
کارگر
İran'dan Tevhid ve Cihat Terör Örgütü'ne ağır darbe
İran İstihbarat Bakanlığı'nın Tevhid ve Cihat Terör Örgütü'ne ağır darbe vurduğu belirtildi.
İran İstihbarat Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, ülkenin Batı bölgelerinde tekfirci-selefi anlayışının yayılması nedeniyle oluşturulan bu terör örgütünün, Şii ve Sünni gözetmeden düşüncelerini reddeden kişiyi tekfir edip canına kıydığı bildirildi.
Vahabilik fırkasından etkilenen Tevhid ve Cihat Terör Örgütü'nün halk arasında ilk olarak “Ebubekir Örgütü” olarak anıldığını duyuran İstihbarat Bakanlığı, açıklamada "İran’nın güven ve istikrarını bozmaya çalışan örgüt, aşırıcı bir anlayış ile İslam’ın asıl öğretilerini görmezden gelerek, terör saldırısı planlamaya fırsat arıyor. Şu ana kadar birçok sivil ve askeri şehit eden bu terör örgüt, İran genelinde çok sayıda silahlı saldırı düzenlemiştir" ifadelerine yer verdi.
Açıklamada, bu terör örgütüne mensup 102 kişinin ölü ve diri olarak ele geçirildiği belirtildi.
İran Nükleer Anlaşmanın Bir Yılını Konuşuyor
İran ile 5+1 arasında sağlanan nükleer işbirliği anlaşmasından geçen bir yılın değerlendirilmesi yapılıyor.
İran ile 5+1 ülkeleri arasında imzalanan Nükleer İşbirliği Anlaşmasının birinci yıldönümünde yapılan değerlendirmeler, anlaşmanın ticari bir anlaşma olmadığı ve sonuçlarının da biraz zaman alacağı yönünde olsa da ABD'nin verdiği sözlere bağlı kalıp kalmayacağına dair ise ümitsiz ifadeler kullanılıyor.
Önceki gün İRİB birinci kanalında açıklamalarda bulunan İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Nükleer Müzakere Heyeti Üyesi Abbas Erakçi,İran'ın anlaşmaya bağlı olarak hareket ettiğini ve batılı ülkelerin anlaşmayı ihlal etmesi halinde İran'ın da karşı adım atacağını belirtirken, bu gün basın karşısına çıkan İran nükleer müzakere heyeti üyelerinden Hamid Beidinejad, yıllar süren zorlu ve oldukça karmaşık müzakerelerden olumlu bir sonuç alındığını, anlaşmanın da bütün dünya için örnek oluşturacak bir niteliğe sahip olduğunu dile getirdi.
Hamid Beidinejad, nükleer anlaşmanın henüz başlarında olduğunu hatırlatarak, “müzakere döneminde de anlaşmayı imzalarken de anlaşmanın uygulanmasının öyle kolay ve rahat bir süreç olmayacağını ön görüyorduk” diye konuştu.
Geçen bir yıl içerisinde anlaşmanın uygulanmasının büyük oranda memnuniyet verici olduğunu da belirten Beidinejad, “anlaşmanın şu ana kadar ihlal edilmediğine inanıyoruz. Diyalogların, istişarelerin ve müzakerelerin yapılması ve çıkan sorunların çözülmesine katkı sağlayacağına inanıyorum” diye konuştu.
BM Genel Sekreteri Baan Ki Moon'un, İran'ın nükleer faaliyetlerine dair raporu ve İran ile UAEA arasındaki mesafeli ilişkilere dair soruya cevap veren Beidinejad, “BM Genel Sekreterinin raporu henüz taslak aşamasında, tamamlanmış bir rapor değil. Taslak raporun metni bile çelişkilerle dolu. Bildiğimiz kadarıyla raporda düzenlemelerle ilgili istişareler devam ediyor. Ümit ediyorum bu düzeltilir bir durumdur. İran anlaşma ile bütün dünyaya nükleer silah peşinde olmadığını, nükleer faaliyetlerinin barış amaçlı olduğunu ispat etmiştir” ifadelerini kullandı.
ABD Kongresinin İran'ın uzun menzilli füzelerini bahane ederek, İran'a yönelik yaptırımlarına dair tutumlarına da temas eden Beidi nejad, “ İran'ın füzeleri ve gücü İran'ın ulusal çıkarlarına hizmet etmektedir. Tamamen savunma amaçlıdır, İran'ın toprak bütünlüğünü savunmaya yöneliktir. Biz ulusal çıkarlarımızı başkalarının yorumları ve değerlendirmeleriyle belirlemeyiz. İran'ın nükleer faaliyetleriyle füzeleri arasında bir bağlantı da yoktur. Füzelerimizin gücü başka ülkeleri ve bölgeyi de tehdit amaçlı değildir. Anlaşmada yer alan maddelerde yaptırımların kaldırılmasına dair verilen sözleri batılı ülkelerce yerine getiriliyor. Uçak ve uçak yedek parçaları, otomobil alımı ve teknolojisinin getirilmesi konularında anlaşmalar imzalandı. Nükleer anlaşmaya sadece bir ekonomik anlaşma olarak da bakmamak gerekiyor. Gerçekçi ve önümüzü görerek değerlendirmek gerekiyor” diye konuştu.
Nükleer anlaşma ardından bölge ülkelerinin tavırlarına da işaret eden Beidinejad, “Anlaşma, İran'ın bölge ve uluslararası barış da önemli bir aktör olduğunu gösterdi. İran'ın dünya ve bölge barışındaki rolü açıktır. Anlaşmadan sonra bölge ülkeleriyle daha iyi ilişkiler kurmayı bekliyoruz. Bölge ülkeleriyle bazı konularda görüşmelere de hazırız” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise dün yaptığı basın toplantısında, “P5+1 ülkelerinin sözlerine durmamaları durumunda İran’ın hızlı bir şekilde nükleer programına döneceğini” söylemişti.
İslam İnkilabı Rehberi İmam Ali Hamaney’de bir çok konuşmasında, ABD’nin anlaşma çerçevesinde verdiği sözleri tutmadığını vurgulayarak, “Nükleer Anlaşma’yı iptal edebileceklerini” belirtmişti.
Zarif Nijerya’dan Şeyh Zakzaki’nin Serbest Bırakılmasını İstedi
İran dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif, Nijerya cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanıyla yaptığı görüşmede, Şeyh İbrahim Zakzaki’nin serbest bırakılmasını istedi.
İran heyetinin Nijerya ziyaretinde yer alan Camiatül Mustafa (S) kurumunun temsilcisi Ali Fellah Zerrumi, yaptığı açıklamada, İran dışişleri bakanı Zarif’in Nijerya cumhurbaşkanı ve dışişleri bakanı ile görüşmesinde, Şeyh İbrahim Zakzaki’nin sağlık durumundan dolayı duyduğu kaygıyı dile getirdiğini ve onun bir an önce serbest bırakılmasını istediğini ve bütün İslami fırkaları vahdetin sağlanmasına davet ettiğini söyledi.
Ali fellah Zerrumi, İran dışişleri bakanı Zarif’in, İbrahim Zakzaki’nin serbest bırakılmasının kesinlikle Nijerya’da Boko Haram gibi aşırılık yanlısı gruplarla mücadelede etkisinin olacağını söylediğini bildirdi.
Zarif, Şeyh İbrahim Zakzaki’nin sağlığından dolayı kaygısını bildirirken onun sağlık açısından bir an önce tedaviye ihtiyaç duyduğunu söyledi.
Bilindiği gibi Nijerya’nın tanınmış İslam alimlerinden Şeyh İbrahim Zakzaki, ordu ve emniyet güçlerinin 13 aralık 2015 tarihinde evine ve Hüseyniye’ye düzenlediği saldırıda tutuklanarak cezaevine götürülmüştü. Sözkonusu saldırı sırasında çok sayıda Nijeryalı müslüman öldürülmüş ve yaralanmıştı.
İmam Cafer-i Sadık (as)’ın Şehadet Yıldönümü
ailesi olarak İmam Cafer-i Sadık (as)’ın şehadeti münasebeti ile, başta Veliyyi Emri Müslimin’e, Müçtehitlerimize ve tüm Ehlibeyt âşıklarına başsağlığı dileriz.
KİMLİĞİ:
Adı: Cafer
Lakabı: Sadık
Künyesi: Ebu Abdullah
Babası: Hz.Muhammed Bâkır(a.s)
Doğum yılı: Hicri 80.yıl
İmamet süresi: 31 yıl
Ömrü: 68 yıl
Şehadeti: Hicri 148 yılında Abbasi halifesi Mansur eliyle zehirletilerek şehit edildi.
Defnedildiği yer Medine’de Bâki Mezarlığı.
DOĞUMU:
İmam Sadık(a.s)’ın vücud güneşi, annesi Ümm-ü Ferve’nin kucağında Hicri 83.yılın Rebiülevvel ayının 17 sinde Medine’de doğdu. Hz.Muhammed Bakır(a.s) oğlunun doğumuna çok sevindi. Annesi, Muhammed bin Ebibekr’in torunlarındandı. Muhammed bin Ebibekr, Hz.Ali(a.s)’ın ashabından idi. Hz. Ali(a.s) herzaman onun hakkında şöyle buyururdu: “Muhammed benim ahlaki ve manevi oğlumdur”. Muhammed bin Ebibekrin annesi, pak bir kadın olan ve Hz. Zehra’ya sürekli hizmet etmekten iftihar duyan Esma bint-i Umeys’dir. İmam Sadık (a.s) annesi hakkında şöyle buyurmuştur. “Annem; takvalı, imanlı ve iyi işlerle uğraşan bir kadındı.” İmam Cafer (a.s), Hz.Seccad’ın şehadeti sırasında 15 yaşında, babasının şehadeti sırasında ise 35 yaşındaydı. İmam Hüseyin (a.s)’ın şehadetinden sonra devletin halka karşı yaptığı zalimce uygulmalar, halkın devlete karşı düşmanlık beslemesine ve çeşitli kıyamlara yol açdı. Böylece Beni ümeyye hükümetinde sarsılmalar, meydana geldi ve bu durum Abbasilerin hükümeti ele geçirmelerini kolaylaştırdı. Bu iki gücün çatışmaları sırasındaki durgunluk döneminde, Şia fikrinin yayılması için büyük fırsat doğmuştu. İmam Sadık(a.s), ilmi kıyamı ile, islami ilimleri tüm dünyaya ulaşacak şekilde yaymağı başardı.
İMAM CAFER SADIK (A.S)’IN AHLAKİ ÖZELLIKLERI:
İnsanların davranışlarının, onların insani ahlaklarının aynası olduğunu ve herkesin hareket ve davranışlarıyla tanınacağını biliyoruz. Kalbindekileri hareketleriyle dışarı yansıtmadan belli ettirmeyen kimseler çok azdır. İnsanın gönlündekiler tıpkı aynı anda dışarıdaki lambayı aydınlatan bir elektrik düğmesi gibidir. Imam Sadık (a.s) tıpkı öteki İmamlar gibi, hayatının tümü gerçek islamdan derslerle doludur. Ve onun kendisi, islami davranış ve ahlakın en açık örneği sayılırdı. Tüm beşeri toplumlar arasında, fikir, düşünce, ahlak, davranış ve diğer tüm açılardan birbirine çok benzeyen baba ve oğul olamaz ama, Resulullah ve o Hazretin vasilerinin hepsi bir çizgide, bir tek hedefe doğru, bir fikir ve bakış açısıyla kutsal görevlerini yerine getiriyorlardı. Onların ahlak, davranış ve sözlerinde ihtilaf görmek imkansızdı. Onun dörtbin öğrencisi arasında hatta birisinin bile onun ahlak ve tarzında bir eksiklik, ya da, zayıf bir nokta bulamaması İmam Sadık (a.s)’ın değeri ve fazileti hakkında yeterlidir. Yemesi, dinlenmesi, konuşması ve başkalarına davranışı ile müslümanlara tam bir örnek olan İmam ashabına karşı da tıpkı kendi evlatları gibi davranırdı.
İMAM CAFER (A.S)’IN ZÜHD VE TAKVASI:
Zühd ve takva, insanoğlunun değerinin ölçüsüdür. Onun için Kur’an, takvalılardan başka herkesi eşit biliyor. İmam Sadık (a.s) tıpkı ceddi Hz.Ali(a.s) gibi takvası ile herkesi şaşırtıyordu. Malik bin Enes şöyle der: “İmam Sadık her zaman Allah’ın zikriyle meşgul idi ve o büyük zahidlerden sayılırdı.” Abd-ül Ala şöyle der. “Yazın, sıcak günlerden birinde, Medine yollarında İmam Cafer’i iş ararken gördüm. Kendisine; Sana feda olayım! Allah’a olan imanın ve Resulullahla olan bağın varken, bu sıcak yaz günü niçin kendini zahmete sokuyorsun? dedim. O, “iş yaparak rızkımı kazanmak, böylece başkalarına muhtaç olmamak için geldim” dedi. “Bir başkası şöyle der. “İmam Sadık (a.s)’ı kalın bir elbise giymiş, bağa doğru giden fakir ve sade bir işci gibi ter dökerken gördüm. Ona şöyle dedim.” Ey Resulullah’ın oğlu, sizin yerinize çalışmama izin veriniz.” Cevabı şu oldu: “Başkaları gibi güneşin yakıcı sıcağını hissetmeyi ve hayatımın devamı için çalışmayı severim.” İmam dışarı çıktığında, yeni, temiz ve pahalı elbise giyer, iyi cins atlara binerdi. Cahillerden bazıları bu işin takva ve zühde aykırı olduğunu zannetiklerinden, ileri giderek itiraz ediyorlar ama cevabı duyduklannda kendilerinden utanıyorlardı.
İMAM CAFER (A.S)’IN HİLECİ BİR YOBAZ İLE YAPTIĞI KONUŞMA:
Birgün, görünüşte mümin olan Süfyan adlı yobaz biri, İmam Sadık(a.s)’ın önünü keserek; “Siz, peygamber ailesinden olduğunuz halde, nasıl olur da pahalı elbiseler giyersiniz dedi. O hazret şöyle cevap verdi: “Ey Süfyan, bu elbisenin altında eski bir gömlek var. Akılları gözlerinde olanların, benim fakir, muhtaç ve yoksul bir adam olduğumu düşünmemeleri için, bu gömleği onun üzerine giydim. Ama sen kendi eski elbiseni kaldırırsan altından yumuşak elbise çıkar. Sen başkalarına zahid olduğunu belirterek kandırmak için böyle yapıyorsun. Ey Süfyan! Bu kadar dar görüşlü olma.” Başka birgün, Süfyan, İmam Cafer(a.s)’ı tarlada diğer işcilerinin yanında ter dökerken gördü. İleri giderek şöyle dedi: “Sana şaşıyorum. Niçin dünya malını bu kadar seviyor ve bu yaşlılık zamanında, çalışarak ter doküyorsun?” O hazret şöyle buyurdu: “Allah’a bu durumda ulaşmak ve çeşitli zahmet ve eziyetlere katlanarak rızkımı çıkarmak ve başkalarına yük olmamak beni çok sevindiriyor”. Başkalarının emeğini yiyerek, onlar vesilesiyle kudrete ulaşan, onlara sevgi ve hizmet yerine, karşılarında kibirlenenler ve herkesten bir şeyler bekleyenler, ne kötüdürler. Onlar tıpkı Süfyan gibi görünüşte mümin, ama, çok hilecidirler. Kalpleri bozuk ve kötüdür.”
İMAM SADIK(A.S) VE ADALETLİ KAZANÇ KONUSU:
İmam Sadık (a.s), ashabından Musadıf adlı birine, kendisi için ticaret yaparak, kazanç ve geçimini sağlaması için bin dinar verdi. Musadıf, o parayla mal alarak, tacirlerle birlikte Mısır’a doğru yola koyuldu. Şehrin yakınlarında, oradan geri dönmekte olan bir kervanla karşılaştı. O, yanında olan malın ticari durumunu öğrenmek için onlara sorular sordu. O mal, halkın genel ihtiyaçlarından olduğu için şehirde az olduğunu öğrendi. Onlar, bu malın çok az bulunduğundan, çok müşterileri olacağını, böylece mallarını pahalıya satabileceklerini açıkladılar. Musadıf çok sevinerek yanındakilerle malı gerçek fiyatının iki katına satıp, bu fiyattan aşağı inmeyecekleri konusunda anlaştılar. Şehre girdikten sonra anlaştıkları gibi hareket ettiler ve sonuçta o adam, bin dinar kar ederek Medine’ye geri döndü. Sevinerek İmam’ın evine doğru yola koyulmuştu. Hazret’in huzuruna vardığında iki adet bin dinar kesesini onun önüne koyarak şöyle dedi: “Bir kese sizin sermayeniz diğeri ise ticaretin karıdır”. İmam şöyle buyurdu: “Bu kadar çok karı nereden ele geçirdin”? Tacir, olayı imam Cafer(a.s)’a anlatınca ansızın İmam’ın yüzü sapsarı kesilerek şöyle buyurdu: “Allah’a sığınırım! İki kat kar etmek için müslümanların ziyan ve zarar etmesi için mi anlaştınız”? İmam verdiği para kesesini aldı ve öteki keseyi o adama vererek şöyle buyurdu: “Benim bu insafsızca ele geçirilen kara ihtiyacım yoktur. Ey adam, bilki, malı helal yoldan ele geçirmek çok zordur.”
İMAM SADIK(A.S)’IN SABIR VE HİLMİ:
İnsanın yaşantısında meydana gelen sorunlar ve olaylar, insanın kudret ve İman derecesini belirler. İmam Sadık (a.s)’ın yaşantısında önüne çıkan sorunlar ve İmam’ın o sorunlar karşısındaki mukavemeti, onun kişiliğinin göstergesidir. Ona ne kadar kötü sözler söyleyerek eziyet verseler de O, tahammül ederek nasihatlerde bulunur, dili asla başkasına lanet ve kötü söz söylemek için hareket etmezdi.
KESİLEN DOSTLUK:
Adamın birisi İmam Sadık (a.s)’ı çok sever ve herzaman onu anardı. Birgün birlikte ayakkabıcılar çarşısına gitmişlerdi. O adamın laubali bir zenci kölesi vardı. Köle, dükkanları seyrederken, sahibinden geride kalmıştı. Adam sürekli geriye bakıyor ama kölesini göremiyordu. Çok sinirlenerek rahatsız olmuştu. Ansızın gözleri kölesine takılınca-, ‘Nerede kaldın haramzade?” diye bağırdı. Bu cümle adamın ağzından çıkınca İmam Sadık (a.s) şaşkınlık içerisinde elini kaldırarak, kendi alnına şiddetle vurduktan sonra şöyle dedi: “Anasına mı sövüyorsun’? Ben senin takvalı biri olduğunu zannediyordum. Seninle uzun süredir arkadaşlık edip, seni tüm toplantılarda arıyordum. Senin iyi bir dost olmadığını anladığım iyi oldu. Çabuk benden uzaklaş.”
TEBLİĞ TARZINI İMAM CAFER SADIK (A.S)’DAN ÖĞRENELİM:
Şekerani, gizli yerlerde kötü işler yapan bir gençdi. Resulullah onu kölelikten azat ettiği için, halk onu, Peygambere bağlı bilirdi. Birgün Mansur’un Beyt-ül maldan para dağıttığını duyunca ondan biraz para almak için oraya gitti. Ama orada kimseyi tanımadığından birşey alması mümkün değildi. Bu arada gözü İmam Sadık (a.s)’a takıldı. Koşarak O’na yetişti. Hazretten kendisine aracı olmasını ve halifenin malından bir pay almasını istedi. Hazret onun bu isteğini kabul ederek, onun payını alıp getirdi ve paraları getirip ona verdikten sonra şöyle dedi: “Kim iyi iş yaparsa iyidir, ama eğer bize bağlı olan sen, yaparsan daha iyidir. Kim kötü iş yaparsa kötüdür, ama, eğer bize bağlı olan sen, yaparsan daha kötüdür.” İmam bunu söyleyerek uzaklaştı. Şekrani paraları aldıktan sonra düşünceye dalarak İmam’ın, yaptığı kötü işten haberi olduğunu ve bu sözü söylemekle onu bu işten alıkoymak istediğini anladı. Kötü işler yapan bu adam, İmam’ın bu uyarısından sonra, kendi kendine utanarak bundan sonra kötü işleri terketme kararı aldı ve dediğini de yaptı.
İMAM CAFER(A.S)’IN FAKİR VE YOKSULLARA YARDIMLARI:
1- İmam’ın ashabından biri olan Mualla bin Humeys şöyle der. “Yağmurlu ve karanlık bir gece Medine sokaklarında dolaşırken, İmam Sadık (a.s)’ı ağır bir çuvalı sırtında taşıyarak giderken gördüm. Nereye gideceğini anlamak için onu takip ettim. Çuvaldaki ekmeklerin bir kısmı yere dökülünce onları toplayarak İmam’ın yanına gidip, selam verip onları kendisine verdim. Ekmek parçalarını alarak çuvala koyarak yoluna devam etmişti. Çok geçmeden yoksul ve fakirlerin yattığı bir yere vardı. Herbirinin başucuna iki tane etmek koyarak geri dönmüştü. Ben İmam’a, onlar sizin şiileriniz mi? diyerek itiraz ettim. Şöyle buyurdu: “Hayır, eğer bizim şiilerimizden olsalardı, onlara daha iyi bakardım.”
2- İmam Cafer(a.s)’ın ashabından bir diğeri olan Hişam bin Salim şöyle der: “Karanlık gecelerde yemek alarak, fakirlerin kapısına götürüp, onlara vererek kendisini tanıtmaması, o Hazretin fakirlere yardım tarzı idi”
Aradan bir süre geçti ve İmam Sadık(a.s) vefat etti. Onun yardımları artık kesildiğinden, fakirler, Geceleri gelerek yardımda bulunan o mechul şahsın İmam Sadık olduğunu anladıklarında üzülerek yasa büründüler.
AÇ GÖZLÜ YOKSUL ve ŞÜKREDEN FAKİR
İmam’ın ashabından biri şöyle der. “İmam ile Mina’da üzüm yiyiyorduk. Yoksul birisi gelerek yardım istedi. Verilen bir salkım üzümü almayarak para isteyince. İmam; “Allah versin” dedi. Yoksul adam biraz uzaklaştıktan sonra geri dönerek o üzümü kendisine vermesini istedi. Hazret ona tekrar” Allah versin “diye buyurunca adam gitti. Daha sonra bir başka fakir geldi. O da yardım isteyince Hazret ona birkaç tane üzüm uzattı. Adam alarak Allah’a şükretti İmam, ellerini üzümle doldurarak ona verince adam onları alarak Allah’a nimetlerinden dolayı
şükretti. Hazreti üçüncü defada 20 dirhem, dördüncü defada ise gömleğini de ona verdi. Adam onlar da alarak İmam’a dua edip gitti. Kendi kendime:” Eğer bu adam böyle devam etseydi, İmam yanında bulunan herşeyi ona verirdi, dedim.”
İSLAMİ ÜNİVERSİTESİNİN KURULMASI:
İmam Cafer Sadık (a.s) çeşitli dallarda öğrenci yetiştirmek için Medine’de islami bir üniversite kurma kararı aldı. İlmi öylesine gözalıcı idi ki dünyanın dört bir yanındaki ilm adamlarını Medine’ye çekiyordu. İlme susamış olan yüzlerce genç, dünyanın her yerinden onun derslerine katılmak için Medine’ye akın ediyorlardı. O, bu okulda çeşitli ilim dallarında meşhur adamlar yetiştiriyordu. Onlardan bir kısmı şunlardır: Fıkıhda Zurare ve Muhammed bin Müslim, Akaid ve kelamda Hişam ve Mümin ut Tag, Irfan ve islami maarifte Mufazzal ve Safvan, Matematik ve fen biliminde Cabir bin Hayyan. Herbiri çeşitli islami fen ve ilimlerin temelini atan kıvanç verici değerli şahsiyetlerdi. Yıllarca onlann kitaplan tercüme edilip Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutuldu. Hz.Ali (a.s) devrinde islami ilimleri yaymak için böyle bir fırsatın doğmadığı açıkça bellidir. Çünkü düşmanlar, islami ilimlerin yayılmasını engellemek için onu sürekli iç savaşlarla meşgul ediyordu. Bu durum İmam Seccad (a.s)’m devrine dek sürdü. İmam Bâkır (a.s)’ın devrinden itibaren İslami ilimler medreseleri kurulmuş ve İmam Sadık (a.s) devrinde en güçlü durumuna ulaşmıştı. İmam Cafer Sadık (a.s)’ın üniversitesinde çeşitli ilim dallarında dörtbin öğrenci eğitilerek tüm dünyaya yayılıp halkı eğitim ve öğretime davet ettiler.
NİÇİN ŞİA’YI, CAFERİ MEZHEBİ OLARAK ANARIZ?
İmam Sadık (a.s)’ın siyasal ve bilimsel fedakarlıkları nedeni ile Şii mezhebi ona nisbet verilip bu mezhep Caferi mezhebi adını aldı. Biz caferi mezhebindeniz ve bu isimle iftihar ediyoruz. Çünkü Hz.Muhammed (S.A.V)’in Muhammedi İslamının mesajını Hüseyin (a.s)’ın kanında, ve onun beyanlarını İmam Sadık (a.s)’ın öğretilerinde bulmak mümkündür. Caferi islam, Hz.Ali (a.s)’ın, yolunda cihad ettiği, Hz.Hasan (a.s)’ın esirlik elbisesi giydiği, Hz.Zeyneb’in şehitlerin mesajını ulaştırdığı, ve Hz. Zehra’nın kendisine yapılan zulümler dolaysıyla babasının mescidinde feryad ederek coştuğu…İslamdır. Eğer Islam, yöneticilerinin gaspettikleri mevkilerde oturarak Hz.Zehra’yı sinirlendiren ve Hz.Ali’yi evine kapayan İslam ise, böyle bir İslâma boyun eğmeyeceğimizi ve asla teslim olmayacağımızı itiraf ediyoruz. Çünkü aydın bir alimin, mümin ve Resulullah ailesine inancı olan birinin görüşüne göre, peygamber ailesinin kenara itildiği islam, Muaviyelerin, Yezidlerin, Mütevekkillerin… icad ettikleri İslâmdır. Ali (a.s)’ın ailesinin olmadığı İslami kabul ederek onun yolunda çalışanların bir yere varamadıklarını tarih isbatlamıştır. Nitekim onlar çaresiz kalarak sonunda sömürgecilerin elinde kukla olmuşlardır. Bu durum zamanımızda da hepimizin şahit olduğu bir durumdur.
MANSUR İMAM CAFER SADIK(A.S)’IN KARŞISINDA HİYANETE BAŞ VURUYOR:
İmam Sadık(a.s)’ın kültürel mektebi, insanları kendi alınyazılarında etkili gördüğünden, onlara şöyle söylerdi: ‘Toplumu oluşturan sizlersiniz, sizler kendinizi mutlu veya bedbaht kılar, ilerleme veya gerilemenizin temelini atabilirsiniz.” Yani ey halk! Sizler zalim hükümdarları tahtlarından indirip, zulmü kabul etmeyerek, hükumeti daha layık ve iyi kalpli insanlara devredebilirsiniz. Müslümanların Kur’ani inançları olan bu düşünce ve ekolün yayılması, zamanın halifesi olan Mansur’a pahalıya malolmuştu. O bu inancın önünü almak ve halkı, aydınlık, şuur ve hareket mektebi olan İmam Sadık(a.s)’ın mektebinden ayırmak için, toplumda fesadı yaymağa çalıştı. Mansur kendi hedefini uygulamak ve cebriye inancını yayması için, bazı ilim adamları yetiştirmişti. Yani halkın inancını öyle bir duruma getirdiler ki, onlar fakirlik, yoksulluk, zillet ve zülümün hepsinin Allah’ın işi olduğuna, insanın bu işlerde müdahelesi olamayacağına, onu degiştiremeyeceğine inanmışlardı. Sonuçta isyan, ayaklanma ve inkilabın önü alınacak, halk zalim hükümdarların zulümlerine ve onların adamlarının yaptığı eziyetlere tahammül edecek ve itiraz yerine, şükredeceklerdi. İmam Sadık (a.s)’ın halka İslam kültürü ve akaid adıyla öğretilen böylesine yanlış ve tehlikeli bir inancın yayılmasına göz yummayacağı belli idi. İmam Cafer (a.s) bu tehlikeli ve sömürgeci inançla mücadele için bir üniversite kurmuştu. Kısa bir süre içerisinde İslam kültür ve akaidi dalında dörtbin öğrenci yetiştirerek, satılmış alimlerin tebliğlerini boşa çıkarmak için, onları halkın arasına gönderdi.
MANSUR’UN İMAM SADIK (A.S)’A YAPTIĞI ZULÜMLER:
Abbasiler Kerbela şehitlerinin intikamı ve Emevi zulümleriyle mücadele bahanesiyle halkı çevrelerinde toplayıp, Ali(a.s)’ın ailesini seven İranlılar ve Ebu Müslim Horasani’nin yardımıyla Emevileri ortadan kaldırdılar. Ama hilafeti, zamanın İmamı olan İmam Sadık (a.s)’a verecekleri yerde, hükümete kendilerinin oturmalarına fazla şaşmamak gerekir. Emevilerin ortadan kaldırıldığı Hicri 132 yılından itibaren, iş başına gelen iki halife Saffah ve Mansur’un (Birincisinin 10 yıl, diğerinin 22 yıllık) hükümetleri süresince, imamlara çeşitli eziyet ve baskılar yapıldı. İmam Sadık(a.s), Mansur devrinde şiddetli baskı altında idi. Hatta bazen halkın onunla temas kurması engelleniyordu. Harun adlı birisi İmam’dan bir konuyu sormak için ne yapması gerektiği konusunda düşünceye dalmıştı. O an salatalık satan bir seyyar satıcıyı gördü. Ona yaklaşarak tüm salatalıklarını alıp eski elbiselerini de ödünç aldı. Böylece satıcı kılığına girerek İmam’ın kapısının önüne kadar gelip, sorusunu sorup cevabını aldıktan sonra geri döndü. Mansur, İmam’ın ashabının çoğunu yakalatarak hapsettirdi. Bir kaç kez İmam’ı öldürme kararı aldı ise de, her defasında Hazretin mucizesi sayesinde planı suya düştü.
İMAM CAFER(A.S)’IN MUKAVEMET ve İFŞASI:
Çeşitli yollardan ümitsiz olan Mansur, ‘biz Abbas oğullarından ve Peygamber ailesindeniz” diye halkı kandırmağa başladı. Kendisinin layık olmadığını ve bu makama sadece Peygamber evlatlarının layık olduğunu bile bile kendini Peygamberin gerçek varisi ve İslami hilafete yakışan kişi olarak tanıtmağa çalıştı. İmam Sadık(a.s), Mansur’un bu aldatıcı davranışlarına karşı çıkarak, mektuplarında onun ailesini rezil etmişti. Birgün Mansur İmam’a şöyle yazdı: Niçin başkalarının yaptığı gibi yanımızda yer almıyorsun? İmam Mansur’a; “Dünya malından hiçbir şeyimiz yok ki senden korkalım. Seninde ahiret ve dine inancın yok ki sana ümit bağlayalım. Öyleyse niçin yanında olalım?’ Şeklinde çok güzel bir cevap verdi. Başka birgün Mansur, İmam Sadık’a şöyle yazdı: “Geliniz ve bize nasihatlerde bulununuz. O; Dünyayı sevene nasihat kar etmez ve ahireti seven ve ona inanan senin yanına gelmez”, diyerek mektubu cevapladı. Birgün İmam, Mansur’un meclisine gitmişti., Tesadüfen orada bir sinek Mansur’u rahatsız ediyordu. Ne kadar onu uzaklaştırmağa çalıştıysa da uzaklaşmıyor ve yüzüne konuyordu. Mansur, sinirlenerek İmam’a “Allah niçin sineği yaratmıştır?” diye sordu. İmam çabucak cevap verdi: ‘Kudretli zalimleri onunla zelil ve alçak etsin diye”. Mansur rahatsız olmuştu. Yavaşca yerine oturarak İmam’a gitmesi için izin verdi.
İMAM SADIK(A.S)’IN MEDİNE VALİSİNE KIZMASI:
Mansur, Beni Haşim soyundan bir kısmını şehit ettikten sonra Şeybe adlı birini Medine hükumetini ele alması ve İmam Sadık(a.s)’ı gözaltında tutması için oraya gönderdi. Şeybe Cuma günü mescide gelerek, namazdan sonra minbere çıkıp Resulullah’ın soyuna ve Ali (a.s)a kötü sözler söylemeğe başladı. Peygamberin soyunu yakından tanıyan ve onlara sevgi besleyen halk, çok rahatsız oldular ise de, konuşmağa cesaret edemediler. Tam bu sırada İmam Sadık (a.s)’ın ayağa kalkarak şöyle buyurduğunu gördüler: Senin söylediklerin iyiliklere layık olan biziz, saydığın o kötülüklere ise sen ve Mansur layıksın.” Daha sonra halka doğru dönerek şöyle buyurdu: “Kıyamet günü en çok ziyanda olan kimdir biliyor musunuz? Ahiretini başkalarının dünyasına satandır. Ve bu fasid vali işte onlardandır”. Halk büyük bir coşkuyla İmam’ı destekleyince, vali alçak ve zelil olarak meclisten çıkıp gitmek zorunda kalmıştı.
İMAM CAFER SADIK(A.S)’IN ŞEHADETİ:
Mansur, İmam’ı kendisine yaklaştırmaya veya tehditle onu susturmaya çalıştı ise de bunda başarılı olamayınca onu şehit etme karan aldı. Sonunda İmam Cafer Sadık (a.s), Hicri 148. yılın Şevval ayının 25 inde zehirlenerek şehit edildi ve pâk vücudu Medine de Bâki Mezarlığına defnedildi.
O HAZRETTEN KISA SÖZLER:
1- “Kardeşinin bir isteğini yerine getirmeye çalışan her müslüman Allah yolunda cihad edenler gibidir.”
2- “Namazlarına dikkat etmeyen kimse kıyamet günü şefaatimize nail olamayacaktır.”
3- “Dünyaya bağlanarak onu sevmenin sonucu; rahatsızlık ve üzüntü, dünyada takva ve paklığın sonucu ise ruh ve bedenin huzurudur.”
4- “Güçlülerin güçsüzlerden intikam alması ne kadar kötüdür.”
5- “Çocuklarınızın size iyilik ‘etmesi için, siz de ana babanıza iyilik edin.”
6- “Allah’tan nzkınızın halkın elinde olmamasını isteyiniz”
7- “Halkın arasında kendinden daha alim biri olduğu halde halkı kendine doğru çağıran adam, sapıktır.”
8- “Doğru olmayan şakalardan sakının. Çünkü o, düşmanlığa ve hasede sebep olur.”
9- “Münafıkın belirtisi üç tanedir.”
a) Konuştuğu zaman, yalan söyler.
b) Sözüne vefa etmez.
c) “Başkalarının emanetine hiyanet eder.”
10- “Başkalarından şüphelenmekten kaçının. Çünkü sizin Allah’tan uzaklaşmanıza neden olur.”
Rus milletvekili: Gülen CIA için çalışıyor, ABD iade etmeyecek
Rus milletvekili, Gülen’in ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) için çalıştığını ve ABD'nin onu Türkiye’ye iade etmeyeceğini öne sürdü.
Sputniknews’un haberine göre, başarısız darbe girişiminin tartışıldığı Rus devlet televizyonu Rossiya 1'de yayımlanan Voskresniy Veçer programında Rusya Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Araştırma Görevlisi Ruslan Kurbanov şu ifadeleri kullandı: “Türkiye halkı meşru cumhurbaşkanı ve egemenliği için ayağa kalktı. Gülen ağını CIA'in kendisi oluşturdu. Gülen’in Yeşil Kart başvurusunun reddi yönündeki kararın düzeltilmesi için açılan davaya destek verenler arasında CIA eski çalışanları George Fidas ve Graham Fuller, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz gibi isimler var."
Gülen'in ABD’nin yardımıyla kendi elemanlarını Türk eliti ve devlet makamlarına sızdırdığını öne süren Kurbanov ayrıca, Türkiye halkının kahramanlığı sayesinde darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığını söyledi.
Rus milletvekili Nikonov da “Bu darbe girişiminde Amerikan izi var. Gülen’in CIA için çalıştığını ve çalışmaya devam ettiğini herkes epey zamandır biliyor. Gülen’i iade etmeyecekler. Bu arada NATO Varşova zirvesinde kimse Erdoğan’ın elini sıkmadı. ABD ve NATO yöneticileri dahil. Çünkü Erdoğan, zirveden 3 gün önce Putin ile barışmıştı" dedi.
Türkiyenin Tahran Büyükelçisi, Darbeye Karşı İran’ın Türkiye’ye Verdiği Desteği Anlattı
Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Rıza Hakan Tekin “İranlı yetkililerin Türkiye’deki darbenin ilk saatlerinde gösterdikleri duruş ve demokratik bir ülkenin yanında yer almaları bizim için çok değerliydi” dedi.
Türkiye’nin İran Büyükelçisi Rıza Hakan Tekin, Tahran’da düzenlenen basın toplantısında şunları söyledi:
“Türkiye geçen hafta hükümetin içine sızmış olan terörist bir grup tarafından bir darbe sahnesine şahit oldu. Darbe girişimi ve bu girişimin başarısızlıkla sonuçlanması Türkiye’de demokrasinin derinliğini göstermiştir.
Darbeden sonra, Türkiye ve İran arasındaki derin ilişkiler bir kez daha kendini gösterdi. İranlı yetkililerin darbenin ilk saatlerinde duruşlarını açıklamaları ve demokratik bir hükümetin yanında yer almaları bizim için çok değerlidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri yeniden düzenlenecektir
Darbeden sonra alınan kararlar doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri yeniden düzenlenecektir. Şu an Gülen hareketinin nüfuzu ve mensuplarının belirlenmesi devam ediyor. Hâlihazırda hükümet kontrolü ele almış durumda ama bu, ihtiyatı elden bırakacağımız anlamına gelmiyor ve bu konuda komuta zinciri hakkında da bir sorun yok.
Bazı ülkeler hala Türkiye’deki gelişmeler hakkında önyargıda bulunmaya devam ediyorlar. Türkiye’nin üst düzey yetkilileri defalarca, darbecilere karşı yapılan bütün eylemlerin demokratik düzen çerçevesinde yapıldığını vurguladılar. Şu an darbecilerden pek çoğunun durumu belli değil ve tutuklandılar ve bu kişilerden bazıları hukuki sürecin ardından ve suçsuz oldukları belirlendikten sonra tekrar işlerine dönecekler.”
Tekin sözlerinin devamında, Hasan Ruhani ve Recep Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştirdiği görüşme, Suriye ve Irak hakkındaki görüş ayrılıkları ve Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konu hakkında işbirliğine hazır olduğunu açıklamasıyla ilgili olarak şunları söyledi:
“İki taraf arasında yapıcı bir görüşme gerçekleşti. Hatta Hasan Ruhani konuşmasında, İran’ın da Türkiye gibi sabaha kadar uyanık olduğunu ve gelişmeleri yakından takip ettiğini söyledi. Erdoğan’da İran ve Rusya ile bölge meseleleri hakkında daha fazla işbirliği yapılması gerektiğini vurguladı. Farklı görüşler var ve biz mevcut şartlarda bu ihtilafların en aza indirilmeye çalışılacağına inanıyoruz.
Dış politika konusunda herkes bir adım geride durmalıdır
Türkiye dış politikasını değiştirmeyecektir ama bütün taraflar bir adım geri atacaklar ve Suriye ve Irak konuları için halkın bütün kesimini gözeterek bir çözüm yoluna ulaşılacaktır.”
Hakan Tekin, ordunun temizlenmesi ve bu durumun Türkiye’nin NATO’daki varlığına etkisi hakkında şunları söyledi:
“Darbe girişimi askeri komuta zincirindeydi ve sadece küçük bir grup sızarak bu eylemi gerçekleştirdi. Temizleme operasyonu böylesi olayların bir kez daha tekrarlanmaması için gereklidir ve Türkiye’nin NATO üyeliği bu durumdan etkilenmeyecektir.”
Tekin, İran’ın darbe girişimine yönelik tutumu hakkında üretilen spekülasyon ve yorumlar hakkında kendisine yöneltilen soru üzerine şunları söyledi:
“İran hükümetinin darbenin ilk saatlerinden itibaren sergilediği duruş çok mutluluk vericiydi. Bizim muhatabımız, Ruhani, Zarif ve Laricani gibi açık bir şekilde Türkiye’nin demokratik hükümetini destekleyen İran hükümetinin yetkilileridir. Din âlimlerinin Türkiye’deki olayları doğru değerlendirmesi bizim için önemlidir.
Umarım turizm şirketlerinin Türkiye’ye seyahat yasağı kalkar
Biz bu konu hakkındaki bazı endişelerimizi İranlı muhataplarımıza bildiriyoruz. Hem duruşlarından dolayı teşekkürlerimizi sunuyor, hem de bazı beklentilerimizi iletiyoruz. İran turizm şirketlerinin Türkiye’ye seyahat yasağının kalkmasını ümit ediyoruz.”
Türk Basını İran’ın Net Duruşunu Yansıtmadı
İmam Hamenei’nin Askeri Danışmanı General Rahim Safevi, Tebriz Üniversitesinde yaptığı konuşmada; Türkiye hükumeti, yaşanan son darbe girişiminde gafil avlandı.
Tebriz Üniversitesinde İstihbarat Şehitlerini anma töreninde konuşan General Safevi; düşmana karlı detaylı bilgilerin elde edilmesi, askeri ve istihbarat savaşında çok büyük önem arz etmesini vurgulayarak, Türkiye’nin son olayda istihbarat zaafı yaşadığını söyledi.
Safevi; MİT darbe girişiminden sadece birkaç saat önce haberdar olmuş, Hava Kuvvetleri ve silahlı kuvvetlerin diğer birimlerindeki oluşan hareketliliğin Fetullah Gülenle ilişkili olduğunu anlamıştır. Bu, bilgi darbe girişimini yıpratmak için yeterli olsa da ama Türkiye’nin gafil avlandığı açıktır.
Safevi; İran İslam Cumhuriyeti’nin bu darbe girişimi karşısındaki ilkesel duruşunu hatırlatarak, Türkiye basını ve medyasının İran’ın bu duruşunu yayınlamadığı için eleştirdi.
Safevi; maalesef Türkiye medyası, İranlı yetkililerin darbe girişimi ile bağlı çok net ve zamanında gösterdiği tepkiyi yansıtmadılar.
Keşmir’de Yaşanan Krizin Arkasında Kim Var?
Hindistan’da çok sayıda sosyal ağ kullanıcısı güvenlik güçlerinin şiddetli müdahalesini ve Keşmir’de 10 gündür süren çatışmalarda kayıpların artmasını gündeme getirdi. Ayrıca kullanıcılar Yeni Delhi’nin bu bölgede tüm irtibat kanallarını kestiğini belirtti.
Mermilere hedef olan bir topluluğun resimlerinin sosyal ağlarda yayınlanması, özellikle Müslümanlar olmak üzere halkın öfkesine ve insani duygularının zedelenmesine neden oldu.
Yayımlanan raporlara göre, geçen 10 gün boyunca Keşmir’de güvenlik güçlerinin şiddeti sonucu 43’den fazla kişi hayatını kaybetti ve üç bin 100 kişi de yaralandı.
Hastanelerden edinilen bilgilere göre, protestoculardan 134 kişi mermi isabet etmesi sonucu görme kabiliyetlerini yitirdi.
Polis ve protestocular arasındaki çatışmalar El-Mücahidin Partisi Lideri Burhan Muzaffer Vani’nin öldürülmesiyle, geçen hafta Cumartesi günü düzenlenen cenaze merasiminin ardından Keşmir’de başladı ve 10 gündür de devam etmekte.
Hindistan güvenlik güçleri geçen hafta Cuma günü Burhan Muzaffer Vani’nin Keşmir’in Ananta bölgesinde Cuma namazına katıldığına dair aldığı istihbaratla, bölgeye giderek, Vani ve beraberindeki iki kişiyi öldürdü.
Hindistan hükümeti şiddeti önlemek için pazartesi günü herhangi bir gazete ve dergi yayınlanmasını yasakladı ve tüm haber kanallarını da kapattı.
Çatışmaların başladığı 10 günden itibaren internet ve bu kuzey şehrinin diğer bölgelerle telefon hattı kesilmiş durumda.
Keşmir Polisi durumu kontrol altına almak için geçen hafta Cumartesi gününden itibaren Srinagar, Paloma, Anantnag, Shopian, Kupvara ve Kulgam şehirlerinde giriş çıkış ve protesto yasağını uygulamaya koydu.
Bazı uzmanlara göre Hindistan hükümeti bu eylemi muhaliflerini bastırmak ve uluslararası toplumun tepkilerini engellemek için gerçekleştirdi.
Son zamanlarda şiddetin ve Keşmir’deki çatışmalarda kayıpların artmasıyla birlikte, birçok Müslüman gazetelerde ve sosyal ağlarda hükümetin ve güvenlik güçlerinin tutumunu şiddetle kınadı.
Keşmir Başbakanı Mahbube Mufti güvenlik güçlerini ve polisi şiddet eylemlerine karşı uyardı. Hindistan Başbakanı Narendra Modi’de geçen hafta Salı günü Afrika ziyareti dönüşü sırasında medyanın tutumunu eleştirip, medyanın Vani hakkında haberler yayınlayarak onu kahraman ilan ettiklerini açıkladı. Keşmir’de bazı siyasi aktivistler El-Mücahidin Partisi Lideri’nin öldürülmesini eleştirerek, El-Mücahidin Partisi Lideri’nin öldürülme şeklinin halkı kışkırttığını belirttiler.
Siyasi aktivistler, “polis 22 yaşındaki bu genci Cuma namazında öldürerek, onu bir kahramana dönüştürdü” dedi.
Keşmir’deki bir siyasi aktivist de güvenlik güçlerinin geçen 10 gün boyunca 40’dan fazla Keşmirli genci öldürmesini ve birçok kişiyi de yaralamasını uygunsuz bir davranış olarak değerlendirdi.
Keşmir’deki siyasi aktivistlerden Muhtar Hüseyin Caferi İRNA’ya verdiği röportajda, Hindistan hükümetinin tüm haber kaynaklarını kapatarak, güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerini örtmeye çalıştığını belirtti.
Muhtar Hüseyin yaşanan son gelişmelerin asıl nedenin Vahhabi gruplar olduğunu belirterek, son yıllarda bölgede aşırıcılığın arttığını söyledi.
Muhtar Hüseyin ayrıca, güvenlik güçlerinin bu uygunsuz eylemlerinin Keşmir’de krizin başlaması ve devam etmesinin asıl nedeni olduğunu belirtti.
Keşmir’de Mefatih’ul Ulum Medresesi Müdürü Seyyid Muhammed Sebtan da Suudi Arabistan’ın son yıllarda aileleri ve medreseleri radikal eylemlere çekmek için fazlasıyla maddi yardımda bulunduğunu söyledi.
Seyyid Muhammed Sebtan, Selefilere bağlı radikal grupların Şiiler arasında yeri olmadığını vurguladı.
Keşmir’deki krizin asıl kaynağı
Keşmir Orta Asya’da ve Hindistan Yarımadasındadır. Doğuda Çin’le, kuzeybatıda Afganistan’la, batıda Pakistan’la ve güneyde de Hindistan’la sınırı vardır.
Keşmir’de krizin ilk ortaya çıkışı Hindistan’ın İngiltere tarafından işgal edildiği dönemlere dayanmaktadır ve o günlerde bu yarımadanın mezhebi olarak bölünmesi gündeme gelmiştir.
Hindistan’ın bağımsızlığından önce, Keşmir, Haydar Abad ve Cungadipura şehirleri bağımsız ve özerkti.
Yarımadanın mezhebi olarak bölünmesi ve Müslümanların şu an ki Pakistan’a göç etmesinden sonra, bu şehirler bölünen yarımadanın dışında bırakıldı ve bu bölgelerin kendi kararlarını alması, Hindistan ya da Pakistan’ın egemenliği altında olması yönünde anlaşma sağlandı.
14 Ağustos 1947 yılında Pakistan ve bir gün sonra da Hindistan bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlıktan sonra Pakistan zayıf ve askeri güçten yoksun bir ülkeydi, Hindistan anlaşmaya uymayarak, çoğunluğu Müslüman olan Haydar Abad ve Cungadipura’yı işgal edip kendi topraklarına kattı.
Pakistan’da bu olaya tepki olarak seferberlik ilan ederek, hiçbir gerekçe göstermeden bağımsız olan Keşmir’e girerek, Srinagar’a kadar ilerledi. Bu olayın ardından Keşmir’in Hindu valisi Hari Singh Keşmir’den kaçtı.
Hindistan çok zeki bir şekilde Keşmir’in siyasi tutuklularından olan Şeyh Abdullah’ı hapishaneden çıkararak onunla anlaştı. Böylece 27 Ekim 1947 yılında Hindistan Ordusu tam teçhizatla Keşmir’e girerek, Pakistan güçlerini dağlık şehirlere kadar geri püskürttü.
Bu çatışmaların ardından Birleşmiş Milletler güçleri bölgeye geldi ve ateşkes emri çıkardı. Sonuç olarak Keşmir, Hindistan ve Pakistan kontrolünde olmak üzere iki bölgeye ayrıldı.
Bu çatışmaların ardından Keşmir’in yaklaşık yüzde 70’i Hindistan’ın kontrolü ve kalan kısmı da Azad Keşmir ve kuzey bölgeleri adı altında kaldı.
Halkın çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu dağlık bölgelerin bir kısmı ve Keşmir’in kuzeyi iki bölgenin ortasında kaldı ve Pakistan ve Hindistan olmak üzere, iki ülkenin herhangi birinde oy kullanma hakkına sahip olamadılar. O günden itibaren El-Mücahidin, El- Mü’minin, Leşker-i Tayyibe, Konferans-ı Hürriyet gibi partiler özerklik kazanmak ya da şartlı olarak Pakistan’a bağlanmak için Hindistan Hükumetiyle savaş halindeler.
Hindistan ve Pakistan 1947 yılındaki bağımsızlıklarından şimdiye kadar bu bölgeye hâkim olmak için iki defa savaşa girdiler.
1989 yılından bu güne kadar Keşmir askerleri ve Hindistan emniyet güçleri arasındaki çatışmalarda 68 bin kişi hayatını kaybetti.
Darbeyi Kim Planladı?
Allah’ın adıyla
Türkiye FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması)’nın tetikçiliğini yaptığı uluslararası kanlı bir darbe teşebbüsünü halkın eşsiz basiret ve cesareti ile atlatmayı başardı.
İlk gün oluşan toz ve sis bulutu dağıldıkça Türkiye tarihinin teşebbüs açısından en kara, halkın direnişi açısından eşsiz bir zafer hükmünde olan darbe kalkışmasında yaşananlar ve olayın gerek ulusal ve gerekse uluslararası boyutları aşikar olmaya başladı. Her yeni bilgi insana küçük dilini yutturacak cinsten.
Benim kanaatime göre 15 Temmuz darbe kalkışması ve ardından yaşananlar Türkiye açısından tarihi bir kırılma noktası olmuştur. Bundan sonra Türkiye asla eski Türkiye olmayacaktır. Ve yeni Türkiye’nin alacağı şekilde bölgedeki tüm dengelerin yeniden şekillenmesine yol açacaktır.
Bu iddialı savı bazı sorular çerçevesinde analiz edelim.
Darbeyi kim, niçin planladı?
Darbe teşebbüsünün sahadaki tetikçisinin FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması) olduğu artık herkes için ayan beyan olmuş durumda. Ancak burada dikkatlerimizi taşeron ve tetikçilere yoğunlaştırırsak darbenin esas planlayıcısı ve sahibini gözden kaçırırız. Peşine düşeceğimiz soru şu olmalı: “Taşeron ve tetikçinin ötesinde bu darbenin esas planlayıcısı kimdir ve neyin peşindedir?”
Bu sorunun birinci bölümünün cevabı akıl sahipleri açısından açık ve yalındır. Fethullah Gülen (Hizmet) Hareketi bu zamana kadar kimin kucağında büyümüş ve halen kimin kucağında oturuyorsa darbenin esas planlayıcısı ve sahibi odur.
Hepimiz biliyoruz ki, Gülen Hareketi Amerika ve İsrail’in kirli kucağında yetişmiştir. Ve Hizmet Hareketi’de Amerika ve İsrail’in kucağında olmaktan şeref duyduğunu değişik karinelerle binlerce kez deklare etmiştir.
Sorunun bu bölümü için sözün özü: Bu darbe Amerika, Avrupa Birliği ve İsrail yapımı bir komplodur. FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması) ve ileride daha netleşecek bir kısım bileşenler NATO’nun taşeron, tetikçi ve paralı askerleridir.
Sorunun “Darbeyi planlayanlar neyin peşindedir?” şeklindeki ikinci bölümünü analiz etmek ise nispeten daha çetrefilli bir iş olmakla beraber akıl sahipleri için uzak bir hakikat değildir.
Amerika’nın hakikatte BİP (Büyük İsrail Projesi) ancak resmiyette BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) olarak adlandırdığı ve Ortadoğu’da ki yirmi iki ülkenin sınır ve rejimlerini değiştirmeyi amaç edinen ve dönemin ABD Başkanı Bush tarafından “Büyük Haçlı Seferi” olarak duyurulan asrın sulta operasyonu, “Direniş Cephesi”nin (İran, Irak Merkezi Hükümeti, Suriye, Lübnan Hizbullah Hareketi, Yemen Ensarullah Hareketi vd. bileşenler) eşsiz fedakarlık ve karşı koyuşuyla sekteye uğradı ve kısmen geri püskürtüldü.
Bu gelişmenin yansımaları olarak ta bugün Batı Dünyası karşısındaki en etkin güç olan Rusya’nın Direniş Cephesi ile sürekli derinleşen ve genişleyen bir ittifakı oluşmaya başladı. Ayrıca Amerika ve yandaşlarının BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) çerçevesinde en fazla bel bağladıkları ve operasyon üssüne çevirdikleri Türkiye, girişimin altıncı yılında neredeyse yüz seksen derecelik ciddi bir pozisyon değişimine yöneldi.
Amerika ve yandaşları açısından hezimet olacak bu gelişmeleri onlara göre önlemenin yolu Türkiye’de “ontolojik (yani kalbi ve beyni ile Amerika’ya iman etmiş) Amerikancı bir hükümet” tesis etmekti. İşte onun için düğmeye basıldı.
Pragmatik Amerikancılık ile Ontolojik Amerikancılık aynı şey mi?
Bu soru darbe girişimini doğru analiz etme ve anlama da hakkıyla cevaplanması gereken bir sorudur. Zira pek çok şahsiyet ya da çevre bu ikisi arasındaki farkı anlayamadığından olayları (dünyayı) doğru okuyamıyor ve doğru tepki veremiyor.
Pragmatik (çıkarcı) Amerikancılık, mevcut makam ve imkanları korumak amacıyla şartların dayatması, kuşatması ya da zorlamasıyla oluşan bir tür birlikte iş tutma girişimidir. Oysa ontolojik (varoluşsal) Amerikancılık ise kalbi ve beyni ile Amerika’nın ilahlığına iman etmiş olmanın adıdır. Bu anlayışa göre onlarla bir olmak imanın gereğidir ve ona hizmet etmek ibadetin kendisidir. Dolayısıyla bu iki tür Amerikancılık birbirinden yüzde yüz farklıdır.
Burada hiç kimsenin mevcut günah ve suçlarını örtmeye ve ortak olmaya çalışmadan ama cesaretle şunu söyleyelim: Mevcut iktidarın Amerikancılığı pragmatiktir oysa FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması)’nın Amerikancılığı ise ontolojiktir.
Darbeyi kim, nasıl bastırdı?
Şunu gururlanarak itiraf edelim: Darbeyi basiret ve cesaret sahibi halk bedelini ödeyerek bastırmıştır! Ama çözülmesi gereken bir soru daha var: “Daha önce Türkiye tarihinde hiç olmamış bir olay olarak halkı sokaklara davet fikri nasıl gelişti?”
Bu soruyu cevaplamaya belki birçoğumuz için yeni (ve belki de şimdilik uçuk gibi görünen) bir iddiayı dillendirerek başlayalım. Uluslararası bazı haber portallarının dillendirdiği iddia şöyle: Cumhurbaşkanı Erdoğan darbe girişiminin başladığı 15 Temmuz Cuma akşam saatlerinde Marmaris’teydi. Darbe kalkışmasının başlaması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hayatının tehlikeye girmesi üzerine yetkililer, karşı hamleleri yönetmesi için Erdoğan’ı güvenli bir ülkeye götürmek istediler. Bunun için önce Avrupa Birliği (özelde Almanya) nezdinde girişim yapıldı. Ancak ret cevabı alındı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan İran’ın başkenti Tahran’a yöneldi. İran savaş uçaklarının refakat ettiği cumhurbaşkanlığı uçağı Tahran’a indi.
( Bu iddiayı daha detaylı okumak için: https://rasthaber.com/erdogan-o-aksam-tahrandamiydi/ )
Halkın sokaklara davet fikrinin de burada oluştuğu iddialar arasında.
Şöyle bir bilgi araştırmacılar nezdinde aşikardır. Satılmış silahlı güçlere karşı halka yaslanmayı ilk kez İmam Humeyni 1979 devrim sürecinde uygulamıştır. Belki de o günleri yaşamış bir akil insan ya da yetkili bir şeyler fısıldamıştır… Bilemiyoruz…
Tüm olup bitenler bir tiyatro mu?
Türkiye’de içlerinde anti-emperyalist çevreler, solcular, milliyetçiler, muhafazakarlar, Şiiler ve Alevilerinde olduğu geniş bir yelpazede tüm olup bitenin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a başkanlık yolunu açmak için bir tiyatro olduğunu iddia ediyorlar. Onların bu iddiasını da cevaplamak gerekiyor.
Esasında bu iddianın sahipleri zımnen şunu demiş oluyorlar: Cumhurbaşkanı Erdoğan başkan olabilmek için çoğu rütbeli ve makam sahibi binlerce asker ve bürokratı ikna etti ve onlara dedi ki: Siz önce sokaklara çıkın. Yakıp yıkın. Sonra ben gelip sizin bir bölümünüzü öldüreyim bir bölümünüzü yaralıyayım. Kalanları tutuklayıp makam ve rütbelerini sökeyim. Sizin tümünüzün hayatı kararsın ancak bana da başkanlık yolu açılsın…
Olup biten bir tiyatrodur demek işte bunu demektir.
Böyle bir iddiaya inanmak için beynin contalarının ya yanmış ya da sıyrılmış olması gerek.
Peki, bu saçma iddia hala niçin dillerde? Cevap çok basit: Darbenin başarılı olmasını isteyenler “keşke darbe başarılı olsaydı” diyemediklerinden “tüm olup biten bir tiyatro” diyorlar. Mesele bundan ibaret.
Olaylar neden doğru okunamıyor?
Yukarıda da belirttim içlerinde anti-emperyalist çevreler, solcular, milliyetçiler, muhafazakarlar, Şiiler ve Alevilerinde olduğu geniş bir yelpazede hatırı sayılır bir kitle, maalesef olayları doğru okuyamadı ve dolaylı veya zımni olarak darbeciler ile aynı safta yer aldı. Tüm kesimler için yüz kızartıcı olmakla beraber özellikle Şiiler açısından tam zül bir durum!
Tüm hayat boyu Hüseyin – Yezid muhabbeti yapacaksın fakat ilk kargaşada yolunu kaybedip yoldan sapacaksın. Bu kabul edilebilecek bir durum değil.
Peki, dostlar niçin olayları (dünyayı) doğru okuyamıyorlar? Çok daha uzun bir analizin konusu olması gereken bu soruyu şimdilik iki madde halinde cevaplayalım.
Birincisi ve en önemlisi dünyaya bütüncül bakamama sorunu. Şöyle ki, eğer dünya global bir köy olup içinde yaşananlarda “hak-batıl” mücadelesi ise bizler öncelikle hak ve batılın müşahhas sahiplerini tespit etmeliyiz. Yani problemin başlangıcı şu olmuş oluyor: Bugün Musa kimdir ve Firavun kimdir?
Bugün güncel istikbar (Yezid) Amerika’dan başka biri midir? Ve bugün güncel Firavun onun başkanı değil midir? Ve bence bugün Musa, Velayet-i Fakih’den başka kim olabilir?
Demek ki, esas düşman emperyalizm ve onun bileşeni olan siyonizmdir. Yani adını koyarsak Amerika, Avrupa Birliği, İsrail ve NATO’dur.
Esas düşmanı gözden kaçırır taşeron ve tetikçilere dikkat kesilirsek olayların künhü kavranamaz, ayaklar kayar ve yollar sapar.
İkincisi: Esas düşmanı gözden kaybedenler tüm öfke ve kinlerini bir şahsiyete yöneltiyorlar. Bu da onları “devrilsin de nasıl devrilirse devrilsin ve o gitsin de kim gelirse gelsin” gibi saçma sapan ve aklın asla onaylamayacağı bir mantığa götürüyor.
Oysa bu şahsiyetler gözlerini tarihte masum İmamlara (a.s) ancak aynı zamanda güncelde Velayet-i Fakih’e çevirseydiler kaymayacak, sapmayacaklardı.
Muntazar Musavi / Rasthaber
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü: Ban Ki-mun’un raporunda Amerika’nın doğrudan etkisi var
Behram Kasımi, “BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un 2231 sayılı kararla ilgili sunduğu raporda ABD’nin etkisi vardır” dedi.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un 2231 sayılı kararın yürürlüğe girmesiyle ilgili olarak sunduğu rapora ilişkin yaptığı açıklamada, “Bu rapor, nükleer anlaşmanın ilkeleri ile çelişkilidir. Ban Ki-mun’un İran’a yönelik ileri sürdüğü açıklamalar dayanaksızdır” ifadelerini kullandı.
Sözcü, “İran füze programının endişe verici olduğunu ileri süren bu rapor ard niyetli bir şekilde hazırlanmıştır. İran İslam Cumhuriyeti açısından ülkenin savunma sistemi hakkında bu gibi açıklamaların öne sürülmesi kabul edilebilir değildir” değerlendirmesinde bulundu.
Behram Kasımi, açıklamasının bir bölümünde de Amerika’nın nükleer anlaşma ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini vurguladı.
Rusya: İran 2231 Kararını İhlal Etmemiştir
Rusya’nın Birleşmiş Milletler ’deki daimi temsilcisi 2231 kararı ile ilgili olarak, “Tahran füze denemelerinden alıkonulmadı sadece bu konudan sakınması önerildi. Bu öneriye uyulması zorunlu olmamakla birlikte, Tahran 2231 kararını ihlal etmemiştir” dedi.
Rusya’nın Birleşmiş Milletlerdeki daimi temsilcisi Vitaliy Çurkin Vzglad İnternet Gazetesi ile yaptığı röportajda İran ve 5+1 ülkeleri arasındaki Nükleer Anlaşmanın başarılarına değinerek, “Nükleer Anlaşma son yıllarda uluslararası diplomasi alanında en önemli gelişmelerden biridir” dedi.
Çurkin röportajında şunları söyledi: “ Asıl kısmını İran ve 5+1 ülkeleri arasındaki Nükleer Anlaşmanın oluşturduğu 2231 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının kabulü, uluslararası en karmaşık meselelerin bile, onu çözmek için siyasi bir iradeye ve anlaşmaya hazırlıklı olunduğu sürece hallolabileceğinin açık bir örneğidir.
Bu kadar karmaşık bir sistemden bahsedildiğinde, hangi tarafın anlaşmanın uygulanmasından tam bir şekilde razı olduğunun söylemesinin çok zor olduğu açık bir durumdur.
Tahran bu durumdan razı değildir. Çünkü yaptırımların tek taraflı olarak kaldırılması çoğunlukla ekonomik ve ticari ilişkilerin normalleşmesini sağlamamaktadır ve birçok Batı şirketi Amerika’nın muhtemel tepkisinden korkmaktadır. Karşı taraftaki ülkeler de İran’ın füze denemelerini gündeme getirmektedir, oysaki İran’ın bu konuda herhangi bir yasağı bulunmamaktadır.
Her halükarda Nükleer Anlaşmanın iyi bir şekilde ilerlediğine inanıyoruz. Öte yandan Güvenlik Konseyi Üyeleri İran’ın füze denemeleri konusunda anlaşma sağlayamamıştı. Bu durumda şunu hatırlatmak isterim ki, 2231 kararı İran karşıtı önceki kararları bozmaktadır. İran’ın füze denemeleri yasaklanmamış, sadece sakınması önerilmiştir. Bu öneri görmezden gelinebilir ve Tahran 2231 kararını ihlal etmemiştir.”