کارگر

کارگر

Cumartesi, 16 Haziran 2018 06:13

Ramazan Bayramı ve Hilal Konusu

Kuran’a göre Ramazan orucuna hilal ile başlanır, Ramazan bayramı da yine hilal ile derkedilir. Bu konuda Müslümanlar arasında ittifak vardır. Dolayısıyla Müslüman ve Mümin halkımızın bildiği üzere fıkhımıza göre Ramazan Ayı, hilalin görülmesi ile başlayıp yine hilalin görülmesi ile bitiyor.
 

       Ehlibeyt fıkhına göre ayın ilk günü, birkaç yolla tespit edilir:

1) Bizzat insanın kendisinin hilâli görmesi ile.

2) Sözleri yakin ve itminan sağlayacak bir gurubun ayı gördük demesiyle.

3) İki adil erkeğin aynı gece hilâli gördüklerini söylemeleri ile.

4) Şaban ayından otuz günün geçmesi ile. Şaban’dan otuz gün geçince, ramazan ayının ilk günü sabit olur. Yine, ramazan ayından otuz günün geçmesiyle de şevval ayının ilk günü sabit olur.

5) Şer’i hâkim hükmetmesiyle. (Bazı müçtehitlere göre)

    Takvime göre Ramazan orucu 16 mayıs  Çarşamba günü, hilale göre ise 17 mayıs  Perşembe günü başladı. Buna göre hilale göre önümüzdeki Perşembe  (14 haziran) Ramazan ayının 29. günüdür. Eğer Perşembe akşam hilal gözükürse Cuma günü Şevval ayının biri ve Ramazan bayramıdır. Binaenaleyh Kayışdağı İmam Hüseyin camiinde bayram namazı cuma günü  (kendi gününde) kılınacaktır. Eğer 14 haziran Perşembe akşam hilal gözükmezse Cuma günü Ramazan ayının 30. günüdür. Dolayısıyla bayram namazı Kayışdağı İmam Hüseyin camiinde Cumartesi günü kılınacaktır.

   Ancak her yıl olduğu gibi bu yılda Ramazan orucunu takvime göre başlatıp Kadir gecelerini takvime göre yapanlar anlaşılan (Perşembe günü hilal gözükmediği halde) fıkfin ve vakıanın dışına çıkarak hareket edecekler ve cuma günü bayram namazı kılarak ihtilafa sebep olacaklardır.

   Bazılarının “biz yaşadığımız ülkeye göre hareket eymeliyiz” söyleminin hiçbir şer’i dayanağı ve makul bir tarafı yoktur. Zira hilal ve ibadet konusunda, yaşanılan ülkeler ölçü değildir, fıkhi kriterler ölçüdür ve fıkhi kriterleride yukarıda zikrettik.

   Bu kriterlere göre hareket etmeyenler kendi adlarına kavram üretmiş olurlar.  Buna göre; Siz yaşadığınız ülkeye göre hareket edin sözü hiçbir taklit merciine ait değildir. Yarın birileri de kalkar derki ülkenizde ezanda Aliyen veliyullah okunmuyor siz de okumayın. Aşura bayram biliniyor sizde bayram bilin vs…

Esasen bu söze göre Avrupada yaşayan kardeşlerimiz ne yapmalı! Onlarada siz avrupada yaşıyorsunuz kiliseye gitmeniz mi gerekir denilmeli! Böyle bir saçmalık olur mu!

Esasen şia fıkhında; İbadetlerinizi yaşadığınız ülkeye göre yapın veya yapabilirsiniz diye bir kural da yoktur.

   Fıkhi kurallara ve ölçülere göre hareket etmeyenler insanları günaha düşürdükleri gibi büyük bir vebalin de altına girmektedirler. Bu aynı zamanda taviz vermeye de kapı açmış olur. İtikat ve fıkıh konularında taviz vermek ise zamanla toplumun inançlarından uzaklaşmasına ve asimile olmasına neden olur.

   Bizler gerçek hükümleri ve ölçüleri halkımıza söyleyelim. İsteyen hükme amel eder isteyen etmez.  Allah’ın; “Gıybet etmeyin hükmünü herkes bilir ama çokları gıybet ederken hükümleri açıklayanlar gıybet edenlere birşey yapmadıkları gibi hilal konusunda da hükmün aksini yapanlara birşey yapmazlar, sadece hükmü açıklarlar. Ama hükümleri açıklayanlar  yaşadığınız toplumda nasıl olsa herkes gıybet ediyor, onun için siz de gıybet edebilirsiniz demiş olsa, işte bu hükmü, ters düz etmektir.

Allah tüm ibadet ve itaatlerimizi kabul buyursun. İslam alemine hayırlı bereketli barış dolu bayramlar nasip buyursun.

İsrailsiz bir dünyada yaşama mutluluğunu tüm insanlığa nasip eylesin.

“Kul ramazan ayında nelerin olduğunu derk etmiş olsaydı yılın tamamının ramazan olmasını isterdi.” Hz. Resulü ekrem ( sallallahu aleyhi ve alihi vesellem )

Mehdi AKSU

Çarşamba, 06 Haziran 2018 10:33

Cehennem Borsası

Bugünlerde Suriye üzerinde acayip bir trafik dönüyor. Taraflar ‘tehdidi yükselt, tavizi satın al!’ matematiğiyle birbirini kovalıyor. Bir yanda Suriye’nin güney cephesini temizleme hazırlığından hayli rahatsız olan ABD ve İsrail’in “İran ve Hizbullah sınıra yaklaşamaz” tehditleri eşliğinde Rusya ve Ürdün aracılığıyla yürüttükleri pazarlıklar. Diğer tarafta Menbic’te YPG-PYD unsurlarını istemeyen Türkiye’nin ABD ile ‘kör dalaşı’.

Malum ilk perde kaosla açılıp vekâlet savaşıyla sürdü. İkinci perde doğrudan birincil aktörlerin müdahaleleriyle çetrefilleşti. Final perdesi ‘paylaşım savaşı’ için açılıyor. Tam bir ‘Cehennem Borsası’. Böyle dememin sebebi ateşle barutun aynı odada salsa yapıyor olmasıdır.

Birbirini tamamlayan Rus satrancı ile Rus ruleti, Acem oyunları, çok boyutlu Amerikan müdahaleleri, İsrail’in korsan saldırıları, ABD’nin iteklemesiyle iştahı yeniden kabaran Körfez ağalarının denkleme girme girişimleri ve Türkiye’nin iki askeri harekâtın ardından kontrol alanını genişletme gayretleri…

Bugünlerde Suriye üzerinde acayip bir trafik dönüyor. Taraflar ‘tehdidi yükselt, tavizi satın al!’ matematiğiyle birbirini kovalıyor.

Bir yanda Suriye’nin güney cephesini temizleme hazırlığından hayli rahatsız olan ABD ve İsrail’in “İran ve Hizbullah sınıra yaklaşamaz” tehditleri eşliğinde Rusya ve Ürdün aracılığıyla yürüttükleri pazarlıklar.

Diğer tarafta Menbic’te YPG-PYD unsurlarını istemeyen Türkiye’nin ABD ile ‘kör dalaşı’.

Beri tarafta Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile sorunu müzakerelerle olmazsa zorla çözmekten bahseden Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad ile Amerikan yönetimi arasındaki tehdit teatisi.

Öteki tarafta madem Suriye’yi dizimizin dibine indirecek ‘devrim’ yaya kaldı, o halde biz de Badiye çölünde ‘Sünni Arap Federasyonu’ kurup payımızı alalım hesabı güden Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ikilisi…

Sahi bir ara 113 ülkenin kefil olup Suriye’nin gerçek temsilcisi saydıkları muhalefet ne istiyordu, kendi hikâyelerini yazarken birden bire ABD’yle yolları kesişen Kürtlerin asıl derdi neydi, bununla ilgilenen var mı, yok.

***

Suriye ordusunun Şam kırsalındaki operasyonları tamamladıktan sonra Dera ve Kuneytra’da muhalif güçlerin elinde kalan cephelere yönelmesi diplomatik trafiği yoğunlaştırdı. Güney cephesi Ürdün ve İsrail’i yakından ilgilendiriyor. Hafif ateşle temasını kesmeyen bir sacın üzerinde kavrula kavrula dans eden Ürdün Kralı Abdullah sınıra dayanan çatışmaların tetiklemesiyle kendi iç dengelerinin bozulmasından korkuyor. İsrail ise sınırlara İran ve Hizbullah’ın yaklaştığını öne sürüp kendi koşullarını dayatıyor.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun 9 Mayıs’ta Moskova’da Vladimir Putin’le görüşmesinden sonra Amman’da artan çapraz temaslar pek şaşırtıcı.

Dera operasyonu için güneye asker sevkıyatı başlarken Amman Büyükelçisi Mücteba Ferdosipur başta olmak üzere İranlılar, Rusya-ABD-İsrail üçgeninde dönen hassasiyete binaen güney cephesinde İranlıların olmadığını söylemeye başladı. Bunu varsa da çekiyoruz diye anlamak lazım.

Nitekim 22 Mayıs’ta Enab Beledi dahil bazı muhalif yayın organları Hizbullah ve Şii milislerin Dera’dan çekildiğini yazdı. Muhalif cephede Genç Sünni Güçler Komutanı Nassim Ebu Arra da Reuters’a demecinde bu çekilmeyi teyit etti.

25 Mayıs’ta Suriye ordusu helikopterle Dera’da muhaliflerin elindeki bölgelere ilan atıp silah bırakma çağrısı yapınca ABD ateşkesin bozulması halinde sert yanıt verileceği uyarısında bulundu. Bu sırada Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Ürdün ve İsrail sınırlarında Suriye ordusundan başka güç olmayacağı garantisi verdi.

Restleşmelerin gölgesinde 28 Mayıs’ta Amman’da ABD, Rusya ve Ürdün arasında üçlü bir toplantı gerçekleşti. Lavrov’un yardımcısı Mikhail Bogdanov, toplantıda ‘gerilimi düşürme bölgesi’nin geleceği üzerine mutabakata vardıklarını söyledi. Ürdünlü yetkililer de kasımda ABD ve Rusya’nın garantörlüğünde ilan edilmiş olan ‘gerilimi düşürme bölgesi’nin korunacağını kaydetti.

Medyaya sızan bilgiler ise bir al-vere işaret ediyor. El Şark’ül Evsat gazetesine göre ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Satterfield, toplantıda İran unsurlarının sınırdan uzak durması karşılığında Ürdün sınırına 25 kilometre mesafedeki alanlarda bulunan Suriyeli ve yabancı tüm savaşçıların çekilmesi ya da İdlib’e tahliye edilmesini önerdi. Satterfield bu durumda ABD’nin de Suriye-Ürdün-Irak üçgenindeki Tanaf üssünü boşaltabileceğini söyledi. Putin’in “Tüm yabancı güçler Suriye’den çekilmeli” çağrısına uygun bir adım.

Suudi internet sitesi Elaf ise daha çarpıcı bir iddiayla çıkageldi. Buna göre üçlü görüşme dışında Amman’da İsrail ve İranlı yetkililer Ürdün’ün arabuluculuğunda dolaylı görüşme yaptı. İran’ın Amman Büyükelçisi ile bir İranlı güvenlik yetkilisi bir odada, Mossad Başkan Yardımcısı başkanlığında İsrail heyeti başka bir odada oturdu. Ürdünlüler iki oda arasında mesaj taşıdı. İsrail tarafı Hizbullah ve İran destekli gruplar güney cephesinden uzak durdukça İsrail’in Golan ve Ürdün-İsrail sınır hattında savaşa müdahil olmayacağını söyledi. İranlılar da güney cephesinde muhalifler ile Suriye ordusu arasındaki çatışmalara karışmayacaklarını kaydetti. İsrail tarafını şaşırtan hızda bir uzlaşma sağlandı. Tabii beklendiği üzere İran Dışişleri gizli görüşme haberini yalanladı.

İran Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şemhani’nin “Rusya’nın teröristleri Suriye-Ürdün sınırından çıkartıp Suriye ordusunun kontrolünü sağlayacak çabalarını güçlü bir şekilde destekliyoruz” sözleri, İran’ın meseleye esnek yaklaştığını ve Rusların pişirdiği bu stratejiyi Suriye’nin kazancı saydığını gösteriyor.

Konuyu İran Dışişleri’nden bir kaynağa sorduğumda “Son zamanlarda ABD ve İsrail Suriye’de İran’ı bahane ediyor. İran bu bahaneyi ellerinden almak için gerekli adımları atabilir” dedi.

Amman’daki temaslardan yansıyan bilgiler doğruysa acımasız bir savaştan Doğu Guta modeline benzer bir çözüme kayıldığı sonucu çıkıyor. Tabii bunun sahaya yansıması nasıl olur şimdiden kestirmek zor. ABD de, iddia edildiği gibi, Tanaf’tan çekilirse Suriye hanesine iki zafer birden yazılacak demektir.

***

ABD, Tanaf’ı defterden sildiği gibi Fırat hattındaki oyundan çekilebilir mi? Bu fasılda kuşkular balya üstüne balya yığıyor.

Suriye yönetiminin sona bırakmayı tercih ettiği Fırat’ın doğusunda şu sıralar Suudiler ve ortakları sahnede dolaşıyor. BasNews’e göre Suudi Arabistan, Birleşmiş Arap Emirlikleri (BAE) ve Ürdün’den oluşan bir heyet, YPG ile gizli bir görüşmeden sonra Kobani’nin Harap Işk köyündeki Amerikan üssünde Arap aşiret güçlerinin temsilcileriyle buluştu. Görüşmeye katılanlar Senadid, El Nukhba ve Rakka Devrimcileri. Bunlar YPG’nin de ortakları. Görüşmelerde Rakka’nın yanı sıra ülkenin doğu ve kuzeyinde konuşlanmak üzere bir Sunni Arap gücünün oluşturulması gündeme getirildi. Oluşacak gücün önce Rakka’ya, ardından doğu ve kuzeye konuşlanacağı, buna paralel ABD’nin çekileceği söylendi.

Anadolu Ajansı’nın iddiasına göre de yeni orduya katılacaklara 200 dolar maaş vaat edildi ve gönüllü toplamak için Haseke ve Kamışlı’da irtibat noktaları kuruldu.

Suudilerin bölgede ne yapmaya çalıştığına dair bir bilgi de Suriye Kürt Demokratik Partisi (El-Parti) temsilcisi Azad Barazi’den geldi. Barazi’ye göre Suudi Arabistan’ın Körfez İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Samir el Sebhan, IŞİD’in yenilgisinden sonra birçok kez Rakka’ya gelip yerel aktörlerle görüştü. Bu görüşmelerde Menbic, Rakka ve Deyr ez Zor’u içine alan bir ‘Sunni Arap Federasyonu’ kurma önerisi tartıştı.

Kürtler bu tür etnik temelli federatif modele sıcak bakmıyor. Fakat Amerikalılardan sonra Suudilerin de bu şekilde oyuna girmelerine karşı açık bir duruş da sergilenmiyor. Amerikalılardan sonra Suudilerin bölgeye el atması seçeneklerin en kötüsü. Suudi-Amerikan ortaklığının sicili başka türlü düşünmeye imkân vermiyor.

Tam da Suudiler sahneye çıkmışken Russia Today’e konuşan Esad, Fırat hattında ne olacağına dair şunu söyledi:

“ABD kartlarını tüketiyor. Asıl kart ılımlı dedikleri Nusra idi. Fakat onların ılımlı değil El Kaide olduğuna dair skandal patlak verince yeni bir kart aramaya başladılar. Bu kart da şimdi SDG. SDG konusunda iki metot kullanacağız. İlki, müzakereler için kapı açıyoruz çünkü onların çoğunluğu Suriyelilerden oluşuyor. Ülkelerini seviyorlar, her hangi bir yabancı gücün kuklası olmaktan hoşlanmıyorlar. Hiçbirimiz Amerikalılara güvenmiyoruz, haliyle tek seçenek Suriyeliler olarak birlikte yaşamak. Eğer müzakereler başarısız olursa Suriye ordusu, SDG’nin işgal ettiği bütün toprakları özgürleştirmek zorunda kalacaktır. Burası bizim toprağımız, kurtarmak görevimiz, Amerikalılar gitmeli. Bir şekilde gidecekler. Meşru bir temel olmadan Irak’a geldiler. Ve bakınız sonra onlara ne oldu. Bundan ders almalılar.”

Pentagon’un buna yanıtı gecikmedi: “ABD ordusunu veya koalisyon ortaklarımızı vurmak kötü bir politika olacaktır.”

Görünüşte Amerikalılar güney cephesinde pazarlığa açık bir pozisyon alırken Fırat hattında henüz esneme sinyali vermiyor. Fakat Trump yönetiminin belirsizliklerle dolu seyir çizgisi her ihtimale açık kapı da bırakıyor. Halihazırda bir pazarlık masası Rusya’nın, bir diğeri Türkiye’nin önünde. Trump ‘satılabilir’ bir fiyat gördüğünde vazgeçemeyeceği bir değere sahip değil. Amerikalılar gerçekten çekilmeye karar verirse kâğıtlarını çoktan cehennem borsasında elden çıkarmış demektir.

 İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu İmam Humeyni'nin (ra) 29. vefat yıldönümü töreni; İranlı üst düzey yetkililer, yabancı konuklar ve halkın farklı kesimlerinin katılımıyla başladı.

İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, İmam Humeyni'nin (ra) 29. vefat yıldönümü münasebetiyle halka hitap etti.

İslam İnkılabı Rehberi'nin konuşmasının satır başları şöyle:

- Otuz yıldır büyük onura sahip İmam Humeyni’den bahsediyoruz. İmam Humeyni en yüksek zirvelerde olan bir isim, bundan sonra da milletimiz İmam Humeyni’den hep böyle bahsedecek. Zira İmam (Humeyni) İslam İnkılabı'nın simgesi. Bu ülke İslam İnkılabı’nın güçlü motoru olmaksızın büyük hedeflerine ulaşmayacaktır.

- İmam Humeyni’nin (ra) 29. vefat yıldönümü, Hz. İmam Ali’nin (a.s) şehadet yıldönümüne denk gelmesi iki büyük şahsiyet arasındaki bazı benzerlikleri hatırlatıyor. Bu benzerlikler İran milleti ve İslam ümmetinin gurur kaynağıdır.

- Bu benzerlikten biri zalimler ve kötülüklere karşı “güçlü duruş” sergilemektir. İmam Humeyni, Şah rejiminin karşısında sert bir kaya gibi durdu. ABD’nin karşısında da dağ gibi. Devrik Saddam rejiminin dayattığı 8 yıllık savaşta, iç provokasyonlar ve tehditlerin karşısında bile dimdik durdu.

- İmam Humeyni’nin dileklerinin birçoğu vefatından sonra gerçekleşti. Yurt dışına bağlılığın kesilmesi, ülkenin bilimsel, teknolojik ve siyasi alanlarda ilerlemesiyle birlikte Batı Asya ve Kuzey Afrika'da İran İslam Cumhuriyeti’nın etkin varlığının artması İmam Humeni’nin vefatının ardından gerçeleşti. Elde edilen bu kazanımlar İmam'ın belirlediği yoldur.

- Düşmanların planını tam olarak biliyoruz, bunu halkımıza açıklayacağız. Tabi ki aziz halkımız kendileri de bunları bilir ve fark eder. Düşmanların bugünkü planı şöyle: Ekonomik ve psikolojik baskının yanında pratik bir baskı uygulama.

- Füze gücümüz büyük önem taşıdığı için düşmanlar bu konuya odaklanıyor. Yurt içindeki bazıları da maalesef, düşmanların sesi oluyor ve bunun (füze) hiçbir yararı olmadığını öne sürüyorlar.

- Bazıları kusurlu bir nükleer anlaşmayı İran'a dayatmak istiyor. Aslında yabancı devletler de bunu arıyor, bazıları da içeride bunun reklamını yapıyor ve eğer sağlanmazsa savaşın çıkacağını öne sürüyorlar. Düşmanın isteği de bu zaten.

- Avrupa devletlerinin tutumundan şunu çıkarabiliriz ki, bunlar İran milletinin yaptırımlarıla uğraşmasını ve ülkenin nükleer faaliyetlerinden vazgeçmesini istiyorlar. Ayını zamanda kısıtlamaların sürdürülmesinden yana.

- Bu devletlere sesleniyorum: Boş hayalleriniz gerçekleşmeyecek. İran halkı ve hükümeti yaptırmları nükleer kısıtlamalarla birlikte kabul etmeyecektir.

- İran Atom Enerjisi Kurumu şimdilik nükleer anlaşma kapsamında uranyum zenginleştirmeyi acilen 190 bin Su'ya çıkarmalı./mehr

İmam Humeyni tarafından Kudüs Günü isimlendirmesi kendilerinin bölgedeki gelişmeleri doğru anladığını ve derin ileri görüşlülüğünü ifade ediyor.
 
Siyonizm’le ilişkilerin normalleştirilmesi hareketinin hız kazanması, 1978’den (İran İslam İnkılabının zaferinden önce) önceki yılların en önemli olaylarının çıkış noktası oldu. Zira o yıllarda mücadele stratejilerinin olmaması, siyasi bir örnek ve tek bir liderin yokluğu, ümitsizlik ve yenilgilerin yol açtığı psikolojik yıkım ve Arap kavmiyetçiliği bu neticeyi beraberinde getirdi. Bölge siyasetinin şartları Kudüs'ün İslami kimliğini uzlaşma ve normalleşme süreci içerisinde yok etmek için hazırdı. Süreç Camp David ve Oslo sözde barış anlaşması ile tamamlanıyordu. Arap kavmiyetçiliği  yöntemi kurtarıcı değildi ve yalnızca İsrail ile müzakere yapan bir ortak şeklini aldı. 

    Filistinliler topraklarının çoğunu kaybetti. BM de Filistin topraklarının % 56’sını İsraillilere verdi. Batı Şeria ve Gazze Şeridi İsrail yerleşkelerinin kuşatması altında kaldı. Bu şartlarda Siyonist turizm acentalarının yardımıyla Avrupa Yahudilerinin göçü hareketlilik kazandı ve bu şekilde Filistinli mültecilerin de sayısı artmış oldu. 
Bölge ve Dünya böyle bir durumdayken İran İslam İnkılabı zafere ulaştı. İdeolojik ve sınırlar ötesi bu inkılabın etkisi tüm dünyaya yayıldı. Yeni bir İslam’ı ve onun siyasi sınırlarını tarif eden inkılap, stratejik haritasını inkılabın zaferinden önce ortaya koymuştu. İnkılap, Siyonizm’i İslam’ın en büyük düşmanı ve Kudüs'ü de İslam ülkelerinin önceliği kabul etti.

   Bu yüzden İran İslam İnkılabından duyulan endişenin sebebinin onun evrensel kuşatıcılığından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Çünkü bu acı gelişmelere rağmen İslam İnkılabı ırkçılığa, doğu ve batıya dayanmayan yeni bir eksen ortaya koydu. 

   İran İnkılabı, İslami kimliği milliyetçiliğin yanında görüyordu. İran İslam Cumhuriyeti’nin milli menfaatleri tüm İslam milletlerini kapsıyordu. İran, Kudüs'ü siyasi tutumlarının ve dış siyasetinin önceliği yaptı. Acı çeken İslam ümmetinin bedeni yeni bir can buldu ve yeni bir siyaset edebiyatı yaratıldı. Mübarek Ramazan ayının son cumasını Kudüs Günü olarak adlandırmak ameli ve siyasi İslam kavramının tecellisidir. Bu düşüncenin sahibi, vefat yıldönümünü idrak ettiğimiz, İslam dünyası ve milletinin büyük önderi İmam Humeyni (r.a) dir.

Qodsna bu münasebetle İmam Humeyni (r.a) nin evrensel şahsiyeti çerçevesinde Arap dünyasının önemli düşünürleri ile bir röportaj yaptı.

Tanınmış Arap Analist Galip Kandil:

İmam Kudüs Gününden İslam Milletlerini Motive Edici Bir Faktör Olarak Faydalandı

   İmam Humeyni tarafından Kudüs Günü isimlendirmesi kendilerinin bölgedeki gelişmeleri doğru anladığını ve derin ileri görüşlülüğünü ifade ediyor. İmam Humeyni (r.a) nin gözünde İsrail, batı sömürgeciliğinin bir temsilcisidir. İmam’a göre İsrail'in bulunduğu tüm coğrafya savaş meydanıdır.
İmam’a göre İsrail, bölgede İslam ümmeti ve Arapların içine sızmak için kullanılan bir rejim olduğu için destekleniyor. Asıl hedef, Filistin'e İslam kimliğini kaybettirmek, ardından İslam milletlerinin ekonomik, kültürel ve tarihi kaynaklarını ele geçirmektir.
Hatta Filistin meselesini bir Arap İsrail kavgası olarak kısıtlama çabası, Kudüs Günü isimlendirmesi karşısında yenildi.
İmam, Kudüs Gününden Siyonist Rejim karşısında İslam milletlerinin moral ve becerilerini arttırıcı ve motive edici bir unsur olarak faydalandı.

Lübnanlı uzman Emin Hatit: İmam Humeyni Zamanın Ötesinde Düşünürdü

   İmam Humeyni evrensel bir şahsiyettir ve öyle kalacaktır. Kendileri zamanın ötesinde düşünürdü ve Ramazanın son cumasına verdiği ismi de bu ileri görüşlülük çerçevesinde değerlendirmek gerekir. İmam’ın Kudüs Günü’nü İslami ve evrensel bir münasebet olarak vurgulamasının nedeni, kendilerine göre İslam milletlerinin ortak ve birleştirici bir noktaya ihtiyaç duymalarıdır. Özellikle İslam ve Arap ülkelerinin imkanlarının İsrail ile savaş için birleştirilmediği ve her Müslüman ülkenin kendi işleriyle meşgul olduğu bir şartta.
Bizler bugün şuna inanıyoruz ki; eğer İmam ve İslam İnkılabı olmasaydı Filistin dosyası İsrail'in lehine kapanacaktı.

Lübnanlı Eski Bakan ve Düşünür Mey Sabha El-Khansa:

Allah'a şükrediyoruz ki Bugün İmam Hamanei Aynı Stratejiyi Devam Ettiriyor

   Her şeyden önce İmam Humeyni'nin yolunu devam ettiren İmam Hamanei gibi bir şahsiyetin varlığından dolayı Allah'a şükretmeliyiz. Şüphesiz bugün bölgede yaşananlar ve mücadelenin Direniş ekseninin başarısıyla sonuçlanması İmam Hamanei'nin bakış açısı, bilge ve kuvvetli liderliğinin sonucudur. İnkılabi düşünceden kaynaklanan Kudüs Günü isimlendirmesi, Direniş Ekseninin özellikle de 2000 yılından şimdiye kadar olan başarılarında yani 2006’da Lübnan’da ve de IŞİD’in Irak ve Şam da aldığı yenilgilerde kilit rol oynamıştır.

Lübnanlı ünlü analist Enis Nakkaş: İmam Humeyni (r.a) İslam dünyasının uyanma ve bilinçlenme sebebi oldu.

   Bölgedeki İslam milletlerinin önüne kendilerine mücadele gücü veren yeni bir ufuk koydu. Arapların ve Müslüman ülkelerin farklı savaşlarda yenilgiler aldığı bir durumda mücadeleye devam etme gücü verdi. Müslüman ülkelerin İsrail ile mücadeleye devam etmeye olan inançları azalmıştı ve hızla uzlaşmaya gidiyorlardı. Böyle bir durumda İmamın önderliği onlarda umut ve motivasyonu geri getirmeyi başardı.

TR.JAMNEWS.COM

İslam Cumhuriyetinin kurucusu rahmetli İmam Humeyni'nin vefatının 29. yıldönümüdür.
 
İmam Humeyni, hicri şemsi 1342 yılından itibaren İran'da Amerika'ya bağlı dikta Şah rejimine karşı mücadeleye  başlamış ve bu mücadele süresinde  Türkiye ve ardından da Irak'a ve oradan da Fransa'ya sürgün edilmişti.

İmam Humeyni, Irak'ta 13 yıllık sürgün hayatında yetiştirdiği çok sayıda talebesi sayesinde dikta Şah rejiminin fasit mahiyetini halka anlatırken, İran'da Amerika güdümlü dikta rejimin temellerini sarsmaya başlamış ve yayınladığı bildiri ve yasak olmasına rağmen gerçekleştirdiği propaganda ile sonunda Şah rejimini tarihin çöplüğüne atmayı başarmıştır.

 Zira İmam Humeyni, 1979 tarihinde Şah'ın halkın kıyamı sonucu ülkeden kaçmasının ardından Fransa'dan İran'a dönme kararı verir ve döndükten sonra da  İslam inkılabı  kısa bir süre sonra zafere kavuşur ve İslam Cumhuriyeti sistemi kurulur.

Vahdet Haftası ve Kudüs Günü, İslam Cumhuriyeti'nin kurucusunun Müslümanlara bıraktığı değerli iki emanettir. Müslümanlarının birliğini teşkil etmede önemli rol oynayabilecek iki önemli gündür.  Merhum İmam Humeyni çok hassas bir dönemde ümmetin rehberlik görevini üstlendi ve bu görevin üstesinden alnının akıyla çıktı.

TR.JAMNEWS.COM

İmam Hamanei şu ifadelerde bulundu: ‘Mü’min ve devrimci gençler ordusu, bilinçli ve sürekli olarak değerlerin ve inkılabın hedeflerinin gerçekleşmesine yardım etme yoluna girmelidir.
 
 Çeşitli üniversitelerden yüzlerce öğrenci, ilmi, kültürel, siyasi, toplumsal ve ticari olmak üzere çeşitli oluşumların temsilcileri, İmam Hamanei ile gerçekleştirdikleri yaklaşık 3 saatlik samimi görüşmede, üç yürütme organı ve çeşitli kuruluşlar hakkındaki eleştirilerini dile getirdiler.

İmam Hamanei bu görüşmede, gençlik ruhunu, etkili kimlik duygusunu, inanç motivasyonunu ve öğrenci hareketlerinin ideallerini, gelecek için umut olarak nitelendirdi ve kapasite ve gerekliliği dikkate alarak ve elbette özellikleri ve nitelikleri açısından “inkılabi olmanın, inkılabi kalmanın ve inkılabi davranmanın” gerekliliğine dikkat çekti ve şu hatırlatmalarda bulundu: ‘Ülkenin kapasitesini ve imkanlarını göz önüne alarak, değerlere yönelik iftihar dolu harekete daha güçlü ve hızlı devam etmeliyiz.’

İslam İnkılabı Rehberi konuşmasının başında, ülke konularını, önerileri, şikayetleri ve eleştirileri kapsayan çeşitli konular olmak üzere üniversitelilerle yaptığı konuşma ve gerçekleştirdiği görüşmenin gerçek bir öğrencilik anlamına geldiğini belirterek şunları söyledi: ‘Bu toplantının en önemli sonucu, farklı eğilimlere sahip öğrenciler arasında ruhlu, canlı ve motive olmuş hareketlerin ortaya çıkmasıdır ve bu gerçek atmosfer, düşmanların ve yabancıların ve bazı iç unsurların üniversitelerde depresyon ve hayal kırıklığı hakim olduğuyla ilgili dayatmalarının tam aksidir.

Böyle bir ruh halinin varlığı, öğrenciyi etkili hissettirir ve bu his temeline dayalı olarak ta konuşur ve talep eder.’

İmam Hamani öğrencilerin toplantıdaki konuşmalarına ve onların birçok ülke meselesine yönelttikleri eleştirilere değinerek, bu eleştirilerin birçoğunun kabul edilir eleştiriler olduğunu belirterek şu hatırlatmalarda bulundu: ‘Gençler tarafından rahat bir şekilde dile getirilen isteklerinin gerçekleşmesi, gerçekler göz önüne alındığında çok kolay değildir ve bunların gerçekleşmesi, çalışmayı, çabayı ve bazı önkoşulları gerektirir.

Bu isteklerin yerine getirilmesinin ön koşullarından biri, sahnede istekli ve iradeli gençlerin bulunması ve bu sorunların çözülmesi için fikir üretmesi ve çaba göstermesidir.’

İmam Hamanei daha sonra üniversiteliler tarafından bazı kurumlar hakkında yapılan eleştirilere değinerek şu ifadelerde bulundu: ‘Örneğin silahlı kuvvetler gibi kurumların yönetimi Rehberliğe aittir ancak Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ve yargı sisteminin başkanları rehberlik tarafından atanmasına rağmen, Rehberlik tarafından yönlendirilmezler. Örneğin benim, IRİB’in hem mevcut yönetimine hem de önceki yönetimine karşı farklı konularda eleştirilerim vardı ve var.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu gibi bazı kurumların eksikliklerini ve sorunlarını gidermek için temel çözüm, genç, aktif, inanan ve motive edici unsurların bu kurumlara girmesidir ve ben onlara bu konuyu vurguladım.’

İslam İnkılabı Rehberi, İslam İnkılabının ve ülkenin hareketinin hiç şüphesiz ileriye doğru olduğunu belirterek şunları söyledi: ‘Pek çok kez, geleceğin bugünden daha iyi ve gençler için olduğunu söyledim, ama bunun için doğru yolda kalmak ve yorulmak nedir bilmemek ve sürekli hareket etmek gerekiyor.

Üniversitelilerin bu ziyareti, üniversitelerde inançlı, hevesli ve kararlı bir öğrenci akışı olduğuna dair büyük bir müjde ve büyük bir umut taşımaktadır.

Bu gerçek göz önüne alındığında, gelecek ve üniversiteliler hakkında umutsuzca konuşanların düşüncelerini düzeltmeleri gerekmektedir.’

İmam Hamanei konuşmasının devamında nasıl inkılabi olunur, inkılabi kalınır ve inkılabi hareket edilir” konusuna değindi.

İslam İnkılabı Rehberi ilk olarak, inkılabın beş aşamasını açıkladı ve şunları söyledi: ‘İslam İnkılabı zaferinin başında, sistemin kurulmasından sonra inkılabın sona ereceği ve kurumların ve bürokrasinin kurulmasının zorunlu olduğu yönünde yanlış bir düşünce vardı ve bu yanlış düşünce, İnkılabı, gerilim, çatışma ve yasadışı bir çalışma olarak nitelendirmekteydi.’

İslami ve İnkılabi bir sistemin kurulmasının ikinci aşama olduğunu belirten İmam Hamanei şu ifadelerde bulundu: ‘İnkılabi ve İslami sistemin, hedeflerinin, ideallerinin ve değerlerinin gerçekleşmesi için üçüncü aşamaya yani İslami sistemin temellerine inanan bir hükümet olan “İnkılabi bir hükümetin oluşmasına ihtiyaç vardır.’

İslami ve İnkılabi bir hükümetin doğru bir şekilde davranması ve ideallerin gerçekleşmesiyle, dördüncü aşama, yani İslami ve İnkılabi bir toplum şekillenecektir ifadesinde bulunan İmam Hamanei “İslami sistem, İslami hükümet ve İslami toplum, beşinci aşamanın yani İslami ve İnkılabi medeniyetin oluşumunun mukaddimesi olacaktır. Bu nedenle inkılap hiçbir zaman bitmez ve her zaman devam eder” dedi.

İmam Hamanei daha sonra İslami ve İnkılabi sistemin değerlerine değinerek şu hatırlatmalarda bulundu: ‘Çok önemli olan bu değerlerden biri, ulusal haysiyettir yani hayallere değil, toplumun gerçeklerine dayanan ulusal iftihar duygusudur.’

İslam İnkılabı Rehberi, düşünce, konuşma ve uygulama özgürlüğünü de kapsayan “ulusal benlik saygısı”, “siyasal, ekonomik ve kültürel bağımsızlık” ve “özgürlük” kavramını İslami sistemin diğer ideallerinden biri olduğunu belirtti ve şu ifadelerde bulundu: ‘Özgürlük olmazsa, manevi gelişim ve toplumun ilerleyişi olmayacaktır, ancak bu özgürlük bir kural ve çerçeve gerektirmektedir aksi takdirde Batı dünyasında da örneği yaşanan kayıtsızlığa yol açacaktır.’

İmam Hamanei, “Adaletin sağlanması”, “Kurumsal ahlakın gelişimi” ve “Maneviyatın büyümesi ve şehvet ve gazabın köleliğinden kurtulmak için hazır olmanın” da diğer idealler olduğunu söyledi ve şu hatırlatmalarda bulundu: ‘Bu ideallerin gerçekleştirilmesi kısa vadede mümkün değildir, bunların gerçekleştirilmesi, uzun vadeli ve bilinçli bir hareket gerektirir.

İnkılap, ideali ve sürekliliği olmadan sadece ülke yönetiminin bir kişiden diğerine değişmesi olacaktır. Bu nedenle hareket, ideallere doğru devam etmelidir.’

İslam İnkılabı Rehberi konuşmasının ikinci bölümünün özetinde üniversitelilerin talep edici hallerini onaylayarak şunları söyledi: ‘Farklı kanallar aracılığıyla toplumun meselelerinden haberdarım ve bu konuların farkındayım ve durumun çok kötü olduğunu söyleyen o gencin hislerini teyit ediyorum ama bütün konuları dikkate alarak, İslam sisteminin kırk yıl içerisinde bütün bu ideallerde ilerleme kaydettiğine inanıyorum.

Adalet alanında bile, beklenen ilerlemeyle kıyaslandığında geri kalmış olsak da bu alanda da iyi bir ilerleme kaydettik ve Tağut zamanındaki yıkım ve geri kalmışlıkla yapılan bir kıyaslama bu konuyu kanıtlamaktadır.’

İmam Hamanei ülkedeki sosyal, siyasal, medya ve sanal ortamdaki mevcut özgürlüklerin, baskıcı Şah rejimi dönemiyle kıyaslanamaz düzeyde olduğunu belirterek şu ifadelerde bulundu: ‘Birileri neden IRİB’in eleştirilmediğini söyleyebilirler ama, tam aksine, hükümet yetkilileri defalarca IRİB’in çeşitli bölümlerine şikâyette bulunuyorlar.’

İslam İnkılabı Rehberi bilim ve teknoloji alanında hissedilir derecede görülen ilerlemeleri hatırlatarak şu ifadelerde bulundu: ‘İdealler alanında bir ilerleme kaydettik ve tabi bu kadarıyla yetinmemeliyiz ve imkân ve kapasiteleri dikkate alarak bu harekete iftiharla, güçlü ve hızlı bir şekilde devam etmeliyiz.’

İmam Hamanei, binlerce üniversiteliye yaptığı konuşmaya idealleri takip etmenin önündeki engellere değinerek devam etti.

İnkılabi hükümetin ve İnkılabi Devletin, ülke yönetiminin kapsamı anlamına geldiğini ve ideallerin gerçekleşmesinin nedenlerinden olduğunu belirten İmam Hamanei şunları söyledi: ‘Eğer bu ana faktör bozulursa, devrim yolunda kesinlikle sorunlarla karşı karşıya kalacağız.’

İslam İnkılabı Rehberi, akademisyenler, entelektüeller, sanatçılar ve bilim adamlarının da ideallere doğru hareket etmenin hızlandırılmasının nedenlerinden olduğunu söyledi ve şu ifadelerde bulundu: ‘Genç güçler, bir lokomotif olarak bu ideallerin gerçekleşmesinde önemli bir rol oynayabilirler.’

İmam Hamanei, umut, irade ve planlamanın da idealler konusunda ilerlemenin nedenlerinden bir diğeri olduğunu belirtti ve şu hatırlatmalarda bulundu: ‘Topluma umutsuzluk aşılayanlar her zaman düşman olmayabilirler ama onların yaptığı da düşmanın yaptığının aynısıdır.’

İslam İnkılabı Rehberi, ideallerin gerçekleşmesinin önündeki engellere değinerek şunları söyledi: ‘Bazıları İmam Hamanei neden bütün sorunları Amerika ve İngiltere’nin üzerine atıyor diyorlar. Bu yanlış bir anlayıştır. Çünkü ben sorunların büyük bir kısmının iç sorunlar olduğunu ve düşmanın bunları suiistimal ettiği söylüyorum.’

İmam Hamanei aynı zamanda dost ve düşmanın karıştırılmasının, sorunlarla ilgilenmeyip, yıkıcı ve ihtilaf çıkaran bahanelerle uğraşmanın da ideallere doğru hareket edilmesinin önündeki engellerden olduğunu belirtti.

İslam İnkılabı Rehberi, yabancı ürünlerin İran ürünlerine tercih edilmesinin toplumdaki büyük sorunlardan biri olduğunu ifade ederek şunları söyledi: ‘Toplumda yabancı ürünlerin daha iyi olduğu yönündeki düşünce silinmelidir.’

İmam Hamanei, İslami-İrani yaşam tarzı, laubalilik, tembellik, kişiliksizlik ve din düşmanlığı ile mücadelenin İnkılabi yönde hareket etmenin gerekliliğinden olduğunu belirterek şunları söyledi: ‘Bütün bu gereklilikler sabır ve zeka ile ve akıllıca gerçekleşmelidir.’

TR.JAMNEWS.COM

 Ramazan ayı, bir aydır ki insanlara doğruyu bildiren, doğruluğa ait apaçık delillerden ibaret olan, hakla bâtılı ayırt eden Kur'ân, bu ayda indirildi." Bakara/185. Bu ayet, insanın önünde nasıl bir ay olduğunu anlamaya kifayet eder. Allah bir ayette bu ayın azametini, içinde Kur'an nazil olması yönüyle beyan buyurmuştur. çyle bir Kur'an ki insanlara doğruyu ve doğruluğa ait apaçık delilleri bildirir. Yani bir ayette hem Kur'an hem de Furkan gelmiş. Halbuki Kur'an ve Furkan kelimelerinin geniş açıklaması vardır. 

Ömür geçti ve biz bu dinin hakikatlerine erişemedik. Bilelim ki zaman kaptır. Zaman içinde vuku bulan bu iki şeyin mülahazası yapılmalıdır. Ramazan ayında şu özellik vardır; evvela zamanı istisnaidir. Allah resulü, önemi hutbeyi şaban ayının son cumasında okumasından anlaşılan bir rivayette buyurdular; Doğrusu Allah'ın ayı bereket, rahmet ve mağfiretiyle yaklaşmakta. 

Rivayette “Şehrullah” tabiri geçer.  Ayın izafe edildiği kelime Allah ismidir. Bu ayın azametini anlamak normal beşerin aklını aşar. O önemli zaman şudur ki bütün bu azamet ve peygamberin buyurduğu bütün bu celalin günleri en faziletli günlerdir. Geceleri en faziletli geceler. Saatleri en faziletli saatler. Bütün bu azamet de bir ayet sayesindedir; "Şüphe yok ki indirdik Kur'ân'ı Kadir gecesi. Ve ne bildirdi sana, nedir Kadir gecesi? Bin aydan daha da hayırlıdır Kadir gecesi. O gece melekler ve Rûh, takdîr edilen her iş için, Rablerinin izniyle inerler. Esenliktir, o gece, gün ışıyıncaya dek sürer." (Kadir/1,2,3,4,5) 

Bütün bu azametin sebebi bu ayda Kaderlerin çizildiği bir gecenin varlığıdır. O gece bütün ameller mukadder olur bütün takdir edilenler Hz. Mehdi'ye (a.f) nazil olur ve tamamı onun imzasıyla süslenir. çyleyse bu ayın azameti o gece, o gecenin azameti de Kur'an'ın nüzulü sebebiyledir. 

Bu meclisten azami istifadeyi etmeli ve sözlerimi dikkatlice dinlemelisiniz. çünkü bütün konuların özü şu birkaç kelimededir. çnce Kur'an'ı tanımalıyız. Bilmeliyiz ki Kur'an Allah'ın tecellisidir. Burada akıl, Allah'ın bu kitapta baştan sona tecelli edişine hayretler içinde kalır. Her bir ayet bir hazinedir. Bu hazinenin 7 göbeği vardır; ibareleri avam için, işaretleri ulema için, incelikleri evliya, hakikatleri enbiya içindir. çyle ise bu hayatın kadrini bilmeli ve bugünden itibaren bu konulara amel etmelisiniz. 

Bu rivayet, şeyhu'l-Muhaddisin Kuleyni'nin Kafi'de, Reisu'l-Muhaddisin Saduk'un Sevabu'l-A'mal'da Allah'ın konuşan dilinden naklettiği bir rivayettir. çzetini söylüyorum; eğer bir kimse çocukluğundan itibaren Kur'an okur ve o Kur'an onun eti ve kanıyla yoğrulur ise, bu adam dünyadan göçtüğü zaman İbrahim, Musa ve İsa peygamberle hasredilecek. Eğer kadın olursa Hz. Meryem ve Hz. Fatıma ile hasredilecek. Dolayısıyla eğer şimdiye kadar gaflet ettiyseniz, şimdiden fırsatı ganimet sayıp hangi yaşta olursanız, beyan edeceğim şekilde başlayın. 

Bu o kadar önemli ki Allah resulü (s.a.a) buyurdu; Eğer bir kimse Ramazan ayında bir ayet okursa bir hatim sevabı alır. Yani eğer bu ayda sadece “Yasin” veya “Elif, lam, mim” deseniz, amel defterinize bir hatim sevabı yazılır. Doğrusu akıl bu meseleler karşısında şaşkındır. çünkü her Kur'an hatmi iki konuya haizdir; evvela beraattır, yani cehennem ateşinden berat, saniyen duayı makbul kılar. Ramazan ayı işte böyle değişim yaşatır. Bu yüzden Ramazanda bir hatim okuyan kişi altı bin küsur hatim okumuş sayılıyor. Bu programı terk etmeyin, çünkü bu mezhep imamımızın beyanı ve Emire'l-Mümininin oğlu Muhammed Hanefiyye'ye vasiyetidir ki şöyle buyurdu; Allah'ın ahdini okumadığın gün olmasın. 

En azından 50 ayet okuyun ve eğer başarabilirseniz daha fazla okuyun. Böyle bir anda Kur'an ne yapar ve nasıl etki eder? Eğer bu metot pratiğe dönüşür, erkek, kadın bugünden itibaren her ay bir hatim okurlarsa, kıyamet günü Allah o insana iki elbise ve başına keramet tacı giydirir. Aklı bir eline, emri de diğer eline verir ve ona “gir cennete, bir ayet oku ve bir derece yücel.” Der. Neticesi de şu ki, cennetin bütün makamları Kur'an ayetleri sayısına göre tanzim edilmiştir. Demek ki eğer bu programa amel ederseniz, cennette en son dereceye ulaşmamanız mümkün değil. 

Dinde fakih olmak, dinin inceliklerini anlamaktır. Bu hakikatler rivayetlerde geçer. Dolayısıyla eğer Kur'an'ı böyle okursanız, Kur'an munkalip olur, öyle ki akıl hayrette kalır. şu andan itibaren her ay bir hatime başlayacaksanız, niyetiniz “bu hatmi sadece İmam-ı Zaman için okuyorum” olmalı. Eğer böyle yaparsanız, şeyh Müfid, Kuleyni ve Seyyid İbn-i Tavus gibi şahsiyetlerin nakillerine göre İmam-ı Zaman'dan ayrılmazsınız. Fakat bu nimetlerin değerini bilecek var mı ki? Ömrümüz geçti ve biz şimdiye kadar anlamadık. Fakat şu andan itibaren başlayabilirsiniz ve eğer her ay bir hatim hediye ederseniz, amel defterleriniz Kadir gecesinde önüne getirildiğinde, 124 bin peygamberin sahip olduklarının tümüne haiz o Süleyman-ı âlemin size nasıl davranacağını görürsünüz. Bu değerleri kavrayın ve kaybetmeyin. 

İkinci konu, Ramazan ayında ne olduğunu bilmeniz gerektiğidir. Bilmek istiyorsanız şu yeterli; Peygamber (s.a.a) Ramazan ayına dair o Garra hutbesini beyan buyurduğu zaman, bir anda bir kişi yerinden kalktı ve o kişi, dilin onu vasfetmekten aciz kaldığı Emire'l-Müminin Ali'den (a.s) başkası değildi. Kalktı ve “Ey Allah'ın elçisi, mübarek Ramazan ayında en üstün amel nedir?” diye sordu. Nebilerin hatemi ve varlık aleminin özü olan Peygamber (s.a.a) cevabını verir. Bütün alem kemale erdiği zaman nübüvvet olur. Nübüvvet makamı kemale erdiğinde olur risalet. Risalet kemale erince olur kitap sahibi. Kitap sahibi kemale erince olur Ulu'l-Azm. Bundan sonra olur öz ve hatem. 

"Muhammed, sizden birisinin babası değildir ve fakat Allah'ın resûlüdür ve peygamberlerin sonuncusu ve Allah, her şeyi bilir." Ahzab/40. 

Bu Allah'ın kelamıdır. Hatem peygamber, Allah'ın Kur'an'da onunla konuştuğu zaman canına andolsun" dediği kimsedir. Ya da onu miraca götürdüğünde kendisini bu olayla övüyor. "Noksan sıfatlardan münezzehtir kulunu geceleyin Mescid-i Harâm'dan çevresini kutladığımız Mescid-i Aksâ' ya götüren" İsra/1. 

Emire'l-Müminin böyle bir şahsiyetin karşısında kalkıyor ve bu soruyu soruyor. O da buyuruyor; Allah'ın haram kıldıklarından sakınmaktır. Yani karnı haram lokmadan, gözü yabancıya bakmaktan sakınmaktır. Ondan sonra da ağlıyor. Hatem ağladığı zaman 124 bin peygamber nale eder. Onun gözyaşı aktığı zaman, Cebrail, Mikail ve İsrafil titrerler. Hatem peygamberin kalbi kırılır ve gözyaşı dökülürse, arş ve kürsü titrer. Ama o ağladı. Emire'l-Müminin sordu; “Ey Allah'ın elçisi, niçin ağlıyorsunuz?” buyurdu; “Ey Ali! Ağlamam böyle bir ayda başına vurulacak darbe içindir.” 

Bu ay, böyle birinin ayıdır. Şimdi eğer akıllı iseniz, düşünmelisiniz, Hatem-i Enbiya, varlık dairesinin kutbu, evvellerin ve ahirlerin baş tacı, olmamış bir olaya niçin ağlıyor? 

Müslümanların 21 Ramazan'da görevi nedir? Ne yazık ki ömür tükendi. Ne kadar kusur işledik. İnsanlar oruçlu olduklarını ve oruçlu halde nasıl dışarı çıkıp onun darbe almış başına yas tutacaklarını mazeret olarak bildiriyorlar. Fakat nimetin değeri bilinmeli. 

Oruçlu halde dışarı çıkar ve yas merasimi düzenlerlerse, öldükleri zaman son peygamber onların başlarını dizine koyar. Bu nimetler kaybolmuş. Peygamber, "Ey Ali, seni öldüren beni öldürmüştür." Sonra buyurdu; "Ey Ali sen benim ruhumsun, canım ve tıynetim gibisin." 

Bu sözlerin anlamı ne? Yani 21 Ramazan'ın yası Peygamberin (s.a.a) yasıdır. Bu sinezen grupları Peygamber için gelmişler. Yapılan programlar Peygamber için yapılıyor. Eğer insanlık anlasa, Ramazanın 21'inde sadece şiiler değil bütün insanlık Ali için yas tutup karalar giyiniyorlar. 

Ali (a.s) Malik-i Eşter'e şöyle yazmıştı; "Ey Malik insanlara böyle davran. İyi dinleyin, anlayın ve idrak edin. Ey Malik, emrin altındakiler iki kısımdır. Ya dinde kardeşindir veya yaratılışta benzerin. Sözlerinde kâfirlere de işaret ediyor ve şöyle buyuruyor; Malik, kalbinde herkese hatta kâfirlere karşı muhabbet, rahmet ve lütuf taşı. Budur İslam hükümeti. O Hazret aklın hayrette kaldığı beş konu buyurdu. Müslüman ya da kâfir herkese rahmet, muhabbet, lütuf, af ve sabır göster. Olmaya ki hâkimiyetindeki bir kâfire bile zulüm edile." 

Dünya bu sözleri söyleyen için yas tutmalı. Bu beyanın sırlarını şeyh Ensari gibi büyükler anlamalılar. Daha sonra şöyle beyan buyurdu; "İslam sesinin yükseldiği alevi hükümette herkese hatta küffara bile lütufkâr davranmalı. çünkü reayanın zararı, hastalığı, kasten ya da bilmeyerek hataları olur ve eğer bilmeyerek hata ederlerse, onlara, Allah'ın sana davranmasını beklediğin gibi davran. Böyle biri için bütün dünya yas tutmalı mı tutmamalı mı? Kim Ali b. Ebi Talib'i tanıdı? Bayrağı altındaki küffara karşı böyle davranan birisi, görün Müslümanlara karşı nasıl davranır." 

Hâkimiyeti altındaki Roma ve İran imparatorlukları ona ram olmuşlardı. çniversiteliler bunları düşünmeli. Ulema dikkat edip anlamalılar ne olduğunu. Roma imparatorluğu ve İran şahlığı ayakları altında olan birisi, sahibi olduğu zırhın kendisine ait olduğunu iddia eden bir Yahudi'ye bakın nasıl davranıyor. Ali (a.s) zırhın kendisinin malı olduğunu beyan ediyor. Fakat Yahudi ona hâkime gitmeden vazgeçmem diyor. Mana açısından 124 bin peygamberin kendi sancağı altında olduğu, insanlığın sesi ve dünya hakimiyetini elinde bulunduran Emire'l-Müminin o Yahudi ile birlikte hâkimin huzuruna çıkıyor. Hâkim de zırhı Yahudi'nin elinde görünce hükmü Ali'nin (a.s) aleyhine veriyor. O da zırhı Yahudi'ye veriyor. Yahudi o sırada İmamın ayaklarına kapanır ve Ey Ali bu zırh senindir der. Ben bütün bunları, bu dinin Musa'nın haber verdiği din olduğuna yakin etmek için tertip ettim. Haksız yere bu iddiada bulundum. Sen benim gibi birinin karşısında mahkemeye geldin ve hakimin hükmünü kabul ettin. Sen, Musa'nın haber verdiği kişisin. Daha sonra İmamın ayaklarına kapanıp şehadet getirerek Müslüman oluyor. İmam da zırhını 700 dirhemle birlikte ona veriyor ve o yeni Müslüman olan Yahudi, Sıffin savaşında Emire'l-Müminin'in emrinde şehit oluyor. 

Budur Emire'l-Müminin, hükümetinin ilkeleri ve yaptıkları böyleydi. Dünya nerde böyle bir beşeri görmüştür, yedi iklim altındaki her şeyi verseler bir karıncanın ağzındaki arpa kabuğunu almayacak olanı. Böyle biri için beşeriyet yas tutmalı. Kim olduğunu, ne yaptığını ve nasıl yaşadığını bilmeli. 

Kâbe'de dünyaya geldiği günden beri Allah'ın evi onun doğum yeri ve şehit edildiği yer oldu ve tarih böyle bir makamı bir daha görmedi. çünkü o Allah'ın evinde doğdu ve yine Allah'ın evinde şehadet şerbetini içti. Akıl bu meseleleri kavrayamıyor ki baba gece kızına misafir olsun ve kız dünyanın ¼ üne hâkim olan babası için hazırladığı sofraya arpa ekmeği, tuz ve süt koysun ve baba da “Ne zaman gördün baban bir sofrada iki çeşit yesin?” desin. Kızı gelip tuzu kaldırmak isteyince, sütü de kaldır, olmaya ki Hicaz ve Yemen'de sofrası Ali'den daha renksiz biri olsun desin. 

O öyle biridir ki, kılıç darbesini mübarek başına yediği zaman Cebrail yerle gök arasında dedi ki; "Andolsun Allah'a hidayet rükünleri sarsıldı, takva ve sancakları düştü, Urvetu'l-Vuska (sağlam ip) koptu."

Ayetullah Vehid Horasani

ehlader

Cuma, 01 Haziran 2018 05:42

Orucun İnsan Yetiştirmedeki Rolü

Nefsi tezkiye edip yetiştirmekte önemli bir rolü olan çok büyük ibadetlerden biri de oruçtur. Orucun fazileti hakkında çok hadis vardır. Bunlara bir kaç Örnek:

Hz. Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki:

"Oruç cehennem ateşinden korunmak için bir kalkandır." [1]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur:

"Allah Teala, oruç benim içindir ve ben oruçlu kimseyi mükafatlandırırım, buyurmuştur." [2]

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyururlar:

"Kim sevabı için bir gün sünnet oruç tutarsa günah ve hatalarının bağışlanması farz olur." [3]

İmam Sadık (a.s) buyurmuşlardır ki:

"Oruçlu kimsenin uykusu ibadet, susması zikir, ameli makbul ve duası müstecap olur." [4]

Resulullah'tan (s.a.a) şöyle nakledilir:

"Allah Teala buyuruyor ki: "Sabır hariç insanların bütün iyi amellerine on kattan yediyüz kata kadar sevap verilir; Sabrın mükafatını ben vereceğim." O halde sabrın sevabını sadece Allah Teala bilir sabırlı ise oruçtur." [5]

Hz. Ali (a.s) miracla ilgili bir hadiste şöyle nakleder:

"Resulullah 'Rabbim! İbadetin başı nedir?' diye sordu. Allah, 'İbadetin başı susmak ve oruçtur' buyurdu. Resulullah (s.a.a) 'Rabbim! Orucun semeresi nedir?' diye sorunca da Allah, 'Orucun semeresi hikmettir ve hikmet marifete sebep olur ve marifet de yakine ulaşmaya yol açar ve insan yakin derecesine ulaşınca artık zor veya rahat bir hayat yaşamaktan korkusu kalmaz." [6] buyurdu.

Oruç iki yönden değerlendirilmesi mümkün olan özel bir ibadettir.

Birincisi, yalnızca bu ibadetin zahiri yönü bu yönüyle yemek, içmek ve cinsel münasebet gibi meşru lezzetlerden kendini  sakındırmak, Allah ve Resulü'ne (s.a.a) yalan istinat etmemek ve fıkıh kitaplarında geçen bazı şeyleri terketmek anlamına gelir.

İkincisi ise, gerçekte bu ibadetin ruhu konumunda olan ihlas, ve muhtevasıdır. Orucun hakikatı ise oruçlu olanın Allah'ın rızası için bütün haramlardan ve hatta helal olan maddi zevklerden kendisini sakındırması ve  nefsini korumaya karar vermesidir; yeme, içme, cinsel münasebette bulunma, Allah ve Resul'üne yalan isnat etme ise orucu batıl eden şeylerdendir.

Fıkıh kitaplarında oruç hakkında yapılan tanım şöyledir: Bir kimse sabahtan akşama kadar (alemlerin Rabbine yakın olma) kastıyla yemek, içmek, cinsel münasebet, istimna (kendisinden meni çıkarmak) Allah ve Resulüne yalan istinad etmek, tenkiye yapmak, başının tamamını suya sokmak ve cenabet halinde (sabah ezanına kadar) kalmaktan sakınırsa oruçludur ve orucu sahihtir. Kaza ve keffaret de yerine getirmesi gerekmez, bu avam halkın orucudur.

Ancak hadislerde kendini sakındırma dairesi yukarda zikredildiği kadarıyla sınırlandırılmamış; çok daha geniş tutulmuştur. Oruçlu olan birisinin yeme ve içmeyi terketmenin yanısıra, bütün organlarını günahtan sakındırmasının gerekli olduğu önemle vurgulanmıştır. Yani gözü, kulağı, dili, eli, ayağı ve diğer organları kendileriyle ilgili günahlardan sakındırmalıdır.

Bundan daha üstünü, en ihlaslı kulların orucudur. Böylece oruçlu olan kimse nefsini yeme, içmeden sakındırdığı gibi kalbini de, Allah'ı anmaktan alıkoyan bütün düşüncelerden temizler ve daima Allah'ı anar. Sürekli Allah'ı hazır ve nazır bilir. Kendini Allah'ın misafirliğine ve likaullah'a hazırlar.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur:

Oruç sadece yeme ve içmeyi terketmekle gerçekleşmez. Oruç tuttuğun zaman kulağın, gözün, dilin, miden ve şehvetin de oruçlu olmalıdır. Oruçlu olduğun zaman el ve şehvetini de günahtan sakındır, hayır dışında bir şey söyleme ve emrindekilere karşı yumuşak ol." [7]

Yine İman Sadık (a.s) buyurur ki: "Oruçlu kimse gibi vakarlı ol ve Allah'ın zikri dışında elinden geldiği kadar sükut et, oruçlu olduğun günü oruç olmadığın gün gibi etme." [8]

Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) bir hutbesinde şöyle buyurur: "Her kim Ramazan ayını susacak oruç tutar da, kulağını, gözünü, dilini, şehvetini ve vücudunun organlarını yalandan, haramdan ve gıybetten Allah'ın rızası için korursa Allah Teala onu kendine mukarreb (yakın) kılar, öyleki o adam Hz. İbrahim Halilullah'a (a.s)  (bulunduğu makama) erişir ve onunla birlikte olur." [9]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurur:

"Oruç sadece yeme-içmeden sakınmak değildir. Orucun tam ve mükemmel olması için (gözetilmesi gereken) bir şart vardır ki o da batınî sükuttan ibarettir. İmran kızı Meryem'in (s.a) insanlara "ben Allah'a oruç tutmayı adadım. O halde bugün hiç kimseyle konuşmayacağım," yani oruçlu olduğum için sükut etmem gerekir dediğini duymadın mı? O halde oruçlu olduğunuz zaman dilinizi yalandan koruyun, gözlerinizi harama yumun, kavga ve çekememezlik etmeyin. Gıybet, münakaşa ve yalandan sakının. Birbirinize karşı suratınızı asmayın. İhtilaf etmeyin. Öfkelenmeyin. Küfretmeyin. Ağzınızı bozmayın. Cidal ve kavga etmeyin. Zulüm ve sitemden sakının. Cahilce davranışlardan, ahlaksızlıktan ve birbirinizi tardetmekten kaçının. Allah'ın zikrinden ve namazdan gafil olmayın. Sükuta, düşünmeye, sabretmeye, doğruluğa ve kötü kimselerden uzak durmaya önem verir. Batıl sözden, yalandan, iftiradan, düşmanlık etmekten, kötü zandan, gıybetten ve başkalarını çekiştirmekten sakının. Ahirete yönelin, Allah'ın vaadlerinin gerçekleşeceği günleri bekleyin ve likaullah için azık toplayın.

Huzur, vakar, huzu ve huşu gösterin ve mevlasından korkan köle gibi olmaya özen gösterin, korku ve ümit halinde olun. Kalbini kusurlardan, içini hileden, bedenini pisiliklerden temizlersen ve Allah'tan başka her şeye sırt çevirirsen, oruçla içini ve dışını Allah'ın nehyettiği şeyden temizleme vasıtasıyla O'nun velayetini kabul edersen, Allah'tan korkmanın hakkını içinde ve dışında eda edersen, oruçlu günlerinde nefsini Allah'a bağışlarsan, kalbini O'nun için temizler de Hak Teala'nın emirlerine amel etmeye onu memur edersen, bu şekilde oruç tutarsan gerçekten oruçlu olmuş, vazifene amel etmiş olursun. Kezâ, sana beyan edilen şeyden her ne kadar noksan bırakırsan orucun da o kadar noksan olur. Bunu bilinki, oruç sadece yiyip içmekten sakınmak demek değildir. Sadece Allah Teala bunu, orucu bozan diğer amel ve sözlere örtü ve perde kılmıştır. O halde oruç tutanlar ne az; aç kalanlar ne kadar da çoktur?" [10]

Oruç özel şart ve adabıyla, İslam şarisînîn* isteğine uygun yapıldığı takdirde kendini yetiştirme ve nefsin tezkiyesinde oldukça etkili olan çok önemli ve değerli bir ibadettir. Oruç, nefsi günahlardan, çirkin ahlaktan temizleme ve tekâmül, tahliye ve ilahi işraklardan pay alma hususunda oldukça etkilidir. Oruçlu kimse günahları terk etme vasıtasıyla nefs-i emmareyi dizginleyip kontrol ederek kendi emri altına alır. Oruçlunun oruçlu olduğu günler, günahları terketme ve nefse riyazet vermeye devresidir. Nefisle cihat ve kendini sakındırmaya alıştırma devresidir. Bu devrede nefsini günahlardan ve pisliklerden temizlemesi dışında hatta yeme ve içme gibi meşru lezzetlere sırt çevirir, bu vesileyle nefsine huzur ve nur verir. Çünkü açlık batının huzurlu olmasına ve Allah'a teveccüh etmeye sebep olur. İnsanın, aç olduğu zaman çoğunlukla neşeli bir hali vardır; midesi dolu olunca bu hali bulamaz.

Velhasıl takva edinme hususunda orucun etkisi pek fazladır ve bu yüzden Kur'an-ı Kerim'de takva edinmek orucun meşruiyetinin hedefi olarak tanıtılmıştır.

Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız." [11]

Ramazan ayında oruç tutan ve oruçlu olduğu için Ramazan ayı boyunca günah işlemekten ve ahlaksızlıklardan sakınan kimse kendi nefsine galib gelir ve Ramazan ayından sonra da o günahı yapmaz.

Buraya kadar orucun batını arıtmada günah ve pisliklerden temizlemedeki öneminden bahsettik. Ancak orucun müspet boyutlarda da nefsin tekâmülünde, batını tezkiye etmekte ve Allah'a yaklaşmada birçok etkisi vardır. O boyutlardan bazıları:

1- Oruç, nefsi sakındırmak ve orucu bozan özel bir takım şeylerden uzak durma, demektir. İhlas ve kurbet kastıyla nefsi yetiştirme, mükemmelleştirmeye ve Allah'a yaklaşmaya sebep olan bir ibadettir.

2- Meşru lezzet ve günahları terk etmesiyle oruçlu kimsenin kalbi temizlenir, nurlanır. Allah'ın zikrinden başka her türlü fikir ve zikirden kurtulur, bu vesileyle Hak Teâlâ'nın nurdan feyz almaya başlar ve likaullaha layık olur. Böyle bir durumda Allah Teâlâ'nın lütuf ve inayetlerinin kapsamına girer, ilahi cazibelerle Allah Teâlâ'ya yakın olma makamına erişir. Dolaysıyla hadislerde, oruçlu kimsenin nefes alıp vermesi ve uykusunun ibadet sevabı taşıdığı bildirilmiştir.

3- İnsanın oruçlu olduğu günler ibadet, namaz, dua, Kur'an okuma, zikir, salih ameller için en iyi ve en güzel vakitlerdir. Çünkü kalp bu durumda, ihlâs ve Allah'a teveccüh etmek için her zamankinden daha hazırlıklıdır. Mübarek Ramazan ayı vakitlerin en hayırlısı, ibadet ve Allah'a teveccüh etmenin baharıdır. Dolayısıyla hadislerde Ramazan ayının fazileti ve o ayda ibadet etme hakkında birçok tavsiyelerde bulunulmuştur.

İmam Sadık (a.s) Ramazan ayı gelince evlatlarına şöyle tavsiye ediyordu: "(Fazla) ibadet etmeye gayret gösterin, çünkü bu ayda halkın rızkı bölüştürülür ve eceller yazılır. Bu ayda, Allah'ın davetine icabet edip gidecek olanlar belli olur. Ramazan ayında bir gece vardır ki o gecede yapılan amel bin gecenin ibadetinden faziletlidir." [12]

Hz. Ali (a.s) halka şöyle buyuruyordu: "Ramazan ayında fazla dua edin; istiğfar edin. Çünkü dua vasıtasıyla sizden bela giderilir ve istiğfar vesilesiyle günahlarınız affedilir." [13]

Şabaniye Hutbesi

Hz. Ali (a.s) buyuruyor:

"Resulullah (s.a.a) bir gün bir hutbesinde bize şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Allah'ın ayı bereket, rahmet ve mağfiretle size varıp ulaşmıştır. Öyle bir ay ki Allah indinde her aydan daha üstündür. Gündüzleri en iyi gündüz; geceleri en üstün gece ve saatleri en iyi saatlerdir. Öyle bir aydır ki, o ayda Allah'ın misafirliğine davet edilmiş ve Allah'ın ikramına layık kimselerden kılınmışsınızdır. Nefeslerinizde tesbih, uykunuzda ibadet sevabı vardır. Bu ayda amelleriniz makbul ve dualarınız müstecap olur. 

O halde sadık niyetler ve temiz kalplerle sizleri oruç tutmaya ve Kur'ân okumaya muvaffak etmesi için Allah'ı çağırın (dua edin). Asıl kötü ve bedbaht kimse, bu büyük ayda Allah'ın mağfiretinden mahrum olan kimsedir. Açlık ve susuzluğunuzla kıyamet günündeki açlık ve susuzluğu hatırlayın. Fakir ve miskinlere sadaka verin. Büyüklerinize saygı gösterin. Akrabalarınıza sila-i rahim yapın (akrabalık hakkını koruyun), dilinizi tutun, gözünüzü haramdan koruyun ve kulağınızı haram olan şeyleri duymaktan sakındırın. Halkın yetimlerine şefkat gösterin ki sizin de yetimlerinize şefkat göstersinler. Günahlarınızdan tövbe edin ve namaz vakitleri dua için ellerinizi O'na doğru kaldırın; bu saatler Allah Teâlâ'nın halka rahmet gözüyle baktığı, münacatlarına icabet ettiği ve nidalarına "lebbeyk" dediği en iyi saatlerdir. Ey İnsanlar! Nefisleriniz amellerinizin rehinesidir. O halde istiğfar vasıtasıyla onları azad edin; sırtlarınız günahtan ağırlaşmıştır, uzun secdeler ederek yükünüzü hafifletin.

Bilin ki, Allah Teâlâ namaz kılanları ve secde edenleri azaplandırmamak ve kıyamette onları cehennem ateşiyle korkutmamak üzere kendi izzeti hürmetine and içmiştir.

Ey İnsanlar! Her kim bu ayda oruçlu bir mümine iftar verirse ona bir köle azat etmenin sevabı verilir ve geçmiş günahları affedilir."

Biri: "Ya Resulullah (s.a.a)! Bizim hepimiz bir mümine iftar verecek güçte değiliz." demesi üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu:

"Bir hurma tanesiyle veya bir içim suyla da olsa cehennem ateşinden kurtulmaya çalışın. Ey İnsanlar! Her kim bu ayda ahlakını iyileştirirse kıyamette sırat köprüsünden geçmesine müsaade edilir. Her kim bu ayda (emri altındaki) kölesinin işini hafifleştirirse Allah Teâlâ kıyamette onun hesabını kolaylaştırır.

Kim bu ayda şerrini halktan uzaklaştırırsa Allah Teâlâ kıyamette gazabını ondan uzaklaştırır. Kim bir yetime ikram ederse Allah da kıyamette ona ikram eder. Her kim akrabasıyla ilgilenir, ihsan eder üzerine düşen görevi yaparsa Allah da kıyamette onunla ilgilenir, ihsan eder, üzerine düşeni yapar. Kim de akrabasıyla ilişkisini keserse Allah Teâlâ kıyamette rahmetini ondan keser. Her kim bu ayda sünnet namaz kılarsa Allah Teâlâ onun hakkında ateşten beraatı (uzak olmayı) yazar. Her kim bu ayda bir farizayı yerine getirirse diğer aylarda yapılan yetmiş farizanın sevabı verilir ona. Her kim bu ayda bana fazla salâvat gönderirse, Allah Teâlâ kıyamette onun salih amellerinin terazisini ağırlaştırır ve her kim bu ayda Kur'an-ı Kerim'den bir ayet okursa diğer aylarda yapılan bir Kur'an hatmi (Kur'an bitirme) sevabı verilir ona. Ey İnsanlar! Bu ayda cennetin kapıları açılmıştır; Allah'tan o kapıları sizin yüzünüze kapatmamasını isteyin, (bu ayda) cehennemin kapıları kapanmıştır; Allah'tan, o kapıları (sizin yüzünüze) açmamasını isteyin, bu ayda şeytanlar bağlanmıştır; Allah'tan onları size musallat etmemesini isteyin."

Hz. Ali buyurur ki:

"Ben, Ya Resulullah! Bu ayda en iyi amel nedir? diye sorunca Resulullah (s.a.a), 'Ey Ebu'l Hasan! Bu ayda en iyi amel takva ve Allah'ın haramlarından kaçınmaktır." diye buyurdu ve ağlamaya başladı.

"Ya Resulullah niçin ağlıyorsunuz" diye sorduğumda ise şöyle buyurdu:

"Ya Ali, bu ayda sana karşı yapmayı helal bildikleri şey için ağlıyorum. Rabbine namaz kılarken geçmiş ve geleceklerin en kötüsü; Semud kavminin devesini yaralayanın kardeşinin sana doğru gelip kılıçla seni vurarak sakalını kana boyadığını görür gibiyim."

"Ben: ya Rasulallah, bu dinimin salim kalmasından mıdır?" diye sorunca Resulullah (s.a.a): "Evet bu, dininin salim kalmasındadır" cevabını vererek şöyle buyurdu:

"Ya Ali! Kim seni öldürürse beni öldürmüş olur, kim sana buğzederse bana buğzetmiş olur, kim sana küfrederse bana küfretmiştir. Çünkü sen gerçekten de kendi nefsin gibi bendensin, ruhun benim ruhumdur, ahlakın benim ahlakımdır. Doğrusu Allah beni ve seni bir (anda) yarattı, beni ve seni seçti, beni nübüvvete, seni de imamete seçti. Kim senin imametini inkâr etmiş olur. Ya Ali! Sen benim vâsim çocuklarımın (Hasan ve Hüseyin'in) babası, kızım Fatıma'nın kocasısın, hayatımda ve ölümümden sonra ümmetime halifemsin.

Buyruğun benim buyruğum, yasağın benim yasağımdır. Beni nübüvvetle gönderene ve yaratılmışların en hayırlısı kılana andolsun ki hiç şüphesiz sen, Allah'ın yarattıkları üzerine hücceti, sırrının emini ve kulları üzerine halifesin."*

Hadislerden de anlaşıldığı gibi, Ramazan ayı bereket ve fazilet dolu bir aydır. İbadet, kendini yetiştirme, dua, teheccüd ve nefsi eğitme ve mükemmelleştirme ayıdır. Bu ayda ibadet etmenin sevabı diğer aylarda yapılan ibadetlerin sevabından katlarca fazladır. Hatta müminin uyumasında, nefes almasında bile ibadet sevabı vardır. Bu ayda cennetin kapıları müminlerin yüzüne açık ve cehennemin kapıları ise kapalıdır. Allah'ın melekleri devamlı insanları Allah'a ibadet etmeye davet ederler; bilhassa ibadet ve ihyası (teheccüd için uyanık kalınması) bin gecenin ibadetinden daha hayırlı olan kadir geceleri ve seherleri yapılan ibadetler.

Allah bu ayda ziyafet vermiş ve herkesi ziyafete davet etmiştir. Bu davetin mesajını peygamberler getirmişlerdir. Oruçlu kimse, Allah'ın misifiridir ve bu misafiri ağırlayan elbette ki o "mutlak cömerttir." Melekler hizmetçi ve müminler de misafirlerdir. Allah'ın nimetlerinin sofrası genişçe açılmıştır "hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiç bir kalpten geçmeyen" çeşitli hediye ve ikramlar hazırlanmıştır. Allah'ın tevfiki her açıdan hazırdır; ancak bunun için bizim liyakatimiz olması gerekir. Gaflet edecek olursak kıyamette, hasret ve pişmanlığın fayda vermediği günde pişman oluruz.(ehlader)

Ayetullah İbrahim Emini

Kaynaklar

[1]- Vesail-u Şia, c.7, s.289.
[2]- Vesail-u Şia, c.7, s.290.
[3]- Vesail-u Şia, c.7, s.293.
[4]- Vesail-u ?ia, c.7, s.294.
[5]- Vesail-uş Şia, c.7, s.295.
[6]- Müstedrek-ul Vesail, c.1, s.590.
[7]- Vesail-uş Şia, c.7, s.118.
[8]- Vesail-uş Şia, c.7, s.118.
[9]- Vesail-uş Şia, c.7, s.117.
[10]- Vesail-uş Şia, c.7, s.119.
* - Dini kanun ve hükümlerin sahibi; maksat Allah ve Resulü'dür.
[11]- Bakara / 183.
[12]- Vesail-uş Şia, c.7, s.221.
[13]- Vesail-uş Şia, c.7, s.223.
* - Uyun'u Ahbar'ir Rıza, c.1, s.230, Revzat'ul Muttakin, c.3, s.277, Seyyid ibn. Tavus'un Sahihi İkbali, s.1, Şeyh Behai, Erbain, s.84, Bihar-ul Envar, c.96, s.356.

Allah’ın Adıyla

ABD’nin İran’a yönelik  nükleer anlaşmadan ayrılma da dahil son tehditlerini anlamak için aşağıdaki soruların  cevaplandırılması gerekir.

ABD, KOEP’i niçin  yetersiz bulup ayrıldı?

AB, Çin ve Rusya İran ile  yapılan nükleer anlaşma  olarak  bilinen KOEP(Kapsamlı Ortak Eylem Planı)  anlaşmasının  sürdürülmesinde niçin ısrar ediyorlar?

İran, bu anlaşmanın  ABD dışındaki beş ülkenin  bağlı kaldıklarını açıkladıkları  KOEP’in sürdürülmesi için niçin AB ülkelerinden  bazı garantiler vermesini istiyor? ABD’nin ayrıldğı KOEP niçin değerini kaybetmiştir?

Bu soruların cevabı anlaşma taraflarının izledikleri hedeflerinde gizlidir. Bu ülkelerin hedefi anlaşılmadıkça diplomatik açıklamaların ne anlama geldiğini anlamakta zorlanırız. Ve hatta bazen dünya ülkelerinin İran konusunda ABD’ye karşı dayanışma içerisine girdiği gibi bir yanılgıya kapılırız.

İRAN’IN KOEP İLE HEDEFİ VE BEKLENTİLERİ NEYDİ?

İran’ın hedefi kendisine yönelik çok yönlü haksız ve  zalimce yaptırımlardan kurtulmaktır. Bunun için İslam İnkılabından sonra ilk defa  uzlaşmasız tutumundan vazgeçerek ABD ile masaya oturmuş, birtakım ilkesel ödünler vererek KOEP  anlaşmasını imzalamıştır. İki yıldan fazla bir süre devam eden görüşmeler boyunca masaya yatırılan sadece  İran’ın nükleer teknolojisindeki kazanımları olmuştur. Buna karşılık başta ABD olmak üzere öteki ülkeler  ise normalde her ülkeyle sürdürdükleri  ekonomik-ticari ilişkilere tedrici olarak dönmeyi sadece  vaadetmişlerdir(!).

 Ayrı bir ifadeyle öteki ülkelerin taahhüdü  uluslararası hukuka karşı İran’a yönelik başlattıkları engellerin bir kısmını kaldırmaktır. Aslında taahhüt altına giren sadece İran’dır. Ötekilerin, daha doğrusu ABD ve AB’nin  taahhüt diye üstlendikleri ise zorbalıktan, sultacılıktan birkaç adım geri atmaktır. Rusya ve Çin zaten bu yaptırımlardan müztariptir ve kaldırılmasını kendi lehlerine görmekteler.

Uluslararası temaüllerin aksine önce İran’ın taahhütlerini yerine getirmesi istenmiş ve İran da nükleer teknolojide son yirmi yılda  elde ettiği kazanımlarının önemli bir bölümünü imha etmiş, tesisleri devre dışı bırakmış veya tatil etmiştir. Buna karşılık AB ülkeleri  (ABD değil) İrana uyguladıkları petrol satın alımı, gemicilik, sigortacılık ve İran’ın petrol-gaz  sanayisine  yatırımlar, makina satışı vb alanlardaki yaptırımları kısmen kaldırdılar. Yani bunda da kazanan taraf sadece İran değil, AB ülkeleri de İran pazarına yeniden girdiler.

ABD ise  taahhüt ettiği yaptırımları kaldırmadığı gibi başka bahanelerle  yeni yaptırımlar da başlattı. İran’a uygulanan en ağır ve onların deyişiyle “felç edici” yaptırım olan bankacılık dalındaki ambargo ise taahhüt etmelerine rağmen hiç bir zaman kaldırılmadı. Çünkü dünya ticareti Dolar üzerinden yapılmaktadır ve ABD’nin izni ve onayı olmadan dünya üzerindeki hiç bir banka İran’a veya  başka ülkelere Dolar transferi yapamaz ve KOEP’teki taahhütlere  rağmen yapmadılar.

ABD’NİN İRAN KONUSUNDAKİ HEDEFLERİ VE PLANLARI

ABD’nin hedefi İslam İnkılabının  zaferinden beri  İran’da kurulan anti emperyalist rejimi yıkmak, en azından kalkınmasını, başka ülke ve halkları etkilemesini engellemektir. Geçen kırk yıl içerisinde doğrudan sınırlı askeri müdahale, dolaylı savaş da dahil ekonomik, siyasal her türlü baskıyı, ablukayı yapmaktan kaçınmamış ve aleni olarak bu niyetini ilan etmiştir ve hala da bu hedef peşindedir.

ABD’nin nükleer anlaşma KOEP’e imza atması uysallaştığı için değil mecbur kaldığı içindi. Çünkü İran uranyumu yüzde %20 zenginleştirme teknolojisini yakalamakla  nükleer silah yapımına çok yaklaşmış(her ne kadar böyle bir niyeti olmadığını  defalarca açıklamış olsa da), bu teknoloji ile sanayisinin  öteki dallarını da  geliştirme aşamasına gelmişti. Bunun geçici olarak da olsa sekteye uğratılması gerekirdi ve birtakım vaadlerle buna ulaşmayı planlıyordu. Ve nitekim KOEP ile bu hedefine ulaştı ve artık sözünde durup taahhütlerine  uymasına gerek kalmamıştı.

Donald Trump veya onun konumunda bulunacak  herhangi bir Amerikan başkanının uluslararası siyonizmin baskısıyla bu anlaşmadan çıkabileceği beklenmeyen bir gelişme değildi. Çünkü ABD yüzyıla yakın bir zamandan beri uluslararası hiç bir taahhüdüne uymamıştır ve kendini uymak zorunda da görmüyor. Donald Trump, Dışişleri Bakanı Pompeo ve Ulusal Güvenlik Danışmanı  John Bolton’un İran’a yönelik son açıklama ve tehditleri  ABD’nin İran konusundaki  40 yıldan beri sürdürdüğü siyasetini  herhangi bir yoruma gerek duymadan gözler önüne sermektedir.

İmam Hamanei bu konuyu görüşmeler öncesi ve sırasında defalarca hatırlatmasına rağmen İran’ın müzakere heyeti bu uyarılara gereken dikkati göstermedi. İran’da yaygın  ifadeyle  İran’ın değerini nakit ödediği mal bir türlü gönderilmedi ve ödenen tutarın geri verilmesi zaten mümkün değildi. Binlerce santrifuj imha edilmiş, yenilerinin yapımı durdurulmuş, zenginleştirme tesisleri tatil edilmiş, Erak ağır su reaktörünün beyni beton ile doldurulmuş ve en kötüsü yüzlerce nükleer bilim adamı işsiz bırakılmış, yeni bilim adamlarının yetiştirilmesinin yolu fiilen kapatılmıştır.

AB AÇISINDAN  KOEP NİÇİN KORUNMALIDIR?

AB ülkelerinin ABD ile ortak hedefleri olduğu gibi ayrıldıkları  hususlar da vardır. İslam Cumhuriyetinin yıkılıp yerine Batı sultasında bir rejimin getirilmesi, İsrail’in varlığı ve güvenliğinin korunması, İran’ın bölgesel nüfuzunun durdurulması ve bölgeden çıkarılması, savunma sisteminin zayıflatılması, bu cümleden olarak  uzun menzilli balistik füzeleri üretimine son verilmesi vb konularda ABD ile AB arasında bir görüş ayrılığı yoktur. Görüş ayrılığı bu hedefe nasıl varılacağı konusundadır. ABD kaba güçle, tehditle, baskıları artırmakla  bu hedeflerin bir an önce gerçekleşmesini açıkca deklare ederken  AB bu hedeflere tedrici bir şekilde ulaşmanın daha az riskli olduğunu ileri sürmektedir.

AB açısından  KOEP bu hedefe varmak için en ideal araçtır.  Çünkü İslam Cumhuriyetinin  zorla yıkılmasına  İranlıların fırsat tanıyıp tanımayacağı kolay tahmin edilemez ve bu gerçekleşse bile yerine  gelecek rejimin ne kadar uysallık göstereceği de belirsizdir. Halbuki KOEP ile kontrol altında tutulacak İran rejimini  içten değiştirmek ve uysallaştırmak akla daha yakındır. AB’nin üç büyük ülkesi ve KOEP’i imzalayan İngiltere, Almanya ve Fransa liderlerinin Trump’ın KOEP’ten çıkmayı açıklaması ardından yaptıkları açıklama, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica  Mogherini  tarafından son günlerde yapılan  açıklama ve ileri sürülen şartlara dikkat edildiğinde AB ülkelerinin ne yapmak istedikleri, nasıl bir görev üstlendikleri daha iyi anlaşılmaktadır.

AB’nin   KOEP’i ayakta tutmak için çaba sarfettiği doğrudur. Ama bunu kendi itibarını korumak, uluslararası kurallara uymak ve  İran’a verilmiş taahhütleri gözetmek için değil bu anlaşmanın tümden iptal edilmesi durumunda İran’la nasıl başedileceğini kestiremedikleri içindir. İran üzerindeki amaçlarına ulaşmadan önce İran’ın vereceği tepki ve neler yapabileceğinden kaygılanmaktalar.

AB’nin İran hakkında ABD ile anlaşamadığı konulara İran’la ticari ilişkilerdeki çıkarlarını da eklemek gerekir. AB’nin onlarca milyar dolar ticareti varken  halbuki ABD’nin İran’la  kayda değer bir ticari ilişkisi bulunmamaktadır.

AB hiç bir zaman İran’ı ABD’ye tercih etmemiş ve bundan sonra da etmiyecektir. ABD ile olan ticaret hacmi ve ekonomik ilişkileri İran ile ilişkilerinden yüz kat daha fazladır. Buna ilaveten İran’a uygulanan yaptırımlar çok uluslu şirketler tarafından sürdürülmekte olup bu şirketlerin Avrupadaki şubeleri AB’den çok  ABD’ye bağlıdırlar ve ABD yaptırımları karşısında tutunamazlar.

Sonuç olarak denilebilir ki; KOEP anlaşması İran’ın lehine ve ABD ile AB’nin aleyhine olduğu için değil, İran’daki rejimi değiştirmek, İran’ın bölgesel nüfuzunu engellemek ve İsrail’in varlığını ve güvenliğini korumak için yeterli bulunmadığı için iptal ediliyor. KOEP onlar açısından bu hedefin ilk aşamasıydı ve yeni aşamalara da ulaşmak gerekir. ABD ile AB, aralarındaki görev bölümü uyarınca İran’a karşı iyi polis, kötü polis rolünü ifa etmekteler. Halbuki ikisinin de hedefi aynıdır: İran’dan daha fazla ödün koparmak, İran’ı daha fazla sıkıştırmak ve böylece bölgedeki sultalarını daha rahat bir şekilde sürdürmektir.

RUSYA VE ÇİN AÇISINDAN KOEP NİÇİN KORUNMALI?

Rusya ve Çin İran’la imzalanan KOEP anlaşması konusunda  AB  ve ABD ile farklı düşünseler de kendi çıkarları açısından onlar da İran’ın daha fazla ödünler vererek geri  adım atmasını  bekliyorlar. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ve Bakan yardımcısı Sergey Rybakov’un son günlerde   ABD’yi İran’ın içişlerine müdahale konusunda uyarmakla birlikte KOEP’in devamı için İran’ın balistik füzeler ve bölgesel konularda Batı ile görüşmesi gerektiğine dair ifadeleri İran’da rahatsızlık yaratmış bulunuyor. Hatta Suriye’de ittifak halinde  savaştıkları İran ve Hizbullah’ın bu ülkeden çıkma zamanı geldiğine dair Putin tarafından yapılan üstü kapalı açıklama Rusya’nın kendi çıkarlarını KOEP’e feda etmiyeceğini ve Batı ile İran yüzünden yeni bir gerginliğe girmek istemediğini gösteriyor. Bunun için hem KOEP’in devamını Rusya’nın çıkarları için destekliyor hem de İran’dan daha fazla ödün vermesini  bekliyor.

Çin ise Batı ve Rusya’dan farklı olarak güvenlik konularından ziyade herkesle kurmuş olduğu ekonomik-ticari ilişkilerini korumaya öncelik vermektedir. İran’la olan 50-60 Milyar Dolarlık ticari mübadele ABD, AB ve Fars Körfezindeki İran düşmanı Arap krallıklarıyla olan trilyon dolarlara varan ticari ve ekonomik ilişkilerle karşılaştırıldığında Çin’in nasıl bir tavır takınacağı açıktır. Çin de Rusya gibi KOEP’in ABD’siz devamını istemekte ve İran’a  Batı ile uzlaşma çağrısında bulunmaktadır.

SONUÇ VE YAPILMASI GEREKEN

ABD’nin KOEP’ten ayrılmasından sonra bu anlaşma İran’dan çok öteki ülkelerin lehine işleyecektir. Çünkü İran’a karşı yaptırımları başlatan ve sürdüren ABD ve kontrolündeki çok uluslu şirketlerdir. Trump’ın KOEP’ten çıkış açıklaması ardından TOTAL; British Petroleum ve Siemens gibi Avrupa orjinli çok uluslu şirketlerin İran’daki projelerden çekileceklerini açıklamaları AB’nin direnemeyeceğinin kanıtıdır. Bunun için İran’ın KOEP’te kalmak için öteki beş ülkeden ve özellikle de üç AB ülkesinden  garanti istemesi oldukça mantıklıdır. AB ülkeleri birkaç ay sonra yeniden ABD’nin dümen suyuna girer ve petrol alışını durdururlarsa KOEP’te kalmanın İran açısından hiç bir anlamı kalmaz. Ama AB ülkelerinin İran’ın ileri sürdüğü şartları ve garantileri yerine getirmesi imkansız görünüyor.

KOEP’in fiyasko ile sonuçlandığı ve İran için bu anlaşma öncesinden daha  kötü sonuçlar doğurduğu artık inkar edilemez.  Basiretsiz  siyasetçilerin Büyük Şeytan’dan  merhamet ve insaf beklemeleri, şeytana iyimser yaklaşmaları, ellerindeki nakiti verip veresiye vaatlere kanmaları ve İnkılapçı, uzlaşmasız  siyasetçileri diplomasi bilmezlikle  suçlamalarının ne kadar yersiz, yanlış olduğu bir kere daha ispatlanmış oldu.

Ortaya çıkan yeni durumda İran'da H.Ruhani  hükümetinden beklenen yaygın görüş fedakar ve sabırlı İran halkından özür dileyerek halkı  her alanda direnişe hazırlamak yönündedir.  İmam Hamanei tarafından yıllarca tekrarlanan “direniş ekonomisine” sıkı sıkıya sarılmak bunun ilk aşamasıdır. Şeytani güçlerin istedikleri konularda görüşmeleri  sürdürmenin  İran’a bir yararı olmayacağı gibi İslam İnkılabı  ve Direniş Cephesini  daha derin bataklığa sürmekten başka bir sonuç vermeyecektir.

“İntensurullah yensurkum ve yusebbit akdamekum= Allah’a yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve  sizi sabit kadem kılar” ilahi vaadi mutlaka gerçekleşecektir. İran ne zaman bu ilahi ilkelere sıkı sıkıya bağlandıysa Allah’ın nusretini görmüş izzet kazanmıştır, ve ne zaman bu ilkelerden uzaklaşmış müstekbir güçlerden medet  ummuşsa kaybetmiştir. Umut edilir ki KOEP İran’ın şeytani güçlerle  yaptığı son anlaşma olur.

Ziya TÜRKYILMAZ

İran lideri imam Ali Hamanei, ABD'nin çekildiği nükleer anlaşmanın devamı için İran'ın şartlarını açıkladı.
 
Başkent Tahran'daki konutunda ülkenin askeri ve siyasi liderlerini kabul eden imam Hamanei, devlet televizyonunda yayınlanan konuşmasında, nükleer anlaşma konusuna ve ABD yönetiminden gelen İran aleyhindeki açıklamalara değindi.

ABD'nin İran'a karşı derin düşmanlık beslediğini ancak devrimden bu yana ABD'nin rejime karşı yaptığı tüm saldırıların başarısızlıkla sonuçlandığını belirten imam Hamanei, devlet yetkililerinin görevlerini layıkıyla yerine getirmeleri halinde Washington'un şimdiki saldırılarının da başarısızlığa mahkum olduğunu ifade etti.

ABD'NİN İRAN'DA REJİM DEĞİŞİKLİĞİ HEDEFİ

ABD yönetiminin nükleer anlaşmadan ayrıldıktan sonra İran'a karşı attığı adımların rejim değişikliğini hedeflediğine yönelik söylemlere değinen imam Hamanei, "Bu yeni bir şey değil. Devrimden bu yana kurdukları bütün komploların amacı rejimi devirmekti ancak bütün bunlarda Tom ve Jerry hikayesinin meşhur kedisi gibi başarısız oldular" dedi.

ABD'nin sadece mevcut Başkan Donald Trump döneminde değil önceki dönemlerde de hiçbir zaman taahhütlerine bağlı kalmadığına dikkati çeken imam Hamanei, "İran, uluslararası bir anlaşmayı kolaylıkla ihlal eden bir hükümetle etkileşim kuramaz" ifadesini kullandı.

Imam Hamanei, ABD Başkanı Trump'ın da önceki ABD Başkanları George Bush, Ronald Reagan gibi selefleriyle aynı kaderi paylaşacağını ve tarihte kaybolacağını söyledi.

Imam Hamanei, anlaşmaya imza koyan diğer Avrupa ülkeleri İngiltere, Fransa ve Almanya'yı da "hassas konularda ABD'yle ortak hareket etmek"le suçladı.

İRAN'IN ŞARTLARI

Imam Hamanei, nükleer anlaşmanın devam etmesi için Avrupa ülkelerine İran'ın şartlarını şu şekilde sıraladı:

- İran'ın Ortadoğu'daki faaliyetleri ve balistik füze programının sorgulanmaması,

- Nükleer anlaşmadan ayrılarak 2231 sayılı kararı ihlal eden ABD'ye karşı yeni bir karar çıkarılması,

- ABD'nin İran aleyhindeki her türlü yaptırıma karşı konulması,

- İran'ın petrol ihracı ve Avrupa bankalarıyla ilişkisi konusunda garanti verilmesi.

"AVRUPA ONAYLAMAZSA..."

Imam Hamanei, Avrupa'nın bu şartları sağlayamaması halinde İran'ın nükleer faaliyetlerine yeniden başlama hakkının saklı olduğunu sözlerine ekledi.