کارگر

کارگر

Perşembe, 22 Aralık 2016 03:15

Kendi Çalıp Kendi Oynamak

Bismillah

Bazıları vardır kendi uydurduğu kavram üzerinden teoriler geliştirir, aklınca bununla başka teorileri iptal ettiğini sanır ve buna dayanarak saçma sapan görüşler yaymaya başlar. Bu saçmalıklara, yalanlara kendi inandığı gibi kitleleri de bu yönde etkilemeye, sürüklemeye çalışır.

Türkiyeli İslamcı kalem erbabını tanımlamak için bundan daha uygun bir tanımlama bulamadım.

Siyasileri anlamak zor değil. Hatalarının üzerine örtmek için her yolu dener, suçu başkaları üzerine atmak için her türlü yalan ve iftiraya başvururlar. Suriye’de izlenen yanlış stratejinin yenilgisi karşısında politikacıların her gün bir yana savrulmaları, ona buna saldırmaları normal karşılanabilir. Çünkü iktidar düşkünleri bu ülkede iktidarı ele geçirmek ve kaybetmemek için hiç bir Âli Cengiz Oyunundan çekinmezler.

Ama kalem erbabı –sözde- İslamcılara gelince; hemen hemen iktidarla iç içe olmayan, iktidarın nimetlerinden yararlanmayan veya en azından gönüllü olarak iktidarın sözcülüğünü yapmayan yok gibi.

Çoğu İslamcı geçinen yazar-çizer takımı mevcut hükümeti özledikleri İslam Devleti olarak görüyorlar. Bunda haksız da sayılmazlar. Çünkü Osmanlı Devleti de dahil İslam adına ortaya çıkan önceki hükümranlar ve hükümetler birçok açıdan mevcut hükümetten daha farklı değillerdi. Laiklik karşıtı söylemlere bakmayın, öncekiler laiklik kriterlerine şimdikilerden daha uzak değildi. Yani şimdikilerden daha az laik değillerdi. Meşruiyet –veya meşruiyetsizlik- açısından birbirlerinden pek farkları olmadığı gibi makbuliyet açısından mevcut hükümet öncekilerden daha makbuldür, denilebilir. En azından halkın oyuyla-oylamaların sağlığı görmezden gelinirse- işbaşındadır ve öncekiler ise kılıç zoruyla iktidarı ele geçirmişlerdi, kılıç zoruyla ayakta duruyorlardı.
Böyle bir geçmişe sahip iktidarcı İslamcıların AKP hükümetine sarılmalarını, her yaptığını gözü kapalı onaylamalarını, halkı hükümetin siyasetleri doğrultusunda dolduruşa getirmelerini garipsememek gerekir. Çünkü bu anlayış açısından AKP hükümetinin ülke içi ve dış ilişkilerde her yaptığı karşı çıkılamaz uygulama ve hükümlerdir.
Gel gelelim AKP hükümetini meşru, yasal ve de İslami gören bu zevat Suriye’deki rejimi devrilmesi gereken görüyorlar(!). Niçin? Hangi kritere göre? Yapısal olarak ne farkı var bu iki rejimin birbirinden ? Seçimse ikisi de seçilmiş hükümetler. Laiklikse ikisi de laik. İslami değerlere yakınlıksa Suriye’deki dini özgürlükler Türkiye’dekinden kat kat daha fazladır. Suriye’de en azından dini kurumlar devletin hizmetinde olmayıp özerk bir durumdadır. Din eğitimi ve din adamlarının durumu hakeza.

Nusayriler/Aleviler hükümeti olarak nitelediğiniz Baas Rejiminin hakim olduğu Suriye’de Sünnilerin sahip oldukları özgürlüklerin onda biri bile Türkiyedeki Alevilere tanınmamaktadır. Suriye’de milletvekilleri, ordu komutanları, bakanlıklar, üst düzey devlet makamlarından tutun devlet memurlarının kahir ekseriyeti Sünnilerden oluşmakta iken Türkiye’de tek bir Alevi bakan, vali, genel müdür ve ordu komutanı gösterilebilir mi? Komşuda olunca hak, bizde bunlar gündeme getirilince kışkırtıcılık, mezhepçilik mi oluyor?

Baskı sadece Suriye’de mi var? Baas Rejimini yıkmak için ele ele verdiğiniz, kurduğu İslam ordusuna katıldığınız Suudi Hanedanlığı ve Katar gibi mahalle devletlerinde halk daha mı özgür? Peki nasıl oluyor da bu ilkel/mürteci rejimlerle dayanışma içerisindeyken Suriye’de göstermelik de olsa seçimle işbaşında bulunan bir rejimi devirmek istiyorsunuz? Demek ki konu özgürlük değilmiş. Yalan söylüyorsunuz.

Diyorlar ki; Suriye’de Baas rejimi baskıcıdır, iktidarı paylaşmamaktadır. Bu rejimi seçimlerle devirmek mümkün olmadığına göre halkın kışkırtılması, eğitilip-silahlandırılıp bu ülkeye salıverilmesi ve ülkede iç savaş çıkartılması meşrudur. Buna karşı çıkan Baas Rejimi ve onu destekleyenler zalimdir, İslam düşmanıdır. Bunlara göre Suriye hükümeti şehirlerini savunmamalı, dost ve müttefik ülkelerden ve halklardan yardım istememelidir. Terör çetelerine karşı vatanını savunmak zalimliktir.

Dost bir ülke bu rejime yardım ediyorsa mutlaka mezhepçidir(!), Sünnilik düşmanıdır(!). Niçin mi? Çünkü bizim desteklediğimiz silahlı muhalifler Sünni olduğuna göre bunlara karşı çıkan olsa olsa Şii olur, Alevi olur! Yoksa niçin teröristlerin temizlenmesine yardım etsin ki? Hem tarihte bunun örnekleri de var. Kendi hata ve yenilgilerimizin üzerini örtmek, iktidar mücadelesi aracı olarak kullanmak ve halkı İran konslosluğu önünde toplamak için “Osmanlı-Safevi” genlerini tahrik etmek fazlasıyla yeterlidir.

Bu anlayışa göre; ABD, İsrail, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi müstekbir/emperyalist güçler sünni dostudur. Çünkü bu çetelere her türlü askeri, mali ve lojistik desteği sağlamakta, uluslararası siyonist medyayı bunların hizmetine sunmuş bulunmaktalar. Başka konularda anlaşamasak bile İran ve Şii milisler konusunda nasıl olsa hem fikiriz.
Rusya mı? Rusya konusunda biraz dur. Çünkü her akşam Putin ile görüşüyoruz. Aslında İran ve şii milisleri olmazsa Suriye meselesini Putin ile çözüme kavuşturacağız(!). Baksana Rusya teröristlerin Halep’ten çıkması için yeşil otobüsleri göndermekte, ama Şii milisler Suriye ordusunu bile hiçe sayarak(!) Sünnilere olan düşmanlıklarından dolayı engel çıkarmaktalar(!)

Hatta o kadar savaşa ve katliama susamışlar ki çocuk, kadın ve yaralıların tahliye edilmesi için Şii kasabaları Fua ve Keferya’ya gönderilen yeşil otobüsleri bile yine bu Şii milisler yakmakta(!)

Bu kadar yalan, iftira, karalama, akıl tutulması karşısında ne denilebilir?

Gel gör ki, yandaş medyanın kalemşörleri – neredeyse- tek merkezden verilen direktif doğrultusunda sabahtan akşama İran’a ve Şiilere acımasızca veryansın edip durmaktalar. Bunlar içerisinde öyleleri var ki kendilerini İran uzmanı görmekte, öyleleri var ki kendini fetva makamında görmekte ve…

Bu vicdan yoksunlarının çoğunu kaale almak bile vakit kaybıdır. Sırf örnek olsun diye AKP hükümetinin fetva makamında oturan Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın “İran! Yapma, yazık oluyor…” başlıklı son yazısından bazı bölümleri aktaralım:

“İran’a gelince:

Daha öncekileri bir yana bırakalım, yakın zamanlarda Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn’de yaptıkları içimizi acıtıyor, muhabbet ve ümitlerin gittikçe azalmasına, hatta Allah korusun düşmanca duyguların oluşmasına sebep oluyor. Hele şu Suriye’de yaptıklarını aklın, vicdanın, imanın kabul etmesi mümkün değil. Israrla mezhep saikından söz ediliyor, ben de diyorum ki, Nusayrî Esed yönetiminin Şîîlik ile ne alakası var ki, onun yanında yer alıyor ve Sünnîlleri öldürüyorlar. Sünnîler, mezhep olarak Şî’aya, Nusayrîlerden daha mı uzaktalar !?
Şu halde İran’ın davranış saikleri arasında mezhepçilikten (evet bu da var ama) daha başka unsurların bulunduğu anlaşılıyor.”

Sayın Hayrettin Karaman, İran’ın son zamanlarda Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn’de yaptığı hangi eylemler içinizi acıtmakta ve düşmanca duyguların oluşmasına sebep oluyor?

Irak’ta Şiisiyle Sünnisiyle bütün kesimleri vahdete çağırması, referandum ve seçimler yapılmasını teşvik ederek Irak’ın bir Amerikan velayeti olmasını önlemesi mi? Amerikan işgalini sona erdirmek için çaba göstermesi mi? Yoksa tarihin en vahşi terör çeteleri IŞİD’e karşı Irak halkı arasından gönüllü gençleri eğitip donatması mı canınızı acıtmaktadır?

Ehli Sünnetin genel görüşüne ve sanırım sizin de fetvanıza göre İslam beldelerinde egemen bir hükümrana karşı ayaklanmak haram iken, dış güçlerin kışkırtması ve desteğiyle Suriye’yi iç savaşa sürükleyen silahlı muhaliflere karşı duran Suriye hükümetine yardım etmek niçin canınızı acıtıyor? Kaldı ki Suriye hükümeti ile İran arasındaki ittifak yeni de değil. 1979 yılından beri iki ülke arasında başta savunma ve İsrail karşıtı hareketleri desteklemek olmak üzere işbirliği devam etmektedir. Müstekbir güçlerin Saddam Hüseyin Irak’ını desteklediği sekiz yıllık savaşta İran’ı destekleyen nadir ve denilebilir ki tek ülke Suriye’yi zor anında terör çetelerine mi teslim etseydi?
Sayın Karaman, NATO ülkesi olan ülkemizin PKK terörü başta olmak üzere zor şartlarda bu askeri paktan yardım istemesi ve NATO’nun yardıma icabet etmesi sizce yanlış mıdır? NATO acaba Türkiye Sünni olduğu için mi yardım edecektir?

Peki kendimize uygun gördüğümüzü komşumuz için niçin yanlış görüyorsunuz?

İsrail karşısında direnen Lübnan’ı desteklemesi İran’ın takdir edilmesi gereken eylemlerinden olup bunun sizing gibi bir alim müslümanı rahatsız etmesini düşünmek bile istemiyoruz.

Bahreyn konusuna gelince; İran’ın hangi eylemi olmuştur Bahreyn’de? Tek bir örnek verebilir misiniz? En ilkel medeni haklardan olan oy hakkının bile çok görüldüğü bir ülkede haklarını almak için barışçı yürüyüşler düzenleyen bir halkı sözle desteklemek niçin canınızı acıtıyor? Çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Bahreyn’de İngilizler tarafından işbaşına getirilen ve hala İngilizlerin desteği ile ayakta duran bir hanedanlığa karşı çoğunluğun taleplerine destek vermek size niçin rahatsız ediyor? Bu hanedan Sünni olduğu için mi?

Yemen’in iç işlerine karışan, bu ülkeyi bir dalanı olarak gören İran mı? İki yıla yakın bir süreden beri savunmasız halka karşı tarihin belki de en acımasız hava bombardımanlarından birini sürdüren, bu fakir ülkenin zaten zayıf olan alt yapısını tahrip, yüzbinlerce insanı evinden barkından eden, onbinlerce masum insanı katleden İran mı? Şiiler mi?
Evet savunmasız Yemen halkına müstekbir güçlerce karadan ve denizden abluka altına alınmasına rağmen yardım ulaştırabilmişse İran’a teşekkür etmek gerekirken niçin canınız acıyor Sayın Karaman?

Sizin canınızı acıtan bu hususların tamamında İran’ın karşısında başta ABD ve İsrail olmak üzere müstekbir güçler vardır, Sünniler değil. İran hiç bir yerde mezhebi saikleri öne çıkarmamıştır. İran’ın yanında olanların önemli bir kısmının Şiiler olduğu inkar edilemez ama Suriye’de kahir ekseriyetini Sünnilerin oluşturduğu Suriye ordusuyla birlikte, müstekbir güçlerle onların uzantılarına karşı omuz omuza savaşmaktadır.

Bütün bu açıklamalar ışığında İslamcı kalemşörler için denilebilecek tek söz varsa o da “ kendi çalıp kendi oynamak” atasözüdür. Kendi uydurduklarına kendileri inanmakta ve bu yüzden de hakkı görmekte zorlanmaktadırlar.

Sayın Karaman, Sn.Cumhurbaşkanı Erdoğan 2012 Nisan’ında Meşhed şehrinde İmam Hamanei ile yaptığı görüşmede bugünkü acı durumla karşılaşılmaması için iki ülkenin başka güçleri işin içine karıştırmadan Suriye meselesini çözebilecekleri anlatılmış, işbirliği teklif edilmiş ve bu mantıklı çözüm yolu karşısında İran’dan süre bile istenmişti. Ama heyet ülkeye döndükten bir hafta sonra verilen söz unutulmuş ve Suriye meselesinin ABD, Fransa ve Körfezdeki petro dolar şımarığı diktatörlerle çözülmesi tercih edilmiştir. Cüretiniz varsa bu hususun doğru olup olmadığını sıkça görüştüğünüz söylenen Sn Cumhurbaşkanına sorabilirsiniz.

Umut edilir, bu ümmetin vicdanı kararmamış alimleri ve kalem erbabı gerçekleri idrakte ve muhakemede gerekli duyarlılığı gösterir ve kadıya tek taraflı gitmezler.

Ziya Türkyılmaz

 İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri, ‘Güvenlik Konseyi’nin dünkü kararı, terörizmi destekleyen ülkelerin askeri ve istihbarat mensuplarını gözlemci kuvvetler adı altında Halep’e sokmak içindir’ dedi.

İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani gazetecilere verdiği röportajda, Halep’in kurtarılmasından sonra Suriye’deki son güvenlik, askeri ve siyasi gelişmeler hakkında açıklamalarda bulundu ve habercilerin sorularını yanıtladı.

Ali Şemhani, ‘biz bazı bölge ülkeleriyle terörizmle mücadele konusunda ortak ve kapsamlı bir çalışma içerisindeyiz’ diyerek şu açıklamalarda bulundu: ‘Yapılacak iş birlikleri konusundaki bazı problemleri aşma doğrultusunda istişarelere ve görüşmelere ihtiyaç olan diplomatik bir çalışma gerçekleştiriyoruz.

Putin’in Tahran’a yaptığı son ziyarette bu çerçevede gerçekleşti. Bizim Rusya ile Suriye’de ortak bir karargahımız bulunmaktadır ve İran orada Rusya’ya yardım etmekte ve Suriye Ordusu ve Direniş kuvvetlerine danışmanlık yapmaktadır. Irak, Suriye, İran ve Rusya eksenleri olmak üzere, terörizmle askeri olarak mücadele planı doğrultusunda ortak bir çalışma içerisindeyiz ve İran’ın hava sahasının kullanılması ve uçakların İran’dan uçması gibi olaylar da bu anlaşma doğrultusunda gerçekleşmektedir.’

Halep’in terörist grupların elinden kurtarılmasını Suriye Ordusu ve Direniş Cephesi için büyük bir başarı olarak değerlendiren Şemhani, terörizmi destekleyenlerin geçtiğimiz aylarda Suriye Ordusunu yenilgiye uğratmak için yoğun çaba gösterdiğine değinerek şunları söyledi: ‘Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2328 kararının dün gece onaylanması, önceki yıkıcı faaliyetlerin devamı ve terörizmi destekleyen ülkelerin askeri ve istihbarat mensuplarını gözlemci kuvvetler adı altında Halep’e sokmak içindir.

Bu kararda Suriye’nin yasal hükümeti için hiçbir rol göze çarpmıyor ve Suriye’de teröristlerin kuşatması altındaki halka yardım ulaştırılması konusuna öncelik verilmesi gerekirken, sadece silahlı kişilerin Halep’ten nasıl çıkarılacağı konusuna önem verilmiştir.

İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri, batının ve müttefiklerinin, tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde insanlık dışı cinayetler işleyen ve herkes tarafından bilinen bu teröristlere şaşırtıcı bir şekilde destek verdiğine değinerek şu ifadelerde bulundu: ‘Batının ve bazı bölge ülkelerinin bu kabul edilemez davranışı, terörizmi bir araç olarak kullanma yaklaşımının stratejik boyutta siyasi hedefler için olduğunu ve bölge halkının gelecek yıllarda da bu politikanın insani ve ekonomik bedellerini ödeyeceğini gösteriyor.’

Ali Şemhani, Rusya ve İran’ın terörizmle mücadele ve Suriye’nin yasal hükümetini destekleme konusunda iş birliğinin devam edeceğini belirtti ve şunları söyledi: ‘Rusya terörizmle savaşta bizim müttefikimizdir ve bu arenada siyasi ve askeri alanlarda önemli bir rol oynamıştır.

Düşmanların bu iş birliğini yok etmek için yoğun bir şekilde çaba sarf etmesine rağmen, iki ülke liderlerinin ilişkileriyle, iki ülke arasındaki ilişkiler en üst seviyededir ve yapılan harcamaların yanı sıra iki ülke için de fırsatlar ve şartlar oluşmuştur.’

Ali Şemhani, Halep’in kurtarılmasından sonra Türkiye’de yapılan protestolara ve aynı zamanda Rusya’nın Ankara’daki Büyükelçisinin bir polis memuru tarafından suikasta uğraması hakkında sorulan bir soru üzerine şu açıklamalarda bulundu: ‘Mevcut krizleri yönetebilmek için bölge ülkeleriyle ortak bir çalışma ve iş birliği içerisinde olmak İran İslam Cumhuriyeti’nin sabit politikasıdır ama bazı ülkelerin açık ve gizli politikalarında iyi niyet ortamını ve iş birliğini fazlasıyla kısıtlayacak bir şekilde ciddi belirsizlikler bulunmakta ve davranışlarında ve sözlerinde çelişkiler yaşanmaktadır.

Tabi biz defalarca nerede olursa olsun her türlü şiddet ve terör eylemlerini kınadığımızı ve kınayacağımızı söyledik ve bölge ülkelerine ve hükümetlerine bu eylemlerle mücadele noktasında kararlı olmalarını tavsiye ediyoruz.’

Ali Şemhani İran’ın, Rusya’nın ve Türkiye’nin siyasi ve savunma yetkilerinin bugün Moskova’da gerçekleştireceği oturumun amaçları ile ilgili olarak şunları söyledi: ‘Suriye Hükümetini terörle mücadelede destekleyen İran ve Rusya arasında sürekli olarak gerçekleşen bağlantı ve istişareler yeni bir konu değildir.’

Türkiye’nin bu oturuma katılması, Türkiye tarafından Suriye topraklarının işgal edilmesini sonlandırabilir ve Türkiye’nin Suriye’deki silahlı muhalifleri destekleme konusunu yeniden gözden geçirmesinde etkili olabilir. Biz bazı bölge ülkelerine Halep’te şu an elde edilen sonucun daha ilk gün de elde edilebileceğini söyledik ve bugün ortaya çıkan şey, Suriye’de askeri bir çözüm yolunun başarılı olamayacağı ve sorunların siyasi olarak halledilmesi gerektiğidir.

Suriye Ordusu, halkı ve Direniş Kuvvetleriyle birlikte teröristler karşında toprak bütünlüklerini savunmuşlardır. Her ne kadar Suriye’deki krizin asıl aktörleri ile görüş alışverişinde ve istişarelerde bulunmak çatışmaların azalması konusunda etkili olsa da bu tip oturumlar bazı ülkeler tarafından operasyonları geciktirmek ve geçmiş politikalarını devam ettirmek adına kaybettikleri güçleri yeniden kazanmak için bir araç olmamalıdır.’

İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, Suriye’nin ulusal egemenliğini ihlal etmek ve bu ülkeyi bölmek için ortam hazırlamak için yapılan bazı çabalardan endişe duyduğunu belirterek şu ifadelerde bulundu: ‘Dünya, Suriye’de 6 yıl süren savaşın ardından siyasi çözümün askeri çözüme üstünlüğünü ve etkisini anladığı gibi, siyasi bir çözüme ulaşmak için asıl anlaşma ve müzakere tarafının Suriye’nin yasal hükümeti olduğunu ve hiçbir tarafın Suriye Hükümeti ve halkı adına bu ülkenin geleceği hakkında karar alamayacağını da anlayacaktır.’

Ali Şemhani konuşmasının sonunda şunları söyledi: ‘Biz teröristlerin ve destekçilerinin Halep yenilgisinden ders aldıklarını ve Şam ile müzakerede bulunma yolunu seçeceklerini umut ediyoruz. Çünkü siyasi komploların devam etmesi ve savaşa devam etmek için askeri güçlerin yenilenmesinin, insani kayıpların devam etmesiden ve Suriye’nin alt yapısının daha fazla yok olmasından başka bir sonucu olmayacaktır.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Rusya, İran ve Türkiye'nin Suriye'deki krizin sona erdirilmesi amacıyla siyasal sürecin canlandırılması için ortak bir bildiri üzerinde anlaştığını açıkladı.İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ortak basın toplantısı düzenledi.

Sputnik’te yer alan habere göre, ortak basın toplantısında ilk sözü alan Lavrov, "Rusya, İran ve Türkiye Suriye'deki krizin sona erdirilmesi için siyasal sürecin canlandırılması konusunda ortak bir bildiri üzerinde anlaştı. Rusya, İran ve Türkiye olarak bugün onayladığımız ortak bildiriye dayanarak işbirliğimize devam etmek konusunda anlaştık" dedi.  

Söz konusu bildirde aşağıdaki önemli konular yer aldı:

İran, Rusya ve Türkiye Suriye hükümeti ve muhalifler arasında bir anlaşma yapılması için çalışmaya ve bu anlaşmanın garantörleri olmaya hazır.

İran, Rusya ve Türkiye IŞİD ve El Nusra ile ortak mücadelede kararlı olduklarını doğruluyor.

İran, Rusya ve Türkiye'nin eylemleri Suriye'deki krizin siyasal çözümünün girdiği çıkmazın aşılmasına, şiddet olaylarının sona ermesine ve insani yardımların ulaştırılmasına yardımcı olabilir.

İran, Rusya ve Türkiye Suriye'deki krizin askeri çözümünün olamayacağı konusunda hemfikir.

İran, Rusya ve Türkiye olarak Suriye'de ateşkesi genişletmenin önemi konusunda aynı fikirdeyiz.

Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, yeni Suriye barış görüşmelerine ev sahipliği yapmayı teklif etti.

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un terörü, bölgesel ve uluslararası yorumcuların zihnini meşgul ederek, gayet planlı şekilde gerçekleşti.

Muhammed Kadıri - Cinai dosyalarla karşılaştığımızda yapmamız gereken ilk şey, doğal olarak bulgular ve kanıtların yanyana yerleştirilmesidir. Bu işlemi gerçekleştirmenin ardından ilk resmin tamamına üsten bir bakış atıp devamında ortaya çıkan sıradaki resimleri oluşturabiliriz.

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un terörü, bölgesel ve uluslararası yorumcuların zihnini meşgul ederek, basit bir olay gibi görünmemesinin yanında, gayet planlı şekilde gerçekleşti.

Diğer taraftan ise şahit olduğumuz olay özellikle teröristin maktulün yanı başında slogan atması, Batı ve tekfirci terörün destekleyicilerine ait medya cephesinin, bölgedeki krizi ters gösterilmesinde görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiğinin göstergesidir, zira ki 22 yaşındaki bir genç tüm azmiyle yaptığı terör eylemini, Hz. Peygamber (s.a.v) ümmetine karşı olanlarla mücadele yönünde gerçekleştirdiğini iddia etmektedir.

Bu konuda yanından kolaylıkla geçemeyeceğimiz bazı bulgulara değinmemiz yerinde olacaktır:

1_Terörist eylemi gerçekleştirmesinin ardından güvenlik güçleri tarafından öldürülmeden önce amacının “Halep intikamı” olduğunu haykırdı. Böylece bu fert, Halep’te tekfirci teröristler ve Nusra Cephesi’nin hazimete uğramsından dolayı öfkelenerek, Rusya Büyükelçisi’ni öldürmeye karar vermiştir.

2_Net olan diğer bir nokta ise, ABD, Fransa, İngiltere, Siyonist Rejim ve irticai Arap ülkelerinin de son günlerde Halep yenilgisinden son derece öfkeli olmalarıdır. Böylece genç teröristle terörü destekleyen bu ülkeler arasında göz ardı edemeyeceğimiz en az benzerlik bu konuda oluşmaktadır.

3_ Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bu olaya ilişkin akılcı bir tavır ortaya koyarak, şöyle dedi: Bu terör, tahrik edici bir eylem olarak, açık bir şekilde Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkileri karalamak ve bölgedeki barışı engellemeyi amaçlıyor. Bizim buna vereceğimiz tek yanıt, terörle mücadeleyi şiddetlendirmektir ki katiller bunu iyi şekilde tadacaktır.

Ortadaki gerçeğe bakıldığında, Halep’in tekfirci teröristlerden daha yeni kurtarılmasıyla birlikte bu olayın ortaya çıkışı, Rusya’yı hedefleyen Washington ve müttefiklerinin bu kez şiddet teması içeren açık bir masajıdır ancak, Putin’in sergilediği mantıklı tepki bunu engellemiş oldu.

4_ Vladimir Putin’in Recep Tayyip Erdoğan’dan terör emrini verenlerin ortaya çıkarılmasını istemesi, Rusya Devlet Başkanı Putin’in de bu eylemin tek kişilik bir saldırı olduğunu öne süren varsayımları kabul etmediğini gösteriyor.    

Böylece Rus güvenlik uzmanlarından oluşan bir heyetin yakın zamanda “Andrey Karlov”un terörüyle ilgili inceleme yapmak amacıyla Ankara’ya gönderileceği kararlaştırıldı. Hiç şüphesiz yakın bir zamanda bu olayla ilgili yeni ip uçlarına ulaşılacaktır.

 5_ Bugün Moskova’da İran, Rusya ve Türkiye arasında Suriye odaklı üçlü bir toplantı gerçekleşeceği iki gün önce bildirildi.

Suriye’de daha fazla koordinasyon sağlanılması için gerçekleşen bu toplantıya Suriyeli savaşçıların destekleyicilerinden olan Türkiye’nin de katılması Batı’nın bu ülkede düzenlediği tüm planlarını bozacaktı, bu yüzden her şekilde karşı cephe tarafından engellenmesi gerekiyordu. Rusya Büyükelçisi’ni öldürüp başı üzerinde slogan atarak, tekbir getiren gencin görüntülerinin tüm dünyada izlendiği için bunun, üç ülkenin gerçekleştireceği toplantıyı engellemeyi planlayan bir senaryo olduğu görünüyor.

Bunlara dayanarak bu plan, bir taraftan Halep’ten kaçan teröristlerin moralini düzeltmeyi amaçlarken diğer taraftan da İran, Rusya ve Türkiye arasında az da olsa yeni oluşan eşgüdümlülüğün ortadan kaldırılmasını hedeflemektedir.

6_ Yaklaşık bir ay sonra, BM Temsilcisi “Steffan Di Mistura”nın daveti üzere, Suriye konferansının gerçekleşmesi bekleniyor.

Böylece bu terör saldırısı, Rusya’nın bu konferansta daha muhafazakar davranmasını sağlayarak, müzakerelerde karşı tarafa daha çok puan vermeye mecbur bırakmasını planlamaktadır.

7_ Bu olaya ilişkin son nokta ise, özellikle son aylarda dikkatleri üzerine toplayan Türkiye’nin güvenlik ve istihbarat sistemindeki aşırı yetersizliğidir, ki terör operasyonlarının bu ülkenin tamamına yayıldığına yol açtı.

Sonuç olarak olayların gelecek günlerde doğal olmayacağının belirtileri apaçık ortadadır ve bu yönde, kötü niyetli terör destekleyici ülkelerin görünüşte insan hakları tavırlarının yanında yalan kaygılarını göstererek Halep’te kaybettiklerini telafi etmek amacıyla daha fazla eylem gerçekleştirecekleri olası bir konudur

 İnkılap Rehberi, İslam dünyasının acı ve zorluklara duçar olduğunu beyan ederek, şunları söylediler: İngiltere, her daim Batı Asya için sefalet, fesat ve tehdit kaynağı olmuştur.

Bugün bölgede iki farklı irade birbiriyle çatışma halindedir; ‘‘Vahdet İradesi ve tefrika iradesi’’ bu hassas vaziyette birleştirici bir unsur unvanıyla Peygamber Efendimizin (s.a.a) ilahi öğretilerine ve Kur’an’a sarılarak, İslam âlemi ve Müslümanları içinde bulundukları sıkıntıdan kurtarabiliriz.

Peygamber efendimiz (s.a.a) ve İmam Sadık’ın (a.s) mübarek kutlu doğumlarını tebrik eden İmam Hamaney, sözlerini şöyle sürdürdü: İslam peygamberinin varlığının önemi öyle bir haddedir ki Yüce Allah, Kur’an’ı Kerim de vermiş olduğu bu benzersiz nimetten dolayı insanlığa lütufta bulunduğunu zikretmiştir.

İnkılap Rehberi, Kur’an’ın tabiriyle «رحمةً ‌لِلعالمین»  Peygamber efendimizin (s.a.a) âlemlere rahmet olarak gönderildiğini ve öğretilerinin tüm insanlığın kurtarıcısı olduğunu belirterek, sözlerine şöyle devam etti: İnsanlık düşmanları ve zorba güçler, saadete ulaştıran bu öğretilerle muhalefet etmekteler, işte bu sebepten dolayı Yüce Allah peygamberine (s.a.a) münafıklar ve kâfirlerle anlaşmaya varma konusunda uyararak, onlara karşı set davranmasını ve cihat etmesini emrediyor.

İnsanlık ve İslam düşmanlarına karşı cihat etmek; bazen askeri olarak, bazen siyasi olarak, bazen kültürel olarak veya hatta bilimsel olarak gerçekleşebilir, Müslüman halklar özellikle de gençler ve dini tebliğ edenler, son peygamberin ilahi öğretilerini okuyarak tanımalı ve hayat bahşeden bu mecmuadan faydalanmalıdır.

Müslüman devletler ve milletler birlik ve beraberlik sağlayabilirlerse, Amerikalılar ve Siyonistler kendi isteklerini Müslümanlara yaptıramazlar ve Filistin meselesini unutturma komploları da boşa çıkar.

İçinde bulunduğumuz durum hasebiyle, İngiliz Şiiliği ve Amerikan Sünniliği aynı bir makasın iki kenarı gibi fitne ateşini körükleyerek, ihtilaf çıkarmaya çalışmaktadır.

İngilizlerin izlemiş olduğu eski ve kadim siyaset yani; ‘‘Tefrika çıkar hükümet et’’ İslam düşmanları tarafından ciddi olarak uygulanmaya çalışılmaktadır.

Şii ve Sünni tüm İslami fırkalar, ihtilafları bir kenara bırakarak, Kâbe, Kur’an ve İslam peygamberini vahdet eksenli dayanışma unsuru olarak ele almalıdır.

Zahiren İslami olan ülkeler, neden düşmanların sözlerini söyleyerek ve İslam dünyası içerisinde düşmanlık ve tehdit oluşturarak onların siyasetlerini takip etmekte?

İnkılap Rehberinin konuşmasından önce İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Dr. Hasan Ruhani’de günün önem ve anlamını belirten kısa bir konuşma yaptı.

Programın sonunda İslami Vahdet Konferansı’na katılan bazı davetliler, İmam Hamaney ile yakından görüşme fırsatı buldu.

İran’ın Merivan şehri Cuma İmamı, ‘Biz İslam alimleri olarak vahdet istiyoruz ve Müslüman olan bir kişi Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) davranışlarını örnek almalıdır. Kürdistan’da Şii ve Sünniler birlik ve beraberlik içerisinde kardeşçe yaşamaktadır.

Merivan şehri Cuma İmamı olan Ehl-i Sünnet alimlerinden Mustafa Şirzadi Tesnim Habere verdiği röportajda Vahdet Haftasını bütün İran İslam Cumhuriyeti Müslümanlarına ve Kürdistan halkına tebrik etti ve şu ifadelerde bulundu: ‘Vahdet haftası sadece bir hafta ve yıl ile sınırlı değildir. Bütün Müslümanların her zaman vahdet ve birlik içerisinde olması gerekir.

Gerçek bir vahdet içerisinde olmazsak, ihtilaflar oluşur. Bu yüzden bütün Müslümanların birbirlerinin onuru için çaba göstermeleri ve sorunların çözümü için adım atmaları gerekir.

Ümit ederim ki biz Müslümanlar da Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik oluşturan İslam dini doğrultusunda hal ve hareketlerimizde ve davranışlarımızda vahdet içerisinde oluruz ve bunu bir slogan olmaktan çıkarmalı ve vahdeti uygulamalıyız.

Allah-u Teala Kur’an’da Müslümanlara birlik ve beraberliği emrediyor ve ayrılığa düşmelerini ve bölünmelerini yasaklıyor. Vahdet bir arada bulunduğumuzda, bir ses olduğumuzda ve bölünmelerden uzak durduğumuzda ortaya çıkacak ve kendini gösterecektir.

Resûl-i Ekrem kendi döneminde o cahil insanların arasında vahdet ve kardeşlik oluşturdu ve Medine’de hükümet kurduğu zaman 52 madde yazdı ve bu maddelerin çoğu vahdeti koruma üzerineydi ve bu değerli amacıyla eski inançsızlık ve düşmanlıkları kardeşliğe dönüştürmeyi başardı.

Biz hepimiz İslam alimi olarak vahdet istiyoruz ve Müslüman olan bir kişi Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) davranışlarını örnek almalıdır. Kürdistan’da Şii ve Sünniler birlik ve beraberlik içerisinde kardeşçe yaşamaktadır.

Gerçek mümin birbirinin kardeşidir ve bu din kardeşliği nispi kardeşlikten daha sağlamdır. Kürdistan’daki Ehl-i Sünnet halkı da Şii kardeşleriyle birlikte kardeşçe, birlik ve beraberlik içerisinde yaşamaktadır. Çünkü hepimiz“La İlahe İllallah” kelimesinin şemsiyesi altındayız.

Kürdistan’da Şii ve Sünni kardeşliği çok iyi bir şekilde görülmektedir ve hatta cemaat namazlarında Şii ve Sünni yan yana saf tutmaktadır ve bu Kürdistan’daki vahdet örneklerinden biri olabilir.’

Cumartesi, 17 Aralık 2016 18:54

Yavuz Hırsız Ev Sahibini Bastırır

Bismillah

Suriye ordusu ve müttefik güçleri Halep şehrini dört yıl aradan sonra dış güçlerin hizmetindeki silahlı muhalif çetelerin işgalinden kurtardı.

Örfi ve uluslararası bütün sözleşme ve kurallara göre egemen bir devletin kendi toprak parçasından bir bölümünü düşmanlarının işgalinden kurtarması oldukça normal ve takdir edilmesi gereken bir durumdur.

Aynı durumu Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşından müttefikleriyle birlikte yenik çıkmasından sonra ülkemiz de yaşamış ve küçük bir bölüm hariç İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Rusya ile içerideki uzantıları tarafından işgal edilmişti. Sınırları Lozan anlaşmasıyla belirlenmiş bugünkü Türkiye halkın yıllar süren direniş ve mücadelesinden sonra ayakta durabilmişti.

Komşumuz Suriye ise 2011 yılında farklı saik ve nedenlerle yine başta ABD, İsrail, AB ve bölgesel müttefiklerinin kışkırtmasıyla bir iç savaşa sürüklenmişti. Bu ülkelerin her birinin Suriye üzerinde farklı hedefleri vardı; Batı, İsrail karşısında zayıf ve kontrol altında tutulabilecek ve bölgedeki öteki ülkelerde olduğu gibi kukla bir rejimle yönetilecek bir Suriye isterken, başını Suudi rejiminin çektiği Körfez ülkeleri Selefi/Vahabi düşüncesine dayalı bir hükümet kurmayı, AKP hükümeti ise İhvan-Türkmen kartını ileri sürerek bazılarına göre Sünni eksende, bazılarına göre ise ılımlı (Amerikancı olarak tanımlanabilir) İslam çizgisinde bir müttefik arıyordu. Ahmet Davutoğlu’nun deyimiyle bir asır önce ayrıldığımız kardeşlerimizle yeniden kucaklaşmak istiyordu.

Hepsinin bir ortak hedefi vardı; İşbaşındaki Esad Hükümeti devrilmeli, İsrail’in varlığı için tehlike oluşturan Direniş Cephesi dağıtılmalı ve başta Suriye ve Irak olmak üzere bölge haritası BOP denilen Amerikan projesi doğrultusunda yeniden dizayn edilmeliydi. En azından Irak ve Suriye’nin her biri üç ülkeye bölünmeliydi. Her iki ülkede de üç bölgenin adı belirlenmişti; Şiiler/Aleviler’e ait bölge; Sünniler’e ait bölge ve Kürtlere ait bölge.
Halep silahlı çetelerden kurtarıldı. Ama bu Suriye’de dış güçlerin çıkardığı iç savaşın bittiği anlamına gelmez. Stratejilerinin yenilgisini kabul etmeyenler kuşkusuz savaşı sürdüreceklerdir. Halep’in kontrol altına alınması önemli bir dönüm noktasıdır şüphesiz, sadece Suriye için değil bütün bir bölge için. Başta uluslararası siyonizmin kontrolündeki medya olmak üzere Suriye ordusunun bu başarısına dünya çapında gösterilen tepkiler de zaten başarının boyutlarının işaretidir.

Ülkemizde yandaş medyanın sanki bir merkezden düğmeye basılmış gibi aynı mezhepçi, kışkırtıcı ve saldırgan bir dil kullanarak bütün dini değerleri veülke maslahatını ayaklar altına almaları çok da yadırganmamalıdır. Çünkü bunlar için önemli olan insanların canı, malı, güvenliği değil kendi iktidarcı amaçlarıdır. Bu amaca ulaşamamaları veya bu amaçtan uzaklaşmaları bu çevrelerin tahammül edecekleri bir durum değildir.

Bu bağnaz, mutaassıp çevreler için insanın değeri olsaydı, iki yıldır kuşatma altında bulunan Fua ve Keferya şehirleri sivil halkının durumunu da bir defa olsun gündeme getirirlerdi. Suriye devletine karşı açıkca savaşan silahlı çetelerin kuşatılmasına üç hafta bile tahammül edemeyen bu bağnazlar adı geçen bölgede en az 70-80 bin sivil insanın hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu en zaruri gıda ve ilaç malzemelerinden bile mahrum bırakılmasına niçin tepki vermiyorlar? Bu mezhebi bağnazlık ve çılgınlık değildir de nedir?

Sadece ülkemizde böyle bir çılgınlığa başvurulduğu sanılmasın yukarıda saydığımız hedefler peşinde olan bütün ülkeler ve çevrelerin silahlı çetelere mersiyeler düzmelerinden yola çıkarak bunların insanları düşündüklerini sanmayın. BM Genel Sekreterinden tutun müstekbir dünyanın hizmetindeki bütün kurum ve kuruluşlar Halep’in kurtarılmasından dolayı yasa girmiş bulunuyorlar. Sebep bellidir; planları suya düşmüştür, uğursuz hedeflerine varmada başarısız olmuşlardır. Değindiğimiz üzere tepkilerinin şiddeti yenilginin derinliğini göstermektedir.
ABD’den Siyonist Rejime,Fransa’dan İngiltere’den Suudi rejimine ve bölgedeki öteki müttefiklerine kadar, ülkemizde ise yandaş medyanın ağız birliği ile Halep’in kurtuluşunu bir facia olarak nitelemeleri bir kere daha Direniş Cephesinin haklılığını gözler önüne sermektedir.

Sadece Suriye’de değil bütün bir bölgede müstekbir güçlere, yerli işbirlikçilerine ve uzantılarına karşı mücadelenin tek yolu direnişten geçer. 2006’da işgalci İsrail’e karşı Lübnan’da destan yazan Direnişin haklılığı ve gücü Halepte bir kere daha ispatlandı.

Yasal hükümete karşı halkı tahrik eden, iltica olmaya davet eden ve mülteciler arasından seçtiklerini eğitip, silahlandırıp bu ülkeye gönderenler ve yıllardır her türlü silah ve lojistik destek veren uluslararası güçler bu fiilerinden dolayı pişmanlık duyacakları ve bir devletin egemenlik hakkına saygı duyacakları yerde bir de yavuz hırsız misali bu devletin kendi şehrini, toprağını kurtarması karşısında çığlık atmakta, taşkınlık çıkarmaktadırlar.

Uyanık vicdanlar dünyanın hiç bir yerinde medyanın Suriye hakkındaki bunca yalan ve iftiralarına, kendi halklarını daha çok mezhepçiliğe, bağnazlığa sevketmelerine asla inanmayacak ve kabul etmeyecektir.
Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz.Muhammed-i Mustafa’nın(sa) mübarek viladetlerini ve bu münasebetle rahmetli İmam Humeyni tarafından ilan edilen vahdet haftasını O eşsiz şahsiyetin izinde olanlara tebrik ederim. Umut edilir Müslümanlar insanlığın bu ortak değeri yüzü suyu hürmetine biraz düşünür ve taassubun, bağnazlığın her türlüsüne karşı tepkilerini ortaya koyar ve insanlık düşmanlarının uğursuz planlarını yenilgiye uğratırlar.

Ziya Türkyılmaz

Cumartesi, 17 Aralık 2016 18:43

‘Halep Protestosu Hükümetin Operasyonu’

Ankara ve İstanbul’da, Halep’in cihatçılardan alınması nedeniyle İran protesto edildi. CHP’li Mevlüt Dudu, protesto gösterilerinin hükümet eliyle yapıldığı görüşünde. Ankara Üniversitesi’den Atay Akdevelioğlu da İran’a karşı kendiliğinden bir refleks gelişmediğini söylüyor.
 
İran’ın Ankara Büyükelçiliği ve İstanbul Başkonsolosluğu önünde toplanan bazı gruplar, Halep’te muhaliflere yönelik operasyonlara tepki gösterdi. Ankara’nın artan tepkisiyle eş zamanlı olarak yapılan protesto gösterilerinde, hükümetle bağlantısı bulunan gruplar yer alıyor.

‘İRAN’A KARŞI KENDİLİĞİNDEN GELİŞEN BİR REFLEKS YOK’

Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden Yrd. Doç. Dr. Atay Akdevelioğlu da toplumda İran’a dönük özel bir düşmanlık bulunmadığını belirterek, Türkiye kamuoyunun kendiliğinden bu tarz bir tepki göstermeyeceğine dikkat çekti. Akdevelioglu’na göre söz konusu protestolar, hükümetin talebiyle söz yapılmış olabilir:

“Toplum kendi iç dinamikleriyle İran’a karşı bir tepki gösterme ihtiyacı duymaz, böyle bir refleks oluşmaz. Sadece İran’a karşı değil, Bağdat hükümetine karşı, Şam hükümetine karşı da…Türkiye’de böyle bir kamuoyu, kitlelerin kendiliğinden mobilize olması söz konusu değil. Günlük olaylar neticesinde, cari dış politikanın ihtiyacı doğrultusunda bir gün bir ülkenin büyükelçiliği önünde, öbür gün başka bir ülkenin büyükelçiliği önünde belli grupların, daha çok devletle ya da hükümetle ilintili grupların organize ettiği gösteriler olur.”

TÜGVA EL NUSRA KOMUTANINI DAVET ETMİŞTİ

Protesto gösterilerinde hükümete yakınlıklarıyla bilinen Türkiye Gençlik Vakfı, (TÜGVA) Genç Eksen, Öncü Nesil Derneği, Ankara İnanç Özgürlüğü gibi sivil toplum kuruluşları yer aldı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yönetiminde yer aldığı TÜGVA, Aralık 2015’te tarihinde Osmangazi Üniversitesi’nde Suriye Türkmen Cephesi’nin ve El Nusra’nın komuta kademesindeki isimsiz cihatçının da konuşmacı olarak yer aldığı bir panel düzenlemişti. Duruma tepki gösteren öğrenciler ise gözaltına alınmıştı.

MEVLÜT DUDU: ALGI YÖNETME OPERASYONU

CHP Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu olağanüstü hal ilan edildiğini ve en küçük gösterinin bile engellendiğini hatırlatarak, protesto gösterilerinin hükümetin ‘algı yönetme operasyonu’ olarak değerlendirdi. Dudu’ya göre hükümetin bu protesto gösterilerinden sonuç elde etmesi zor.

‘Halep düştü’ ifadesinin kullanılmasına da tepki gösteren Dudu, “Halep düştü ne demek? Halep kimin elindeydi de düştü? Biz onlara birlikte miyiz? Bu sorunun cevabı insanı dehşete düşürüyor. Halep daha önce IŞİD ve El Nusra’nın elindeydi” dedi.

‘DEVLETİN ÇIKARINA OLDUĞU SÖYLENİRSE KATILIM OLUR’

Kamuoyunun ‘gelişmeler ve arkasındaki güçler’ konusunda tespitler yaparak harekete geçmesinin zor olduğunu savunan Akdevelioğlu’na göre, toplumda İran’a karşı bir öfke de söz konusu değil:

 “Kendiliğinden, Türk halkının tepkisiyle ‘Halep’teki katliamlar, onun arkasında İran var; Musul’da olabilecek katliamlar arkasında İran var’ deyip Kayseri’de, Yozgat’ta, Tokat’ta insanların bunu dert edinip bu konuda bir şeyler yapalım diyeceğini beklemek gerçekçi olmaz. Sadece bugün yapılması gereken bir şey olduğu, Türk devletinin çıkarına bunun uygun olacağı söylenirse buna katılımlar olur. Ama o gün olur ve biter. Türk toplumunda derin bir infial var, İran’a karşı bir öfke, nefret içinde… Hayır. böyle şeyler yok.”

‘GERİLİMİN ASIL NEDENİ ABD’

Protesto gösterilerine özel bir anlam yüklenmemesi gerektiğinin altını çizen Akdevelioğlu, Ankara-Tahran hattındaki mezhepsel söylemlerin neden değil sonuç olduğunu ifade etti. İran-Türkiye ilişkilerindeki gerilimin, ABD’nin bölgeye müdahalesinden kaynaklandığını vurgulayan Akdevelioğlu, “Asıl neden ABD’nin Arap Baharı operasyonlarına Türkiye’nin de katılmış olması ve İran’da bunun yarattığı rahatsızlık. Tam da bundan hemen önce, Yıldız Savaşları projesinin uzantısı olan Malatya’daki radar konusunda bir gerilim yaşanmıştı, ilk kırılma orada oldu. Üstüne Arap Baharı projesi eklendiğinde ve Türkiye de o projeye katıldığında, AKP’yle birlikte ikinci altın çağa giren Türk-İran ilişkileri tam bir kaosa girdi. Dolayısıyla Şii-Sünni ekseni, mezhep çatışması, bunun Ortadoğu’daki yansımaları vs., aslında sonuç, neden değil” dedi.

Akdevelioğlu’na göre mezhepsel söylemler ‘çatışmanın ideolojik bir kılıfa sokulması çabası’.

Aََilesi olarak Hz. Muhammet (saa) ve İmam Caferi Sadık(a.s)’ın viladetleri münasebeti ile, başta Veliyyi Emri Müslimin’e, Müçtehitlerimize ve tüm Ehlibeyt âşıklarına tebrik arz  ederiz.

Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib b. Haşim (Arapça: محمد بن عبد الله; Muḥammad ibn ʿAbd Allāh ibn ʿAbd al-Muṭṭalib ibn Hāshim) (fil yılı/570 m. Mekke – Hicrî 11/632 m. Medine) İslam Peygamberidir. Ulu’l

Azm Peygamberlerinden ve Allah’ın son elçisidir. Kur’an en önemli mucizesidir. Tek tanrıcılık (Tevhit) inancının münadisi ve güzel ahlaka davetçi idi. Ayrıca hükümetin başı, yasa koyucu, sosyal reformcu ve savaş komutanı idi.

Müşrik Arabistan toplumunda dünyaya gelmesine rağmen, yaşamı boyunca putlara tapmaktan uzak durmuş, toplumda yaygın olan çirkin davranışlardan sakınmıştır. Kırk yaşında Allah tarafından peygamberliğe seçilmiştir. En önemli mesajı tevhide davet idi ve gönderilişinin nedenini güzel ahlakı tamamlamak olarak açıklamıştır. Mekke müşrikleri ona ve takipçilerine yıllarca işkence etmelerine rağmen ne kendisi ve ne de takipçileri İslam’dan el çekmemişlerdir. Mekke’de on üç yıl davetin ardından, Medine’ye hicret etmiştir. Onun Medine’ye hicreti İslam tarihinin başlangıcıdır. Medine’de müşrikler tarafından çok sayıda savaşlarla karşı karşıya kalmış, ama sonunda son zafer Müslümanların olmuştur.

Hz. Peygamberin (s.a.a) çabaları ile Arap cahiliyet toplumu, kısa bir sürede tevhit toplumuna dönüşmüş ve hayatta olduğu dönemde Arabistan yarımadasının neredeyse tamamı İslam dinini kabul etmişti. O günden günümüze kadar İslam’ın yayılışı sürmekte ve bugün İslam evrensel bir dine dönüşmüştür. Hz. Peygamber (s.a.a) Müslümanlara kendisinden sonra Kur’an ve Ehlibeyte (a.s) sarılmalarını ve onlardan ayrılmamalarını istemiş ve Gadir vakası gibi çeşitli etkinlik ve ortamlarda İmam Ali’yi (a.s) kendi yerine halef ve ardıl olarak atamıştır.

Hayatı

Hz. Muhammed’in (s.a.a) biyografisi hakkında, tarihi metinlerde çok sayıda açık haber ve raporlar yayınlandığından yaşamındaki olay ve gelişmeleri öteki peygamberlerle kıyaslayacak olursak onunkinin daha dakik ve tam olduğunu ileri sürebiliriz. Buna rağmen öteki tarihi karakterlerde de olduğu gibi Onun yaşamının tüm ayrıntıları tam olarak açık değildir ve bazen belirsizlik ve uyumsuzluk görülebilmektedir. (Bkz. Peygamberin yaşamı hakkında bilgi edinmek için kaynaklar) Bu ihtilaf ve uyumsuzluklara rağmen yine de Onun yaşamı hakkında açık bir tasvir sunulabilir.

>>YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ<<

İmam Cafer Sadık (as)’ın  Kimlik bilgisi

Adı :CAFER

Künyesi:EBU ABDİLLAH

Lakabı: SADIK

Baba adı : MUHAMMED (as)

Anne adı: çMMç FERVE

Doğum yeri: Medine

Doğum tarihi: 17 R.Evvel 83 hk.

Peygamber”e (s.a.a) olan yakınlığı: Torunu

şehadet yılı :25 şevval 148 hk

şehadet yeri : Medine

şehadet sebebi : Abbasi halifelerinden Mensur-i devanıki”nin zehirlemesi

Çocukluk dönemi

İmam Sadık (a.s.) sevgili dedesi İmam Zeyne”ül Abidin (a.s.)”ın  hayatta bulunduğu dönemlerde dünyaya geldi; ve geceleri aziz sevgili dedesi ve  ninesinin Kur”an tilaveti, duaları ve münacatlarına şahit olarak yetişti. Babası İmam Muhammed Bâkır’ın (a.s) türlü hadiseler ve zorluklarla geçen hayatında ona daima destek verip yardımcı oldu. Babasıyla birlikte defalarca hacca gitti. şam yolculuğu sırasında ve gaddar Emevi halifesi Hişam”ın zulüm sarayında da babasını yalnız bırakmadı.

İmam Sadık (as)”ın hayatının ilk kısmı Abbasilerin Emevi devletini yıkmak için gizli davet dönemi denilen döneme raslamaktadır, bu dönemde Abbasiler halkı çeşitli sloganlarla Ehlibeyt”e davet etmektedir. Ama Ehlibeyt”ten kasıtları, gerçete Beni Haşim”den olan Peygamberin soyu değildir.

İmam Sadık`ı hem kıyamdan önce ve hemde kıyamdan sonra hedeflerine alet etmek için uğraşmışlardır ama İmam (as) onların siyasetini bildiği için buna alet olmamıştır.

İmamet Dönemi

İmam Sadık”ın  imameti döneminde, İslam ülkelerinde çeşitli kıyamlar özellikle çmeyye oğullarının hükümetini yıkma amacıyla düzenlenen kıyamlar, çmeyye oğullarını hilafetten düşürüp, soylarını kesmekle sonuçlanan kanlı savaşlar ve beşinci İmam”ın yirmi yıl İslam ve Ehl-i Beyt öğretilerini yayması sonucunda meydana gelen ortam, altıncı İmam”a İslami bilgileri yaymak için daha münasip bir zemin hazırladı.

Altıncı İmam, çmeyye oğulları hilafetinin son zamanlarına ve Abbas oğulları hilafetinin ilk zamanlarına rastlayan imameti devrinde hazırlanan fırsatları elden kaçırmayıp dini öğretileri geniş alanda yaymaya başladı. çeşitli aklî ve naklî fenlerde bir çok ilmi şahsiyetler eğitti. Bunların başlıcaları şunlardır: Zürare, Muhammed b. Müslim, Mümin-i Tak, Hişam b. Hakem, Eban b. Teğlib, Hişam b. Salim, Hüreyz, Hişam-i Kelbi Nessabe, Cabir b. Hayyan-i Sufi (kimya alimi) hatta Ehl-i Sünnet alimlerinden olan Süfyan-ı Sevri, Hanefi mezhebinin reisi Ebu Hanife, Kadı Sekuni, Gazi Ebu”l Bahteri gibiler onun öğrenciliğini yapmakla övünüyorlardı. (Hazretin eğitim merkezinden dört bin mühaddis ve bilginin mezun olduğu meşhurdur.) İmam”ın bu ilmi inkılabını farkeden Mensur halkı Ehlibeyt”ten uzaklaştırmak için diğer Ehlisünnet alimlerine değer verip onların reklamını yapmıştır.

Abbasi halifelerinin en zalim ve rezillerinden olup zorbalık, hile ve baskı oluşuyla tanınan Mansur Devaneki İmam Sadık’ı (a.s) sürekli sıkı şekilde gözaltında tutuyor, casusları vasıtasıyla İmam’ın (a.s) her hareketini denetlemeye çalışıyordu. İmam’a sırf eziyet etmek ve birkaç defasında da onu şehid etmek niyetiyle Medine’den şama getirtmiş, ama henüz ilahi takdirin vakti dolmadığından, hiçbirinde başarılı olamamış ve iğrenç emelini gerçekleştirememişti.

Ancak İmam Sadık (a.s) imametinin son yıllarında Abbasi halifesi Mansur”un baskılarına maruz kalarak zor günler geçirdi. çmeyye oğulları tarafından şii seyyitlere yapılmayan zulümler Abbasiler eliyle yapıldı. Onun emriyle şiiler grup grup yakalanıp, karanlık hapislerde işkencelerle hayatlarına son verildi. Bir kısmının başını kesip bir kısmını diri diri toprağa gömdürdü. Bazılarını binaların temeline yahut duvarların arasında bırakarak saraylar yaptırdı.

Mansur, altıncı İmam”ın Medine”de yakalanmasını emretti. (Daha önce Abbasi halifesi Seffah”ın emriyle de yakalanıp Irak”a götürülmüştü. Ondan daha önce beşinci İmam”la birlikte Dimeşk”e götürülmüştü).

Şehadeti

Bir süre İmam”ı göz altında sakladılar. Defalarca onu öldürmek istediler ve ihanetler ettiler. Bilahare Medine”ye dönüş iznini verdiler. İmam Medine”ye döndü. Denilebilir ki geri kalan ömrünü takiyye ve inzivada geçirdi. Sonunda Mansur”un emriyle zehirlenip şehit edildi.

Cumartesi, 17 Aralık 2016 18:11

İmam Hamanei’nin Perspektifinden Vahdet

İmam Hamanei: “Düşman İslami hareket karşısında kendisini güçsüz hissediyor. Bu yüzden de psikolojik savaşlara, çeşitli saldırılara ve Müslüman ülkeleri birbirine karşı kışkırtmaya yöneliyor.”
 
Bir asırdan fazla bir süredir, İslam İnkılabı’nın öncülüğünü yapan alimler, İslam dünyasında Müslüman saflarında vahdetin gerektiğini ve buna karşılık olarak, dünya müstekbirlerinin bölücü hilelerini, saldırılarını ve hakimiyet peşinde olduklarını anladılar. İslam ülkelerini bu konu hakkında bilgilendirdiler.

İslami vahdet, İslam İnkılabı’nın ilk günlerinden itibaren İmam Humeyni’nin (r.a) liderliğinde takip edildi. Bu konu Ehlibeyt İmamları’nın sünneti doğrultusunda vurgulandı ve bu konuya önem verildi. İnkılabın zaferinin ardından ve İslami hükümetin kurulmasıyla birlikte milli ve uluslararası birlik ve dünya müstekbirleri ile mücadele, İran İslam Cumhuriyeti anayasasında yer aldı. Vahdetin gerekliliği ve vahdetin oluşması için ortam hazırlanması gibi konular İmam Humeyni (ra) ve İmam Hamanei tarafından her yıl çeşitli münasebetlerde beyan edildi ve açıklandı.

“İmam Hamanei’nin Perspektifinden Vahdet ve Ortak Görüş” başlıklı kitap Ali Rıza Berayeş tarafında kaleme alınmış olup Emir Kebir yayınları tarafından basılmıştır. Söz konusu kitap ilk kez bu yıl yayınlanmıştır.

Bu kitabın özelliklerinden biri, daha fazla kişi tarafından okunabilmesini sağlayacak olan, konuları genel ve ayrıntılı olarak kategorilemiş olması ve ince olmasıdır. Kitap 80 sayfadır ve içerisinde İmam Hamanei’nin açıklamaları hiçbir müdahalede ve açıklamada bulunulmadan yer almaktadır. Kitap genel olarak 6 bölümden oluşmaktadır ve bu bölümler şunlardır: Vahdetin anlamı, vahdetin ve ortak görüşün önemi ve vahdetin önündeki engeller, tefrikanın nedenleri, vahdete ulaşma yolları, vahdetin ve ortak görüşün sonuçları ve son olarak ta vahdet öncülüleri.

İmam Hamanei’nin söz konusu kitabının ikinci bölümünde yer alan Vahdet’e ilişkin önemli açıklamalar şu şekilde:

 İslam dünyasının temel ve stratejik meselesi

* Bu işin amacı, gerekli ve doğru bir slogan olan ve benim geçmişten beri inandığım ve düşündüğüm ve taktiki bir konu değil de stratejik bir konu olarak gördüğüm, Müslümanların birliği sloganıdır. Maslahat Şii olmayanlarla da ilişki halinde olmamızı gerektirmektedir. Yavaş yavaş zihni ve etnik ayrımlar azaltılmalı ve ortadan kaldırılmalıdır. Çünkü bu ihtilaflar düşmanlara hizmettir.

* İslam’ın esaslarından biri Müslümanların birliği ve kardeşliğidir.

 و اعتصموا بحبل‌الله

“Hep birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” ortak noktalara da sıkıca sarılmalısınız.

*Vahdet, birlik ve söz birliği asıl şartlardandır.

*Bu konulardan daha önemli olan diğer bir husus ise, İslam dünyasının bölünmüşlüğüdür ve bu büyük bir acıdır. Belki de asıl sorun buradadır. İslam ülkeleri birbirinden ayrılmıştır. Yüzyıla yakın bir süredir bazı eller nasyonalist duyguları İslam ülkelerinde güçlendirmektedir.

Yüce hedef ve bizim ilahi görevimiz

 *Bugün İslam dünyasında vahdet ve birlik yüce bir hedeftir.

*Bizim görevimiz ve mesajımız, işgalcilerin yaptıkları karşısında konuşmaktır. Yani Müslümanların kalplerini dünya çapında birbirine yaklaştırmak, onları tevhit ve İslam bayrağı altında bir araya getirmektir.

Kesin bir görev

 *İslam birliği ve vahdeti bugün kesin bir görevdir ve bilge ve müşfik kişilerin işbirliği ile bu yolda fiili olarak bir ilerleme kaydedilebilir.

 Yüz nedenle vaciptir

 *Müslümanlar arasında vahdetin yüz nedenle vacip ve yüz nedenle de mümkün olduğunu iyi bir şekilde anlamak gerekir.

Rivayetlerde bu konu vurgulanmıştır

 * Davranışları edepli ve İslam adabına uygun olan Mescid-i Haram ya da Mescid-i Nebi ya da Baki’deki bir hacının davranışları insani, Kur ’ani, mütevazi, muhabbet ehli, başkalarına ihanet etmeyen, tefrika değil birlik ehli olan bir kişinin davranışlarıdır. Bizim rivayetlerimizde İmamlar (a.s) zamanında Ehl-i sünnetin cemaat namazlarına katılmanın sevabı hakkında o kadar çok rivayet vardır ki, rivayetlerde, Mescid- Haram’da onların arkasında namaz kılan kişi, sanki Peygamber’in (s.a.v) arkasında namaz kılmış gibidir buyurulmaktadır.

Bu yani ne anlama gelmektedir? Tabi ki İmam Sadık (as.) o cemaat imamının namazını Peygamber’in (s.a.v) namazıyla kıyaslamamaktadır. İmam şunu söylemektedir: Onun arkasında namaz kılın. Bu yani ne demektir? Bu şu demektir: Bu vahdetin göstergesidir. Fiili olarak vahdeti göstermektedir. Bu yüzden İmam Humeyni (ra.) bütün İranlı hacılara Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebi’de cemaat namazlarına katılmaları tavsiyesinde bulunmuştur.

Allah’ın, nebilerin, evliyaların ve meleklerin rızasını sağlar

 *Dünyada tek tek gösterebileceğimiz vahdet düşmanları kimlerdir? Vahdet taraftarları kimlerdir? Acaba Allah-u Teala, melekler, nebiler ve evliyalar vahdet ve birlikten mutlu oluyorlar mı? Bu soruların cevabını bütün Müslümanlar arasındaki ortak İslami ve dini normal bir vicdanla anlamak mümkündür.

İyi ve uygun olan bir şey bininci kez bile vurgulanmalıdır

 * Düşman İslami hareket karşısında kendisini güçsüz hissediyor. Bu yüzden de psikolojik savaşlara, çeşitli saldırılara, Müslüman ülkeleri ve halkı birbirine karşı korkutmak ve birbirlerine karşı propagandalarda bulunmak gibi eylemlere yöneliyor. Çözüm yolu İslam dünyasının vahdet ve birliğinin korunmasıdır. Ben bir kez daha, yüzüncü ve bininci kez İran halkı adına tüm dünyadaki bütün Müslüman kardeşlerime, Arap, Acem, Şii ve Sünni olmak üzere çeşitli bahanelerle Müslümanlar arasında bölücülük çıkarmaya çalışan ortak düşmanlarının kuklası ve oyuncağı olmamaları için birliklerini korumalarını tavsiye ediyorum.

 Tüm Hac ritüellerinin başı

*İbrahimi Hac yani tevhit ve birliğe doğru hareket ve bütün hac merasiminin başı ve sloganı olan Muhammedi Hacdır.

İslam dünyasının bugünkü ihtiyacı

 *İslam Dünyasının bugün her zamankinden daha fazla olarak birlik ve beraberliğe ve Kur’an’a sarılmaya ihtiyacı vardır. Öte yandan İslam dünyasının izzet, iktidar ve gelişim için kapasiteleri eskisinden çok daha fazla aşikâr hale gelmiştir ve İslam ümmetinin yeniden onarılması ve azametini yeniden kazanması, bugün dünya genelinde gençlerin isteğidir. Müstekbirlerin iki yüzlü söylemleri ve Müslüman ümmetler için besledikleri kötü niyetleri yavaş yavaş ortaya çıkmıştır.

*Bugün İslam dünyası maddi, insani, fikri ve tarihi kaynaklar bakımından dünyadaki en büyük mecmualardandır ve her zamankinden daha fazla olarak vahdete ve yakınlığa ihtiyacı vardır.

Bütün her yerde ve bütün şartlarda çok önemli bir konu

 *Müslümanlar arasındaki vahdet, birlik ve Müslümanlar arasındaki kardeşçe ilişkiler bütün şartlarda ve her yerde önemlidir.

*Biz sadece İslam İnkılabı’ndan sonra değil, İnkılaptan önceki yıllarda da Şii ve Sünnilerin birbirlerine yakınlaşması ve vahdetin öneminin herkese aşikar olması için çaba gösterdik.

*Vahdet ve İslam birliği konusunun mana bulduğu yer burasıdır. Bakın bu konu ne kadar önemlidir! Bakın bu konu İslam dünyasının yarını için ne kadar önem taşımaktadır! Bu üzerinden kolaylıkla geçilecek bir konu değildir. Hepimiz kendimizi bu sözün muhatabı kılmalıyız. Ben bu sözü, Ehl-i Sünnet mensupları, Şiiler, yazarlar, şairler, matbaacılar ve toplum arasında bir yere sahip olanlar olmak üzere herkese söylüyorum. Herkes bu gerçeği bilmeli ve düşmanlarını tanımalıdır. Düşmanın kendi başına saflarınızda yer almaması konusunda dikkatli olun. Düşmana saldırmak yerine kendinize saldırmayın ve bu konuda da dikkatli olun. Zamanın alimi olun. Yani savaşta dostunuzu ve düşmanınızı tanıyın. Bunlar çok önemlidir.

Çok zor elde edilen şey

 *Dünyanın neresinde olursa olsun Şii ve Sünni alimler dikkatli olmalıdır. İran’daki bu vahdet ve birlik çok zor kazanılmıştır. Dünyada bu vahdet söylemleri zor yer bulmuştur. Bunu kolay bir şey zannetmeyin! Ne zaman ve kim olursa olsun, bunu kırarsa ihanet etmiştir.

Herkesin bağlı kalması gereken bir konudur

 *Kültürel yetkililer, yazarlar ve alimler bölücülük çıkaran ve tefrikaya sebep olacak konuları gündeme getirmekten sakınmalıdır. Hem Şii, hem de Sünni bu konuda birlik içerisinde olmalıdır. Alimlerden, elit ve siyasi kişilerden zamanın tehlikelerini ve Müslümanlar arasındaki birliğin önemini ve bu birlik ve beraberliği kırmaya çalışan düşmanın komplolarını anlamaları beklenmektedir.

* Şii ve Sünniler İslam mezheplerini yakınlaştırma konusunda birlik içerisinde olmalı ve karşılıklı sevgi ve kardeşlik ilişkilerini desteklemelidir.

Ciddi bir mesele

 *Müslümanlar arasındaki vahdet ve birlik önemli bir konudur. Bu konuya böyle bakılmalıdır. Bu konuda geç kalınan her gün, İslam dünyası bir gün daha zarar görmüş demektir ve bu bir günler bazen o kadar önemlidir ki bir ömür etki bırakmaktadır. Geç kalınmasına izin vermemeliyiz.

*Bugün  «انما المؤمنون اخوه فاصلحوا بین اخوایکم» (Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.) ayeti çok ciddi bir konuya değinmektedir. Bugün dünyada Müslüman ülkeler bu zati zaaf içerisindedir ve bu bölücülük ve tefrikadan kaynaklanmaktadır.

*Biz vahdet konusunda ciddiyiz. Biz Müslümanlar arasındaki vahdetin de tanımını yaptık. Müslümanların vahdeti bulundukları mezhepten ve inançtan vazgeçmeleri demek değildir. Müslümanlar arasındaki vahdetin iki anlamı daha vardır ve bunun ikisi de sağlanmalıdır: İlk olarak, İslam’ın çeşitli mezhepleri, İslam düşmanları karşısında gerçek anlamda birlik ve beraberlik ve iş birliği içerisinde olmalıdır. İkinci olarak, Müslümanlar arasındaki çeşitli mezhepler birbirine yakınlaşmaya, karşılıklı anlaşma ve uyum sağlamaya ve fıkhi mezhepleri karşılaştırarak birbirine tatbik etmeye çalışmalıdır. Alimlerin ve fakihlerin, alimce ve fıkhi olarak konuşulduğunda az bir değişiklikle iki mezhebinde fetvasını birbirine yakın kılacak birçok fetvası bulunmaktadır.

İmam Humeyni’nin (ra) ideali

 *İmam Humeyni’nin (ra) beyan ettiği büyük idealler şunlardır: ‘Dünya müstekbirleriyle mücadelede ne doğu ne batı olarak ifade ettiği orta yolu koruma, gerçek bir bağımsızlık konusunda vurgu, toplumun tam anlamda kendine yetebilmesi, dini ilkelerin ve İslami fıkhın tam anlamda korunması ve vahdet ve birliğin sağlanması.

İmam Humeyni (ra) vahdet konusunda o kadar vurguda bulunuyor ki, bunun duygusal değil, akli bir konu olduğunu, diğer mezheplerin kutsallarına hakarette bulunan ve diğer mezheplere şiddetle davranan bir kişinin her kim olursa olsun vahdete zarar verdiğini belirtiyor.

Düşmanın zaafı ve korkusunun nedenleri

 *İnkılabın en önemli ve temel sloganlarından biri, dünyanın her tarafında Müslümanlar arasında vahdet sağlamak, zalim ve işgalci güçlerin Müslümanlar üzerindeki baskılarını kırmaktır.

 İhtilaf yaratmak haram ve kanunlara aykırıdır

 *Her kim bilgisizlik, gaflet ya da bazen bilerek Ehl-i Sünnet’in kutsallarına hakaret ederse, bu davranış haram ve kanunlara aykırıdır.

Bölücü hareketler tarihi bir günahtır

 *Bugün İslam dünyasında yapılan bütün bölücü hareketler tarihi bir günahtır.

Bölücülük İslam dünyasını öldüren bir zehirdir

 *İslam dünyasının öldürücü zehri bölücülük ve tefrikadır. Bu tefrika ülkeleri ve kalpleri birbirinden ayırmaktadır.

Ayetullah Burucerdi zamanında Mısır’da bazı Ehl-i Sünnet alimlerinin büyükleri ihtilafları bir kenara bırakma kararı alarak, bırakalım Sünni, Sünni olarak, kalsın, Şii de Şii olarak kalsın ve herkes kendi inancını yaşasın ama birlik içerinde olsun dediler. Kur’an Peygamber’in (s.a.v) diliyle Hristiyanlara şöyle söylemektedir:

«تعالوا الی کلمه سواء بیننا و بینکم الا نعبد الا الله و لا تشرک به شیئا»

“Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım.”

Kur’an böyle buyururken, Müslüman mezheplerin, bir Allah, bir Peygamber, bir Kuran, bir kıble ve bütün diğer ortak noktalara rağmen, ihtilafların bulunduğu birkaç noktayı düşmana bir araç olarak vermeleri ihanet değil mi? Bu konuda Şii olsun Sünni olsun ihmalde bulunan bir kişi Allah nezdinde yargılanacaktır.”