کارگر

کارگر

Perşembe, 23 Şubat 2017 11:12

Tevelli ve Teberri

  
Bismillahirrahmanirrahim

TEVELLÎ VE TEBERRÎ

Kur’an, insanın hidayeti için gönderilen bir nur olduğundan, tekamülünde gerekli öğretileri ve zaruri ahkamı beyan buyurmuştur. İnsan, iradesiyle hareket eden bir varlık olduğundan, Kur’an, insanın tekamül yolunu tayin edebilmesi için iradenin var oluş temellerini tanzim edip düzenlemelidir ki insan, neyi irade etmesi gerektiğini ve neden kerahet etmesi gerektiğini bilebilsin ve irade ettiği şeye karşı yapması gerekenler nelerdir, kerahet etmesi gereken şeylere karşı ne yapmalıdır, bilebilsin. Aksi takdirde insan tekamül yolunda ne yapacağını bilemeyecektir.
Eğer insan tek boyutlu olmuş olsaydı ve tek yönlü hareket etme zorunda kalmış olsaydı, çaba ve mücadele etmesine gerek kalmayacaktı. İnsan, iki boyutlu olduğundan bazı işleri yapmak ister ve yapmak için çaba harcar, bazı işlerden nefret edip uzak durmak ister. İnsanın saadet sırrı da onun kendi hür iradesiyle yaptığı amellerde yatmaktadır zaten. Onun için insanın yönlendirilmesi gerekir; neyi sevmeli, neyi sevmemeli, neyi yapmalı, neyi yapmamalı…
Kesinlikle insanın irade ve keraheti tanzim edilmeli, düzenlenip dengelenmelidir. İşte bu, dinin resmi emri olan “tevelli ve teberi”dir; yani hangi işi ve kişiyi sevip onun velayetine girerek ondan yararlanmalı ve onunla dostluk bağı kurmalı ve hangi işten ve şahıstan nefret edip uzak durmalıdır.
Dinin temellerinden biri tevelli ve teberri, terbiye ve eğitimin nişanelerinden biri muhabbet ve düşmanlık, tekamül ve ilerlemenin yollarından biri iradet ve kerahet olduğundan, bu öğretilerin temelleri ve prensipleri beyan edilip düzenlenmelidir.
İnsan, yalnız ilim ve malumatıyla hareket edemez. İlim ve malumatı, ya onun tevelli, muhabbet ve iradesinin temelini oluşturur ve bu tevelli ve iradesi onun hareket etmesini ve amel etmesini sağlar veya onun teberri, kerahet ve nefretinin temelini oluşturup terk etmesi gereken işleri terk etmesini sağlar.
Asıl olan, tevelli ve teberriyi tanzim edip düzenlemektir. Diğer canlı varlıklar, tabiatlarına uygun olanı “cezb” etme ve doğalarına aykırı olanı “def” etme gücüne sahiptirler. Bu iki güçle kendi kemallerine doğru hareket ederler. Bu iki güç yani “cezb ve def”, insanda daha da güçlendi mi “şehvet ve gazap” şeklini alır; bu merhaleden sonra bu duygu zarifleşip latifleşti mi “muhabbet ve adavet (düşmanlık)” haline dönüşür. Yukarıya doğru güçlendikçe dördüncü merhaleye yani “iradet ve kerahet” merhalesine ulaşır. Ve bu batini duygu ve güç, son merhalesine ve kemal noktasına ulaştı mı dinin temellerinden olan “tevelli ve teberri” makamıyla sonuçlanır.
İnsanın batıla tevellisı ve haktan teberrisi olmaması ve aynı şekilde tevelli ettiği şeyin hak ve teberri ettiği şeyin batıl olması gerektiğini bilmesi için vahiy ve akıldan yardım alması gerekir. Aksi takdirde, batılın velayetine girmekten ve hakka teberriden emanda kalmayacak; hakkın velayetinin faziletinden ve batıldan teberrinin faydalarından yararlanamayacaktır. İnsan, tevelli ve teberrisiz yaşayamayacağı gibi hakka tevellisi ile batıla tevellisi de bir arada toplanamaz; batıla muhabbeti olması, onu kemale ulaşmasına engel olur.
Kur’an-ı Kerim, bu konuyu şöyle beyan etmektedir:
1- İnsan muhabbetle yaşar ve muhabbetle hareket eder.
2- Muhabbetin merkezi kalptir.
3- Her insanın tek kalbi vardır.
4- Hakkın muhabbetinin olduğu kalpte batıla yer yoktur. Batılın muhabbeti konulmuş bir kalpte ise hakka yer yoktur.
Hakkın muhabbetine ulaşmak için düsturlar ve ona ulaştıktan sonra yapılması gerekenler vardır. İnsan muhabbetsiz yaşayamaz; Kur’an, insanı fail-i muhtar ve iradesiyle hareket eden bir varlık olarak tanıtıyor. İnsanın hür iradesi ve seçim gücü, muhabbet ve alakasına tabidir,
insan faydasını bildiği ve muhabbet beslediği şeyi irade eder. Ve aynı şekilde insan zararını bildiği ve kerahet duyduğu şeyden uzak durur. Yani insanın bir şeye muhabbeti yoksa, ona tevellisi olamaz, bir şeye adaveti (düşmanlığı) yoksa ondan teberrisi olamaz. Tevelli’de, muhabbet ve alaka asıl, amel ve çaba onun bir uzantısıdır. Teberri’de de adavet ve kerahet asıl, nefret ve uzak durma da onun fer’i ve uzantısıdır. Bundan dolayı, Kur’an, irade, meşiyyet ve seçme yetkisinin, insanın kendi elinde olduğunu ortaya koymaktadır.
Muhabbetin merkezi ve yeri kalptir; muhabbet idrakle beraber olan manevi bir duygudur. İdrak ve manevi duyguların yeri, İlahi lütuf olan kalp olduğundan muhabbetin merkezi de kalp olacaktır. Kalp, muhabbet ve sevgiyi kendisinde barındırır.
Her insanın sadece bir kalbi vardır; insanı ve onun kalbini yaradan Allah-u Teala her insanda muhabbet ve sevgiyi barındıracak sadece bir kalp yaratmıştır. “Allah, bir kişiye iki kalp vermedi.” (Ahzab / 4)
Hakk ve batıl bir yerde toplanamaz; hakk ile batıl birbirlerinin zıddıdır, hak bir yerde varsa, batıl oraya giremez; hakka muhabbet besleyen kalpte batıla yer yoktur. Allah-u Teala Peygamber’ine Kur’an’da şöyle buyuruyor: “De ki hakk geldi, batıl gitti; ne bir daha zuhur eder nede yeniden ve tekrar gelir.” (Sebe / 49) Hakk, duygu merkezi olan kalpte zuhur etti mi, ne eski batıl düşüncelere nede yenilerine yer kalmaz. Batıl, hakk olmayandır, hakk olmayan da hakk ile beraber olamaz. Hakk ile batıl arasında hiç bir bağ söz konusu değildir.
Bunlar, tevelli ve teberri konusunun temelini oluştururlar. Çünkü Kur’an açıkça, tevelli ve teberrinin muhabbet ve düşmanlığa dayandığını vurgulamaktadır; insanın bir şeye muhabbeti olmadan, ona tevellisi olamaz ve aynı şekilde bir şeye düşmanlığı yoksa, ondan teberrisi düşünülemez. Amel, alaka ve muhabbete tabidir, nefret ve uzaklık da düşmanlık ve muhabbetin olmamasına tabidir.
Bunun için, Kur’an’daki muhabbet konusunun daha dikkatli incelenmesi gerekir. Muhabbetin iyi veya kötü, hakk veya batıl oluşu, mahbubun (sevilenin) iyi veya kötü, hakk veya batıl oluşuna bağlıdır. Muhabbet, zata izafi bir hakikat olduğundan, muhabbetin değeri, mahbubun değerine bağlıdır. Eğer mahbub batıl ise bu muhabbet yalan ve batıl olduğu gibi zarar da vericidir. Mahbub hakk ise, insan, bu muhabbetin faydasını görecektir.
Dinî öğretilerde, hakk ve doğru muhabbet, saadetin temelini, batıl ve yalan sevgi ise şekavetin ve bedbahtlığın temelini oluşturduğu beyan edilmiştir. Dünyayı sevmek her kötülük ve hatanın başı, Allah’ı sevmek her kemal ve faziletin temeli olarak belirtilmiştir. Resulullah (s.a.a)’ın, “Dünyayı sevmek her hatanın başıdır” hadisindeki “dünya”dan maksat dağlar, denizler, gökyüzü vs. değildir. Maksat insanı Allah’tan uzaklaştıran her şeydir; ister tabiat sevgisi olsun, ister insanın kemale ulaşmasını engelleyen insanın mağrur, bencil ve mütekebbir olmasına sebep olan ilmi ve düşünceleri olsun. Bu hadiste ve diğer birçok hadislerimizde insanı Allah’tan uzaklaştıran, hata ve günahların yapılmasına sebebiyet veren her şey dünya olarak tanıtılmıştır. Öyleyse insanı Allah’a yaklaştıran her şey, faziletin temelini, doğruluk ve hakkın özünü oluşturmaktadır.
Kur’an-ı Kerim ve hadisler, bu iki temel konuyu beyan etmiştir. Kur’an, mu’minler hakkında şöyle buyuruyor: “İnsanlardan bazıları, Allah’tan başkasını Allah’a denk ilahlar edinir de onları Allah’ı sever gibi severler, mu’minler ise Allah’ı her şeyden daha güçlü bir sevgiyle severler.” (Bakara / 165) Ayet-i celilede yalan ve batıl sevgiyi de beyan buyuruyor; onlar putları Allah’ı sever gibi sever ve putlara gönül bağlar. Putları Allah’a ortak koşuyorlar. Onlar batıla gönül vermişken, mu’minlerin Allah’a muhabbeti daha şiddetli ve daha güçlüdür. Çünkü mu’minlerin hem canları ve imanları onlarınkinden daha üstündür; hem de Mahbub’ları yüce ve üstündür. Dolayısıyla mu’minlerin sevgi ve muhabbetleri daha güçlü olacaktır.
Allah’a muhabbet besleyip onu sevmenin yolunu da Kur’an şöyle beyan etmektedir: “De ki Allah’ı seviyorsanız, bana uyun.” Ayet Resulullah (s.a.a)’e itaati, risaleti kabullenmeyi, Allah’ın sevgisinin nişanesi olarak belirtiyor. Risalet, Allah’ın emir ve nişanelerindendir; Mahbub’un eser ve emirlerini sevip onlara tabi olmak, sevginin alametidir. Mahbub’un eserini, yani risaleti sevmek, insanda ona karşı bir iradet (alaka ve bağ) oluşturur, bu da insanı tevelli
makamına ulaştırır. Tevellisi olan, harekete geçip amele yönelir. İşte bunun için ayet Resulullah (s.a.a)’e tabi olmaya, getirdiklerine amel etmeye davet ediyor: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun”. Bu itaat insanı sevdiğine, Mahbub’u olan Allah’a yaklaştıracaktır. İnsanı Allah’a yaklaştıran yol, Resulullah’ın (s.a.a) getirdiği ilahi öğretilerden ibaret olan dindir. Bu yolu takip etmek seveni sevdiğine, kulu Allah’a yaklaştırır. İnsan, bu yolu takip edip Mahbub’una yaklaştı mı, Mabhub olan Allah da onu sevecektir, bu karşılıklı sevgi ve muhabbet bağı muhib ile mahbubu buluşturacak ve kavuşmalarını sağlayacaktır. İlk adım insan tarafından atılacak ve ayetin belirttiği gibi (Allah’ı seviyorsanız, bana uyun,) Resulullah’a (s.a.a) uyacak ve daha sonra Allah’ın sevgisini hak edecek, (Allah da sizi sevsin)”. Birinci merhalede insan muhib ve Allah mahbub idi; ama bu merhalede insan mahbub olmuştur Allah muhib. Yani Allah kulunu sevecek ve sevginin meyvesi olarak da onun günahlarını bağışlayacaktır: “..ve günahlarınızı bağışlasın.” Tevellinin meyvesi Allah’ın sevgisini kazanmak ve günahların bağışlanmasıdır.
İnsanı, Mahbub’una yaklaştıran ve tevelli makamına ulaştıran yollar, Kur’an’da geniş bir şekilde açıklanmıştır.
İnsanı, Allah’a yaklaştıran bir diğer yol takvadır. Takva, insanı Allah’a ulaştıran onun sevgisini kazanmasına sebep olan bir ameldir. Allah’ın mahbubu olmak için takvalı olmak gerekir; takvalı oldu mu ister istemez Allah onu sevecektir. “Allah muttakileri sever” (Tevbe /
4)
İhsanda bulunmak: “Allah ihsan edenleri sever.” (Bakara / 195)
Sabırlı olmak: “Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân / 146)
Allah’a tevekkül etmek: “Allah tevekkül edenleri sever.” (Âl-i Îmrân / 159)
Tevbe etmek ve günahlardan temizlenmek: “Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever”. (Bakara / 222)
Allah yolunda cihat etmek: “Şüphe yok ki Allah kendi yolunda yan yana kurşunla kenetlenip kurulmuş duvar gibi saf kurarak savaşanları sever”. (Saf / 4) Allah yolunda cihat bazen dış düşmana karşı yapılır bazen de iç düşmana; yani heva ve heveslere karşı yapılır; her iki alanda da düşman karşısında direnip mukavemet ederek zafere ulaşanlar, Allah’ın mahbubu olurlar. Allah’ın sevgisini kazanarak tevelli makamına ulaşırlar. İmam Zeynülabidin (a.s) her iki alanda da kendisini başarılı kılmasını Allah’tan istiyor; hem dış düşmana karşı savaşta, şehadet şerbeti içmesini kendisine nasip etmesi için Allah’a dua ediyor: “Öyle bir hamd ki, sayesinde saadetli dostlarının arasında saadete erelim ve düşmanlarının kılıcıyla şehid düşenlerin arasında yer alalım.” Hem de nefisle mücadelesinde, yani cihad-ı ekberde kendisini başarılı kılmasını istiyor: “Allah’ım, bu ayda (Ramazan ayında) bizi kullarına vaad ettiğin saygınlığa ehil kıl; sana itaat etmekte adeta yarışan kullarına vereceğin şeyleri bize de ver ve rahmetinle bizi en yüksek makamı hakkedenlerin arasına kat.” Eğer bir insan şehit olursa, Allah’ın mahbubu olur; eğer düşmana karşı savaşında zafere ulaşırsa, yine Allah’ın sevgisini kazanıp mahbub olur. Her iki yol da Allah’a yakınlaşmak için gidilmesi gereken yoldur. Eğer insan bu yolları kat etmezse Mahbub’a yaklaşamaz; yaklaşamayınca da Allah’ın mahbubu olamaz. Allah’ın sevgisini kazanıp ona yakınlaşmak ve neticede tevelli makamına ulaşılmak isteniyorsa, bu yolların kat edilmesi gerekir. İnsan kendisini Allah’a yaklaştıran namazı yerine getirir, Allah’a yaklaşmak için şehadet yolunu seçer, insanın takvalı olmasını sağlayan dini vecibeleri yerine getirirse, o zaman Mahbub’a yakınlaşmış olur ve Allah onun Mahbub’u olur. İnsan bu yolları kat eder ve Allah’ın mahbubu olursa, yani Allah onu severse, o zaman onun kalbi Allah’ın muhabbetinin ve velayetinin tecelligâhı olur. Allah’ın rızasının dışında hiçbir şeye gönül bağlamaz.
Allah-u Teala, Tevbe ve Mucâdele surelerinde İlahi muhabbetin ana hatlarını beyan buyurmuştur. Tevbe suresinde, Allah yolunda yürümek isteyenin yolunda engel olmaması gerektiğini, batıl muhabbetlerden hiçbirisini kalbinde barındırmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Kendisini engelleyen bir şeyi sevmemeli, bu yolda gitmesini engelleyecek birisine karşı kalbinde herhangi bir alaka ve sevgi olmamalıdır. Tevbe süresinde insanı engelleyebilecek dünya sevgilerinden sekiz tanesini beyan etmektedir. Eğer bunlardan bir
tanesi engel olursa, insan Allah’a ulaşamaz. Bunlardan bir tanesinin muhabbet veya meveddeti insanın yolunu keser ve ilerlemesini engellerse, İlahi azaba duçar olacağını bilmelidir. Anlaşılıyor ki, bunlar Allah’ın muhibleri değillerdir. Eğer Allah’ı sevmiş olsalardı, insana engel olmazlardı; engel oldukları için insanın azap görmesine sebep oluyorlar. Tevbe süresinde Resulullah’a (s.a.a): “De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, aşiretiniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz alış-veriş ve hoşunuza giden evle,r size Allah’tan, Peygamber’inden ve onun yolunda cihattan daha sevimliyse, bekleyin Allah’ın emri gelinceye dek…” (Tevbe / 24) Ayette belirtilen sekiz gruba muhabbet, örnek olarak zikredilmiştir; bunlardan herhangi birisinin veya Allah’tan başka herhangi bir şeyin muhabbet, Allah’ın, Resulü’nün ve Allah yolunda cihat etmenin muhabbetinden üstün olursa, o zaman böyle birisinin ilahi azaba duçar olması kaçınılmaz olacaktır. Bu durumda asla hedefe ulaşılmayacaktır; çünkü bu sapıklık ve fasıklıktır. Ve ayetin sonunda buyuruyor ki: “Allah fasık kavmi hidayet etmez.” Sırat-ı müstakimden sapma fısk olarak belirtiliyor. Fasık, asla insani ve ilahi hedeflere ulaşamaz; çünkü o yanlış yola sapmıştır.
Mucâdele süresinin 20- 21-22. ayetlerinde ise aynı meseleyi farklı bir şekilde, konuyu ispat açısından beyan ediyor: “Allah’ın ve Resulü’nün sınırlarına uymayanlar ve karşı gelenler yok mu, onlardır en aşağılık kişilerin içinde bulunanlar.” Ayette, Allah’ın koymuş olduğu kanunları ve çizmiş olduğu sınırı çiğneyip kendileri kanun ve sınır belirleyenlerin en aşağılık kimseler olduğunu belirtip şöyle buyuruyor: “Allah yazdı, takdir etti ki, and olsun ben ve Resul’üm galip geleceğiz; şüphe yok ki Allah pek güçlüdür, galiptir.” Bu, Allah’ın değişmez sünnetidir; Allah’ın peygamberleri güçlü ve galip olan Allah’a dayandıkları için devamlı galip olacaklardır. Daha sonra mu’minlerin tevellisini ispat makamında şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir topluluğu, Allah’ın ve Resulünün sınırlarına aykırı hareket edip onlara karşı gelen birini sever bulamazsın..” Bu topluluk Allah’ı sevdiklerinden, Allah’ın yolunda gitmeyenlere sevgi besleyemezler. Çünkü, “Allah, bir kişiye iki kalp vermedi” ayeti gereği kalplerinde başka sevgi ve muhabbete yer yoktur. Sahip oldukları kalbe Allah muhabbetini yerleştirdikten sonra başkasını sevmezler. Allah’ın kanunlarını tanımayıp çiğneyenleri dost edinmezler, “İsterse onlar babaları, yahut oğulları, yahut kardeşleri, yahut da aşiretlerinden olsun”. Tevbe süresinde belirtilen sekiz gruptan en önemli dört tanesi, bu ayette zikredilmiştir. Onların tevellilerinin nişanesi, Allah’ın yolunda olmayanları sevmemeleridir, Allah’ın onlara muhabbetinin alameti ise ayetin devamında beyan ediliyor: “..onlar, öyle kişilerdir ki Allah onların kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruhla kuvvetlendirmiştir ve onları kıyılarından ırmaklar akan cennetlere sokar, orda ebedi olarak kalırlar; Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır; onlardır HİZBULLAH, bilin ki şüphe yok ki HİZBULLAH kurtulanların ve muradına erenlerin ta kendileridir. Kalpte Allah muhabbeti varsa o kalp başka sevgi kabul etmez, eğer kalp kirlenmişse Allah muhabbeti oraya girmez.
Muhabbet bir yoldur, insan bu yolun merhalelerini kat ettikçe, Mahbub’a olan muhabbeti artarak güçlenir ve Mahbub’a daha fazla yaklaşmış olur. Muhabbet, yerinde saymakla bağdaşmaz, hareket ister, durmak, oturmak ile bağdaşmaz, yürümek, gitmek ister. Muhabbet, mahbubun yolu diye adlandırılan bir yoldur; muhibbi mahbuba ulaştıran yoldur. Al-i İmran süresinde buyurduğu gibi, “Allah’ı seviyorsanız, bana uyun”, Peygamber önde siz de arkasından yürüyün; muhabbet yolunu kat edin. Peygamber Habibullah’tır, Habibullah’ı takip etmek Mahbub’a ulaşmaktır. İlahi vecibeleri yerine getirmek, Allah yolunda cihad etmek; hem dış düşmana karşı hem de iç düşmana karşı savaşta, Resulullah’a tabi olmaktır. Böylece tevveli ve teberri gerçekleşmiş olur ve insan Allah’ın mahbubu haline gelir.
Görüldüğü gibi tevelli ve teberrinin temelini muhabbet ve adavet (düşmanlık) oluşturuyor. Kur’an’daki bu iki kelimenin yer aldığı ayetler incelendiğinde, tevelli ve teberinin, insanın yaratılış hedefinde ne kadar büyük bir rol oynadığı görülecektir; tevelli ve teberrinin, insanın hedefe ulaşmasında ne kadar önemli ve temel konuma sahip olduğu anlaşılacaktır.

Ayatullah el-Uzma Cevadi Amuli

Tercüme: Rasthaber

 Yaklaşık 15 ay kadar önce şehid Muhanned el-Halebi Kudüs'ün Eski Şehir bölgesinde bıçaklı eylem gerçekleştirmişti. Eylemin sonucunda iki İsrailli ölmüş, ikisi de yaralanmıştı. Ancak operasyonun uzun vadedeki sonuçları bundan çok daha fazlası oldu. Bu eylem, Filistinlilerin çok sayılı bölgede yürüttüğü bir dizi bıçaklama eyleminin başlangıcına dönüştü.

Yaklaşık 15 ay kadar önce şehid Muhanned el-Halebi Kudüs'ün Eski Şehir bölgesinde bıçaklı eylem gerçekleştirmişti. Eylemin sonucunda iki İsrailli ölmüş, ikisi de yaralanmıştı. Ancak operasyonun uzun vadedeki sonuçları bundan çok daha fazlası oldu. Bu eylem, Filistinlilerin çok sayılı bölgede yürüttüğü bir dizi bıçaklama eyleminin başlangıcına dönüştü.

2015'in Ekim ayından bu yana devam eden operasyonların şiddeti zaman zaman tırmandı. Çoğunlukla Batı Şeria'da yer alan temas noktalarındaki bazı operasyonlar, çatışma halini aldı.

Muhanned'in şehadeti ile fitili ateşlenen olayların kontrol etmesi zor bir kitlesel harekete dönüşmesi ihtimali bazı çevrelerde korku uyandırmıştı.

Çünkü bu eylem, İşgalcilerin özellikle de Mescid-i Aksa'da yıllarca sürdürdüğü "tırmandırma politikalarının birikimi" neticesinde patlak verdi. İşgal devletinin uyguladığı günlük baskınlar, günün belli saatlerinde işgalcilerin Mescid-i Aksa'ya girmesine izin verilerek, kasıtlı bir gelenek halini aldı. Sabah 7'den öğle namazı öncesine kadar devam eden bu süreçte namaz kılmak, ya da ziyarette bulunmak isteyen Müslümanların Mescid-i Aksa'ya girmesi yasaklandı. Yahudi devleti tarafından yürütülen bu uygulamalar, zamansal ve mekânsal bölünme olarak adlandırılıyor. Bunun karşılığında cezai işlemler uygulanıyor. Bölgenin sakinlerine ve kurallara uymayanlara uzaklaştırma ve tutuklama cezaları veriliyor. Mahkemede ise bu davalar çoğunlukla Mescid-i Aksa bölgesinden sürülme veya belli bir süre mescide girememe cezası ile sonuçlanıyor.

Olayın üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmişken, istatistikler Doğu Kudüs ve Batı Şeria'da yaşanan eylemlerin etkili bir intifada olduğunu gösteriyor. Bireysel eylemler ile başlatılıp sürdürülen bu intifada, kayalıkların arasından akan su gibi hızla ilerliyor. Diğer yandan istatistikler, ayaklanmanın ilk yılında şehit sayısının 280'in üzerine çıktığını, yaklaşık 480 kişinin yaralandığını ve yaklaşık 7 bin kişinin de esir düştüğünü ortaya koyuyor. Yahudi cephesinde ise, intifadanın ilk bir yılı süresince 40 İsrailli öldürüldü, 751'i yaralandı. Aynı şekilde 33 baskın operasyonu, 183 silahlı eylem, 198 yerli üretim bombalarla düzenlenen eylem, 1422 molotof kokteyli saldırısı ve 4234 taş atma eylemi gerçekleştirildi.

İntifadanın son dört ayı dikkatli bir şekilde incelendiğinde, olayların akışında gerçekleşen operasyonların çeşidi açısından neredeyse sabit olduğu görülüyor. 2016 yılı Ekim ayında, Filistinlilerin düzenlediği 9 silahlı operasyon, 43 molotof kokteyli saldırısı ve 5 bıçaklama eylemi sırasında 5 Filistinli şehit düşerken 185 Filistinli ise yaralandı. Öte yandan, aynı ay içerisinde 36 İsrailli yaralandı. 2016 yılının Kasım ayına gelindiğinde, Filistinlilerin yürüttüğü 8 silahlı operasyon, 77 molotof kokteyli saldırısı ve 4 bıçaklama eylemi sırasında 6 Filistinli şehit düştü ve yüzlerce kişi yaralandı. Yine bu saldırılarda 18 İsrailli yara aldı ve bir yerleşimci öldürüldü. Aralık ayında da, Filistinliler tarafından düzenlenen 14 ayrı silahlı operasyon, 109 molotof kokteyli ve el yapımı bomba saldırısı ve bir bıçaklama esnasında 10 Filistinli şehit düştü ve onlarca kişi yaralandı. Saldırılarda 48 İsrailli yaralanırken iki İsrailli ise öldürüldü. 2017 yılının Ocak ayına gelindiğindeyse Yahudi kaynaklarına göre Filistinliler, aralarında silahla ateş açma, molotof kokteyli fırlatma ve el yapımı bombalarla düzenlenen operasyonların bulunduğu 98 ayrı saldırı düzenledi. 5 Filistinli şehit düştü ve yaklaşık 800 Filistinli yaralandı. Bu sırada 33 yerleşimci yaralanırken 6 İsrailli öldürüldü.

Her gün onlarca çatışma noktasında, bazıları ferdi olarak düzenlenen taş atma, molotof kokteyli fırlatma, bombalı eylem ya da silahlı eylemlerden oluşan saldırılar düzenlenen bölgede intifadanın fitili ateşlendi. Ancak olaylar işgalci güvenlik organları tarafından gizlendiği için basın organlarına haber ulaşmıyor. Gözlemciler, Filistinlilerin cesaretlenmesinden korktukları için de olayların ört bas edilmeye çalışıldığını vurguluyor.

Bu rakamlara bakılırsa, olayların hızla geliştiği süreç, Batı Şeria ve Kudüs'te bir intifada ateşinin hararetlenmeye başladığını gösteriyor. İşgal devleti ise, şehirlerde köylerde ve kamplarda günlük sürdürülen tutuklamalar baskınlar ve saldırılara rağmen bu ateşi söndürmekten aciz kalıyor.

Bu bireysel başlayan ayaklanmanın patlak vermesinin sebepleri, tüm Filistinlilerin gördüğü ve hala ister Kudüs'te, ister Mescid-i Aksa'nın içinde, ya da Batı Şeria'da mevcut olan ve tüm dünyanın gözü önünde gasp edilen Filistin topraklarında her gün yapılan baskınlardır. Buna ilaveten Knesset'tan çıkan kararlar, (örneğin sonuncusu tesviye yasası idi) yerleşimcilerin Filistin topraklarına el koymasına olanak sağlıyor. Bu sebeplerden dolayı intifadadan kendine yol açması ve ilerlemesi bekleniyor. Filistinli resmi yetkililer de, İsrail yerleşim politikalarının meşrulaştırılması ve ABD'nin yeni seçilen Siyonist destekçisi başkanı ile İsrail'in uluslararası arenada sömürüyü tırmandırması sebebiyle bu intifada yoluna yönelir, Filistinli gruplar da buna katılırsa, bu intifada Filistin'in mücadele tarihinde yeni bir sayfa açacaktır.

İsrail gazeteleri, İmam Hamanei’nin İsrail’in yok olması için  Filistin halkının intifadasına destek verdiğini yazdı.

Times Of Israel gazetesi, İmam Hamanei’nin dün Tahran’da başlayan 6. Uluslararası Filistin İntifadasına Destek Konferansı’nda yaptığı konuşmaya geniş yer vererek şunları yazdı: “İran lideri bu konferansta İsrail’i kanser tümörü şeklinde niteleyerek, İsrail’in yok edilmesi için Kudüs İntifadası’na destek verilmesini talep etti ve uluslararası topluluğun artık İsrail ile karşı karşıya gelme yönünde hareket ettiğini belirtti.”

Söz konusu gazete yazının devamında şunları belirtiyor: 6. Uluslararası Filistin İntifadasına Destek Konferansı’nın açılış konuşmasında Ayetullah Hamanei, acımasız işgalcilik karşısındaki direnişe övgüde bulunarak, ‘Bu acımasız işgalcilik, tarihte kayıtlara geçen özel bir halka karşı işlenen zulmün en kötüsüdür’ dedi.

İsrail gazetesi ayrıca İmam Hamanei’nin, Ortadoğu bölgesinin içinde bulunduğu kriz ve karışıklığın asıl sorumlusunun İsrail rejiminin kurucusu olduğunu belirttiğini yazdı.

İşgalci Siyonist İsrail rejimi 1948 yılında başta İngiltere olmak üzere batı ülkelerinin desteğiyle Filistin toprakları işgal edilerek kurulmuştur.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 6. Filistin İntifadası’na Destek Konferansı’nda yaptığı konuşmada, çok önemli konulara atıfta bulundu.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 6. Filistin İntifadası’na Destek Konferansı’nın kapanış töreninde yaptığı konuşmada, çok önemli konulara atıfta bulundu.

Filistin'i İslam dünyasının derin yarası olarak niteleyen Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani konuşmasının satır başları şöyledir:

1948 yılından itibaren bu bölgede çok sayıda nesiller savaşa maruz kaldı. Onlara verilen miras dert ve işkenceden başka bir şey olmadı.

Yaklaşık olarak 70 sene önce Batılı yetkililer sömürgecilik politikası doğrultusunda farklı dinler ve kültürlere sahip olan Ortadoğu’yu bölmek için Filistin topraklarını gasp edip sahte bir rejimi kurmakla şiddet ve işgal tohumunu saçtılar.

Batılı liderler yıllar önce 2 üzüntü verici savaştan sonra İsrail'i kurarak, bölgenin zenginliklerini gasp ettiler.

Mazlum Filistin halkının arazilerini gasp etmek dünya barşını tehdit ediyor.

Bu tür işgal politikası karşısında yollarını direnişte gören müslümanlar da dünyayı bu zulüme yönelik bilgilendirmeye çalıştı.

İsrail’in en önemli amacı bölgenin şu anki durumunu doğal olarak göstermektir.

Siyonsitler Filistinlileri hiçbir hakları olmayan mülteciler olarak göstermeye çalışıyorlar.

Siyonist Rejim, İslam ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Onların amacı kendi cinayetlerini örtbas etmektir.

İşgalci Rejim, Batılı ülkeleri öyle rehin almıştır ki kendi güvenliğini onların güvenliği olarak gösteriyor.

Şunu unutmamız gerekir ki Siyonitler yenilmez olduklarını ve bu caniler (siyonistler) karşısında direniş göstermeden yaşamanın değişmez bir kader olduğunu ima etmeye çalışıyorlar. İslam dünyası ve Filistin konusunda bölgenin geleceğinin de değişmesi yönündeki ümitleri suya düşmüş gibi göstermek siyonizmin diğer bir amacıdır.

İntifada, Filistin halkının devamlı mücadele ve direnişidir. İntifada kalıcı olmak için çaba göstermektir. İntifada birkaç seçenek içinden seçilen bir seçenek değil, tarihte kalmak için mücadele veren onurlu bir milletin tek yoludur. Bütün diğer seçenekler geçmiş yıllarda Filistin halkının başına gelenlerle ortadan kaldırılmıştır.

Yurtlarının gasp ve işgal altında alınması Filistin halkına bütün yolları kapatmıştır. Bu millet, şiddet, vahşet ve katliam döneminden geçmek için birlik ve beraberliğin önemli olduğunu kavramıştır. Tarih boyunca nice yurtlar işgal edildi ve onlardan bir isim bile kalmadı, lakin Filistinliler yurtlarını korumak için ayakta durdular.

İntifada Filistin’deki yeni kuşağın coşkulu mücadelesidir. Yeniden meydana inen bu millet, mülteci kampları, kuşatılmış köy ve şehirlerde büyüyen bir nesildir. Bu nesil, silah ve sermaye ile zulmün kalıcı olmayacağını ve bir milletin direnişinin göz ardı edilmeyeceğini ispatlamaya çalışıyor.

Siyonistler iç savaşlar ve İslam dünyasındaki ihtilafları kendileri için bir tarihi fırsat olarak görüyor. Nitekim ki şu an yeni müttefiklerden söz etmekle Arap ve İslam ülkelerini Direniş ve İran’a karşı düşman yapmaya çalışıyorlar.

“Hep Beraber Filistin’e Destek” sloganı ile düzenlenen konferansın açılışına İmam Hamenei, Cumhurbaşkanı Ruhani, İslami Şura Meclis Başkanı Ali Laricani ve Yargı Erki Başkanı Ayetullah Sadık Amuli Laricani, bakanlar, çeşitli kurumların başkanları, üst düzey askeri yetkiler, 80 ülkeden heyet ve 700 yabancı misafir katıldı.

6. Uluslararası Filistin İntifadası’na Destek Konferansı’nın açılış töreninde konuşan İmam Hamanei, Filistin halkına yönelik siyasi desteğin ihmal edilmemesi gerektiğini açıkladı.

Filistin tarihi ve bu ülkenin zalim işgaliyle milyonların derbeder olmasına rağmen kahramanca direnmesine işaret eden İnkılap Rehberi, “Tarihte kısa bir inceleme yapılarak hiçbir milletin bu şekilde zulüm altında kaldığını bulamazsınız” beyanatında bulundu.

İmam Hamanei, bu acı sayfanın tarihten silinmesinin Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de verdiği vaatlerden biri olduğuna değinerek, “Bu konferans dünyanın karşılaştığı çok zor bir ortamda gerçekleşiyor. Bölgedeki ülkelerde cereyan eden sorunlar, Filistin ve Kudüs konusunun önemini azaltmaya yol açıyor ve bu da bu olaylardan yararlananları bize tanıtmaya yardımcı oluyor” açıklamalarında bulundu.

İnkılap Rehberi, bölgedeki istikrar ve barışa zarar vermek için Siyonist Rejimi oluşturanların günümüzdeki fitnelerin de arkasında olduklarının altını çizerek, şu ifadeleri kullandı: Bir kısmı doğal olan, bir kısmı da ihmal ve komplo sonucu oluşan İslami ülkelerin arasındaki anlaşmazlıklara rağmen Filistin konusu yine de bu ülkeleri birleştirme kapasitesine sahiptir.

İmam Hamanei, Filistin İntifadası’na Destek Konferansı’nın yol açtığı sonuçlardan birinin Filistin konusunun gündeme geldiği olduğunu bildirerek, “Filistin halkına siyasi desteğin önemini göz ardı etmemeliyiz, çünkü bu konu günümüz dünyasında birinci önceliğe sahiptir ve farklı eğilimli Müslüman ve özgürlükçü milletleri birleştirebilir” açıklamalarında bulundu.

İmam Hamanei, Siyonist Rejimin  mahvoluşu ve başta ABD olarak destekçilerinin karşılaştığı güçsüz konumun belirtilerinin ortaya çıktığına işaret ederek, sözlerini şöyle devam ettirdi: Artık dünya kamuoyunun bu gerçek dışı rejime karşı mücadele etmeye yönlenmektedir, ancak dünya toplumu ve bölge ülkeleri bu konuyla ilgili yükümlülüklerini doğru şekilde yerine getirmemiştir.

İslam inkılabı Rehberi, Filistin’de oluşan 3. İntifada’nın diğerlerine kıyasla daha mazlum olduğuna rağmen parlak ve umut verici bir hareket olduğuna değinerek, Allah’ın izniyle bu intifadanın da önemli bir gelişme kaydedip işgalci Siyonistleri yeniden yenilgiye uğratacağını belirtti.

İnkılap Rehberi, Filistin kimliğinin korunmasını zorunlu ve kutsal bir cihat olarak değerlendirip şu beyanatta bulundu: Filistin ismiyle birlikte tüm gücüyle direniş hareketinin alevlendiği sürece Siyonist Rejim’in temellerinin güçlenmesine izin verilmeyecektir. Siyonistlerle anlaşmak bir milletin haklarını göz ardı ederek, işgalci rejimin meşru kılınmasıyla birlikte Filistin’in şimdiki durumuna uymuyor ve Siyonist Rejim’in aç gözlülüğü ve bastırıcı tavrını görmezden geliyor.

İmam Hamanei, barış ve anlaşmanın boşluğuna karşı kahramanca direnme ve intifadanın ortaya çıkardığı büyük başarıların altını çizerek, “Düşmanın intifada ve direniş kararlarını eleştirmesi doğaldır ve onlardan bunun dışında bir beklentimiz yoktur çünkü bu yolun doğru bir şekilde başarıya ulaşacağının farkındalar, ancak görünüşte Filistin’e destek veren bazı ülkeler gerçekte bu mazlum milleti yolundan saptırmayı planlayarak direniş hareketine saldırıyorlar” ifadelerinde bulundu.

Konferansın sözcüsü Kazım Celali, konferansın 3 gün süreceğini ve bu seneki konferansın Parlamentolar, Gençler, STK’lar ve Direniş guruplarından oluşan 4 komiteden oluştuğunu ve bağımsız bir komitenin de sonuç bildirgesini tanzim edeceğini söyledi.

Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Siyonist rejimin bu sene Lübnan Hizbullah Hareketi’ni en büyük tehdit olarak ilan etmesinin bir onur olduğunu ifade etti.
 
 Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, bugün “Zafer komutanları” adlı anma töreninde yaptığı konuşmada önemli açıklamalarda bulundu.

Seyyid Hasan Nasrullah, “Şehit Seyyid Abbas Musevi, Şeyh Ragip ve İmad Muğniye, Hizbullah Hareketi ve İslami direnişin hakiki yüzünü gösterdiler” dedi.

ABD’nin Suriye’deki komplolarına işaret eden Hasan Nasrullah, “ABD ve bölgedeki müttefiklerinin amacı tüm direniş guruplarını ortadan kaldırmaktır” ifadesini kullandı.

Seyyid Hasan Nasrullah sözlerine şöyle devam etti:

Siyonist rejim bu sene Lübnan Hizbullah Hareketi’ni birinci, İran ve Filistin direniş gruplarını ise ikinci büyük tehdit olarak niteledi. Bu bizler için onurdur. Galiba Siyonistler Lübnan halkına ve özellikle de direnişe daha fazla baskı uygulamak istiyor. Bu baskılar son günlerde ve Trump’ın ABD’de başkan olarak seçilmesinin ardından bariz bir şekilde arttı.

Seyyid Hasan Nasrullah konuşmasının devamında; Hizbullah’ın caydırıcılığının İsrail’in Lübnan’a üçüncü bir savaş başlatmasına engel olduğunu savunarak, “İsrail’in bunun yerine Lübnan’a siyasi ve diplomatik baskı uygulamayı tercih ettiğini” bildirdi.

“İsrail’in nükleer silahlara ve nükleer santrale” sahip olduğunu vurgulayan Nasrallah, İsrail’e nükleer santrali sökmesini, yoksa tehditleri fırsata çevireceklerini ifade etti

Nasrallah, şunları kaydetti:

“İsrail’in nükleer silahları var. Gücümüzle onların bu tehditlerini fırsata çevirebiliriz. İsrail’e Negev’deki Dimona Nükleer Santrali’ni sökmesini tavsiye ediyorum. İsrail’in, öncelikli düşmanı Hizbullah, bunu İran ve Filistin Direnişi takip ediyor.”

Hizbullah’a karşı 33 günlük savaşta Siyonist rejime destek veren bazı Arap yönetimleri verdiği destekleri hala devam ettirmektedir. Hatta bazı Arap ülkeleri Lübnan’a karşı savaş için İsrail’e finansal destek sağlamaya hazırlıklıdır.

Halihazırda Bahreyn Suudi Arabistan tarafından işgal altında olduğu için bağımsız bir ülke değildir. Bahreyn halkı aylarca bu ülkenin farklı bölgelerinde Al Halife karşıtı gösteriler düzenleyip Şeyh İsa Kasım’a destek çıktı.

Suudi Arabistan ve ABD’nin Yemen halkına karşı başlattığı savaşta BAE’nin de parmağı vardır. Ayrıca alınan bilgilere göre, Siyonist rejim bu savaşta finansal, bilgi ve teknoloji ortaklığı yapmıştır. Onlar Yemen halkını zayıf sanıp savaşı 2 haftada bitirmek istiyorlardı.

Suudiler ve müttefikleri hem savaş uçaklarıyla yerleşim birimlerini vuruyor hem de Yemen’nin farklı noktalarına terörist gönderiyor.

İnsan hakları ve uluslararası kuruluşlar Yemen’i açlık krizi tehdit ettiğini ilan etti.

IŞİD terör örgütü ABD’nin planıdır, ancak yöntem ve ideolojisi Suudi Arabistan’a aittir ve teröristlere finansal destek sağlamaktadır. Bu terör örgütünün amacı da Suriye, Lübnan ve Irak’ı Ortadoğu’dan silmektir.

 İntihar saldırısı sırasında türbe içerisinde bulunan halk, ziyaret ile meşguldü. Canlı bombanın kendini patlattığı türbede yaralıların birçoğunun durumunun ağır olduğu bildirildi.

Tekfirci terör örgütü IŞİD’in canlı bombası, Pakistan’da Sind eyaletinde ki ‘‘Lal Şahbaz Kalender’’ adıyla meşhur olan türbeye intihar saldırısı düzenledi.

Patlama tam olarak, Pakistan’ın Sind eyaleti Sehvan şehrinde yer alan ‘‘Lal Şahbaz Kalender’’ türbesinde meydana geldi.

İntihar saldırısı sırasında türbe içerisinde bulunan halk, ziyaret ile meşguldü. Canlı bombanın kendini patlattığı türbede yaralıların birçoğunun durumunun ağır olduğu bildirildi.

Lal Şahbaz Kalender türbesinde meydana gelen patlamada ilk belirlemelere göre; 88 kişi şehit oldu 334 kişide yaralandı. Bu saldırıyla birlikte Pakistan’da son 4 gün içerisinde 7. İntihar saldırısı meydana gelmiş oldu.

Pakistan’da Lal Şahbaz Kalender olarak meşhur olan ‘‘Seyit Muhammet Ali Mervendi’’ Şia ve Ehlisünnet ’in saygı duyduğu İslami ve dini şahsiyetlerden birisi olarak bilinmekte.

Pakistan’ın Mervend şehrinde dünyaya gelen ve maneviyat elde etmek için Medine, Kerbela ve Meşhet şehirlerine seferler düzenleyen bu büyük şahsiyet, İslam’ı yaymak için de ayrıca birçok ülkeye seferler düzenlemiş.

Pakistan halkı, her yıl ülkenin birçok yerinden Karaçi’ye yakın olan Sind eyaleti Seyvan şehrinde ki Lal Şahbaz Kalender türbesine ziyaret etmek için akın etmekte.

Kirmanşah kentinde başlayan 2017 Serbest Güreş Dünya Kupası finalinde İran ABD’yi mağlup ederek şampiyon oldu.

Kirmanşah kentinde başlayan 2017 Serbest Güreş Dünya Kupası, bugün İran ve ABD arasında oynanan final karşılaşmasıyla sona erdi.

17:15de İran ve ABD arasında başlayan final karşılaşması, İranın 5-3 galibiyeti ve şampiyonluk kupasını kaldırmasıyla son buldu.

Böylece Muhammed Talayinin öğrencileri 6. kez şampiyon oldu. Daha önce Türkiye ve Hindistan takımlarını yenen İran Milli Takımı, Moğolistan’ı 7-1 mağlup etmişti.

Bu maçtan önce de Azerbaycan Milli Takımı Türkiye’yi yenerek üçüncü oldu. Bu yarışmalara yapılan yoğun katılımdan dolayı Dünya Güreş Federasyonu Temsilcisi’nin bile stada girişi engellendi.

İslam İnkılabı’nın zaferinden sadece 8 gün sonra Filistin Büyükelçiliği’nin kurulması, İslam İnkılabı’nın Filistin’i olan desteğinin sadece sloganlarla sınırlı kalmadığının kanıtıdır.

19 Şubat 1979, yani İran İslam Cumhuriyeti’nin Pehlevi rejiminin Tahran’da İsrail’e verdiği büyükelçilik binasını Filistin’e hediye ederek, dünyadaki ilk Filistin Büyükelçiliği’ni kurduğu tarihtir. Bu binanın uzun bir hikayesi vardır. Binanın tarihçesi şu şekildedir:

“İsrail Büyükelçiliği’nin bulunduğu bina, Filistin Büyükelçiliği oldu. Burası Rıza Pehlevi zamanında Yahudi Ajansı’ydı. Muhammed Rıza Pehlevi, Arap ve Müslüman ülkelerin baskısı altında kalmamak adına İsrail için diğer ülkeler gibi resmi bir büyükelçilik kurmadı. Bu bina Siyonistlerin İran’daki gayri resmi bir temsilciliğiydi.

İsrail’in İran’daki temsilciliğinin tarihçesi

1949 yılından itibaren Siyonistler sürekli olarak İran hükümetine baskı yaparak İran’da resmi bir büyükelçilik kurmaya çalıştılar. Onların tek taraflı eylemleri o kadar pervasızca ve habersiz bir şekilde gerçekleşiyordu ki, Muhammed Rıza Pehlevi’nin Dışişleri Bakanı onları defalarca büyükelçi ve büyükelçilik kelimelerini kullanmamaları konusunda uyardı. Elde edilen belgeler, bu konudan uzun bir süre sadece Dışişleri Bakanlığı’nın değil SAVAK’ın (Pehlevi döneminde İran’da casus yetiştirmek ve istihbaratçı eğitmek amacıyla CIA yardımıyla kurulan ve 1957 ile 1979 yılları arasında faaliyet gösteren istihbarat teşkilatıdır) da haberi olmadığını gösteriyor.

Tahran’da görevli olan Siyonistler

1956 yılında Avrupa Yahudilerinden olan Zvi Dorail, Yahudi Ekonomi Ajansı Başkanı olarak, İran’da İsrail Ticaret Odası Temsilciliği kurmak için İran’a geldi. Bu bölüm dış siyasi bir temsilcinin bütün işlerini yapıyordu. Dorail, ilk aşamada gazetecilerle irtibat kurdu ve yüksek miktarda paralar vererek onları İsrail’i desteklemeleri için teşvik etti. Dorail 1358 yılı haziran ayının sonlarında yine Yahudi Ajansı kapsamında çalışan bir konsolosluk dairesi oluşturdu.

Mayer Azra İsfahan’da yaşayan bir Yahudi’ydi ve 1960 yıllarında Dorail’e katıldı. Siyonist gazetelerden Maariv 1963 yılında Azra’nın orta derecede bir elçi seviyesine, üç ay sonra da üst düzey bir büyükelçi derecesine ulaştığını açıkladı.

Bu oluşumdaki kişilerden bir diğeri de Tahran’da İsrail’e bağlı olanlardan sayılan Canal Nemrudi’diydi. Bu kişinin İran’daki askeri yetkilerle yakın ilişkisi bulunmaktaydı ve bu bakımdan askeriye bağlı birçok kişi tarafından kıskanılıyordu.

İsrail temsilciliğinde çalışan Siyonistler, bir büyükelçiliğin bütün ayrıcalıklarına sahipti. Hatta onların arabalarında bile siyasi plakalar bulunuyordu. Büyükelçilik binalarına verilen amblem, tağut rejiminin Mısır ile ilişkilerinin bozulmasından sonra Siyonistlere verilmişti. Onlar diplomatik bütün merasimlere katılıyor, diplomatların marketlerinden alışveriş yapıyordu. Onların sahip olmadığı tek şey, binalarının üzerinde bayraklarının asılı olmamasıydı ve bu yüzden de resmi görüşmeler bu binada gerçekleştirilemiyordu. 70’li yıllarda Averyy Lvbrany Azra’nın yerini aldı.

Temsilcilik binası mı yoksa casusluk merkezi mi?

Muzaffer Şahidi SAVAK kitabında, bu binanın ele geçirildikten sonraki durumuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Bu binadaki mevcut kalıntılar, bu binanın bir temsilcilik ya da büyükelçilikten ziyade, bir casusluk ve işkence merkezi olduğunu gösteriyor. Bu binanın ilk katında atıcılık ve atıcılık eğitimi için bir salon bulunuyor. Odalar daha çok gözaltı odalarına benzeyen demir kapılara sahip ve bu binadaki 135 odada işkence odaları bulunuyor. Binanın çatısında tehlike zamanında büyükelçilikte bulunanların kaçabilmeleri için diğer binanın çatısına geçilebilecek gömülü yollar mevcut. Binanın bahçesinde herhangi bir canlının girişiyle birlikte sireni öten bir sistem bulunuyor. Binanın odalarında en gelişmiş casusluk ve dinleme sistemleri var ve bu, bölge ülkelerinin üst düzey yetkililerinin bu binada dinlendiğini gösteriyor.”

Siyonistlerin İran’dan kaçışı

12 Behmen’de (1 Şubat) İmam Humeyni’nin İran’a gelişiyle birlikte Siyonistler kendilerini tehlikede hissettiler. Dikkat çeken husus ise Azra’nın daha önce Şah’ın devrileceğini öngörmesiydi ama o, beş yıl sonrası için böyle bir öngörüde bulunmuştu. Siyonistler İmam’ın İran’a gelişiyle birlikte kaçmaya başladılar. Amerika, karmaşık bir operasyonla Siyonistleri İran’dan kaçırdı. Bu olaydan sonra Ben Gurion, İran’daki Siyonist temsilcilik binasında bulunanların kaçmasına yardım ettiği için Amerika hükümetine teşekkür etti.

12 Behmen ve 22 Behmen arasında (1-11 Şubat) halk Siyonist rejim temsilcilik binasına saldırdı ama bina hayalet bir binaya dönüşmüştü. İnkılabın zaferinden 8 gün sonra, Seyyid Ahmet Humeyni geçici Dışişleri Bakanı İbrahim Yezdi ile birlikte bahsedilen bu binaya geldi ve binayı o dönemin Filistin Ulusal Yönetimi Başkanı Yaser Arafat’a teslim etti. Bu binaya Filistin bayrağının asılmasıyla birlikte, dünyadaki ilk Filistin büyükelçiliği oldu.

İnkılabın zaferi Filistinlileri için bir umudun başlangıcı oldu

1977 yılında yani İnkılabın zaferinden iki yıl önce, Enver Sedat hiç beklenmedik bir şekilde Siyonist rejim meclisine giderek konuşma yaptı. Enver Sedat’ın bu eylemi Filistinliler için bir hayal kırıklığıydı. Çünkü Filistin’in işgal edilmesinden o güne kadar, Mısır ve Suriye, Siyonist Rejim ile mücadele konusunda meydanda bulunan iki ülkeydi ve anlaşmaları vardı. Mısır’ın aniden bu daireden çıkması Filistinliler için telafi edilemez bir kayıptı. 15 yıl öncesinden hedeflerinden biri olarak Filistin’in adını açıklayan İran’da İslam İnkılabının zaferi, Filistinliler için yeni bir umut kaynağı oldu.

İnkılabın zaferinden sadece 8 gün sonra Filistin Büyükelçiliğinin kurulması, İran İslam İnkılabının Filistin’i desteklemesinin sadece bir slogan olmadığının kanıtıydı.
Etiketler : Filisitinİmam humeyniiranislam inkılabıİsrailPehleviSAVAKsiyonist rejim

 Bir Arap haber kaynağına göre Bahreyn Kralı Şii Lider Şeyh İsa Kasım’ın Türkiye’ye sürgüne gönderilmesi konusunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la anlaştı.

Panorama Al Şarkol Avsat’ın haberine göre, Al-i Halife rejiminin Şeyh İsa Kasım’ın vatandaşlığını kaldırıp onu sürgüne göndermeye yönelik planları, Bahreyn halkının kefen giyip sokaklara dökülmesine yol açtı.

Buna göre, Bahreyn Kralı, Şeyh’i göndermek için Şii nüfusu düşük olmasıyla birlikte basın, ekonomik ve siyasi olanaklardan yoksun olan bir Müslüman ülke arayışında, böylece Şeyh İsa Kasım’ı kolaylıkla kontrol edeceğini düşünüyor.

Kaynağa göre, İran ve direniş destekleyicisi ülkelerin bu amaca uygun olmadıkları için en iyi seçenek Türkiye’dir. Bunun nedeni de bu ülkenin ABD ve Siyonistlerle yakın olması ve Al-i Halife için uygun bir ortama sahip olmasıdır. Bu yüzden Bahreyn Kralı bu ülkeyi ziyaret eden Erdoğan’la Şeyh İsa Kasım’ın bu ülkeye sürgün olarak gönderilmesi üzerinde anlaşmıştır. Buna karşılık da Bahreyn, Türkiye’de yatırım yaparak bu ülkedeki ekonomik sorunların giderilmesine yardımcı olacağını söz vermiştir.