
کارگر
Aramco Saldırısı Bir Dönüm Noktasıdır
Bismillah
Evet, bu bir dönüm noktasıdır, tarihi bir dönüm noktası. İslam dünyasının Batı sulta sistemi karşısında 200 yıllık yenilgi ve ezilmişliğinin sona erdiğinin, gelecekte tanık olacağımız yeni zaferlerin açık bir işaretidir.
Siyasal açıdan bu dönüm noktası 1979'da İslam İnkılabının İran'da zafere erdiği gündür.
Bilimsel açıdan bu dönüm noktası İranlı genç bilim adamlarının nükleer teknolojiyi yerli imkanlarla geliştirdiği, uzaya canlı varlık gönderme kapasitesinde füzeler fırlattığı ikibinli yılların başıdır.
Askeri açıdan 2006’da Hizbullahın İsrail’i yenilgiye uğratması da bir dönüm noktasıdır. İran füze savunma sisteminin ABD’nin en gelişmiş MQ-4C Triton İHA’sını 23 km yükseklikte kendi geliştirdiği karadan havaya roketlerle düşürmesi de bir dönüm noktasıdır.
Ama dünyanın en büyük enerji kaynağı Suudi Aramco petrol tesislerinin devre dışı bırakılmasına yönelik saldırı sadece askeri açıdan değil psikolojik, siyasal, teknolojik ve ekonomik açılardan da Direniş Cephesi için bir zafer, müstekbir güçler için ağır bir yenilgi olması bakımından bir dönüm noktasıdır.
Bu saldırı her ne kadar Arabistan’da bir petrol bölgesine yapılmış olsa da gerçekte Batı sulta sisteminin kalbine vurulmuş bir darbedir. Çünkü kukla Suud Krallığını korumak, ayakta tutmak ve enerji kaynaklarını sömürmek için bu rejimi her türlü siyasal ve medya desteği yanında askeri açıdan en modern silahlarla donatmış bulunuyorlar.
Batı sulta sisteminin baş temsilcisi ABD psikolojik, siyasal, teknolojik , ekonomik ve askeri açıdan şimdiye kadar tatmadığı ağır bir yenilgi almış bulunuyor. Psikolojik olarak eziklik duymakta, siyasal olarak kararsızdır, teknolojik olarak rakibinin gücü karşısında şaşkındır, ekonomik olarak telafi yolları aramaktadır ve askeri açıdan karşı koyamamanın ezikliğinden kahrolmaktadır.
Yemen Ensarullah hareketi ve San’a merkezli Yemen ordusu Suudi rejimi öncülüğünde dört buçuk yıl önce başlatılan vahşice saldırılara karşı şimdiye kadar eşsiz bir direniş örneği göstermiş ve aynı zamanda yeni savaş teknikleri ve teknolojisinden de yararlanmaya başlamıştır.
Özellikle de son bir yıldır kısa ve orta menzilli füzeler ve SİHA(Silahlı İnsansız Hava Araçları) ile Arabistan’ın sınır bölgesinde ve hatta başkent Riyad’da yeralan hava alanları, petrol tesisleri ve garnizonlara karşı füze ve SİHA saldırıları düzenlemektedir.
Ensarullah ve müttefikleri birkaç ay önce açıkladıkları yeni stratejik planda meşru savunma doğrultusunda ABD-İsrail destekli Suudi koalisyonun saldırılarına ayniyle karşılık vereceklerini ve Arabistan’daki 300 hedefin listesini yayınlayarak bu merkezlere saldırı düzenleyeceklerini resmen ilan etmişlerdi. Suudi Aramco şirketince işletilen Akik ve Hureys petrol bölgelerindeki tesisler de bu listede yer alıyordu.
Bu son saldırı sözün pratiğe dönüştüğünün ispatıdır. İmam Hamanei’nin ifade ettiği gibi “Artık vurup kaçma dönemi sona ermiştir”, saldırgan takip edilip cezalandırılacaktır. Direnişin Yemen Cephesi dediğini yaparak Suudi saldırganlara ve efendilerine gerekli cevabı vermiştir.
Sulta sisteminin elebaşları ve Suudi kuklaları şoka uğramış olarak Yemen Direniş Cephesinden aldıkları yenilgiyi gizlemek için her yolu denemekte, bahaneler düzmekte ve Direniş Cephesinin öteki merkezleri İran ve Irak’ı suçlamaktadırlar. Hatta İran’a orantılı saldırı düzenleneceğinden dem vurmaktalar. Ama bütün bu yaygaralar gerçekte İran ile savaşa hazır oldukları için değil Suudi kuklalarının kızgınlığını yatıştırmaya yöneliktir. Niçin mi?
Birincisi; Suudilerin Yemen’a yönelik saldırılardan ve kuşatmadan vazgeçmesini önlemek için Ensarullahı küçümsemekte ve bu saldırının ABD-İran bölgesel savaşı kapsamında gerçekleştiği izlenimi vermekteler. Yani rakibi büyük gösterip başta Suudiler olmak üzere uluslar arası çevreleri yenilgi konusunda ikna etmeğe çalışmaktalar.
İkincisi; ABD İran’a yönelik tarihte eşine rastlanmamış yaptırımlar başlatırken Suudilerden İran petrolünden boşalan boşluğu doldurmasını istemiş ve Suudilerin kaygılarını gidermek için de İran’dan gelecek her türlü saldırıya karşı onları koruyacakları sözü vermişlerdi. Son iki yıl içinde bu amaçla Suudilere 100 Milyar Dolardan fazla silahla birlikte binlerce askeri danışman göndermişlerdi. İşte bunun için Aramco tesislerine yönelik İran’dan değil de Yemen tarafından yapılan saldırıları önlüyememenin psikolojik baskısı altında ezilmekte ve yenilgilerini tevil yolları aramaktadırlar.
Bazı haberlere göre; Amerikan Dışişleri Bakanı Pompeo’nun saldırı ardından Riyad’a yaptığı gezi sırasında Suudi yetkililer ABD’den İran’a saldırıp intikam almalarını istemiş ve Pompeo’dan aldıkları cevap karşısında yeniden yıkılmışlardır. Pompeo, İran’a saldırılacaksa siz saldıracaksınız ve biz her türlü desteği vermeye hazırız, demiştir. Bu teklifi- daha doğrusu tahriki- daha önce Irak, Suriye ve Yemen konusunda da duyan Suudiler, İran’la savaşmanın intihar olduğunu bilmeyecek kadar akılsız değiller.
Suriye ve Irak’ta Direniş Cephesine karşı terörist gruplara onlarca milyar dolar harcamasına rağmen herhangi bir sonuç alamayan ve bir hafta, bir ay içinde Ensarullah’ı yenilgiye uğratma vaadiyle Yemen’e doğrudan saldırtılan ve dörtbuçuk yıldır hiçbir sonuç alamayan Suudilerin İran’a Amerikan desteği ile saldırmanın kendi sonlarını getireceğinden şüphe etmiyecekleri kesindir.
Halbuki ülkelerini savunmak amacıyla her türlü zulme, baskıya, ablukaya, tahribe ve katliama sabırla direnen Ensarullah ve müttefikleri Suudi Koalisyonunu başarısız bırakmış olarak işgalciler saldırılarını sürdürmeye devam ederse Suudi Aramco saldırısıyla yetinmeyecek ve Sulta sistemine daha ağır darbeler indirecektir.
Sulta sistemi ve bölgedeki kuklalarının zaaflarını iyi bilen Ensarullah Batı’ya enerji akımını durdurmak için Bab’ul Mendeb boğazı ve Kızıldeniz su yolları konusundaki planlarını uygulamaktan şimdilik sabırla kaçınmaktadır. Suudi Aramco tesislerine yönelik saldırının meşru savunma çerçevesinde Sulta sistemince açık bir uyarı olarak algılanması umulur.
Hatırlatılması gerekli bir konu da; Suudi Aramco petrol tesislerine yönelik saldırıların İran yapımı SİHA’lar ve füzelerle gerçekleştirilmiş olduğu iddiasıdır. Ensarullah’ın füze ve SİHA’lar teknolojisi konusunda ilerlemeler kaydettiği düşmanlarınca da kabul edilmiştir artık. Son saldırılarda Ensarullah tarafından İran yapımı silahların kullanıldığı iddiası doğru olsa bile bunun ne sakıncası olabilir? Meşru savunma için İran’dan yardım alması uluslar arası kurallara aykırı değildir. Silah üreten ülkenin suçlu bulunması durumunda ABD ve müttefiklerinin yüzlerce defa cezalandırılması gerekirdi.Suudiler Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman silahları kullanırken Yemen ordu ve halk birliklerinin İran silahları kullanması niçin yasal olmasın?
Özetlersek; İslam dünyası için yenilgiler dönemi sona ermiştir. Müstekbir güçlerin başta Batı Asya olmak üzere İslam ülkelerindeki sultalarını sonlandırıp çekip gitmeleri zamanı gelmiştir. Direniş Cephesi her açıdan durmadan güçlenmekte, dünyanın her yanındaki direniş dostlarına ve dünyanın baskı ve sömürü altındaki halklarına kurtuluş umudu ve motivasyon bahşetmektedir. Bu tarihi bir dönüm noktasıdır.
Ziya Türkyılmaz
Nasrullah’tan Arabistan’a Uyarı
Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, bu hareketinin kurucularından Allame Şeyh Hüseyin Kurani’yi anma töreninde konuşma yaptı.
Lübnan’daki son gelişmeleri değerlendiren Hasan Nasrullah, “Savunma Bakanı, Beyrut'un güneyindeki Dahiye bölgesine yönelik yapılan İHA’lı saldırıya ilişkin önemli bilgiler sundu. Bu konuda yeni bir süreç başlamıştır ve düşmanın saldırısına karşılık vermeye devam edeceğiz. Şimdiye kadar aldığımız karar Lübnan hava sahası ihlalleri üzerinde olumlu bir etkisi olmuş ve sayısı azalmıştır. Bu bizim hakkımız. İsrail'e ait birer insansız hava aracını düşürdük ve böyle devam edecektir." dedi.
Hasan Nasrullah, İsrail adına çalışan Lübnanlı casuslarla ilgili olarak, “Hainler ve casusların yargılanması temel bir ilkedir. Düşmanla irtibata geçen ve onun adına çalışan herkesin suçu kadar cezalandırılması gerekir.” ifadesini kullandı.
Seyyid Hasan Nasrullah, Suudi Arabistan'ın milli petrol şirketi Saudi Aramco'ya ait tesislere Yemen güçleri tarafından düzenlenen misilleme eylemine ilişkin şunları konuştu:
"Aramco'ya yapılan saldırılara dair uluslararası duruşlar petrolün kandan daha fazla değerli olduğunu göstermiştir. Yıllardır günlük olarak, işgalci Suudi koalisyonu Yemen halkını bombalıyor ve kimse umursamıyor. Aramco'ya yapılan saldırıları kınayanlardan kuşatma altında olan Yemenlilerle dayanışma içinde olduklarını bildirmelerini istiyoruz."
Hizbullah lideri, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne, yeni hava savunma sistemlerini almak yerine Yemen’deki savaşa son vermeyi tavsiye etti.
“Tavsiyem, bakış açınızı tekrar gözden geçirin, iyice düşünün. Seçeneğinizi İran’a karşı savaştan yana yapmaya değmez, çünkü onlar sizi yok eder. Siz Yemen’e karşı savaşın bedelini ödemeye başladınız bile” diyen Nasrallah, her iki ülkenin ekonomisinin, BAE’deki gökdelenlerden örnekle “cam gibi binalar” olduğunu da sözlerine ekledi.
ABD hükümetinin İran'ı dize getirme konusunda hezimete uğradığını belirten Seyyid Hasan Nasrullah, "Onlar Yüzyılın Anlaşması, Venezuela, Çin, Kuzey Kore, Suriye ve Irak konuusnda da başarısız oldular. Direniş Ekseni çok güçlü ve Aramco'ya yapılan saldırılar bu gücün kanıtıdır. Kimseye saldırmak istemiyoruz, fakat şunu tavsiye ediyoruz ki, İran'a karşı savaş çözüm değil ve Yemen savaşının devam etmesi ise hezimet anlamına geliyor." değerlendirmesinde bulundu.
Üçlü zirve: Hezimetin beşinci taksidi
Astana, Türkiye'nin Suriye hezimetinin taksitli bildirim sürecidir. Yani İdlib'de perde ağır ağır, kasvetle iniyor. Zirveler bunun sadece zamanlamasını etkileyebilir. Ağır çekim final sahnesinde Türkiye'yi teskin edecek bir iki ayarlama, Bilad'uş Şam'ın yeniden fethine dair bitmiş bir hikâyeyi başa saramaz.
Astana üçlüsü olarak Rusya, Türkiye ve İran bugün Ankara'da liderler düzeyinde bir kez daha buluşuyor. Suriye krizine çözüm bulmaya odaklı sürecin 14'üncü toplantısı. Liderler zirvesinin de beşincisi. Rekor bir istikrar!
Zirvelerin ilki Kasım 2017'de Soçi'de, ikincisi Nisan 2018'de Ankara'da, üçüncüsü Eylül 2018'de Tahran'da ve sonuncusu Şubat 2019'da Soçi'de yapılmıştı. ‘Gerilimi Azaltma Bölgeleri', askeri gözlem noktaları, İdlib'i terör örgütlerinden arındırma hedefiyle Soçi Mutabakatı ve anayasa komitesi çalışmaları bu süreçle geldi.
Her Astana dönemeci yaklaşırken uluslararası medya yakamıza yapışıp soruyor: “Bu sefer ne olacak?”
Astana, Türkiye'nin Suriye hezimetinin taksitli bildirim sürecidir. Ağır çekim final sahnesinde Türkiye'yi teskin edecek bir iki ayarlama, Bilad'uş Şam'ın yeniden fethine dair bitmiş bir hikâyeyi başa saramaz.
Rus lider Vladimir Putin'in kömekçisi Yuri Uşakov, gündemi, “İdlib ve kuzeydoğu Suriye'deki durum ele alınacak” diye verdi. Türkiye'nin 12, Rusya'nın 10 askeri gözlem noktasıyla çevirip 30 Ağustos ateşkesine rağmen Rusya ve Suriye'nin havadan ve karadan dövmeye devam ettiği İdlib'deki durumu radikal bir şekilde değiştirecek bir açılım ufakta gözükmüyor.
***
İdlib konusunda Erdoğan'ın 27 Ağustos'ta Moskova'da Putin'den elde ettiğinden daha ileri bir sonucun çıkması şaşırtıcı olur. En fazla Morek'te kuşatma altında kalan 9 no'lu gözlem noktasının etrafına Rus polis gücünü ‘kalkan' olarak yerleştirmek gibi ilave bazı güvenlik ayarlamaları gelebilir. Türkiye'nin gözlem noktalarını tahkim etmesine de “Tabii tabii” denilir. Ki bu minvalde hareketlilik zaten var. Hatta muhalif kaynaklar, Han Şeyhun'un ordunun kontrolüne geçmesi üzerine Maarat el Numan ile Han Şeyhun arasında Maar Hattat yerleşim merkezinde bir kontrol noktasının kurulduğunu söylüyor. Belki buna benzer adımlara göz yumulabilir.
Kuşkusuz yanıltıcı bir esneklik! Türkiye'ye hemen “Çekil” denmez ama M-5 otoyolunu açmaya dönük operasyon kâh soğutularak kâh alevlendirilerek devam eder. M-5 hattında Han Şeyhun'dan sonra operasyonun yöneldiği Maaret el Numan'a bağlı Sırman köyündeki 8 no'lu gözlem noktası, ardından Serakıb'a bağlı Tel Tukan köyündeki 7 no'lu gözlem noktası, iki adım yukarıda El Hader'e bağlı Tel Eys köyündeki 6 no'lu gözlem noktası sırasıyla kuşatma altında kalır. İdlib'in güneyinde Zeytinlik bölgesindeki 12 no'lu gözlem noktası ile Zaviye bölgesindeki 10 no'lu gözlem noktası da aynı sonu görür. M-4 otoyolunu açmaya yönelik operasyon başladığında da Cisr el Şuğur'a bağlı İştabrak köyündeki 11 no'lu gözlem noktası sırasını bekler.
Erdoğan'ın 17 Eylül 2018'de Soçi'de Putin'le yaptığı anlaşma gereği bu iki otoyolun geçen yılın sonunda trafiğe açılması gerekiyordu. Haliyle bu hedefe dönük operasyon sürerken Erdoğan'ın karşı koz kullanma şansı kalmadı. Yani İdlib'de perde ağır ağır, kasvetle iniyor. Zirveler bunun sadece zamanlamasını etkileyebilir.
Bununla birlikte 13. toplantıya yetişmeyen anayasa komitesinin ilanı belki bu sefer gerçekleşir. Olursa zirve için önemli bir başarı sayılabilir. Anayasa komitesinde kimlerin yer alacağına kriz aşılsa da toplantıların ne sıklıkla ve ne kadar süreyle yapılacağına dair teknik uzlaşmazlıklar sürüyordu. Komiteyi ilan ederlerse Türkiye bunu bir başarı olarak sunup Suriye'deki korkunç hezimetini bir nebze perdeleyebilir. Bu rahatlamayla İdlib'de Rusya ile daha uyumlu hareket edebilir.
***
Kuzeydoğu Suriye'de ise Türk-Amerikan müşterek harekât mekanizmasına çatık kaşla bakan Putin, Türkiye'yi ABD kulvarında bunaltıp kendi ‘güvenli bölge' seçeneğine çekmeyi deneyebilir.
Erdoğan son günlerde “32 kilometre derinliğinde güvenli bölge hedefi tutmadı ama Amerikalıların Kürt rızasına dayalı planını kabul edip Serakaniye'den sahaya intikal ettikten sonra yeni fırsatlar kollama” mantığını betimleyen açık sözlü yakınmalarda bulunuyor. Bu durum, Putin'e, “O halde gel Rus planına” deme şansı veriyor. Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un birden bire, “Suriye'de savaş bitti” demesi, savaşın bitmiş olmasından ziyade Rusların, Suriye'de Türkiye'nin bu saatten sonra Amerikan stratejisine kolay kolay dönemeyeceğine kani olduklarını gösteriyor.
Amerikalılar Fırat'ın batısındaki Türk askeri varlığını, en nihayetinde Suriye devletinin toparlanmasını önleyecek ya da geciktirecek veyahut Rusya'nın kolay bir zafer elde etmesini imkânsızlaştıracak “oyun bozucu bir mevcudiyet” olarak görüyor. Şimdi ABD, güvenli bölge mutabakatı sayesinde Suriye bağlantılı stratejisi için Urfa şubesini de açmış bulunuyor. Bu, iktidarın ABD'nin Suriye'deki varlığından ‘sözde' rahatsızlığını da hepten açığa düşüren bir netice. İktidarın rahatsız olduğu şey Amerikan varlığı değil Washington'ın sahadaki tercihleri. Ki yüksek voltaj yemiş retoriğine rağmen Erdoğan, ABD'nin çekip gitmesini değil sahada kalarak Türkiye'ye ‘emniyetli' bir müdahale kanalı açmasını tercih ediyor. TOKİ konutları yapma önerisinin alt önermesinde de ABD'den havadan kalkan olma talebi var. Fakat Amerikalılar kontrolü Türkiye'ye bırakmadan Kuzey Suriye'de ortaklık tesis ederken Ankara'nın muradına ters sonuçlar elde etmiş oldu: Erdoğan içine sindiremese de YPG'yi Türkiye'ye muhatap yaptılar, tek taraflı silme harekatının önünü kestiler ve Amerikan askeri varlığını Türkiye üzerinden irtibatlandırdılar. Erdoğan'ı, “Suriye'ye gir, dağıt” diye fiştekleyenlerin şimdi feveran etmeleri de bundan. Madem Erdoğan plandan dolayı mutsuz ve ABD'nin YPG'ye güvenli bölge yarattığını düşünüyor o halde Putin'den ayartıcı tekliflerin gelmesi neden şaşırtıcı olsun? “İstediğin güvenli bölge ise Adana Mutabakatı temelinde Suriye devleti ile koordineli bir şekilde 5 kilometrelik alanın sorumluluğunu sen üstlen” diyebilir. Ki Erdoğan Adana Mutabakatı'nı Suriye'deki askeri varlığın hukuki payandası olarak dillendirince Putin bu savı havada kapmıştı. 5 kilometrelik şeritte güvenli bölge kurulduğunda Putin iş yükünü hafifletmiş olacak: Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarının kapsama alanı daralacak; İdlib önemli ölçüde kontrol altına alınacak; cihatçı bakiye Türkiye sınırlarına itilecek ve bunlarla baş etme sorumluluğu Türkiye'nin sırtına yüklenecek; Türkiye'ye mülteci akınını durdurma şansı verilecek; bütün bunların neticesinde Şam-Ankara barışının önü açılacak. Putin, ABD'yi oyundan düşürmek için güvenli bölgeyi Fırat'ın doğusuna da geçirmek isteyebilir. Ama ABD'nin mevcut pozisyonu nedeniyle bu ihtimalin acelesi yok!
***
Her halükarda Putin, Türkiye'nin eline verdiği vahim kozları kâra ve avantaja çevirmeye devam ediyor. Trans-Atlantik ortakları felaket senaryoları çizedursun NATO vitrinine S-400 savunma sistemini çıkardı. Erdoğan sayesinde. Türkiye'yi havuç-sopa taktiğiyle yola getirmeye çalışan Amerikalılar, “Obama yönetiminin hatası sonucu Türkiye bu yola girdi ve uyarılarımıza rağmen Rus sistemini satın aldı. Hiç olmazsa sistemi aktif hale getirmeyip garaja çekerse askeri alanda sınırlı bir yaptırımla durumu kurtarabiliriz” diye manevra alanı beklerken S-400'ün ikinci sevkiyatı tamamlandı ve Nisan 2020'de aktif hale getirilmesi öngörülüyor.
Rusya kadayıfın altını, S-400'lerin arkasına SU-35 ve SU 57'leri de takıncaya kadar düşük ateşte keyifle kızartmaya devam edecek. Beri tarafta NATO kıvranıyor, S-400'leri hazmedemiyor ama bir şey de yapamıyor. Hafta sonu bir etkinlik vesilesiyle tanıştığım NATO'dan emekli bir Alman, “Türkiye'yi NATO'dan atamazlar. Coğrafyanın dayatması var. Türkiye'nin yaratacağı jeostratejik açığı kapatamazlar. Erdoğan bunu bildiği için bunlarla akıllıca oynuyor” dedi.
İfadedeki “akıllıca” kısmı pek nazikçe. Bu durum için çok münasip kelimeler mevcut. Bu oyunun bize kalan bakiyesi her şeyin akıldan vareste olduğunu yeterince söylüyor.
Fehim Taştekin
ABD Bombalanan Bebeklere Değil Petrol Rafinerilerine Üzülüyor
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, ABD’nin müttefiklerinin onun sattığı silahlarla Yemen’deki bebekleri bombalarken üzülmediğini ancak kurbanlar petrol rafinerilerine karşılık verdiğinde korkunç derecede üzüldüğünü söyledi.
ABD’nin Suudi Arabistan’daki petrol rafinelerine saldırıdan sorumlu tuttuğu İran’dan ABD’ye Yemen tepkisi geldi.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ABD’nin müttefiklerine sattığı silahlarla Yemen’de bebekler bombalanırken üzülmediğini ama Yemenlilerin petrol rafinerilerini vurarak verdiği karşılığa ise korkunç derecede üzüldüğünü belirtti.
'100 MİLYAR DOLARLIK SİLAHLARI SALDIRIYI ÖNLEYEMEDİ'
Zarif ABD’nin Suudi Arabistan’a sattığı silahların onu Yemen’in ateşinden korumamasından ötürü mahcubiyet duymuş olabileceğini ve İran’ı suçlamasınınsa bu gerçeği değiştirmeyeceğini yazdı.
İran Dışişleri Bakanı “ABD eğer dört buçuk yıldır süren en kötü savaş suçlarının Yemenli kurbanlarının karşılık vermek için hiçbir şey yapmayacağını düşünüyorsa yanılıyor. Belki de 100 milyar dolarlık silahlarının Yemen ateşini önlememesinden dolayı mahcuplardır. Ancak İran’ı suçlamak bu durumu değiştirmez. Savaşa son vermek herkes için tek çözüm” diye yazdı.
'YEMEN SAVAŞINI ŞİMDİ DURDURUN'
Yemen’de Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyonun saldırılarında hedef olan ve açlıkla boğuşan çocukların fotoğraflarını da paylaşan Zarif “Düşünün: ABD müttefikleri kendi silahları ve askeri yardımıyla dört yıldır acımasızca Yemen’de bebekleri bombalarken üzülmüyor. Ama kurbanlar ellerinden gelen tek yolla petrol rafinerilerinin saldırganına karşı karşılık verdiklerinde son derece üzülüyor” dedi. Zarif İngilizce yazdığı mesajını #EndYemenWarNow (Yemen savaşını şimdi durdurun) etiketiyle paylaştı.
Suriye ile İlgili 150 Kişilik Liste BM'ye Sunuldu
Yeni anayasa yapılmasının ardından BM gözetiminde adil seçimler aracılığıyla Suriye halkının yeni yöneticilerini seçmesi öngörülüyor.
Türkiye, Rusya ve İran'ın girişimleriyle, yaklaşık bir buçuk senedir çalışmaları devam eden Suriye Anayasa Komitesinin oluşturulması için nihai sonuca Ankara'daki üçlü liderler zirvesinde varılırken 150 kişilik liste BM'ye sunuldu. Bundan sonraki süreçte BM; Suriye devleti, Suriyeli muhalifler ve Suriyeli STK'ların belirlediği 150 kişilik listen 45 kişilik yeni bir liste oluşturulacak. Çalışmalar BM'nin Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen nezaretinde üç garantör ülkenin katkılarıyla devam edecek.
Üç gruptan on beş kişi
BM Güvenlik Konseyi'nin 2.254 sayılı Kararı'na göre, Suriye'de siyasi çözümün gerçekleşebilmesi için en önemli adım olarak Anayasa Komitesinin oluşturulması görülüyor. 150 kişilik komitede Suriye devleti 50, muhalefet grubu 50 ve bağımsız kişilerden oluşacak sivil toplum grubu da 50 kişiyle temsil edilecek. 150 kişilik grubun tamamlanmasının ardından her üç gruptan 15 kişinin tayin edilmesiyle 45 kişilik anayasa yazım grubunun teşkil edilmesi planlanıyor. 2.254 sayılı Karar, yeni anayasanın yapılmasının ardından BM gözetiminde adil seçimler aracılığıyla Suriye halkının yeni yöneticilerini seçmesini öngörüyor.
Eş başkanlık modeli
Komitenin nasıl çalışacağı konusundaki sıkıntılar ise yine Türk, Rus ve İran heyetleri arasında sürdürülen teknik görüşmelerde aşıldı. Buna göre komiteye; Suriye devletinden ve muhalefetinden birer kişinin başkanlık etmesi planlanıyor. Yani taraflar ‘eş başkanlık modeli' üzerinde mutabakat sağladı. Kararların ise salt çoğunluk ile alınması için prensipte mutabakata varıldığı belirtildi.
Öte yandan, Anayasa Komitesinin usulleri ve esasları, kapsamı, kaç maddeden oluşacağı, yeni bir anayasa mı hazırlayacağı yoksa 2012 yılında Suriye devleti hazırladığı anayasanın revize mi edeceği konusunun netleşmediği bildirildi.
Türkiye gazetesi
Şehriyar’ın Vefatı
1906 - ö. 18 Eylül 1988), Asıl adı Muhammed Huseyin Behcet-i Tebrizî olan şair, şiirlerinde kullandığı Şehriyar mahlası ile tanınır. Azeri Türklerinden olan İranlı şair, şiirlerini hem Azeri Türkçesi, hem de Farsça yazmıştır.
İran Türklerinden olan Şehriyar,1906'da Tebriz'de doğdu. Babası Mirismail Ağa Hoşgenabî, bir avukat ve hattattır. İlköğrenimini doğduğu şehirde tamamlayan şair, Medrese-i Talibiye'de aldığı Arapça ve Arap edebiyatı eğitiminin yanı sıra, Fransızca öğrendi. Çocukluk yılları baba yurdu olan Karaçemenin Hoşgenap kasabası Heydarbaba köyünde geçmiştir. Köyleri adını eteklerinde kurulduğu Heydarbaba dağından almıştır. Orta Okul’dan sonra Tahran’a giderek liseyi bitirmiştir.1921 yılında Tahran'a gelerek Dar-ül Fünun okulunda tıp eğitimi almaya başlar. Şehriyâr, doktorluk eğitiminin son sınıfında sonu olmayan bir aşka tutulur, 1924 yılında aşkının peşinden Horasan'a gider ve tıp fakültesinin son sınıfından mezun olamadan ayrılır. 1935 yılında Tahran'a geri dönerek memuriyet hayatına atılıp, İran Ziraat Bankasında çalışmaya başlar.[1]
Şairliğinin ilk zamanlarında “Behcet” mahlasını kullanmış, sonraları iki defa Hâfız falına bakarak kendisi için bir mahlas istemiş, faldan aşağıdaki iki beyit çıkınca, mahlasını “Şehriyâr” olarak değiştirmiştir.
“Felek devlet zikkesini Şehriyâr’ların adına bastırdı.
“Kendi memleketime gidip kendi Şehriyar’ım olayım.”
Şehriyar önsözünü dönemin bilinen şairlerinden olan, Nafisi ve Muhammed Tagi Bahar'ın yazdığı ilk şiir kitabını 1929 yılında yayınlar.
Şehriyar 1934 yılında çok sevdiği babasını kaybedince ruhsal bir bunalıma girmiştir. Babası Hacı Mir Aga Hoşgnâbî’ 1934 yılında ölmüş ve Kum şehrine gömülmüştür.[2]Babasının ölümü Şehriyar için son derece zor gelmiş ve bunalıma kapılmıştır.Bu sıkıntılı yıllarını atlatmasında annesinin büyük yardımı olur. Bu ızdıraplı ruh halinin tesiri ile çocukluk yıllarının geçtiği bölgeye gider ve doğduğu yerlerin çok değiştiğini görür. Annesinin de Şehriyar'a Farsça değil kendi dilinde şiirler yazmasını arzu etmesinden dolayı Heydar Baba'ya Selam şiir'i doğacaktır. Şehriyâr, genç yaşında evlendi. Bu evlilikten bir kızı oldu. Çalıştığı bankadan emekli olunca daha sakin bir hayat sürmeye başladı.
Şiirlerinde şair Hafız, Sadi, Fizuli, M.P. Vaqif, M.E. Sabir'den etkilenmeler mevcut olan şair, ana dilinde kaleme aldığı Heyder Babaya Salam şiiri ile Türkiye'de ve Sovyetler Birliğindeki Türk Cumhuriyetlerinde de büyük bir üne kavuştu.Şehriyar İran'da 1979 yılında yapılan İslam devrimini destekledi. Haydar Babaya Selam şiirinin 76 kıt’alık birinci bölümü 1964’te Ahmet Ateş, 49 kıt’alık ikinci bölümü de 1971’de Prof.Dr. Muharrem Ergin tarafından ülkemizde yayınlanmıştır.
Birinci Pehlevî iktidarında Şehriyar, Horasan’a sürülmüş; ikinci Pehlevî hükümeti döneminde ise örtülü muhalefeti dolayısıyla korkular içinde hep tedirgin yaşamıştır. !979 yılındaki İran devrimini desteklediği bilinmektedir.“Humeyni İnkılâbı”ndan sonra dindarlığından ilham alarak din yolundaki bilgisizlik ve kayıtsızlığa karşı Azerî Türklerinin suskuluğunu ana dillerinde neşriyatın olamamasına bağlar. Bu sebeple inkılâbın ilk yıllarında çıkmaya başlayan yirmi beş yıldan beri yayınını sürdüren Varlık dergisini “Türkçenin Azatlık Kuşu” olarak vakfederek alkışlar. Şehriyar, çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Kaçarların yıkılışına ve Meşrutiyet hareketine; gençlik ve orta yaş döneminde I. Ve II. Pehlevî idaresine ve ihtiyarlık döneminde ise 1979 inkilâbına tanık olmuştur.[3]
Türk dünyasının özellikle de Azeri şiirinin en büyük şairlerinden birisi olan Şehriyar, asıl ününü Farsça şiir söyleme sahasında yakalamış olmasına rağmen, Türk dünyasında tanınmış olmasını “Haydar Baba’ya Selam” şiirine borçludur. Şairin dört ciltten oluşan külliyatının dördüncü cildi, Türkçe şiirlerinin toplandığı kitaptır. Bu ciltte toplam 74 şiir yer almaktadır. Şehriyar’ın Türkçe divanında göze çarpan en önemli özellik, hiç şüphesiz onun kendi halkına, adet, gelenek-göreneklerine, anadili olan Türk Diline önem vermiş ve üstün görmüş olmasıdır. Örneğin, “Türk’ün Dili” isimli şiirinde bunu açıkça dile getirmektedir. “Haydar Baba'ya Selam” manzumesi iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümü, ilk defa 1331/1952 yılında Tebriz'de “Hakikat Yayınevi” tarafından basılmıştır. İkinci bölümü de ondan kısa bir süre sonra basılıp yayınlanmıştır. Birinci bölüm 76 kıtadan, ikinci bölüm ise 49 kıtadan ibarettir. Dr. Yusuf Gedikliye göre Haydar baba'ya Selam adlı şiiri 1953 te yazılmış, 1954 te basılmıştır. [4]
Muharrem Ergin, “Haydar Baba'ya Selam” manzumesinin tümünü, bu şiire nazire olarak yazılan bir kısım şiirlerle birlikte 1971 yılında “Azeri Türkçesi” adıyla yayınlamıştır. İran’da ün kazanmış bundan dolayı da çağdaş dönemin Hafız'ı olarak bilinmektedir. Türkçe konuşan halklar arasında tanınmasıyla şiirleri dilden dile dolaşıp şarkı ve türküler halinde sazlar eşliğinde okunur. Azerbaycan ve Türk edebiyatı için Şehriyâr, her şeyden önce “Haydar Baba” şairidir. Bu eserin kaleme alınması, hem şairin hayatında bir dönüm noktası hem de Azeri Edebiyatında yeni bir merhalenin başlangıcı oldu. Halk arasında sahip olduğu bu derin ve sarsılmaz saygıyı ve sevgiyi bu şiiriyle kazandı. Dr. Yusuf Gedikli'nin kitabının son baskısında Şehriyâr'ın toplam 92 Türkçe şiiri yer almaktadır. Bu da Şehriyâr'ın Türkçe şiirlerinin bu güne kadar var olanlarının tümünün bir arada toplanmış halidir. Gedikli, 1996 yılına kadar gerek İran'da gerekse Azerbaycan'da yayınlanmış olan tüm şiirlerini bir araya getirerek yeniden yayınlamıştır.
İranlı kaynaklar: Şehriyâr'ın son derece hassas bir kalbi'nin olduğunu en ufak bir iyilik veya güzellik karşısında etkilenir ve aldanırdı ki haddi hesabı yoktu. Aynı ölçüde en ufak bir ilgisizlik ve kötülük karşısında son derece sıkıldığını yazar. İranlı kaynaklar şehriyarın edebi yönünü şu şekilde izah etmektedirler: " Firdevs’inin doğasını ve destansı ruhunu; Nizami'nin meclisleri süsleyişini, Sanayi’nin hikmetini, Mevlevi'nin irfanını, Sadi'nin inceliğini ve ifade gücünü; Hafız'ın sadakatini ve aynı zamanda gazellerindeki gizliliğini; İrec'in akıcılığı ve sadeliğini yansıtıyordu. Eserlerinin her biri duygusal, insani veya felsefi muhteva ve kapsam açısından ya da şairin kendine özgü tarzını göstermesi açısından değerli ve hatırı sayılır eserlerdendirler." [5]
Şehriyâr, 83 yıllık yaşamından sonra 18 Eylül 1988'de Tahran'da Mehr hastanesinde akciğer iltihabı ve kalp yetersizliğinden 1988 yılında vefat etmiş, Tebriz’de Şairler Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir. Şairin ölüm günü, O'nun anısına, İran'da Milli Şiir Günü olarak kutlanmaktadır.[6]
Şairin vefatından sonra 1992 yılında Kültür ve İslami İrşad Bakanlığı tarafından uluslararası düzeyde Tahran'da Üstat Şehriyar’ı Anma Konferansı düzenlenmiştir. Bu konferansa İranlı şair ve yazarların yanı sıra Azerbaycan, Türkiye, Tacikistan ve başka birkaç Ortaasya ülkesinden düşünürler ve Şehriyâr'ı sevenler de katılmıştır
Şairin yetiştiği saha Güney Azerbaycan sahasıdır. Şair İran’ın Tebriz kenti civarında yaşayan Azeri-Türk asıllı bir şairdir. Farsça yazdığı şiirlerle İranlılar tarafından çok sevilerek İranlıların " çağdaş Hafız " olarak nitelendirebileceği kadar İran'da tanınan şair annesinin ısrarı ile Türkçe şiirler de yazmaya başlamıştır. Haydar Baba'ya selam şiirini ana dilinde yazarak Türk Dünyasının tamamında adını duyurmuştur. Şehriyâr, tasavvuf ile ilgilendiği gibi, Kur’an ayetlerini, levhalara yazarak, “Hat Sanatı”nda da söz sahibi olduğunu göstermiştir.
Hayatı ve şiirleri hakkında en kayda değer çalışmalardan birisi: Muhammed Hüseyin Şehriyar. 2005. Seçilmiş Eserleri. (Çev. H. Billuri) Bakı: Avrasiya Pres (Azerbaycan) künyeli eserdir.
EDEBİ KİŞİLİĞİ
Şehriyar'ın anne ve babası İran’da yaşayan i Azeri- Türk asıllı bir ailedir. Türk asıllı olmasına rağmen İran edebiyatçıları tarafından İran’ın Melik’üş-Şuera’ sı olarak sıfatlandırılan şair, İranlılar açısından da çok önemli bir isim olarak görülmekte, Melik’üş-Şuera’ olarak adlandırılmasının yanı sıra, günümüz İran şiirinin Hafız'ı, Sadi'si olarak değerlendirilmektedir.
Özellikle Haydar Baba'ya adlı şiiri bütün Türk dünyasında çok önemli bir yankı yaratmıştır. Bu yankıya Şehriyar'ın Haydar Baba'ya Selam adlı şiiri hakkında bir inceleme yapan Hasan Aydın şu şekilde temas eder "Azerbaycan Edebiyatında da büyük bir canlanmanın oluşmasına, insanların kendi edebiyatlarına önem vermesine, kendi yurtlarına karşı daha duyarlı olmasına yol açtı."[7]
Haydar Baba’ya Selâm şiiri çocukluk günlerini, köylerdeki gelenekleri, köy hayatını anlatan bir şiirdir. Şiirde duru, açık ve özlem dolu bir dille anlattığı hayat, herhangi bir Türk köyünün sosyal ilişkilerini, törelerini, geleneklerini aktarır.
Şehriyar'ın yetiştiği Güney Azerbaycan sahasında Hasanoğlu, Fuzûlî, Tebrizli Saib, Tesir, Vidadi Zakir ve Vakıf’ gibi önemli şairler yetişmiştir. Şehriyar bu halkanın tanınmış son şairidir. Şiirlerinde Azerbaycan edebiyatının dil özelliklerini, geleneksel şiir kültürünü, şekil ve söyleme biçimini başarıyla dile getiren şair içten ve yalın bir Azeri diliyle yazdığı şiirlerinde, atasözlerine, deyimlere, âşık tarzı şiirin kalıplarına ustaca yer vermiştir. Azerbaycan âşık şiirinin dil, sanat ve deyiş zevkini başarıyla idrak etmiş ve uygulamıştır. Söyleyiş doğallığı ve içtenliği ile haklı bir şöhrete ulaşmıştır. Şehriyarın şiirlerini kültürel değerler yönünden inceleyen Prof. Dr. İsa Özkan onun hakkında şu izlenimler içindedir:"Şehriyar, İran’daki Türk edebiyatında dili kullanma biçimiyle yenilikçi bir öncüdür. Âşık tarzı şiire, geleneksel söz kalıplarına, atasözleri ve deyimlere müracaatı ile yeni bir çığır açmış, Güney Azerbaycan Türkçesini ayağa kaldırmış, kültürü sanatkârane biçimde işleyerek mahallîden evrensele ulaşmıştır"[8]
Şairin Gazel, kaside kıta türünde Türkçe ve Farsça yazdığı pek çok şiir bulunmaktadır. Şiirlerini dört ciltte toparlayan şehriyarın son çildi Türkçe yazdığı şiirlerinden oluşmaktadır. Şairin şiirleri ülkemizde de basılmıştır.
Şairin hayat tarzı, doğup büyüdüğü Tebriz, Huşgenab, Kayış-kurşak, Şengül-abad ve Azerbaycan Türklerinin yaşadığı diğer coğrafyalarla çevrelenir. XX. yüzyılın son çeyreğine kadar sözlü olarak yaratılıp yaşatılan kültür ile örf, âdet ve geleneklerin şekillendirdiği toplum düzeni, bu bölgenin hayat dinamiğini oluşturur. Onun şiirlerinde ses ve anlam mükemmel bir uyum içindedir. Şehriyar’ın şiiri, edebî bir form olmanın ötesinde, içinde şekillendiği coğrafya ve zihniyetin bütün kültürel değerlerini barındırır.[9]
Şehriyar'ın şiirlerinde sosyal konular ve didaktik gayretlerde görülür. "Maarifimiz" adlı şiirinde geri kalmış ülkelerdeki eğitim sistemini eleştirmesi bu görüşümüze destek olacak şekildedir. Bu şiirinde Şehriyâr, eğitimdeki niteliksizlik yapıya, mankurtlaştırma-sömürgeleştirme sürecine dikkat çekmektedir. Şehriyâr'ın zarif söz incelikleri, Azerî ve Fars şiirine olan hakimiyeti, ona özel bir şöhret, özel bir şir vadisinde şiirler kazandırdı. İran İslam Cumhuriyeti Dini Lideri Ayetullah Hâmeney, Şehriyâr'ın sanatsal sorumluluğunu güzel bir biçimde şu şekilde beyan etmiştir: " Şehriyâr'ın en parlak hüneri, tarihi görevini tanımış ve tüm varlığıyla samimi bir şekilde yerine getirmiş olmasıdır." Şehriyarın şiirlerini Türkiye'ye tanıtan Muharrem Ergin, şehriyar’ın edebi yönü ve önemi hakkında şu ifadeler de bulunmuştur. “Şehriyar’ın şiiri, adeta bir destan gibi, büyük bir Türk muhitinin seçkin kültür değerlerini çok canlı, renkli ve coşkun bir üslûp içinde aksettirmektedir.”
Kızı Meryem İran, FHA Fars haber ajansına verdiği demeçte babasının kişiliğini şu şekilde anlatmıştır: " Babam çok cömert biriydi, üniversiteden aldığı maaşı bile savaş zedelere hediye ederdi. Babamın kardeşi vefat etmişti ve babam henüz evlenmemişti ve bu yüzden kardeşinin çocuklarına bakıyordu ve sonunda da kardeşinin evini çocuklarına verdi." Meryem'in verdiği bilgilere göre şaire Tahran da bir ev verilmek istenmiş Şehriyar evi kabul etmemiş ve bunun yerine ve kendisine bir iyilik yapılacaksa Türkçe yazdığı şiirlerin yayınlanmasına izin verilmesinin sağlanmasını talep etmiştir. “ [10] Bu haberdeki ayrıntılar, şehriyar'ın Türkçeye ve diline verdiği değeri göstermesi bakımından son derece manidardır.
Şehriyarın şiirleri geleneksel değerleri modern ve içten bir yaklaşımla modern şiir dünyasına aktarma yönünden dikkat çeker. Azerbaycan bayatı, türkü ve aşık şiirinin şekil, içerik ve söylem biçimine yeni içerik unsurları ve söyleme özelliği kazandırdığı muhakkaktır. Şiirlerinde iran ve Azeri şairlerinin tekniklerine vakıf olarak Türk kültürüne ait folklorik zenginlikleri başarıyla uyarlayabilmesi, onu çok özel bir şair haline getirmiştir. Sözlerimizi Prof. Dr. İsa Özkan'ın, Şehriyar'ın edebi yönü hakkında yaptığı şu tespitlerle bitirelim: " Şehriyar’ın şiirini kalıcı kılan unsurların başında geleneksel kültürün fevkalâde ustalıkla işlemesi gelir. Onun şiirinde geleneksel kültür unsurları temel yapı taşıdır. Bu yapı taşını dinî kıssalar, Azerî âşık hikâyeleri ile özellikle Türk dilinin mecazları oluşturur."[11]
Şehriyar gazel, kaside, mesnevi ve kıt`a tarzındaki şiirlerde sergilediği yeteneğin dışında dört alanda büyük bir sanat örneği göstermiştir. Farsça yazdığı Ali ey rahmet abidesi renkli tabloların oluşturulmasında, kesin şairane vasıflarda Taht-i Cemşid adlı eseri, dili ve güncel terimleri ve argo dilini Haydar babaya selam eserinde kullanması ve duygusal eserlerin yaratılmasında Vay anam ve Haydar baba kıt`aları, bu dört özelliğini yansıtır. Şehriyar`ın Farsça olarak 28 bin ve Azeri Türkçesinde 3 bini aşkın beyit şiiri bulunmaktadır. [12]
Şiirleri
Aman Ayrılıg
M A A R İ F İ M İ Z
El Kimin
Heydar Baba'ya Selam
Hayder Baba’ya 2
Yar Kasidesi
Geldin, ben sana kurban olayım, ama şimdi neden?
Ulduz sayarak gözlemişem her gece yarı
Getme Tersa Balası
Türkiye’ye Hayalî Sefer
Kafkazlı Kardaşlar ile Görüş
edebiyatvesanatakademisi
[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/Muhammet_Hüseyin_Şehriyar
[2] www.irankulturevi.com, Muhammed Huseyin Behcet-i Tebrizî, şehriyar
[3] Prof. Dr. İsa Özkan, Şehriyar’ın Şiirlerindeki Kültrel Değerleri, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sayı 412, Ankara, s. 23–38.)
[4] Dr. Yusuf Gedikli, Şehriyar ve Bütün Türkçe Şiirleri, Ötüken yayınları, s.115.)
[5] www.irankulturevi.com )
[6] www.irankulturevi.com )
[7] HASAN ALMAZ, ŞEHRİYAR’IN TÜRKÇE DİVANI VE HAYDAR BABA’YA SELAM ŞİİRİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME,www.karakoyunlu.net/kategori.asp?id=19 )
[8] Prof. Dr. İsa Özkan, Şehriyar’ın Şiirlerindeki Kültrel Değerleri, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sayı 412, Ankara, s. 23–38.)
[9] Prof. Dr. İsa Özkan, Şehriyar’ın Şiirlerindeki Kültürel Değerleri, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sayı 412, Ankara, s. 23-38.
[10] http://www.tumgazeteler.com/?a= 5563657&cache=1)
[11] Prof. Dr. İsa Özkan, Şehriyar’ın Şiirlerindeki Kültrel Değerleri, Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sayı 412, Ankara, s. 23–38.)
[12] Anonim, Şair Şehriyar`ın yaşamının bilinmeyen yönleri, http://www.tumgazeteler.com/?a=5563657&cache=1
İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei:Trump’ı mesajlaşmaya layık bulmuyorum/müzakere etmiyoruz
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei Japonya Başbakanı Şinzo Abe’yi kabulünde, ABD Başkanı Donald Trump’ı, mesajına cevap verecek kadar şayeste bulmadığını belirtti.
Japonya Başbakanı Abe Tahran temaslarının devamında İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei tarafından kabul edildi.
Başbakan Abe İmam Hamanei’ye ABD Başkanı Trump’ın mesajını sunmak istediğini belirtti.
İmam Hamanei ise şöyle karşılık verdi:
Bizim sizin iyi niyetinizden ve ciddiyetinizden kuşkumuz yok. Ancak ABD başkanına gelince, ben Trump’ı hiç bir mesajlaşmaya şayeste bilmiyorum ve ona verecek hiç bir cevabım da yok ve vermeyeceğim de.
İmam Hamanei ayrıca Trump’ın İran rejimini değiştirmek istemediği sözleri yalan olduğunu, Trump eğer yapabilseydi bunu yapmaktan asla çekinmeyeceğini, fakat bunu yapamayacağını vurguladı.
Amerika ile müzakere konusunda da İmam Hamanei, İran Bercam çerçevesinde Amerika ile geçmişteki müzakerelerinin acı deneyimini bir daha asla tekrar etmeyeceğini, hiç bir akıllı ve hür millet baskı altında müzakere etmeyi kabul etmeyeceğini kaydetti.
İmam Hamanei ve İlkelere Bağlılığın Bereketi
Allahın Adıyla
Dünyaya musallat sulta sistemi yer yüzünde vuku bulan her olayı, her gelişmeyi kendi siyasal literatürüne göre tanımlamakta, yorumlamakta, dünya kamuoyuna buna göre yön vermekte ve kontrolü altında tuttuğu kuruluşlar aracılığı ile kendi görüşünü dünya halklarına dayatmaktadır.
Sulta sistemine teslim olmayan veya onlarla uyum içinde davranmayan ülkelere, milletlere yasaklananlar uluslararası sulta sisteminin başını çekenler için mubahtır. Örnek olarak nükleer silahların üretilmesi, denenmesi ve hatta bu alanda araştırma yapılması, hammadde sağlama girişimleri uluslar arası sözleşme ve kurallara göre yasaktır. Ama onlar her yıl yenilerini geliştirmekte, üretmekte, denemekte ve depolamaktadır.
Başka ülkelerin sivil/barışçıl nükleer araştırma ve enerji teknolojisini elde etme faaliyetlerini engelleyen müstekbir güçler kendileri nükleer teknolojiyi enerji üretimi, ziraat, tıb, gemicilik vb alanlarda kullanmakta ve başkalarına vermekten de kaçınmaktalar.
Kendileri askeri alanda en modern silahlar üretmekte, ama başka ülkelerin ülke savunması için ihtiyaç duydukları silahları üretmelerine ve hatta kendilerinin izni olmadan başka ülkelerden satın almalarına bile tahammül edememektedir. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi almasıyla ilgili koparılan yaygara bunun en açık örneğidir. Kendileri her türlü füze üretmekte, ama İran’ın kısa ve orta menzilli füzeler üretmesini bölge ve dünya barışına tehdit olarak lanse etmekteler.
Kendileri 2 bin km , 10 bin km ötelerden gelip bölge ülkelerinin içişlerine müdahale etmekte beis görmüyorlar. Ama İran gibi ülkelerin komşu ülkeler halkları ve hükümetlerinin yardım çağrısına koşmasını bölge barışına tehdit olarak yorumlamakta, İran’ı öcü olarak göstererek bölgedeki kukla rejimleri silahlandırmakta, Müslüman halklar arasında düşmanlık icat etmektedirler. Bu gibi çifte standartları, müdahale örneklerini askeri, ekonomik, siyasal, medya ve kültürel birçok alanda görmek mümkündür.
Hiç kuşkusuz bütün bu baskılar, tehdit ve komplo planlarının amacı bölgedeki uğursuz sultalarını sürdürmeye yöneliktir.
ABD ve müttefikleri son birkaç haftadır bir yandan bölgede gerginliği tırmandıracak girişimlerini artırırken öte yandan İran’dan gerginliği artıracak teşebbüslerden kaçınmasını istemekteler. El ele vermiş, sözleşmiş olarak İran’ın petrol de dahil kendi ürünlerini ihraç etmesini açıkca engellerken İran’dan elini kolunu bağlayıp tepki vermeden beklemesini istemekteler.
İçinde bulunduğumuz haftada önce Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ve ardından Japonya başbakanı Şinzo Abe’yi İran’a gönderen ABD İran’ı yeniden müzakere masasına davet ediyordu.
Sulta sisteminin temsilciliğinde Tahran’a giden bu iki ülke temsilcisi bölgede artan ABD-İran gerilimi konusunda uyarıda bulunarak, Ortadoğu'da barışın inşa edilmesi için Tahran'ın yapıcı bir rol üstlenmesi gerektiğini, vurguladılar. ABD’nin bölgeye müdahalesini, bölgede savaş atmosferi oluşturmasını normal bir hak olarak gören her iki ülke temsilcisi bölgenin asli unsuru İran’ı gerginliği artırmaktan kaçınmaya davet ettiler.
Hala Amerikan emperyalizminin resmen işgali altında bulunan(her iki ülkede 2.Dünya savaşından beri onlarca Amerikan askeri üssü ve onbinlerce askeri bulunmaktadır) Almanya ve Japonya temsilcileri dört yıl süren nükleer görüşmeler sonunda imzalanan nükleer anlaşmadan ayrılan ABD’ye karşı bir söz etmezken İran’dan anlaşmaya bağlı kalmasını istediler.
İran’la nükleer anlaşmayı imzalayan 5+1 ülkelerinin anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmemelerini Amerikan baskılarına bağlayan bu ülkeler buna rağmen İran’dan taahhütlerini tek yanlı olarak yerine getirmesini istiyorlar. Kısacası “biz seni boğalım ama sen yine de sesini çıkarma” diyecek kadar küstahça bir tavır sergilemekteler.
Halbuki nükleer anlaşmayla verilen tavizler İran ekonomisini zalimce yaptırımlardan kurtarmak içindi. Yaptırımlar kaldırılmadığı gibi anlaşma öncesinde uygulanandan daha şiddetle yaptırımlar başlatılmış oldu. Bütün uyarılara rağmen sulta sisteminin şeytani mahiyetini idrak etmekten yoksun İranlı maslahatçı diplomatlar müzakereler sonunda imzaladıkları anlaşmayla ülke ekonomisi üzerindeki yaptırımları kaldıramadıkları gibi bu ülkenin nükleer teknolojideki ilerleme hızını da kendi elleriyle kestiler.
Dünyanın mustaz’af halklarının umut kaynağı İslam İnkılabının ilkeleri, müstekbirlerle uzlaşmayan duruşu üzerinde şüphe oluşturulması da telafisi zor sonuçlardan biridir.
İran bu şeytani güçlerle 3-4 yıl boyunca masaya oturarak edindiği tecrübenin acısını/ayrı bir ifadeyle yaptığı hatanın olumsuz sonuçlarını son zamanlarda ülke ekonomisinde daha çok hissederken bu anlamsız davetleri haklı olarak geri çevirmektedir.
İmam Hamanei , Japonya Başbakanı Şinzo Abe’yi kabulü sırasında sulta sisteminin temsilcileriyle yapılan nükleer görüşmeler ve varılan anlaşmayı acı tecrübeler olarak nitelerken bununla bir yandan ABD ve müttefiklerine güvenilemiyeceğini, bu tür görüşmelerin tekrarlanmıyacağını belirtirken bir yandan da müzakere heyetinin oyuna geldiğini, hata yaptığını açıklamakta bir beis görmedi.
İran’ın, İslam İnkılabının zafere ulaştığı 1979 yılından beri geçen kırk yıl içerisindeki başarı ve yenilgilerine yeniden göz atarsak; başarıların, zaferlerin inkılabın ilkelerine bağlı kalındığı dönemlerde kazanıldığı, yenilgilere ise ilkelerden taviz verilerek izlenen uzlaşma taktikleri dönemlerinde uğranıldığıyla karşılaşırız.
İmam Hamanei bu gerçeği şu meşhur sözüyle ilan etmiş bulunuyor: “Uzlaşmanın bedeli direnişin bedelinden daha ağırdır”.
İmam Hamanei işte bu uzlaşmasız inkılapçı ilke doğrultusunda Trump’ın Japonya başbakanı ile gönderdiği mesajı alıp cevap vermek bir yana duymak bile istememiş, sulta sisteminin baş temsilcisini mesajlaşmaya layık görmediğini belirtmiştir. Bu inkılapçı duruş karşısında ne yapacağını şaşıran Japon başbakanı ise mesaj mektubunu acemice arkasına gizlemek zorunda kalmıştır. İnananlar için eşsiz bir izzet ve müstekbirler için ise eşsiz bir zillet örneğidir bu.
İslam İnkılabı, Direniş Cephesi ve bunlara umut bağlamış dünyanın mustaz’af halkları İmam Hamanei’nin bu örnek inkılapçı duruşu ile hiç kuşkusuz yeni bir can ve izzet kazanmıştır.
Şeytani cephe gücünü mustaz’af halklara tahakküm eden iktidar/makam/servet düşkünü yöneticilerinin zaafından, korkaklığından ve uzlaşmacı duruşlarından almaktadır.
Ülkenin maslahatı adı altında ABD gibi müstekbir güçlere verilen ödünler sürdürüldüğü sürece ülkelerin siyasal, askeri ve ekonomik gerçek bağımsızlığa ulaşmaları mümkün değildir. Halkına güvenen ve direniş stratejisini seçen hiçbir ülke ve hükümet müstekbir güçler karşısında yenilgiye uğramamıştır.
İmam Hamanei’nin Japonya Başbakanı Şinzo Abe ile görüşmesi sırasında sarfettiği sözler bir tür mücadele manifestosu, ilkeler mecmuası olup tekrar tekrar okunması, üzerinde düşünülmesi gerekir.
Ziya Türkyılmaz
İran duyurdu, İsrail 'izin vermeyeceğiz' dedi
İsrail Cumhurbaşkanı resmi konutu Beit HaNassi'de düzenlenen anma töreninde konuşan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran'ın 10 gün içinde uranyum limitini geçme açıklaması üzerine bu ülkeye ek yaptırım çağrısında bulundu.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus da İran'nın nükleer anlaşmadaki uranyum üretim limitini aşmaması uyarısında bulunarak, "İran'ın nükleer silah edinme şantajını tolere etmeyeceğiz. Nokta." dedi.
The Jerusalem Post gazetesinde yer alan habere göre İran'ın '300 kilogram zenginleştirilmiş uranyum rezervini geçmek için geri sayım başladı ve 10 gün içinde bu limiti geçeceğiz' açıklaması üzerine, Kudüs'ün Talbiya semtinde yer alan İsrail Cumhurbaşkanı resmi konutu Beit HaNassi'de düzenlenen bir anma töreninde konuşan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran'a ek yaptırım çağrısında bulundu.
Netanyahu, konuşmasında "İran'ın bunu gerçekleştirmesi dahilinde, uluslararası kamuoyu 2015'te yapılan nükleer anlaşmada yer alan yaptırımları İran üzerinde uygulamalı" ifadelerini kullanarak, İsrail'in İran'ın nükleer silah sahibi olmasına izin vermeyeceğini de konuşmasında belirtti. Netanyahu, ayrıca, İsrail'in İran'ın saldırgan tutumuna karşı olan ABD, BAE ve diğer ülkelerin tarafında yer aldığını sözlerine ekledi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Morgan Ortagus, İran'nın nükleer anlaşmadaki uranyum üretim limitini aşmaması uyarısında bulunarak, "İran'ın nükleer silah edinme şantajını tolere etmeyeceğiz. Nokta." dedi.
Sözcü Ortagus, bakanlıkta düzenlenen günlük basın brifinginde gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Tahran'ın nükleer anlaşmadaki uranyum üretim limitini aşacağını açıklamasına ilişkin soruya Ortagus, söz konusu açıklamanın "şantaj" olduğunu ve bundan şaşkınlık duymadığını söyledi.
Ortagus, "Başkan (Donald Trump) tam da bu yüzden İran ile yapılan nükleer anlaşmanın yerine yeni ve daha iyi bir anlaşma yapılması gerektiğini söylüyor ancak İran'ın nükleer silah edinme şantajını tolere etmeyeceğiz. Nokta. ABD yönetimi, (İran'ın) nükleer silah edinmesi konusundaki atacağı en ufak adıma maksimum yaptırımlar ile cevap verecektir."
TAHRAN ÜLTİMATOM VERMİŞTİ
İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi, 10 gün sonra ülkesindeki zenginleştirilmiş uranyum stokunun 300 kilogramı geçeceğini belirterek, nükleer anlaşmadaki limitin aşılacağını açıklamıştı.
2015'te imzalanan nükleer anlaşmaya göre Tahran yönetimi, elinde 300 kilogram işlenmiş uranyum biriktiğinde bunu yurt dışına çıkarmakla yükümlü.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise 8 Mayıs'ta yaptığı açıklamada, ABD’nin yaptırımlarına karşılık 60 gün içinde İran'ın nükleer anlaşmadaki çıkarları korunmazsa zenginleştirilmiş uranyum seviyesini artıracaklarını duyurmuştu.
ABD İran’a saldıracak mı?
ABD’nin İran’a karşı hamlelerini bu ülkeye karşı saldırı hazırlığı olarak gören değerlendirmeler var. Ancak biz bu değerlendirmelere katılmıyoruz.Bize göre bu hazırlıklar bir savaş hazırlığı değil, tersine savaşamayacakolanın, saldırmadan bir şeyler elde edebilme çabasıdır...
Peki, ABD ne elde etme peşinde?
‘Yüzyılın anlaşması’ hazırlığı
Trump’ın İran kuşatması, doğrudan İsrail’le ilgili. Daha somut söylersek,ilan etmeye hazırlandığı “yüzyılın anlaşması”yla ilgili.
ABD, İsrail-Filistin barışı için hazırladığını duyurduğu “yüzyılın anlaşması”nı ilan etme sürecinde, karşıtlarını buna mecbur etmenin hamlelerini yapıyor aslında...
Ki yüzyılın anlaşması dedikleri, gerçekte Filistin’in işgal edilmiş topraklarını İsrail’e verme ve “Geniş İsrail”i Ortadoğu’ya kabul ettirme dayatmasıdır aslında...
İran’a karşı Suudi Arabistan-İsrail ittifakı da, İran’a karşı Arap NATO’su inşası da, Kudüs’ü başkent ilan etmek de, işgal altındaki Suriye toprağı olan Golan Tepeleri’nde İsrail egemenliğini tanıma kararı da, İran Devrim Muhafızları’nı terör örgütü listesine almak da, Obama’nın İran’la yaptığı nükleer anlaşmayı bozmak da, İran’a ekonomik ambargo uygulamak da, bölgeye uçak gemisi ve ağır bombardıman uçakları yollamak da, 1500 asker göndereceğini ilan etmek de, PYD’yi İran’a karşı Irak- Suriye sınırında kullanmak üzere tahkim etmek de...
Hepsi İsrail’e Ortadoğu’da büyük kazanç getirecek “yüzyılın anlaşması”nı rayına oturtma hedefiyle ilgili öncelikle. Kuşkusuz başka hedefler de içeriyor kimi hamleler.
500 bin askerle Irak’ta zafer kazanamayan ABD’nin, 1500 askerle, hatta sevk etmesi mümkün olsa 500 bin askerle bile İran’a diz çöktüremeyeceğini Trump da çok iyi biliyor elbette!
Stratejik savunmada taktik atak
Durum ABD için aslında şudur: ABD’nin hegemonyası bir süredir iniştedir ve ABD egemen güçleri bu inişe karşı iki çözüm önermektedir. ABD’de bir kanat geri çekilip içeride güç biriktirmeyi, bir kanat da hâlâ en büyük askeri güce sahip olmanın avantajıyla savaş çıkarılmasını istemektedir.
Savaş isteyen bu kanada göre savaş, tam olarak çıkılamayan 2008 krizinin ilacı ve 10 yıl sonra baş edilemeyecek güçlere karşı bugünün son fırsatıdır.
İşte Trump, bu iki kanadın 10 yıldan fazla zamandır sürdürdüğü mücadelenin bir sentezidir. Bu sentezde geri çekilme de vardır, vekâlet savaşları da; gümrük duvarlarını yükseltme de, müttefiklerine bile ekonomik ambargo uygulama da…
Fakat ABD için esas olan, ülkenin artık stratejik savunmada olduğugerçeğidir. Hamleler, stratejik savunmada taktik atak olmaktan öteyegeçemeyecektir.
Bu, kuşkusuz her şeyden önce ekonomik güce dayalı bir gerçekliktir.
Nedir o gerçeklik? Somut rakamlarla anlatalım:
ABD güç kaybediyor
ABD’nin dünya ekonomisindeki payı 1980 yılında yüzde 24.5’ti. Aynı yıl Çin’in payı sadece yüzde 2.1’di.
ABD’nin 2000 yılındaki payı yüzde 21.9’a düşerken, Çin’in payı yüzde 11.2’ye yükseldi.
15 yıl sonra, 2015’te ABD’nin payı yüzde 15.8’e geriledi. Çin ise yüzde 17.3 ile ABD’nin önündeydi.
Sonraki her yılda ABD’nin payı gerilerken, Çin’inki yükselmeye devam etti.
Yani ABD artık en büyük ekonomik güç değil, en büyük ticarete de sahip değil! Askeri gücünün hâlâ en büyük olmasını bu açığı kapatmanın aracı olarak değerlendirmeye çalışıyor sadece.
Ancak bu çaba, Bolton-Pompeo ikilisinin temsil ettiği sınıfa Ortadoğu’da savaş çıkarabilme olanağı tanımıyor. Tam da o nedenle Trump bu ikiliyi dengelemeye çalışıyor, açık açık savaş lobisinden şikâyet ediyor...
Ve ABD’nin İran’a saldırmasının nasıl bir felaket getireceğini öngören “eskiyetkililer” de Bolton-Pompeo ikilisine itiraz ediyor.
Eski ulusal güvenlik uzmanları ve generallerden oluşan bir grup, Trump’a yazdıkları bir mektupla, İran’la yaşanan gerilimden endişe duyduklarını ifade ettiler örneğin.
ABD kaybeder
Kısacası ABD’nin İran’a saldırma olasılığı, güç analizi yapıldığında mümkün görünmüyor. Tarih elbette güç analizine uymayan delice hamlelere de sahne oldu.
Ancak belirtelim: Böylesi bir delilik, ABD’ye çok ağır bir yenilgi tattıracaktır!
CUMHURİYET