
کارگر
İran’ın Füze Savunma Programı Müzakere Edilemez
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Behram Kasımi, İran’ın füze savunma programının bazı boyutlarını müzakere etmeye hazır olduğuna dair Reuters'in saptırmaya dayalı yanlış iddiasını yalanladı.
Behramn Kasımi yaptığı açıklamada, Reuters Haber Ajansının İran’ın Tahran’ın füze savunma programının bazı boyutlarını müzakereye hazır olduğu iddialarını şiddetle yalanladı.
İran dışişleri bakanlığı sözcüsü Kasımı yaptığı açıklamada, ‘’İran İslam Cumhuriyeti defalarca aleni açıklanan tutumunda, İranlı yetkililerin yabancı yetkililerle diplomatik görüşmelerde, Dışişleri Bakanı New York’taki yaptığı görüşmelerde füze savunma programlarının müzakere edilmez olduğunu vurgulamış ve bu programı 2231 nolu BM Güvenlik Konseyi kararına ters olarak görmediğini belirtmiştir’’ dedi.
Kasımi, ‘’İran, füze savunma programını kendi hakkı olarak görmekte ve belirlenmiş savunma programları çerçevesinde buna devam edecektir’’ dedi.
Reuters, dün verdiği haberde İran'ın füze programını görüşmeye hazır olduğunu iddia etmişti.
Amerika ve müttefikleri son aylarda İran aleyhinde yeni bir senaryoyu hayata geçirmiş bulunuyorlar. Amerikalılar İran'ın füze programının BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı bildirisine aykırı olduğunu iddia ederken İran'ın füze programının görüşülmesini istemekteler.
Bu arada Avrupa Birliği dış siyaset sorumlusu Mogherini'nin sözcüsü Nabila Massrali de, İran'ın füze programının nükleer anlaşmaya aykırı olmadığını bildirmiştir.
İran'la Yeni Dönem
4. Yüksek İşbirliği Konseyi Toplantısı’nın sonucunda dört önemli anlaşma imzalandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İranlı mevkidaşı Hasan Ruhani’nin daveti üzerine Tahran’a gitti. Ruhani, Erdoğan’ı Sadabat Sarayı’nda törenle karşıladı. 4. Yüksek İşbirliği Konseyi Toplantısı’nın düzenlendiği buluşmada, bakanlar arasında da ikili görüşmeler yapıldı. Ekonomik, askeri, siyasi, ticari ve kültürel konuların ele alındığı görüşmelerde, dört anlaşma imzalandı. Görüşmelerin ardından kameraların karşısına geçen iki lider, yapılan anlaşmalara ilişkin bilgi verdi.
TİCARETTE MİLLİ DÖNEM
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Türkiye’nin İran’dan daha fazla doğalgaz alacağını ve yıllık ticaret hacminin 30 milyar dolar olacağını açıkladı. Ruhani ayrıca gümrük kapılarının 24 saat açık olacağını ve iki ülkenin milli parayla ticaret yapacağını söyledi. Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün iki ülkenin ortak amacı olduğunu vurgulayan Ruhani, “Irak Kürdistan halkı bizim iyi komşularımız ve kardeşlerimizler. Onlara baskı uygulanmasını istemiyoruz fakat buradaki bazı insanlar yanlış kararlar aldılar” ifadelerini kullandı.
HEDEF 30 MİLYAR DOLAR
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise şunları söyledi:
“Aslında yıllar önce belirlediğimiz bir 30 milyar dolar ticaret hacmi itibarıyla vardı fakat son dönemlerde bu 10 milyar dolarda takılı kaldı. Dördüncü Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey’de 30 milyar dolarlık bu hedef gündemimizin ana belirleyicisi oldu. Enerjiden turizme, karayolu taşımacılığına, savunma sanayine varıncaya kadar her türlü alanda yoğun bir şekilde arkadaşlarımızın çalışmasını teşvik ettik. Merkez bankalarımızın riyasetinde ve bankaların kendi aralarındaki işbirliği ile finans sektörüne bir canlanma bir hareketlilik getirme kararı aldık. Ekonomik ilişkilerimizi mevcut kur baskısından kurtarma suretiyle yerli parayla alışveriş yapma kararını hayata geçirdik. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifade ettiği gibi merkez bankalarımız önümüzdeki hafta bir araya gelerek bu anlaşmayı imzalayacaklar. Tabi bunlarla birlikte aynı zamanda bankalarımızın İran’da şube açmaları, aynı şekilde İran bankalarının Türkiye’de şube açmaları hareketlenecektir. Enerji sektöründe işbirliğimizi yoğunlaştırma konusunda kararlılığımızı ortaya koyduk. Onun için Enerji Bakanlarımızın bu noktadaki işbirliği önem arz ediyor. Kültür Turizm Bakanlarının yine kendi aralarındaki işbirliği büyük önem arz ediyor. Bu konudaki tecrübemizi İran’la özellikle paylaşmak istiyoruz. Medeniyetler noktasında ciddi bir geçmişe sahip olan İran’a inanıyorum ki ülkemizden binlerce, on binlerce insan ziyarete gelecektir. Ve şu anda Türk Hava Yolları olarak İran’a olan seferlerimiz bunun zaten bir işaretidir. Turizm sektörü yatırımcılarımızı İran’da yatırım yapmaya teşvik ediyoruz, edeceğiz.
MOSSAD’IN KARARI
Tabi bölgesel sorunlar şu anda gündemimizde. Özellikle şu anda üçlü mekanizmalar şeklinde çalıştığımız Irak sorunu, önümüzde ilk madde haline gelmiş durumda. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin gayrimeşru referandumunu zaten tanımadığımızı ifade ettik. 350 km. sınırla kuzeyde Türkiye, doğusunda İran, güneyinde Merkezi Yönetim, batısında Suriye... Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi neyin referandumunu yapıyor? Kendisini İsrail’den başka tanıyan bir dünya ülkesi yok. Ve MOSSAD’la masaya oturularak verilen karar meşru olamaz, gayrimeşrudur. Bir tarafına malum bir zatı alıp diğer tarafına bir başka malum zatı alıp böyle bir adım atmak inanıyorum ki Kuzey Irak Yönetimi’ni yalnızlığa mahkûm edecektir. İran ve Türkiye olarak bu konudaki kararlılığımız bellidir.
Irak’taki muhatabımız Merkezi Yönetim’dir. Bu referandumu da kesinlikle gayrimeşru olarak ilan ediyoruz. Bildiğiniz gibi attığımız adımlar var. Gerek İran’ın gerek Türkiye’nin gerek Merkezi Yönetim’in bundan sonra daha ağırlaştırarak atacağı adımlar var.
ÜÇLÜ MEKANİZMA İŞLİYOR
Aynı şekilde Suriye’de üçlü mekanizma var. Orada da İran, Rusya, Türkiye olarak Astana ile çerçevelenen bir süreci işletiyoruz. Burada da çatışmasızlık bölgesini çok çok önemsiyoruz. Burada üçlü mekanizmanın özellikle terör örgütü başta DEAŞ olmak üzere El Nusra ile mücadelemiz, oradaki masum insanların kurtuluşuna vesile olacaktır. Tüm dünyadaki mazlumlarım mücadelesi için vereceğimiz mücadele bizler üzerinde önemli bir vecibedir.”
Turkiye Genelkurmay Başkanı Akar İran'da
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, İranlı mevkidaşı Muhammed Bakıri'nin davetlisi olarak Tahran'a gitti.
Özel uçakla akşam saatlerinde Tahran'a giden Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar'ı Mihrabad Havalimanı'nda İran Genelkurmay Başkan Yardımcısı, Uluslararası İşlerden Sorumlu Tuğgeneral Kadir Nizami, Türkiye'nin Tahran Büyükelçisi Rıza Hakan Tekin ve Askeri Ataşe Albay Ömer Özgül karşıladı.
Ruhani: Terörizimle Mücadele ve Coğrafi Sınırların Korunmasında Türkiye İle Birlikteyiz
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bugün Tahran'da Türkiye Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ı kabul ettiği görüşmede; coğrafi sınırlarda her türlü değişikliğin bölgede istikrarsızlık ve güvensizliğin yayılmasına sebebiyet vereceğini belirtti.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani görüşmede; İran ile Türkiye terörizm, güvensizlik ve istikrarsızlık gibi ortak tehditlerle karşı karşıya olduklarına işaretle, tehditlerin bertaraf edilmesi ve ortak çıkar çerçevesinde Tahran-Ankara münasebetlerinin her alanda geliştirilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Ruhani; İran ve Türkiye hükümetlerinin iki ülkenin silahlı kuvvetlerinin işbirliği ve münasebetlerinin güçlendirilmesini irade ettiğine temasla, İran ve Türkiye silahlı kuvvetlerinin işbirliği ve deneyim paylaşımıyla bölgesel tehditleri ortadan kaldırma çerçevesinde yapıcı ilişkiler geliştirebileceklerini kaydetti.
Cumhurbaşkanı Ruhani ayrıca; İran ile Türkiye'nin işbirliğini geliştirmekten önemli hedeflerinin terörizmle mücadele ve bölgede coğrafi sınırların korunması olduğuna temasla, bölgede iki önemli ülke ve sebat limanı olarak İran ve Türkiye'nin birbirinin yanında durmak suretiyle bölgesel meselelerin çözümü için etkin rol ifa edebileceklerini ifade etti.
Görüşmede Türkiye Genelkurmay Başkanı Akar da; İran ile Türkiye'yi bölgenin iki önemli gücü olarak niteledi, iki ülkenin işbirliği ve münasebetlerini geliştirmek suretiyle bölgede istikrar ve sebatın sağlanmasında etkin rol ifa edebileceklerini belirtti.
Orgeneral Akar ayrıca; Türkiye'nin Irak ve Suriye başta olmak üzere bütün bölge ülkelerinin toprak bütünlüğüne saygı gösterdiği söyleyerek, Ankara'nın terörizmle mücadele için İran başta olmak üzere dost ülkeleriyle işbirliğini güçlendirmek niyetinde olduğunu vurguladı.
İran ve Türkiye'den Referandum ile İlgili Ortak Açıklama
İran Genelkurmay Başkanı ile Türkiye Genelkurmay Başkanı bugün Tahran'da ikili görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenlediler.
İran Genelkurmay Başkanı Bakıri basın toplantısında; Türk heyetinin Tahran ziyaretine işaretle, bu görüşmelerin iki ülkenin güvenliğini pekiştireceğini temenni etti.
Görüşmede iki ülkenin ortak tehditleri ve muhtelif bölgesel konuların ele alındığına dikkat çeken Bakıri; Türkiye Genelkurmay Başkanı ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin ayrılık referandumunun da ele alındığını ve her iki ülkenin Irak'ın toprak bütünlüğü ve birliğinin korunmasına vurgu yaparak, referanduma karşı olduklarını kaydetti.
Tümgeneral Bakıri ayrıca; Irak ve Suriye ordusunun IŞİD ve tekfircilere karşı başarıları ve topraklarının işgalden kurtarılması hakkında da görüş teatisinde bulunarak, Ankara ve Tahran'ın bu ülkelerde güvenlik ve huzurun sağlanmasına yardımına vurgu yapıldığını ifade etti.
İran Genelkurmay Başkanı açıklamalarının devamında; bölgede terörizmle mücadele ve ortak sınırların güvenliği noktasında önemli kararların da alındığını duyurdu.
Bakıri; İran ve Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerin silahlı kuvvetlerinin Myanmarlı Müslümanlara yardım konusunda işbirliği ve bu tür olayların İslam ülkelerinde tekrarlanmaması konusunda görüş alışverişinde bulunduklarını sözlerine ekledi.
İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri; İran ile Türkiye silahlı kuvvetlerinin bundan böyle eğitim alanındaki işbirliğinin artacağını, ayrıca iki tarafın ortak tatbikatlar düzenleyerek, sınırların güvenliğinin sağlanması konusunda işbirliği yapacaklarını vurguladı.
Bakıri sözlerinin son kısmında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yakında Tahran'a geleceğine temasla, Sayın Erdoğan'ın İran'a yapacağı ziyaretle bu işbirliğinin daha da gelişeceğinin altını çizdi.
Basın toplantısında Türkiye Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akara da; Tümgeneral Bakıri'nin davetlisi olarak Tahran'a geldiğine temasla, Bakıri'ye misafirperverliğinden dolayı teşekkür etti.
İran ile Türkiye'nin dostluk ve kardeşliğinin geçmişinin eskiye dayandığına dikkat çeken Akar; siyasi ve iktisadi ilişkilerin yanı sıra, İran ile Türkiye'nin askeri münasebetlerini geliştirmeye çalıştıklarını kaydetti.
Terörizm ve sınırların güvenliği ile ilgili iki taraf arasında mutabakat sağlandığını belirten Türkiye Genelkurmay Başkanı; bölgedeki kritik duruma göre karşılıklı işbirliği yaptıklarını vurguladı.
Toplantının ardından Akar, İran Genelkurmay Başkanlığı'nın anı defterini imzaladı.
Aşura’dan Alınması Gereken Dersler
Allah'ın Adıyla
Onuncu gün anlamına gelen Aşura, Miladi 680 yılına rastlayan Hicri 61. Yılın Muharrem ayının onuncu günü Kerbela’da vuku bulan eşsiz savaşın da adıdır.
Öyle bir savaş ki o günden günümüze kadar zulme karşı verilen mücadele ve kıyamlara ilham kaynağı olduğu gibi bundan sonra da daha belirgin bir şekilde yol gösterici olacaktır. Çünkü her geçen gün Aşura savaşının mahiyetinin yeni boyutları, derinliği, azameti keşfedilmektedir.
Ve işte bunun için Aşura tarihin belli bir kesiminde olup bitmiş bir olay, kıvılcım ve geçici bir enerji boşalması olmanın ötesinde tarihin yönünü değiştiren ve gelecekte de tarihe yön verecek bir akımdır, bir ekoldür/mekteptir. “Her gün Aşura, her yer Kerbela” sözü günümüzde daha iyi anlaşılmaya başlamıştır.
Tarihin bazı kesimlerinde bu meşale rengini kaybetmiş olsa da hiç bir zaman sönmemiştir. Aşura zulme, sultaya, işgale, sömürüye, nifaka karşı bir mücadele yöntemidir.
Bu mücadele yönteminde mazlumlar, mustazaflar, hakları ellerinden alınmış, ülkeleri ve zihinleri işgal edilmiş mücadeleciler için her dönemde ders alınacak dersler vardır.
Zulme karşı sürdürülen mücadelenin nerede ve hangi boyutlarda sürdürüldüğü önemli değildir. Herkes kendi bölgesinin şartlarına göre, baskı ve zulmün boyutlarına göre Aşura akımından ihtiyaç duyduğu dersleri alabilir.
Nedir bu dersler?
Mücadele ile ilgili aklımıza gelen ne kadar iyilik, fazilet ve erdem varsa Aşura’da tecelli etmiştir. Mücadele başlatmak ve sürdürmek isteyenler için Aşura en kısa, en kestirme yoldur. Nerede ve hangi amaca yönelik olursa olsun zulme ve sultaya karşı mücadelede ihtiyaç duyulan unsurların başında cesaret, basiret, ilkelere bağlılık, dürüstlük, meşru lidere bağlılık, fedakarlık ve... gelir.
Bu erdemlerin hepsi Aşura savaşında net bir şekilde görülmektedir.
Cesaret ve korkusuzluk: Canından olmak, zindana düşmek, işkence görmek, dünya nimetlerinden mahrum kalmak, ailesinden çocuklarından ayrılmak, işinden olmak, makamından uzaklaştırılmak, fakirlik çekmek, evlatların eğitim-öğretimi kaygısı, geçim sıkıntısı, halk arasında itibarsızlaşmak, yenilmek ve bunun gibi onlarca korkudan sıyrılmayanlar mücadele ehli olamazlar. Aşura savaşına katılanların meydana girmeden önce bu korkuları yendiklerini tarihçiler kaydetmiştir.
İlkelere bağlılık: İmam Hüseyin(as) ve yaranları düşmanı her ne pahasına olursa olsun yenmek veya caydırmak için ilkelerden asla taviz vermemiştir. Yezid’e biyat konusunda düşmana hile gelmek gibi bir yönteme asla başvurmamışlardır. Düşmanla karşı karşıya gelip meydan okumalarda bile onları doğru yola davet etmiş, nasihatte bulunmuş ve asla orta bir yol bulma, kazan-kazan yöntemini seçmemişlerdir. Hak gördükleri ilkelerden asla vazgeçmemişlerdir.
Fedakarlık: Mücadeleci kişi hedefi uğruna hiç bir fedakarlıktan kaçınmaz. İmam Hüseyin’in yaranları savaş meydanına girmek için asla başkasının gitmesini beklememiş ve meydana çıkmak için birbirleriyle yarışmışlardır. Çünkü hedeflerinin doğruluğundan asla şüpheleri yoktu. Hedefi için bedel ödemeyenlerin başarı kazandıklarını tarih kaydetmemiştir.
Lidere bağlılık: İmam Hüseyin’in yaranları O’nun emri olmadan kendilerinden bir girişimde bulunmamış, düşmanla gizli ve açık görüşmelerde bulunmamışlardır. İmam’ın yapın dediği hiç bir girişimden de kaçınmamış, bahaneler de uydurmamışlardır. Bugün de Seyyid Hasan Nasrallah gibi gerçek mücadelecilerin liderine bağlılığı birçoklarını kıskandırmaktadır.
Uzlaşmacı çevreler İmam Hüseyin mektebinin takipçilerini hakk ve meşru gördükleri lidere körü körüne bağlılıkla suçlamaktadırlar, kendileri ise ABD ve siyonistlerle işbirliği yapmaktan asla çekinmezler.
Basiret: Bir mücadelede en önemli ilkelerden biri basirettir. Basiret, hakla batılı, dostla düşmanı birbirinden ayırmak, asıl düşmanın kim olduğunu tespit etmektir. Asıl düşmanını tanımayan mücadeleciler sonunda asıl düşmanın kucağına düşmekten kurtulamazlar.
Bugün İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde ve özellikle de bölgemizde asıl düşmanı(ABD ve Siyonizmi) ve uğursuz hedeflerini tanımadan yanlış müdahalelerde bulunanlar (Irak ve Suriye’de) sonunda düştükleri tuzağı farketmiş bulunuyorlar. Ve umulur ki bu hatalarını bir an önce telafi etmeye çalışsınlar ve daha çok mazlum kanının dökülmesinin suçuna ortak olmasınlar.
İmam Hüseyin(as) Küfe ordusu ileri gelenlerine “yolumu kesmeyin bırakın gideyim” dediyse bu korkudan değil, onların asıl düşman olmadıklarını, asıl düşmanın Şam sarayındaki Yezid olduğunu anlatmak içindi. Ama Küfeliler inatlarında ısrar edince savaşmak zorunda kaldı.
Bugün de İmam Hüseyn’in(as) torunlarından ümmete en layık lider İmam Hamanei asıl düşmanın tekfirci teröristler olmadığını, asıl düşmanın ABD ve uluslararası siyonizm olduğunu ve bu güçlerin emrindeki aldatılmış tekfirci terörist gruplarla sadece savunma amaçlı ve zararlarını defetmek için savaşmak gerektiğini defalarca vurgulamıştır.
Aşura mektebinden bütün zamanlar ve bütün mekanlarda mücadeleciler için alınacak onlarca ibret dersi vardır. Bu ilkelere bağlı kalanlar yenseler de yenilseler de muzaffer olacaklardır. Bu ilkelerden şaşanlar rakiplerini yenseler de tarihin yenilenler listesine yazılacaklardır.
Müslümanların bugün düçar oldukları belaların sebebi Aşura mektebinden ve ilkelerinden gerekli dersleri almamaları ve uzak kalmalarıdır. Bu ilkelere yeniden bağlanılmadığı sürece Hüseyni olmak, Zeynebi olmak mümkün değildir. Hüseyni ve Zeynebi olunmadığı sürece de zilletten, küçümsenmekten, horlanmaktan, dışlanmaktan kurtulmak imkansızdır.
Bölgedeki tehlikenin, düşman ve avanelerinin komplolarının farkında olan basiret ehli Hüseyniler bugün Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da çetin bir mücadele vermekte ve tehlikeyi uzaklaştırmak için canlarından geçmektedirler. Yezid’in hile ve nifak mektebi devam ettiği gibi Hüseyn’in Aşura mektebi de devam etmekte ve adalet aşıklarının yolunu aydınlatmaktadır.
Ne mutlu Aşura mektebinden ibret dersi alanlara.
Ziya Türkyılmaz
Bu Gün Aşura Kerbela Şehitlerine Ağlıyoruz
Bugün hicri kameri 10 muharrem 1439 ehlibeyt imamların 3’sü olan İmam Hüseyin’in (as) ve 72 yareninin Yezit tarafından şehit edilişinin yıldönümü.
Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde Hz. Hüseyin aşıkları, Hz. Hüseyin ve yarenlerine yas tutmakta ve onların çektikleri acıyı paylaşarak göz yaşı dökmekteler.
Kısaca Kerbela Olayı
Yezit, babası tarafından Müslümanların başına halife tayin edildiği günden itibaren İslam dini kökünden ciddi bir şekilde tehlikeye maruz kaldı. Muaviye, Hicretin 95. yılında oğlu Yezit’i kendisinden sonra halife olarak tayin etmeye karar vermişti. Bu işi kesin şekilde yerine getirmek için daha hayatta olduğu sırada Yezit için biat topladı ve kendisi de ona biat etti.
İbn-i Sa’d, Tabakat isimli eserinde şöyle yazıyor:
“Hüseyin bin Ali, Yezid’e biat etmeyenlerden biriydi. Muaviye hicretin 60. yılında öldüğünde oğlu Yezit hilafet makamına oturdu, halk da ona biat etti. Sonra Yezit Medine’nin hakimine şöyle bir mektup yazdı: “Halkı çağırarak onlardan biat al. İlk önce Kureyiş’in büyüklerinden başla; onların ilki de Hüseyin bin Ali olsun.” [1]
Medine’nin hakimi, İmam Hüseyin’den biat almak isteyince, İmam Hüseyin (a.s) cevabında şöyle buyurdular:
“Biz, nübüvvet ailesi ve risalet madeniyiz. Yezit ise fasık, şarap içen ve adam öldüren birisidir. Benim gibi birisi öyle bir insana biat etmez…”[2] İmam (a.s) başka bir sözünde de şöyle buyuruyor: “Artık İslam’la vedalaşmak gerekir; çünkü ümmet Yezit gibi bir yöneticiye duçar olmuştur …”[3]
Tanınmış İslam tarihçilerinden Mes’udî şöyle yazıyor:
“Yezit, ayyaş birisi idi; köpek, maymun ve avcı kuşlar besliyordu; içki içiyordu … Onun zamanında, Mekke ve Medine’de şarkı ve haram müzikler yaygınlaşmış, halk açıktan açığa içki içmeye başlamıştı.
Firavun, halkın işi hususunda ondan daha adil, yakın ve uzak insanlar hakkında ise ondan daha insaflı idi.” [4]
* * *
İmam Hüseyin (a.s), Medine’nin durumunu karışık görünce, o şehirde kalmayı doğru görmeyip hicretin 60. yılı Recep ayının sonuna iki gün kala pazar günü ailesi ve dostlarıyla birlikte Mekke’ye doğru hareket etti.[5]
İmam Hüseyin (a.s), hareketinin hedefini, kardeşi Muhammet bin Haneffiye’ye yazdığı bir vasiyette şöyle açıklamıştır: “Ben azgınlıktan, makam sevdasıyla, fesat çıkarmak ve zulüm yapmak için Medine’den ayrılmadım. Ben ceddimin ümmetini ıslah etmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak ve ceddim Resulullah (s.a.a) ve babam Ali bin Ebi Talib’in yolunda hareket etmek için o şehirden ayrıldım…”[6]
İmam Hüseyin (a.s), Şaban ayının üçüncü gününün Cuma akşamı (yani beş gün sonra) Mekke’ye vardı.[7]
* * *
Kufe halkı, Muaviye’nin ölümünü ve İmam Hüseyin (a.s)’ın Yezid’e biat etmekten kaçındığını öğrenince pek çok mektuplar yazıp imzalayarak İmam Hüseyin’i Kufe’ye davet ettiler.[8]
Onlar mektuplarında İmam Hüseyin’e (a.s) şöyle yazdılar: “Biz senin yolunu bekliyoruz, kimseye biat etmemişiz. Senin yolunda can vermeye hazırız. Senin için onların Cuma ve cemaat namazlarına katılmıyoruz.” [9]
İmam Hüseyin (a.s), Kufe halkının isteklerine olumlu cevap vererek, Ramazan ayının yarısında, Muslim bin Akil’i Kufe’ye gönderdi. İmam Müslim’e şöyle dedi: “Kufe halkına git, eğer yazdıkları doğruysa, sana kavuşmamız için bize haber gönder.”[10]
Muslim, Şevval ayının beşinci günü Kufe’ye vardı. Onun Kufe’ye geliş haberi şehirde yayılınca on iki bin kişi, (bir başka rivayete göre on sekiz bin kişi) onun aracılığıyla İmam Hüseyin’e (a.s) biat ettiler. O bu durumu İmam Hüseyin’e bildirerek İmam’ın Kufe’ye gelmesini istedi.[11]
Kufe’de yaşanan olayların haberi Yezid’e ulaşınca, ilk iş olarak Kufe’nin hakimi olan Numan bin Beşir’i azledip Ubeydullah bin Ziyad’ı onun yerine atadı.[12] Muslim bin Akil’in de yakalanıp öldürülmesini emretti.[13] Diğer taraftan da, İmam Hüseyin’i (a.s), Mekke’de gafil avlayıp öldürmek için kendi adamlarını seferber etti.
İmam Hüseyin (a.s) bu komplodan haberdar olunca, Allah’ın (c.c.) evi Kabe’de kan dökülmesini engellemek ve o yüce mekanın hürmetini korumak için, hac amellerini aceleyle bitirdi ve hicretin 60. yılı Zilhicce ayının sekizinci günü Mekke’den ayrılarak Irak’a doğru hareket etti.[14]
İbn-i Abbas, Kerbela vakıasından sonra bir mektubunda şöyle yazıyor:
“Şunu hiçbir zaman unutmayacağım ki, sen Hüseyin bin Ali’yi Peygamberin hareminden (Medine’den) Allah’ın haremine (Mekke’ye) sürdün, orada da onu gafil avlayıp öldürmek için, bazı adamlarını gizlice gönderdin. Sonra onu Allah’ın hareminden Kufe’ye sürdün. Hz. Hüseyin, Batha’nın (Mekke’nin) en aziz insanı olmasına rağmen üzgün bir şekilde Mekke’den ayrıldı. Eğer Mekke’de kalarak orada kan dökülmesini isteseydi, Mekke ve Medine halkının tümünden daha çok taraftarı olurdu. Ama o, Allah’ın evi ve Rasulullah’ın hareminin saygınlığnı ve kutsallığını korudu. Sen ise onların hürmetini ve saygınlığını korumadın. Çünkü sen, haremde onunla savaşmak için adamlarını Mekke’ye göndermiştin.”[15]
Ubeydullah, Muslim bin Akil’i ve ona sığınak veren Hani bin Urve’yi Kufe’de yakalayıp feci bir şekilde şehit etti.[16]
Ubeydullah, İmam Hüseyin’in (a.s) Kufe’ye geldiğini öğrenince, İmam’ın ordusunu gözetimi altında tutmak için, Hür bin Yezid-i Riyahi’nin komutasında bir orduyu “Kadisiyye” bölgesine gönderdi. Hür Bin Yezid, “Şeraf” denilen bir bölgede İmam Hüseyin’le (a.s) karşılaştı, aralarında bazı konuşmalar geçti. İmam (a.s), Kufe’lilerin iki heybe dolusu mektuplarını Hür bin Yezit’e gösterdi ve kendisini onların davet ettiklerini söyledi. Sonra yoluna devam etti…
Hicretin 61. yılı Muharrem ayının ikinci günü İmam Hüseyin’in (a.s) kervanı “Neyneva” bölgesine varmıştı. Bu bölgede bulundukları sırada İbn-i Ziyad’ın elçisi, Hür bin Yezid’e bir mektup getirdi. Mektubun içeriği söyleydi: “Bu mektubum sana ulaşır ulaşmaz ve elçim senin yanına gelir gelmez, Hüseyin’i sıkıştırıp onu suyu ve sığınağı olmayan bir çöle sür.” [17]
Hür bin Yezid, İbn-i Ziyad’ın emri doğrultusunda İmam Hüseyin’in (a.s) kafilesini “Kerbela” denilen bölgede durdurdu. Ertesi gün Ubeydullah bin Ziyad’ın elçisi olan Ömer bin Sa’d da dört bin savaşçıyla Kerbela’ya geldi.[18]
Söylemeden geçmeyelim ki Hür bin Yezid, İmam Hüseyin’in şahadetinden önce yaptıklarına pişman olup tövbe etti ve İmam’ın (a.s) safında savaşırken şahadete erişti.[19]
Ömer bin Sa’d, Aşura gününe üç gün kala, İmam Hüseyin’in (a.s) kafilesinin suya ulaşamaması için beş yüz süvariyi Fırat nehrini korumaları için görevlendirdi.[20]
Muharrem ayının dokuzuncu günü (Tasuâ), İmam Hüseyin (a.s) ve ashabı, tamamen düşman tarafından ablukaya alındılar; öyle ki düşman, İmam’ın (a.s) yardımına hiç kimsenin gelmeyeceğine emin olmuştu.[21]
Tasuâ akşamı, düşman tarafından savaşın başlaması için saldırı emri verildi. İmam Hüseyin (a.s), düşmanın hareketini görünce kardeşi Abbas bin Ali’ ye şöyle buyurdu:
“Kardeşim, -canım sana feda olsun- atına bin de onlara doğru git ve onlara; sizin amacınız nedir, ne yapmak istiyorsunuz? diye sor.”
İmam Hüseyin (a.s)’ın kardeşi Hz. Abbas, onlarla görüşüp konuştu. Sonuçta saldırıyı yarına ertelemeyi kabul ettiler.[22]
* * *
Nihayet “Aşura” günü yetişti… Ömer bin Sa’d, otuz bin savaşçıyla saldırıyı başlattı.[23] Otuz iki süvari ve kırk piyadeden oluşan[24] İmam Hüseyin’in (a.s) ordusu, onların saldırıları karşısında korkusuzca direnip, yiğitçe savaştılar. Hem şehit verdiler ve hem de onlardan bir kısmını öldürdüler. İmam’ın (a.s) askerlerinden biri şehit olunca yeri boş kalıyordu, halbu ki düşmanın ordusundan bir kişi öldüğünde yerini hemen bir başkası dolduruyordu.
İmam Hüseyin’in (a.s) ashabının hepsi şehit olunca, sıra İmam’ın (a.s) kendi ailesine geldi. Çünkü İmamın ashabı, biz yaşadıkça sizin ailenizin savaş meydanına gitmesini kabullenemeyiz, diye İmamın ailesinin meydana gitmesini engellemişlerdi. İmamın ailesinden savaş meydanına ilk ayak basan aziz oğlu Ali Ekber oldu.[25] Ondan sonra, İmam Ali’nin (a.s), İmam Hasan’ın (a.s), Cafer-i Tayyar’ın ve Akil’in evlatları savaş meydanına çıktılar. Birer birer yiğitçe savaştıktan sonra onlar da şahadet şerbetini içtiler. Hz. Abbas bin Ali’de (a.s) İmam Hüseyin’in evlatlarına su getirmek için gayret gösterdiği bir sırada, düşmanın kalleşçe saldırısı neticesinde, savaşarak canını İmam Hüseyin (a.s) ilahi kıyamı yolunda feda etti.
Aşura gününün en hassas zamanı, Peygamber’in ciğer paresi ve sevgili kızı Fatıma’nın aziz oğlunun yardımcısız kaldığı zaman idi. Düşman ordusu, İmam’ı yalnız gördüğü için her taraftan ona saldırıyordu …
Aşura günü orada bulunan Haccac bin Abdullah şöyle diyor:
“Allah’a ant olsun ki, oğlu, kardeşi, kardeş oğulları, akrabaları ve yaranları öldüğü halde onun (İmam Hüseyin) gibi dirençli, sebatlı, şecaatli ve yiğit birisini görmedim. Allah’a ant olsun ki ondan önce ve ondan sonra onun gibi birisini görmedim. İmam Hüseyin (a.s) düşman ordusuna saldırdığında, onlar kurt korkusuyla dağılan keçiler gibi, İmam’ın sağ ve solundan kaçışıyorlardı… Allah’a ant olsun ki, Fatıma’nın kızı Zeynep, İmam’a taraf yaklaştı… Bu esnada Ömer bin Sa’d da İmam’ın yanına yaklaşmıştı, Zeynep, İbn-i Sa’d’a hitaben şöyle dedi: “Ebu Abdullah (İmam’ın künyesi) öldürülüyor ve sen durup bunu seyrediyor musun?!”
Devamında şöyle diyor:
Ömer bin Sa’d’ın göz yaşlarının yüzüne ve sakalına aktığını ve Zeynep’ten yüz çevirdiğini adeta görür gibiyim …’’
Nihayet İmam Hüseyin’de (a.s) o zalimlerin eliyle feci bir şekilde şehit edildi ve bu inanların yüreklerinde ebede kadar sönmeyecek bir hüzün ateşi yaktı.
[1] – Tabakat-ı İbn-i Sa’d, c.10, s.164.
[2] – Musir’ul- Ahzan, s.24.
[3] – A.K. s.25.
[4] – Müruc’uz- Zeheb, c.3, s.77.
[5] – İrşad, c.2, s.34.
[6] – Bihar’ul- Envar, c.44, s.329.
[7] – İrşad, c.2, s.35.
[8] – A.K. c.2, s.36.
[9] – Müruc’uz- Zeheb, c.3, s. 64.
[10] – A.K.
[11] – A.K.
[12] – A.K.
[13] – Tarih-i Taberi, c.4, s.258.
[14] – İrşad-ı Mufid, c2, s.66.
[15] – Tarih-i Yakubi, c1, s.221.
[16] – Tarih-i Taberi, c.4, s.300.
[17] – A.K. c.4,s.302-308.
[18] – A.K. s.310.
[19] – A.K. s.325.
[20] – A.K. s.311.
[21] – Kafi, c.4, s.147.
[22] – Tarih-i Taberi, c.4, s.314.
[23] – Emali-yi Saduk, s.111 ve 374.
[24] – Kamil-i İbn-i Esir, c.2, s.560.
[25] – Tarih-i Taberi, c.4, s.341.
IŞİD Kaybedince BOP’a Geri Dönerek Referandum Düzenlettiler
Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Beyrut’un Dahiye semtinde Aşure gecesi münasebetiyle yaptığı konuşmada gündemdeki konuları değerlendirdi.
Mehr'in verdiği haberde; Lübnan’da siyasi istikrarın devam ettirilmesi gerektiğinin altını çizen Hasan Nasrullah, “Seçimler döneminde ihtilafları çözdüğümüz gibi şimdi de mevcut görüş ayrılıkları halledebiliriz. Ulusal düzeyde her türlü çatışmadan kaçınma Lübnan'ın yararına olacaktır” ifadelerinde bulundu.
Hasan Narullah, Lübnan Hizbullah Hareketi’nin şu anda en güçlü seviyede olduğunu belirterek, “Siyonist Rejim, Hizbullah’ın bölgenin ikinci en güçlü ordusu olduğunu itiraf etti” dedi.
Hasan Nasrullah ilaveten, “Farklı taraflar özellikle de Suudi Arabistan Lübnan’ı iç savaş, anlaşmazlıklar ve bölgesel çatışmalara sürüklemeye çalışmamalı” ifadesini kullandı.
Terör örgütü IŞİD’in çöküşün eşiğinde olduğunu kaydeden Hasan Nasrullah, sözlerine şu şekilde devam etti: Bu örgüt şu anda intihar saldırısı düzenleyebilmek için terörist arıyor. Böylece Suriye’deki çöküşünü ertelemek istiyor. Eğer IŞİD savaşı kazanmış olsaydı Suudi Arabistan, Fars Körfezi’ne kıyısı olan ülkeler ve Kuzey Afrika ülkelerinin akıbeti ne olurdu? Ama biz bölgenin parçalanması için büyük güçler tarafından desteklenen ve Siyonist Rejim’in ürünü olan IŞİD’i komplosunu etkisiz hale getirdik.
Seyyid Hasan Nasrullah, IKBY’de düzenlenen tartışmalı referanduma ilişkin, “Onlar IŞİD projesi yenilgiye uğradıktan sonra Büyük Ortadoğu Projesi’ne geri döndüler ve planın ilki de Irak Kürdistan’da başlatıldı” görüşünü paylaştı.
ABD’nin dış siyasetini eleştiren Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri, sözlerini şöyle tamamladı: Suudiler, direniş güçleri karşıtı projenin başında yer alıyor. Yakında Irak'taki parçalanma sorunu Suudi Arabistan'a ulaşacaktır, zira bu ülke diğer ülkelerden daha fazla bölünme potansiyeline sahip.
İmam Hüseyin (as) için gözyaşı dökmek
Yas tutmak, musibete maruz kalan ve bir yakınını kaybeden insanları teselli eden bir merasimdir. Ancak İmam Hüseyin -s- için yas tutan insanlar kendilerini o büyük hadise yüzünden musibetzede olarak bilir ve bu merasime katılarak pratikte birbirini teselli etmeye çalışır.
Gerçekte İmam Hüseyin -s- için yas merasimi düzenlemek, merasime katılanları teselli etmekten başka muhteşem Aşura hamasetinin unutulmamasına da vesile olur.
Her yıl Muharrem ayının yaklaşması ile birlikte dünyanın tüm hür insanlarının kalbi İmam Hüseyin -s- ve Aşura olayına yönelir ve Kerbela’da yaşanan o faciayı hatırlayan her insanın gözü gözyaşı ile dolar. Bu fecaat hadisenin üzerinden 1372 yıl geçiyor olmasına rağmen hala her yıl Muharrem ayında Müslümanlar bir araya gelir ve İmam Hüseyin bin Ali -s- ve arkadaşları için yas tutar.
Evet biraz önce de belirtildiği üzere Yas tutmak, musibete maruz kalan ve bir yakınını kaybeden insanları teselli eden bir merasimdir. Ancak İmam Hüseyin -s- için yas tutun insanlar kendilerini o büyük hadise yüzünden musibetzede olarak bilir ve bu merasime katılarak pratikte birbirini teselli etmeye çalışır. Gerçekte İmam Hüseyin -s- için yas merasimi düzenlemek, merasime katılanları teselli etmekten başka muhteşem Aşura hamasetinin unutulmamasına da vesile olur. Özellikle İmam Hüseyin -s- için yas merasimleri Müslümanların en halkçı merasimleri çerçevesinde düzenlenir ve bütün insanlar ister kadın ister erkek, ister genç ister yaşlı ve hatta çocuklar bu etkinliğe katılarak Hüseyni -s- hamasetten dersleri canı gönülden alır.
İmam Hüseyin -s- yas merasimi, merasime katılan insanlar üzülecek ve ağlayacak şekilde düzenlenir, ancak buna karşın onları ruhi ve manevi açıdan derinden etkiler. Bu insanların yüzünde görecede keder izleri belirlenir, ancak içlerindeki gam ve keder onların güncel yaşamındaki gam ve kederden farklıdır. Bu gam ve keder, hareket kaynağı olan bir gam ve kederdir. Bu yas da depresyon sebebi değil, bilakis özel bir huzur ve içten bir neşe yaratan bir duygudur. Bu yüzden İmam Hüseyin -s- yas merasimine katılan insanlar asla bu etkinliğe katılmaktan yorulmaz ve tüm bunlar Allah Resulü’nün -s- sözünün tecellisidir. Allah Resulü -s- şöyle buyurmuştur: İmam Hüseyin’in -s- şehadeti için müminlerin yüreğinde asla sönmeyen bir sıcaklık vardır.
Şevk, aşk ve duygu, İmam Hüseyin -s- için yas merasimleri düzenlemenin en önemli dayanaklarıdır, fakat sırf bunlarla sınırlı olmadığı ve daha çok insanların aklı ve dini marifetinde kökleri bulunduğu belirtilmelidir. Nitekim bu yüzden İmam Hüseyin -s- yas merasimleri insanları o hazretin şahsiyeti ve gerçekleştirdiği kıyamı ve dini maarifini tanıtmak için en iyi fırsattır. Bu yüzden İmam Hüseyin -s- yas merasimleri tarih boyunca da dini ihya etme ve İslam maarifini yaygınlaştırma zemini olmuştur. Nitekim İmam Hüseyin -s- de kameri 61 yılında İslam dinini ihya etmek için kıyam etti. Bugün İmam Hüseyin -s- için yas tutan insanlar o hazretin ve vefakar arkadaşlarının yas merasimlerine katılmakla beraber onların yüce kişiliği ve ruhi azameti ile tanışır. İmam Hüseyin’in -s- Kerbela çölündeki arkadaşlarının her biri mükemmel, sabırlı, cesur ve direnişçi insanların en güzel örnekleridir ve her biri iyilik abidesi sayılır.
İmam Hüseyin -s- yas merasimlerinde öte yandan insanlar Yezid ve yandaşları ile tanışır ve onların çirkin amelleri ve cinayetlerine yönelik derin kin ve öfke duymaya başlar. Buna göre İmam Hüseyin -s- yas merasimlerl pratikte tevella ve teberra fiillerinin gerçekleşmesi ile sonuçlanır. Tevella sevmek ve teberra nefret etmek ve uzak durmaktır. Bu iki amel İslam dininin furu ilkelerindendir. Her Müslüman'ın hak ehli olanlarla dostluk etmesi ve batıl ehli olanlardan uzak durması gerekir. Bu yüzden İmam Hüseyin -s- için yas tutan insanlar şöyle der: Ben sizinle barış içinde ve barışık olanlarla barışığım ve sizle savaşan ve çatışanlarla çalışmaktayım. Ben sizi sevenlerle dostum ve size düşmanlık edenlerin düşmanıyım.
Yüce Allah Kur'an'ı Kerim’de bir ayette mümin kulların kalpleri Allah’ı zekretme ve haktan nazil olan her şeye karşı huşu etme vakti geldiğini buyuruyor.
İmam Hüseyin’i -s- seven insanlar da Muharrem ayı gelince gönülleri tevhidin büyük önderini hatırlayarak huşu içinde olur ve o hazret için gözyaşı döker, zira İmam Hüseyin -s- için akan bu gözyaşları, Allah’a iman ve O’nun karşısında huşu içinde olmanın işaretidir.
İslam Peygamberi’nin -s- buyurduğu üzere İmam Hüseyin’in dostluğu Allah’ın dostluğu ve düşmanlığı Allah’a karşı düşmanlıktır.
İmam Hüseyin -s- için dökülen gözyaşı, insani erdeme olan inançtan ve bu erdeme kavuşma çabasından kaynaklanan bir gözyaşıdır. Gerçekte fadıl ve kemale eren insanları kaybetmek her zaman çok ağır bir musibet olmuştur ve halkın büyük bir bölümü bu tür kayıplara karşı derin esef ve üzüntü duyar. Şimdi eğer bu tür insanlar mazlumane bir şekilde katledilecek olursa başa gelen musibet daha da ağır olur. Bu yüzden Kerbela’da yaşanan Aşura hadisesinin geriye kalanlarından İmam Seccad’ın -s- babası, kardeşleri, amcaları ve diğer yakınlarının bir bir şehit düştüklerine şahit olup gözyaşı dökmesi sadece en yakın varlıklarını kaybetme acısından değil aynı zamanda onların mazlumiyeti yüzündendi, çünkü o insanlar fazilet ve kemal bakımından ala derecede yer alan insanlardı.
İmam Hüseyin -s- için tutulan yas ve dökülen gözyaşı, kalbin ta derinlerinden akar ve bu göz yaşında o hazretin ve Kerbela’daki diğer şehitlerin mazlumiyeti bu duyguların yaşanmasında en önemli etkenlerden biridir. Bu mazlumiyet hatta gayri müslim insanların yüreğini de inciten ve İmam Hüseyin -s- için yas tutanların saflarına katılmasını sağlayacak Kadar fazladır. İmam Hüseyin -s- ve arkadaşlarının mazlumiyeti ve gurbette başlarına gelen o facia Müslümanların yüreğini parçalayan ve gözlerini yaşla dolduran bur durumdur. İmam Hüseyin -s- ve arkadaşlarına yönelik aşk ve sevgi bazen sırf onların adını duymak, gözlerini yaşlarla dolduracak kadar bazı taraftarlarının yüreğinin derinlerine nüfuz etmiştir.
Imam Hüseyin -s- için yas tutan insanların gözyaşı, onların iç sevgilerinin tecellisidir. Bu, yüce Allah’ın onların gönlüne yerleştirdiği sevgidir. Kuşkusuz bu gözyaşlarının farklı işlevleri söz konusudur. Bireysel açıdan İmam Hüseyin -s- için yas tutan insanların gözyaşı onları heyecan bakımından sakinleştirir ve manevi huzura kavuşturur. Öte yandan İmam Hüseyin -s- yas merasimine katılan insanlar bu merasim sırasında kendilerini manevi açıdan geliştirir. Bu durum onları, gözyaşı döktükleri bu şehitler gibi davranmaya yöneltir.
İmam Hüseyin -s- için gözyaşı dökmek, siyasi ve sosyal açılardan da önemli işlevi ve tesiri vardır, zira bu gözyaşları tamamen duygusal ve heyecandan kaynaklanan bir davranıştır ve aynı zamanda tamamen bilinçlidir ve nesi var nesi yok, dini ihya etmek ve adaleti inşa etmek için feda eden büyük bir insan için akmaktadır. İmam Hüseyin -s- bu büyük işte henüz emzirilen bebeğini bile feda etti. Böylece İmam Hüseyin -s- için gözyaşı dökmek, onun için gözyaşı döken kimsenin kişiliğini büyük ve seçkin bir şahsiyetle bütünleştirir ve onun ülkülerini gözyaşı döken kimsenin kalbine yerleştirir.
İmam Hüseyin -s- için yas tutan ve gözyaşı döken insan açıkça o hazrete ve hareketine ve büyük kıyamına bağlı olduğunu ilan eder. Nitekim böyle insanlar pratikte de vefakarlığını ispat etmiştir. İranlı büyük mücahit genç Muhsin Hoceci ve diğer silah arkadaşları günümüzde İmam Hüseyin -s- için yas tutmanın yanında pratikte de vefakarlığını ispat eden ve IŞİD pençesinde esir düştükleri sırada başı dik ve cesur duruşu ile İmam Hüseyin -s- gibi büyük bir izzet ve onurla başını veren ve şehit düşen insanlara birer örnektir.
Buna göre Aşura kültüründe gözyaşı dökmek, İmam Hüseyin -s- kıyamını ayakta tutmuk ve bu büyük şehidin mesajını tüm beşeri toplumlara iletmek için en uygun etkendir. Gözyaşı her zaman keskin bir bıçak gibidir ve zalimlere itiraz feryadi ve şehitlerin akan kanının koruyucusudur. Bu bağlamda İmam Humeyni -ks- şöyle buyurur: İmam Hüseyin -s- için yas tutarken gözyaşı dökmek, bu hareketi canlı tutmaktır ve canlı tutmak demek az bir nüfusla büyük bir imparatorluk karşısında durmaktır. Onlar şu gözyaşlarından korkar, zira bu gözyaşı, mazlum için akan ve zalime haykıran gözyaşıdır.
Aşura Vakıası
Aşura Vakıası
Rivayet edildiği üzere İmam Hüseyin’e (a.s) ilk darbeyi, Kinde kabilesinden biri İmam’ın kafasına indirdi Bazı kaynaklara göre ise, ağır yaralar alan ve savaşmaktan dolayı bedeni zayıf düşen İmam (a.s) dinlenmek için bir süre savaşı bıraktığında alnına bir taş değdi ve yüzü kana bulandı. İmam gömleğinin bir köşesini kaldırarak yüzünün kanını silmek istediğinde ise üç başlı ve zehirli bir ok İmam’ın kalbine isabet etti.
Aşura vakıası (Arapça: واقعة عاشوراء); hicretin 61. yılı Muharrem ayının onuncu günü Kerbelatopraklarında, İmam Hüseyin (a.s) ile Ömer b. Sa’d’ın komutasındaki Yezit b. Muaviye’nin ordusuyla karşı karşıya geldiği ve İmam Hüseyin’in (a.s) kendisi, yarenleri ve akrabalarının şehit olmasıyla sonuçlanan hadisedir. İmam Hüseyin’in (a.s) şehit olmasından sonra kafilesinden geriye kalan; kadın ve çocuklar esir alınarak, Kufe’ye ve oradan da Şam’a götürüldüler. Şii’ler her yıl Kerbela hadisesi münasebetiyle matem ve yas merasimi düzenlemektedirler.
Aşura vakıası Şiiler arasında Tevvabin ve Muhtar’ın kıyamı gibi sayısız kıyamların ilham kaynağı olmuştur ve birçok düşünür, İran halkının İslam İnkılabını gerçekleştirmeleri konusunda, Kerbela vakıasından etkilendiğine inanmaktadır.
Aşura vakıası ve İmam Hüseyin’in (a.s) şehadet hadisesi, Şiilik hüviyetini şekillendiren en önemli unsurlardan birisidir ve Şiilerin, mezhebi ve hatta sosyal yaşantıları Aşura kültüründen etkilenmiştir. Bu kültürün yansımaları, yüzyıllar boyunca Şii toplumların farklı düzey ve düşünce aralıklarında edebiyat, resim ve çeşitli hatıra yazıları gibi farklı sanatsal ifade biçimlerinde müşahede edilebilir.
Aşura’nın Manası
Aşir, on sayısına tekabül etmekte, Uşr/Öşür ise onda bir ve Aşir ise onuncu demektir. Aşurakelimesi tarihte terimsel bir anlam kazanmış olup, lügat bilginlerinin meşhur görüşüne göre Muharrem’in onuncu gününe denmektedir. [1] Bazı lügat âlimleri Aşura kelimesinin İbraniceolan Aşur ve Aşura kelimesinin Arapçalaştırılmış hali olduğunu (muarreb) söylemektedir. Aşura kelimesi İbranicede Tişri (Yahudi ayı) ayının onuncu gününü adlandırmak için kullanılmaktadır. [2]
Aşura; Hüseyin b. Ali’nin (a.s) şehit olduğu Muharrem ayının onuncu günüdür. [3]
Şiaların Bakışında Aşura Günü
Kerbela; Aşura Günü
Ubeydullah b. Ziyad türlü hile ve desiselerle Kufe’ye egemen olmayı başardı ve daha sonra İmam Hüseyin (a.s) ve az sayıda yarenini muhasara altına alarak, Kerbela’da Aşura günü hepsini acımasız ve feci bir şekilde şehit ettirdi. İbni Ziyad, İmam (a.s) ve yarenlerini şehit ettirdikten sonra kadın ve çocukları esir alarak bir müddet Kufe zindanlarında tuttu. Daha sonra Yezit b. Muaviye’ye bir mektup yazarak İmam Hüseyin (a.s) ve ashabının şehit olduğu haberini verdi. Bunun üzerine Yezid’de bir mektup yazarak Ubeydullah’tan kesik başları ve onlara ait her şeyi esirlerle birlikte Demeşk’e göndermesini istedi.[4]
Müslümanların ve özellikle de Şiaların bakışında Aşura, Aşura gününün öncesi ve sonrasını içeren hadiselerdir; yani Aşura gecesinden Şam-ı Gariban’a kadar hadiseleri, İmam Hüseyin’in (a.s) ordusunun savaş için hazırlanmasından, onların tamamının şehit olmasına kadar yaşananlar ve aynı şekilde geride kalanların esir alınmasından, çadırların yağmalanması ve yakılmasına kadar vuku bulan olayların tamamını kapsamaktadır.
Tasua Günü İkindi Vakti Yaşananlar
Muharrem ayının dokuzuncu günü –Tasua günü- ikindi vaktinden kısa bir süre sonra Kufeordusu Ömer b. Sa’d’ın emriyle “Ya Haylullah” sloganı eşliğinde İmam Hüseyin’in (a.s) ordusu ile savaşmak için hazırlandı; ancak İmamın (a.s) isteğiyle İbn Sa’d, İmam (a.s) ve yaranlarına geceyi namaz ve duayla geçirmeleri ve aynı zamanda aldıkları karar noktasında düşünmeleri için bir gece fırsat verdi. Yani savaş Aşura gününe kadar ertelendi ve Kufe ordusu ordugâhlarına geri döndü.[5]
Tasua gününün ikindi vakti (Muharrem ayının dokuzuncu günü) İmam Hüseyin (a.s) bacısı Hz. Zeynep’e (s.a) gördüğü rüyadan bahsederek şöyle buyurdu: “Ceddim Resulullah'ı (s.a.a) rüyada gördüm ve bana “Çok geçmeden bizim yanımıza geleceksin” dedi.[6]
Aşura gecesi; İmam Hüseyin (a.s) ve yarenlerinin ilahi dergâhta dua ve namaz gecesiydi. Zehhak b. Abdullah Meşriki’den şöyle nakledilmiştir: İmam Hüseyin (a.s) ve yaranları gecenin bir bölümünü dua, münacat ve istiğfar ile geçirdiler[7] ve İmam Hüseyin'in (a.s) dostlarının çadırlarından (durmaksızın) gelen dua, namaz, yakarış ve Kur'an zemzemeleri bal arılarının çıkardığı sesler gibiydi.”[8]
Aşura Gecesi
Her Gün Aşura; Her Yer Kerbela
Tasua gecesi İmam Hüseyin (a.s) akraba ve yaranlarını bir araya toplayarak onlara şöyle hitap etti: “Ben kendi yaranlarım ve Ehl-i beytimden daha sadık ve vefalı bir kimse bilmiyor ve tanımıyorum! Yarın savaş günüdür ve sizin üzerinizdeki bütün haklarımdan -biatimi üzerinizden kaldırdım- vazgeçiyorum; herkesin gecenin karanlığından yararlanarak kendi yolunu tutması ve buradan uzaklaşmasına izin veriyorum.”
İmam Hüseyin’in (a.s) konuşması sona erince, İmam’ın (a.s) ashap ve yarenleri birbiri ardınca ayağa kalkarak, sonuna kadar İmam’la (a.s) birlikte olacaklarını ve onu her türlü destekleyeceklerini vurgulamakla beraber, biatlarında vefalı ve kararlı olduklarını ve biatlarına olan bağlılıkları noktasında açıklamalarda bulundular. İlk önce Abbas b. Ali ve daha sonra onun ardından kardeşleri ve diğer Ehlibeyt gençleri İmam’ı (a.s) destekleyeceklerine ve onunla beraber olacaklarına dair konuşmalar yaptılar…” [9]
Daha sonra Akil’in evlatlarına dönen İmam Hüseyin (a.s) onlara;“Ey Akilin evlatları! Babanız Müslim’in şehit olması (musibeti) size yeterdir. Ben size izin veriyorum; siz gidin” dedi, ancak Müslim’in evlatları İmam’a “Allah’a yemin olsun ki biz senden ayrılmayacağız; can, mal ve her şeyimizi sana feda etmeye hazırız ve sizinle beraber savaşacağız” dediler. [10]
İmam Hüseyin’in (a.s) Ehlibeytinin (a.s) konuşmaları bittikten sonra, Müslim b. Avsece,[11] Said b. Abdullah Hanefi, [12] Züheyr b. Kayn[13] ve daha sonra İmam Hüseyin’in (a.s) diğer yaranları şehadete ulaşıncaya dek İmam’la (a.s) birlikte savaşacaklarına dair konuşmalar yaptılar.[14] Bu sözlerden sonra İmam Hüseyin (a.s) ashabına şöyle buyurdular: “Şüphesiz ben yarın öldürüleceğim ve benim yanımda olan sizler de öldürüleceksiniz.”
İmam’ın (a.s) ashabı şöyle dediler: “Bize seninle beraber olmamız nedeniyle izzet bahşeden ve senin yanında şehadetle şereflendiren Allah’a şükürler olsun. Ey Allah Resulünün (s.a.a) kızının evladı! Bizim de cennette sizinle birlikte olmamıza razı olmaz mısınız?” İmam Seccad’dan (a.s), İmam Hüseyin’in (a.s) konuşmasından ve yaranlarının verdikleri istekli cevaplardan sonra İmam’ın (a.s) ashabı hakkında dua ettiği nakledilmiştir.[15]
Bu gecede Bureyr b. Huzeyr, Ömer b. Sa’d’a nasihat etmek için İmam’dan izin istedi. İmam Hüseyin (a.s) izin verince Bureyr b. Huzeyr Ömer b. Sa’d’ın yanına gitti. Bureyr İbn Sa’d’ın yanından döndükten sonra İmam’a (a.s) şöyle söyledi: “Ey Allah Resulünün (s.a.a) evladı! Ömer b. Sa’d Rey şehrinin mülkiyeti karşılığında sizi öldürmeye razı olmuş.” [16]
Askeri Eylemler
İmam Hüseyin’in (a.s) Mekke’den Kerbela’ya Hareket Güzergahı
İmam Hüseyin (a.s) bu gecede (aşura gecesi) etkili askeri önlemler almayı da ihmal etmiyordu. Rivayet edildiğine göre, Eba Abdillahi’l-Hüseyin (a.s) gece yarısı tek başına çadırlardan ayrılarak etraftaki tepelikleri ve çukur bölgeleri inceleyerek, yarın yapılacak saldırıdan önce gerekli hazırlık ve önlemleri aldılar.[17] Bu gecede İmam Hüseyin’in (a.s) ashap ve yarenleri imamın emriyle çadırların bulunduğu ordugâhın etrafına hendeğe benzer çukurlar kazarak içini odun, diken ve çalı çırpı ile doldurdular. İmam Hüseyin (a.s) ashabına, düşmanla savaşmakla meşgulken, ateşin düşmanın arkadan saldırmasını ve Ehlibeytin (a.s) mahremiyetine el uzatmalarının önünü alması için düşman saldırıya geçer geçmez hemen hendeklerde bulunan odun ve otları yakmalarını emretti. Alınan bu tedbirler Aşura günü İmam’ın Hüseyin’in (a.s) ashabı için çok faydalı oldu.[18]
Aynı şekilde İmam Hüseyin (a.s) ashabına, çadırları birbirlerine yaklaştırmalarını, çadırların iplerini birbirine geçirerek bağlamalarını ve düşmana bir cepheden karşı koyabilmek için kendileri orta ön tarafta olacak şekilde çadırları arka sağ ve sol taraflarına almalarını emretti. Böylece çadırlar, onları üç taraftan sarmış olacaktı ve düşman sadece bir yönden saldırmak zorunda kalacaktı.[19]
İmam Hüseyin’in (a.s) Ashabının Ahitlerine Bağlılıklarını Yeniden Vurgulamaları
Aşura gecesi İmam Hüseyin (a.s) etraftaki tepe ve geçitleri incelemek için tek başına çadırlarda ayrıldı; bunu gören Nafi’ ise sessizce İmam’ın (a.s) peşinden gitti.
Çadırların etrafındaki bölgeleri inceledikten sonra geri dönen İmam Hüseyin (a.s), bacısı Hz. Zeynep’in (s.a) çadırına girdi. Çadırın dışında İmam Hüseyin’i (a.s) bekleyen Nafi’ b. Hilal, Hz. Zeynep’in (s.a) İmam’a şöyle arz ettiğini duydu: “Ashab ve yarenlerinizi imtihan ettiniz mi? Onlarında diğerleri gibi size sırtlarını dönmelerinden ve savaş anında sizi düşmana teslim etmelerinden korkuyorum.”
İmam Hüseyin (a.s) bacısına cevap olarak şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki bunları imtihan ettim ve onları ölümü gördükleri halde ölüme göğüslerini siper eden ve annesinin sinesini arzulayan bebeğin arzuladığı gibi benim yolumda ölmeye hazır olan insanlar olarak gördüm.”
İmam Hüseyin’in (a.s) Ehlibeytinin kendi ashap ve yarenlerinin sebat ve sadakatları noktasında endişeli olduğunu hisseden Nafi b. Hilal, Habib b. Mezahir’in yanına gidip onunla meşveret ettikten sonra ashapla birlikte, İmam Hüseyin (a.s) ve Ehlibeytini kanlarının son damlasına kadar savunacaklarına dair güvence verme kararı aldılar.
Habib b. Mezahir İmam’ın (a.s) yarenlerine seslenerek toplanmalarını istedi ve daha sonra ashapla birlikte kılıçlar çekili olarak ve bir ağızdan İmam Hüseyin’in (a.s) hareminin (Ehlibeytinin bulunduğu çadırların) yanına gelerek şöyle feryat etti: “Ey Allah Resulünün (s.a.a) Ehlibeyti! Bu sizin gençleriniz ve savaşçılarınızın kılıcı, sizin kötülüğünüzü isteyenlerin boynuna inmeden kılıfına girmeyecektir. Bu mızraklar da, sadece sizi davet edip yüzüstü bırakanların sinesine indirmek için yemin eden evlatlarınızın mızraklarıdır.”[20]
İmam Hüseyin’in (a.s) Tarafından Mektupların Yazılması
İmam Hüseyin (a.s) gerekli şahıs ve gruplara yazması gereken mektupları Aşura gecesi yazdı ve muhasara altında tutulmalarından dolayı mektupları kendisinin şehadetinden sonra yerlerine ulaştırması için Fatıma (kızı), Zeynep (bacısı) ve İmam Seccad’a (a.s) emanet etti. İmam (a.s) yazdığı mektuplardan birini de Kufe halkı için yazarak, Kufe halkının ihanet ve bedbahtlıklarını beyan etti.
Aşura Gününün Sabahı
Aşura sabahı İmam Hüseyin (a.s) yarenleri ile birlikte sabah namazını eda ettiler. [22] Kılınan namazın ardından İmam (a.s), kırk süvari ve otuz iki piyadeden oluşan ordusunun[23] saflarını düzeltti. Züheyr b. Kayn’ı ordunun sağ tarafındaki askerlerin emiri ve Habib b. Mezahir’i de sol tarafın komutanı yapan İmam Hüseyin (a.s) savaş bayrağını da kardeşi Abbas’ın (a.s) eline verdi.[24]
Ashap, İmam’ın (a.s) emriyle çadırları arkalarına aldıktan[25] sonra, düşman askerlerinin arka taraftan yapacağı saldırıları engellemek için daha önce kazılan ve içi odun ve otlarla doldurulan çukurları ateşe verdiler.[26]
Savaş meydanının diğer tarafında ise Ömer b. Sa’d sabah namazını kıldıktan sonra meşhur görüşe göre dört bin kişiden oluşan ordusunun komutanlarını belirlerdi. İbni Sa’d, Amr b. Haccac-ı Zübeydi’yi ordunun sağ kanadına, Şimr b. Zi’l Cevşeni de sol kanadına, Azere b. Kays-ı Ehmesi’yi süvarilerin ve Şebes b. Rib’i’yi ise piyadelerin komutanı yaptı.[27]
Aynı şekilde Abdullah b. Züheyr-i Esedi’yi Kufelilerin komutanı, Abdurrahman b. Ebi Sire’yi Mezhec ve Beni Esed kabilelerin komutanı, Kays b. Eş’as b. Kays’ı Rebie ve Kinde ve Hür b. Yezid-i Riyahi’yi ise Tamim oğulları ve Hemdan kabilelerinin komutanı yapan Ömer b. Sa’d bayrağı kölesi Zuveyd’e (Dureyd) vererek[28] İmam Hüseyin (a.s) ve ashabıyla savaşmak için hazırlandı.
Rivayete göre İmam’ın (a.s) gözü kalabalık düşman ordusunun takılıp düşmanın çokluğunu görünce, ellerini duaya kaldırarak şöyle duada bulundular: “Allah’ım! Her gam ve kederde sığınağım, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve her musibette güvendiğim Sensin. Kalpleri zayıflatan, kurtuluş yollarını kapatan (insanı çaresiz bırakan), dostları kaçıran, düşmanları sevindiren nice gam ve musibetleri Sana şikâyet ettim, başkalarından ümidimi kesip Sana yöneldim. Ve Sende benden o gam ve üzüntüyü giderdin, onları sen izale ettin. Her nimetin sahibi, her güzelliğin sahibi ve her dileğin nihayeti de Sensin.”[29]
O gününün sabahı, düşmanın çadırlara yaklaşmaması için çadırların arasında nöbet tutan İmam’ın (a.s) ashabı, çadırlara yaklaşmak isteyen Kufe ordusu askerlerinden birkaçını oracıkta öldürdüler.[30]
İmam Hüseyin (a.s) ve Ashabının Konuşmaları
Savaşın başlamasından önce İmam Hüseyin (a.s) Kufe ordusuna hücceti tamamlamak üzere atına bindi ve ashabından birkaç kişi ile birlikte düşman ordusuna yaklaştı ve önünde bulunan Bureyr b. Huzeyr’e “Ey Bureyr bunlarla konuş ve onlara nasihatte bulun” dedi.[31] Bunun üzerine Bureyr b. Huzeyr Ömer b. Sa’d’ın ordusunun karşına geçerek onlara nasihatte bulundu.[32]
İmam Hüseyin (a.s) düşman ordusunun karşısına geçerek, İbn Sa’d’ın ordusunda bulunan çoğu kişinin duyduğu, yüksek sesle insanlara nasihat ederek onları adalet ve insaflı olmaya davet etti. Allah’a hamdu senadan sonra kendini tanıtmaya başladı. İmam (a.s); Peygamberin kızının oğlu, Peygamberin vasisi ve amcası oğlunun oğlu ve Seyyid-uş Şüheda Hamza ve Cafer-i Tayyar’ın amcası olduğunu belirtti. Daha sonra Resulullahın yaşayan sahabelerinden Cabir b. Abdullah-i Ensari, Ebu Said-i Hudri, Sehl b. Sa’d Saidi, Zeyd b. Erkam ve Enes b. Malik’i şahit tutarak Peygamber Efendimizin (s.a.a) bir hadisine işaret etti ve şöyle buyurdu: “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridir” sözünü duymamış mısınız?
İmam Hüseyin’in (a.s) sözü bu noktaya gelince, Kufe ordusu komutanlarından Şebes b. Rib’i, Haccar b. Ebcer, Kays b. Eş’as b. Kays ve Yezid b. Haris’e doğru bakarak, onlara kendi ibaretleri ile yazdıkları mektupları hatırlattı. Ancak onlar yazdıklarını inkâr ederek imamı teslim olmaya davet ettiler. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle cevap verdi: “Hayır, Allah’a andolsun ki, ben onlara zillet eli vermeyeceğim.”[33]
(“Ey insanlar! Soyumu söyleyin, ben kimim? Sonra kendinize gelin, nefsinizi kınayın. Bakın, beni öldürmeniz, hürmetimi gözetmemeniz size caiz midir? Ben, Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Ben, Peygamberinizin vasisi ve amcası oğlunun oğlu değil miyim? Ben, herkesten önce Allah’a iman eden ve Peygamber’in risaletini tasdik eden kimsenin oğlu değil miyim? Seyyid-uş Şüheda olan Hamza, babamın amcası değil midir? Cafer-i Tayyar amcam değil midir? Peygamber’in benim ve kardeşim hakkındaki: “Bu ikisi cennet gençlerinin efendileridir” sözünü duymamış mısınız? Eğer sözümü tasdik ederseniz, bu söylediğim sözler bir gerçektir. Allah’a andolsun ki, Allah Teala’nın yalancıya gazab ettiğini ve uydurduğu sözün zararını kendisine çevirdiğini bildiğim günden beri yalan söylemiş değilim. Eğer beni yalanlarsanız şimdi Müslümanların arasında Peygamber’in ashabından olan kimseler mevcuttur; bunu onlardan soracak olursanız size söylerler. Cabir b. Abdullah-i Ensari, Ebu Said-i Hudri, Sehl b. Sa’d Saidi, Zeyd b. Erkam ve Enes b. Malik’ten sorun, öğrenin; şüphesiz onların hepsi, Resulullah’ın benim ve kardeşimin (Hasan’ın) hakkında buyurduğu sözü duymuşlardır. Bu sözler, sizi kanımı dökmekten alıkoymuyor mu?” Bu arada Şimr b. Zil-Cevşen bağırarak dedi ki: “Onlar kalbiyle değil de diliyle Allah'a ibadet ediyor, ne söylediğini bilmiyor”)
İmam’ın (a.s) Kufe halkına yaptığı konuşmasından sonra Zuheyr b. Kayn İmam Hüseyin’in (a.s) faziletlerinden bahsederek onlara nasihat etmeye başladı.[34] Gerçi Şimr’in İmam Hüseyin’in (a.s) konuşması sırasında da dediği gibi Kufe ordusundan hiç kimse bu sözleri anlamadı ve Zuheyr’in nasihatlerine de kötü sözler sarf ederek karşılık verdiler.[35]
İmam’ın (a.s) Savaşı Başlatan Taraf Olmasına Muhalefeti
Ömer b. Sa’d’ın ordusu savaş için hazırlanırken, İmam Hüseyin’in (a.s) emriyle çadırların arkasındaki hendekler ateşe verildi. Bu sıra Şimr b. Zil-Cevşen bir grup süvari ile beraber İmam Hüseyin’in (a.s) ordugahının etrafını dolanarak çadırlara yaklaşmak istedi; ancak gözü ateşlerin yükseldiği hendeğe düşünce İmam Hüseyin’e (a.s) kötü sözler sarf etti.
Müslim b. Avsece’nin orada olması ve Şimr’e ok atmak (vurmak) için hazır olduğunu bildirmesine rağmen, İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Savaşı başlatan taraf olmak istemiyorum”.[36]
Hür b. Yezid-i Riyahi’nin Tövbesi
Aşura gününün sabahı İmam Hüseyin’in (a.s) “Acaba aranızda feryadımıza yetişip bize yardımda bulunacak bir kimse yok mudur?”çağrısı Hür b. Yezid-i Riyahi’yi etkiledi ve Kufe ordusunun İmam Hüseyin’le (a.s) savaşmada ciddi olduğunu görünce, İbn Sa’d’ın ordusunu terk ederek İmam Hüseyin’in (a.s) ordusuna katıldı.[37] Rivayet edildiğine göre, Hür b. Yezid-i Riyahi İmam’dan (a.s) diğer sahabelerinden önce Yezid’in ordusuna karşı savaşmak için izin istedi ve İmam’ın (a.s) izin vermesi üzerine meydana çıkarak şehit oldu. Bazı tarihi kaynaklar Hür’ün Aşura gününün öğle vaktinde şehadete ulaştığını nakletmektedir.[38]
Ömer b. Sa’d Tarafından Savaşın Başlatılması
Savaş Ömer b. Sa’d’ın, kölesi Dureyd’i (Zuveyd) yanına çağırarak “Ey Dureyd bayrağı öne çıkar” demesi ve Dureyd’inde bayrağı öne çıkarmasıyla başladı. Daha sonra İbn Sa’d yayına bir ok takarak onu İmam Hüseyin (a.s) ordugâhına doğru attı ve “Emir yanında ilk ok atanın ben olduğuma dair şahitlik edin” dedi.[39] Onun ardından ordusundaki askerler de ok atmaya başladılar.[40]
Aşura günündeki ilk savaş saldırıları gruplar halinde gerçekleşti ve yapılan ilk saldırılarda İmam’ın (a.s) çok sayıda yareni şehit oldu. Bu saldırılar ilk saldırı olarak bilinmiş ve bazı tarihi kaynaklar bu saldırılar sonucunda İmam Hüseyin’in (a.s) elliye yakın ashabının şehit olduğunu nakletmiştir. Daha sonra İmam’ın (a.s) yarenleri birer, ikişer savaş meydanına çıktılar. Her halükarda ashap düşman ordusundan hiç kimseyi İmam Hüseyin’e (a.s) yakınlaşmasına izin vermiyorlardı.[41]
Müslim b. Avsece’nin Şehadeti
Amr b. Haccac ordusuyla İmam Hüseyin’in (a.s) ordusunun sağ koluna saldırdı, ancak İmam Hüseyin’in (a.s) ashabı direnerek onların ilerlemesine engel oldular. Bu durumu gören Amr b. Haccac’ın süvari askerleri geri çekilerek ordugahlarına döndüler. Haccac’ın ordusu geri kaçarken İmam’ın (a.s) yarenleri onları ok yağmuruna tutarak bazılarını öldürüp bazılarını ise yaraladılar.[42] Teke tek savaşta Kufe ordusundan bazı askerlerin öldürülmesi üzerine, Ömer b. Sa’d teke tek savaş için kimsenin meydana çıkmamasını emretti.[43]
Amr b. Haccac beraberindekilerle birlikte Fırat Nehri tarafından tekrar İmam Hüseyin’in (a.s) ordusuna saldırdı ve birkaç saat savaştılar. İmam’ın (a.s) yarenlerinin güçlü direnişiyle karşılaşınca bir müddet savaştıktan sonra tekrar geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu saldırı sonucunda Müslim b. Avsece-i Esedi şehadet mertebesine erişti.[44] Bundan dolayı İmam’ın (a.s) ashabından ilk şehit olan kişinin Müslim b. Avsece olduğu söylenmektedir.[45]
Abdullah b. Umeyr’in Savaşı
Okçuların ok atmaları sona erince Yesar –Zeyd b. Ebih’in kölesi- ve Salim –Ubeydullah b. Ziyad’ın kölesi- öne çıkarak meydan okudular. Bureyr b. Huzeyr ve Habib b. Mezahir savaşmak için ayağa kalktılar, ama İmam Hüseyin (a.s) onlara izin vermedi. Daha sonra Abdullah b. Umeyr ayağa kalkarak izin istedi ve İmam Hüseyin (a.s) ona savaşması için izin verdi.
Şimr’in Savaşa Daha İstekli Olması
Amr b. Haccac’ın hamlesinden kısa bir süre sonra Şimr b. Zi’l Cevşen’de İbn Sa’d’ın ordusundan yanına aldığı askerlerle birlikte, İmam Hüseyin’in (a.s) ordusunun sol cenahına saldırdı, ancak o da İmam’ın (a.s) ashabının şiddetli direnişiyle karşılaştı.[46]
Kufe ordusu komutanları arasında Şimr b. Zi’l Cevşen gibi savaşa iştiyaklı olan çok az kişi bulunmaktaydı, hatta Şimr, İmam’ın huzurunda kadınları katletme ve çadırları ateşe verme azminden vazgeçmedi.[47]
Aşura Vakıası
Aşuru günü öğle vaktinden önce düşman ordusu İmam Hüseyin’in (a.s) ordusuna karşı kapsamlı bir saldırı başlatarak, her taraftan İmam (a.s) ve yarenlerine hamle etti. Kufe ordusunun bu hamleleri karşısında İmam’ın yarenleri çok şiddetli bir şekilde çarpıştılar. Bu saldırılarda İmam’ın (a.s) ordusunun süvari askerlerinin sayısının az olmasına rağmen (otuz iki kişi) öyle cesurca savaştılar ki sayıca kat kat fazla olan Kufe ordusunu aciz bırakarak, Kufe ordusu süvarilerinin komutanı Azere b. Kays’ı, Ömer b. Sa’d’dan yardım istemeye mecbur ettiler.[48]
Ömer b. Sa’d Husayn b. Temim’i yanına çağırarak onu zırhlı süvariler ve beş yüz okçu ile birlikte Azere b. Kays’ın yanına gönderdi ve onlar İmam’ın (a.s) ordusuna yaklaşınca İmam’ın (a.s) ashabını ok yağmuruna tutmaya başladılar. [49]
İmam Hüseyin’in (a.s) yarenleri üçerli ve dörderli gruplar halinde çadırların arasına dağılarak çadırları korumaya başladılar ve düşman ordusundan her kim çadırlara saldırmaya veya yağmalamaya kalkışırsa onu kılıç darbeleriyle veya okla öldürüyorlardı. Ömer b. Sa’d’ın ordusu İmam’ın (a.s) ve yarenlerinin işini bitirmede başarısız olması, İbn Sa’d’ın çadırları tahrip etme emri vermesine neden oldu ve bunun üzerine Kufe ordusu her yönden çadırlara saldırmaya başladı. Düşman ordusundan yapılan saldırılardan birinde Şimr b. Zi’l Cevşen yanındakilerde birlikte çadırların arkasından İmam’ın (a.s) çadırlarına ulaştı. Ancak Züheyr b. Kayn İmam’ın (a.s) yarenlerinden on kişiyle beraber onlara saldırarak onları çadırlardan uzaklaştırdılar.[50]
Savaş gün ortasına kadar devam etti.[51] ve bu zaman zarfında İmam Hüseyin’in (a.s) birçok yareni şehit oldu. Bu birbiri ardınca yapılan saldıralar sonucunda Müslim b. Avsece’nin yanı sıra İmam’ın (a.s) ordusunun sol kanadının komutanı Abdullah b. Umeyr-i Kelbi de Hani b. Tesbit-i Hazremi ve Bukeyr b. Hayy-ı Temimi’nin eliyle şehit edildi.[52] Amr b. Halid-i Seydavi, Cabir b. Haris-i Selmani, Amr b. Halid’in kölesi Amr, Mucemmi b. Abdullah Aizi ve oğlu Aiz b. Mucemmi de düşman ordusuyla girilen muharebede şehit oldular.[53] İmam’ın (a.s), bazı tarihçilere göre sayıları elliye ulaşan diğer yarenlerinden bir kısmı da bu saldırılar sonucunda şehit oldular.[54]
Aşura Günü Öğle Vakti Hadiseleri
Aşura gününün güneşi öğle vaktine geldiğinde, Ebu Semame Amr b. Abdullah Saidi öğle namazının vaktini İmam’a (a.s) hatırlattı. İmam Hüseyin (a.s) başını kaldırarak gökyüzüne baktılar ve ona dua ederek şöyle buyurdular: “Bize namazı hatırlattın; Allah seni zikir ehli olan namaz kılanlardan kılsın. Evet, şimdi öğle namazının ilk vaktidir. Düşmandan namaz kılmamız için savaşı durdurmalarını isteyin.”[55] O anda İbn Sa’d’ın ordusundan Husayn b. Temim adlı bir kişi onun (Hüseyin (a.s)) namazı kabul olmayacaktır diye bağırdı. Bunu duyan Habib b. Mezahir-i Esedi sinirlenerek ona cevaben şöyle dedi: “Ey Numeyr! Ey cahil Resulullah’ın evlatlarının namazlarının kabul olmayıp da senin gibi merkebin namazının mı kabul olacağını sanıyorsun?!” Hasin, akrabaları ve etrafındakiler Habib’e saldırarak onunla savaşmaya başladılar. [56] ve sonunda Budeyl b. Sureym ve Husayn b. Numeyr-i Temimi Habib b. Mezahiri şehit ettiler.[57]
Aşura Günü Öğle Namazı
Aşura günü öğle namazı vakti gelince İmam (a.s) ve yarenleri, öğle namazını eda etmek için hazırlandılar. İmam (a.s) Zuheyr b. Kayn ve Said b. Abdullah-i Hanefi’ye düşmanın muhtemel saldırıları karşısında namaz kılanları korumak amacıyla, İmam (a.s) ve yarenlerinin önünde durmalarını emretti. Namazın başlamasıyla [58] İbn Sa’d’ın ordusu İmam Hüseyin (a.s) ve yarenlerini oklarla hedef almaya başladılar, ama Zuheyr ve Abdullah kendilerini düşmanın saldırılarına karşı siper ederek, düşman ordusu tarafından atılan okların imam (a.s) ve yarenlerine isabet etmesini engelliyorlardı.[59]
Namazın bitmesinden sonra Said b. Abdullah aldığı ağır yaraların ardından şehit oldu.[60] Öğle namazından sonra, Zuheyr b. Kayn, Bureyr b. Huzeyr-i Hamdani, Nafi’ b. Hilal-i Cemeli, Abis b. Ebi Şebibi Şakiri, Hanzala b. Sa’d-ı Şebami ve ... birbiri ardınca meydana çıkarak şehadet mertebesine ulaştılar.[61]
Aşura Gününün İkindi Vakti
İmam Hüseyin’in (a.s) Akrabalarının Şehadeti
İmam’ın (a.s) sahabelerinin şehit olmasının ardından, imamın Ehlibeyti savaş için hazırlandılar. Haşimoğullarından savaş için ilk izin isteyen ve şehit olan Ali Ekber b. Hüseyin (a.s) idi. İmam (a.s) ona izin verdi.[62]
Ali Ekber, İmam’dan (a.s) izin aldıktan sonra savaş meydanına gitti ve İmam Hüseyin (a.s) onun hakkında yaptığı duada onun her yönüyle Peygamber’e benzediğini dile getirdi. [63]
Ali Ekber’in şehadetinden sonra İmam Hüseyin’in (a.s) diğer kardeşleri Abbas b. Ali’den (a.s) önce şehit oldular.[64] Artık Beni Haşim hanedanın fertleri; Akil b. Ebi Talib’in çocukları, Abdullah b. Müslim b. Akil ve Cafer b. Ebi Talib’in evlatları; Adiy b. Abdullah b. Cafer-i Tayyar ve İmam Hasan’ın (a.s) evlatları; Kasım b. Hasan ve İmam Hüseyin’in (a.s) kardeşleri; Ebu’l Fazl (a.s), Ebubekr, Abdullah ve Cafer ve … birbiri ardınca meydana giderek şehit oldular.[65]
İmam Hüseyin’in (a.s) ordugâhının muhasara altında bulunmasından dolayı su getirme vazifesinin kendisine verildiği Ebu’l-Fazlı’l-Abbas –ordunun sancaktarı ve çadırların koruyucusu- su getirmek için gittiği Fırat kıyısında, İbn Sa’d’ın, İmam’ın ordusunun suya ulaşmasını engellemek için koyduğu bekçilerle girdiği savaş sonucunda şehit düştü.[66] İmam’ın (a.s) yarenlerinden en son şehidin Suveyd b. Amr b. Hes’emi olduğu rivayet edilmektedir.[67]
İmam Seccad’ın (a.s) Düşmanla Savaşmak İstemesi
Bütün ashap, Ensar ve Beni Haşim’in şehit olmasından sonra Eba Abdillah (a.s) savaş meydanına gitti. Ehlibeyt’in (a.s) sabırsızlığını ve kaygılandığını görmek, İmam Hüseyin’i (a.s) çok üzüyordu. İmam (a.s) etrafına baktı; ama kendisi için bir yar ve yardımcı göremedi. İmam Hüseyin (a.s) nereye yönelse bir başka acıyla karşılaşıyordu; bir yanda bedenleri pare pare edilmiş ve kanlara boyanmış dostları, bir yanda kadınların ve çocukların feryat ve figanlarını görüyordu. Bu esnada İmam Kufe ordusuna şöyle seslendi: “Ey kavim, sizin aranızda Resulullah’ın Ehlibeyt’ini savunacak birisi yok mu? Sizin aranızda bizim hakkımızda Allah’tan korkan kimse yok mu? Acaba aranızda feryadımıza yetişip bize yardımda bulunacak bir kimse yok mudur?”[68] Ancak Kufe ordusundan bir cevap duyulmadı.
İmam Hüseyin (a.s) şehit düşen yarenlerinin pak bedenlerine bakarak şöyle buyurdular: “Ey Habib b. Mezahir, Ey Zuheyr b. Kayn ve Ey Müslin b. Avsece. Ey zamanın yiğit ve cengâverleri! Size seslendiğim halde, neden sesimi duymuyorsunuz? Sizi çağırıyorum, neden davetime icabet etmiyorsunuz? Sizler uykuda ve ben sizlerin tatlı uykudan uyanmanızı ümit ediyorum; zira bunlar sizden başka yardımcıları olmayan Allah resulünün (s.a.a) Ehlibeyt’inin kadınlarıdır. Uykudan uyanın ey Aziz ve Kerimler ve bu zalimlerin tuğyan ve isyanlarına karşı Allah Resulünün (s.a.a) Ehlibeytini savunun.”
İmam’ın (a.s) sözlerini işiten kadınların nale ve figanları yükselmeye başladı. Bu esnada babasının sesini duyan İmam Seccad (a.s) asasına yaslanarak çadırdan dışarı çıktı; ama kılıcı taşıyacak mecali yoktu. İmam Hüseyin’in (a.s) İmam Seccad’ın (a.s) bu durumunu görünce Ümm-ü Kulsüm’e hitaben şöyle dedi: “Onun önünü alın ki yeryüzü Resulullah’ın (s.a.a) evlatlarından boş kalmasın”[69]
İmam Hüseyin’in (a.s) Savaş İçin Hazırlanması
İmam Hüseyin (a.s) çadırlara geldi ve Ehlibeyt’ine sabırlı ve sessiz olmaları tavsiyesinde bulunduktan sonra kendi kızları, bacıları, çocukları ve kadınları ile vedalaştı. Düşman askerlerinin yağmalamamaları için giyeceği gömleğin bazı yerlerini yırttıktan sonra elbiselerinin altına giydiler. Gerçi Kufe ordusu askerleri bu elbiseyi de yağmaladı.[70]
İmam Hüseyin (a.s) süt içen yavrucağının susuzluktan ağladığını görünce onu kucağına alıp, savaş meydanının yakınlarına götürdü ve “Ey cemaat! Eğer bizlere acımıyorsanız bari bu süt emen çocuğa acıyın” dedi, ama Kufe ordusu bu çocuğa bile acımadı ve İbn Sa’d’ın ordusundan Hermele b. Kahil-i Esedi çocuğun boğazını okla hedef alarak çocuğu babasının kucağında şehit etti. [71]
İmam Hüseyin’in (a.s) Aşura Günü İkindi Vakti Yaptığı Savaşları
Yarenlerinin ve yakınlarının şehit olmasından sonra İmam’ın (a.s) yalnız kalmasına rağmen, bir müddet Kufe ordusundan hiç kimse İmam’la (a.s) yüz yüze savaşmak için öne çıkmadı. İmam Hüseyin (a.s) suya ulaşmak için atını Fırat’a doğru sürdü, ama yolunu kestiler.[72] İmamın yalnız kalması, başından ve bedeninin bir çok yerinden derin ve ağır yaralar almasına rağmen, korkusuzca ve cesurca kılıç sallamaya ve direnmeye devam ediyordu.[73]
Humeyd b. Müslim’den şöyle nakledilmektedir: “Bugüne kadar, vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandığı, çocuğu, ailesi ve arkadaşları gözünün önünde öldürüldüğü hâlde, onun gibi cesaretini kaybetmeyen, en ufak bir korku belirtisi göstermeyen birini daha görmedim. Piyade birlikleri toplu olarak ona saldırdıkları zaman, o da kılıcıyla onlara hamle ediyor, keçi sürüsünün saldıran kurdun karşısında ikiye yarılması gibi, sağından solundan onları ikiye yarıyordu.”[74]
Seyyid b. Tavus da şöyle nakletmektedir: “İmam Hüseyin’in (a.s) düşman ordusu saflarına saldırmasıyla birlikte otuz bin kişilik düşman ordusu geri çekilip çekirge sürüsü gibi dağılıyorlardı.”[75]
Bir müddet düşmanla savaştıktan sonra çadırlara dönen İmam Hüseyin (a.s) ailesine sabırlı olmaya davet etti.[76] Kadınlarla teker teker vedalaşan İmam (a.s)[77] daha sonra İmam Seccad’ın (a.s) yanına vardılar.[78]
İmam Hüseyin (a.s) Ehlibeytiyle vedalaşma ile meşgulken, Kufe ordusu İbn Sa’d’ın emriyle İmam’ın (a.s) çadırlarına saldırmaya ve oklarla İmam’ı hedef almaya başladılar. Öyle ki bazı oklar çadırların arasından geçerek İmam Hüseyin’in (a.s) ailesinin vahşetine ve paniklemesine neden oldu.[79
İmam Hüseyin'in (a.s) Şehadeti
Aşura günü kendisi için bir konum belirleyen İmam Hüseyin (a.s) düşmana oradan saldırıyor ve saldırıdan sonra tekrar aynı yere dönüyordu ve (çadırlardaki Ehlibeytinin duyabilmesi için) yüksek sesle “La havle ve la Kuvvete illa billah” diyordu.[80] İmam Hüseyin’in (a.s) birkaç defa saldırıp geri yerine dönmesinden sonra, Şimr b. Zi’l Cevşen Kufe ordusundan birkaç kişiyle İmam’ın (a.s) çadırlarına saldırarak İmam Hüseyin (a.s) ve çadırların arasını açtı. Bu durumu gören İmam Hüseyin (a.s) şöyle feryat etti: “Yazıklar olsun size! Eğer dininiz yoksa ve kıyamet gününden korkmuyorsanız, hiç olmazsa dünyanızda hür ve özgür kişiler olun.”[81]Şimr’in komutasında olan piyade birlikleri İmam Hüseyin’in (a.s) etrafını sarmalarına rağmen öne çıkamıyorlardı ve bundan dolayı Şimr çaresizce onları teşvik ediyordu.[82] Daha sonra Şimr b. Zi’l Cevşen okçulara İmam’ı (a.s) ok yağmuruna tutmalarını istedi. Dört bir taraftan gelen okların çokluğuyla İmam’ın (a.s) bedeni oklarla dolmuştu.[83] Bunun üzerine İmam (a.s) geri çekildi ve düşman ordusu da karşısında saf tuttu.[84]
Rivayet edildiği üzere İmam Hüseyin’e (a.s) ilk darbeyi, Kinde kabilesinden biri İmam’ın kafasına indirdi.[85] Bazı kaynaklara göre ise, ağır yaralar alan ve savaşmaktan dolayı bedeni zayıf düşen İmam (a.s) dinlenmek için bir süre savaşı bıraktığında alnına bir taş değdi ve yüzü kana bulandı. İmam gömleğinin bir köşesini kaldırarak yüzünün kanını silmek istediğinde ise üç başlı ve zehirli bir ok İmam’ın kalbine isabet etti.[86]
Bazı diğer kaynakların naklettiğine göre; Malik b. Nuseyr adında bir şahıs İmam’ın başına öyle bir darbe indirdi ki İmam’ın miğferinin bağı kırıldı;[87] Zerea b. Şerik-i Temimi de İmam’ın sol omuzuna ağır bir darbe vurdu, Sinan b. Enes’de İmam’ın boğazını okla hedef aldı ve daha sonra Salih b. Veheb Cu’fi’de (Sinan b. Enes’in naklettiğine göre) öne çıkarak mızrakla İmam’ın yan tarafından öyle bir darbe indirdi ki, İmam Hüseyin (a.s) sağ yanı üstüne attan aşağı düştü.[88]
Kufe ordusu İmam’ı muhasara altına aldıklarında ve İmam Hüseyin (a.s) izzetli hayatının son anlarını yaşarken, İmam’ın çadırlarından bu durumu (düşmanın İmam’ı aralarına aldıklarını) gören Abdullah b. Hasan adında küçük yaşta bir çocuk Zeynep’in (s.a) bütün çabalarına rağmen İmam Hüseyin’e (a.s) doğru koştu. Bahr (Ebcer) b. Ka’b (başka bir nakle göre Hermele b. Kahili Esedi) kılıcıyla İmam Hüseyin’e (a.s) saldırdı, ama Abdullah elini kılıca karşı siper edince kılıç darbesi Abdullah’ı elini kesti.[89]
Şimr b. Zi’l Cevşen, aralarında Ebu’l Cunub Abdurrahman b. Ziyad, Kaş’em b. Amr b. Yezid-i Herduvanı Cu’fi, Salih b. Veheb Yezeni, Sinan b. Enes-i Nehai ve Havli b. Yezid Esbehi’nin bulunduğu Kufe ordusundan bir grupla İmam Hüseyin’e (a.s) doğru yaklaştılar. Şimr onları İmam’a saldırarak işini bitirmeleri için teşvik ediyordu[90], ancak kimse bu işe yanaşmıyordu. Daha sonra Şimr, Huli b. Yezid’e İmam’ın (a.s) başını mübarek bedeninden ayırmasını emretti. Huli b. Yezit İmam’ın mübarek başını kesmek için katligaha varınca eli ve bedenini titreme sardı ve hedefine ulaşamadan geri döndü. Bunun üzerine Şimr[91] ve başka bir nakle göre Sinan b. Enes[92] atından aşağı indi ve İmam’ın mübarek başını bedeninden ayırarak Huli’nin eline verdi.[93] İmam (a.s) şehit olurken bedeninde 33 kılıç darbesi ve 34 mızrak yarası vardı.[94] Düşman ordusu İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra elbise ve eşyalarını yağmalayarak imamın bedenini üryan bıraktılar.
İmam (a.s) ve Diğer Şehitlerin Cansız Bedenleri Üstünde At Koşturmaları
İbn Ziyad’ın emrini yerine getirmek için aralarında İshak b. Huye ve Ehnes b. Mursed gibi kişilerin bulunduğu Kufe ordusundan on gönüllü asker Ömer b. Sa’d’ın emriyle İmam Hüseyin’in (a.s) pak bedeni üzerinde at koşturdular.[95]
İmam (a.s) ve Diğer Şehitlerin Başlarını Bedenlerinden Ayırmaları
Ömer b. Sa’d o gün İmam’ın (a.s) mübarek başını Huli b. Yezid-i Esbehi ve Humeyd b. Müslim-i Ezdi ile birlikte Ubeydullah b. Ziyad’a gönderdi. İbn Sa’d aynı şekilde Beni Haşim gençleri ve İmam Hüseyin’in (a.s) yarenlerinin başlarını da mübarek bedenlerinden (yetmiş iki baş) ayırmalarını emretti ve onları da Şimr b. Zi’l Cevşen, Kays b. Eş’as ve Amr b. Haccac ile birlikte Kufe’ye gönderdi.[96]
Savaştan Sonra Vuku Bulan Olaylar
Çadırların Yağmalanması
İmam Hüseyin’in (a.s) şehit olmasından sonra düşman ordusu; at, deve, elbise ve hatta kadınların süs eşyalarını yağmalamak için çadırlara saldırdılar. Onlar İmam Hüseyin’in (a.s) çadırlarını yağmalamada birbiriyle yarışıyorlardı.
Şimr b. Zi’l Cevşen Kufe ordusundan bir grupla çadırlara girdiler. Şimr, İmam Seccad’ı (a.s) şehit etmeyi düşünüyordu, ancak Hz. Zeynep(s.a) ona engel oldu ve başka bir nakle göre ise Ömer b. Sa’d’ın askerleri Şimr’in bu işi yapmasına itiraz ettiler. Ömer b. Sa’d’ın emriyle kadınları bir çadırda topladılar ve başlarını da onları korumak için birkaç asker diktiler.
İmam Hüseyin’in (a.s) Yarenlerinden Geride Kalanlar
Dahhak b. Abdullah-i Meşriki ve Abdurrahman b. Abdurrabbe-i Ensari muhasara ve olay yerinden kaçtılar; Merga’a b. Temimi-yi Esedi Ubeydullah b. Ziyad tarafından sürgün edildi ve İmam Hüseyin’in (a.s) eşi Rubab’ın kölesi olan Ukbe b. Sema’n ise köle olması nedeniyle İbn Sa’d tarafından azat edildi.
İmam’ın (a.s) Ehlibeytinin Esareti
Aşura vakıasında ağır hasta olan Ali b. Hüseyin (a.s), Hz. Zeynep (s.a) ve geride kalan diğerleri ile birlikte esir alındılar. Ömer b. Sa’d ve ordusu esirleri Kufe’ye emevi hakimi İbn Ziyad’ın yanına götürdüler ve oradan da Şam’a Yezit’in sarayına gönderildiler.
Aşura Vakıası Şehitlerinin Toprağa Verilmesi
Kerbela şehitlerinin mübarek ve pak bedenlerinin toprağa verildiği gün hakkında tarihçiler arasında görüş ayrılıkları bulunmaktadır; bazıları Muharrem’in on birinci günü -yani Ömer b. Sa’d’ın Kerbela’dan çıktığı gün-[97] ve bazıları ise Muharrem ayının on üçüncü[98]gününü Kerbela şehitlerinin bedenlerinin toprağa verildiği gün olarak açıklamışlardır. Ehlisünnet alim ve tarihçileri ise İmam Hüseyin (a.s) ve yarenlerinin, hicretin 61. Yılı Muharrem ayının on birinci günü toprağa verildiği noktasında ittifak etmişlerdir.[99]
Ömer b. Sa’d, İmam Hüseyin (a.s) ve yarenlerinin şehit olmasından sonra, kendi gurubundaki 88 askerin cesedini defnetmelerini emretti, ancak İmam (a.s) ve vefalı yarenlerinin mübarek ve pak bedenlerini öylece toprağın üzerinde bıraktı.[100]
Bazı rivayetlere göre, İbn Sa’d ve ordusu gittikten sonra, evleri Kerbela’ya yakın olan Beni Esed kabilesi Kerbela hadisesinin yaşandığı yere geldiler ve yerde sadece İmam Hüseyin (a.s) ve yarenlerinin cansız bedenlerini görünce düşman tehlikesinin olmadığı gecenin bir vaktinde İmam Hüseyin (a.s) ve yarenlerinin namazlarını kıldıktan sonra toprağa verdiler. [101]
İmam Hüseyin’i (a.s) şu anki bulunduğu yere ve Ali Asgar’ı ise İmam’ın ayak tarafının aşağısına defnettiler. İmam’ın (a.s) Ehlibeyti için kabirler kazdılar ve yarenleri için de İmam’ın ayak tarafının aşağısında kabir kazdılar ve onları orada toprağa verdiler; gerçi hepsinin toprağa verilmesinde bir şüphe yoktur, ancak onların kabirlerinin yerini dakik olarak bilmiyoruz.[102] Hz. Abbas’ın (a.s) mübarek bedeni de şehit olduğu yerde toprağa verdiler. [103]
Aynı şekilde Kerbela şehitlerinin toprağa verilme anında Hür’ün akraba ve kabilesi ve bir başka rivayete göre annesi gelerek, Hür’ün bedenini şu anda Hür b. Yezid-i Riyahi’nin türbesi olarak bilinen yere götürüp toprağa verdiği rivayet edilmiştir.[104]
Beni Esed kabilesi amcaoğullarının –Habib b. Mezahir- İmam Hüseyin’in diğer yarenleri ile birlikte defnedilmesine razı olmadılar ve bundan dolayı diğerlerinden ayrı İmam Hüseyin’in (a.s) başının üst tarafında, bugün Habib b. Mezahir’in kabri olarak bilinen yerde toprağa verdiler.[105]
İmam Hüseyin’in (a.s) Başının Defnedilmesi
Ubeydullah b. Ziyad, İmam Hüseyin’in (a.s) mübarek başını bir ağacın başına asarak şehirde gezdirdi ve bir müddet sonra İmamın başını diğer şehitlerin başıyla birlikte Zehr b. Kayy-ı Cu’fi ile Şam’a (Demeşk) Yezid’e yolladı.[106] Atike (Yezid’in kızı ve Abdulmelik b. Mervan’ın eşi) saygıyla İmam’ın (a.s) başını yıkadı ve koku sürdü ve daha sonra Demeşk bağlarından (sarayın bağı veya başka bir bahçede) birinde toprağa verdi. Bir başka rivayete göre ise, İmam’ın mübarek başını Kufe, Şam, Askalan ve Mısır’a[107] götürdükten sonra kefenleyerek Hz. Fatıma’nın (s.a) kabrinin yanına; Baki mezarlığında toprağa verdiler.[108] Elemu’l Huda’ya[109] göre, İmam’ın (a.s) başını Şam’dan Kerbela’ya geri döndürdüler ve bedeninin yanına defnettiler.
Aşura’nın Habercisi
İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra esirler kervanında bulunan Hz. Zeynep (s.a), Kufe’de Ubeydullah b. Ziyad’ın ve Demeşk’de Yezit’in sarayında, İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamının mahiyeti, Yezid’in fasit hükümeti ve Kufelilerin hilelerini anlatan beliğ hutbeler okudu.[110]
Kaynakça
Yukarı git↑ Dehkhuda, Ali Ekber, Lügatname-i Dehkhuda, c. 10, s. 15663.
Yukarı git↑ Dairetu’l Mearif, Teşeyyü, c. 11, s. 15.
Yukarı git↑ Dehhuda, Ali Ekber, Lügatname-i Dehkhuda, c. 10, s. 15663.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l-Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 463 ve Ali b. Ebi’l-Kiram İbn Kesir, el-Kamil fi’t-Tarih, c. 4, s. 84.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, c. 3, s. 391 - 392; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 416 – 418; Ahmed Deyneveri, el-Ahbaru’t-Tival, s. 256; İbn E’sem Kufi, el-Futuh, c. 5, s. 97 - 98; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 90; El-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l-Hüseyin (a.s), c. 1, s. 249 – 250 ve Ebu Ali, Meskuviyye, Tecaribu’l-Umem, c. 2, s. 73 – 74.
Yukarı git↑ Ahmed Deyneveri, el-Ahbaru’t Tival, s. 256.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, c. 3, s. 186; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 421; İbn E’sem Kufi, el-Futuh, c. 5, s. 99; el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 1, s. 251 ve Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 59.
Yukarı git↑ İbn E’sem Kufi, el-Futuh, c. 5, s. 97 – 99; el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 1, s. 251; Seyyid b. Tavus, el-Luhuf, s. 94; İbn Nema Hilli, Mesiru’l Ehzan, s. 52; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 421 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 95.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 378 – 379 ve Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 369.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l-Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 419 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 91.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 185; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 419 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 92.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 419 ve Seyyid b. Tavus, el-Luhuf, s. 92.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 419 – 420; Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 393 ve Ali Ebu’l Ferec İsfahani, Mekatilu’t Talibin, s. 117.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 420; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 91; el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 1, s. 250 – 251 ve Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 57 – 58.
Yukarı git↑ Kutbu’d-Din Ravendi, el-Haraic ve’l Ceraih, c. 2, s. 848 ve Abdullah el-Bahrani, el-Avalimu’l İmamu’l Hüseyin (a.s), s. 350.
Yukarı git↑ İbn E’sem Kufi, el-Futuh, c. 5, s. 96 ve el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l-Hüseyin (a.s), c. 1, s. 248.
Yukarı git↑ Abdurrezzak el-Musevi el-Mukarrim, Mektelu’l-Hüseyin (a.s), s. 219.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 422; Ahmed Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 395; Ahmed Deyneveri, el-Ahbaru’t Tival, s. 256; el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l-Hüseyin (a.s), c. 1, s. 248 ve Abdullah el-Bahrani, el-Avalimu’l-İmamu’l-Hüseyin (a.s), s. 165.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 395; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 421; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 94; Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 59 ve Tabersi, E’lamu’l-Vera bi E’lamu’l-Huda, c. 1, s. 457.
Yukarı git↑ Abdurrezzak el-Musevi el-Mukarrim, Mektelu’l Hüseyin (a.s), s. 219.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 420 – 421; Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 393; Ali Ebu’l Ferec el-İsfahani, Mekatilu’t-Talibin, s. 112- 113; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 93 - 94; Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t-Tarih, c. 4, s. 58 – 59 ve İbn Şehri Aşub, Menakibu A’li Ebu Talib, c. 4, s. 99.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 423.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 395; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 422; Ahmed Deyneveri, el-Ahbaru’t Tival, s. 256; İbn E’sem Kufi, el-Futuh, c. 5, s. 101 ve Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 59.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 395; Ahmed b. Davud ed-Deyneveri, el-Ahbaru’t Tival, s. 256; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 422; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 95 ve Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 59.
Yukarı git↑ Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 96.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 395 - 396; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 423 – 426 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 96.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 395 – 396 ve Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 422 – 426.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 423; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 96 ve Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 60.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 423; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 96 ve Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 60 - 61.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 438 ve Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 394.
Yukarı git↑ el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 1, s. 252 ve Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 396 – 398.
Yukarı git↑ İbn E’sem Kufi, el-Futuh, c. 5, s. 100; el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 1, s. 252 ve Abdurrezzak el-Musevi el-Mukarrim, Mektelu’l Hüseyin (a.s), s. 232 – 233.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 424 – 426; Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 395 – 396 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 96 – 98.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 424 – 427.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 426 – 425 ve Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 397.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 423 – 426; Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 393 - 396; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 96 ve Tabersi, İ’lamu’l Vera bi İ’lamu’l Huda, c. 1, s. 458.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 427; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 99 ve el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 2, s. 9.
Yukarı git↑ Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 104.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 398; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 429 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 101.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 398; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 429 - 430 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 101.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 429 – 430.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 400 ve Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 430 – 436.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 400 ve Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 430 – 437.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 400; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 435 – 436 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 103 – 104.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 400.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 436 – 438.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 438 – 439.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 400; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 436 – 437 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 104.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 436 – 437.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 400; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 437 – 439 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 105.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 437 – 438.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir-i Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarih-i Taberi), c. 5, s. 437 ve Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 68.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 446.
Yukarı git↑ İbn E’sem Kufi, el-Futuh, c. 5, s. 101.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 438 – 439 ve Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 70.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 439.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 439 – 440.
Yukarı git↑ el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 2, s. 17 ve Seyyid b. Tavus, el-Luhuf, s. 110 – 111.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 441 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 105.
Yukarı git↑ Seyyid b. Tavus, el-Luhuf, s. 111.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 441 ve el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 2, s. 20.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 361 - 362; Ali Ebu’l Ferec el-İsfahani, Mekatilu’t Talibin, s. 80; Ebu Hanife Ahmed b. Davud ed-Deyneveri, el-Ahbaru’t Tival, s. 256; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 446; İbn Nema Hilli, Mesiru’l Ehzan, s. 68 ve Seyyid b. Tavus, el-Luhuf, s. 49.
Yukarı git↑ Ali Ebu’l Ferec el-İsfahani, Mekatilu’t-Talibin, s. 115 – 116.
Yukarı git↑ Ali Ebu’l Ferec el-İsfahani, Mekatilu’t Talibin, s. 80 – 86 ve Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 446 – 449.
Yukarı git↑ Ali Ebu’l Ferec el-İsfahani, Mekatilu’t Talibin, s. 89 – 95; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 446 - 449 ve Ebu Hanife Ahmed b. Davud ed-Deyneveri, el-Ahbaru’t Tival, s. 256 – 267.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 446 – 449 ve İbni Şehraşub, Menakibu A’li Ebu Talib, c. 4, s. 108.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 446 – 453.
Yukarı git↑ el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 2, s. 32; Seyyid b. Tavus, el-Melhuf ale Katli’t Tufuf, s. 116 ve İbn Nema Hilli, Mesiru’l Ehzan, s. 70.
Yukarı git↑ el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 2, s. 32.
Yukarı git↑ Seyyid b. Tavus, el-Melhuf ale Katli’t Tufuf, s. 123; Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 409; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 451 – 453 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 111.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 448; Ali Ebu’l Ferec el-İsfahani, Mekatilu’t Talibin, s. 95 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 108.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 407; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 449 – 450; İbn Sa’d, et-Tabakatu’l Kubra, c. 6, s. 440 ve Ahmed Deyneveri, el-Ahbaru’t Tival, s. 258.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 452; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 111; Ebu Ali, Meskuviyye, Tecaribu’l Umem, c. 2, s. 80 ve Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 77.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 452; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 111; Ebu Ali, Meskuviyye, Tecaribu’l Umem, c. 2, s. 80 ve Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 77.
Yukarı git↑ Seyyid b. Tavus, el-Luhuf, s. 119 ve Abdurrezzak el-Musevi el-Mukarrim, Mektelu’l Hüseyin (a.s), s. 276.
Yukarı git↑ Muhammed Bakır Meclisi, Cilau’l Uyun, s. 408; Abdurrezzak el-Musevi el-Mukarrim, Mektelu’l Hüseyin (a.s), s. 276 - 278.
Yukarı git↑ İbn Şehri Aşub, Menakibu A’li Ebu Talib, c. 4, s. 109 ve Abdurrezzak el-Musevi el-Mukarrim, Mektelu’l Hüseyin (a.s), s. 277.
Yukarı git↑ Ali b. el-Hüseyin el-Mes’udi, İsbatu’l Vasiyye li’l İmam Ali b. Ebi Talib (a.s), s. 177 - 178.
Yukarı git↑ Abdurrezzak el-Musevi el-Mukarrim, Mektelu’l Hüseyin (a.s), s. 277 - 278.
Yukarı git↑ Seyyid b. Tavus, el-Luhuf, s. 119.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 407; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 450; Muhammed İbn Sa’d, Kitabu et-Tabakatu’l Kubra, c. 6, s. 440; ve Ali Ebu’l Ferec el-İsfahani, Mekatilu’t Talibin, s. 118.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 407 – 408.
Yukarı git↑ İbn E’sem Kufi, el-Futuh, c. 5, s. 118; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 111 - 112; el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 2, s. 35 ve İbn Şehri Aşub, Menakibu A’li Ebu Talib, c. 4, s. 111.
Yukarı git↑ Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 111 – 112.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 408 ve Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 448.
Yukarı git↑ el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 2, s. 34 ve Seyyid b. Tavus, el-Luhuf, s. 120.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 203; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 448; Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 75 ve Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 110.
Yukarı git↑ Ebu Hanife Ahmed b. Davud ed-Deyneveri, el-Ahbaru’t Tival, s. 258; Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 407 - 409; İbn E’sem Kufi, el-Futuh, c. 5, s. 118; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 453; Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 112; el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 2, s. 35.
Yukarı git↑ Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 110; Seyyid b. Tavus, el-Luhuf, s. 122 – 123 ve Tabersi, E’lamu’l Vera bi E’lamu’l Huda, c. 1, s. 467 – 468.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 407 - 409; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 450; Ali b. Ebi’l Kiram İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 4, s. 77 ve Ebu’l Fida İsmail b. Amr ibn Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, c. 8, s. 187.
Yukarı git↑ Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 112; el-Muvaffak b. Ahmed el-Harezmî, Mektelu’l Hüseyin (a.s), c. 2, s. 36 ve Tabersi, E’lamu’l Vera bi E’lamu’l Huda, c. 1, s. 469.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 450 - 453; İbn Sa’d, et-Tabakatu’l Kubra, c. 6, s. 441; Ali Ebu’l Ferec el-İsfahani, Mekatilu’t Talibin, s. 118; el-Mes’udi, Murucu’z Zeheb ve Meadinu’l Cuher, c. 3, s. 258 ve Seyyid b. Tavus, el-Luhuf, s. 126.
Yukarı git↑ Muhammed İbn Sa’d, et-Tabakatu’l Kubra, c. 6, s. 441 ve c. 3, s. 409; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 453; Ali Ebu’l Ferec el-İsfahani, Mekatilu’t Talibin, s. 118 ve Ali b. el-Hüseyin el-Mes’udi, Murucu’z Zeheb ve Meadinu’l Cevher, c. 3, s. 258.
Yukarı git↑ Ali b. el-Hüseyin el-Mes’udi, Murucu’z Zeheb ve Meadinu’l Cuher, c. 3, s. 258 - 259.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 411; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 455 ve Ali b. el-Hüseyin el-Mes’udi, Murucu’z-Zeheb ve Meadinu’l-Cevher, c. 3, s. 259.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 411; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 455 ve Ali b. el-Hüseyin el-Mes’udi, Murucu’z Zeheb ve Meadinu’l Cuher, c. 3, s. 259.
Yukarı git↑ Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 455 ve Ali b. el-Hüseyin el-Mes’udi, Murucu’z Zeheb ve Meadinu’l Cuher, c. 3, s. 63.
Yukarı git↑ Abdurrezzak el-Musevi el-Mukarrim, Mektelu’l Hüseyin (a.s), s. 319.
Yukarı git↑ Seyyid b. Tavus, el-Melhuf ale Katli’t Tufuf, s. 107.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 411; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 455 ve Mes’udi, Murucu’z Zeheb, c. 3, s. 259.
Yukarı git↑ Ahmed b. Yahya el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 3, s. 411; Muhammed b. Cerir Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 455 ve Mes’udi, Murucu’z Zeheb, c. 3, s. 259.
Yukarı git↑ Şeyh Müfid, el-İrşad fi Marifeti Hucecullahi ale’l İbad, c. 2, s. 125 – 126.
Yukarı git↑ Şeyh Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 114 ve Tabersi, İ’lamu’l Vera bi İ’lamu’l Huda, c. 1, s. 417.
Yukarı git↑ Muhsinu’l Emin, A’yanu’ş Şia, tahkik: Hasan el-Emin, s. 613.
Yukarı git↑ Abdurrezzak el-Musevi el-Mukarrim, Mektelu’l Hüseyin (a.s), s. 319.
Yukarı git↑ Belazuri, Ensabu’l Eşraf, c. 2, s. 507 – 508 ve Taberi, Tarihu’l Umem ve’l Muluk (Tarihi Taberi), c. 5, s. 459 – 460.
Yukarı git↑ İbn Şeddad, el-İ’lagu’l Hatiyre fi Zakiri Umerau’ş Şam ve’l Cezire, s. 91 ve Kazvini, s. 222.
Yukarı git↑ İbn Sa’d, et-Tabakatu’l Kubra, c. 6, s. 450.
Yukarı git↑ Seyyid Murtaza, Resailu’ş Şerif el-Murtaza, c. 3, s. 130.
Yukarı git↑ Hz. Zeynep’in (s.a) Kufe ve Şam’da yaptığı hutbelerin metni için şu adreslere müracaat ediniz: İbni Tayfur, Belağatu’n Nisa, s. 20 – 25. Hz. Zeynep’in (s.a) İbni Ziyad’ın sarayında yaptığı konuşma: İbn E’sem, el-Futuh, c. 5, s. 121 – 122; Kufe’de yaptığı konuşmalarının tercümesi ve hutbelerin tahlili için: Hz. Fatıma Zehra (s.a), s. 249 – 260.
http://tr.wikishia.net/view/A%C5%9Fura_Vak%C4%B1as%C4%B1
Türkiye-İran İşbirliğinin Zarureti
Allah'ın Adıyla
Suriye’de emperyalist Batı ve bölgesel müttefikleri tarafından başlatılan iç savaşın başından beri defalarca tekrarladığımız üzere bu sorunun çözümü İran ile Türkiye arasındaki işbirliği ile mümkündür ve hala da geçerliliğini korumaktadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2012 Mart ayında İran’a başbakan olarak yaptığı ziyaret sırasında İran makamları bu hususu açık seçik bir şekilde Erdoğan’a teklif ettiler. Erdoğan İran’ın ciddiyetinden emin olmak için İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei ile görüşmekte ısrar edince, o sırada Meşhed şehrinde bulunan İmam Hamanei ile görüşmek için bin km’lik bir yol kattetti ve bu görüşme gerçekleşti.
Erdoğan’ı aile fertleriyle birlikte kabul eden İmam Hamanei ve Erdoğan arasında samimi ve ifadeleri perdesiz bir görüşme gerçekleşti. Erdoğan, İran’ın Beşar Esad rejimini desteklemekten vazgeçmesini istiyordu. İmam Hamanei ise komplonun derinliğine dikkat çekerek dış güçlerin bölgeye müdahalesini engellemenin zaruretini vurguluyor ve Suriye meselesinin iki ülkenin işbirliği ve yardımlarıyla çözülebileceğini vurguluyordu.
İmam Hamanei, başka bir ülkenin rejimini değiştirmenin ancak o ülke halkının iradesiyle gerçekleşmesi ilkesine işaretle İran ve Türkiye’nin iradesini ortaya koyması, seçimlere katılması için Suriye halkına yardımcı olabileceğini ve bunun nasıl gerçekleşeceğinin ayrıntılarına yoğunlaşılabileceğinin altını çiziyordu.
İran’ın teklifinin mantığı karşısında susan Erdoğan Türkiye’ye döndükten sonra teklifin inceleneceğine dair söz veriyordu. Ama aradan bir hafta on gün geçmeden Meşhed’de varılan ortak görüşün aksine Suriye’nin Dostlarını(!) Türkiye’ye davet ediyordu. Halbuki İmam Hamanei aynı görüşmede bölge dışı güçlerin bölgeye girişinin engellenmesini ön şart koşmuş ve aksi takdirde Beşar Esad’ın İran’ın kırmızı çizgisi olduğunu vurgulamıştı.
Suriye’nin dostları(!) dünyanın çeşitli bölgelerinden terör çetelerini eğitip modern teçhizatla silahlandırıp Türkiye sınırından Suriye’ye sokmaya başlamış ve ülkenin önemli bir bölümünü Beşar Esad rejiminin kontrolünden çıkarmayı başarmıştı.
Tahran’da iki yıl sonra 2014 yılı Ocak ayında yine İmam Hamanei ile Erdoğan arasında gerçekleşen görüşmede bir önceki görüşmedeki kadar samimi olmasa da- hatta kabulü bile Erdoğan’ın ısrarı üzerine yapılsa da- yine aynı konu gündeme gelmiş ve bu defasında İmam Hamanei selamlaşma sonrasında Erdoğan’a konuşma fırsatı tanımadan önceki görüşmedeki duruşunu tekrarlamış, buna uyulmadığı için Suriye’nin terörist çetelerin işgaline uğratıldığını ve bu durumda Beşar Esad’ı ve rejimini desteklemekte kararlı olduklarını tekrarlamıştı. Halbuki Erdoğan, Suriye rejiminin düştüğü zayıf durumdan sonra İran’ın tavrını değiştireceği beklentisi içindeydi.
İmam Hamanei 2015 yılı Nisan’ında Cumhurbaşkanı olarak Tahran’a ziyarette bulunan Erdoğan’ı kabulü sırasında da İslam ülkelerinin Amerika ve Batı’ya güvenmediklerini, bugün Batı’nın bölgedeki müdahaleleri sonucunda İslam’ın ve bölgenin zararına olduğu herkes tarafından açıkça görülmüştür diyerek önceki uyarılarını tekrarlıyordu.
Özetlersek Suriye’de bugün gelinen durumdan kimin sorumlu olduğu, kimin hata yaptığı, kimin zararlı çıktığı ortadadır. İran altı yıl önceki duruşunu aynen devam ettirirken Batı’lı müstekbir güçlere Suriye’ye müdahale yolunu açan hepsi de Erdoğan liderliğindeki hükümetlerin şimdi aynı Batılı güçlerin en fazla da Türkiye’yi tehdit ettikleri gerçeği ile karşı karşıyadır.
İslam İnkılabından sonra ilk defa bir İran genelkurmay başkanının Ankara’da üst düzey görüşmeler gerçekleştirdiği şu sıralarda iki ülke arasında işbirliğinin sürdürülebileceği üzerine şüphe düşürmeye çalışan Batıcı kalemlere ilavaten bazı mutaassıp sözde İslamcıların hala yapılan hataları görmezden gelmeleri oldukça düşündürücüdür.
Başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizminin Suriye ve Irak başta olmak üzere bölge ülkelerinin sınırlarını yeniden çizme planlarını uygulamaya koydukları şu sıralarda bölgenin ve İslam dünyasının iki güçlü ülkesi arasında bir an önce işbirliği ve dayanışmaya gidilmesinin zarureti ortadadır.
Gel gör ki bazı taşlaşmış kafalar hala Türkiye’nin Suriye üzerindeki 500 yıllık geçmiş hükümranlığından, karşı tarafı İsrail ve ABD’nin müttefiklerinin işgali altındaki 800 kilometrelik ortak sınırdan hareketle hak iddiasında bulunmakta ve İran nüfuzunun tehlikesine dikkat çekerek akıllarınca hükümete yol göstermekteler.
Türkiye ile İran arasında gündemdeki işbirliği aslında Irak’ın 2003 yılında ABD tarafından işgalinden sonra ve Irak’a komşu ülkeler toplantıları çerçevesinde 2007’de başlatılmıştı. Türkiye ve İran’a ilaveten Irak, Mısır, Arabistan ve Suriye’nin de katılımıyla sürdürülen görüşmeler ABD’nin baskıları sonucu ve yine Türkiye hükümetinin caydırılması ve boş vaatlerle oyalanmasıyla maalesef sonuçsuz bırakılmıştı. Bu görüşmeler sürdürülebilmiş olsaydı ne Arap Baharı kriziyle karşılaşılmış olurdu ne de Suriye bugünkü içler acısı duruma sürüklenmiş olurdu.
Bunca acı tecrübe ortadayken ve başını ABD’nin çektiği Batılı devletlerin uğursuz planları ifşa olunmuşken hala Irak ve Suriye’de İran nüfuzu vb. asılsız bahanelerle Türkiye-İran işbirliğinin geç de olsa başlatılmasını engelleme çabaları ya cehaletten ya da bu iki ülkeye düşmanlıktan kaynaklanmaktadır.
Bu son girişimin başarıya ulaşması her iki ülke hükümetlerinin dış baskılara ve vaatlere aldırmadan iradelerini ortaya koymaları şartına bağlıdır. Bu örnek bölgesel işbirliği her iki ülkenin de hakkettiği nüfuzu elde etmesi, öteki komşu ülkelere örnek teşkil etmesi, bölge dışı müdahale ve komplo planlarının kesin yenilgisiyle sonuçlanacaktır.
Ziya Türkyılmaz
Yorumlar3
Aşura’dan Alınması Gereken Dersler
Allah'ın Adıyla
Onuncu gün anlamına gelen Aşura, Miladi 680 yılına rastlayan Hicri 61. Yılın Muharrem ayının onuncu günü Kerbela’da vuku bulan eşsiz savaşın da adıdır.
Öyle bir savaş ki o günden günümüze kadar zulme karşı verilen mücadele ve kıyamlara ilham kaynağı olduğu gibi bundan sonra da daha belirgin bir şekilde yol gösterici olacaktır. Çünkü her geçen gün Aşura savaşının mahiyetinin yeni boyutları, derinliği, azameti keşfedilmektedir.
Ve işte bunun için Aşura tarihin belli bir kesiminde olup bitmiş bir olay, kıvılcım ve geçici bir enerji boşalması olmanın ötesinde tarihin yönünü değiştiren ve gelecekte de tarihe yön verecek bir akımdır, bir ekoldür/mekteptir. “Her gün Aşura, her yer Kerbela” sözü günümüzde daha iyi anlaşılmaya başlamıştır.
Tarihin bazı kesimlerinde bu meşale rengini kaybetmiş olsa da hiç bir zaman sönmemiştir. Aşura zulme, sultaya, işgale, sömürüye, nifaka karşı bir mücadele yöntemidir.
Bu mücadele yönteminde mazlumlar, mustazaflar, hakları ellerinden alınmış, ülkeleri ve zihinleri işgal edilmiş mücadeleciler için her dönemde ders alınacak dersler vardır.
Zulme karşı sürdürülen mücadelenin nerede ve hangi boyutlarda sürdürüldüğü önemli değildir. Herkes kendi bölgesinin şartlarına göre, baskı ve zulmün boyutlarına göre Aşura akımından ihtiyaç duyduğu dersleri alabilir.
Nedir bu dersler?
Mücadele ile ilgili aklımıza gelen ne kadar iyilik, fazilet ve erdem varsa Aşura’da tecelli etmiştir. Mücadele başlatmak ve sürdürmek isteyenler için Aşura en kısa, en kestirme yoldur. Nerede ve hangi amaca yönelik olursa olsun zulme ve sultaya karşı mücadelede ihtiyaç duyulan unsurların başında cesaret, basiret, ilkelere bağlılık, dürüstlük, meşru lidere bağlılık, fedakarlık ve... gelir.
Bu erdemlerin hepsi Aşura savaşında net bir şekilde görülmektedir.
Cesaret ve korkusuzluk: Canından olmak, zindana düşmek, işkence görmek, dünya nimetlerinden mahrum kalmak, ailesinden çocuklarından ayrılmak, işinden olmak, makamından uzaklaştırılmak, fakirlik çekmek, evlatların eğitim-öğretimi kaygısı, geçim sıkıntısı, halk arasında itibarsızlaşmak, yenilmek ve bunun gibi onlarca korkudan sıyrılmayanlar mücadele ehli olamazlar. Aşura savaşına katılanların meydana girmeden önce bu korkuları yendiklerini tarihçiler kaydetmiştir.
İlkelere bağlılık: İmam Hüseyin(as) ve yaranları düşmanı her ne pahasına olursa olsun yenmek veya caydırmak için ilkelerden asla taviz vermemiştir. Yezid’e biyat konusunda düşmana hile gelmek gibi bir yönteme asla başvurmamışlardır. Düşmanla karşı karşıya gelip meydan okumalarda bile onları doğru yola davet etmiş, nasihatte bulunmuş ve asla orta bir yol bulma, kazan-kazan yöntemini seçmemişlerdir. Hak gördükleri ilkelerden asla vazgeçmemişlerdir.
Fedakarlık: Mücadeleci kişi hedefi uğruna hiç bir fedakarlıktan kaçınmaz. İmam Hüseyin’in yaranları savaş meydanına girmek için asla başkasının gitmesini beklememiş ve meydana çıkmak için birbirleriyle yarışmışlardır. Çünkü hedeflerinin doğruluğundan asla şüpheleri yoktu. Hedefi için bedel ödemeyenlerin başarı kazandıklarını tarih kaydetmemiştir.
Lidere bağlılık: İmam Hüseyin’in yaranları O’nun emri olmadan kendilerinden bir girişimde bulunmamış, düşmanla gizli ve açık görüşmelerde bulunmamışlardır. İmam’ın yapın dediği hiç bir girişimden de kaçınmamış, bahaneler de uydurmamışlardır. Bugün de Seyyid Hasan Nasrallah gibi gerçek mücadelecilerin liderine bağlılığı birçoklarını kıskandırmaktadır.
Uzlaşmacı çevreler İmam Hüseyin mektebinin takipçilerini hakk ve meşru gördükleri lidere körü körüne bağlılıkla suçlamaktadırlar, kendileri ise ABD ve siyonistlerle işbirliği yapmaktan asla çekinmezler.
Basiret: Bir mücadelede en önemli ilkelerden biri basirettir. Basiret, hakla batılı, dostla düşmanı birbirinden ayırmak, asıl düşmanın kim olduğunu tespit etmektir. Asıl düşmanını tanımayan mücadeleciler sonunda asıl düşmanın kucağına düşmekten kurtulamazlar.
Bugün İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde ve özellikle de bölgemizde asıl düşmanı(ABD ve Siyonizmi) ve uğursuz hedeflerini tanımadan yanlış müdahalelerde bulunanlar (Irak ve Suriye’de) sonunda düştükleri tuzağı farketmiş bulunuyorlar. Ve umulur ki bu hatalarını bir an önce telafi etmeye çalışsınlar ve daha çok mazlum kanının dökülmesinin suçuna ortak olmasınlar.
İmam Hüseyin(as) Küfe ordusu ileri gelenlerine “yolumu kesmeyin bırakın gideyim” dediyse bu korkudan değil, onların asıl düşman olmadıklarını, asıl düşmanın Şam sarayındaki Yezid olduğunu anlatmak içindi. Ama Küfeliler inatlarında ısrar edince savaşmak zorunda kaldı.
Bugün de İmam Hüseyn’in(as) torunlarından ümmete en layık lider İmam Hamanei asıl düşmanın tekfirci teröristler olmadığını, asıl düşmanın ABD ve uluslararası siyonizm olduğunu ve bu güçlerin emrindeki aldatılmış tekfirci terörist gruplarla sadece savunma amaçlı ve zararlarını defetmek için savaşmak gerektiğini defalarca vurgulamıştır.
Aşura mektebinden bütün zamanlar ve bütün mekanlarda mücadeleciler için alınacak onlarca ibret dersi vardır. Bu ilkelere bağlı kalanlar yenseler de yenilseler de muzaffer olacaklardır. Bu ilkelerden şaşanlar rakiplerini yenseler de tarihin yenilenler listesine yazılacaklardır.
Müslümanların bugün düçar oldukları belaların sebebi Aşura mektebinden ve ilkelerinden gerekli dersleri almamaları ve uzak kalmalarıdır. Bu ilkelere yeniden bağlanılmadığı sürece Hüseyni olmak, Zeynebi olmak mümkün değildir. Hüseyni ve Zeynebi olunmadığı sürece de zilletten, küçümsenmekten, horlanmaktan, dışlanmaktan kurtulmak imkansızdır.
Bölgedeki tehlikenin, düşman ve avanelerinin komplolarının farkında olan basiret ehli Hüseyniler bugün Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’da çetin bir mücadele vermekte ve tehlikeyi uzaklaştırmak için canlarından geçmektedirler. Yezid’in hile ve nifak mektebi devam ettiği gibi Hüseyn’in Aşura mektebi de devam etmekte ve adalet aşıklarının yolunu aydınlatmaktadır.
Ne mutlu Aşura mektebinden ibret dersi alanlara.