کارگر

کارگر

Perşembe, 08 Haziran 2017 05:04

Orucun İnsan Sağlığı Üzerindeki Etkileri

 Hekimler oruç tutmanın insanlara şifa dağıttığını belirtiyor.

Ramazan ayı, yüce Allah'ın en faziletli ve en üstün ayıdır ve Müslümanlar bu ay boyunca oruç tutar. Oruç tutmak, çok değerli ve istisna bir ameldir ve birçok manevi faydası söz konusudur. Oruç tutan insan sabah ezan vaktinden akşam ezanına kadar yüce Allah'ın emrini yerine getirmek üzere yemekten ve içmekten sakınır.

Yemekten, içmekten ve cinsel şehvetten sakınmak, insanlarda günaha karşı direniş gücünü geliştirirken aynı zamanda iradesine musallat olmayı ve her türlü günaha karşı kendisini kaybetmemeyi öğretir.

İslam peygamberi (sav) şöyle buyurur: Açlık ve susuzlukla nefsinizle mücadele edin, çünkü mükafatı Allah yolunda cihat etmek kadar büyüktür ve yüce Allah katında hiç bir amel açlık ve susuzluktan daha iyi değildir.

Oruç tutmanın insanın manevi açıdan yücelmesinde büyük etkileri söz konusudur. Lakin orucun insan vücudunun sağlığı üzerindeki etkilerinden de gafil olmamak gerekir. Hekimler oruç tutmanın insanlara şifa dağıttığını belirtiyor.

Fransız biyolojist ve fizyolojist ve Nobel ödüllü uzman Aleksis Karl orucun bu özelliği hakkında şöyle diyor:

Oruç sırasında vücutta oldukça önem arz eden çok karmaşık ve bilinmeyen işlemler başlıyor ve böylece oruç, vücuttaki tüm dokuları adeta yıkıyor ve onları değiştiriyor. Bir ay süren oruç ibadet aslında az yemeye alışmak ve vücuttaki organları dinlendirmek için en iyi fırsattır. Günümüzde midenin bir çok hastalığın başlıca kaynağı olduğu ispat edilmiştir.

Nitekim İslam peygamberi (sav) de şöyle buyurur: Mide her derdin merkezi ve yuvasıdır ve uygunsuz yemekten ve çok yemekten sakınmak, şifa veren her türlü ilacın esasıdır.

Oruç ibadeti gerçekte midenin dinlenmesine sebep olur. Oruç sırasında mide asidi yemek yerine safra kesesinin salgıları ile etkisiz hale getirilir ve böylece ülser hastalığı önlenmiş olur. Gerçi kimileri oruç tutmanın mide ülserine yol açtığını zanneder, lakin eğer bu kanı doğru olsaydı, İslam ülkelerinde mide ülseri verileri Müslüman olmayan ülkelere nazaran çok daha yüksek olması gerekirdi.

Oruç sırasında midenin salgıları azalır, safra kesesi de daha az çalışır ve böylece bu iki organ sağlıklı kalır.

Rus hekim Aleksi Moforin ise şöyle diyor: insanların hastalıklarının %95 kadarı oburluktan ve kötü beslenmekten kaynaklanır. İnsan yemekten sakındığı ve tam oruç tuttuğu vakit, vücudu yavaş yavaş biriktirdiği maddelerden beslenir ve ihtiyacı olan enerjiyi bu yoldan karşılar. Gerçekte 11 ay boyunca boy yemek, kötü beslenmek ve zamansız yemek, vücudumuzu bir yığın yağ ve zehirli maddelerle doldurur ve oruç ibadeti bu maddeleri defetmek için en uygun fırsattır.

Hekimlerin tabiri ile oruç, vücutta biriken fuzuli maddeleri yakma zamanıdır. Orucun fizyolojik mekanizmasında insan vücudu gün boyunca beslenmediği için enerjisini vücuttaki zehirleri defetmeye harcar. İranlı hekim Hasan Muzafferi de orucun bu faydasının çok önemli olduğunu vurguluyor.

Aslında orucun zehirleri defetme özelliği şöyle ki, oruç sırasında insan vücudundaki organlar nisbi bir sükûnet içinde olur. Bu şartlarda iç organlar daha rahat zehirli maddeleri defetmeye başlar. Vücuttaki zehirleri defetmekle görevli olan karaciğer ve böbrekler oruç sırasında vücudu temizlemek için daha iyi fırsat bulur. Araştırmalar, oruç tutmanın bir faydasını da vücuttaki kurşun ve diğer ağır metalleri defetme şeklinde beyan eder. Bu zehirli maddeler akciğer yolu ile ve solunum sırasında vücuda girer ve akciğer veya kan kanseri gibi tehlikeli hastalıklara sebep olur. Bundan başka kurşun alyuvarları, sinir sistemini ve kemik yapısını da olumsuz etkiler. Kurşun anemi hastalığına, sinir bozukluğuna, kilo kaybına ve kemik ağrılarına yol açar.

Oruç sırasında kanın asit oranı yükselir ve bu tür zehirli maddelerin vücutta saklandıkları yerlerden çıkmasına ve ardından böbrekler aracılığı ile defedilmesine sebep olur. Vücuttaki ağır maddeler defedildikten sonra insan kendini hafiflemiş gibi hisseder ve böylece Ramazan ayı boyunca oruç tutan insanın vücudu her türlü zehirli maddeden arınmış olur. Gerçi şunu da unutmamak gerekir ki vücudun arınması, oruç tutan kimseni sahur ve iftar vakti doğru biçimde beslenmesi ve aşırı yemekten sakınması ile mümkün olur.

Beslenme uzman Dr. Ferzad Babai ise şöyle diyor:

Araştırmalar oruç tutmanın kolesterol oranı yüksek olan insanlarda yararlı olduğunu gösteriyor, çünkü kandaki kötü kolesterol oranını düzenliyor ve iyi kolesterol oranının yükselmesine sebep oluyor. İkinci dereceden diyabet hastaları da hekimlerin veya beslenme uzmanlarının gözetiminde oruç tutarak bu ibadetin olumlu etkilerinden yararlanabilir. Oruç tutmak, yanlış beslenme, obozite ve aşırı kilodan doğan hastalıkların tedavisinde bire birdir. Oruç tutmanın insan vücudu için önemli bir yararı, obozite ile mücadele etmektir.

Bugün aşırı kiloların insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri herkesçe bilinen bir gerçektir ve bu hastalık ile mücadele için çeşitli yöntemler önerilir. çrneğin uzun süreli zayıflama rejimleri, sürekli spor yapma tavsiyeleri, sauna ve benzeri yöntemler obozite ve aşırı kilo tedavisi için önerilen bazı yöntemlerdir. Semavi dinler de aşırı yemeyi ve aşırı kiloyu kötü bilmiş ve izleyenlerini bu durumlardan sakındırmıştır.

çrneğin İslam dininde insan tam olarak doymadan yemekten el çekmesi tavsiye edilmiştir, çünkü gerçekte daha az yiyen insanlar daha sağlıklıdır. Oysa çok yiyen ve sürekli karnı tok olan insanlar daha çabuk hastalanır ve üstelik birçok manevi durumlardan da uzak kalır. Aşırı kilo ile bir başka mücadele yöntemi, oruç tutmaktır. Oruç tutan insan daha az kalori ve su alır ve vücudu bu eksiklikleri gidermek için biriktirdiği yağları yakar ve sonuçta fazla kilolar yok olur. Gerçi İslam'ın oruç ibaretine vurgu yapması sırf aşırı kilo ile mücadele etmek için değildir ve bu ibadette maneviyat ve kemale ermek esas amaçtır ve aşırı kilo ile mücadele etmek, bu ibadetin yan etkilerinden biri sayılır. Nitekim eğer bir insan Allah rızası için değil de, sırf aşırı kiloları yüzünde oruç tutacak olursa, orucu batıldır.

Mısırlı iç hastalıklar uzmanı Dr. Tarık Bahiri ise şöyle diyor:

Oruç tutmak, iç organları tahrik eder, öyle ki vücuttaki zayıf hücreler açlığa karşı direnerek güçlenir ve hastalıklara sebep olan hücreler oruç sırasında yok olur ve yerine sağlıklı hücreler yerleşir.

Dr. Bahiri ayrıca orucun bir başka faydasını kanser tümörlerinin oluşmasını engelleme şeklinde ifade ediyor. İranlı psikolog Mahmut Necefi de orucun insan psikolojisi ve sinir sistemi üzerindeki etkileri hakkında şöyle diyor: yapılan son araştırmalara göre oruç streslerin ve ıstırabın giderilmesine vesile oluyor. İslam'ın belirlediği oruç ibadet, doğru ve esaslı oruçtur ve sırf zayıflamak amacı ile tavsiye edilen oruçtan farklıdır.

Bilimsel araştırmalar ayrıca mübarek Ramazan ayında intihar vakaları ve trafik suçları gibi bazı genel suçların oranında büyük düşüş yaşandığını gösteriyor. oruç tutmak isteyen insanın sahuru da hafif ve uykusu da uygun olmalı ve sahurdan hemen sonra yatağa girilmemelidir. Bazı insanların oruç sırasında öfkelenmelerinin sebebi, sahurda fazla yemeleridir. Bu arada unutmamak gerekir ki İslam dini hasta ve güçsüz insanlara oruç tutmayı yasaklamıştır. Oruç tutmak ancak özel bir hastalığı olmayan insanlara farz kılınmıştır.

Kurtarılan bölgeler Ezidi güçlerine bırakılsa da bu durum Bağdat’a Peşmerge engeline takılmadan Şegnal’e gitme imkânı veriyor. Irak güçleri Peşmerge’nin rızası olmadan yukarı çıkamıyordu. Merkezin kuzeye dönüşünden KDP gibi PKK de rahatsız.

 Bölgesel ve uluslararası aktörlerin IŞİD’le mücadelesi, IŞİD’le sınırlı değil. Hesap içinde bin bir hesap dönüyor. Irak-Suriye sınırını güvenceye alan kritik gelişmeler, birçok tarafın niyet ve planları açısından turnusol kâğıdına dönüştü. AKP yönetiminin “Şii-terörist örgüt” ilan ettiği Irak’taki Haşd’uş Şaabi güçleri, Musul’dan sonra Ezdixan’ın kalbi Şengal’in güneyini temizleyerek Suriye sınırına ulaştı. Haşd’ın IŞİD’i bölgeden tamamen söküp atmak için gerekirse Suriye’de de operasyonları sürdüreceği açıklandı. Bunun için “Şam’ın izniyle” kaydı düşüldü. Herkes Amerika değil, istediği yere girip çıksın.

Geçmişin çelişkileri bir yana an itibariyle aynı öncelikleri paylaşan Suriye ve Irak’ın sınırlarda yeniden kendi öz güçleriyle buluşması ve dolasıyla sınırlarda normal rejime dönülmesi ABD’nin yanı sıra farklı bir hesapla Kürtleri de kaygılandırıyor. Amerikan yönetimi ortaya koyduğu reflekslerle bunu IŞİD’in temizlenmesiyle Irak ve Suriye’nin kendi egemenliklerini tesis olarak görmeyip İran’ın Lübnan’a kadar uzanan hatta kendine koridor açması olarak yorumluyor. Bölgeyi dizayn ederken müdahale bahanelerine ihtiyacı var, haliyle böyle yorumlaması normal.

Yerel aktörlerin korkularını besleyen faktörler ise bin bir türlü. Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti, Bağdat’ı, Haşd’ın Kürt bölgelerine girmeyeceğine dair Musul operasyonu anlaşmasını çiğnemekle suçladı. Olası Peşmerge-Haşd çatışması gündeme geldi.

Suriye tarafından Suriyeli Kürtlerin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ise Haşd’ın kendi kontrol alanlarına girmesi halinde karşılık vereceği uyarısında bulundu.

Şengal’in güneyini IŞİD’den temizleyen operasyon PKK ile KDP arasında nüfuz rekabetine maruz kalan Ezidi öz savunma güçlerini de ayrıştırdı.

Herkes kendi çıkarlarının arkasından giderken Irak-Suriye sınırının güvenceye alınmasının, IŞİD’in bölgeden sökülüp atılması açısından arz ettiği önem gözden kaçıyor.

***

Esasen Orta Doğu’da her bir kritik gelişme klasik güç dengelerinin yansıması olan tepkiler üretiyor. Sadece geçmişin hesaplaşmalarını ya da bunların güncel izdüşümlerini çabucak unuttuğumuzdan her seferinde ortaya çıkan çelişkilerle afallıyoruz.

Elbette hiçbir şey basit bir düzen içinde ilerlemiyor. Denkleme giren yeni faktörler yerleşik güç dengelerini değiştiriyor. Çatışmaların aktörleri olan IŞİD, Haşd, 2014’te Peşmerge’nin Şengal’i IŞİD’e terk etmesiyle yaşanan büyük felaketin ardından PKK’nin örgütlediği Ezidi direniş gücü YBŞ ve Suriye tarafında ABD’nin desteğiyle hedef büyüten SDG denkleme yeni girmiş faktörler.

Girişte belirttiğim gibi Haşd’ın Suriye sınırına ulaşması birçok tarafı yeniden hesap kitap yapmaya itti. Bir kere Kürdistan yönetiminin tartışmalı bölgelerdeki fiili Peşmerge kontrolünü hukuki bir çerçeveye taşıyıp düşlenen Kürdistan sınırlarını tamamlama planları yeni bir meydan okumayla karşı karşıya. Haşd’ın merkezi hükümetin otoritesini bölgeye yeniden taşıması, bağımsızlık referandumuna gitme hazırlığı yapılırken koşulları belirsizleştiriyor. IŞİD karşısında Irak ordusunun dağılmasının ardından Büyük Ayetullah Ali Sistani’nin çağrısı üzerine oluşturulan Haşd’ın üç yıl içinde orta kesimlerden kuzeye doğru rüştünü ispat ede ede Kürdistan sınırlarına çıkması Kürtler açısından bir alarm nedeni. Haşd’in bu denli güçlenmesi, 2014’te Peşmerge’nin boşluğu doldurduğu Kerkük gibi statüsü tartışmalı bölgeler üzerindeki anlaşmazlığı güçle çözmeyi düşünenleri cesaretlendiriyor. Tabii IŞİD tehdidi tamamen bertaraf edilmediğinden Arap-Kürt çatışmasından kaçınan taraflar özellikle Kerkük üzerindeki hesaplaşmaları ertelemiş durumda.

Musul’da ise Haşd’ın Suriye sınırına ulaşmasıyla, savaş sonrasında vilayeti kimin nasıl kontrol edeceğine dair tartışmalara yeniden dönüldü. Ki bu tartışmalar Musul operasyonunu 1 yıl geciktirmişti. Bu da hem Ezidi trajedisinin sürmesi hem de bölgeden kaçan Şii Türkmenler ve Hıristiyanların yaşadığı sürgünün uzaması anlamına geliyordu.

***

Haşd karşısında Kürtlerin tutumu bütüncül değil. Düne kadar pek çok çevrede göz ardı edilen Ezidiler, Kürdistan’ın tekâmülü ile ilgili planlar tartışılırken rekabet unsuruna dönüştü.

Barzani yönetimi, Peşmerge’nin 2014’te IŞİD’in insafına bıraktığı Ezidileri kazanmak ya da bölgede KDP’nin etkisini azaltacak gelişmelere izin vermemek için özel bir strateji izliyor. PKK’yi bölgeden çıkarmak, YBŞ’nin kontrolüne son vermek ve Ezidilerin IŞİD’den kurtarılan bölgelere dönüşünü geciktirmek bu stratejinin birer parçası. Buna karşın Irak hükümeti de Şengal’in Bağdat’la bağlarını tazelemek, Kürdistan’ın genişleme hesaplarına engel olmak ve Peşmerge’nin fiili kontrolünün başladığı 2003 öncesi duruma geri dönmek için Ezidilere el veriyor. Kimi kesimlerin “Şii örgüt” ya da “İran’ın Şii hilalini tamamlamaya yönelik maşası” olarak tanımladığı Haşd bu süreçte Ezidilerin bir kısmını kazanmayı başardı. İçinde Sünni ve Hıristiyan unsurlar da barındıran Haşd daha Musul operasyonu başlamadan önce Ezidilerden oluşan küçük bir birliğe sahipti. Laleş Taburu (Fevc Laleş) Haşd’ın içindeydi. Buna ilaveten Irak hükümeti Haşd’e bağlı olmamasına rağmen YBŞ savaşçılarını maaşa bağladı. Kürdistan yönetimini Musul operasyonunda ortaklığa ikna etmek için bir taviz olarak Ekim 2016’da YBŞ’nin ödeneği kesildi. Musul operasyonu başladıktan sonra Bağdat, YBŞ’ye yeniden maaş ödemeye başladı. KDP tarafından bir süre gözaltında tutulduktan sonra tutum değiştirip Peşmerge’ye bağlanan Haydar Şeşo’nun Ezidi birliği de Nisan 2015’e kadar Bağdat’ın desteğine sahipti.

Haşd’ın Şengal’in güneyine yönelik 12 Mayıs’ta başlattığı operasyon Ezidiler arasındaki bu bölünmüşlüğe yeni bir katalizör etkisi yaptı. Şeşo’nun 14 taburdan oluşan Ezidi Peşmergesi çözülerek Haşd’e katıldı. Ezidilere göre bunun iki nedeni var: Birincisi Peşmerge, Şengal’in merkezinde kontrolü ele aldıktan sonra güneydeki Ezidi yerleşimlerinde devam eden IŞİD varlığına seyirci kaldı. İkincisi Peşmerge, bu bölgeye Haşd ile ortak operasyon düzenleme teklifini reddetti. Haşd’ın kendisine bağlı Ezidi güçleriyle birlikte Tel Banat’ta operasyona başlamasından üç gün sonra Ezidi Peşmergesi’ndeki taburlardan biri Haşd’e katıldı. Tel Banak, Tel Kasap, Ger Zerik, Tel Ezeyir, Siba Şeyh Hıdır, Kayravan, Koço ve nihayetinde El Baac kurtarılırken Haşd’e katılan Ezidilerin sayısı 1000’i buldu. Bunlar, Laleş Taburu’na paralel olarak Naif Casso liderliğinde Koço Taburu (Fevc Koço) adıyla örgütlendi. Şengal’in Kürdistan değil merkezi Irak hükümetine bağlı olmasından yana olan Ezidi Evi de 29 Mayıs’ta Haşd’e dahil oldu. (Ezidi Haşd’ı ile ilgili Matthew Barber, NRT’de kapsamlı bir yazı kaleme aldı. Bu linkten bakılabilir: http://www.nrttv.com/en/birura-details.aspx?Jimare=4855)

Benim konuştuğum Ezidiler bir gerçeği de hatırlatıyor: Tarihsel olarak onlarca katliama maruz kalmış olan Ezidilerin Iraklı Şiilerle ilişkileri iyiydi. Bu yüzden etnik aidiyette ortaklık ilişkileri tanımlamakta yeterli değil.

***

Irak güçlerinin Ezidilerin bir kısmıyla ortaklık kurup Şengal’de ilerlemesi Kürdistan yönetiminin bölgeye ilişkin hesaplarını etkileyen bir gelişme. Erbil yönetimi, Irak hükümetini tartışmalı bölgelerin kaderine referandumla belirlenmesini öngören anayasanın 140’ıncı maddesi ile Haşd’ın Kürt bölgelerinden uzak durmasını şarta bağlayan Musul operasyonu anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. Diğer taraftan KDP yetkilileri, Permerge’den kopan Ezidilere “Şengal’i terk edip Necef ve Kerbela’ya gidin” diye gözdağı verdi. Bu mesaj işe yaramadı. Ayrıca YBŞ’den de Haşd içindeki Ezidi birliklerine katılanlar oldu. Bu durum kızgın oldukları KDP ile minnet duydukları PKK arasında rekabet konusu haline gelen Ezidilerin üçüncü yol arzularını da dışa vuruyor.

Kurtarılan bölgeler Ezidi güçlerine bırakılsa da bu durum Bağdat’a Peşmerge engeline takılmadan Şengal’e gitme imkânı veriyor. Irak güçleri Peşmerge’nin rızası olmadan yukarı çıkamıyordu. Merkezin kuzeye dönüşünden KDP gibi PKK de rahatsız. Şengal’e farklı anlamlar yüklemelerine rağmen her iki parti de Şengal’i Irak haritasında görmüyor.

***

Haşd’ın sınıra dayanması, Suriye tarafındaki aktörler arasında nasıl görülüyor? ABD’nin “İran etkisini sınırlama” diye kodladığı yeni politika sahaya nasıl yansıyor? Bu da başka bir yazıya…

 İslam İnkılabı Lideri Imam Hamanei öğrencilerle görüşmesinde Tahran’da düzenlenen terör saldırılarına işaret ederek, İran milleti büyük bir kararlılıkla yoluna devam ettiğini belirtti.

Imam Hamanei, herkesin bu tür olayların İran milleti ve yetkililerinin iradesini etkileyemeyeceğini bilmesi gerektiğini vurguladı.

Imam Hamanei ayrıca, bu tür olayların İran’ın fitnenin merkezinde direnmekte haklı olduğunu ortaya koyduğunu, nitekim böyle olmasaydı şimdi İran içinde sıkıntı yaşayacaklarını kaydetti.

 

İran Dışişleri Bakanı Zarif Ankara’da Saldırıyı Değerlendirdi
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, bölgede endişe verici gelişmeler yaşandığını belirterek, “Bu olaylarla ilgili Türkiye ile yakın görüş alışverişinde bulunmamıza ihtiyaç var.” dedi.

Türkiye’ye gelen Zarif, Ankara’da konaklayacağı Hilton Oteli girişinde, basın mensuplarına açıklamada bulundu. Bakan Zarif, sözlerine ülkesinde yaşanan terör saldırısında hayatını kaybedenler için taziye dileklerinde bulunarak başladı. 

“Bu saldırı halkımızın teröre karşı duruşunu daha da güçlendirecektir.” diyen Zarif, güvenlik güçleri ve İran halkıyla bu tür saldırılara karşı her zaman karşı koyacaklarını söyledi. Zarif, yolculuk nedeniyle Tahran’daki terör saldırılarının ayrıntılarına ilişkin bilgi sahibi olmadığını ifade ederek, “Bölgede bizim için endişe verici gelişmeler yaşanıyor. Bu olaylarla ilgili Türkiye ile yakın görüş alışverişinde bulunmamıza ihtiyaç var.” dedi.

Türkiye ziyaretinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kabul edileceğini belirten Zarif, yanı sıra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile de bir araya geleceğini ve bu görüşmelerde başta Suriye olmak üzere ikili ve bölgesel konuları değerlendireceklerini dile getirdi.

Tahran’da yaşanan çifte terör saldırısında 12 kişi ölürken 42 yaralandı. Dışişleri bakanı Zarif böyle bir durumda Türkiye ziyaretini gerçekleştiriyor.

Dun sabah Tahran’da gerçekleşen çifte terör saldırılarında İranlı 12 vatandaş şehit olurken 42 kişi yaralandı.

İran Acil Yardım Merkezi Başkanı Pir Hüseyin Gulivend yaptığı açıklamada; İmam Humeyni Hareminde ve İran İslam Cumhuriyeti Meclisi’nde gerçekleşen ve İranlı 12 vatandaşın şehit olmasıyla sonuçlanan terör saldırılarında Acil Yardım Merkezinin olay yerindeki işinin bittiğini söyledi.

İran’ın Başkenti Tahran’da bu sabah İmam Humeyni Hareminde ve İran İslam Cumhuriyeti Meclisi’nde gerçekleşen terör saldırısında 12 vatandaş şehit olurken 42 kişi yaralandı.

 

TAHRAN'DAKİ SALDIRILARI 'IŞİD' ÜSTLENDİ
 İran'ın başkenti Tahran'da sabah saatlerinde, önce İran parlamentosu sonra da İmam Humeyni'nin türbesine terör saldırısı düzenlendi. Parlamentodaki saldırıda 7 kişinin öldüğü, 4 kişinin de rehin alındığı iddia edildi. Saldırıları IŞİD üstlendi. Bu bilginin doğrulanması, IŞİD'in İran'daki ilk saldırısını gerçekleştirdiği anlamına gelecek.

Turkiye Dışişleri Bakanlığı İran'daki terör saldırılarını kınadı
 
Dışişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada,Tahran’daki İran İslami Danışma Meclisi ile İmam Humeyni Türbesi’ne yönelik terör saldırıları düzenlendiğinin ve saldırılarda hayatını kaybedenler ile yaralılar olduğunun üzüntüyle öğrenildiği belirtildi.

İran İslam Cumhuriyeti kurucusu ve İslam İnkılabı Rehberi İmam Humeyni, veftının 28. yıl dönümünde Tahran’da İmam Humeyni hareminde İmam Hamanei’nin ve binlerin katılımıyla anılıyor.

İslam İnkılabı Rehberi: “Düşmanın utanmazlığının hangi boyuta ulaştığına bir bakın, Amerika Başkanı yozlaşmış bir kabile rejiminde kılıç dansı yaparken, 40 milyon İranlının oyunu eleştiriyor.”

İmam Hamenei’nin, İmam Humeyni’nin (ra) yirmi sekizinci vefat yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmanın önemli başlıkları şunlardır:

Benim bugünkü konuşmam genel olarak İmam Humeyni hakkında birkaç nokta üzerinedir. Eğer konuşmamın sonunda zaman kalırsa, iç ve dış politika hakkında da kısa bir konuşma yapacağım.

Bu büyük insan hakkında yıllar boyunca bilgi sahibi kişiler tarafından birçok konuşma yapıldı ama birbiriyle bağlantılı olan İmam ve İnkılap hakkında söylenen şeylerde, İmam’ın ismi inkılaptan ayrı değildir ve bu konuda söylenen şeylerin tamamı da İmam ve inkılap ile ilgili değildir. Zamanla toplumun zihnine yerleşmesi gereken söylenmemiş konular vardır.

Eğer bir gerçek defalarca tekrarlanmazsa, ayrıntıları ve özellikleri zikredilmezse, zamanla bu gerçeğin saptırılma ihtimali vardır. Sizin çoğunuz İmam’ın en büyük hüneri olan inkılabın ve İmam’ın şahsiyetinin tahrif edilmesi için birçok amacın bulunduğunu biliyor.

Gençler büyük destanların yazıldığı dönemi görmediler. İnkılabın zaferi dönemini ve mukaddes savunma dönemini görmediler. Bölücülük çıkarmaya çalışan kişiler karşısındaki büyük mücadeleleri ve büyük hareketleri gençler sadece duydular. Bu yüzden bu konular hakkında daha fazla açıklama yapılmalıdır.

İslam İnkılabı İmam Humeyni tarafından yapıldı ve Allah’ın iradesi ve İmam’ın eliyle gerçekleşti. Bu sadece siyasi bir değişim değildi. İnkılabın amacı, bu durumu ve toplumu değiştirmekti, topluma bağımsız, asil, yaratıcı, yeni düşünceleri ve sözleri olan bir kimlik kazandırmaktı. Bu İslam İnkılabı işte böylesi bir değişimdi.

Asgari hedefleri olan inkılaplar başarılı olamadılar ama İmam en azami hedeflerle başarılı oldu. Asgari hedefleri olanlar işin başında bazı başarılar elde ettiler ama nihayetinde yenildiler ama İmam tam anlamıyla bir zafer kazandı ve bu zaferi korudu.

İmam’ın ilkelerinden biri, Amerika’nın hakimiyetinden çıkmaktı ve bu İran gençleri için çok cezp ediciydi ve bugün de Amerika ile uzun anlaşmaları ve bağlılıkları bulunan ülkelerdeki gençler için Amerika’nın hakimiyetinden çıkmak cezp edicidir. Örneğin Suudi Arabistan gibi Amerika’nın hizmetinde olan bir ülkenin gençlerinin yanına gittiğinizde, onların da bu zalim hakimiyetten ayrılmak istediklerinin göreceksiniz.

Şimdi bahsedeceğim konu 60’lı yıllarla ilgili, yani İmam’ın hayatta olduğu bereketli yıllarla. 60’lı yıllar, mazlum, İran’ın ve İranlıların kaderini belirleyici yıllardır. Bu yıllar son derece önemli, hassas, bilinmeyen ve bazı gruplar tarafından saldırıya uğrayan yıllardır.

60’lı yıllar, ülkede en şiddetli terörizmin yaşandığı yıllardır ve bu yıllar boyunca binlerce kişi teröristler tarafından şehit olmuştur. 60’lı yıllar dayatma savaşı yıllarıdır yani İmam hayattayken, 8 yıl İran halkına savaşın dayatıldığı yıllardır.

60’lı yıllar en zor yaptırım yıllarıdır. Her şeye yaptırım uygulanmıştır. Ekonomi merkezlerine ve hükümete karşı art arda yaptırımlar yapılmıştır. 60’lı yıllar bölücülükle mücadele yıllarıdır. Bu yıllarda birçok önemli olay yaşanmıştır. 60’lı yıllarda İran halkı ve gençleri öylesine direniş göstermişlerdir ki, bütün bu olaylara galip gelmişlerdir.

Ben şehit ve celladın yerinin değiştirilmemesini tavsiye ediyorum. 60’lı yıllarda İran halkı çok mazlum kalmıştır.

İmam’ın bedeni aramızdan ayrıldı ama İmam’ın ruhu ve yolu, canlı ve diridir. İmam’ın nefesi toplum arasında hayattadır.

Bizim düşmanlarımız boş durmuyor. Düşmanlar bu güne kadar bize büyük bir darbe vuramadılar. Biz ilerledik ve büyük işler yapmayı başardık.

Düşmanın utanmazlığının hangi boyuta ulaştığına bir bakın. Amerika Başkanı yozlaşmış bir kabile rejiminde kılıç dansı yaparken, 40 milyon İranlının oyunu eleştiriyor.

Kesinlikle şunu arz ediyorum ki, eğer 60’lı yıllardaki gibi bir bölücülük yaşanırsa, gençler meydana inecek ve ülkeyi koruyacaklardır. Bazen bazılarının inkılap sloganları karşısında sanki inkılap akılcılığın karşısındaymış gibi, bazı akılcılık kavramlarını gündeme getirdiklerini duyuyorum. İmam yıllar önce Amerika’yı büyük şeytan olarak nitelendirmiş ve onun güvenilir olmadığını halka öğretmiştir ve bugün de bazı Avrupa ülkeleri liderleri Amerika’nın güvenilir olmadığını söylüyorlar. İşte bu akılcılıktır. Amerika bütün konularda güvenilmezdir.

İmam kültürel bir miras değildir. Bazıları İmam’a kültürel bir miras gözüyle bakıyorlar ama İmam hayattadır, evet İmam’ın bedeni hayatta olmayabilir ama İmam’ın yolu ve nefesi canlı ve diridir.

Suudi hükümeti, Amerika Başkanı ile uzlaşmak için mali kaynaklarının yarısından fazlasını Amerika’nın meyli doğrultusunda kullanmaya mecbur kalıyor. Uzlaşının da bir bedeli var. Eğer meydan okumalar akılcı, mantığa uygun ve kendine güven içinde olursa, bunun maliyeti de uzlaşının maliyetinden daha az olacaktır.

Komplo güçleri belirli bir sınırla yetinmezler ve bir sınır belirlemezler. Biz bunu son yıllardaki anlaşmalarda tecrübe ettik. Bir sınırı belirlerken bir taraftan da yeni konuları gündeme getiriyorlar ve bu hiç durmuyor. Ülke yetkilileri hedeflerini müstekbir güçleri hoşnut etmek olarak belirlememelidir ve hedefleri halkı memnun etmek ve ülkedeki aktif unsurları güçlendirmek olmalıdır.

İnkılapçı olmanın anlamı, yani halkın ve yetkililerin hiçbir zorbalık karşısında teslim olmamasıdır.

Ben sandık başına gidip oy kullanan 41 milyon kişiye bütün samimiyetimle ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Bu oylar İran İslam Cumhuriyeti sistemi için bir itibar ve halkın İslami sisteme güveninin bir göstergesi oldu. Halkın yüzde 70’den fazlasının İslami sisteme güvenmesi ve evet demesi çok önemlidir.

Maalesef Mübarek Ramazan ayında bazı ülkelerde kardeşlerimiz büyük sorun ve sıkıntı içerisindedir. Suudi rejimi gece gündüz Yemen’i bombalamaktadır. Suudi hükümeti şunu bilmelidir ki, 10 hatta 20 yıl bile aynı yöneteme devam etse, hatta Amerika’dan milyarlarca dolar rüşvet alsa bile, yine de Yemen halkına galip gelemeyecek ve bir sonuca ulaşamayacaktır.’

İran Dışişleri Bakanlığı, dün gece İngiltere'nin başkenti Londra'da meydana gelen terör saldırılarını şiddetle kınadı.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, İngiltere’nin başkenti Londra’da peş peşe düzenlenen terör saldırılarını kınayarak, dünyanın dört bir yanında artış gösteren terör eylemlerini uyarıcı bir mesaj olarak nitelendirdi.

Küresel güvenliğin lehine bazı ülkelerin kendi kısa vadeli siyasi ve ekonomik çıkarlarından vazgeçmesi gerektiğinin altını çizen Kasımi, “Terörizmin kökten kazınması için radikalizmle aşırıcılığın ideolojik ve mali kaynağına son verilmeli. Bunun başlıca kaynağı ise herkese apaçıktır” değerlendirmesini yaptı.

İranlı yetkili, her türlü terör eylemini şiddetle kınadıklarını belirterek, teröre karşı mücadelede çifte standart kullanmadan tüm ülkelerin samimi bir şekilde ortaklık yapması gerektiğini vurguladı.

İslam İnkılabı'nın kurucusu İmam Humeyni'yi (ra) anma merasimi bugün akşam saatlerinde İnkılap Rehberi Ayetullah Hamanei'nin katılımıyla düzenlendi.

İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Humeyni'nin (ra) 28. vefat yıldönümü nedeniyle bugün akşam saatlerinde farklı kesimlerin katılımıyla Tahran'daki İmam Humeyni (ra) Türbesi'nde anma merasimi düzenlendi.

Üst düzey devlet yetkilileri ve halkın farklı kesimlerinin katılımıyla düzenlenecek bu anma merasiminde İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei de konuşma yapatı.

Pazartesi, 05 Haziran 2017 07:04

İmam Humeyni (r.a) hayatına kısa bir bakış

İmam Humeyni adıyla bilinen Ayetullah Seyyid Ruhullah Musavi Humeyni (r.a), 24 Eylül 1902 tarihinde İran’ın Merkezi Eyaleti’ne bağlı Humeyn şehrinde dünyaya geldi.

İmam Humeyni adıyla bilinen Ayetullah Seyyid Ruhullah Musavi Humeyni (r.a), 24 Eylül 1902 tarihinde İran’ın Merkezi Eyaleti’ne bağlı Humeyn şehrinde dünyaya geldi. Kendisi ilim, hicret ve cihad ailesinden olup, Hz. Zehra (s.a)’nın soyundan gelmektedir. 1922 yılının Mart ayında Kum İlmiye Medresesi’ne giren İmam Humeyni, islami ilimleri kısa bir sürede dönemin büyük hocalarının huzurunda tamamladı.

İmam Humeyni, 1929 yılında Mirza Muhammed Sakafi Tahrani’nin kızı Hatice Sakafi ile evlendi.

İmam Humeyni (ra), birkaç yıl sonra Kum İlmiye Medresesi’nde İnkılabın ilk kıvılcımını yaktı ve daha sonra da sürgünde olduğu zaman bile ulema ve talebelerin düşünceleri yardımıyla İnkılap ışığının sönmesine müsaide etmeden onu muhafaza etti. Nitekim sözünü ettiğimiz talebeler İnkılap hareketinin ilk şehitleri olarak bilinirler. 1960-1962’li yıllarda, İran'da Şah tarafından uygulanmak istenen Vilayet ve Eyalet Cemiyetleri Yasa Önerisi olayı İmam Humeyni’nin, ulemanın kıyamında rehber ve lider olarak bilfiil sahnede görünmesini sağladı.

Böylece 5 Haziran 1963 yılında, ulema ve bütün millet tarafından rejime karşı bir kıyam başlatıldı. İran İslam İnkılabı’na bir başlangıç noktası olan bu kıyamın iki belirgin özelliği var: Birincisi İmam Humeyni'nin rehberlik ve liderliğini vurgulaması ve ikincisi ise daha sonra İran İslam İnkılabı adıyla tanınacak bu kıyamın sebep, slogan ve hedeflerinin tamamen islami olmasıydı.

İran İslam İnkılabı’nın kurucusu ve asrın efsanesi olarak bilinen İmam Humeyni (ra) Kum İlmiye Medresesi’nde eğitim görmüştü ve dolaysıyla da bütün çektiği acılara rağmen Kum İlmiye Medresesi’nin yerinin sağlamlaştırılmasında büyük bir rol oynadı.

Ama 3 Haziran 1989 yılı Cumartesi günü, artık Hakk’ın rahmetine kavuşma zamanı gelmişti. Günümüzde ise İmam Humeyni’nin vefatından 28 sene geçmesine rağmen, bu büyük alimin düşünceleri ve aynı zamanda insanlık için duyduğu kaygılar, hakikat peşinde olanlar için aydınlatıcı bir nur kaynağı ve dini ilim merkezleri ve talebeleri için bir hidayet nurudur.

İmam Humeyni dini merciiyyet ve siyasi liderlik birleşiminden oluşan bir örnek sunması nedeniyle, tarihteki seçkin kişilerden biriydi ve İslam’ın modern çağda uygulanabilirliğini bütün dünyaya kanıtladı.

 Dünya Direniş Alimleri Birliği Başkanı Şeyh Mahir Hammud Tesnim Habere verdiği röportajda, İmam Humeyni’yi (ra) dini alanda merciiyyeti bulunan ve topluma siyasi liderlik yapabilme gücüne sahip olan bir şahsiyet olarak değerlendirdi.

Mahir Hammud, İmam Humeyni’nin kişiliğinin boyutlarının ve düşüncelerinin bölgedeki gelişmelerdeki etkisi hakkında şunları söyledi: Hiç şüphesiz İmam Humeyni İslam tarihindeki seçkin kişilerden biridir. Çünkü o, dini merciiyyet ve siyasi liderliği birleştirebilmiş ve dünyaya iyi bir örnek sunabilmiştir. Bu eylem, yirminci yüzyılın sonlarında bazılarının özellikle İslam’ın modern çağın ihtiyaçlarına cevap veremediğini düşündüğü bir zamanda gerçekleşmiştir.

İmam Humeyni aynı zamanda, kendi dönemindeki iki büyük güçten yani Amerika ve komünizmden uzak bir şekilde İslami bir hükümet kurabilmiştir. İmam Humeyni’nin bu eylemleriyle, dünya genelindeki mustazaf halkın ve aynı zamanda İslam toplumun üzerinde etki bırakabilmiş ve Amerika ve batılıların İslam’ın modern çağda uygulanabilirliğinin olmadığı yönündeki iddia ve propagandalarını reddedebilmişlerdir.

 İmam Humeyni, silahsız halkın varlığının gücü ile Amerika ve batılılar tarafından desteklenen Şah Rejimi karşısında durulabileceğini dünyaya göstermiş ve bu yolda, İslami ve laik olmak üzere İran’ın çeşitli siyasi gruplarını halkla birleştirmiştir ve bu nedenle İmam Humeyni modern tarihte önemli bir yere sahip olmuştur.’

Şeyh Mahir Hammud röportajının devamında İmam Hamane’nin şahsiyeti hakkında ve İmam Humeyni’nin yolunun İmam Hamanei tarafından devam ettirildiği ile ilgili olarak şu ifadelerde bulundu: ‘İmam Hamanei, İmam Humeyni’nin yolunu devam ettirmektedir ve onun birçok hedefini çeşitli alan ve boyutlarda uygulamıştır. O, İmam Humeyni’den sonraki rehberliği dönemi boyunca, siyasi, toplumsal, ekonomik ve sanat olmak üzere çeşitli alanlardaki iç ve dış birçok sorunla mücadele etmiş ve İmam Humeyni’nin onlarca yıl önce Allah’a tevekkül ederek ve halka dayanarak başlattığı yolu devem ettirmiştir.’

 Mahir Hammud röportajının sonunda, son yıllarda bölgede yaşanan inkılapların İran İslam İnkılabından etkilendiği ile ilgili olarak şunları söyledi: ‘Biz Arap Baharı adı altında bir olayın yaşanmadığına ve bunun Amerika’nın bir planı olduğuna inanıyoruz. Arap ülkelerinde yaşanan bazı gelişmelerde başta İran İslam İnkılabından etkilenen bazı samimi ve gerçek duygular olduğu söylenebilir ama batı politikaları hemen bu duyguları suiistimal etmiş ve onları kandırmıştır.

 Batılılar bu gelişmelerin gidişatını değiştirmiş ve süreci, kargaşa, diktatörlük ve kendi meyilleri doğrultusunda yönlendirmişlerdir. Bu, kargaşa ve kaos peşinde olan Amerika’nın politikasıdır. Bu nedenle, Arap dünyasında yaşanan kargaşanın İran İslam İnkılabından etkilendiğini söyleyemeyiz.’

Pazartesi, 05 Haziran 2017 06:56

Veladetinden Rıhletine İmam Humeyni (r.a)

Ruhullah’il Musevi’yyil Humeyni, hicri-kameri 20 Cemadiyessani 1320 ve miladi takvime göre 24 Eylül  1902’de, İran’ın Merkez iline bağlı Humeyn şehrinde, ilim, hicret, cihad  ehli ve kökleri Ehlibeyt’e uzanan asil bir ailede dünyaya gözlerini açtı.

Humeyni, nesilden nesile halkı ilahi  yolda aydınlatan ecdadı gibi ilim yolunu seçti. İmam Humeyni’nin dedesi merhum Ayetullah Seyyid Mustafa Musevi, merhum Ayetullah’il Uzma Mirza Şirazi’yle aynı dönemde Necef’te dini ilimler alanında eğitim gördükten ve taklid mercii makamına yükseldikten sonra Necef’ten İran’a dönmüş ve Humeyn şehrinde halkı dini açıdan ilimle aydınlatma hizmetine başlamıştır.

Humeyni henüz 5 aylıkken, halkı  hak ve adalet konusunda aydınlatan babası, dönemin zorba rejimi güçlerince, Humeyn-Erak yolunda kurşunlanarak şehid edildi. Şehid yakınları sözkonusu  cinayeti işleyenlerin kısas edilmesi amacıyla Tahran’a hareket etti.

Kısaca İmam Humeyni daha  çocukluktan itibaren,  yetim kalmanın ve şehadetin ne demek olduğunu gördü. Humeyni, çocukluk dönemini mümine annesiyle beraber geçirdi. Annesi Hacer hanım, dönemin  taklid mercilerinden Ayetullah Hansari’nin torunlarındandı. Humeyni’ye sahip çıkanlardan biri de takva ehli olan halasıydı. Ama Humeyni, 15 yaşında iken bu iki mümine hanımın Hakk’a yürümeleriyle bu aziz insanların nimetinden de mahrum kaldı.

Kum Kentine Göç ve İslami İlimler Öğrenimini Tamamlama

Merhum Ayetullah’il  Uzma Hac Şeyh Abdulkerim Hairi Yezdi’nin (r.a) 1922 yılında Kum kentine göçmesinden kısa bir süre sonra Humeyni de, İslami ilimler alanındaki  eğitimini tamamlamak ve medreseye gitmek amacıyla Kum  kentine taşınır. İmam Humeyni,  Kum’a geldikten sonra Kum  İslami İlimler Merkezi’nin tanınmış hocalarından dersler almaya başlar. İmam’ın hocaları arasında, merhum  Aga Mirza Muhammed Ali Edib Tahrani, merhum Ayetullah Seyyid Ali Kaşani ve  Ayetullah’il  Uzma Hac Şeyh Abdulkerim Hairi Yezdi gibi  dönemin tanınmış İslam alimleri ve taklid mercileri göze çarpmaktadır.

Ayetullah Hairi’nin rıhletinden sonra İmam Humeyni ve bazı müctehidlerin çabaları  olumlu netice verdi ve Ayetullah'il Uzma Burucerdi, Kum İslami İlimler Havzası'nın yönetimini eline aldı. İmam Humeyni, o dönemde Kum dini ilimler merkezinin  fıkıh, felsefe, irfan ve ahlak  dallarında otorite sahibi bir müctehid olarak tanınmaktaydı. İmam Humeyni  o dönem ve sonrasında uzun yıllar Kum’un dini ilimler açısından tanınmış medreselerinden Feyziye, Azam Mescidi, Muhammediye Mescidi, Molla Hac Sadık Medresesi, Selmasi Medresesi ve diğer medreselerde  dersler verdi.  Irak’ın Necef kentinde de Şeyh Azam Ensari  mescidinde  Ehlibeyt Yolu ve Usul-ü Fıkıh alanında eğitim gördü ve  Necef’te bulunduğu dönemde  ilk kez  “İslam’da Devlet ve Velayet-i Fakih” konusunu gündeme getirdi. 

İmam Humeyni Kıyam ve Mücadele Siperinde

Mücadele ruhu ve Allah yolunda cihad, İmam Humeyni’nin  ailesi, yaşantısı, inancı, sosyal ve siyasal yaşantısının köklerinde bulunan bir gerçekti. İmam Humeyni mücadeleye gençlik döneminde hatta çocukluk dönemlerinin son zamanlarında başladı. İmam’ın bu mücadelesi, psikolojik ve ilmi alandaki mücadeleleriyle  çok kapsamlı bir şekil aldı. Çünkü  bir taraftan İran’ın siyasi ve sosyal durumu,  diğer yandan İslam dünyasındaki gelişmeler İmam Humeyni’yi mücadelenin tam içine itti.  Hicri-şemsi 1340 (miladi 1961) ve 1341 (miladi 1962)   yıllarında  İl ve İlçe Encümenleri meselesi, ona İslam alimlerinin mücadelesinin rehberliğini üstlenmesi konusunda önemli bir fırsat oluşturdu.

15 Hordad 1342 (4 Haziran 1963) tarihinde İslam alimleri ve İran halkının diktatör Şah rejimi aleyhindeki  kıyamı iki açıdan önemlidir. Bu iki özellik ise İmam Humeyni’nin bütün İran halkını  içeren rehberliği ile ilk kez gösterilerde İslami sloganların yüksek perdeden  yankılanmasıydı. Elbette bu sloganlar, daha sonra bütün dünya tarafından da kabul edilecek olan İmam Humeyni rehberliğindeki İran İslam İnkılabı’nın, zaferle sonuçlanmasına vesile olacaktı. İmam Humeyni İslami mücadele ve dünyadaki siyasi gelişmelerle ilgili olarak yaptığı bir konuşmada, 1.Dünya Savaşı sırasında 12 yaşında olduğunu hatırlatarak şöyle demekteydi: 

“Ben her iki Dünya Savaşı’nı da  hatırlıyorum…Küçüktüm ve okula gidiyordum.  Humeyn şehri sokaklarında Sovyetler Birliği askerlerini görüyordum.”

İmam Humeyni o dönemlerde zorba ve diktatör rejime bağlı bazı aşiret ve güçlerin  isimlerini de  anarak bu kesimlerin halkın namusu ve malına  tecavüz ettiklerini  hatırlatmakta ve şöyle demektedir: 

“Ben çocuklukta savaştaydım… Zillet altındaydık, Recebaliler aşiretinin  saldırısına uğradık ve bizim  tüfeklerimiz vardı ve ben o dönemlerde büluğ çağına yeni girmiştim.  Çocuktum. Saldırılardan korunmak için siperler oluşturmuştuk.  Sürekli olarak siperlere gidip nöbet tutuyorduk. 22 Şubat 1920’de ingilizlerin  himayesiyle Rıza Han’ın yaptığı darbe, Kacar döneminin sona ermesiyle sonuçlandı ve bu durum  halka her türlü kötülükte bulunan ve zulmeden bazı aşiret liderlerinin kanunsuz girişimlerini  sınırlı da olsa önledi.  Ama bunun karşılığında  yeni diktatörlükteki  bir aile grubu (Şah ve ailesi) mazlum İran halkının geleceğini gaspetti. Kısaca  Şahlık rejimi geçmiş rejimin yerini aldı. İran halkı için aslında değişen  pek bir şey olmadı.”

İşte böyle bir ortamda, yani bir taraftan meşrutiyet sonrası  döneminin yönetimi ve ingilizlerin  girişimleri, diğer taraftan  Batı’nın düşmanlığı gibi bir durumla karşı karşıya kalan İslam alimleri,  İslam dinini ve kendi konumlarını savunmanın çabasına düştüler. Bu doğrultuda Ayetullah’il Uzma Hac Şeyh Abdulkerim Hairi, dönemin Kum ulemasının daveti üzerine Erak kentinden  Kum kentine göçtü. Öte yandan İslami ilimlerin  çeşitli dallarını Erak ve Humeyn’de  başarılı bir şekilde tamamlayan Ayetullah Humeyni de, Kum’a göçtü. Böylece  Kum’da İslami ilimler medreseleri ve İslam alimleri’nin konumu pekiştirilmiş oldu.

Elbette pek fazla zaman geçmeden İmam  Humeyni irfan, felsefe, usul-ü fıkıh  dallarında  diğer hocaların arasında seçkin bir konuma yükseldi. Ayetullah’il Uzma Hairi’nin  rıhletinden sonra 30 Ocak 1926’da Kum Dini İlimler Merkezi, yokolma gibi bir tehditle karşı karşıyaydı. Ulema bu tehdit karşısında bir çare  peşindeydi. Ardından 8 yıl  boyunca Kum İslami İlimler Merkezi, Ayetullah’il Uzma Seyyid Muhammed  Huccet, Seyyid Sadreddin Sadr ve Seyyid Muhammed Taki Hansari gibi müctehidlerce yönetildi. Dönemin tanınmış müctehidlerinden Ayetullah Burucerdi, merhum Ayetullah Hairi’nin yerine İslami İlimler Merkezi’nin başına geçecek uygun bir şahsiyetti. Bu yöndeki teklif Ayetullah Hairi’nin talebeleri ve özellikle de İmam Humeyni tarafından gündeme getirildi. İmam Humeyni Ayetullah Burucerdi’yi Kum’a davet ederken  İslami İlimler Merkezi’nin başına geçmesi gibi önemli bir görevi üstlenmesi için büyük çaba gösterdi.

İmam Humeyni,  o dönemin sosyal sorunları ile İslami İlimler Merkezi’ndeki gelişmeleri  yakından takip ediyordu. İmam o dönemlerde gazete  ve dergilerin yanı sıra  sürekli bir araştırma içindeydi ve bu araştırmalarını da  Tahran’a sürekli gidip gelerek ve Ayetullah  Müderris’in görüşlerini de alarak tamamlamaktaydı. İmam Humeyni’ye göre, meşrutiyetin yenilgiye uğraması ve Rıza Han’ın işbaşına  gelmesinden sonra İslami ilimler merkezlerinin içerisinde bulunduğu aşağılayıcı ortamdan kurtulmanın yolu ancak İslami uyanış,  İslami ilimler merkezlerinin harekete geçirilmesi ve halkla birlikte ortak bir  tutum sergilemekti.

İmam Humeyni 1949 yılında İslami ilimler merkezlerinin yapısında köklü bir değişiklik yapılması teklifini Ayetullah Murtaza Hairi’nin de işbirliğiyle hazırlayarak, Ayetullah Burucerdi’ye sundu. Sözkonusu teklif İmam Humeyni’nin talebeleri ve tanınmış İslam alimlerinin   desteğini aldı.

Fakat Şah rejimi hesaplarında yanlış yapmıştı. Müslüman olmak, Kura’n-ı Kerim üzerine yemin etmek ve seçmenlerin erkek olması gibi şartların bulunduğu “İl ve İlçe Encümenleri” tasarısı 1962 yılında dönemin  kabine başkanı Emir Esedullah Alem’e ulaştı. Kadınların seçimlere katılım hakkı her ne kadar  daha sonra kabul edildiyse de, bunlar aslında rejimin gizli hedeflerini halktan saptırmak ve gizlemek için yapılan girişimlerdi.

Aslında ilk iki şartın  kaldırılması ve değiştirilmesi,  bahailerin  ülkenin yönetiminde rol almalarına kanuni bir  kılıftı. Çünkü daha önce de, Şah rejimi, İsrail ve İran ilişkilerinin iyi olması için Amerikan yönetiminin kendisine destek vermesini  şart koşmuştu. Bahailerin yönetimin bütün kademelerine gelmesine  yol açan kanunun değiştirilmesi İran halkı ve ulema arasında tepkilere neden oldu. İmam Humeyni, Kum’da ulemanın önde gelenleriyle yaptığı meşveretten sonra, Şah rejiminin bahaileri hükümetin  çeşitli düzeylerine yerleştirilmelerine neden olan girişimini çok yönlü olarak protesto etti.

İmam Humeyni’nin Şah rejimine karşı bu protestosu aslında İran’ın o dönemdeki sosyal  ortamı ile ulemanın siyasi gelişmelerde rolü olması gerektiğine dair vurgusu açısından  son derece önemli ve yapıcı bir çıkıştı. Şah rejiminin yönetim kabine başkanı Esedullah Alem ile Şah rejimi aleyhinde ulemadan gelen  mektuplar ve telgraflar,  İran halkının  büyük desteğine mazhar oldu.  İmam Humeyni’nin Şah’a ve onun başbakanına yazdığı  telgraflar uyarıcı mahiyetteydi. Sözkonusu telgraflardan birinde şu ifadelere yer verilmekteydi:

“Ben size nasihat ediyorum; Allah’ın emirlerinin aksine hareket etmeyin, anayasaya saygılı olun, millet iradesini ayaklar altına almayın, ulemanın ve Kur’an’ın hükmünü ihlal etmeyin. Anayasayı çiğnemekten sakının. Ülkenin durumunu kasıtlı olarak vahim bir duruma  itmeyin. Zira İslam alimleri sizin bu girişimlerinize karşı dini vecibelerini yerine getirme konusunda asla  sessiz kalmayacaktır”

Her halükarda Şah rejiminin İl ve İlçe Encümenleri konusundaki girişimi, İran halkının, düşmanlarını ve yerli işbirlikçilerini tanıması ve aynı zamanda İslam Ümmeti’ne  rehberlik edecek insanlarla tanışması açısından  önemli bir siyasi gelişme oldu. Şah rejiminin  bu süreçteki başarısızlığı üzerine Amerikan yönetimi  Şah rejimine reformlar yapması konusunda baskılarını arttırdı. Şah, 1962 yılında  altı maddelik reform  paketini açıkladı ve sözkonusu paketi referanduma sundu. Ama İmam Humeyni yeniden  İslam alimleriyle birlikte  meşveret ederek bu konuda  çare aradı. 

Sonunda 1963 yılında milli bir  bayram olarak kutlanmakta olan Nevruz, Şah rejimine itiraz amacıyla protesto edildi.  Amerika’da hazırlanan ve İran’da Şah rejimiyle  uygulamaya konmak istenen ‘Ak Devrim’, yayınlanan protesto bildirilerinde ‘Kara Devrim’ olarak  nitelendirildi. Şah, İsrail ve Amerika’nın  işbirlikçisi olmak ve onların  isteklerini İran halkına  dayatmakla suçlandı. Öte yandan Şah rejimi, reformları uygulama konusunda İran halkının istekli olduğuna dair  kendi şahsi görüşünü Amerika’ya ileterek reformlar konusunda kararlı olduğu sözünü verdi ve reformların adını da ‘Ak Devrim’ olarak niteledi. Ancak, ulemanın bu sözde Ak Devrim’e itirazı  çok sert olacaktı.

Fakat bu süreçte İmam Humeyni’nin Şah’a yönelik itirazı son derece dikkat çekiciydi. Zira İmam Humeyni, Şah’ı,  siyonist İsrail rejiminin  işbirlikçisi olmakla suçamakta ve  bütün cinayetlerden Şah’ı sorumlu tutan bir tutum sergileyerek halkı Şah aleyhine  kıyama davet etmekteydi. İmam Humeyni 1 Nisan 1963 tarihinde  yaptığı konuşmada,  Kum ve Necef uleması ile İslam dünyasının  İran’da yaşanan  gelişmelere karşı sessizliğini  sert dille eleştirmiş ve şöyle demişti: ‘Bugün sessiz kalmak, diktatör yönetimi desteklemek manasına gelir.’

İmam Humeyni, bir gün sonra yani 2 Nisan 1963 tarihinde Şah rejimine karşı meşhur bildirisini  yayınladı. İmam sözkonusu bildirisinde Şah rejiminin kimliğini sorgulayarak muhataplarına bu rejimin nasıl yönetildiğini, dış güçlerin emrinde olduğunu ve İslam’a karşı  tutumunu açık bir şekilde ortaya koydu. Hem de her türlü  tehlikeyi göz önüne alarak…

1963’de yeni yıl ve nevruz, İslam alimleri ve onlara destek veren İran halkının boykotuyla  ve elbette Şah rejiminin Feyziye Medresesi’nde kan dökmesiyle başladı.  Zira Şah, Amerika’nın  dayattığı reformları yerine getirmek konusunda kararlıydı; hatta halkını öldürme pahasına da olsa. Ama, İmam Humeyni,  Amerika’nın müdahaleleri ve Şah rejiminin  ihanetleri konusunda halkı aydınlatarak, onları  kıyam ve  direnişe davet etti. 3 Nisan 1963 tarihinde ise Irak’ın Necef kentinde Ayetullah Hakim,  İran ulemasına gönderdiği telgrafta, İran’lı İslam alimlerinin topluca  Necef kentine  hicret etmelerini istedi. Elbette bu davet, İslam alimlerinin can güvenliği ve İslami İlimler Merkezi’nin korunması içindi.

Sözkonusu telgrafa İmam Humeyni, fazla beklemeden derhal cevap verdi ve İslam ulemasının topluca  hicretinin ve medreselerin boşaltılmasının  salah olmadığını bildirdi.

Ancak İmam Humeyni, 2 Mayıs 1963 tarihinde, Feyziye Medresesi’nde Şah rejimi tarafından işlenen cinayetin 40. günü münasebetiyle ulema ve İran halkına hitaben yayınladığı mesajda, arap ve İslam ülkeleri liderleri ve müslüman halklardan siyonist İsrail rejimine karşı mücadele etmelerini ve İsrail ile Şah rejimi arasında imzalanan anlaşmaları kınamalarını istedi. 

15 Hordad Kıyamı 

1963 yılında Hordad ayı hicri-kameri Muharrem ayına rastlamaktaydı. Bu münasebetle İmam Humeyni, bu ayda  düzenlenecek özel  merasimlerden, Şah rejimi aleyhinde halkı aydınlatmak ve direnişe davet etmek için maksimum  düzeyde yararlanmak amacındaydı.

İmam Humeyni 2 Haziran 1963 Aşura günü öğleden sonra, Feyziye Medresesi’nde  ulema, talebe ve halka hitaben tarihi bir konuşma yaparak,  halkı Şah rejimi aleyhinde  kıyam ve mücadeleye davet etti.

İmam söz konusu konuşmasında Şah’a hitaben  şu ifadeleri kullandı: 

“Ben sana  nasihat ediyorum, ey Şah hazretleri ! Ey Şah ! Ben sana nasihat ediyorum, bu işlerden elini çek. Ey Şah seni aldatıyorlar!  Bir gün, senin bu ülkeden gitmeni isterlerse herkesin buna sevinmesini mi istiyorsun ? Ancak, eğer  sana dikte ediyorlar ve ne demen gerektiğini onlar tayin ediyorlarsa, bunu etraflıca düşün… Benim nasihatime kulak ver… İsrail ve Şah arasındaki ilişkilerden dolayı istihbarat birimleri İsrail aleyhinde konuşmamamızı istiyorlar. Yoksa  Şah, İsrail’li midir? Şah kıyamı  kanla bastırmak için emir vermedi mi?” 

İmam bu beyanatından hemen  sonra yani 3 Haziran günü, akşam namazını kıldığı bir sırada tutuklandı ve  alelacele Tahran’a götürülerek subaylara ait  cezaevine atıldı. Aynı günün gün batımında da, Kasr cezaevine intikal edildi.  Sabahleyin,  yani 4 Haziran günü erken saatlerde İmam Humeyni’nin Şah güçleri tarafından tutuklandığı  haberi  Tahran, Meşhed, Şiraz ve diğer kentlere yayıldı ve bütün kentlerdeş  daha önce Kum kentinde  Şah rejimi aleyhinde düzenlenen protesto gösterilerinin benzerleri düzenlendi. 

Elbette Şah’ın en yakın adamlarından general Hüseyin Ferdust,  hatıratında, Amerika’nın  siyaset ve güvenlik alanındaki en önemli  adamlarının İran halkının kıyamını  bastırmak için Şah’a yardımcı oldukları ve bu doğrultuda Şah’ın istihbarat örgütü SAVAK ile İran ordusunu yönlendirdiğini ifşa etti. Sözkonusu hatıratta Şah rejiminin adamlarının halka yönelik olarak nasıl çılgınlar gibi cinayetler işledikleri açık bir dille ifşa edilmektedir. 

İmam Humeyni Kasr cezaevinde 19 gün kaldıktan sonra  İşretabad askeri cezaevine nakledildi. 

15 Hordad 1342, 4 Haziran 1963 tarihinde, Şah rejimi ordusu Tahran’da, İmam Humeyni’yi desteklemek ve  Şah rejimini protesto etmek için düzenledikleri gösteriyi  kanlı bir şekilde bastırırken; İmam Humeyni, sorgulanması sırasında, Şah rejimi ve bütün birimlerinin kanun dışı olduğunu ve ülkedeki yönetimlerinin meşru olmadığını cesurca söylemekten çekinmedi. 1964 yılında  ise   İmam Humeyni daha önce hiç bir açıklama yapılmaksızın serbest bırakıldı  ve  Kum’a götürüldü.  İmam’ın serbest bırakıldığı haberinin duyulması ardından İran’ın dört bir yerinde  halk  sevinç gösterileri  düzenlediler, özellikle de Kum kentinde İslami ilimler medreseleri ile  halk arasında özel etkinlikler  düzenlendi.  Bu sevinç gösterileri günlerce  sürdü. Elbette 15 Hordad kıyamının birinci yıl dönümünde, Şah rejiminin işlediği cinayet münasebetiyle İmam Humeyni ve seçkin İslam alimleri yayınladıkları ortak bildiriyle   şehidleri rahmetle andılar ve  sözkonusu günü  matem günü olarak ilan ettiler. 

Ancak, İmam Humeyni 26 Ekim 1964  tarihinde  inkılapçı bir bildiri yayınladı ve sözkonusu bildiride kısaca şu ifadelere yer verdi: 

“İran halkının her türlü sorununun arkasında yabancıların olduğunun bütün dünya tarafından bilinmesini istiyorum. Bu sorunlardan, Amerika sorumludur.  Özellikle İslam dünyası ve müslüman halklar başta olmak üzere tüm dünya kamuoyu aslında Amerika’dan nefret etmektedir… İsrail ve  onu destekleyenlerin  arkasındaki asıl güç Amerika’dır. Yüzbinlerce arap müslümanı kendi topraklarından süren İsrail’i destekleyen Amerika’dır.”

İmam Humeyni’nin  Kapitülasyon tasarısının kabul edilmesi aleyhindeki ifşaatları İran’da Kasım ayında yeni bir kıyamın  başlangıcı oldu. 4 Kasım 1964   tarihinde sabahın erken saatlerinde  Tahran’dan özel komando birlikleri silahlı bir şekilde Kum’a hareket etti ve İmam’ın evini muhasara altına aldı. İmam, tutuklandığı sırada yine bir yıl önce olduğu gibi  ibadetle meşguldü.  İmam Humeyni tutuklandıktan hemen sonra Tahran Mehrabad havaalanına nakledildi ve daha önceden  hazırlanan program dahilinde   SAVAK casuslarının refakatinde  bir uçakla Ankara’ya götürüldü. Ve o gün öğle sonrasında  SAVAK, İmam Humeyni’nin Şah rejimini devirmeye teşebbüs suçuyla sürgün edildiğini bildirdi! Bu haber gazetelerde de yayınlandı.

Bütün baskı ve tehditlere rağmen,  başta İran’ın ekonomisinde son derece önemli rolü olan Tahran Pazarı olmak üzere,  İslami ilimler medreselerinde  Şah rejiminin İmam’ı sürgün etme girişimi kepenk kapama eylemleri  ve grevlerle  protesto edildi. Uluslararası kuruluşlara  bu bağlamda mektuplar gönderildi. 

İmam Humeyni’nin Türkiye’de sürgünde Bursa şehrindeki ikameti  11 ay sürdü. İmam’ın yokluğunu fırsat bilen Şah rejimi, bütün itirazları kanlı bir şekilde bastırmanın yanı sıra Amerika’nın dayattığı reformları hızlı bir şekilde  yürürlüğe koymaya başladı.  Elbette İmam’ın Türkiye’deki ikameti, onun Tahrir’ul Vesile adlı kitabını yazmak için bir fırsat oldu.

İmam Humeyni’nin Türkiye’den Irak’a Sürgün Edilmesi 

5 Ekim 1964 tarihinde İmam Humeyni, oğlu Ayetullah Mustafa Humeyni’yle birlikte ikinci sürgün yeri olan Irak’a gönderildi.  İmam Humeyni, Irak’a gider gitmez Ehlibeyt’in pak ve masum imamlarının türbelerini ziyaret için  Kazımeyn, Samerra ve Kerbela şehirlerine gitti ve bir hafta sonra ise sürgün yeri olan Necef kentine götürüldü.

İmam Humeyni’nin Irak’taki 13 yıllık sürgün hayatında, İran ve Türkiye’de olduğu gibi  zahiren direkt baskılar ve kısıtlamalar yoktu; ama,  din kisvesine bürünmüş bazı kimselerin iftiraları ve asılsız iddiaları ona büyük bir azap veriyordu. Fakat o, bütün bunları sabır ve metanetle karşılıyor, mücadelesini sürdürüyordu. Ancak, onca sıkıntı ve zorluklar onu Şah rejimine karşı  verdiği İslami mücadelede yıldırmadı. O  doğru bildiği Hak yolunda ilerlemeyi sürdürdü.

İmam Humeyni, Necef kentinde sürgünde bulunduğu dönemde bütün muhalefetlere rağmen 1965 yılında  Şeyh Ensari mescidinde  fıkıh dışındaki dallarda ders vermeye başladı. İmam Humeyni’nin aynı mescidde bu dersi vermesi Paris’e sürgün edilinceye kadar devam etti. İmam’ın dersleri  Necef’te ve hatta Irak genelinde,   işlediği konular açısından ve derse olan  teveccühten dolayı  dikkat çekiciydi.

İmam Humeyni, Irak’ta bulunduğu süre içinde İran’daki İslami mücadeleciler ile sürekli olarak değişik şekillerde irtibatını korudu. İmam her münasebetle 15 Hordad kıyamının canlı tutulması gerektiğini vurguladı.

İmam,  sürgünden sonra da  hiçbir zaman mücadeleden el çekmedi ve sürekli olarak yaptığı konuşmalar ve eylemleriyle mücadeleyi canlı tuttu. Milyonların ümit ve ilham kaynağı oldu.

İmam Humeyni 11 Ekim 1967 tarihinde Filistin Fetih Hareketi temsilcisini kabulünde yaptığı konuşmada,  İslam dünyası ve Filistin meselesini  ele alarak Filistin mücadelesinin bütün İslam alemince desteklenmesi gerektiğini vurguladı ve müslümanların Filistin meselesine  ilgi göstermeleri ve bu yolda görevlerini yapmalarının şer’i bir vazife olduğunu söyledi.

1969 yılının ilk günlerinde Şah rejimi ile Irak rejimi arasında sınır   ihtilafları  baş gösterdi.  Irak rejimi, bu ülkede bulunan İran’lıları  çok kötü şartlarda  Irak’tan ihraç etti.  Baas rejimi,  İmam Humeyni’nin Şah rejimine olan düşmanlığından yararlanmak için  çok fazla çaba gösterdi ama İmam asla  Baas rejiminin bu oyununa gelmedi.

İmam Humeyni’nin Necef’te ders vermeye başladığı ilk 4 yılda Necef dini ilimler medreselerinin çehresi  tamamen değişti. İmam Humeyni’nin bu hareketi sadece İran’da Şah rejimine karşı mücadele edenleri etkilemedi. İmam’ın bu hareketi İran ve Irak sınırlarını da aşarak Lübnan ve  İslam dünyasının diğer bölgelerine de yayıldı. Gerçekte artık İmam’ın hareketi İslami mücadeleciler için bir ilham kaynağına dönüşmüştü.

İmam Humeyni ve Mücadelenin Devamı 

1971 yılının ikinci yarısında Irak Baas rejimi ile  Şah rejimi arasında ihtilaflar doruk noktasına çıktı.  Bu durum Irak’ta yaşayan çok sayıda İranlının çok kötü  şartlar altında  Irak’tan ihracına neden oldu. İmam Humeyni, bu duruma karşı sessiz kalamadı ve Irak cumhurbaşkanına  hitaben  bir telgraf göndererek, İran’lıların ihraç edilmesini kınadı. İmam Humeyni, Irak’ta oluşan  yeni olumsuz şartlarda Irak’tan ayrılmaya karar verdi. Fakat o şartlarda İmam Humeyni’nin Irak’tan  çıkmasının neden olacağı sonuçlardan korkan Baas  rejimi yetkilileri İmam’ın Irak’tan  çıkmasına izin vermediler. 1975 yılında 15 Hordad kıyamının yıldönümünde  Kum kentinde Şah rejiminin işlediği cinayetin yıldönümü, medrese talebeleri tarafından anıldı. Düzenlenen etkinlikler adeta Şah rejimine meydan okuma düzeyindeydi.  Kum kentinde düzenlenen gösteriler iki gün sürdü ve bu iki günde Kum kenti, ‘Kahrolsun Pehlevi  Hanedanı! Yaşasın Humeyni!’ sloganı ile çınladı. Bu kıyamdan önce Şah rejimi düzenlenebilecek muhtemel gösterileri önlemek için  seçkin alimleri ve siyasi liderleri  tutuklamıştı. Ancak,  Şah rejimi özel timinin bu girişimi de  15 hordad kıyamı yıldönümünün etkinliklerle  anılmasına mani olamadı.

Şah rejimi dine olan düşmanlığına paralel olarak 1975 yılında   İslam Peygamberi’nin hicretini esas alan resmi takvimden, Hahameneşiler tarihini esas alan takvime geçiş yaptı. İmam Humeyni Şah’ın bu  küstah hareketine de  sert tepki göstererek bu girişimi kınadı. İmam, halkı bu takvimi kullanmamaya davet etti ve bu davet  halk tarafından  büyük  destek buldu. Halk Şah’ın yönetimindeki partiyi boykot ettiği gibi Şahlık takvimini de boykot etti. Şah rejimi sözkonusu girişiminde de büyük bir hayal kırıklığı yaşadı ve  rüsva oldu. Zira Şah ne yapsa  İmam Humeyni onun girişimlerini bozabilecek güçte olduğunu ortaya koyuyordu. Ve sonunda Şah rejimi 1979’da  sözkonusu takvim konusunda geri adım atarak  Şahlık takvimini iptal etti.

İslami Kıyamın 1978’de Doruk Noktasına Ulaşması 

Uluslararası gelişmeler ile İslam dünyasındaki olayları yakından takip eden İmam Humeyni,  gelişmelerden İslami hareketin zafere ulaşması için yararlanmaya çalışıyordu. İmam 1978 yılında bir mesaj yayınlayarak, ülke içindeki ve dışındaki bütün öğrenci derneklerini, Şah rejimine karşı olan  herkesi,  vatanseverleri, kültür ve bilim çevrelerini,  ülke içindeki ve dışındaki basın ile  uluslararası kuruluşlar ve çevreler aracılığıyla Şah rejiminin işlediği cinayetlere karşı kıyama davet etti.

Ekim 1978’de İmam’ın oğlu Ayetullah Mustafa Humeyni’nin şehadeti ve bu şehadeti anma merasimleri İran’ın dört bir yerinde  ve özellikle de  İran’ın dini ilimler merkezlerinde Şah rejimine karşı mücadelede ikinci merhalenin başlamasına neden olmuş,  İmam Humeyni de o zaman bu gelişmeyi Allah’u teala’nın ilahi bir lütfu olarak nitelemişti. Ardından Şah rejimi o dönemin önemli tirajdaki gazetesi sayılan Ittılaat’a İmam Humeyni’yi tahkir eden bir makaleyi yayınlatarak intikam almayı hedefledi. Bu makalenin ardından Aralık 1978’de Kum kentinde Şah rejimi aleyhinde gösteriler oldu, ama Şah rejimi gösterileri geçmişte olduğu gibi çok sayıda göstericinin kanını akıtarak durdurmayı hedefledi. Ama Şah döktüğü onca kana rağmen kıyamın ateşini  söndüremedi.

İmam Humeyni’nin Irak’tan Paris’e Hicreti 

İran ve Irak dışişleri bakanlarının New York’ta yaptıkları görüşmede İmam Humeyni’nin Irak’tan  sürgün edilmesi kararlaştırıldı. 24 Eylül 1979 tarihinde İmam Humeyni’nin evi Baas güçlerince muhasara altına alındı ve bu haberin yayılmasının ardından başta İran olmak üzere Irak ve İslam dünyasının diğer beldelerinde tepkiler yükseldi.

4 Ekim 1979 tarihinde İmam Humeyni Irak’tan  Kuveyt’e gitmek üzere ayrıldı. Ama Kuveyt devleti, Şah rejiminin mesajına binaen İmam’ın kendi topraklarına girmesine izin vermedi. Daha önce İmam’ın Lübnan veya Suriye’ye gideceği söyleniyordu.  Ama İmam oğlu Seyyid Ahmed Humeyni ile meşveret ettikten sonra  Paris’e hicrete karar verdi ve 16 Ekim 1979 tarihinde İmam Paris’e gitti.

İmam Paris’e gittikten iki gün sonra Paris  etrafındaki küçük bir yerleşim birimi olan Novfel Le Şato’da bir İran’lının evinde ikamet etmeye başladı. Fransa cumhurbaşkanlığının özel güçleri tarafından İmam’a, ikameti boyunca her türlü siyasi faaliyet yasağının olduğu bildirildi. Ama İmam Humeyni de, bu gibi kısıtlamaların  demokrasiden dem vuran bir ülkenin sloganlarını ayaklar altına aldığını ve kendi kanunlarını çiğnemek manasına geldiğini bildirerek sert tepki gösterdi ve gerekirse  başka bir yere gidebileceğinin mesajını verdi.

İmam Humeyni,  Aralık 1979’da  İnkılab Şurası’nı teşkil etti. Şah da, Saltanat  Şurası’nı teşkil ettikten ve Bahtiyar hükümetinin güvenoyu almasından sonra 16 Ocak günü  ülkeden kaçtı. Bu haber önce Tahran olmak üzere  İran’ın bütün şehirlerinde derhal yayıldı ve halk Şah’ın kaçışını sokaklara çıkarak kutladı.

İmam’ın 14 yıllık Sürgünden Sonra İran’a Dönüşü

Ocak 1979’da İmam İran’a dönme kararı aldı. Bu haberi duyan herkes sevinç gözyaşları döküyordu. Zira İran halkı 14 yıldır İmam’larından uzaktı. Ama İran halkı ve İmam’ın yakınları, İran’a dönmesi halinde onun can güvenliğinden endişe ediyorlardı.Ancak her halükarda İmam dönmeye karar vermişti ve İran halkına gönderdiği mesajlarda da, İran’ın  geleceğini belirleyecek önemli günlerde İran halkının yanıbaşında olmak istediğini bildirmişti. Bu arada Bahtiyar hükümeti, havalimanlarını dışarıdan gelecek uçaklara kapatmıştı. 

Ama Bahtiyar hükümeti, ülke içindeki direnişe birkaç günden daha fazla dayanamayarak  İran milletinin isteğini kabul etmek zorunda kaldı ve İmam Humeyni 12 Behmen 1357, 1 Şubat 1979 tarihinde 14 yıllık sürgün hayatından sonra ülkesine  döndü.  İmam Humeyni’yi karşılayan İran halkının milyonluk gösterisi o kadar gösterişliydi ki, Batı’lı medya kurumları bile bu gerçeği itiraf etmekten kendini alamadılar. İmam Humeyni’yi 4 ila 6 milyon kişinin karşıladığını ve artık İran’da yeni bir dönemin başlayacağının mesajını verdiler.

İmam Humeyni’nin vefati 

İmam Humeyni, hedeflerini, ülkülerini daha doğrusu  neyi söylemesi gerekiyorsa  söylemişti, üzerine düşeni en iyi şekilde yerine getirmişti ve amelde de hedeflerinin gerçekleşmesi için  canı gönülden  çaba göstermişti. Ama Haziran 1989’da, bütün ömrünü O’nun rızasını kazanmak için harcadığı ‘Dost’a gitmeye hazırlanıyordu. Zira İmam O’nun dışında hiçbir güç  karşısında eğilmemişti. Ama artık İmam’ın, halkından ayrılma ve gerçek sahibine kavuşma vakti gelmişti.  O da zaten vasiyetnamesinde şunları yazmıştı:

“… Ömrümün şu son nefeslerinde, bu ilahi emanetin hıfzı ve bekasına  yardımcı olacak hususlar ve onu tehdit eden tehlike ve engellerin  bir kısmını şimdiki nesil ve gelecek nesiller için arzetmeyi bir vazife biliyor ve alemlerin rabbinin  dergahından herkes için tevfik ve yardım niyaz ediyorum…”

Günlerden  3 Haziran 1989 Cumartesi,  saat 22.20... İmam’ın ayrılık zamanı... Milyonların kalbini ilahi nur ve maneviyatla aydınlatan bu büyük insanın kalbi nihayet durdu. İmam’ın yakınları tarafından hastaneye yerleştirilen kameralar, onun en zor ve güçsüz halinde bile yaratıcıya  ibadetten bir an bile geri kalmadığını gösteriyordu.İmam’ın dudakları sürekli O’nun adını zikrediyordu. Son gecede, hem de 87 yaşında, bir kaç zor ameliyatı aynı anda geçiren bu büyük irfan ve aşk ehli,  kollarına serum ve diğer malzemeler  takılı olmasına rağmen gece namazı kılıyor, Kur’an-ı Kerim okuyordu. Ömrünün son saatinde ise tam bir melekuti huzur içinde sürekli Kelime-i Şehadet getirerek Allah’ın mübarek isimlerini fısıldıyordu.

İşte İmam bu şartlar altında  Hakk’a yürüdü. İmam Humeyni’nin rıhlet haberi duyulunca  İran’da ve İslam dünyasında adeta şiddetli bir deprem olmuştu. İran’da ve dünyada radyo ve televizyon kanalları en önemli haber olarak İmam’ın rıhletini verirlerken, İmam’ı tanıyan, onun yolundan giden müslümanlar ise İmam’larının  ayrılık haberi karşısında  hüngür hüngür ağlamaktan kendilerini alamadılar.

Hiç bir kalem ehli, İmam’ın vefatının İran ve dünya müslümanları üzerindeki etkisi ve oluşturduğu  üzüntü ve duyguları gerçek manada anlatamaz. Zira İran halkı ve dünya müslümanlarının o duyguları ve üzüntüyü yaşaması  en tabii haklarıydı. Çünkü, İmam Humeyni, onlara Allah yolunda cihad ve mücadelenin  nasıl olacağını bu zamana kadar kimse ve kimselerin öğretemediğini bizzat amelde göstermiş; bu durum, İran ve dünyada  önemli gelişmelerin  yaşanmasına vesile olmuştu. Onlar, müslümanların yitirilen izzet ve haysiyetini yeniden kazandıran İmam’larını kaybetmişlerdi. Amerika ve Batı’lı ecnebilerin İran üzerindeki ellerini kesmişti. Dünyanın maddi ve şeytani güçleri karşısında onurlu bir şekilde durmuş, İslam’ın ihyası için  mücadele vermişti. O İslam İnkılabı’nın zaferinden sonraki  çetin günlerde, iç ve dış düşmanların başta darbe olmak üzere  her türlü fitnesini önlemiş, dış güçlerce dayatılan 8 yıllık  savaş döneminde de  fevkalade basiretli  bir şekilde başkomutanlık yapmış,  dönemin Batı ve Doğu süper güçleri sayılan ABD ve Sovyetler Birliği’nin desteğindeki  Irak Baas rejiminin bunca saldırıları karşısında, İslami İran topraklarını savunma konusunda zerre kadar geri adım atmamıştı. Ama artık halk, İslam uleması, İmam’dan ilham alanlar ve onu sevenler bu büyük liderlerini cismi olarak göremeyeceklerdi.

Elbette İmam’ın rıhletinin ya da  dünyamızdan ayrılışının İran halkı ve müslümanlar üzerindeki derin etkisini kavramakta  zorlananlar, eğer İmam’ın  cenaze merasiminde kalpleri dayanamayan  çok sayıda insanın imamlarıyla birlikte vefatı, yüzlercesinin ise  İmam’larının ayrılığı karşısında  kalp krizi geçirerek klinikleri, hastaneleri doldurması, kadın erkek, yaşlı ve çocuk ayırımı olmaksızın  herkesin aynı derdi paylaştığını gösteren  o döneme ait  filmler ve resimler o dönemi anlamakta zorlananlara yardımcı olabilir.

Elbette ilahi aşkı bilenler ve tecrübe edenlerin böyle bir problemi yoktur.  Gerçekte İran halkı İmam’larına aşıktı ve İmam’ın rıhletinin yıldönümü merasiminde “Humeyni’ye aşık olmak bütün güzelliklere aşık olmaktır” diyerek bu sevgiye  daha bir  güzellik  katıyordu.

4 Haziran 1989 tarihinde, İran’da rehberi seçme görevini uhdesinde bulunduran “Bilgeler Meclisi” toplandı. Toplantıda Ayetullah Hamenei’nin rahmetli İmam’ın vasiyetnamesini iki buçuk saatlik bir sürede okumasının ardından; İmam Humeyni’den boşalan rehberlik makamına, salahiyetli bir kişinin seçilmesi konusu ele alındı. Saatlerce süren oturum ardından dönemin cumhurbaşkanı Ayetullah Hamenei, rehberlik makamına seçildi. Ayetullah Hamenei’nin seçilmesinde önemli etkenler söz konusuydu. Ayetullah Hamenei,  İmam’ın talebelerinden idi.  İslam İnkılabı hareketinin içinde pişmiş ve her türlü sıkıntıya katlanmıştı. 15 Hordad faciasında yeralmış, İmam’ın bütün mücadelesine  canı gönülden destek vermiş ve aynı zamanda bu yolda düşmanlar tarafından düzenlenen terörist saldırıda  bedeninin bir bölümünü yitirmişti. Yani,  İslam İnkılabı gazilerinden seçkin  bir simaydı. Evet “Bilgeler Meclisi” böyle seçkin bir insanı çok önemli bir görev olan  İslam İnkılabı Rehberliğine seçmişti.

İran’da İmam Humeyni’nin siyasetleri karşısında ağır yenilgiler alan Batı’lılar ve onların yerli işbirlikçileri yıllardır İmam Humeyni’nin vefatını dört gözle bekliyorlardı. Zira onlar İmam Humeyni’nin  yokluğunda İslam nizamının  çökmesini  arzu ediyorlardı.

Ama, İran halkının ve ‘Bilgeler Meclisi’nin uyanıklılığı ve  derhal rehberi seçmesi ve bu seçimin de İran’da  İmam’ın takipçilerinin tamamının desteğini alması  İslam İnkılabı düşmanlarının arzularını  yeniden suya düşürdü. Hatta İmam Humeyni’nin vefatı, onun düşünce ve ülkülerinin  sonu olmadığı gibi  daha da geniş bir şekilde  yayılmasını sağladı. Bu açıdan yeni bir dönemin başladığına şahid olundu. Zira düşünce, iyilik, maneviyat ve hakikat, fani değil, ölümsüzdür. Bu tarihte, İran kentleri, kasabaları ve köylerinden milyonlarca insan Tahran’a akın etti ve İmam’ın cenaze namazının kılınacağı Musalla mekanında, dünyaya ilahi adalet ışığını yeniden yansıtan, insanlığın karanlık ve sapık düşüncelerden kurtulması için  çaba gösteren, dünyada İslami hareketi yeniden canlandıran İmam’larıyla son kez vedalaşacaklardı.

İmam’ın cenaze merasimiyle ilgili olarak  resmi bir teşrifat yoktu,  her şey sade idi. Halkın gönlü nasıl istiyorsa öyleydi, gösterişten uzaktı. Halkın bu elem verici hadise karşısındaki duyguları tamamen objektif olarak yansıyordu. İmam’ın cansız bedeni milyonlarca aşk ehlinin arasında   biraz yüksekçe bir yerde duruyordu.  Herkes adeta kendi gönlünce İmam’ıyla söyleşiyor ve ona dua ediyordu. Derdini, üzüntüsünü döküyor ve ağlıyordu. Musalla meydanının etrafındaki caddeler ve otobanları ise İmam’ın cenazesi ve matem merasimine gelen yüzbinler, milyonlar doldurmuştu. 

Her yerde matemi gösteren siyah bayraklar, Kur’an-ı Kerim’den ayetler asılıydı, devlet daireleri başta olmak üzere evlerde ve her yerde Kur’an-ı Kerim okunuyordu. Bu arada Beheşti Zehra mezarlığında ise İmam’ın cansız bedeninin defnedileceği yerde de benzeri sahneler vardı. Aileler,  kadın, erkek ve çocuklarıyla birlikte  topluca, İmam’ları için Kur’an-ı Kerim okuyor ve dua ediyorlardı. Her yerde halka, onun ruhuna dua edilmesi arzusuyla yiyecek ve içecekler  dağıtılıyordu. İran-Irak savaşında yaralanan gaziler ile  diğer İslam erleri  İmam’larından uzak ve yetim kalmanın  üzüntüsünü, İmam’larının cansız bedenine  bir kaç metre uzaklıktan  dile getiriyorlardı. Hüngür hüngür ağlıyorlardı, zira onlar artık İmam’larını asla göremeyeceklerdi. Artık İmam’ın Cameran’daki evi, yetimler ve gazilerin dertlerini teskin edecek o yaşlı ama cesur, arif insandan  yoksun kalacaktı.

Milyonlar, İmam’ın cansız bedeniyle son geceyi onun yanıbaşında kalarak sabahladı. 5 Haziran 1989... Sabahın ilk saatlerinde milyonlarca insan, Ayetullah’il  Uzma Golpayegani’nin imametinde, İmam’ın cenaze namazını kıldı.

İran halkı, İmam’larını ebedi olarak Hakk’a uğurlarken de, adeta İmam’larının 14 yıllık sürgün hayatından İran’a dönüşünde karşıladığı gibi  coşkulu bir katılım sergiledi. Milyonluk kitleler onu hamasi bir şekilde Hakk’a uğurladı. Adeta  İran’da 1979’daki hamasi dönüşün  tekrarı yaşanıyordu. Tarih belki de böyle coşkulu bir cenaze merasimi   daha yazmayacaktı. Uluslararası haber kaynakları İmam’ın İran’a dönüşündeki kalabalığın 6 milyon insan olduğunu bildirirken, uluslararası medya kuruluşları şimdi cenaze namazına ise 9 milyon kişinin katıldığını belirttiler. 

Aslına bakılırsa İmam Humeyni’nin İran’a gelmesinden sonra,  iç ve dış düşmanların neden olduğu başta 8 yıllık savaş olmak üzere diğer  meseleler ve on binlerce  İslam erinin savaşta  şehid olması, ülkenin yine savaştan dolayı önemli bir bölümünün tahribata uğraması, ekonomik  ve diğer sosyal sorunlar göz önüne alındığında mantıken halkın bitkin, yılgın ve İmam’larından uzak olması gerekirdi. Ama asla böyle olmadı, durum  tam tersine gelişmişti. Zaten bu gelişme düşmanların son ümitlerinin de yokolmasına  neden oldu. Yani İmam’ın rıhleti, İslam düşmanlarına gerçekte ağır bir darbe indirmişti. Hem de  milyonluk kitlelerin İmam’larının yolunu sürdüreceklerine dair tekrarladıkları ahidle. Yeni nesil de İmam’ın şu ifadeleriyle ilahi mektebin terbiyesinden geçmişti: “Dünyada çekilen  sıkıntılar, zorluklar ve fedakarlıkların ölçüsü, tamamen hedefin büyüklüğüne göredir.”

Cenaze namazının kılınmasından sonra İmam’ın cansız bedeni, Beheşti Zehra mezarlığına taşındı. Duygu yüklü halkın büyük izdihamından dolayı,  kalabalığı dağıtmak için defin işlemlerinin daha sonra yapılacağına dair açıklamalara rağmen, kalabalık dağılmadı ve defin işlemleri aynı gün öğleden sonra zorlukla yapılabildi.  Milyonluk kitlenin İmam’ları ile vedalaşmasına dair görüntüler zaten  medyadan saklı değildi ve bu görüntüler aslında bütün dünyaya İran halkının İmam’larının yolunu sürdüreceklerine dair yeni bir mesajıydı. 

Böylece, İmam Humeyni’nin rıhleti de tıpkı hayatı gibi, bir yeniden uyanış vesilesi olmuş ve onun yolu ve hatırasını ölümsüzleştirmiştir. Zira o, bir hakikat idi ve hakikat daima canlı ve ölümsüz kalacaktır.