aleyhine etnik temizlik yapmakla suçlayıp Tel Abyad’ın nüfus yapısına dair şunları söylemişti: “Peki, orası kime ait? Yüzde 95'i Arap ve Türkmen, yüzde 5 Kürt. Dertleri orayı kantona dönüştürmek. Şimdi bu, Türkiye'ye artık bir tehdit oluşturmaya başlamıştır, öyleyse gereği yapılacaktır."

Sadece Kürtler değil Araplar da demografik müdahaleye gerekçe yapılan bu bilgiye itiraz ediyor. Abd’a göre Tel Abyad’da nüfusun yüzde 20-22’si Kürt, yüzde 5’i Türkmen, yüzde 1-2’si Ermeni ve geri kalan Arap idi. Kürt kaynaklar ise Kürt oranını yüzde 30-40 civarında veriyor. 2015’te Tel Abyad’da İD ile savaş sırasında insanlar evlerini terk etti, köyler ağır hasar gördü, İD’in sığınak bulduğu bazı yerler taammüden yıkıldı. Ancak bunun bir etnik temizliğe dönüştüğü iddiası tartışmalıydı. Çatışmalar bittikten sonra İD ile çalışmış olmaları nedeniyle takibe uğramaktan korkanlar dışında insanların çoğu geri döndü. 

Rasulayn’da ise Kürtlerle Arapların oranı birbirine yakındı. İlçenin batısında Araplar, doğusunda Kürtler yaşıyor. Rasulayn’da 19'ncu yüzyılda Kafkasya'dan sürülmüş Çeçenler de var. Kürtler ise bu bölgede demografik müdahaleye ilk kez maruz kalmıyor. Suriye’nin bağımsızlığına kavuşmasından itibaren kuzeyde “Kürt kemerine karşı Arap kemeri” fikri hep tartışıldı. 1969'da toprak reformuyla 1 milyon 374 bin hektar arazi kamulaştırılırken uygulamadan en fazla Kürtler etkilenmişti. Rasulayn’dan Irak sınırına kadar 280 kilometrelik şeritte 10-15 kilometre genişliğinde bir alanda 332 Kürt köyünün Araplaştırılması öngörülmüştü. Ancak plan 1973'e kadar uygulanmadı.

Tabka Barajı yapılınca 1973-1975 arasında öngörülen bu şeritte 41 model çiftlik (köy) inşa edildi. Rakka taraflarında da 15 köy kuruldu. Toprakları baraj sularının altında kalan 4 bin Arap aile bu iki bölgedeki çiftliklere yerleştirildi. Her bir çiftlikte 150-200 ev vardı. Halep, Menbic ve El Bab'daki sulama projeleriyle yerinden olan 7 bin Arap ailesi de ev, silah, tohum ve gübre yardımları eşliğinde kuzey şeridine (Cezire) yerleştirildi. Sanki tarih bu kez Türkler eliyle tekerrür ediyor.

Al-Monitor

 Bismillah

Tezkiye ve hazırlık ayı Ramazan ayının son Cuma’sına yaklaştıkça müminlerin kanları hareketlenmeye, çoşmaya, kaynamaya başlar. Çünkü Kudüs Günü yaklaşmaktadır.

Dünya Kudüs Günü’nün ilanı müminlerin ilk kıblesinin bulunduğu Mescid-i Aksa’nın, kutsal toprakların işgal altından kurtarılması yönünde atılmış ilk etkili adımdır.

Nur içinde yatsın, İmam Humeyni(ra) Kudüs Günü’ünü ilan ederken sahip olduğu basiret ve irfani derinlikle bugünleri ve bundan sonraki günleri görmekteydi.

İslam İnkılabı’nın İran’da zafere ulaşması üzerinden daha altı ay geçmişti ki, 7 Ağustos 1979/13 Ramazan 1399 tarihinde Müslümanlara ve mustaz’aflara seslenen İmam Humeyni(ra) tarihin seyrini değiştirecek bir ilanda bulunmuştu.

İmam Humeyni’nin biz Müslümanlara hediye ettiği Dünya Kudüs Günü, sadece Filistin ve Kudüs’le sınırlı değildir.

Dünya Kudüs Günü, üç asırdır müstekbir güçlere birçok açıdan yenik düşmüş, geri bırakılmış bir ümmetin yeniden uyanışını, ayağa kalkışını ve vahdetini simgelemektedir.

Dünya Kudüs Günü ilanı, o zaman çok az sayıda kişinin dışında kimsenin tahmin edemeyeceği olumlu sonuçlar doğuracak bir karardı.

Aradan geçen her yıl Kudüs Gününün önemini daha iyi anlamakta, daha derinden idrak etmekteyiz.

Dünya Kudüs Günü, doğulusuyla batılısıyla tüm müstekbir güçlerin burnunun yere sürtüleceği günün müjdecisi ve başlangıcıdır.

Rahmetli İmam, “Kudüs’un Yolu Kerbela’dan Geçer” dediği günlerde İran, müstekbir güçler tarafından Baasçı Saddam Hüseyin aracılığıyla kendisine dayatılan savaşta bulunmaktaydı. Bazıları bunun İranlı savaşçıları coşkulandırmak için söylenmiş bir söz olduğunu sandılar.

Ama aradan geçen zaman İmam’ın(ra) ne kadar uzak ve derin görüşlü olduğunu gözler önüne serdi. Kerbela/Irak’la birlikte olmadan Şam’a, Lübnan’a ve nihai hedef Filistin’e, hasretini çektiğimiz Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya ulaşılamayacağı bugün daha iyi anlaşılmaktadır.

Bugün başını ABD’nin çektiği Batı müstekbirlerinin ve içerideki müttefiklerinin, kuklalarının hep birlikte Irak, Suriye ve Lübnan’da düzüp düzenledikleri sayısız komplo planı ve cinayetleri bu açıdan değerlendirmemiz gerekir.

“Kudüs’un Yolu Kerbela’dan Geçer” sözünün bir anlamı da bu yola koyulanların Hüseynî olmaları, Hüseyn’in izinde bulunmaları olarak yorumlanabilir. Aşura

Ziyaretinde İmam Hüseyn’e hitaben söz veriyor ve şöyle ahitleşiyoruz:

İnni silmun limen sâlemekum= Siz Ehlibeytle barışık olanla barışık olacağım.
İnni harbun limen hârebekum= Siz Ehlibeytle savaşanla savaşacağım.
İnni veliyyumn limen vâlâkum= Siz Ehlibeytle dost olanla dost olacağım.
İnni aduvvun limen âdâkum= Siz Ehlibeyte düşman olanla düşman olacağım.
İlâ yevm’ul kıyame= Kıyamet gününe kadar.

Yukarıdaki cümlelerdeki yüce mana ve ilkeleri hakkıyla idrak etmiş Kudüs’ün Huseynî yolcuları yola koyulmuştur bile. Pakistan’dan, Afganistan’dan, İran’dan, Irak’tan, Bahreyn’den, Lübnan’dan ve Yemen’den Huseynî mücahitler nihai savaşta yerlerini almak için yavaş yavaş ayağa kalkmışken bu cephenin başka coğrafyalardan misafirleri de zamanı geldiğinde, Hüseyn’e verdikleri sözün idrakine vardıklarında oturdukları yerden kalkacak, öncekileri takip edecek ve Kudüs cephesindeki yerlerini alacaklardır, inşallah.

Batı müstekbirliğinin bölgedeki temsilcisi Siyonist İşgalci Rejimin Suriye’ye yönelik hava saldırılarını son zamanlarda artırması; ABD’nin IŞİD ölüm makinelerini Irak’ta yeniden harekete geçirmesi ve kiralık elemanlarını Irak ve Lübnan’da yeniden meydanlara yönlendirmesi; Suriye ve Yemen’de işgal, yağma ve cinayetlerini sürdürmeleri; Almanya ve öteki Avrupa ülkelerinin Lübnan Hizbullahı’na yakın cami ve kültür merkezlerini kapatmaları; Facebook, İnstagram ve Twitter gibi İnternet sosyal ağlarının direniş cephesi taraftarlarının hesaplarına yasak koymaları vb uygulamalar işte Kudüs yolcularını durdurmak doğrultusundaki acizlik ve çaresiz çırpınışlardır.

Direniş Cephesi adını saydığımız öncüleri başta olmak üzere tüm yeryüzünde yavaş yavaş oluşmakta ve olgunlaşma dönemini geçirmektedir. Müstekbirlerin yukarıda saydığımız komplo plan ve çabaları bu cephenin hareketini Allahın izniyle engelleyemecektir.

Dünya Kudüs Günü İmam’ın belirlediği hedef doğrultusunda misyonunu sürdürürken müstekbirler, içimizdeki işbirlikçileri ve İslam’ı ve yüce değerlerini anlamaktan yoksun tekfirci anlayışın da Şeytanın emirleri ve planları doğrultusunda görevlerini yerine getirmelerine şaşırmamalıdır.

İslam dünyasının çeşitli bölgelerindeki sahte Kudüs hayranları ise müstekbirlere karşı mücadelede şimdiye kadar slogandan öteye geçemediler ve bundan sonra da geçemiyeceklerdir. İktidarlarını sürdürmek için müslüman halkları oyalayanların bu meydandan nasipleri sadece kendilerini ve halkı aldatmaları olacaktır. Siyonist caniler ve baş hamileri de zaten bu sahtekarların mahiyetlerini bildikleri için bunları ciddiye almamaktadırlar.

Söz ve söylemlerinde samimi olmayanların, Direniş Cephesi’nin bu yoldaki başarılarını kıskananların varacağı nokta ise önünde sonunda aldatıldıklarını itiraf etmektir, ama mustaz’af halkları aldatmanın hesabı Allah huzurunda hiç kuşkusuz çetin olacaktır.

Ramazan’ın son Cuma’sına yaklaşırken Koronavirus salgınından dolayı karşılaşılan beklenmedik durumu da dikkate almalı ve Dünya Kudüs Günü’nü canlı tutmak için geçmiş yıllardan daha çok çaba sarfetmeliyiz, inşallah.

Ziya TÜRKYILMAZ

Pazar, 03 May 2020 07:01

İnsanın Yaratılış Amacı

 Allah’ın zatına ait ve O’nun sadece vücudunun gerekliliği olan ilim, kudret, malikiyet, kayyumiyyet ve hâkimiyet gibi sıfatları ve isimleri olsun veya O’nun fiiline bağlı olan ve fiili sıfatları olarak meşhur olan rububiyyet, razikiyyet, halikiyyet, irade ve rahmeti gibi sıfat ve isimleri, bunların hepsi subiti sıfatlardır ve yüce Allah onlar yoluyla her durmadan sürekli feyiz vermektedir. Onun yaratıcılığı da hiç kesilmeden sürekli yaratmasını gerektirmektedir. “O, her gün bir iştedir.”‌[1]

Dikkat edilmesi gereken bir başka konuda şudur; Allah’ın hekim olması ve hekim olan bir kimsenin da boş ve abes bir iş yapmayacağından dolayı, bu yaratılış âlemi, hedeflidir ve onda hiçbir bozukluk ve eğrilik yoktur. Bu âlemin bütün zerreleri şöyle söylemektedir:

Yoktur hiçbir noktada eksiklik ve fazlalıktan oluşan bir karışıklık

Ki ben bunu kuşkusuz olarak görmekteyim.

Kur’an’ın açık ayetlerine göre, Allah, varlıkları boş ve oyun olsun diye değil, onların yaratılış temellerini hak üzere kurmuştur. Bu en güzel düzenin en küçük parçası dahi yüce hedef ve amaçları takip etmektedir ve onların bir tanesi dahi faydasız değildir:

Bu perdede bir doku dahi boş değil

Onun ucu bize belli olmasa dahi

Tabiî ki Kâinatın ve varlıkların yaratılışının asıl hedefi insandır. Daha açık bir ifadeyle, Allah, âlemi insanı yaratmak için yarattı; çünkü o mahlûkatın en üstünüdür ve yaratma tezgâhından onun gibi bir varlık çıkmamıştır. Hadis-i Kutside şöyle gelmiştir: “ Ey Âdemoğlu! Her şeyi senin için ve seni de kendim için yarattım”‌[2]

Bu konuları sunduktan sonra asıl konuya girerek şöyle diyoruz: İnsanın yaratılış hedefi ne olursa olsun, sonucu, hiçbir şeye muhtaç olmayan her şeyi kendisine muhtaç olduğu Allah’a değil de insanın kendi faydasınadır.

“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır.”‌[3]
Musa, şöyle dedi: “Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz de (şunu bilin ki) gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye lâyık olandır.”‌[4]

Hz. Ali (a.s) meşhur Hamam hutbesinde şöyle buyuruyor: “Allah-u Teala mahlûkatı yaratırken onların itaat ve kulluklarına ihtiyacı yok ve onların günah ve itaatsizliklerinden de güvendeydi. Çünkü günahkârların günahı ona zarar vermez itaatkârlarında itaati ona fayda sağlamaz. (itaate emretmek ve günahtan sakındırmak kulun faydasınadır.)”‌[5]

İnsanın yaratılış hedefi üzerine Kur’an-ı Kerim’de çeşitli açıklamalar gelmiştir ve bunların her birisi bu hedefin bir boyutuna işaret etmektedir, örneğin: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”‌[6] Başka bir yerde ise şöyle buyuruyor: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”‌[7] Başka bir hususta ise şöyle gelmiştir: “Rabbin dileseydi, insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için (merhamet için) yarattı. Rabbinin, “Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım”‌ sözü kesinleşti.”‌[8]

Dikkat edildiği gibi, bütün bu çizgiler tek bir noktada sonlanmaktadır ve o da insanların yetişmesi, hidayeti ve tekâmülüdür. Anlatılanların sonucunda şu anlaşılmaktadır: Her şeyin amacı ve insanın yaratılış hedefi, kemale, gerçek saadete, yüce insanlık makamına ve melekût âlemine ulaşmaktır ve bu da sadece ilahi marifete ulaşmak ve Hak Teala’nın huzurunda yapılan bilinçli bir kullukla mümkündür. “Allah’a kulluk etmek, çok değerli bir mücevherdir ve onunda batını rabliktir.”‌[9] Yani kim ona ulaşırsa Allah’tan başka her şeye sultanlık eder.

İmam Sadık (a.s.)’dan gelen bir hadiste şöyle geçer: İmam Hüseyin (a.s.) ashabının karşısında durarak şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala insanı sadece kendisini tanımaları için yaratmıştır. O’nu tanıdıkları zaman O’na ibadet ederler ve O’na kulluk ettikleri zaman da başkalarına kulluk etme ihtiyacında olmazlar.”‌[10]
tebyan

[1] Errahman/ 29

[2] El Menhec-ul Gavi, c: 5, s: 516; İlm-ul Yakin, c: 1, s: 381.

[3] FATIR suresi 15. ayet

[4] İBRAHİM suresi 8. ayet

[5] NEHC’ÜL BELAĞA, Hemam hutbesi

[6] ZÂRİYÂT suresi 56. ayet

[7] MÜLK suresi 2. ayet

[8] HÛD suresi 118 ve 119. ayet

[9] Misbah-uş Şeri’e fi Hakikat-ul Ubudiyye

[10] İlel-uş Şerai’, Saduk, El-Mizan’ın nakline göre, c: 18, s: 423

Pazar, 03 May 2020 06:58

Allah’ın Ziyafet Ayı Ramazan -2


 Ey yüce Rabbimiz, Muhammed’e ve Pâk Ehl-i Beytine selam ve salavat yolla ve bizlere de Ramazan ayının faziletlerini tanıma gücü ve bu aya saygı duygusu merhamet eyle”

Ramazan ayını ve konumunu tanımak, bizlere bu mübarek aydan en iyi şekilde yararlanma fırsatı sağlar. Resulullah efendimiz bu konuda şöyle buyurur: Allah en temiz olandır, bakın, görün, neyi karşılamaya gidiyorsunuz? Eğer kullar Ramazan ayında bulunan nimetlerden haberdar olsaydı tüm ayların Ramazan olmasını dilerdi.

Ramazan ayının sıfatlarından biri “Mübarek” olmasıdır. Peygamber efendimiz çok yerde bu sıfata değinmiştir. Hz. Muhammed –sav- her yıl Ramazan ayının ilk gecesi şu duada bulunurdu:

“Ey Mübarek ay, bize senin aracılığınla keramet kazandıran Allah’a hamdolsun. Mübarek sözcüğü, istikrar ve süreklilikle beraber gelişme ve artış anlamındadır. Bir başka müslüman düşünüre göre, mübarek, bolca hayır kaynağı demektir. Kur’an-ı Kerim de çok kez mübarek sözcüğünü kullanıyor. Güzel ilahî ayetler hayır ve bereket kaynağı olan yüce Allah’ın mutahhar zatının mübarek olduğunu savunuyor. Kur’an kültüründe Allah’ın evi Kâbe, Mescid-i Aksa, Kadir gecesi ve Kur’an-ın kendisi de mübarektir.

Ramazan ayı, insanların bu manevi atmosferde bambaşka insanlara dönüştüğü ve büyük bir coşku yaşadığı için mübarektir. Bu ayda nefsanî taleplere karşı direnme gücü artar. Gerçekte Ramazan ayı, insanlar en güzel sıfatlara büründüğü için mübarektir. Ramazan ayı kendini düzeltme ayıdır. Bu ayda, insanların kendilerini güncel yaşamın bağlarından kurtarıp saadet yolunu kat etmeleri için uygun bir ortam hazırlanır. Dolayısıyla Ramazan ayının bir fazileti, insanları geliştirmektir. Biz de bu mübarek ayı fırsat bilerek gerçek bir Müslüman"ın özelliklerini ele alacağız. Hayat veren öğretilerinde Kur’an-ı Kerim böyle bir insanın özelliklerini en iyi şekilde anlatıyor.

İyi bir yaşam için kabul edilen birinci ilke doğru ve uygun program yapmaktır. Planlama uzmanları bunun üç aşamalı olması gerektiğini belirtiyorlar. Bu aşamalar imkanlar ve kısıtlamaların tanımı, kısa ve uzun vadeli hedeflerin belirlenmesi ve bu hedeflere ulaşmak için en iyi yöntemlerin seçilmesidir. İnsanların hidayeti için en mükemmel planları sunan İslam, yaşam için planlamaya vurgu yapıyor, öyle ki hz. Ali –s- de bu konuda şöyle diyor: Ey insanlar tedbirsiz bir dünyadan hayır gelmez. Günün saatleri bütün işlerin aynı anda yapılmasına yetmez, o zaman iş ve istirahat saatlerini doğru biçimde bölüştürün

Bu öğretilere göre Müslüman bir insan iş ve çalışmaya öncelik verir. Bir Müslüman için çalışma, sağlıklı bir yaşamın temeli olup insan izzeti ve kerametini koruyan en büyük etken sayılır. Müslüman bir insan Kur’an-ı Kerim’den herkesin yaşamını, çalışma ve çabasına borçlu olduğunu ve hiç kimsenin çalışmadan ve çaba harcamadan hiçbir şey elde edemeyeceğini öğrenmiştir. Müslüman bir insanın imajı, tembellik ve çalışmamanın insan şanına yakışmadığının bilincinde olan coşkulu ve dinamik bir insanın imajıdır.

Bir Müslüman, vücudunda biriken enerjiyi en iyi şekilde değerlendiren insandır. Nitekim geçmiş çağlarda Müslümanlar büyük bir coşku ve çaba ile parlak İslam medeniyetinin temelini attılar. Rivayetlere göre bir Müslüman çalışmayı bırakarak gece gündüz ibadet etmeye koyulmuş. Bu haberi duyan İmam Sadık (s) olaydan esef duyduğunu belirterek şöyle buyurmuş: Bu adam çalışmaksızın dua ve ibadetinin kabul görmeyeceğini bilmiyor mu acaba? Kuşkusuz çalışmak her dinde ve inançta değerlidir, ancak Müslüman bir insanın çabalarına değer kazandıran şey, iyi ve hayırlı işler yapmasıdır Kur’an-ı Kerim’e göre Müslüman bir insan sürekli hareket halinde olup çevresini etkiler. Bir Müslüman, kendisini her türlü maddî ve israf ortamına sürükleyecek amellerden sakınır. Böyle bir insanın Kur’an’da belirtilen bir başka özelliği, sırf kendi çıkarlarını düşünmemesidir. Bir Müslüman"ın çalışmaktan gayesi, sağlıklı yaşamak, halka hizmet etmek ve Allah’ın rızasını kazanmaktır. Nitekim yüce Allah da Bakara suresinin 200. ayetinde şöyle buyurur: “Onlardan öylesi de vardır ki; Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahrette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru, der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah hesabı pek seri görendir”

Bir gün Yunan filozof Aristo’dan neden az yiyorsun?diye sorarlar. Aristo şöyle karşılık verir: Ben yaşamak için yiyorum, başkaları yemek için yaşıyorlar. Kimileri çok yer, ancak obur insan asla akıllı ve bilgin olamaz. Yemekte aşırıya kaçmak düşüncenin gelişmesini engeller. Bu konuda İslam dini de nefsinize galip gelmek için çözüm yolları sunmuştur ki oruç tutmak bu yollardan biridir. İslam peygamberi şöyle buyurur: Kalplerinizi fazla yemek ve içmekle öldürmeyin. Gönülleriniz de aşırı sulamadan dolayı heba olan tarlalar gibi ölür.

Yüce Allah Kudsî bir hadiste şöyle buyurur:

Ey adem oğulları, benim meleklerim gece gündüz sizi gözetler, söyledikleriniz ve yaptıklarınız, az veya çok, hepsi yazılır. Gök yüzü sizden gördüğü her amele şehadet getirir. Güneş, ay ve yıldızlar da söyledikleriniz ve yaptıklarınıza şehadet getirir. Güneş, ay ve yıldızlar da söyledikleriniz ve yaptıklarınıza şehadet getirir. Ben de sizin kalbiniz ve gizli amellerinizin bilincindeyim. O zaman sakın gafil olmayasınız. tebyan

Star gazetesi yazarı Ardan Zentürk, Afrin'de yaşanan saldırıyla ilgili yaptığı değerlendirmede önemli bilgiler aktardı.


 Zentürk, konuşmasında İsrail merkezli önemli bir rapora dikkat çekti.

29 Mart 2020'de merkezi Kudüs olan ve İsrail'in devlet stratejilerini belirleyen kurumu Begin-Sadat Stratejik Araştırmalar Merkezi’nce yayımlanan rapor, Dmitri Shufutinsky imzasını taşıyor.

Zentürk'ün açıklamalarının ilgili kısmı şu şekilde:

Raporda İsrail'in, Suriye coğrafyasında bir Türkiye-İran kapışması beklediği ve Suriye'nin de katılacağı bu çatışmanın her iki tarafı da çürüteceğini umduğu, ayrıca bu gelişmelerin İran'dan kurtulma sürecini hızlandıracağı ve Türkiye'de de çok ciddi gelişmelere yol açacağı beklentisi içinde olduğu ifade ediliyor.

Rapora göre Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesi, İsrail'in çıkarlarına hizmet ediyor. Taraflar arasındaki çatışmaların tetiklenmesi gerektiği söyleniyor.

İsrail, Suriye coğrafyasında Türkiye ve İran'ı karşı karşıya getirerek, bundan nemalanmayı çok önceden planlamış gözüküyor. Şu anda Suriye'de, Siyonizm ve bağlantısındaki Birleşik Arap Emirlikleri'nin üzerinde durduğu asıl mevzu, bir Türk-İran çatışmasıdır. Bu çatışmayı biz ya da İranlılar çıkartmasa da birileri bunu çıkartmaya çalışacak.

İsrail'in hali hazırdaki Savunma Bakanı Naftali Bennett çıktı dedi ki "Biz artık İran’ı Suriye’den silah zoruyla kovma aşamasına geldik ve bu planı da yürürlüğe soktuk."

Bennett, ocak ve şubat 2020’de de açıklamalar yapmıştı. O zaman pek dikkate almamıştım. O tarihlerde demişti ki "Biz bir yıllık plan çerçevesinde, İran’ın en geç 2021 Ocak ayında, Suriye’den tamamen çıkması üzerine bir plan hazırladık ve bunu uygulamaya koyduk."

İran’ın Suriye’den atılması süreci, ABD, Rusya ve İsrail arasında anlaşmayla planlanmışsa bu da işleyebilir. O zaman İsrail’e yakın bütün bölgeler mesela Golan, İsrail’in kontrolü altına girebilir. Amerika Golan’ı boşuna İsrail’e vermedi. İsrail, Filistin’de yeni toprak ilhaklarına boşuna hazırlanmıyor anlaşılan.

Şu gerçek. BAE ve İsrail, İran ve Türkiye’yi Suriye’den çıkarmaya çalışıyor. Sadece İran’ı değil. Bununla aynı zamanda Türk-Arap gerginliğini de harekete geçirmek istiyorlar

İran İslam Cumhuriyeti milli güvenlik konseyi sekreteri bu sabah yaptığı açıklamada Almanya hükümetinin Lübnan Hizbullah’ını terörist ilan etmelerine tepki olarak bunun terörizmin başlıca destekçilerinin çehresinden maskeleri düşüren hayret verici yeni bir gelişme olduğunu söyledi.

İran İslam Cumhuriyeti milli güvenlik konseyi sekreteri  yaptığı açıklamada Almanya hükümetinin Lübnan Hizbullah’ını terörist ilan etmelerine tepki olarak bunun terörizmin başlıca destekçilerinin çehresinden maskeleri düşüren hayret verici yeni bir gelişme olduğunu söyledi.

Fars haber ajansının bildirdiğine göre Ali Şemhani twitterde Almanya’nın bu girişimini kınarken, Saddam’a kimyasal kitle imha silahları satanların insan haklarını savunduğunu ve çocuk katili arkadaşlarının korkusundan kahraman Hizbullah’ı terörist ilan ettiklerini söyledi.

Şemhani IŞİD’in Avrupa’ya ulaşmadığını zira direniş duvarının arkasında kaldığını belirtti.

Siyonist rejim ve Amerika son aylarda Lübnan Hizbullah hareketinin çalışmalarını kısıtlamak için Avrupa ülkelerini Hizbullah’ı terörist ilan etmeleri için baskı altına aldılar.

 

The Times of Israel: İsrail ve Almanya'nın İşbirliği Ortaya Çıktı
 Siyonist medya Cumartesi akşamı, bu rejimin casusluk ajansının Alman mevkidaşlarıyla Lübnan'daki Hizbullah'a yönelik son operasyonda işbirliği yaptığını açıkladı.

The Times of Israel, İsrail istihbarat kaynaklarından naklen, Mossad unsurlarının Hizbullah'ın bazı üyelerden bilgileri Berlin’e aktardığını bildirdi. Mossad casusları, bir aylık operasyonları hakkında Alman istihbarat servisine bilgi sızdırdıklarını iddia ediyorlar.

Siyonist bir yetkili, İsrail’in Kanal 12 televizyon kanalına verdiği röportajda, bu olayın ayrıntılarına ve Alman casusluk ajansı müdürü Brno Cal ile Mossad arasındaki yakın dostluğa değindi.

Almanya İçişleri Bakanlığı Perşembe günü Lübnan Hizbullah Hareketini "terörist" olarak adlandırdı ve bu hareketin Avrupa topraklarındaki faaliyetlerini yasakladı. Daha önce Reuters, Alman polisinin Perşembe sabahı bazı Hizbullah üyelerini tutuklamak için operasyon başlattığını bildirdi. Alman güvenlik yetkilileri Almanya topraklarında yaklaşık 1500 Hizbullah üyesinin faaliyet gösterdiğini iddia ediyor.

CNN haber kanalı Alman polis kaynaklarından naklen, polisin Berlin ve Bremen şehirlerinde ve Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde birkaç evde arama yaptığını söyledi.

Lübnanlı ve Filistinli çeşitli partiler ve hareketler, Almanya'da Hizbullah'ın terörist olarak adlandırılmasını, Berlin'in ABD ve Siyonist rejimin emirlerine aşağılayıcı bir şekilde teslim olması olarak nitelendirdi.

e Siyonist rejim Lübnan Hizbullah’ının bölgede teröristlere karşı başarıları ardından bu harekete yönelik baskılarını arttırdılar./