کارگر

کارگر

Allah’ın Adıyla

 

İran-ABD ilişkileri aslında çok da karmaşık değildir. Bir tarafta küresel bir güç ve karşısında bu küresel gücün sultasını kabul etmeyen, buna karşı direnen ve kısmen de olsa  bölgesel planlarını etkisiz hale getiren bir batı Asya ülkesi.

ABD  dünya üzerinde tarih boyunca ilk defa bu çapta ve derinlikte sulta  kurabilmiş tek ülkedir denebilir. Gelmiş geçmiş hiçbir imparatorluk ülkeler üzerinde bu çapta ve derinlikte etkili olamamıştır. Önceki imparatorluklar genellikle işgal ettikleri ülkelerin ordularını yenmek ve katliamlar yapmak suretiyle veya  dini inançları istismar ederek ülkeler  işgal etmiş olsalar da hep yabancı bir unsur olarak görülmüşlerdir ve sonunda işgal ettikleri ülkelerden çekilmek zorunda kalmışlardır.

ABD’NİN AVANTAJI

ABD önceki imparatorlukların tüm olumsuz özelliklerini taşımakla birlikte askeri, siyasal, bilimsel, teknolojik, ekonomik ve medya üstünlüğü/dezenformasyon gücü avantajlarını da kullanarak bu sultasını daha kolay bir şekilde sürdürmektedir. Çoğu ülke ABD’nin sultasını isteyerek ve buna kendisini  mecbur hissederek kabullenmekte ve halklar bazında ise “Amerikan Yaşam Tarzı” gönüllü olarak benimsenmektedir. ABD bu avantajını sonuna kadar kullanarak bazen çok az bir bedel ödeyerek sultasını daha da güçlendirmektedir. ABD nüfuz ve sultasını önceki imparatorluklar gibi ülkeler işgal ederek değil kaba güce ilaveten psikolojik gücünü de kullanarak zihinleri de işgal etmektedir.

İRAN’IN BAŞKALDIRIŞI ve ABD BASKILARININ BAŞLAMASI

Ve işte böyle bir müstekbir(kendini her açıdan başkalarına üstün gören) imparatorluğun sultasından 38 yıl önce bir halk devrimiyle kurtulmuş olan İran  bağımsızlığını korumaya çalışırken başkalarına da örneklik teşkil etmekte, bağımsızlık peşinde olan halklara ve ülkelere  ilham kaynağı olmaktadır. Daha da ileri giderek şimdilerde  en azından Batı Asya bölgesinde müstekbir ABD ve bölgesel işbirlikçilerine karşı direniş cephesi oluşturmakta, direnişçi devlet ve gruplara gücü nispetinde askeri danışmanlığa ilaveten lojistik vs.yardımı yapmakta, direnişçiler lehine  diplomasi alanındaki yeteneğini/kapasitesini kullanmakta, direnişçiler arasında koordinasyon/işbirliği ortamı sağlamaktadır.

ABD kırk yıla yakın bir süreden beri İran’ı bu devrimci duruşundan vazgeçirmek, devrimi yenilgiye uğratmak için yapmadığı eylem, başvurmadığı söylem kalmamıştır. Askeri darbe girişimi, doğrudan müdahale ile gemi batırma, iç savaş çıkarma, yolcu uçağı düşürme, Saddam aracılığıyla sekiz yıl süren savaşa sürükleme, çok yönlü ekonomik yaptırımlar uygulama, komşu ülkelere askeri üsler kurarak kuşatma altına alma, tehdit etme, ülke içindeki iktidar düşkünü ve devrim düşmanlarını organize ederek halk arasında fitne çıkarma ve akla gelebilecek her türlü yola başvurmuş, ama bir türlü amacına ulaşamamıştır.

İran’ın ABD’nin bu saldırı ve komplo planlarını etkisiz hale getirerek ayakta kalması ve son yıllarda eskisine göre daha güçlü bir şekilde direnmesi  ABD tarafından görmezden gelinecek, kabul edilecek bir durum değildir  kuşkusuz. Kendisi okyanus  ötesinden gelip bölgeye açıkca müdahale ederken İran’ın kendi komşularının, dindaşlarının davetiyle onların dertleriyle dertlenmesini başka ülkelere müdahale olarak  nitelemekte, İran’ın anayasal  bir güvenlik gücü olan Devrim Muhafızları Ordusunu terörist ilan etmekte, kendisi her türlü konvansiyonel ve nükleer füzeye sahipken İran’ın iki-üç bin kilometre menzilli füzelerini  dünya barışına tehdit olarak tanıtmaktadır.

ABD TEK STRATEJİ FARKLI TAKTİKLER UYGULAMIŞTIR

İran konusunda Amerika’da işbaşına gelmiş geçmiş hükümetler arasında hiçbir fark yoktur. Donald Trump hükümetinin son sıralarda İran’a karşı çılgınlığın dozunu artırması ona mahsus bir tavır olmayıp ABD’nin bölge üzerinde sulta kurmak için son 15-20 yılda kendi ifadeleriyle 6 Trilyon Dolar harcamasına ve binlerce askerini kaybetmesine rağmen başarılı olamamasının verdiği acının bir tür dışa vuruşudur.

ABD son yıllarda İran’ı  savaş ve baskıyla yenilgiye uğratmak stratejisi yerine, görüşme masasına çekere tedrici bir şekilde sulta sistemine entegre etmek vb girişimlerle frenlemeyi, kontrol etmeyi planlamaktadır. Nükleer görüşmeler bu doğrultuda atılmış adımlardan biri olup maalesef İran içinde de bu komplo planına tav olanlar çıkmıştır. Bu yüzden de ABD ile yapılan doğrudan nükleer görüşmeler ve sonuç vermeyen anlaşma  İran’a ve İslam Devrimine pahalıya mal olmuştur.

Amerikalılar açısından nükleer anlaşmanın içeriğinden çok İran’ın ABD ile masaya oturması öncelikli tercih ve daha önemlidir. Çünkü ABD herkesten daha iyi biliyor ki, İran’ın nükleer programı  askeri amaçlı olmayıp sivil nükleer teknolojiden ibarettir , NPT anlaşmasına bağlıdır ve UAEK’nun sıkı bir kontrolü altındadır. İran’ın nükleer programından sapma olmasından da asla korkmamaktadır. Asıl korktuğu İran’ın uzlaşmasız tavrı ve uluslar arası toplum denilen sulta sistemine entegre olmamasıdır.

ABD nükleer anlaşma ile İran’ın nükleer faaliyetlerini büyük çapta durdurmuş, tesislerden bir çoğunu etkisiz hale getirmiş ve hepsinden önemlisi İran’ı masaya oturtarak uzlaşmaz duruşundan ödün verdirmiş olmasına rağmen kendi taahhütlerinin hiç birine uymamıştır. Dahası önümüzdeki haftalarda İran’a daha ağır yaptırımlar uygulamaya hazırlanmaktadır. Sebebi ise İran’ı bölgesel  meseleler (Suriye, Irak, Yemen, Lübnan)  ve İran’ın füze sistemi  konusunda yeni görüşmeler yapmaya zorlamaktır. Çünkü İran’ı ancak masa başında, görüşmeler aracılığıyla yola getireceğine inanıyor.

Suudi Arabistan gibi bağımlı rejimleri İran aleyhinde silahlandırmaları ve yeni tahrikler başlatmaları da savaş başlatacakları için değil İran içindeki bazı kesimler aracılığıyla baskı uygulamak suretiyle İran’ı yeniden  masa başına çekmek amaçlıdır.

İMAM HAMANEİ AMERİKAN PLANININ FARKINDADIR

 İslami Devrim Lideri İmam Hamanei  18 Ekim’de bir grup seçkin öğrenciye yaptığı konuşmada bu hususa dikkat çekerek şöyle diyordu:

“Nükleer görüşmeler sırasında anlaşma sağlanırsa düşmanlıkların( Amerikan düşmanlığının) ortadan kalkacağı telkin ediliyordu, ne oldu?  Anlaşma yaptık, ama düşmanlıklar daha da arttı. Bugün yeniden sakın mesela falanca hususta  anlaşmadığımız için şöyle oldu böyle oldu gibi sözler ileri sürülmeye kalkışılmasın. Bunlar düşmanların planladığı telkinlerdir, bu gibi telkinlere önem vermemeliyiz, kendi maslahatımızı kendimiz belirlemeli ve anlamalıyız, düşmanların sözüne kanmamalıyız, onların etkisinde kalarak konuşmamalıyız”.

Nükleer görüşmeler 5+1 ülkeleriyle her ne kadar 2003 yılından beri yapılmaktaydıysa da ilk defa 2013 yılında Hasan Ruhani hükümeti “küresel köyün muhtarı” olarak nitelediği ABD ile doğrudan görüşmeler başlatma isteğini ortaya koyduğunda İmam Hamanei açık bir şekilde ABD ile görüşmelerden bir sonuç alınacağına inanmadığını ifade etmiş ve ABD’ye güvenilemiyeceğini vurgulamıştı. Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı Zarif, İmam Hamanei’nin bu tavsiyesini kulak ardı ederek bu görüşmelerle düşmanlıkları gidereceklerini öne sürmüşlerdi.

Ancak görüldüğü üzere görüşmeler yoluyla ABD’nin İran’a düşmanlığı giderilmediği gibi üç yıl öncesine göre kat kat artmıştır. Şimdi de bölgesel konularda ABD ile görüşmelere oturmazsak ABD İran’a karşı savaş başlatacak telkinleri aynı çevrelerce yayılmaktadır. İmam Hamanei 18 Ekim konuşmasında bu iddialara da dikkat çekerek şöyle diyordu:

“Herkes kesin olarak bilsin ve inansın ki, ABD bu defa da İran’ın devrimci halkı karşısında yenilecektir. ABD’nin hile ve oyunları hususunda gaflet etmemeliyiz. Askeri bir savaş çıkmıyacaktır, ancak tehlikesi savaştan daha az olmayan meseleler gündemdedir, bunu tahmin etmeli ve meydanda hazırlıklı olmalıyız”

İran içindeki bazı Batıcı ve devrim düşmanı çevreler ABD’nin Devrim Muhafızları Ordusu’nu terörist güç olarak ilan etmesini tehlikeli sonuçlar doğuracak bir tehdit olarak değerlendirmektedir. Her ne kadar böylece  başka amaçlar gütmekte ve düşmanın telkinlerini yaymaktalar. İmam Hamanei bu hususta ise şöyle diyordu:

“ABD İran’daki güç unsurlarına düşmandır. Düşmanın tehditlerinin aksine bu unsurlar daha da güçlendirilmelidir. Füze gücü düşmanın inadına her geçen gün biraz daha artırılmalıdır”

İmam Hamanei 18 Ekim konuşmasında dış düşmanlardan çok içteki gafilleri muhatap almakta ve kesin bir ifadeyle ABD ile bölgesel meseleler, Devrim Muhafızları Ordusu ve füze gücü konularında görüşme yapılmaması gerektiğini vurgulamaktadır.

Halbuki ABD nükleer görüşmeler ve anlaşma ile elde ettiği kazanımları yeni görüşmelerle sürdürmeyi planlamaktadır.

NÜKLEER ANLAŞMANIN GELECEĞİ

ABD’nin nükleer anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmemesiyle bu anlaşma zaten daha şimdiden bitmiş sayılır ve hiçbir itibarı kalmamıştır. AB ülkeleri, Rusya ve Çin’in bu anlaşmaya bağlı kalacaklarına dair açıklamalarının da bir anlamı kalmamıştır. Çünkü ABD istemedikten sonra bu ülkelerdeki hiçbir banka ve büyük şirket İran ile çalışmaya cüret edemez ve yaptırımları uygulayanlar da özel sektöre, çok uluslu şirketlere bağlı kurum ve kuruluşlardır.

Ekonomik-ticari kuruluşların özel sektörün kontrolündeki AB ülkeleri ister istemez kendi çıkarlarını korumak ve Amerikan hışmından korunmak ABD’ye uymak zorunda kalacaklardır. Rusya ve Çin gibi devletler zaten daha önce de İran ile ekonomik ilişkilerini sürdürmekteydiler ve bundan sonra da çıkarları gereği sürdüreceklerdir.

Trump hükümetinin nükleer anlaşmada yeni düzenlemeler veya eklemeler yapılmasını ileri sürmesi kesinlikle kendi lehine olan  bu anlaşmayı  bozmak amaçlı olmayıp bir defa masaya oturttuğu İran’la  başka konularda görüşmeler yapmaya, yeni tavizler koparmaya ve İran’ı kendi kontrolündeki sulta sistemine entegre etmeye yöneliktir.

İran ise bunun farkında olarak ya direnişe devam ederek nükleer anlaşma hatasını tekrarlamaktan kaçınacaktır ya da nükleer görüşme yanlılarının hatasını tekrarlıyarak yeniden masaya oturacak, böylece direnişin fatihasını okuyacak ve İslam devriminin ilkelerinden yeni ödünler verecektir.

Ziya TÜRKYILMAZ

Perşembe, 23 Kasım 2017 13:08

Namazın Merhaleleri

Allah'a ibadet ve tapınma da böyledir ve herkes bir nedenle Allah'a ibadet eder...

Eğer bir çocuğa, Allah'a ibadet ve tapınma da böyledir ve herkes bir nedenle Allah'a ibadet eder..."babanı anneni niçin seviyorsun?" diye soracak olursak, "bana şeker, elbise ve ayakkabı aldığı için"der fakat eğer genç birisine", niçin onları seviyorsun?" diye soracak olursak, "çünkü anne ve babam benim kişiliğimin belirtisi, beni eğiten ve benim için yakınan kişilerdir" der.

Çocuk her ne kadar büyürse valideyniyle ünsiyet kurmak onun için bir o kadar tatlı gelir; artık ayakkabı ve şapkayı düşünmez. Nice evlatlar vardır ki anne ve babalarına hizmeti kendileri için bir kemal ve Allah'a yaklaşmak için bir vesile bilirler ve maddiyat ötesi düşünürler. 

Allah'a ibadet ve tapınma da böyledir ve herkes bir nedenle Allah'a ibadet eder. İbadetin merhaleleri vardır:
 

Birinci basamak: 

Bazıları, Allah'ın nimetlerinden dolayı ve O'nun şükrünü yerine getirmek için O'na ibadet ederler. Nitekim Kur'an-ı Kerim de genel halka hitaben şöyle buyuruyor: 

"O halde Sizi açlıktan kurtaran ve korkudan güvence veren bu evin Rabb'ine ibadet etsinler." (Kureyş 3)

Şükür ibadeti ismini verdiğimiz ibadetin birinci basamağı, tıpkı anne ve babasını ayakkabı ve şeker satın aldığı için seven çocuğun sevgisi gibidir!
 

İkinci basamak:

 Bu merhalede, insan ibadetin sonuç ve bereketlerinden dolayı Allah'a ibadet eder; namazın ruhî ve manevi etkilerini göz önünde bulundurur; nitekim Kur'an-ı Mecid buyuruyor ki:
 "Doğrusu namaz kötülüklerden ve iğrenç şeylerden alıkoyar." (Ankebut, 45)
 Gelişim ibadeti diye adlandırdığımız ibadetin bu merhalesi ise aynen anne ve babasına kendisini eğittiği, yetiştirdiği, tehlikelerden ve sapmalardan koruduğu için saygı duyan gencin sevgisi gibidir.
 

Üçüncü basamak: 

Önceki merhaleden daha yüksek bir seviyede yer alan bu merhalede Allah Teâlâ'nın Musa'ya "Beni anmak için namaz kıl" buyurmaktadır. Hz. Musa (a.s), namazı, su ve ekmek için kılmıyordu. Kötülük ve çirkinliklerden korunmak için de kılmıyordur.

Çünkü o esasen mide perestelik ve kötülüklerden uzaktı. O, ulu'l azm peygamberlerden biriydi ve namazı Allah Teâla'yla ünsiyet kurmak ve Allah'ı anmak için kılıyordu. Allah'ın velileri için Allah Teâla'yla ünsiyet kurmak, ibadet için en geçerli delildir.
Evet, çocuklar bir toplantıda daha iyi ağırlanmak için meclisin başında toplumun ileri gelenlerinin yanında otururlar! Fakat bazıları da var ki ileri gelen kişilerin yanında oturmayı onlardan manevî istifade etmek için isterler ve ağırlanmaya hiç önem vermezler. Bilginlerle ünsiyet kurmak onlar için bir değerdir.
 

Dördüncü basamak: 

İbadetin en yüksek ve en üstün merhalesidir. İbadet; şükür, kemale ermek ve ünsiyet kurmak için değil, kurb ve Allah'a yakınlaşmak içindir. Kuran-ı Kerim'de dört ayet vardır ki kim bu ayetleri okursa secde yapması farz olur. Bu ayetlerden birinde ibadet aracılığıyla Allah'a yakınlaşmak söz konusu edilmiş ve "Secde et ve yaklaş" buyrulmuştur. (Alak, son ayet)
 Her halükârda, ibadetin, insanların marifet ve imanına göre derece ve merhaleleri vardır.
 

İbadetin Siması 

* İbadet ve kulluk, Resul-i Ekrem'i (s.a.a) miraca çıkardı:
 "Geceleyin kulunu Mescid-i Haram'da Mescid-i Aksa'ya götüren münezzehtir." (İsrâ, 1)
 * İbadet meleklerin inişi için zemin hazırlar; "-Vahyi melekler vasıtasıyla- kulumuza indirdik." (Bakara,23)
 * İbadet insanın duasının kabul olmasına neden olur, çünkü namaz Allah'ın ahdidir. "Ey Adem oğulları! Ben size and vermedim: şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana ibadet edin; doğru yol budur"
 *Ve kim Allah'ın ahdine uyarsa, Allah da onun ahdine vefa gösterir; "Bana verdiğiniz sözü tutun ki ben de size verdiğim sözü tutayım." (Bakara, 40)
 * Allah'a ibadet etmeyen bir insan taş ve diğer cansız varlıklardan daha alçaktır; çünkü Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
 "Gerçekten öyle taşlar var ki Allah korkusundan yere düşer." (Bakara, 74)
 

Fakat bazı insanlar da vardır ki varlık aleminin kaynağı ve yaratıcısı karşısında eğilmez, itaat etmezler.
 * İbadet insanın irade ve kişiliğinin belirtisidir. Bir insan içgüdü ve eğilimler arasında yer alınca onlara sırt çevirip Allah'a doğru giderse değer kazanır; nitekim şehvet ve gazapları olmayan melekler sürekli ibadet halindedirler.
 * İbadet, yeryüzünün en tanınmaz, bilinmez insanını gökyüzünün en meşhur kişisi yapar.
 * İbadet, yani tüm varlığa kuşbakışı bakmak.
 * İbadet, yani insanın içinde gizli olan manevi ve irfani kabiliyetlerin ortaya çıkışı.
 * İbadet, iradî ve iktisabî olmayan ailevi değerlerin veya insanın içindeki kabiliyetlerin aksine irade ve kendi isteğiyle elde ettiği bir değerdir.
 * İbadet, insanın Allah Teâla'ya ahdini yenilemesi ve manevi hayatın canlılığını korumasıdır.
 * İbadet, günahlar karşısında bir engel ve günahların etkilerini gideren bir etkendir. Günahı bilmek değil, Allah'ı anmak ve O'nu zikretmek günahları engeller.
 * İbadet, ruh kapasitesinin Allah'ın zikriyle doldurmaktır; eğer bu kapasite O'ndan başkasıyla dolacak olursa insanlık cevherine zulmedilmiş olur.
 * İbadet, toprak zemine öyle bir değer kazandırır ki ona taharetsiz girmek mümkün olmaz; aynen cami, Kâbe ve Kudüs gibi.
 * İbadet ve kulluk bir değerdir; dua ve niyazlarımız kabul görmese bile bu böyledir.
 * İbadet hem sevinçte, hem üzüntüde varlığını koruyan bir gerçektir Peygamberine Kevser'i verince ona namaz kılmasını tavsiye ediyor: "Biz sana Kevser'i verdik. O halde Rabbin için namaz kıl." Kevser.
 

Yine zorluk ve sıkıntılarla karşılaştığında da namaz kılmayı emrediyor: "Sabır ve namazla yardım dileyin." (Bakara, 45)
 

Sıkıntıları Gideren Namazlar 

İslam dini, bir hacet ve sıkıntımız olduğunda belli başlı namazları kılarak Allah'tan sıkıntımızı gidermesini dilememizi emrediyor.
 Burada örnek olarak bu namazlardan birine değinelim.
 

Cafer-i Tayyar Namazı 

Cafer-i Tayyar, Hz. Ali'nin (a.s) kardeşidir. Habeşistan'a hicret ettiğinde delil ve davranışlarıyla Habeşistan kralı Necaşi'yle çok sayıdaki bir grubun kalbini İslam dinine meyillendirip Afrika kıtasında İslam'ın temelini atmıştır.
 O, Mute savaşında Allah yolunda iki ellerini kaybetmiş ve Allah Teala onun yerine ona cennette iki kanat vermiştir; işte bu nedenle "Cafer-i Tayyar" diye meşhur olmuştur. Cafer, Habeşistan'dan dönünce Resul-i Ekrem (s.a.a) ona, "sana değerli bir hediye vermemi ister misin?" diye sorunca, insanlar peygamber efendimizin ona altın veya gümüş vereceğini sanarak o hazretin vereceği hediyeyi görmek için toplandılar. Fakat Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: 

"Sana öyle bir namaz hediye ediyorum ki, bu namazı her gün kılacak olursan senin için dünya ve dünyada bulunan tüm şeylerden daha hayırlıdır ve eğer her gün veya her Cuma günü veya her ay ya da her yıl kılacak olursan Allah Teâlâ iki namazının arasındaki günahlarını arası (bir yıl olsa bile) affeder." (Bihar, c. 18, s. 421)
 

İmam Sadık (a.s) buyuruyor:

"Bir sıkıntı veya sorununuz olduğu zaman Cafer-i Tayyar namazını kıldıktan sonra dua edin; bu durumda inşallah duanız kabul görür." 

Bu namaz muteber senetlerle Şia ve Ehl-i Sünnet'ten nakledilmiş ve "büyük iksir" veya "simya" ismini almıştır. (Bihar-ul Envar, c.91, "Fazl-u Salat-i Cafer"babı) 

Bu namazın kılınış tarzı Mefatih-ul Cinan kitabının baş tarafında, Cuma gününün amelleri bölümünde, Ehl-i Beyt imamlarının namazlarının beyanından sonra açıklanmıştır. Elbette bu namaz, sıkıntıların giderilmesi için kılınması tavsiye edilen on namazdan birisidir. Son zamanlarda, yaklaşık üç yüz elli namazı isim ve kılınış şekilleriyle içeren Müstehap Namazlar adında bir kitap yazılmıştır; bu kadar çeşitli namazın varlığı ve her münasebetle bir namazın rivayet edilmiş olması da namazın önemini göstermektedir.
 

Namaz ve Önderlik

 Namaz ilahi önderler tarafından ikame edilecek olursa, zulüm ve zorbalığı yok eder. İmam Rıza'nın (a.s) bayram namazı öyle bir heybet ve azametle başladı ki zalim hükümet titreyiverdi ve bu namaz bittiğinde Abbasoğulları'nın hükümetinin de biteceğini anladı, dolayısıyla Memun, İmam'ı yolun yarısından geri çevirmelerini emretti. Müslümanların bu günkü namazlarının bir etkisinin olmayışının delili, Kur'an-ı Kerim'in bir bölümüne uyulması ve diğer bir bölümünün ise unutulmuş olmasıdır. çünkü Kur'an-ı Kerim buyuruyor ki: "Namazı kılın, zekâtı verin ve peygambere itaat edin." Nur, 56.
 

Bugün bazıları namaz kılıyorlar, fakat zekât vermiyorlar. Bazılarıysa namaz kılıp zekât vermelerine rağmen kâfirlerin velayetini kabul etmişlerdir. Başka bir tabirle, Allah'a inanıyorlar, fakat küfrü reddetmiyorlar ve bu ise eksik bir imandır. 

Oysa Allah Teâla şöyle buyuruyor "Kim tağutu reddeder de Allah'a inanırsa, muhakkak ki o, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır." Bakara, 256.
 Yani hem tağutu reddetmek ve hem de Allah'a iman etmek gerekmektedir; fakat bu gün Müslümanlar küfür ve zalimlerden beri olduklarını ilan etmeyi unutmuşlardır. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim zalimlere müracaat edenler hakkında, "onlar mümin olduklarını sanırlar" buyurmaktadır:
 "İman ettiklerini sananları görmedin mi?" (Nisa, 60)

EHLADER

İmam  Hamanei  Gönüllü Halk Seferberlik Güçleri (Besic) ile gerçekleştirdiği görüşmede, Amerika’nın bölgede aldığı yenilginin İslam İnkılabının mucizesi olduğunu belirterek; “İmam Humeyni’yi görmemiş, onu ziyaret etmemiş ve İnkılap ile kutsal savunma dönemlerinde olmamış gençlerin, bugün savaş meydanlarında hazır olması ve bölgeyi bu kadar etkilemesi, gerçekten İnkılabın bir mucizesidir” dedi.

“Bölgede İslam Cumhuriyeti, yani siz gençler müstekbir Amerika’yı yenmeyi başardınız” diyen İslam İnkılabı Rehberi; “Düşmanın tüm çabası, çizdikleri sınırlar, bölgedeki plan ve senaryoları İslam inkılabının düşüncesini bölgede yok etmek ve halkları direnişten uzaklaştırmak içindir” ifadelerini kullandı.

İslam İnkılabı Rehberi, Suriye ve Irak’ta düşmanın direniş aleyhinde başlattığı savaşın başarısızlıkla sonuçlandığını belirterek; “Bunu siz gençler başardınız.” dedi.

Düşman unvanının sürekli tekrarlanması dolayısıyla rahatsız olan şahıslar, onların buldukları fırsatta bize darbe vurma konusunda bir an bile taallül etmeyeceğini anlayamıyor, böylece mantıklı bir ilkeye göre de yaptığımız bir davranış veya dile getirdiğimiz herhangi bir ifade ile saflarımızın güçsüz olduğunu düşündüğü için düşmanı saldırmaya teşvik etmemeliyiz.

Umutsuzluğa kapılan kesim de iyi bilmelidir ki şimdiye dek İslam Cumhuriyeti'nin güçlü tutumu neticesinde ABD, Siyonizm ve bölgedeki irtica hareketlerinin art arda yaptığı komploları, etkisiz hale getirilmiştir ve bunlardan birisi IŞİD'in mahvedilmesiydi, acaba bu "biz başarabiliriz" ifadesinin ispatı değil mi? Bu ifadenin sırf ideolojik bir anlam taşımamasıyla birlikte İran milletinin kendi gözü ve tüm varlığıyla bizzat hissedilmiştir. Allah'ın lütfü sayesinde yakın bir gelecekte ekonomik, politik, bilimsel, toplumsal ve kültürel alanlardaki tüm amaçlarımıza ulaşarak genç kesimlerimiz, ekonomik sorunları ortadan kaldırıp bilimsel gelişmelerimizi arttıracaktır ve böylelikle toplumda Kur'ani ve kültürel değerleri hayata geçirecektir.

Yetenekli ve mümin gençler, düşmanların yeni taktiklerine karşılık vermeye hazır olarak, önlem alıp düzgün bir yanıt verme yolu ile görevini yerine getirmelidir.  

İmam  Hamanei  Gönüllü Halk Seferberlik Güçleri (Besic) ile gerçekleştirdiği görüşmede, Amerika’nın bölgede aldığı yenilginin İslam İnkılabının mucizesi olduğunu belirterek; “İmam Humeyni’yi görmemiş, onu ziyaret etmemiş ve İnkılap ile kutsal savunma dönemlerinde olmamış gençlerin, bugün savaş meydanlarında hazır olması ve bölgeyi bu kadar etkilemesi, gerçekten İnkılabın bir mucizesidir” dedi.

“Bölgede İslam Cumhuriyeti, yani siz gençler müstekbir Amerika’yı yenmeyi başardınız” diyen İslam İnkılabı Rehberi; “Düşmanın tüm çabası, çizdikleri sınırlar, bölgedeki plan ve senaryoları İslam inkılabının düşüncesini bölgede yok etmek ve halkları direnişten uzaklaştırmak içindir” ifadelerini kullandı.

İslam İnkılabı Rehberi, Suriye ve Irak’ta düşmanın direniş aleyhinde başlattığı savaşın başarısızlıkla sonuçlandığını belirterek; “Bunu siz gençler başardınız.” dedi.

Düşman unvanının sürekli tekrarlanması dolayısıyla rahatsız olan şahıslar, onların buldukları fırsatta bize darbe vurma konusunda bir an bile taallül etmeyeceğini anlayamıyor, böylece mantıklı bir ilkeye göre de yaptığımız bir davranış veya dile getirdiğimiz herhangi bir ifade ile saflarımızın güçsüz olduğunu düşündüğü için düşmanı saldırmaya teşvik etmemeliyiz.

Umutsuzluğa kapılan kesim de iyi bilmelidir ki şimdiye dek İslam Cumhuriyeti'nin güçlü tutumu neticesinde ABD, Siyonizm ve bölgedeki irtica hareketlerinin art arda yaptığı komploları, etkisiz hale getirilmiştir ve bunlardan birisi IŞİD'in mahvedilmesiydi, acaba bu "biz başarabiliriz" ifadesinin ispatı değil mi? Bu ifadenin sırf ideolojik bir anlam taşımamasıyla birlikte İran milletinin kendi gözü ve tüm varlığıyla bizzat hissedilmiştir. Allah'ın lütfü sayesinde yakın bir gelecekte ekonomik, politik, bilimsel, toplumsal ve kültürel alanlardaki tüm amaçlarımıza ulaşarak genç kesimlerimiz, ekonomik sorunları ortadan kaldırıp bilimsel gelişmelerimizi arttıracaktır ve böylelikle toplumda Kur'ani ve kültürel değerleri hayata geçirecektir.

Yetenekli ve mümin gençler, düşmanların yeni taktiklerine karşılık vermeye hazır olarak, önlem alıp düzgün bir yanıt verme yolu ile görevini yerine getirmelidir.  

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Soçi'de Sanatoryum Rus'ta, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Suriye konulu üçlü zirvenin ardından ortak basın toplantısı düzenledi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, burada yaptığı konuşmada, "2254 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararında tanımlandığı üzere, Suriye halkının öncülüğünde ve sahipliğinde yürütülecek kapsayıcı, özgür, adil ve şeffaf bir siyasi sürecin hayata geçirilmesine yardımcı olmak husunda görüş birliğine varmış bulunuyoruz." dedi. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Suriye'nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüyle, ülkemizin milli güvenliğine kasteden terörist unsurların süreçten dışlanması, Türkiye olarak önceliklerimiz arasında yer almaya devam edecektir. Milli güvenliğimize kasteden bir terör örgütüyle aynı çatı altında olmamızı, aynı platformda yer almamızı bizden kimse beklememelidir. Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine bağlılığımızı ifade ediyorsak, bu ülkeyi bölmeye çalışan eli kanlı bir çeteyi meşru bir aktör olarak göremeyiz." dedi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Soçi'de Sanatoryum Rus'ta gerçekleştirdikleri Suriye konulu üçlü zirvenin ardından ortak basın toplantısı düzenledi. 
Erdoğan, "Değerli dostum" diye hitap ettiği Rusya Devlet Başkanı Putin'e teşekkür ederek başladığı konuşmasında, Rusya ile yoğun diyaloglarının hem ikili konularda hem de bölgesel konularda devam ettiğini ve bunun meyvelerinin her alanda toplandığını söyledi. 

Yakalanan ivmenin artarak sürdürülmesi konusunda Putin ile hemfikir olduklarını dile getiren Erdoğan, Ruhani ile gerçekleştirdikleri ikili görüşmede de iki ülke arasındaki ilişkileri her alanda daha da geliştirme hususunda mutabık kaldıklarını bildirdi. 

"Eli kanlı bir çeteyi meşru bir aktör olarak göremeyiz" 
Putin ve Ruhani ile kritik görüşmeler yaptıklarını ve gündemlerindeki meseleleri samimiyetle ele aldıklarını ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: 
"Suriye'de ateşkes tesis edilmesi amacıyla attığımız adımları tekrar gözden geçirdik. Gerginliği azaltma bölgelerinin sahada şiddetin azaltılmasında temel rol oynadığını memnuniyetle tespit ettik. Görüşmelerimizde Astana'da kaydettiğimiz ilerlemeler temelinde ihtilafa kalıcı çözüm noktasında Cenevre sürecine sağlayabileceğimiz katkıları istişare ettik. Bu bağlamda 2254 Sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı'nda tanımlandığı üzere Suriye halkının öncülüğünde ve sahipliğinde yürütülecek kapsayıcı, özgür, adil ve şeffaf bir siyasi sürecin hayata geçirilmesine yardımcı olmak hususunda görüş birliğine varmış bulunuyoruz. Rusya Federasyonu'nun inisiyatifiyle Soçi'de düzenlenmesi öngörülen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi'nin bu ilkeler temelinde siyasi sürece anlamlı katma değer sağlaması için eşgüdüm içinde çalışmaya karar verdik. 

Bugünkü ortak açıklamamız iş birliğimizin esaslarını yansıtan ilk adımdır ancak bu çabanın başarısı başta rejim ve muhalefet olmak üzere tarafların tutumuna bağlıdır. Bu süreçte ayrıca üç garantör ülkenin bugüne kadar ortaya koydukları karşılıklı hassasiyetlere saygı ve uzlaşı anlayışını sürdürmeleri kritik oynayacaktır. Bu bağlamda Suriye'nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüyle, ülkemizin milli güvenliğine kasteden terörist unsurların süreçten dışlanması, Türkiye olarak önceliklerimiz arasında yer almaya devam edecektir. Milli güvenliğimize kasteden bir terör örgütüyle aynı çatı altında olmamızı, aynı platformda yer almamızı bizden kimse beklememelidir. Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine bağlılığımızı ifade ediyorsak, bu ülkeyi bölmeye çalışan eli kanlı bir çeteyi meşru bir aktör olarak göremeyiz." 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ve Ruhani ile gerçekleştirdikleri istişarede ayrıca Suriye'de güven artırıcı önlemlerin hayata geçirilmesinin önemini vurguladıklarına dikkati çekerek, şunları kaydetti: 
"Bu önlemlerin kademeli olarak devreye sokulması amacıyla insani yardımların ihtiyaç sahiplerine engelsiz ve kesintisiz ulaştırılması, ayrıca tutukluların karşılıklı salıverilmesi dahil atılabilecek her türlü adımı gözden geçirdik. Tabii bugün vardığımız noktanın özellikle Suriye'nin barış ve istikrara yeniden kavuşması ve halkın acılarının dindirilmesi için bir umut ışığı teşkil edeceğine inanıyorum. Tabii İdlib sorununun çözülmesi, Afrin’deki olumsuzlukların giderilmesi inanıyorum ki Suriye sürecindeki bu olumlu gelişmelerin önemli atlama taşları olacaktır. Ülkelerimiz arasındaki bu verimli iş birliğinin tüm bölgeye olumlu etki yapmasını, bölgedeki gerginlikleri ve mezhebi ayrışma riskini azaltmasını ümit ediyorum. Uluslararası toplumun tüm sorumlu üyelerini çabalarımızı desteklemeye davet ediyorum." 

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in açıklaması şöyle; 
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye ve İran’ın, Suriye’de krizin çözümüne dair ortak bir metinde anlaştıklarını belirterek, “Türkiye, İran ve Rusya, Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin yapılması konusunda mutabık kalmıştır.” dedi. 
Devlet Başkanı Putin, Soçi'de Sanatoryum Rus'ta gerçekleştirilen Suriye konulu üçlü zirvenin ardından düzenlenen basın toplantısında yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye, gerçekleştirilen yapıcı istişareler için teşekkür etti. 

Türkiye, Rusya ve İran arasında Suriye krizinin çözümüne yönelik ortak bir metnin imzalandığını aktaran Putin, “Söz konusu metinle, üç garantör ülke arasında Suriye’de atılacak adımlar belirleniyor.” diye konuştu. 

Üçlü zirvede, Suriye’nin sosyal ve ekonomik açıdan yeniden inşasının da ele alındığına işaret eden Putin, sözlerini şöyle sürdürdü: 

“Türk ve İranlı liderlerin, Suriye krizinin çözümüne ilişkin Suriye Ulusal Diyalog Kongresi fikrini olumlu karşılamış olmalarını memnuniyetle ifade etmek istiyorum. Türkiye, İran ve Rusya, Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin yapılması konusunda mutabık kalmıştır. Ülkelerimizin dışişleri, savunma bakanlıkları ve diğer gerekli kurumlarına, Soçi’de yapılacak bu kongrenin tarihinin ve yapısının şekillendirilmesi için talimat verildi.” 

Putin'in ardından söz alan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin açıklamasında satır başlıkları ise şöyle: 
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Rusya'nın Soçi kentinde yapılan zirvenin, Suriye'de barış ve istikrar için atılan önemli bir adım olduğunu söyledi. 
Ruhani, Rusya'nın Soçi kentinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin'le gerçekleşen üçlü zirvenin ardından düzenlenen basın toplantısında konuştu. 
Suriye'de barış ve istikrarın sağlanması ve evsizlerin tekrar ülkelerine dönmesi için yapılan üçlü zirveye öncülük eden Putin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a teşekkür eden Ruhani, “Bu zirvede, üç ülkenin sergilediği ortak çalışma, Astana’da gerginliği azaltma bölgeleri konusunda elde edilen başarıda olduğu gibi, Suriye’deki barış ve istikrarın oluşması için zemin hazırlayan önemli bir toplantı oldu.” dedi. 
Ruhani, zirvenin DEAŞ’ın Suriye ve Irak’ta yok olduğu bir döneme denk geldiğini belirterek, "Bütün dünyanın şunu bilmesi gerekiyor ki terör hiçbir ülke için iyi bir araç olamaz ve bütün ülkeler için tehlike yaratıyor. DEAŞ konusunda bunu gördük. DEAŞ'a yardım eden bütün ülkeler de bunu gördü. DEAŞ onların hepsine bir tehlike oluşturdu." ifadelerini kullandı. 
Soçi Zirvesi'nin çok açık ve samimi bir ortamda yapıldığını ve üç ülkenin fikirlerini açıkça beyan ettiğini kaydeden Ruhani, "Amaç, burada oluşacak Ulusal Diyalog Kongresi'nde, bütün aktif tarafların, Suriye'ye karşı ve hatta rejim taraftarı olanların bir araya gelerek ülkenin geleceği için müzakere etmeleri." diye konuştu. 

Ruhani, şunları kaydetti: 
"Bu kongrede yeni anayasa için zemin oluşacak ve yeni anayasa için özgür ve adil bir seçim yapılacak. Bu, bütün bölge için barış ve istikrar getirebilir. Bu üç ülke, özellikle Suriye'de olmak üzere, hassas Ortadoğu bölgesindeki barış ve istikrarın sağlanması, mültecilerin evlerine ve vatanlarına, kendi ülkelerine dönmeleri ve Suriye'nin yeniden imarı için tüm dünya ülkelerini destek vermeye çalışıyor." 
Türkiye, Rusya ve İran'ın, bu insanların ileride rahat bir yaşam sürmesi için fikir alışverişinde bulunduğunu ve kongrenin düzenlenmesi için mutabık kaldıklarını ifade eden Ruhani, "Üç ülkenin dışişleri bakanları, genelkurmay başkanları ve üç ülkedeki organlar bu kongrenin daha kolay yapılması için anlaştılar." dedi. 

Ruhani, "Barış ve istikrar için yeni bir adımın atılmasından dolayı çok mutluyum ve umuyorum ki gelecekte güvenli ve özgür bir seçimin yapılmasına şahit olalım. Suriye'de bunları görmek için umutluyum." ifadesini kullandı. 

Putin ve Erdoğan'a öncü oldukları için teşekkür eden Ruhani, "Umarım üç ülkenin izlediği ortak çaba, bölgedeki barış ve istikrar için devam etsin." diye konuştu.

 Kudüs Ordusu Komutanı General Kasım Süleymani, İslam İnkılabı Lideri Imam Hamanei’ye bir mesaj göndererek IŞİD’in sonu geldiğini ilan etti.

General Süleymani mesajında IŞİD fitnesi altı yıl önce Amerika ve emperyalizm ve siyonizmin fitnesi olarak türediğini ve bu yıllarda insanların kafasını kesmekten mazlum kadınları ve çocukları katliama kadar her türlü cinayeti işlediklerini kaydetti.

General Süleymani, ancak İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei ve Ayetullah Sistani’nin akılcı tedbirleri ve yönlendirmeleri ile bu fitne Irak ve Suriye milletleri ve devletleri ve Hizbullah hareketinin direnişi ile hezimete uğratıldığını belirterek bu büyük zaferi Imam Hamanei ve İslam dünyasına kutlamak istediğini belirtti.


Imam Hamanei’den Süleymani’ye cevap:IŞİD'in yok edilmesi, beşeriyete büyük hizmettir.

Imam Hamanei mektubunda, dünya tağutlarınca türetilen tekfirci IŞİD terör örgütünün salih kulların eliyle Irak ve Suriye’de yok edildiği için yüce Allah’a şükrettiğini, IŞİD’e indirilen darbe sadece bu örgüte değil, aynı zamanda bölgede iç savaşlarl çıkaran ve siyonist karşıtı direnişi yok etmek ve bağımsız devletleri zayıflatmak isteyen habis siyasete indirilen bir darbe olduğunu vurguladı.

Imam Hamanei, kanser tümörü IŞİD’in yok edilmesi ile sadece bölge ülkelerine değil İslam dünyasına ve hatta tüm milletlere ve beşeriyete büyük hizmet edildiğini belirterek General Süleymani ve tüm yetkililere düşmanın boş oturmayacağını hatırlattı ve buna göre düşman komplolarına karşı uyanık olmalarını istedi.

Cuma, 17 Kasım 2017 02:50

Tefekkürsüzlükten Tekfirciliğe !

   Tefekkür ve tekfir İslam dininin üzerinde önemle durduğu iki önemli kavramdır. Ancak bu iki kavramdan tefekkür din tarafından önemsenmiş, tavsiye edilmiştir. Müslümanın Müslümanı tekfir etmesi ise yeğlenmiş ve men edilmiştir.

   Tefekkür; düşünmek, düşündürmek, düşünceye sevk etmek manalarını ifade eder. Hadis metinlerimizde “Bir saat tefekkür atmış yıllık ibadetten daha hayırlıdır” diye buyrulmuştur. Bazıları, bu nasıl olabilir diye düşüne bilirler! Kerbela’daHürr b. Yezidi Riyahi’nin kendisini hak ve batıl/cennet ve cehennem arasında görüp, bir an tefekkür ettikten sonra hak/cennet tarafını tercih etmesine neden olan tefekkür bir ömür ibadet etmekten hayırlı olmaz mı hiç! İşte bu manada tefekkür yani insanın batılı terk edip hakkı tercih etmesine sebep olan tefekkür atmış yıllık ibadetten daha hayırlıdır.

   Tekfir ise küfür kökünden türeyen bir kelimedir. Tekfir etmek yani birisini veya bir kitleyi küfürle itham etmek, kâfir olduklarını söylemek, onlarınkâfir olduğunu kanıtlamak için didinip durmak manasındadır.

   Ahiret ve hak kaygısı olan insanlar daima tefekkür halinde olurlar. Kendilerinin ve toplumun tekâmülü için düşünüp dururlar ve bu bağlamda hareket ederler. Tefekkür neticesinde kişinin kendisinin veya toplumun tekâmülünde etkili olması, Kuran'a göre insanın en beğenilen fillerinden sayılmıştır. Böyle olunca da bu fiil İslam’a göre en yüce ve en kutsal ibadetlerden biri sayılmıştır. Zira Allah’ın insandan istediğibütün kemaller ve Rahmani sıfatlar tefekkür ve sonrasında salihamel neticesinde elde edilir.

   Kuran’ın birçok ayetlerinde tefekküre vurgu vardır. Hatta Kuran'ın yarıdan fazlasının, doğrudan veya dolaylı tefekkürü beyan buyurduğu ve buna rağbet ettirdiği denilebilir.

   İnsan tefekkür neticesinde Allah’ı, emirlerini ve İslam dinini daha iyi tanır. Tefekkür dinin esas meselelerinden biridir. Bu varsa dine göre yaşamak vardır, bu yoksa yaşam, işlerine gelmeyen her kesimi tekfir eden tekfircilerin, haricilerin yaşam tarzı gibi olur.

   İnsanlar bütün zamanlarda tefekkürden uzak olmanın acı bedellerine maruz kalmışlardır. İslam tarihinde tefekkürden uzak kalma neticesinde Müslümanlar içerisinde Hz. İmam Ali’ye bile (haşa) kâfir diyebilecek kadar küstahlaşan hariciler/tekfirciler türemişlerdir. Bu akım o günden günümüze kadar devam edip gelmiş ve Müslümanların kamburu olmuştur. Tefekkürden uzak kalarak tekfirci olanlar,yüzyıllardır Müslümanlara ve İslam dinine zararlar vermişler ve kendilerine göre yaşadıkları dinin Kuran'ın dini olduğunu zannetmişlerdirler. Oysa bunların yaşadıkları dinin uzaktan, yakından Kuran’ın dini ile en ufak bir alakası yoktur.

   Ne yazık ki son zamanlarda tefekkür düşmanlığı bazılarının hobisi haline gelmiştir. Tefekkür ederek toplumun ve İslam dünyasının dış kamburlarını ve iç sancılarını yazan, dile getiren âlimler ve genç kalemler tefekkür düşmanlığını hobi edinenler tarafından hedef gösterilmeye çalışılmıştır. Yani dinin istediğinin tam tersini yapmak bazılarının genlerine sirayet etmiştir. Hz. İmam Ali'nin deyimiyle “Dinin elbisesi tam tersine çevrilerek giyilmiştir.”

   Bağnazların ve nefis tutsaklarının nazarında tefekkürden koparılan din, bir tekfir manzumesine dönüştürülmüş. İşlerine gelmeyen insanları, kendileri gibi düşünmeyen ve inanmayan kişileri, toplulukları kâfir ilan etmek, hakaret ve küfür etmek temel ibadet haline getirilmiştir.

   Olacağı da budur zaten ve bundan şaşmamak gerekir. Zira Tefekkürden nasibini almayan akılların varacağı tek yol, tekfir etme yoludur. Hz. Peygamberin vefatı sonrası bunun acı örneklerini görebiliyoruz. Hz. Ali gibi yüce bir şahsiyet bile tekfirden nasibini almış “şecere-i mel’une”nin lanetlenen çocukları tarafından “kâfir” ilan edilmiş ve tekfir neticesinde namaz üzerinde şehit edilmiştir.

   İslam dünyasında bugün, tekfir mikrobundan daha tiksindirici bir mikrop yoktur. Çünkü İslam coğrafyasında vuku bulan terörlerin bir bölümü tekfir mikrobundan kaynaklanmaktadır. Hatta tekfir terörden daha tehlikelidir de denilebilir. Zira tekfir terörün bir bölümünün kaynağıdır. Tekfir mikrobundan kurtulmanın yolu ise tefekkür ile Kuran’ın dinine sarılmaktır.

   Tekfir neticesinde hakaret ve küfür bağnazlık ve yobazlıktan ve aklı nefse kiraya vermekten kaynaklanır. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alihivesellem) şöyle buyurmuştur: “Her kim bağnazlık ederse veya kendisi için bağnazlık edilirse iman halkasını boynundan çıkarmış olur.” (el Kafi, c.2, s.308)

   İmam Ali (aleyhisselam) şöyle buyurmuştur: “Eğer illa da bağnazlık edecekseniz, hakka yardım etmek ve çaresiz insanların yardımına koşmak hususunda bağnaz olun.” (Gurer'ul-Hikem, 3738)

Selam ve dua ile

Mehdi AKSU

Cuma, 17 Kasım 2017 02:46

Allah'a Ulaşmak Çok Kolay

Allah'a karşı kötü zanlı olmaktan yine O'nun rahmetine sığınırız. 

Allah'a giden yollar mahlukların nefesleri sayısıncadır. Her bir şahıs için bütün mahlukların nefesleri sayısı kadar Allah'a giden yol vardır. Günah bataklığına saplanmış insana ise kudretiyle her şeyi kaplayan Allah'ın rahmeti sıkıcı gelir ve bu durum rahmet kapılarının üzerine kapanmasına sebep olur. Allah'ın rahmetine karşı daima ümitli ve iyi niyetli olunması insanı tekamül merhalesine en kısa yoldan ulaştırır. Allah Teala mü'min kulunun niyetine göre takdir eder. Niyet hayır olursa ilahi irade ve takdir hayra vardırır, aksi durumda insanın şerre varması önlenemez. 

İnsan, nefsin ve şeytanın ortaklaşa aldatması sonucu alemlerin Rabb'ine karşı kendisini kötü zanlı olmaya alıştırır. Yaratılış hikmet ve felsefesi doğrultusunda imtihan gereği küçük bir olay karşısında sıkıntıya düşme korkusuyla yeise kapılır, şeytana ve nefsine yenik düşerek sui zanna, umutsuzluğa düçar olur. Bu su-i zan ve kötümserlik, kaçmak istedikleri belaya tutulmalarına sebep olur. 

Allah'a karşı kötü zanlı olmaktan yine O'nun rahmetine sığınırız. 

Allah Tebarek ve Teala affetmediği takdirde insanın bu su-i zannı ve kötümserliği Rabb'inin karşısında gereği muamele görmesine sebep olur. 

Resul-i Ekrem (s.a.a) olayları hayra yorar, kötü yorumlardan hoşlanmazdı. 

Resul-i Ekrem (s.a.a) Ravzat-ül Kafi'de yeralan bir hadiste şöyle buyurur: 

"Kötü yorum (tiyare), sahibinin nazarına, görüşüne bağlıdır. Eğer hafif görürse hafif olur, ağır görürse ağır olur. Hiçbir şey görmezse hiçbir şey olmaz." 

O halde Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine uymaya çalışan bir mü'min, nefsini Rabb'ine karşı hüsn-ü zanlı olmaya alıştırmalı ve Allah-u Teala'dan az bir amel karşılığı fazla bir karşılık beklemelidir. Zira Hak Teala hakkında her ne kadar hayır çeşitlerinden zan edip beklese de Allah'ın lütf u keremi onun üstündedir; insanın zannının sonu vardır. Ama O'nun kereminin sonu yoktur. Hak Teala ihsanının hüsn-ü zannın karşılığı olduğunu haber vermiştir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: 

"Sana hüsn-ü zanlı olanın zannını doğrula." 

O halde, -evliyanın diliyle açıklamak gerekirse- Hak Teala'nın kullarına karşı hüküm ve takdiri, hüsn-ü zan besleyenlerin zanlarını doğrulayıp gerçekleştirmek olarak tarif edilebilir. Bu durumda Hak Teala'nın kendisi buna daha evladır. Hatta insan hadisleri incelediğinde Hak Teala bir şahsın herhangi bir şeye hüsn-ü zannı olduğunda onu doğrulayıp, işi onun güzel zannı doğrultusunda takdir buyurur, bu da Allah'a olan hüsn-ü zannının gayrisinden başka bir şey değildir. Bütün hayırların Allah'tan olduğunu bilip, hüsn-ü niyetle hareket edersek, bu güzel zanlarımızın, Allah Teala'dan doğrulanmış olarak bizlere iade edildiğini görürüz. 

Sahih olan hadislerde buyurulduğuna göre eğer birisinin bir taşa bile hayır zannı olursa Allah-u Teala o taşta hayır yaratır. Ravi, İmam'dan, "Taştan da mı?" diye sorunca İmam, "Hacer-ül Esved'i görmüyor musunuz?" diye cevap verdi. Bu hadisten de Hak Teala-'nın, mü'minlerin birbirleri hakkında olan iyi niyetlerini doğrulayıp gerçekleştirdiğini anlıyoruz. 

Allah Teala'nın mü'minlerin, ölen birisi hakkında ondan hayırdan başka bir şey bilmediklerine dair verdikleri şehadetlerini doğrulaması, hüsn-ü zannın ehemmiyetini ortaya koyar. Hüsn-ü zannın gereğinden başka bir şey söylememenin insan için ne denli etkili olduğuna güzel bir örnektir bu. Hak Teala bu şehadeti geçerli kılar. Hadise göre hakkında hüsn-ü zan olan ölü konusunda önemli bir engel olmadığı takdirde Allah Teala, hüsn-ü zannın gereğini, hem hüsn-ü zan sahibi ve hem de hakkında hüsn-ü zan bulunan şahıs hakkında gerçekleştirir. Ama hakkında hüsn-ü zan olan şahısta bir engel söz konusu olursa onu yalnızca hüsn-ü zan sahibi hakkında gerçekleştirir. Aynı şekilde eğer birisi diğer birisine, onu hayır ehlinden zannettiği için saygı gösterirse, Allah Teala'nın gerçekte ikram edilen şahsın cehennem ehli olduğunu bilmesine rağmen, hüsn-ü zanda bulunan şahsı cennete götüreceği hadislerde geçmektedir. 

Kısacası, mü'min kardeşi hakkında ona emredilen hüsn-ü zan vazifesini yerine getirirse bunun sevabı hem mü'min kardeşine, hem de hüsn-ü zanda bulunana yetişir. Allah Teala'nın rahmetiyle onun zannı doğrulanır, zannı gereğince iş yürür, ya da zannı yalnızca kendisi hakkında gerçekleşir. Zannedilen hakkında gerçekleşmemesi ise, zannedene bir zarar getirmez. 

Mü'minlere karşı hüsn-ü zan taşımak büyük bir rahmet kapısıdır. Belki de cemaat namazının büyük sevabı olduğuna dair hadisler bu yüzdendir. Zira mü'minler cemaat imamına olan hüsn-ü zanları gereğince onun namazının kabul olduğunu zanneder ve onu kendileriyle Allah Teala arasında vasıta kabul ederler. Allah Teala da bu hüsn-ü zan sebebiyle hepsinin namazını kabul eder. Bu gibi örnekler çoktur. Teberrük niyetiyle mü'minin artığından içmek de bu kabildendir. Zemzem suyundan alınan fayda da ondan umulana göredir. Büyüklerden birçoğu dünyevi veya uhrevi maksatlar için Zemzem suyundan içerek muratlarına erişmişlerdir. 

Bazı dualarda istenmesi gereken en iyi rızık, kesin iman ve Allah'a hüsn-ü zan olarak belirlenmiştir. Hatta bazı hadisler konunun ehemmiyetini vurgulamak için, Allah Teala'nın yersiz hüsn-ü zan iddiasını bile doğruladığını haber veriyor. İmam Sadık'tan (a.s) ulaşan bir hadiste şöyle buyuruluyor: 

"Kıyamet günü bir kulun cehenneme götürülmesi emredildiğinde o dönüp geri bakar. Allah Teala,"Kulumu geri çevirin" der. Geri getirilince Allah Teala ona, "Neden dönüp geri baktın" diye buyurur. O şöyle der: "Rabb'im, sana olan zannım bu değildi." O zaman Allah Teala, "Zannın ne idi?" diye sorar. O ise, "Rabb'im, sana olan zannım beni affedip kendi rahmetinle bana cennette yer vermendi." der. O zaman Allah Teala şöyle buyurur: "Ey meleklerim, kendi izzetime, büyüklüğüme ve yüceliğime andolsun ki, bu kulum bir saat bile bana hüsn-ü zanda bulunmamıştır. Eğer bir saat bile bana hüsn-ü zanda bulunsaydı, onu ateşle korkutmazdım. Fakat yine onun bu yalanını doğrulayıp onu cennete götürün." 

İşte bu ve benzeri ilahi bahşiş ve rahmetleri açıklayan diğer hadislere dikkat ettiğimizde kalbimizdeki ilahi bahşişlere olan arzuların da Allah'a olan hüsn-ü zandan sayılması yönü güçleniyor. Çünkü bu arzular eğer gerçek hüsn-ü zan olmasa da en azından buna namzet niyetlerdir. Allah Teala'nın kendi keremiyle bunları da gerçek hüsn-ü zanlar gibi doğrulayıp gerçekleştirir. Allah Teala'nın her iki dünyada da hükmü birdir. "Rahman (Allah)'ın yaratışında bir farklılık göremezsin." 

Fakat hüsn-ü zan taşımak hüsn-ü zannı bahane ederek işi bırakıp rahata dalmak anlamında değildir. Aksine, bu şeytanın hilelerinden birisidir. Allah Teala Muhammed (s.a.a) ve pâk Ehl-i Beyt'i hürmetine bizi ve bütün mü'minleri şeytanın şerrinden korusun. Tam aksine hüsn-ü zan Allah katında olana bütün bir vücutla yönelip O'nun bahşişlerine daha bir rağbetle bağlanmayı gerektirir. Zira ilahi bahşişlerle tanışıp ondan yararlananlar, buna daha istekli olur, buna ulaşma yönünde zorlukların kolaylaştığını görürler. Ne istediğini ve istediğinin değerini bilen birisi için karşılığında verdiği şey az gelir. 

Hz. İmam Rıza'dan (a.s) gelen bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Allah Teala Hz. Davud'a (a.s) şöyle vahyetti: "Kulum bir hayır iş yaparsa onu cennete götürürüm." Hz. Davud (a.s): "O hayır nedir ya Rabbi?" diye sordu. Allah Teala şöyle buyurdu: "Bir mü'min kulumun üzüntüsünü, bir hurmanın yarısıyla bile olsa gidermektir." O zaman Hz. Davud (a.s): "Allahım, seni tanıyan kimse asla senden ümidini kesmez." dedi." 

Öyleyse yer ile gök arası büyüklüğünde, hiçbir aklın tasavvur edemediği, hiçbir gözün görmediği gerçek saadet yurdu olan cenneti yarım hurma karşılığında lütfeden Allah'a cahillerden başka kim sırt çevirir?! 

Böyle kerem sahibi birisiyle muamele yapmayı kim terkeder?! Terkederse ne elde eder, yerini neyle doldurabilir?! O halde bir an için olsun Allah'a yönelmekten gaflet eden kimse, yerini hiçbir şeyin dolduramayacağı büyük bir şey kaybetmiş ve büyük bir zarara uğramıştır! 

Heyhat heyhat! bununla karışığı olmayan bir fırsatı eldenvermiş ve hiç bir şeyin telafi edemeyeceği bir zarara düşmüştür. İşte bunun için ve Allah Teala'nın kullarına olan büyük re'fetinden dolayıdır ki, mukaddes İslam şeriatında müminlerin bütün hareket ve duruşlarına büyük sevaplar vaadi verilmiştir. Hatta Hz. İmam Zeynül Abidin (a.s) şialarına şu duayı okumalarını öğretmiştir: "Ey Allah'ım, kalplerimizin bütün fısıltılarını, organlarımızın bütün hareketlerini ve dillerimizin bütün konuşuklarını senin mükafatını kazanan şeylerden kıl." Diğer bir duada da şu tabirin yer aldığını görüyoruz: "Ey Allah'ım, senin zikrinden gayrı bir lezzetten sana istiğfar ederim." Allah Teala'nın mümin kullarından isteği ondan muamele etmekten gaflet ederek telafisi olmayan bir zarara düşmemeleridir. Bunun için ona giden yolları mahlukatın nefesleri sayısınca karar kılmıştır. öyle ki, Her kim su içtiğinde Hz. İmam Hüseyin'in (a.s) susuz şehid edildiğini anıp o hazreti şehid edenlere lanet ederse Allah Teala ona yüz bin hayır yazıp yüz bin seyyieyi ondan giderir; onu yüz bin derece yüceltir. Yüz bin köleyi azad etmiş gibi sevap kazanır ve kıyamet günü onu korkusuz olarak meb'us kılır. 

Böyle kerem ve bahşiş sahibi ganiyyi mutlak bir mevlanın kendisine muhtaç olan kulunun bir nefesini bile zayi etmeye razı olacağını mı sanıyorsun? Asla! O, bu zavallı kulunun tam manasıyla ona yönelmesini istiyor. Zira O'na yönelmekten başka bir şeref olmadığı gibi ondan gayri bir hayır kaynağı da yoktur. Kulu O'na yönelince O da kuluna yönelir. O kuluna yönelince de fazl ve keremince davranıp onu bütün düşünceleriyle, haraketleriyle, duruşlarıyla, uykusu ve ayıklığıyla Rabb'inin rızasını kazanmağı amaçlamaya hidayet eder. 

Hz. İmam Muhammed Bâkır'dan (Allah'ın selamı ona olsun) gelen bir hadis de şöyle buyruluyor: "Allah Teala Hz. Davud'a vahy ederek: Kavmine bildir onlardan herhangi birisi ben emrettiğim takdirde bana itaat ederse benim de ona itaat ederek bana itaat etmesinde ona yardımcı olmam bana hak olur. Eğer benden birşey isterse ona ata ederim, eğer beni çağırırsa ona icabet ederim. Eğer bana sığınırsa ona sığınak olurum. Eğer benden yardım dilerse ona yardımcı olurum. Ve eğer bana tevekkül ederse ona açık noktalarında ben koruyucu olurum, eğer bütün halk ona bir hile yapmağa koyulsalar bile ben hepsinin üstesinden gelirim." buyurmuştur. 

Yine geniş rahmetinden dolayıdır ki, zavallı kulunu zararlı olanı bırakın, hatta yararsız olan şeylerle meşgul olmaktan şiddetle tahzir etmiştir. el-Cevahir-üs Seniyye kitabında şunlar yer almaktadır: "Ey Adem oğlu, eğer kalbinin kasavetli, cisminin hasta, malının noksan, rızkının yoksun olduğunu görsen bilmelisin ki, bunlar konuştuğun faydasız sözlerin yüzündendir." 

Nerede kalsın ki, haram söz konuşasın o halde boş söz sana zehirden daha zararlıdır. Zira zehir senin ancak cismini tahrip edebilir. Oysa boş sözler kalbi katılaştırır, malı azaltır, rızktan mahrum eder, cismi de hasta eder. 

Merhamet sahibi yüce Allah ise kulunun böyle bir büyük bedbahtlığa kendisini marez etmesine elbetteki razı olmaz. Hatta Allah Teala'nın kulunu faydasız sözlereden dolayı hesaba tuttuğu gibi faydasız bakışlardan dolayı da hesaba çekeceği bazı hadislerde yer almıştır. 

İşte kulunun, hatta bir bakışının da boşa gitmesini istememesinden dolayıdır ki, alimin yüzüne Kabe'ye, Resulullah'ın (s.a.a) neslinden olan seyyitlere ve ibret almak için mahluklara bakmayı ibadet kılmıştır. Hatta bir saat düşünmeyi atmış sene ibadet etmeye eşit kılmıştır. "Nereye dönseniz orası Allah'ın vechidir." İmam Sadık (a.s) babaları yoluyla Hz. Resulullah'dan (s.a.a) rivayet ediyor ki: 

"Allah Teala Davud peygambere (Allah'ın selamı ona olsun) vahyederek şöyle buyurdu: Güneşde oturana güneş dar olmadığı gibi rahmetime girene de rahmetim dar gelmez. Kötümser düşüncelere kapılmayana bir zarar gelmediği gibi de kötümser olanlarsa fitneden kurtulamazlar." 

Görüldüğü üzere bu kutsi ilahi hitap kurduğumuz bu ilkeye en büyük şahidlerden biridir ki, kötümser olan kimse Allah Teala'ya olan su-i zannı yüzünden fitneden kurtulmayıp badbahtlığa düşer. Kötümser olmayan kimseye ise Allah Tela'ya iyi niyet taşıdığından dolayı kötümser olan şeyler bir zarar vermeyip Hak Teala'ya olan hüsn-ü zannı hürmetine bela ondan def olur. 

Kendisini Ehl-i Beyt'ten gelen hadislere adayarak onlara uyup Allah'ın rahmetine giren bir kimse içinse asla darlık sözkonusu olamaz. Aksine her kapısından bin kapı açılan kapılar onun yüzüne açılır, sonunda ise ilim ve marifet nuruyla onu kalp inşirahı makamına ulaştırır. Bu makam ise Hak Teala'nın peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) hakkında övdüğü en efdal makamdır. Allah Teala Kur'an'da şöyle buyuruyor: "Senin sadrini (göğsünü) açmadık mı?" 

Allah Teala bir kuluna minnet koyup bu makama ulaştırırsa o artık dünya ve ahiret belalarının ulaşmadığı kimselerden olur ve eğer herhangi bir bela da ona ulaşırsa bu ancak diğerinin ve halkın nazarında beladır; yoksa onun kendi nazarında Allah Teala'nın ona gösterdiği bu belaya sabretme sonucu ulaşacağı Allah'ın rızası ve yüce makamlara nazaran en büyük lezzetlerden ve en afiyetli bahşişlerdendir. 

İşte bu yüzden Aşura günü İmam Hüseyin 'in (a.s) bazı ashaplarına belalar şiddetlendikçe yüzleri daha da açılır ve onları daha çok sevinç alırdı. 

Allah Teala size ve bize bu makamları bağışlasın. 

Dünyaya düşkün insanlar nerede böyle lezzetlere ulaşabilirler! Allah Teala bize yardımcı ve vekil olmakta yeterlidir. O ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır.

Şeyh Sâdık el-Behrani 

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 'beyni' diye nitelenen Prof. Aleksandr Dugin, ABD'nin 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında olduğu tezini yineledi.

Dugin, "Amerikalılar bütün zayıf noktaları kullanmaya çalışacaktır" dedi. Dugin, "Sürekli saldırı altında olacaksınız. İran’a, Rusya’ya yaptırım uygulanıyor. O kadar eminim ki Türkiye’ye de yaptırım uygulayacaklar. Ekonominizi kurtarmak için B planı yapmalısınız" diye konuştu.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ‘başstrajesti’ olarak tanınan, Moskova’nın Ankara’yı 15 Temmuz darbe girişiminden bir gün önce uyardığını söyleyen Rus filozof Prof. Aleksandr Dugin, ‘Türkiye’nin Batı ittifakından özgürleşmeye çalıştıkça hedef olduğunu’ savundu. Dugin, “Pek çok faktörü bir araya getirecekleri bir strateji izleyeceklerini düşünüyorum. Mesela etnik çatışma, ekonomik-sosyal tehditler, siyasi ve askeri elit içerisinde Erdoğan karşıtı huzursuzluk yaratmak. Amerikalılar bütün zayıf noktaları kullanmaya çalışacaktır” dedi.

Dugin’in Habertürk’ten Nalan Koçak’la söyleşisi şöyle:

Resmi göreviniz yok. Sizi nasıl tanımlamalıyız? Putin’in danışmanı mı, yoksa stratejistlerinden biri mi?

Önce filozofum. Etki yaratmanın en iyi yolu fikirler. Hükümetle de bu fikirler aracılığıyla bağ kuruyorum.

Rus dış politikasını etkileyenlerden biri olduğunuz söyleniyor.

90’larda ne dediğimle Putin’in göreve geldikten sonra neler yaptığını bir karşılaştırın, benzerliği göreceksiniz. Fikirlerimi aktarmamın değişik yolları var, Putin’le kişisel olarak görüşmek bunlardan biri.

Independent Gazetesi, “Çok zeki bir filozof. Ancak çılgınlık ve deha arasında” yorumu yapmış. Ne dersiniz?

Başkalarından farklı şeyler söylediğiniz zaman hemen deli yaftasını yapıştırıyorlar. Normallik sıkıcılıksa, deli olarak görülmeyi tercih ederim.

O zaman Türkiye’den bir benzetmeyi sorayım. Doğu Perinçek’le kıyaslanıyorsunuz…

Ona saygı duyuyorum. Çok zeki bir siyasi. Türkiye’de hak ettiği değeri bulamadı. Türkiye’yi daha önce hep Rusya’nın düşmanı olarak düşünürdüm. Ama Perinçek ve 2000’lerin başında tanıştığım ona yakın askeri elitler fikrimi değiştirdi. Bambaşka bir Türkiye -Kemalist, egemen, NATO’nun maşası olmayan- keşfettim.

Hâlâ Perinçek’in hak ettiği değeri bulamadığını düşünüyor musunuz?

Perinçek hapse bile atıldı. Darbe gecesi çok netti, şunu söyledi: “Kötü adamlar, iyi adamları yenmeye çalışıyor.” Darbeyle mücadele etti. Tabii ki şimdi daha fazla saygı görüyor. Fikir ayrılıkları var ancak Sayın Erdoğan’a, devletine çok bağlı. Eğer Perinçek’i Türkiye’nin derin devletinin adamı olarak tanımlarsanız, ben de kendi ülkemin vatansever derin devletini temsil ediyorum. (Türkçe söylüyor) Paralel devleti değil.

Türkiye, Atlantik’le ittifakının sonuna mı geldi?

Kesinlikle evet. Irak’ın işgali ve ABD’yle yaşanan krizin ardından (Tezkere krizinden bahsediyor), Ankara yeni tehlikenin Batı olduğunu anladı. Batı, Türkiye’yi arasına almak istemiyor. ABD, Kürtleri destekleyerek Türk ulus devletine tehdit oluşturuyor. Erdoğan, hem Müslümanlar hem Batı’yla ittifak yaptı. Sonuç? Darbe girişimi… ABD darbeyi, İslamcı ideolojiyi, FETÖ’yü kullanarak organize etti. Davutoğlu’nun Suriye politikası da bir başka örnek. Yine İslamcı ve Batıcı fikirlerin karışımıydı. İşlerin geldiği nokta Erdoğan’a Batı’yla ilişkilerin bittiğini gösterdi.

“Rusya, Türkiye’yi NATO’dan uzaklaştırırken, kendi etki alanına sokmaya çalışıyor” diyenler de var.

Putin, Türkiye’yi kendi tarafına çekmeye çalışmıyor. Batı, Türkiye’yi itiyor. Erdoğan’ı darbeyle indirmeye çalıştılar.

Neden?

Çünkü Erdoğan jet meselesi nedeniyle özür dilemiş ve Rusya’yla ilişkileri onarmıştı. Batı’nın gözünde onlara ihanet etmişti.

Yani Putin’le yakınlaşma darbenin nedeni miydi?

Hem o hem Erdoğan’ın bağımsız politikaları. Erdoğan ne kadar çok özgür olmak isterse, o kadar çok Batı’nın hedefi oluyor. Eğer Türkiye tek parça kalmak istiyorsa bunu Batı kampının içinde yapamaz. Meclis’e o bombaları Rusya yağdırmadı.

Jet olayı sonrasında ilişkilerin onarılmasındaki rolünüz konusunda çok şey yazıldı. Sizden dinlemek isterim.

Perinçek’e yakın bazı askerlerden oluşan bir delegasyon, uçağın düşürülmesinden hemen sonra Moskova’ya geldi.

Aralarında İsmail Hakkı Pekin de vardı…

Evet. Delegasyon, jetin düşürülme emrini Erdoğan’ın vermediğini, hükümet içerisinde Batı yanlısı bir grubun ihanetinin söz konusu olduğunu söyledi. Türk elçi de Rusya’yla iletişim kanalını açmam için benden yardım istedi. Rusya, Türk tarafının söylediği şeyleri araştırdı. Daha sonra martta Ankara’da Erdoğan’a yakın isimlerle görüştüm. Erdoğan’ın Putin’e mektubundan sonra Türkiye’ye gittim. Amacım, “Dikkatli olun. Bu önemli adım, komployu organize edenleri harekete geçirecektir” demekti. Sonra darbe girişimi oldu.

Putin’i Erdoğan konusunda ikna eden siz miydiniz?

Evet, yardımlarım oldu çünkü savaşın eşiğine gelmiştik! Ama başkanımız öyle ikna edilecek birisi değil. Putin, rasyonel ve realist biri. Eğer bazı konuda deliller varsa, değerlendirir.

CIA’nın darbe girişimi için 2 milyar dolar harcadığını iddia ediyorsunuz. Neden başarısız oldular?

Türk ordusunu hafife aldılar. Ergenekon ve Balyoz’dan sonra orduda Erdoğan’ı destekleyecek kimsenin kalmadığını düşündüler. Fakat ordudaki Kemalistler Erdoğan’ı destekledi. CIA ayrıca o gece Rusya ve Türkiye arasındaki iletişim kanallarını kesmeye çalıştı.

Ne yaptılar?

Putin’i Türkiye karşıtı bir pozisyon almaya iknaya çalıştılar. Erdoğan’dan başka bir liderin daha iyi olacağını, iç savaş çıkacağını ve Rusya’nın bu savaşı kendi lehine kullanabileceğini söylediler. CIA Putin’in etrafındaki etkili isimleri organize etti. Fakat Putin ikna olmadı. Çünkü bu Türkiye’nin sonu demekti. Daha önce söyledim, darbe sonrası için Kürtler isyan çıkarma hazırlığı yapmıştı.

Yeniden böyle bir girişim olur mu?

Bence olmaz. Başka yollar kullanacaklardır çünkü hâlâ yüksek pozisyonlarda CIA’ya bağlı kişiler var ama organize olmaları kolay değil.

FETÖ’nün miadını doldurduğunu ve ABD’nin yeni bir maşa örgüt bulacağını iddia ediyorsunuz. Ne olabilir?

Pek çok faktörü bir araya getirecekleri bir strateji izleyeceklerini düşünüyorum. Mesela etnik çatışma, ekonomik-sosyal tehditler, siyasi ve askeri elit içerisinde Erdoğan karşıtı huzursuzluk yaratmak. Amerikalılar bütün zayıf noktaları kullanmaya çalışacaktır.

Zarrab davasını da bu çerçevede değerlendirebilir miyiz?

Kesinlikle bütün ekonomik ilişkileri kullanacaklar. Sürekli saldırı altında olacaksınız. İran’a, Rusya’ya yaptırım uygulanıyor. O kadar eminim ki Türkiye’ye de yaptırım uygulayacaklar. Ekonominizi kurtarmak için B planı yapmalısınız.

“Trump’ın kampanyasına Rusya yardımı” soruşturması derinleşti. Rusya müdahale etti mi? Trump’ın azil süreci başladı mı?

Evet etti ama Trump lehine değil. Rus oligarklar, Clinton’u destekledi. Amerikalılar, soruşturmayı derinleştirdikçe Rusya’nın Clinton’un kampanyasına destek verdiğini bulacaklar. Kendi kazdıkları kuyuya düştüler. Bence Trump’ı azledemeyecekler. Çünkü iç savaş demek. ABD önümüzdeki 3 yıl paralize. Büyük şans, iyi kullanmalıyız.

Elçi Karlov suikastı, jetle başlayan sürecin devamı mıydı?

Kesinlikle. Rusya’nın tepkisi tabii ki bu sefer farklı oldu. Düşünebiliyor musunuz; elçisi öldürülüyor ve Rusya hiçbir şey yapmıyor. Çünkü her şey gayet açıktı. Asıl hedef elçi değil Erdoğan’dı. CIA mı kullandı bilmiyorum ama FETÖ’nün yaptığı açıktı. Erdoğan’a güveniyoruz ve artık Rusya’yı Erdoğan’a karşı provoke etmek kolay değil.

“Türkiye 2000’lerde Batı’nın tek alternatif olmadığını gördü” dediniz. O süreçte Ergenekon ve Balyoz başladı. Davalar bu kesimi FETÖ eliyle tasfiye etmek için mi organize edildi?

Kesinlikle.

Adınız iddianamede geçiyordu.

Çünkü Türkiye’de, benim de görüştüğüm, Avrasyacı fraksiyonları hedef alıyorlardı. Rusya’yla ilişkileri kesmek de bir başka amaçlarıydı. Aynı şekilde İran ve Çin’le de… Ergenekon’dan önce sadece Perinçek değil Süleyman Demirel, Rauf Denktaş gibi isimlerle de görüştüm.

Darbe girişiminde Ankara’daydınız. Bir gece önce, “Türk ordusunda bir hareketlilik” olduğunu Ankara’ya söylediniz. Bilgiyi nereden aldınız?

Bazı şeyleri söylemem doğru olmaz. Ama tabii ki Rus istihbaratı var. Aldığım bilgiyi doğru analiz ettim.

O gün neler yaşadınız?

Darbe gecesi çok geç saatte Türkiye’den ayrıldım. Esenboğa Havaalanı’ndaydım. Rusya’yla iletişim halindeydim. Beklemek zordu çünkü kimin kazanacağı belli değildi. Beni de takip ettiklerini biliyorum.

Darbe gerçekleşseydi başınıza ne gelirdi?

Erdoğan ya da Perinçek’in başına ne gelirse, benimkine de o gelirdi.

YPG meselesi de ABD’yle büyük sorun…

İran, Türkiye, Rusya, Suriye ve Irak… Hepimiz bir araya gelir ve Kürtlere onları tatmin edecek bir şey önerirsek kendi güvenliğimizi sağlarız. Kürt kimliğini bastırmamalıyız. Çünkü biz böyle yaptıkça ABD’nin ve İsrail’in eline düşüyorlar. İyi savaşıyorlar; Amerikan emperyalizminin kuklası olmalarını engellemeliyiz.

Nasıl bir çözüm?

Öncelikle Suriye tek parça kalmalı. Tüm azınlıkların hakları garanti altına alınmalı. Suudi Arabistan ve Katar düşüşte. Tüm kartlar elimizde. Hep birlikte ABD’ye “Yaptıkların için teşekkürler, Ortadoğu’dan git” demeliyiz. Bu Suriye ve Kürt meselesinin çözülmesinin tek yolu.

Bu nedenle mi Rusya, YPG’yi Astana sürecine katmak istiyor?

Türklerin itirazını anlıyorum. Ama Rusya’nın Kürtlerle her türlü ilişkisi Türkiye’nin de çıkarına.

Barzani, referandumda ABD’nin sessiz kaldığını söyledi. Neden?

ABD yönetimi kaos içerisinde. Trump var; bir yanda Amerikan derin devleti, diğer yanda Kürtlere destek veren küreselciler duruyor. Amerikalılar bence kesinlikle bağımsız bir Kürdistan’a destek verdi ama Irak’ta değil. Kürdistan’ı Suriye’den başlatmayı tercih ediyorlar. Barzani anladı, pek hoşlanmadı.

Önce mi davranmak istedi?

Aslında Barzani’nin asıl amacı hemen bağımsız olmak değildi. Bağdat’la pazarlık masasına güçlü oturmak istediler.

Fakat topraklarının neredeyse yarısını kaybettiler…

Evet, sanırım savaşmaktan korktular. Amerikan yönetimindeki kaosun kurbanı oldular.

Rusya’dan süreçte bağımsızlığa karşı çıkan sert açıklama duymadık…

Çünkü Kürtler konusunda çok dikkatliyiz. Onlar üzerindeki etkimizi artırmaya çalışıyoruz.

Tabii ki petrol çıkarlarınız da var.

Evet taktiksel davranıyoruz. Fakat Irak’ın parçalanmasını istemiyoruz. Putin, ayrılıkçılıktan nefret eder. Bu nedenle Erdoğan ve Esad’ın da yanında duruyor

 
 
 

Yine İran İslam İnkılabına muhalif olanlar, ahlak, insanlık ve haysiyeti ayaklar altına alarak yayın yetkilerine dikkat etmeden bu üzücü, acı ve üzüntü verici olaydan siyasi bir obje olarak istifade ettiler.
 
 
Ülkenin batısında olan deprem İran halkını kendisine getirerek İran ve Irak’ın müslüman halkının kalbini oldukça üzdü. Şurası gerçektir ki devletin askeri ve sivil olan bütün yardım kurumları mümkün olan en kısa bir zamanda ve vaktinde bölgede zarar görmüş olan depremzedelerin yardımına koşması, “siyasetten ve ihmalkarlıktan uzak durması” bir hadde kadar sakinlik vericidir.

Şu andaki şartlardan siyasi grupların çıkarcı olarak faydalanması, kesinlikle bu bölgede olan depremzedelere hiyanettir. Plasko’da olan derin siyasi oyunların kokusu bu defa da “Mesken-i Mehr” adıyla algılanmaktadır. Bazıları cahilce de olsa toplumu yaralayıp iki kısma bölmeye gitmişler, onları inkılap karşıtı olan BBC, Amerika’nın Sesi gibi yayın kuruluşları desteklemiş ve ateşli olan çatışmanın arasında kalmışlardır. Hatalı olan miktar ve yanlış yönlendirerek ulaştırılan yardımları yetersiz olarak bildirmişlerdir.

Bu şekilde olan karanlık tanıtımlardan bazı örnekler şöyledir:

Ülkenin batısında meydana gelen son depremin yerine Halep şehrinin birkaç yıl önceki fotoğrafları yayınlanmış,

Bir önceki devlet (Ahmed-i Nejat’ın devleti) tarafından yapılmış olan Mesken-i Mehri karalamak. Oysaki Zihap köprüsünde sınırlı sayıda olan Mesken-i Mehr binasının 7.3 şiddetinde olan bu deprem karşısında sadece bazı duvarları yıkılmış, sütunları sağlam kalmış ve sadece iki kişi ölmüştür. Acaba başka yerlerde olanler ve evleri yıkılanlar da Mesken-i Mehr’in suçu mudur?

Amerika ve Avrupa ülkeleri var olan güçlerine karşın bazı doğa olayları karşısında çok yavaş bir şekilde reaksiyon göstermekte ve bu durumları yayın organlarında gösterilmemektedir. Mesela Amerika’da son olarak meydana gelen tufanda Amerikan sitelerinin açıklamasıyla birkaç ay öncesinden şimdiye kadar bazı bölgelerde elektrik kesintisi yapılmış ve bu durumun yıl sonuna kadar devam edeceği söylenmiştir.

Yada Londra’da olan bina yangınında kesin olan ölü sayısı kesinlikle açıklanmadı. Orada sakin olanlara verilen sözlerin hiçbiri yerine getirilmedi ve bazı sakinler aylar geçmesine rağmen henüz otelde kalmaktadırlar.

Ahmet Tanrıkulu