کارگر

کارگر

Cuma, 14 Temmuz 2017 00:25

Ahbarilik ve Usulilik 1

Bu başlık altında ahbarilik ve usulilik hakkında kısa bilgiler vermeyi ve her ikisi arasında ilmi ve akli kıstaslara göre değerlendirme yapmayı amaçlamaktayız.
 
   Ancak konuya başlamadan önce insanın aklına şöyle bir soru da takılmıyor değil; Şia fakihleri arasında bundan kaç yüz yıl önce ortaya çıkmış şiddetli tartışmaları, kabuk bağladıktan sonra tartışmayı yeniden başlatmak, kabuk bağlayan yaraları kaşıyarak kanatmanın ne gereği vardır! Bu zamanda usul fakihlerine Ehlibeyt öğretilerine dayalı nasip olan İslam hükümeti olmasına rağmen, ahbarilik görüşü donukluğu, gevşekliği ve çerçevesi dar olduğundan dolayı yok olup, unutulmasına rağmen tekrar yeniden bu konunun gündem edilmesi nedendir acaba?

 

   Bu acabaların ve soru işaretlerinin karşısında şunları söyleyebiliriz; Her zamanda var olan gizli eller ve örtülü yüzler mektep mensupları ve mektep âlimleri arasında çok eski tarihlerde var olmuş basit veya bazen zaruri ihtilafları yeniden gündem ederek mektep mensupları, âlimleri arasında ihtilaflar çıkararak kendi şeytani amaçlarına ulaşmayı, mektep mensuplarını sömürmeyi amaçlamışlardır. Usuliler ve ahbariler arasında gerçekleşmiş olan ağır tartışmaların kaynağında inanç konularını görmek mümkün değildir. Zira her iki grup da usul ve füru inançlarının tamamında müşterektirler. Bu ağır tartışmaların kaynağında iki unsuru görmek mümkündür; Biri, mektep mensuplarının, âlimlerinin birliğini kendi çıkarlarının kâbusu olarak gören gizli eller, diğeri ise insanların, özellikle bazı âlimlerin sade ve basit düşünceleri. Bu iki unsur tamamı velayet ehli olan âlimlerin derin ihtilafların içerisine düşmelerine sebep olmuş. Öyle ki bu tarihi konuyu ele almak bile insanı üzmektedir.

   Ahbarilik, hadis ashabına denir. Bu gruptan olan fakihler içtihadı geçersiz sayar ve sadece haberlere (rivayetler ve hadisler) uyarlar. Usuliler, Ahbariler karşısında birçok İslam fakihini barındıran ve Usuli olarak adlandırılan gruptur. Bunlar İslam’ın şer’i hükümlerini belirlemede Kuran, sünnet, akıl ve icmanın detaylı delillerine istinat edilebileceğine inanır. Onlar beraat, istishab ve sanıya göre amel etmek ve hadisleri birbirinden ayırmak gibi fıkıh usulü ilminden ve fıkıh kaidelerinden yararlanır. Bu iki grup arasındaki genel ihtilaf, sadece şer’i hükümlere ulaşma yolundaki ilmi yöntem ve tarz oluşturur.

   Ahbarilerin en eski kurucusu, ilk savunucusu ve yazarı Mirza Muhammed Esterabadi'dir. Şeyh Yusuf Behrani, Seyyid Nimetullah Cezairi ahbari olan büyük fakihlerdendir. Molla Muhsin Feyzi Kaşani ve Allame Muhammed Bakır Meclisi'yi ılımlı ahbarilerden saymışlardır. Mirza Muhammed Esterabadi "Fevaidu’l-Medine" kitabında Şii müçtehitlerini sert bir dille eleştirmiş, onlara serzenişte bulunmuş ve hakkın dinini tahrip ve zayıflatmakla kendilerini suçlamıştır. O, Şia âlimlerinin mevcut içtihatlarını eski Şii âlimlerinin içtihadına göre olmadığına inanmaktadır. Esterabadi, Kuran’ın muhkem ve müteşabih, nasih ve mansuh ayetlere sahip olduğunu ve Kuran’dan hükümleri çıkarmanın kolay olmadığını ve bu yüzden hadislere müracaat etmek gerektiğini söylemiştir. İçtihadın zan ve sanıya dayanması nedeniyle geçersiz olduğunu, ama hadislerin imamların yoluyla gelmesi sebebiyle kesin delil sayıldığını ve kesin verilerin karşısında sanıya dayalı verilere dayanılamayacağını belirtmiştir.

   Ahbarilik akımı Safevi döneminde vücuda gelmiş olan olumlu ortamdan yararlandı ve ahbarilerin ilk nesillerinin saldırganlıklarından istifade ederek ilmi havzalarda da etkinliğini gösterdi ve Şia’nın içtihat anlayışını bir müddette olsa tesir altında bırakabildi. Ahbariliğin daha sonraki nesilleri kendi aşırılıklarını gidererek daha mutedil bir anlayışa yakınlaştırdılar. Nihayet on ikinci asrın sonunda içtihat anlayışını savunan tefekkür ahbari anlayışını savunan tefekküre galip geldi ve böylece ahbaricilik düşünce Şia’nın ilmi sahnesinden uzaklaştırıldı. Merhum Vehidi Behbehani (vefatı 1205 h.) ahbari anlayışına sahip olan grupla mücadele eden müçtehitlerin başında geliyor. İçtihad-i tefekkür “el-cevahir” adlı kitabın sahibinin ortaya çıkmasıyla daha fazla güç kazandı ve Şeyh Murtaza Ensari (vefatı: 1281 h.) ile en üst zirvesine ulaştı.

   Yukarıda da belirttiğimiz gibi usuliler Şia fakihlerinin kahır çoğunluğunu oluşturmaktadır. Usulilerin fıkıh yöntemleri usul-u fıkıh ilmine dayalıdır. Bu tarz fakihlik, ilmi usulu kabul etmeyen, rivayetlerin zahirine göre amel eden ve dinde içtihadı caiz görmeyen ahbarilik görüşünün karşısında yer almıştır.

   Bu iki görüşün geçmişi Şia'nın fıkıh hayatının ilk yüz yıllarına dönmektedir. Ehlibeyt imamlarının huzur dönemlerinin hicri 260 yılında son bulması ve gaybeti süğra'nın başlangıcı ile şer'i hükümleri elde etme konusunda iki görüş ortaya atıldı. Bir görüş; Ehlibeyt imamlarının ashabının çoğunluğunun yöntemi olan huzur dönemindeki yöntemin devamı; Yani şer'i hükümleri elde etmede hadislere iktifa etmek ve bunun dışına çıkmamak.  Şia'nın en kadim fıkıh eserlerini, hadis kaynaklarını derleyen ve bu konuda çok önemli hizmetleri olan Muhammed b. Yakub Kuleyni (d. 328 hicri), Ali b. Babavey (d. 328 hicri), Şeyh Saduk (d. 381 hicri) gibi büyük fakihler bu görüşte olanların seçkin simalarındandır.

   Şer'i hükümlerin Kuran, sünnet, akıl ve icma diye bilinen dört delilden içtihat edilerek çıkarılmasını gerekli gören usuli grubun içerisinde bulunan büyük, seçkin ve önemli fakihlerden şunları görmek mümkündür; Şeyh Müfid (d. 413 hicri), Seyyid Murteza (d. 436 hicri), Şeyh Tusi (d. 460). Bu büyük fakihler usulu fıkıh hakkında yapmış oldukları çalışmalar ve geride bırakmış oldukları önemli eserler ile Şia fıkhında yeni ve sağlam bir akımın temelini atmış olanlardır.

   Ahbarilik görüşü hicri on birinci asırda Muhammed b. Emin Esterabadi (d. 1033 veya 1036 hicri) tarafından yeni ve farklı bir tarzda tekrar konu edildi. O bu uğurda ahbariliği tekrar geri getirmek ve usuliliği devre dışı bırakmak için usuli görüşü ağır kelimelerle itham etmiştir. Bu vesile ile Şia havzasının fıkıh alanında bu iki görüş tekrar ve farklı bir konumda karşı karşıya gelmiş oldular. Tarihi gerçeklere göre bugün bilindiği ve kullanıldığı şekliyle fakihlerden bir grubu hakkında söylenen "Ahbarilik" unvanı bu dönemde yani Muhammed b. Emin Esterabadi'nin ortaya çıkışı ile söylenmiş, yaygınlık kazanmış ve yeni bir tarzda konu edilmiştir. Muhammed Taki Meclisi (d. hicri 1170), Bihar-ül Envar'ın yazarı Muhammed Bakır Meclisi (d. hicri 1111), Molla Muhsin Feyzi Kaşani (d.hicri 1091), Vesail-üş Şia'nın yazarı Muhammed b. Hasan Hürr Amuli (d.hicri 1104), Seyyid Nimetullah Cezairi (d. hicri 1112), Şeyh Yususf Behrani (d. hicri 1186) Esteabadi'nin ahbarilik görüşünün en açık takipçileri ve taraftarlarındandırlar.

   Elbette şunu unutmamak gerekir ki, Şia akaid konusunda ahbari, usuli diye iki gruba ayrılmamıştır. Zira ahbariler ve usuliler usul-u dinde (tevhit, adalet, nübüvvet, imamet, mead) ve furuu dinin tamamında müşterektirler. Onların kendi aralarındaki ihtilafları sadece şer'i hükümleri elde etme yöntemi hakkındadır.

Devam Edecek...

Selam ve Dua ile…

Mehdi AKSU

Cuma, 14 Temmuz 2017 00:22

İslami Cihad İsrail’e Rest Çekti

Kudüs Seriyyeleri sözcüsü, ‘Kurşundan Kenetlenmiş Saflar’ Operasyonu’nun yıl dönümünde önemli açıklamalarda bulundu.
 
Filistin İslami Cihad Hareketi’nin askeri kanadını temsil eden ‘Kudüs Seriyyeleri’nin resmi sözcüsü Ebu Hamza, Filistin halkını korumak ve işgalci İsrail’in Filistin topraklarındaki zulmüne son vermek amacıyla İsrail’le savaşa girmeye hazır olduklarını belirtti.

‘Kurşundan Kenetlenmiş Saflar’ Operasyonunun 3. yıl dönümü münasebetiyle açıklama yapan Ebu Hamza ‘Kudüs Seriyyeleri bu savaştan sonra gücünü ve imkanlarını daha da artırdı’ ifadelerinde bulundu.
 
Direniş güçlerinin 51 gün süren savaş boyunca, düşmanın ‘hızlı bir şekilde savaşlardan galip çıkan efsanevi kimliğini’ yerle bir ettiğini ve efsaneyi kabusa çevirdiğini söyleyen Ebu Hamza, Siyonist düşmana karşı asla beklemediği sürprizler hazırladıklarını ifade etti.
 
Siyonist ordunun strateji gereği savaş sahasını Yahudi yerleşimcilerin yaşadığı bölgelerden uzaklaştırma çabalarının ‘Burak’ füzeleri sayesinde başarısızlıkla sonuçlandığını belirten Ebu Hamza, direnişin sahip olduğu füzelerin işgal altındaki toprakların en ücra köşelerine kadar ulaştığını ve bir milyondan fazla Siyonisti savaşın sıcaklığıyla yüz yüze getirdiğini belirtti.

 
Filistin halkının ‘direniş’ seçeneğine bağlı olduğunu ve özgürlüğe giden yolda direnişi yegane tercih olarak belirlediğini vurgulayan Ebu Hamza, ‘Biz topraklarımızı savunmak, kutsal değerlerimize sahip çıkmak, esirlerimizin özgürlüğe kavuştukları güne ulaşmak ve topraklarına geri dönmeyi uman halkımızın hayalini yerine getirmek için silahlı direnişe bağlıyız’ ifadelerinde bulundu ‘silahlı mücadeleyi hedef alan her türlü girişimin başarısızlığa uğrayacağını’ da vurguladı.
 
Filistin yönetimini Batı Şeria’da direnişten ve direnişçilerin üzerinden elini çekmeye ve Siyonist düşmanla birlikte yürüttüğü ‘güvenlik koordinasyonundan’ vazgeçmeye çağıran Ebu Hamza, Kudüs Seriyyeleri’nin ‘Filistin halkını ve değerlerini hedef alan işgale karşı direniş türküsünü söylemeyi sürdüren devrimci gençlerin destekçisi’ olduğunu vurguladı.
 
Arap ve İslam dünyasını, yüzlerini merkezi mesele olan Filistin davasına dönmeye çağıran Ebu Hamza, Filistin davası ve direniş uğruna atılacak olan adımlardan geri durmamak gerektiğini vurguladı.
 
Direnişe kucak açan Filistin halkını selamlayan Kudüs Seriyyeleri sözcüsü ‘7 Temmuz 2014, Siyonist düşmana karşı fedakarlığın, mücadelenin ve direnişin en güzel örneğini ortaya koyan halkımızın özgürlüğüne giden yolda önemli bir tarihtir. Halkımız her seferinde direnişe ve ulusal değerlerine olan bağlılığını bir kez daha kanıtlamıştır’ ifadelerinde bulundu.
TR.JAMNEWS

 
 Vatan Partisi lideri Perinçek, parti heyetiyle gerçekleştirdiği İran ziyaretini ve Cumhurbaşkanlığının 15 Temmuz afişlerini değerlendirdi.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Türk askerinin tamamını “darbeci” gibi ve milletle karşı karşıya gösteren Cumhurbaşkanlığının 15 Temmuz afişlerine sert tepki gösterdi. Partisinin İstanbul il merkezinde basın toplantısı düzenleyen Perinçek, “Hazırlayanlar o afişleri indirsin, yoksa istifa etsin. Etmezlerse millet onları 2019 seçiminde indirecektir” dedi.

Perinçek şöyle konuştu: “Bu afişler, Türk ordusuna düşmanca bir tavırdır.15 Temmuz’u bastıran Türk ordusudur. Ordumuzu yıpratacak oluşumların içine girilmemeli. Derhal bu afişler kaldırılmalıdır. Terörle mücadele eden askerimize ve polisimize ihanettir. Hiç bir kuvvet Türkiye’yi bu afişlerle yönetemez. 15 Temmuz gecesi telefonlarını kapatanlar, Türk askerini zavallı göstermeye çalışıyor. Afişleri kaldırmayan yöneticiler istifa etmelidir! Eğer etmezlerse millet onları 2019’da indirecektir! ”

İRAN ZİYARETİNİ ANLATTI

İran ziyaretinde 3 gün boyunca çeşitli temaslarda bulunan ve Ayetullah Seyyid Ali Hamaney’in Başdanışmanı Ali Ekber Velayeti ile de görüşen Perinçek İran temaslarıyla ilgili de şunları söyledi:

“İran temaslarımızda temel konu Barzani’nin sözde ‘Kürdistan’ referandumuna karşı birlikti.

Eylem birliği konusunda mutabakata varıldı. Barzani’nin sözde ‘Kürdistan’ referandumuyla İkinci İsrail kurulmasına izin verilmeyecek. ABD ve İsrail, Batı Asya’da Kürdistan’ı kuramaz. İran devleti yetkilileri; “Türkiye İran bir araya gelelim. Türkiye, İran, Irak ve Suriye yetkilileri buluşalım. Barzani referandumuna karşı bölge ülkeleri bir araya gelip birlikte planlarımızı yapalım ve eyleme geçirelim” diyerek somut önerilerde bulundular. Türkiye Türk askerine karşı o psikolojik savaşı yaparken, İran gelin ikinci İsraile karşı mücadele yürütelim. diyor. İranlı yetkililer İkinci İsrail tanımımızı beğendiler.”

Barzani’nin “Referandumda geri adım yok” açıklamasıyla ilgili bir soru üzerine Perinçek, “Barzani’yi bırakın Amerika geri adım atmaya başladı” dedi.

Perinçek, parti heyeti olarak Tahran’da üst düzey İranlı yetkililerle yaptıkları görüşmelere ve alınan kararlara ilişkin şu bilgileri paylaştı:

“İsrail’i getirip komşumuz yapmak istiyorlar. Bu yapılan Amerikan emperyalizminin bir girişimidir. Kesinlikle İkinci İsrail devletçiğinin kurulmasına izin verilmeyecektir. Önümüzdeki süreçte eylem birliği, beraberlik konularında, Sayın Ali Ekber Velayeti ile görüşmemiz son derece verimli oldu.

Sayın Velayeti’nin önerisi üzerine görüşmeden sonra basın açıklaması yaptık. Bölgedeki ülkelerin toprak bütünlüğünü savunmada İran’ın kararlı olduğunu ve Vatan Partisi’yle olan görüşmelerde de görüş birliğinde olduğunu belirtti. İran Devleti’nin başında bulunan İmam Ayetullah Seyyid Ali Hamaney çok önemli bir açıklamada bulundu. Açıklamasında, ‘Kürdistan’ın bir rüya olduğunu bu rüyayı görenlerinin uyanmalarının çok yararlı olacağını’ belirtti. İran Devleti adına Kürdistan girişimine karşı net tavrı ifade etti.

Dünyada bazı kafa karışıklıkları var. Bu propagandalara göre güya İran ‘Kürdistan’ın kurulması konusunda hoşgörülü bakıyor’. Ama sizin de, dünya basının da gördüğü gibi İran’ın dış politikasını yöneten isimlerden Velayeti bu propagandalara göğüs germiş oldu. Vatan Partisi olarak hep şunu anlattık: ‘Yapılacak referandum Kürdistan için değil. Amerikan silahı ile, İsrail silahı ile Kürdistan kurulmaz. Kurulmak istenen ülke İkinci İsrail’dir. Türkiye’nin burnunun dibinde İsrail’in ve Amerikan’ın üsleri bulunacak, askerleri bulunacak ona da Kürdistan denecek.’ Bu tehdidin ciddiyetini İran görmektedir. İran’ın Türkiye için güvenilecek bir dost olduğunu bu görüşmelerimizde bir kez daha anladık.

Temaslarımızda, ‘Türkiye ve İran olarak ortak bir strateji belirleyelim. Türkiye, İran, Irak ve Suriye yetkilileri buluşalım. Bu referandum girişimine karşı ve sözüm ona İkinci İsrail kurma girişimine karşı bölge ülkeleri bir araya gelip planlarımızı yapalım ve o planları eyleme geçirelim’ şeklinde son derece somut konuştuk. İkinci İsrail tespiti Vatan Partisi’nin tespitidir ve Batı Asya’da da kabul görmüştür. Barzani’yi bırakın, Barzani’yi cepheye süren Amerika geri adım atmaya başladı. Barzani’nin kendi bacakları yok, Amerika ne diyorsa onu yapmaktadır.”

İran’ın antik kenti Yezd, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından Dünya Mirası Listesi'ne eklendi.

 Polonya’nın Krakow kentinde devam eden UNESCO Dünya Miras Komitesi (DMK) 41. Toplantısı’nda İran’ın antik kenti Yezd’deki “Zerdüştler” mahallesinin dosyası Dünya Miras Komitesi’nin uzmanları tarafından değerlendirilerek "Dünya Kültür Mirası" listesine eklendi.

Edinilen bilgilere göre, İran heyeti, UNESCO Dünya Miras Komitesi’ne İsfahan’daki  “Nakş-ı Cihan Meydanı” ile “Şuş” tarihi kentinin son durumu hakkında hazırladığı raporu sundu.

İran’ın en eski şehirlerinden biri olan Yezd ülkenin merkezindeki çölün kıyısında yer alıyor ve dünyanın en tarihi kerpiç şehri olarak biliniyor.

2 Temmuz tarihinde başlanan UNESCO Dünya Miras Komitesi (DMK) 41. Toplantısı, 21 Temmuz’da sona erecek.

İran İletişim ve İnformasyon Teknolojileri Bakanı Mahmud Vaizi'yle Tahran'da görüşen Türkiye Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, İran'la ticaret hacmini 50 milyar dolara çıkarmayı düşündüklerini ve gündemdeki 30 milyar dolarlık hedefin sadece ilk adım olduğunu söyledi.

Tahran’da gerçekleşen görüşmede Vaizi, “İki ülke arasında ticaret alanında hedeflenen 30 milyar dolara ulaşabilmek için elimizden geleni yapacağız” dedi.

Vaizi, Ekim ayında düzenlenecek İran-Türkiye Ortak Ekonomik Komisyonu'na işaret ederek, ticaret ve ekonomi alanındaki engellerin ortadan kaldırılması için çok kararlı olduklarını belirtti.

Tahran-Ankara arasında ticari ilişkilerin geliştirilmesi yönünde ticaret alanında imzalanan anlaşmaların büyük önem taşıdığına dikkat çeken Bakan Vaizi, “Halihazırda bu anlaşmaları tekrar gözden geçiriyoruz. İnşaallah yakında iki ülke arasında serbest ticaret anlaşması gerçekleşir” ifadesini kullandı.

Mahmud Vaizi, bankacılık alanında da karşılıklı ilişkilerin arttırlması gerektiğinin altını çizerek, “Yakında Türkiye Merkez Bankası Başkanı İran’a gelecek. Tahran’da yapılacak görüşmede ticaret alanında milli para birimi kullanımıyla bankalar arası broker ilişkileri ele alınacak” açıklamasını yaptı.

Taşımacılık ile gümrük konuları üzerinde de durulan görüşmede Türk yetkili, “Ticaret alanında öngörülen 30 milyar dolarlık hedef iki ülkenin bu yönde attığı ilk adımdır. Fakat karşılıklı ticari ilişkilerde gerçek hedefimiz 50 milyar dolara ulaşmaktır, zira bu potansiyele sahibiz” şeklinde konuştu.

Pazartesi, 10 Temmuz 2017 01:24

Hamas’tan İran’a Teşekkür

Filistin İslami Direniş Hareketi HAMAS’ın sözcüsü Fevzi Burhum, İran İslam Cumhuriyetinin hiç bir zaman Filistin’e desteğini kesmediğini söyledi.

Burhum, Mehr haber ajansına yaptığı açıklamada, İran’ın Filistin halkına yönelik  desteklerinin çeşitli boyutlarda sürdüğünü ve HAMAS’ın İran’ın yardımlarından dolayı teşekkür ettiğini söyledi.

Burhum, HAMAS hareketinin terör rejimi İsrail’e karşı asli  direniş unsuru olarak çok daha fazla desteğe ihtiyacı olduğunu belirterek, bu şekilde Gazze Şeridi ve işgal altındaki Filistin topraklarında Filistin davasını savunabileceğini belirtti ve bunun için İran’ın yardımlarını bundan sonra da sürdürmesini temenni etti.

HAMAS sözcüsü, UNESCO’nun Kudüs şehrinin siyonistlerle hiç bir irtibatının olmadığını bildiren bildirisine de temasla, ‘UNESCO’nun bildirisi bir daha  siyonistlerin onlarca yıldır yalanlarını ortaya çıkarmıştır” dedi.

HAMAS sözcüsü, Amerikan yönetiminin büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma konusuna da temasla, ”maalesef özerk Filistin yönetimi de,  direniş cephesine darbe indirmek için İsrail ve Amerika ile işbirliği yapmaktadır” dedi.

Burhum, Amerika’nın Kudüs’e büyükelçiliğini nakletmesi halinde bunun Amerika’nın insan hakları ve demokrasi savunuculuğuna dair bütün iddiaların da soru altına alınmasına neden olacağını söyledi.

Suriye’de ABD’nin 7, Rusya’nın 4 üsse sahip olduğunu ve bu iki gücün, Suriye’nin güneybatısında ateşkes ilan edilmesi için anlaştığını yazdı gazeteler…
 
 
Suriye’de ABD’nin 7, Rusya’nın 4 üsse sahip olduğunu ve bu iki gücün, Suriye’nin güneybatısında ateşkes ilan edilmesi için anlaştığını yazdı gazeteler. Emperyalizmin, bölgeye yönelik işgal ve saldırılarının, bir paket programın parçaları olduğunu hiç akıldan çıkarmadan, belleklerimizi tazeleyelim.

IŞİD terör örgütü, 2014 yılı Haziran ayında Musul’a girmişti. Bunu fırsat bilen Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Mesut Barzani, hemen birkaç gün sonra Kerkük’te denetimi ele aldı. Barzani, ABD’nin er geç, emperyalizmin aparatı olan IŞİD terör örgütünü, Musul’dan çıkarmak için harekete geçeceğini biliyordu. Emrivaki yaptı. Musul bunalımını kendisi açısından fırsata çevirdi. ABD hemen harekete geçmedi. Sebebi basitti: Birincisi, IŞİD terör örgütü, ABD – İsrail ortak yapımıydı. Bu nedenle tam olarak bitirmek istemedi. Gerektiğinde kullanılmak üzere elinin altında, denetlenebilir düzeyde tutmak istedi. İkincisi, Musul’a saldırmak için ABD açısından şartların daha da olgunlaşmasını bekledi. Kendince en uygun zamanı kolladı. Üçüncüsü, Suriye meselesi daha fazla öne çıktığından, önceliğini Rusya ve İran karşısında zemin kaybettiği Suriye’de konumunu güçlendirmeye verdi.

ABD, 2003’teki Irak işgalinden sonra Musul, Kerkük ve çevresinin demografik yapısıyla oynadığından, bundan en kazançlı çıkan kesimin Kürtler, en çok kaybedenin Türkmenler olacağını biliyordu. Türkiye, Suriye ve Irak’ta mezhepçilik (Sünnicilik) yaparak, Kuzey Irak’ta ise buna bir de etnikçiliği (Kürtçülük) ekleyerek davranınca, en büyük desteği ABD’den gördü. Ankara, Barzani’yle olan yakınlığını artırdıkça artırdı. Onu bağımsızlık yönünde teşvik etti. Onunla, Bağdat merkezi hükümetini dışlayarak habersiz petrol ticareti yaptı. Bu petrolü Barzani, İsrail dahil üçüncü ülkelere sattı.    

BÖLGE ÜLKELERİNİN İTTİFAKI GEREKLİ

Şu görüldü: Irak’ta sonucu büyük ölçüde Musul’un nasıl şekilleneceği, Suriye’de sonucu ise rejim güçlerinin sahadaki başarısı belirleyecek. Süreç zorlu. Hem Rusya, hem Suriye, hem İran; verdikleri mücadelenin, aynı zamanda ABD’nin Kürt koridoru projesine karşı verildiğini biliyorlar. ABD’nin aynen Kuzey Irak gibi, Musul’un da özerk şekilde yönetilmesini istediğini biliyorlar. Öyle bir durumda aslan payını, ABD ile birlikte hareket eden Kürtlerin ve Sünnilerin alacağını biliyorlar. Irak’ı fiilen üçe bölen ABD’nin, Suriye’yi de etnik ve mezhepsel temelde bölmek istediğini biliyorlar. Bu bölünmeleri ABD’nin müdahale etmek, nüfuz kurmak için kullandığını biliyorlar.

Anımsayalım: Mart 2017’de Kerkük Valisi, Irak Anayasası’nı çiğneyerek, il genel meclisi kararıyla Kerkük’e Kürdistan bayrağı çekti. Kısa süre sonra Barzani, 25 Eylül 2017’de bağımsızlık referandumu yapacaklarını açıkladı. ABD’den habersiz bu işler olmayacağına göre, Kerkük’ten sonra Musul’un doğusunda da denetimi sağlayan Barzani’nin, bu süreçte en çok ABD, İsrail ve Türkiye’ye güvendiğini görmek gerekir. Çünkü ABD Irak’ta Barzani’yi açıkça kolladığı gibi, Suriye’de de PKK – PYD – YPG terör örgütünü, Türkiye’ye tercih ediyor. Şimdiki halde Suriye’de ABD’nin 7, Rusya’nın 4 üssü var. Ve iki ülke Suriye’nin güneybatısında güvenli bölge kurulması konusunda anlaşmaya vardılar. Öte yandan Almanya askerlerini İncirlik Üssü’nden çekip, Ürdün’de Muvaffak Salti Üssü’nde konuşlandıracak.

 
Unutmayalım: Irak’ı fiilen Kürtler, Şiiler ve Sünniler arasında üçe bölen ABD, ülkenin anayasasını da yazdı. Gevşek bir federasyon olarak yapılandırdı ülkeyi. Etnik ve mezhepsel temelde kota ve kompartımanlar oluşturdu. O yüzden Cumhurbaşkanı Kürt, başbakan Şii, meclis başkanı Sünni oluyor Irak’ta. ABD, Musul’u da aynen Irak’ı parçaladığı gibi parçalıyor. Yarısını Kürtlere vermeyi tasarlıyor. Türkiye ise Irak’ta, üçü de ABD denetiminde olan kişilerle (Mesut Barzani, Tarık Haşimi, Esil Nuceyfi) ittifak yaptı. Bu güçlerle ittifak yapılarak, Irak’ın toprak bütünlüğü korunamaz. Irak’ın bütünlüğünü savunmak için, Irak’ın bütünlüğünü savunanlarla, başta da Bağdat’taki merkezi hükümetle ittifak kurmak gerekir. Rusya, Çin ve İran’ın da Irak’ın bütünlüğünden yana oldukları unutulmamalıdır.      

ABD’NİN KORİDOR HESAPLARI

Arapçada “kavşak” anlamına gelen Musul, Bağdat’ın ardından Irak’ın ikinci büyük kenti. ABD’nin Kürt koridorunun başlangıç noktası (Bitiş noktası Suriye’nin Akdeniz kıyıları). Bu nedenle emperyalizmin iştahını kabartıyor. Suriye’de Rakka, Irak’ta ise Musul’a yönelik harekâtlara katılmak için hevesli olan Türkiye’ye, ABD izin vermedi. Misal; Irak, Başika Üssü’ndeki Türk askeri varlığı hakkında çok sert konuştuğunda, ABD de bu konuda Irak’ı destekledi. İran da öyle yaptı. Suriye konusunda tamamen zıt konumda olan, Irak konusunda siyasetleri çatışan ABD ve İran, Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığı konusunda aynı tavrı takındı. Bu da Türkiye’yi zora soktu.

Rusya’nın başından beri destek verdiği Suriye rejimine, 2015 Eylül ayının sonundan itibaren hava kuvvetleriyle de destek vermesi, önce sahada, sonra da diplomasi masasında dengeleri Avrasya güçleri lehine değiştirdi. Batıda ve Türkiye’de, Putin’in Esad’ı gözden çıkardığı, alternatif isimler üzerinde çalışmaya başladığı yönünde haberlerin sıklaştığı bir dönemde, Suriye ordusunda yorgunluk belirtilerinin görüldüğü bir süreçte, Rusya’nın hava kuvvetleriyle de devreye girmesi, zamanlama açısından da önemliydi. Batıda, “Rusya başarısız olacak. Suriye, ikinci bir Afganistan olacak Moskova için. Suriye ordusu tükendiği için Rusya hava gücünü devreye soktu. Rus savaş pilotları Suriye’yi bilmiyorlar. Esad karşıtlarının elinde karadan havaya atılan, savaş uçaklarına karşı çok etkili olan füzeler var…” diye yazılıp çizilirken, sahadaki gerçekler, müzakere masasına da yansıdı. Artık ne ABD’de, ne Fransa’da, ne Türkiye’de Esad’ın gideceğine inanan, gitmesini şart koşan lider yok.

Şunu saptayalım: Suriye cephede 2011 Mart ayından beri ABD emperyalizmine, onun Avrupalı ve bölgesel müttefiklerine (Türkiye, Suudi Arabistan, Katar), ABD destekli her türden terör örgütüne karşı mücadele ediyor. Eğer iç dinamikleri güçlü olmasa, sadece Rusya ve İran’ın, kritik anlarda Çin’in, Hizbullah’ın desteğiyle, bugüne kadar direnemezdi. Suriye’de Esad’a iki hafta ömür biçen, Şam’da Cuma namazı kılmaktan bahsedenler yanıldılar. “Esad bir an önce gitsin. O çekilmezse çözüm olmaz. Geçiş süreci Esad’sız olmalı” diyenler, gelinen aşamada Esad’ın kalıcı olduğunu kabul ediyorlar. Türkiye; sadece Esad’ın siyasi ömrü, Suriye’nin direnişi konusunda hesap hatası yapmadı. ABD destekli Kürt grupların bu kadar geniş bir bölgede denetim sağlayacağını da öngöremeyerek, bir başka hesap hatası yaptı.

Ana fikir: ABD’nin öncelikleri; emperyalizmin ihtiyaçları, İsrail’in güvenlik endişeleri, bölgesel dengeler, zengin enerji kaynakları, İran’ın nüfuzu, Rusya ve Çin’in artan ağırlığıdır. Türkiye’nin bütünlüğünü, ABD ve NATO’nun savunmasını beklemek, saflıktır. Türkiye, bölge merkezli bir diplomasiyle kendini güvenceye alabilir. 

Barış Doster

Pazartesi, 10 Temmuz 2017 01:16

Din, Dinci ve Dindarlık Üzerine

Yazının başlığında yer alan kavramların sözlük manası ile yazıya başlamak istiyorum. Nedir bu kavramlar?
 
 Din: Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum.

Dinci: Dinî görüşleri her alana yaymak isteyen kimse.

Dindar: Din inancı güçlü, din kurallarına bağlı (kimse), mütedeyyin.

Evet, bu kavramlar Türk Dil Kurumu sözlüğünde yer alan kavram tanımlarıdır. Fakat bu kavramların bazıları bugün insanlar arasında daha farklı şekilde kullanılmakta ve algılanmaktadır. Şimdi de bu kavramların halk arasındaki yaygın kullanımını sizlere sunmak istiyorum.

Din: İnsanları sonsuz saadete, huzura götürmek için Allah tarafından peygamberler vasıtasıyla gösterilen yol.

Dinci: Din’i kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışan kimse.

Dindar: Din’i hükümleri hayatının her alanında uygulamaya çalışmasında dolayı modern hayatı takip etme yeteneğinden yoksun kimse. 

            Kavramların tanımları ne kadarda farklılaştı değil mi? Evet bu kavram karmaşası biz insanların yapısı gereği her şeyi bir şekil içersinde değerlendirme hevesinden kaynaklanmaktadır. İnsan fıtratı gereği insanların yaptığı her şeyi inancı, ibadeti, huyları, kişiliği vb. bir şekilsellik içersinde değerlendirmeye çalışır. İşte bu noktada dinci ve dindar kavramları arasındaki karmaşa derinliği gittikçe artmaktadır. Dindar kimdir? Dinci kimdir? Peki, bunlar aslında din ve toplumsal hayat adına zarar mı yoksa yarar mı sağlar?

            Var olan her şeyi şekilsellik içersinde ele almaya başladığımız zaman kendimizi aslında olması gerekeni değil görmek istediklerimiz arama çabası içinde buluruz. Peki, bizim insanlarda aradığımız ve görmek istediğimiz şeyler aslında olması gereken şeyler mi?

            Zamanımızda insanların dinci ve dindar kavramlarının içini doldurmada ki öncelikleri insanların şekil ve aksesuarları olmaya başlamıştır. İnsanların çoğunluğu bu inkâr etse bile bu şekilsellik insanların benliğine sağlamca oturmaya çalışan vesveselerden başka bir şey değildir. Bu şekil hayranlığı insanları tamamen kavramıştır. Bu şekil hayranlığı din, mezhep, cemaat, grup ayrımı olmadan tüm insanlıkta görülmeye başlanan bir hastalık halini almıştır. Bence Müslümanlığa en büyük zararı verecek olanda budur. Bu konuda geçen günlerde Diyanet İşleri Eski Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun bir röportajı dikkatimi çekti. Bardakoğlu "dindarlığının daha içselleşmesi, ahlakileşmesi ve bilgiye dayalı olması lazım. Türkiye'de görsel dindarlık artıyor.”  Diyerek bu soruna dikkat çekmeye çalıştı.

         İnsanların dini kimin için yaşadığı, itaatin kime olması gerektiği, Din’in amacı gibi konularda sapmalar yaşanmakta dahası insanlar kendilerini kandırmaktan alamamaktalar. Bu kendini kandırma durumu Müslüman toplumları asıl amaçlarından uzaklaştırıp hedef sapmasına neden olmaktadır.

Evet, Ehl-i Şia -  Ehl-i Sünnet ayrımı olmaksınız inancımızı şekillendiriyoruz. Yaradan’ın hükümlerini unutarak ya da değiştirerek yaşadığımız din’in kime ne faydası olacak? Bugün dinci denilince neden insanların zihinlerinde dini kullanan insanlar belirmektedir? Ya da dindarlık neden geri kalmışlık ibaresi olarak akıllarda yer etmektedir? Biz İslam’ın özünü unutup dini şekillerle yaşamayı ne kadar sürdüreceğiz? Üstün insan’ın en marka giyinen değil, en takvalı olan olduğunu ne zaman dilimizden çıkarıp yüreklerimize koyacağız?

            Mağazalarda kapitalistler dinimizi bize markalayarak satarken, en pahalı giyinenin en dindar olduğunu kulağımıza fısıldarken, İslam’ın öz değeri olan mütevazılığı ne zaman anlayıp yaşamımızın odak noktasına oturtacağız?

            Zamanımızın bu din, dinci ve dindarlık anlayışı kızgın kumlar arasında beliren serap misalidir. Uzaktan cennet çeşmesini andırır, yakınlaştığında insanı kavuran çöl ateşidir.

            İmam Ali(a.s) şöyle buyurmuştur:

Şüphesiz İslam’ın bir hedefi, amacı vardır. Öyleyse o hedefe ulaşın; Allah’ın size vacip ettiği haklardan (onları yerine getirerek yüz akıyla) çıkın.

Serdar Gündoğdu

TR.JAMNEWS


Irak'ın kuzeyinde yapılması planlanan 'bağımsızlık referandumu' hazırlıkları ABD tarafında başladı. ABD Erbil Başkonsolosluğu'nun inşa edildiğini duyurdu
 
Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani 25 Eylül'de 'bağımsızlık referandumu' yapacaklarını ilan etmişti. Barzani'nin açıklamasının ardından ilk destek ABD, İsrail ve PKK'dan gelmişti. 'Kürdistan'ın bağımsızlığına destek veren ABD, Kuzey Irak'ta kurulması istenen 'Kürdistan'ın başkenti olacak Erbil'deki Başkonsolosluk binasını hazırlamak için düğmeye bastı.

EN BÜYÜK OFİS

Geniş bir araziye kurulacak yeni Başkonsolosluk, birçok sosyal tesis ve uluslararası misafirler için konaklama alanları içeriyor. ABD Dışişleri tarafından yapılan açıklamada, "Bakanlığın, Sermaye Güvenliği İnşaat Programının bir parçası olarak, 1999 yılından bu yana, Denizaşırı Binalar İşletmesi Bürosu 137 yeni diplomatik tesisi tamamladı ve tasarımda veya yapım aşamasında 48 proje daha var" ifadeleri kullanıldı ve daha önce, 'Kürdistan'daki en büyük diplomatik ofisi inşa etmeyi planladıkları bildirildi. Açıklamada "Denizaşırı Binalar İşletmesi'nin görevi, ABD hükümetine bağlı personelimizin dış politikadaki amaçlarına ulaşmada desteklemek için temsil eden güvenli ve işlevsel tesisler sunmaktır" denildi.

BÜYÜKELÇİLİK OLABİLİR

ABD'nin yeni Başkonsolosluğu'nun yapımını üslenen Amerikalı şirket EYP'nin web sitesinde ise "Amaç, her iki tarafın da etkileşimde bulunduğu yerel halkın kültürüne bağlı, Amerikan nüfusuna tanıdık özelliklerin ve olanakların bulunduğu bir topluluk oluşturmak" tanımı kullanıldı. Referandumun ardından Irak'ın kuzeyinde bir 'Kürdistan' kurulur ise yeni yerleşke Büyükelçilik olarak hizmet verecek.

 

BM: REFERANDUMUN SONUCUNA KARŞI ÇIKMAYIZ

Birleşmiş Milletler (BM) Sözcüsü Stephen Dujarri, Irak'ın kuzeyindeki “bağımsızlık referandumu” sürecine katılmamalarının referandum sonucuna karşı çıkacakları anlamına gelmediğini söyledi.

BM Irak Yardım Misyonu Ofisi’nden 15 Haziran'da Barzani'nin “bağımsızlık referandumuna” ilişkin yapılan açıklamada, “referandum sürecinde herhangi bir role sahip olmayacakları” belirtilmişti. Barzani'nin Rûdaw'ına konuşan Stephen Dujarri, referandum sürecine katılmamalarına ilişkin, “Herhangi bir ülkenin merkezi hükümeti bizden talep etmediği sürece referandum veya seçimlerine katılmıyoruz” dedi. Stephen Dujarri, 15 Haziran’da yapılan açıklamanın “referanduma karşı oldukları anlamına gelmediğini” belirterek, “Bağdat’la sorunların diyalogla çözülmesinden yanayız” diye konuştu.

Mesut Barzani’nin 7 Haziran’da Erbil’in Pirmam ilçesinde siyasi partilerle bir araya geldiği toplantıda, referandumun 25 Eylül’de yapılması kararı alınmıştı. Karara başta Irak olmak üzere Türkiye, İran, Rusya ve Almanya gibi ülkeler tepki göstermiş, ABD ve İsrail'den destek açıklaması gelmişti.

Siyonist İsrail rejiminin Savaş Bakanı Avigdor Liberman, Tel Aviv’in Suriye’de olası bir barışı ancak Beşar Esad iktidardan çekildiğinde kabul edeceğini açıkladı.
 

 İsrail Ordu Merkezinde gazetecilere açıklamalarda bulunan Liberman İsrail rejiminin işgal altındaki Golan tepeleri ve Suriye ordusunu hedef alması hakkında; “Bizim doğrudan savaşa girme gibi bir niyetimiz yok ancak komşularımızı bizimle ilişkilerinde dikkatli olmaları noktasında uyarıyoruz ve bize ihtiyaçları olduğunu hatırlatıyoruz” ifadelerini kullandı.

    Golan tepelerinde gerçekleşen hava saldırılarının Suriye’nin iç meselesi ile bağlantılı olduğunu belirten Liberman, İsrail rejiminin kendi sınırlarına yönelik hiçbir tehdide tahammül edemeyeceğini vurguladı.
İsrail Savaş Bakanı olası bir savaş ihtimalinin az olduğunu ancak sınır noktalarında yapılacak herhangi bir yanlıştan dolayı İsrail rejiminin doğrudan savaşa girebileceğine işaret etti.

   İsrail rejimi geçtiğimiz günlerde Suriye’deki iç savaşı bahane ederek Golan tepelerini hedef almış ve Suriye ordusunun mevzilerine yönelik hava saldırıları gerçekleştirmişti.
İsrail rejiminin Savaş Bakanı Liberman, gazetecilere yaptığı açıklamaların bir diğer bölümünde ise Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın İran ve Hizbullah’a bağlı olmasını delil göstererek iktidardan indirilmesi gerektiğini vurguladı. 

   Liberman Suriyeli muhaliflerin kendi dostları olmadığını ancak Beşar Esad gibi kendi halkını katleden ve kimyasal silah kullanan birisinin iktidarda kalmaması gerektiğini belirterek; “Beşar Esad’ın Suriye’de iktidarı elinde tutması bizim güvenliğimiz için tehdittir. Beşar Esad iktidarda olduğu müddetçe İran ve Hizbullah, Suriye’deki varlıklarını sürdüreceklerdir” ifadelerini kullandı.

   İsrail rejiminin Suriye’de hiçbir tarafın yanında olmadığını belirten Lliberman kırmızı çizgilerinin Hizbullah’a gönderilen silahlar olduğuna işaret ederek; “Biz, İran’ın sınırlarımızdaki varlığından rahatsızız ve buna daha fazla tahammül edemeyiz” açıklamasını yaptı. Suriye’deki çatışmalar devam ederken İsrail rejimi Hizbullah’a ağır silahların gönderildiğini bahane ederek Suriye’nin farklı bölgelerinde hava saldırıları düzenlemişti.

    İsrail Savaş Bakanı Lİberman aynı zamanda Lübnan’da yeraltında füze üretiminin yapılması hakkındaki iddialara  “İsrail üzerine düşeni yapacaktır” yanıtını vererek; “İsrail her konuyu ciddiye alır. Bu konuda da gerekli bilgiye ve raporlara sahibiz. İsrail her nerede olursa olsun gerekeni yapacaktır. Bu gelişmeyi görmezden gelemeyiz. Çünkü füze gibi ağır askeri teçhizatlar büyük bir sorun teşkil etmekte” ifadelerini kullandı.