کارگر

کارگر


Cumhurbaşkanı Ruhani, Amerika’nın İran’ın varlıklarını iç etmesine izin vermeyeceklerini söyledi.

Eyalet gezisi kapsamında İran’ın güneydoğusunda yer alan Kirman eyaletine giden Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İslami Şura Meclisi seçimlerinden doğan rekabet ortamının artık birlik beraberliğe dönüşmesi ve herkesin tek yumruk olması gerektiğini açıkladı.

Bundan böyle İslami Şura Meclisi ile hükümetin yan yana halkın sorunlarını çözmesi gerektiğini, halkın ne Meclis ve ne hükümetten anlaşmazlık beklemediğini dile getiren Cumhurbaşkanı Ruhani, “Halk, seçimlere katılarak kendi görevini yerine getirdikten sonra, hükümet ve Meclis’te işbirliği bekliyor” diye konuştu.

Dün dünyanın genelinde düşmanların rahatlıkla İranofobi siyasetini izleyebildiğini ve İran aleyhinde konuşabildiğini kaydeden Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, “Bugün nükleer anlaşmadan sonra ticaret için artık önümüz açılmıştır. Yatırım yapmak istediğimiz zaman onlarca ülke İran’da yatırım yapmak için bize başvuruyor. Düne kadar ise paramızı donruruyor ve İran’da yatırım yapmak isteyenler, onlarca koşul dayatıyordu” diye vurguladı.

Nükleer anlaşmadan sonra İran’da 3 milyar 418 milyon dolar doğrudan yatırım yapıldığını belirten Cumhurbaşkanı Ruhani, “Yanlışlıkla halkın parasını Amerika’nin hizmetine sundular. 2007-2008 yıllarında paramızı Amerika’nın elinden almamıza fırsat bulunmasına rağmen, bunu yapmadılar. Ancak biz Amerika’nın İran halkına ait bu paraları iç etmesine izin vermeyiz” diye ekledi.

Y.B

Perşembe, 12 May 2016 00:51

İstanbul-Tahran yakınlığına vurgu

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Tahran’da Tahran Belediye Başkanı Muhammed Bagir Galibaf ile bir araya geldi.

İstanbul'da 150 kilometrelik metro inşaatının devam ettiğini ve dünyada kendi kaynaklarından metro yapan tek belediye olduklarını belirten Başkan Topbaş da İBB'nin iç borcu ve günü gelmiş dış borcu bulunmadığını söyledi.

“Geçmişte maaş ödeyemeyen belediyeden kendi kaynaklarıyla metro yapan bir belediyeye geldik” diyen Topbaş, “Metroları ve diğer büyük yatırımları halkımızın desteğiyle yapıyoruz. Başaramayacağımız sözü vermiyoruz ve söz verdiğimizde mutlaka yapıyoruz. İstanbulluların güveni olmasa bu kadar büyük işleri başaramazdık” ifadelerini kullandı.

Topbaş'ın danışmanları ile KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım'ın da yer aldığı ziyarette, İstanbul ve Tahran'da gerçekleşen kültür ve turizm yatırımları da konuşuldu. Görüşmede Topbaş ile Ghalibaf, İBB'nin şirketlerinden KİPTAŞ'ın Tahran'da site tarzı konut yatırımı yapmasını kararlaştırdı.

Ziyareti kapsamında 280 hektarlık alanda kurulan uluslararası Tahran fuarının açılışını da yapan Kadir Topbaş ve heyeti, şehirdeki 300 dönümlük yapay göl ve mesire alanını da gezerek yetkililerden projeler hakkında bilgi aldı. Fuar açılışında İranlı meslektaşına İstanbul'da yapmayı planladıkları dünyanın en büyük kongre ve fuar merkezi projesinden bahseden Topbaş, aile bireylerinin birlikte ziyaret edebileceği fonksiyonlarla donatılacak merkezin, bu özelliğiyle de dünyada ilk olacağını kaydetti.

Kadir Topbaş, daha sonra Belediye Başkanı Galibaf ile birlikte İran'ın başkenti Tahran'ın simgesi ve 435 metre yüksekliğiyle dünyanın en yüksek dördüncü gökdeleni konumundaki Milad Kulesi'ni gezdi. Mimar Kadir Topbaş, Galibaf ile birlikte en yüksek noktadan şehre bakarak Tahran'daki mimari gelişmeleri konuştu.

üce Allah Kur’an’da salih amellerin kabulü için bir takım şartlar ortaya koymuştur; nitekim salih amel kabul olmadan onu sonuç ve bereketlerinden faydalanma noktasında ümitli olamayız.


Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA - Kur’an ayetlerinde her amelin kabul olması, niyet ve salih amel olmak üzere iki şarta bağlanmıştır. Bu, şu manadadır ki Allah katında makbul olan amelin hem fail bakımından ve hem fiil bakımından hüsnünün olması gerekir; yani failin niyeti temiz olmalı ve amel de iyi ve salih olmalıdır. Bu iki şartın gerçekleşmesine engel olan her şey amelin kabulüne ve neticede Allah’a yakınlaşmaya engel olacaktır. Ama bazen de her iki şartın var olmasına karşın amel makbul olmaz ve yakınlığı sağlamaz. Çünkü amelden sonra yapılan şeyler o amelin yok olmasına neden olur. Amelin yok olmasına neden olan unsurlardan birisine işaret etmek istersek minnet bırakmak unsuruna işaret edebiliriz. Minnet bırakmak, makbul amel ve onun tesirini ortadan kaldırır. Bu makalede bu ahlaki rezaletin sebep ve sonuçlarına değinilecektir.


Salih Amellerin Kabul Olma Şartları
Yüce Allah Kur’an’da salih amellerin kabulü için bir takım şartlar ortaya koymuştur; nitekim salih amel kabul olmadan onu sonuç ve bereketlerinden faydalanma noktasında ümitli olamayız.
Esasen insan her iyi işi yaptığında onun maddi ve manevi sonuçlarına ulaşmak hedefini güder. Bu sonuç ve tesir, amelin tesir etme şartları gerçekleştiğinde mümkün olur. Kur’an’ın her amel için beyan ettiği en önemli şartlar şunlardır:
1. İhlas: İhlas kelimesi, “خلص” kökündendir ve karışımlardan arındırmak ve seçmek anlamındadır. Bu kelimenin hakikati Kur’an ve şeriat literatüründe Allah’tan başkasından uzaklaşmak ve arınmak anlamındadır.
Elbette Eminu’l-İslam Tabersi, İhlasın Kur’an’daki manasını bundan daha üst bir düzeyde bilmiştir. O şöyle yazıyor: İhlas ilahi bir sırdır ve sadece Allah’ın sevgili kullarının kalplerine yerleşir. (Mecmeu’l-Beyan, c.1-2, s.409). Buna göre ihlas, herkeste gerçek manada gerçekleşmez; gerçekte Allah’ın sevgili kullarına özel ilahi bir emanettir. Muhabbet ne kadar artarsa, ihlas da o ölçüde artar ve aynı ölçüde ihlasın tesirleri de artar. Bu yüzden ebrar, mukarrabin ve sabikun’un ihlası, her ihlastan daha üstün ve Allah katında daha makbuldür.
Kur’an’a göre her insanın değeri, ihlasla yaptığı ibadi amellerine bağlıdır. Yüce Allah, inanç ve amelde ihlasa ulaşmanın onun katında insanın değerini belirleyeceğini buyuruyor. (Bakara/112, Al-i İmran 162-163)
Nitekim eğer bir amel ihlas unsurundan mahrum olursa ve salih amel şirk ve riya gibi unsurlarla karışırsa, o amel değerini kaybeder ve Allah onu kabul etmez.
2. Fail ve Fiilin Hüsnü: Her amelin kabulünün ikinci şartı, o amelin salih ve iyi olmasıdır; yani amel kötü ve çirkin işlerden olmamalıdır. Buna göre insanın yaptığı hiçbir kötü iş kabul olmayacaktır. Elbette iyi ve salih amelden maksat, amelin kendisinin iyi ve güzel bir iş olmasıdır; insan o ameli kötü bir şekilde yerine getirse bile. Zira bazen insan bazı içsel ve dışsal nedenlerden ötürü ameli olması gerektiği layık bir şekilde yapamaz ve amelinin eksiklikleri olur. Ama amelin kendisi iyi olduğu için kabul edilir. Kur’an ayetlerinde, Bakara Suresinin 112. Ve Nisa Suresinin 125. Ayetleri gibi, “muhsin” kelimesi kullanılmıştır; bu amelin kabulünde iyi ve salih olma şartını belirtmektedir. Aynı şekilde Fatır Suresinin 10. Ayetinde amelin yukarı gitmesinin ve kabulünün şartının iyi niyet ve salih amel olduğu belirtilmiştir. Diğer bir deyişle, amel ancak fiil ve failin hüsnü var olduğunda kabul olacaktır; yani ameli yapan kişi iyi bir niyete sahip olmalı ve fiili de iyi ve salih olmalıdır.
3. İhsan ve Takvanın Devamı: Şimdiye kadar açıklananlar amelin kabulü için gerekli olan iki temel şarttır.
Bununla birlikte bazı ayetlerde işi zorlaştıran diğer bir şart yine öne koşulmuştur; şu manada ki amel sırasında fail ve fiilin hüsnü tek başına yeterli değildir, ihlaslı ve salih amele sahip şahsın her zaman takva ve ihsana da sahip olması gerekir. Nitekim Yüce Allah, Bakara suresi 112 ve Nisa suresi 125. Ayetlerde “muhsin” kelimesini kullanmıştır. Zira Muhsin, ihsan sıfatı şahsın daimi sıfatı olduğu zaman mana buluyor. Çünkü bir defa iyi bir iş yapan birine Muhsin denilmez; Muhsin her zaman ihsan ehli olan birine denir. Yine Yüce Allah Maide Suresinin 27. Ayetinde şöyle buyuruyor: “Allah sadece takva sahiplerinden kabul eder”. Bu ayette de “muttaki” ismi üzerinde durulması, salih amelin muttaki ve takva sahibi biri tarafından yapıldığı zaman kabul edileceğini göstermektedir. Buna göre amel sırasında takva sahibi olan birinin ameli doğru sayılsa bile, eğer amelden sonra takva sıfatından mahrum olursa, ameli makbul olmayacaktır. Çünkü amelin kabul şartı, onun takva sıfatının kendisinde meleke haline gelmiş biri tarafından yapılmasıdır. Buna göre salih amellerin kabul olmasında amel sırasındaki ihlaslı niyet yeterli değildir; ihlas sıfatının şahısta sürekli ve kalıcı olarak kendini göstermesi gerekir ve salih amelin failinin de muttaki ve muhsin olması gerekir.
Amellerin Kabulüne Engel Olan Unsurlar
Amelin kabul şartlarına dikkat edildiğinde görülür ki ihlas, amelin salih olması, failin Muhsin ve muttaki olması gibi unsurların yokluğu salih amelin kabulüne engel olan en önemli manilerdendir.


Bu temelde Kur’an ayetlerinde amellerin kabulüne engel olan unsurlar bunlarla alakalı bir şekilde açıklanmıştır. Şimdi onlardan bazılarına işaret diyoruz:
1. Şirk: Şahsın salih amel sırasında Allah’tan başkasını da araya sokmasıdır. Kur’an’a göre böyle bir amel salih olsa bile, makbul olmamakla birlikte doğru da değildir ve batıl bir ameldir.
2. Riya: Riya, amelin halkın göreceği bir şekilde yapılması ve ona karşı hayırlı amel zannında bulunulmasına çalışılmasıdır. Yüce Allah bazı Kur’an ayetlerinde riyayı salih amelin batıl olmasının nedeni saymıştır (Bakara 264-266). “İhbat” insanın iyi amellerinin neticesinin yok olması manasındadır; yani salih amel tüm değerine rağmen hiçbir olumlu ve yapıcı sonuç ortaya çıkarmayacaktır ve insanı Allah’a doğru yükseltip yakınlaştırmayacaktır. Bu bakımdan fail ve fiil değersiz bir hale gelmektedir. Yüce Allah, amellerini riyaya bulamamaları hususunda müminleri uyarmaktadır; zira ilahi muhabbetten mahrumiyete (Nisa 36 ve 38), Allah’ın hidayetinden mahrum olmaya (Bakara 264, Nisa 142-143), şeytanla birlikteliğe (Nisa 38) ve amellerin yok olmasına (Bakara 264-266) neden olmaktadır. Bu yüzden riya ile yapılan ameller haram sayılmıştır. (Bakara 264, Nisa 36 ve 38, Enfal 47, Kehf 110, Maun 1-6).
3. Eziyet: Bakara Suresinin 264. ayetinden anlaşıldığı kadarıyla salih ameller eziyet ile birlikte olursa, riya ile infakta bulunmak gibi, değersizdir ve Allah katında makbul değildir, Allah’a da yakınlaştırmaz.
4. Minnet Bırakmak: Yüce Allah Bakara Suresinin 264. ayetinde minnet bırakarak yapılan infakı kâfirlerin riya ile yaptıkları infaka benzetmiş ve şu noktaya tekit etmiştir ki kâfirlerin infakı kabul edilmediği gibi, minnet bırakılarak yapılan infak da aynı şekildedir ev asla kabul edilmeyecektir. Buna göre minnet bırakan biri, salih amel yapan kâfir gibidir. Diğer bir deyişle, minnet bırakan Müslüman ve mümin olsa dahi bu konuda kâfir gibidir; kâfir birinin ameli faili hüsnün, ihlas ve iyi niyetin olmamasından dolayı batıl ve değersiz olduğu gibi müminin iyi ameli de minnetle birlikte olursa batıl ve değersizdir ve sanki bu ameli kâfir biri yapmış gibidir.
Minnet nedir?
Denildiği gibi ameli yok eden ve salih ameli değersiz kılan etkenlerden birisi minnet bırakmaktır; zira amelin kabul olma şartlarında şahsın muttaki ve muhsin olması gerektiği ve bu iki sıfatın şahsın nefsinde iyice yerleşmesi ve meleke haline gelmesi gerektiği açıklandı. Öyleyse riyakâr ve minnet bırakan birinin ihsan ve takva sıfatından yoksundurlar; zira eğer böyle olmasaydı amel sırasında riyakârlık etmez ve minnet bırakmazdı, hatta amelden sonra bile minnet bırakmazdı.
Elbette rivayetlere göre riya sadece salih amel sırasında gerçekleşir; yani amel yapılıp bittikten sonra riyanın manası kalmaz. Diğer bir deyişle, infak eden, namaz kılan veya oruç tutan biri amel sırasında gösteriş yapıp riyakârlık edebilir, ama salih amelden sonra riyakârlığın manası yoktur.
Ama minnet bırakmak, amel sırasında da amelden sonra da ve hatta yıllar sonra da gerçekleşebilir. Buna göre minnet bırakmadaki durumun riyadaki durumdan daha kötü olduğu söylenebilir. Nitekim şahıs salih ameli yaptıktan yıllar sonra minnet bırakarak amelini batıl edip bırakacağı olumlu tesirleri yok edebilir.
İmam Sadık (a.s) minnet bırakarak salih amelin yok edilmesi hakkında şöyle buyuruyor: “Minnet bırakmak iyiliklerin değerini yok eder. (Kâfi, c.4, s.22)
Peygamber efendimiz de şöyle buyuruyor: “Din kardeşi için iyi bir iş yaptıktan sonra ona karşı minnet bırakan kimsenin işinin sevap ve mükâfatını Allah yok eder ve onun için sadece günahı kalır. sonra Hazret şöyle buyurdu: Yüce Allah buyurdu ki minnet bırakanı cennetten mahrum ettim.” (Vesailu’ş-Şia, c.9, s.452).
Dil bilimcilerin çoğu minnet bırakmanın asıl manasının “kesmek, ayırmak” olduğu görüşündedirler. Bazıları da bu kelimenin asıl manasının ağırlık olduğunu söylemişlerdir; bu bakımdan değerli nimet ve iyiliğe minnet demişlerdir. Diğer bir deyişle minnet, kendisiyle başka şeyler tartılan taşa denir. Buna göre bu tabir değerli ve ağır nimetler hakkında kullanılmaktadır.
Bu kelime zıt manaları olan bir kelimedir. Bu bakımdan “Mennan” kelimesi iki manada kullanılmıştır: 1. Başkalarına çok bağış ve ihsanda bulunan; 2. Bağışından dolayı övünen ve bu şekilde amelini yok eden kimse.
Diğer taraftan el-Mennan Allah’ın güzel simlerinden biridir ve çok bağışlayan, çok ihsanda bulunan manasındadır.
Şüphesiz onun Allah hakkındaki kullanımı müspet ve değer yükü bakımındandır; çünkü Allah her türlü ayıp ve eksiklikten uzaktır.
Bu kelimenin insanlar arasındaki kullanımı genelde onun olumsuz manasına yöneliktir. Diğer bir deyişle minnet, kibir gibi Allah’a has sıfatlardandır ve tekebbür bir insana yakışmadığı gibi, minnet de Allah’tan başkası için yakışık almaz.
Minnet Bırakmanın Nedenleri?
Niçin insan minnet bırakır ve amellerinin yok olmasına neden olur? İnsanın amel sırasında veya ondan yıllar sonra amelini minnet bırakarak batıl ve tesirini yok etmesine neler sebep oluyor?


Yüce Allah Kur’an’da minnet bırakmaya neden olan bazı etkenlere işaret etmiştir ki burada onlardan bazılarına değinilecektir:
1. Şeytanın vesveseleri: İnsanın minnet bırakmak ve riyakârlık yapmak gibi şeylere yönelmesine neden olan unsurlardan birisi şeytani vesveselerdir. Şeytan, insanı saptırıp cennetten mahrum edeceğine dair yemin etmiştir. (Nas 5, Hicr 39, Nisa 38)
2. Allah’ı inkâr etmek: insanlarda minnet bırakmaya neden olan etkenlerden bir diğeri Allah’ı inkar etmektir. (Bakara 264, Nisa 38-39)
3. Kıyameti inkâr etmek: Kıyamete ve ilahi vadelere iman etmemek ve amelde minnet ve riyakârlığa neden olur. (Bakara 264)
4. İftihar etmek ve övünmek: minnet bırakan insan bu işiyle övünmek ve gururlanmak ister; zira eğer övünmek istemeseydi riya ve minnet bırakmaya gerek kalmazdı.
5. Aşağılamak: Bazen insan amel sırasında tahkir etmek için hayır işler yapar ve şahsa karşı minnet bırakır. Bazen bir müddet sonra bu aşağılama işini yapar ve onu tahkir etmek için onun hakkında yaptığı hayır işi hatırlatır.
6. Gurur ve tekebbür: Minnet bırakan şahıs bu işiyle gurur ve kibrini ortaya koyar.
7. Çok saymak: Bazıları yaptığı hayır işi çok saydığı için minnet bırakır. Eğer insan çok büyük iyilikler yapsa dahi yaptığı işin Allah’ın nimetleri karşısında hiç olduğunu bilirse, asla işini büyük görmez ve kimseye de minnet bırakmaz.
Minnet bu etkenler neticesinde ortaya çıkar ve insanın amelini yok eder, onu ilahi rahmetten uzaklaştırır, Allah’ın bakışından mahrum eder, Allah ile konuşma nimetinden mahrum kalır, lanete uğrar ve cennete giremez.
Minnet bırakmanın bu sonuçları rivayetlerde genişçe beyan edilmiş ve müminler ciddi bir şekilde bu konuda uyarılmışlardır.
Bir rivayette Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Kim fakire karşı minnet bırakırsa dünyada ve ahirette melundur.”
Veya başka bir rivayette şöyle buyuruyor: “Cennet, eli açıkların ve cömertlerin yeridir ve ona cimri kimse, anne babasının bedduasını almış kimse ve yaptığı bağışta minnet bırakan kimse giremeyecektir.

Hüseyin b. Ali b. Ebu Talip (Arapça: الحسين بن علي; Al-Ḥusayn ibn ʿAlī ibn Abī Ṭālib) (-4 Medine, Kerbela, 61=626 – 10 Ekim 680) Ebu Abdullah künyesi ve İmam Hüseyin (a.s) adıyla meşhurdur. Şiaların üçüncü imamı, Kerbela şehidi, Kisa Ashabından, İmam Ali ve Hz. Fatıma’nın (a.s) ikinci oğlu ve Hz. Peygamberin (s.a.a) torunudur. Hz. Resulü Kibriya (s.a.a), onu ve kardeşi Hz. Hasan b. Ali’yi (a.s) cennet gençlerinin efendisi olarak ilan etmiştir. Sıffin, Cemel ve Nehrevan savaşlarında babasının yanında yer alarak savaşmıştır.

Kardeşinin imameti döneminde kardeşine tabi olmuş ve Muaviye hayatta olduğu sürece Ağabeyi Hz. İmam Hasan’ın sulh antlaşmasına sadık kalmıştır. Ancak Muaviye’nin ölümüyle birlikte Yezid’e biat etmeyi meşru bilmemiş ve Kufelilerin daveti üzerine onların yöneticiliğini üstlenmek için Mekke’den Kufe’ye doğru yola çıkmıştır, ancak Kerbela’da Kufelilerin ihanet ve sadakatsizliklerinden dolayı Aşura günü iki ordu arasında gerçekleşen savaşta, İmam Hüseyin (a.s) ve az sayıda (yaklaşık 72 kişilik) ashabı şehadete ermiştir. Geride kalan yakınları, Ehlibeyti ve yaranları esir alınarak Kufe ve oradan da Şam’a gönderilmiştir.
İmam Hüseyin’in (a.s), Kerbela’daki şehadeti İslam tarihi ve Şia açısından özellikle İslam’ın ilk yıllarında tayin edici bir rol oynamıştır. İmam Hüseyin’in (a.s) yaşam ve şehadeti hassas dönemlerden ve ilk yüzyılların çok gergin miatlarından biri olarak sayılmaktadır. Emevi zalimlerine karşı zulme başkaldırısı adının mukavemet, direniş ve şahadetle anılmasına sebep olmuş ve öte yandan ardı sıra zamane zalimlerine karşı geniş katılımlı kıyamların başlatıcısı olmuştur. Aşura vakıası, Şii toplumun farklı katman ve düzeylerindeki çeşitli edebiyat, yazım, resim ve kitabelerinde yüzyıllar boyu yüz göstermiştir.

Nesep, Künye ve Lakapları
Hüseyin b. Ali b. Ebu Talip b. Abdulmuttalib b. Haşim (a.s), Haşimi ve Kureyşi’dir. Babası Müminlerin Emiri Hz. Ali, annesi âlemlerin kadınlarının efendisi Hz. Fatımatu’z Zehra, dedesi kainatın efendisi Hz. Muhammed Mustafa'dır. Hasan, Muhammed ve Abbas adında kardeşleri vardır.
“Özür dileyeceğin işten sakın. Şüphesiz mümin kötülük etmez ve özür dilemez. Münafık ise her gün kötülük eder ve özür diler.”
—İmam Hüseyin (a.s), Tuhafu'l-Ukul, 248
İmam Hüseyin (a.s), kendisine, “Layık olmayan kimseye yapılan iyilik boşa gitmiştir” diyen birisine şöyle buyurmuştur:
“Öyle değildir. İyilik etmek de yağmur damlaları gibi iyi ve kötü herkese ulaşır."
—Tuhafu'l-Ukul, 245
“Allah’ı gazablandırarak halkın rızasını kazanmak isteyen bir kavim kurtuluşa ermez.”
—İmam Hüseyin (a.s), Maktel-i Harezmi, c. 1, s. 239.

Veladeti

İmam Hüseyin (a.s), Medine’de dünyaya gelmiştir. Dünyaya geliş tarihini bazıları üçüncü yıl, bazıları ise dördüncü yıl olarak yazmışlardır. Lakin tarihçi ve muhaddisler arasında meşhur olan görüş Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldiği yönündedir. İmam Hüseyin’in (a.s), hangi gün dünyaya geldiği konusunda ihtilaflar vardır. Meşhur görüşe göre, Şaban ayının üçünde dünyaya gelmiştir.İbn Sa’d’ın yazdığına göre, (Abbas b. Abdulmuttalib’in eşi) Ümmü Fazıl, Hz. Peygamberin emri ile İmam Hüseyin’in dadılığını üstlenmiş ve bu şekilde İmam Hüseyin (a.s), Kusam b. Abbas’ın sütkardeşi olmuştur. 
Adının Konulması
Hasen ve güzel anlamına gelen "Hüseyin" kelimesi "Hasan" kelimesinin musaggarıdır (küçültülmüş, tasgir olunmuş). Bu ismi ona Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) koymuştur. Bazı hadislerde, İmam Hüseyin'in (a.s) isminin ilahi ilham ile Allah tarafından koyulduğu belirtilmiştir. Buna göre Hz. Resulü Kibriya (s.a.a), herkese ilan ederek şöyle buyurmuştur: “Ben, bu iki evladımın adlarını Hasan ve Hüseyin koymakla emrolundum.” “Harun, iki oğlunun adını Şubber ve Şubeyr koydu ve ben de bu iki evladımın adlarını Harun’un çocuklarına koyduğu adların aynısı olan Hasan ve Hüseyin olarak koyuyorum.” Bazı rivayetlerde Hasan ve Hüseyin isimlerinin, Hz. Harun'un (a.s) iki oğlunun adı olan Şubber ve Şubeyr isimlerinin muadili olduğu zikredilmiştir. Bazı rivayetlerin vurguladığına göre Hasan ve Hüseyin adlarının cennet isimlerinden olduğu ve İslam’dan önce bir sabıkasının olmadığı yönündedir. Ehlisünnet kaynaklarında, Peygamberin (s.a.a) İmam Hüseyin'e (a.s) Hüseyin ismini vermeden önce, İmam Ali'nin (a.s) İmam Hüseyin (a.s) için Hamza veya Harb ismini seçtiği, ancak oğluna isim vermede Allah Resulünün (s.a.a) önüne geçmeyeceğini belirttiği nakledilmiştir.[18]

Künyeleri

İmam Hüseyin dünyaya geldiğinde Hz. Resulullah tarafından künyesi Ebu Abdullah olarak konulmuştur.[19] İmam Hüseyin'e (a.s) bu künyenin verilmesi Abdullah adında bir evladının olmasından kaynaklanmış olabilir. Ebu Abdullah; Allah'ın kullarının babası manasına gelmektedir. Bazıları ise bu künyenin verilme sebebini şöyle açıklamıştır: Eğer İmam Hüseyin (a.s) kıyam etmemiş olsaydı insanlığın kulluk edeceği, Allah'ın dininden hiçbir eser kalmazdı; bundan dolayı İmam Hüseyin'i (a.s) Allah'ın bütün kullarının babası olarak kabul etmişlerdir.
Ebu’ş Şüheda (şehitler babası), Ebu’l Ehrar (özgürler babası) ve Ebu’l Mücahidin (Allah yolunda savaşan mücahitlerin babası) İmam Hüseyin’in diğer künyelerindendir.

Lakapları

İmam Hüseyin’e (a.s), çok sayıda lakap nispet verilmiştir. “Seyyidu Şebabi Ehli Cennet” gibi bu lakaplarda çoğunlukla kardeşi İmam Hasan’a verilen lakaplarla müşterektirler. İmamın has lakapları şunlardan ibarettir: Zeki, Tayyip, Vafi, Seyyid, Mübarek, Nafi, ed-Delilu ale zatullah (Allah’ın varlığına delil), Raşit, et-Tabiu Li-Merzatillah (Allah’ın rızasına tabi).
İbn Talha Şafii, İmam Hüseyin’in “Zeki” lakabının diğer lakaplardan daha meşhur olduğunu, “Seyyidu Şebabi Ehli Cennet” lakabının ise onun en önemli lakabı olduğunu belirtmiştir. Şia İmamlarının bazı hadislerinde ise İmam Hüseyin (a.s), “Şehit” ve “Seyyidu’ş Şüheda” lakapları ile anılmıştır.

Eşleri ve Çocukları
Eşleri

Şehribanu: İmam Seccad'ın (a.s) annesidir. Tarihçilerin çoğu Şehribanu'yu İmam Seccad'ın (a.s) annesi ve Yezdgird'in kızı olarak bilmektedir. Ancak günümüz araştırmacılarının bu konuda şüpheleri bulunmaktadır.
İmreu’l Kays’ın kızı Rubab: Rubab'ın edep ve akıl bakımından kadınların en iyisi ve en faziletlisi olduğu nakledilmiştir. İmam Hüseyin'in (a.s) Rubab'tan Sekine ve Abdullah adında iki çocuğu oldu. Aşura günü daha kundakta olan Abdullah (Ali Askar) babasının kucağında şehit oldu.Kerbela'da bulunan Rubab ise diğer esirlerle birlikte Şam'a gitti.
Leyla: Ebu Murret b. Urve b. Mes'ud Sakafi’nin kızı ve Meymune idi. İmam Hüseyin'in (a.s) Leyla ile ne zaman evlendiğine dair bir bilgi yoktur ve Ali Ekber (a.s) onun evladıdır.
Ümmü İshak: Ümmü İshak İmam Hasan'ın (a.s) eşi idi ve İmam Hasan'ın (a.s) şehit olmasından sonra İmam Hüseyin'le (a.s) evlendi. Tarihi kaynaklar onu güzel ama kötü ahlaklı olarak yad etmektedir. Şeyh Müfid İmam Hüseyin'in (a.s) ondan Fatıma adında bir evladının olduğunu zikretmektedir.
Sülafe: Bazı kaynaklarda Kudae kabilesinden bir kadının da İmam Hüseyin’in eşlerinden biri olduğu ve Cafer adında bir evlat dünyaya getirdiği belirtilmiştir.[37] Sibt b. Cevzi onun adının Sülafe, Beyhaki ise adının Melume olduğunu yazmıştır.[38] Yaşamı hakkında elde her hangi bir bilgi bulunmamaktadır.

Çocukları

Eski kaynaklar İmam Hüseyin'in (a.s) 4 erkek ve 2 kız olmak üzere 6 çocuğunun olduğunu,[39] diğer kaynaklar ise 6 erkek ve 3 kız olmak üzere 9 evladının olduğunu zikretmiştir:[40]
Ali Ekber: İmam Hüseyin’in (a.s) Leyla'dan dünyaya gelen büyük oğludur.
Ali: Şiaların dördüncü imamıdır ve Seccad ve Zeyne’l Abidin künyeleriyle meşhurdur. Annesi Şehribanu’dur. Eski kaynaklarda ondan Ali Askar olarak söz edilmiştir.
Abdullah: İmam’ın Rubab’dan dünyaya gelen küçük evladıdır. Çoğu kaynaklar onun şehit olduğu zaman çok küçük ve süt emme çağında olduğunu zikretmiştir.[41] Günümüzde Şialar onu Ali Askar adıyla bilmektedir.
Cafer: Annesi Kudae kabilesindendir. Kendisi İmam Hüseyin (a.s) hayatta iken dünyadan göçmüş ve ondan geride bir nesil kalmamıştır.[42]
Fatıma: İmam Hüseyin’in (a.s) büyük kızıdır.[43] Annesi Talha b. Ubeydullah Tamimi’nin kızı Ümmü İshak’tır. Fatıma’nın dünyaya geldiği tarih belli değildir, ancak annesinin İmam Hasan’ın (a.s) şehadetinden sonra (49 veya 50) İmam Hüseyin’le (a.s) evlendiğini göz önüne alırsak, o bu tarihlerden sonra dünyaya gelmiştir.
Sükeyne: İmam Hüseyin’in (a.s), küçük kızıdır. Onun annesi de Rubab’tır.
Kaynaklarda bu altı evladın yanı sıra, İmam Hüseyin’in (a.s) Ali Askar, Muhammed ve Zeynep adında iki erkek ve bir kız evladının olduğu zikredilmiştir.[44] İbn Talha Şafii ise İmam Hüseyin’in (a.s) çocuklarının sayısını 10 olarak belirtmiş, ancak 9 tanesinin adını zikretmiştir.[45] Ayrıca sonraki bazı tezkire ve mersiye kitaplarında İmam Hüseyin’in 4 yaşındaki Rukayye isminde bir kızından da bahsedilmiştir.[46]

İmamet Öncesi Dönem
Hz. Fahri Kainat Efendimizin Yanında

İmam Hüseyin (a.s), Hz. Fahri Kainat Efendimiz (s.a.a) vefat ettiğinde yedi yaşında idi, ancak çocuk yaşta olmasına rağmen, Hz. Peygamberin değerli Ehlibeyti ile birlikte tarihin önemli kesitlerinde yer almıştır. Örneğin Necran Hıristiyanları ile Mübahale, Kisa Ashabı macerası, İslam Peygamberine biat ve mektup yazımında şahit olunması gibi hadiselere işaret edebiliriz.
İbn Sa’d,[47] İmam Hüseyin’i (a.s), Hz. Resulullah’ın – vefat ettiğinde çocuk olan ve Onun hiçbir savaşlarına katılmayan zümre olan- beşinci tabaka ashabından saymıştır.
Kendisi her zaman Hz. Resulullah’ın muhabbet ve inayetini görmüştür. Hz. Peygamber efendimizden (s.a.a) nakledildiğine göre şöyle buyurmuştur: انّ الحسن و الحسین سیدا شباب اهل الجنه (Tercüme: Kuşkusuz Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendisidir.)[48]
Ya’la Amiri, Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir: حسین منّی و انا منه، احبّ الله من احبّه، الحسن و الحسین سبطان من الاسباط (Tercüme: Hüseyin benden ve ben Hüseyin’denim; Allah onu seveni sevsin. Hasan ve Hüseyin peygamber evlatlarındandır.)[49]
Salmanı Farisi’den nakledildiğine göre Hz. Resulullah (s.a.a), Hz. Hüseyin’i dizleri üzerine oturtur, onu öper ve şöyle buyururdu: Sen seyyid oğlu seyyid ve seyyidlerin babasısın; Sen imam, imam oğlu ve imamların babasısın; Sen Allah’ın hüccetinin oğlu ve sonuncuları kaim olan dokuz hüccetin babası olan hüccetsin.”[50]
Yine Salmanı Farisi’nin Hz. Resulü Ekrem’den (s.a.a), naklettiği rivayette efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ey Salman! Her kim bunları severse, beni sevmiştir ve her kim beni severse, Allah’ı sevmiştir.” Sonra ellerini Hüseyin’in omuzları üzerine koyarak şöyle buyurdu: “Bu, imam oğlu imamdır. Onun neslinden olan 9 imam, emin ve masumdurlar. Onlardan dokuzuncusu onların kaim (kıyam edici) olanlarıdır.[51]
Hz. Resulü Ekrem (s.a.a), defalarca şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin benim çocuklarımdır; onları seven beni sever, beni sevense Allah'ı sever; Allah'ı seveni de Allah cennete koyar. Onlara buğzeden bana buğzeder, bana buğzeden Allah'a buğzeder, Allah da kendisine buğzedeni, cehenneme atar.”[52] Ebu Hureyre ise Hz. Resulullah’tan şöyle nakletmiştir: “Her kim bu iki çocuğumu –Hasan ve Hüseyin’i- severse, beni sevmiştir ve her kim onlara düşmanlık ederse, bana düşmanlık etmiştir.”[53]
Hz. Fahri Kâinat Efendimizin (s.a.a) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e olan ilgisi o kadar çoktu ki onların mescide gelişi ile hutbesini yarıda keser, minberden aşağı iner ve onlara doğru giderek onları kucağına alırdı.[54] Enes İbn Malik şöyle rivayet etmiştir: “Allah Resulüne (s.a.a), Ehlibeytinden en çok kimi seviyorsun?” Diye sorduklarında şöyle buyurdular: “Hasan ve Hüseyin’i.” [55]

Üç Halife Dönemi

İmam Hüseyin (a.s), ömrünün yaklaşık 25 yılını üç halife (Ebu Bekir, Ömer ve Osman) döneminde geçirmiştir. Ebu Bekir’in hilafetinde 7 yaşında, ikinci halifenin hilafetinde 9 yaşında ve üçüncü halifenin hilafetinde 19 yaşında idi.

İmam Ali’nin Hükümet Dönemi

İmam Hüseyin (a.s), İmam Ali’nin dönemindeki savaşların –Cemel, Sıffin ve Nehrevan- tümüne katılmıştır.[63] Sıffin savaşında ise insanları cihada teşvik etmek için bir hutbe okumuştur.[64]
İmam Ali (a.s), İmam Hüseyin’i (a.s), İmam Hasan’ın ardı sıra vakıf hayır işlerinde kendisine vekil yapmıştır.[65] Bir nakle göre İmam Hüseyin (a.s), babası şehit olduğu sırada babasının kendisine verdiği bir görev için Medain’de bulunmaktaydı. İmam Hasan’ın kendisine yazdığı mektupla olaydan haberdar olmuş[66] ve babasının defin işlemlerine yetişmiştir.[67]

İmam Hasan’ın Dönemi

İmam Hasan’ın (a.s), 10 yıl süren imamet ve alt ay kadar süren hilafet döneminde,[68] İmam Hüseyin (a.s) her zaman İmam Hasan’ın yanında yer almış ve birlikte hareket etmiştir. Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) şehadetinden sonra İmam Hasan (a.s) Müslümanların yöneticilik görevini üstlenmiştir. Dolayısıyla İmam Hüseyin (a.s), ağabeyi İmam Hasan’a (a.s) biat etmiştir. Orduyu Nahliye ve Mesken karargahına hazırlayıp gönderme konusunda ağabeyi İmam Hasan’la birlikte çok önemli bir rol oynamış ve İmam Hasan’la birlikte asker toplamak için Medain ve Sabat’a gitmiştir.[69]
Elde olan güvenilir kaynaklara göre, İmam Hasan (a.s) ile Muaviye arasında yapılan sulh antlaşmasında bir grup Ehlibeyt (a.s) sevdalısı İmam Hüseyin’den bu siyasi antlaşmaya karşı çıkmasını ve Muaviye karşısında durmasını istemiş; ancak İmam Hüseyin (a.s), kati bir şekilde ağabeyinin Muaviye ile yaptığı antlaşmayı himaye etmiş ve bu isteye karşı çıkmıştır. Kays b. Sa’d, İmam Hüseyin’in bu konudaki görüşünü sorunca İmam Hüseyin (a.s), açık bir şekilde görüşünü belirtmiştir.[70] İmam Hüseyin (a.s) sulh antlaşmasından sonra ağabeyi ile birlikte Kufe’den Medine’ye giderek orada sükûnet etmiştir.[71]

İmametinden Şehadetine
İmamet

İmam Hüseyin (a.s) ağabeyi İmam Hasan'ın (a.s) şehadetinden sonra Allah’ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine hicretin 50. yılı imamete ermiş ve hicretin 61. yılına kadar da Şiaların imamlık ve önderliğini yapmıştır.
İmametinin Delilleri Hz. Resulü Kibriya Efendimizden (s.a.a) nakledilen şu hadis: “ابنای هذان امامان قاما او قعدا/Bu iki oğlum (Hasan ve Hüseyin), imamdırlar, ister kıyam etsinler ve isterse etmesinler.” İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in (a.s) imametine delalet etmektedir.
Buna ek olarak, Hz. Resulü Kibriya Efendimizden (s.a.a) nakledilen bazı hadislerde imamların sayısı, İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin ve İmam Hüseyin’in soyundan gelen dokuz imamın imametini açıkça belirtilmiştir.[72]
Başka bir delil ise, İmam Hasan’ın (a.s) İmam Hüseyin’in kendisinden sonra halifelik ve imamlığı hakkındaki vasiyeti ve Muhammed b. Hanefiyye’ye İmam Hüseyin’in takipçisi olması gerektiğine dair emridir.[73] Şeyh Mufid,[74] mezkur delillere göre İmam Hüseyin’in (a.s) imametinin sabit ve kesin olduğunu, ancak imamın takiye, sulh ve ateşkes antlaşmasına bağlılığından dolayı açıkça kendi imametine davet etmediğini, buna rağmen Muaviye’nin ölümünden ve çekişmelerin ardından, imametini açıklayarak aleni ettiğini belirtmektedir.[75]
Dinin bütün marifetlerine ve her şeyin tüm yönlerine tam ve eksiksiz bir şekilde vakıf olmak imametin gereklerindendir. Bundan dolayı, İmam Ali (a.s), İmam Hüseyin’den de İmam Hasan’dan istediği gibi insanlara konuşma yapmasını istemiş ve Kureyş’lilerin onu ileride bilgisizlikle itham etmelerinin önünü almıştır.[76] Bunun en önemli delili, İmam Hüseyin’in (a.s) ilmi makamı hakkındaki sahabelerin sözleri ve ondan fetva talep etmeleridir.[77] İmam Hüseyin’in (a.s) kendi imameti hakkındaki bazı sözleri[78] ve bir kısım mucize ve kerameti de İmam Hüseyin’in (a.s) imametinin delili olarak ortaya konulmuştur.[79]

Muaviye’nin Hükümet Dönemi

İmam Hüseyin'in (a.s) imamet döneminin çoğu Muaviye'nin hükümetiyle eş zamanlıdır. Muaviye'den sonra ve Yezit'in hükümetinin ilk yıllarında İmam Hüseyin (a.s) şehit edilmiştir.

İmam Hüseyin’in Muaviye Karşısındaki Siyaseti

İmam Hüseyin (a.s), İmam Hasan’ın (a.s) şehadetinden sonra hükümet yöneticiliği için en uygun ve ideal kişi olmasına rağmen, kardeşi İmam Hasan’ın Muaviye ile yaptığı barış antlaşmasına sadık kalmış ve antlaşmayı çiğnememiştir.[80] Ayrıca Kufe halkının Muaviye’ye karşı kıyam etmesi için kendisine yazdığı mektuplara, Muaviye’nin Müslümanlara hükümet etmesine karşı çıkmasına ve zalimlere karşı cihat edilmesi gerektiğini vurgulamasına rağmen kıyam etmemiş ve kıyamı Muaviye’nin ölümünden sonraya ertelemiştir.[81] Muaviye, İmam Hüseyin’in (a.s) kıyam etmesinden korkuyordu, bu yüzden İmam Hasan’ın şehadetinden sonra İmam Hüseyin’den kıyam etmemesini istemiş, İmam Hüseyin de yapılan sulh antlaşmasına bağlı olduğunu açıklamıştır.[82]
Muaviye’nin hükümetin başında olması, toplumun siyasi ve sosyal atmosferinin münasip olmamasından dolayı İmam Hüseyin’in genel olarak yalnızca kendi inançlarını açıklayarak tebliğ etmesine ve Muaviye’nin bazı faaliyetlerine itiraz etmekle yetinmesine neden olmuştur. Dolayısıyla onu kıyam etmeye davet edenlere şöyle demekteydi: “Ben bugün böyle bir düşüncede değilim, kendinize şefkatli olunuz, yerinize yapışın ve evlerinizde oturun. Muaviye hayatta olduğu sürece kuşku ve su istifadelere neden olacak şeylerden sakının. Eğer Allah onun için bir şeyi karar kılır ve ben hayatta olursam, kendi düşüncelerimi size yazarım.”[83]
Defalarca Muaviye’nin çevresindekiler, İmam Hüseyin’i (a.s) yıkıcı eylemlerde bulunmakla yahut planlamakla suçlamış ve Muaviye’yi bu konuda uyarmışlardır. Muaviye de bunun üzerine defalarca İmam Hüseyin’e (a.s) barış antlaşmasına sadık kalması konusunda uyarılarda bulunan mektuplar yazmıştır. İmam Hüseyin (a.s) ise barış antlaşmasına bağlı kaldığını açıkça ilan etmiştir.[84] Bu dönemde İmam Hüseyin (a.s) başta Mervan b. Hakem olmak üzere Muaviye’nin memurlarına tutumlarından dolayı tepki göstermekteydi.[85]
İmam Hüseyin (a.s), bu dönemde aleni veya gayri aleni olarak imamet, hilafet hükümlerini ve hak halifenin taşıması gereken özellikleri açıklamaktaydı. O dönemdeki kamuoyunun düşüncelerini etkilemek ve ilahî hükümleri beyan etmek için İmam Hüseyin’in tebliğ çalışmaları daha çok Mina’da[86] hac mevsiminde ve aynı şekilde Mekke’de gizli toplantılar şeklinde olmaktaydı. [87]
İmam Hüseyin’in (a.s) 10 yıllık imamet döneminde Muaviye ile karşılıklı yazdığı mektuplar, İmam Hüseyin’in (a.s) Muaviye karşısındaki konumunu ortaya koymaktadır. Şöyle ki Muaviye tarafından gerçekleştirilen her cinayet ve gayri İslami tutum, İmam Hüseyin (a.s) tarafından şiddetle eleştirilmiş ve Muaviye, her defasında İmam tarafından kınanarak azarlanmıştır. Hücr b. Adiyy, Amr b. Humk Hazai ve Hadremi ve yaranlarının Muaviye tarafından şehit ettirilmesine İmam’ın (a.s) tepkisi son derece sert ve şiddetli olmuştur.[88]
Muaviye, oğlu Yezid’in veliahtlığını sağlamlaştırmak için yaptığı kapsamlı çalışmalar doğrultusunda Medine’ye bir sefer düzenlemiştir. Bu seferde başlarında İmam Hüseyin (a.s) olmak üzere Medine’nin ileri gelenlerinden oğlu Yezit için biat almaya çalışmıştır. Muaviye, Medine’ye girdikten sonra İmam Hüseyin’le (a.s) görüşmek için yanına gitmiş ve konuşmalarının ardıca Yezid’in veliahtlığını öne sürmüş ve İmamın himayesini almaya çalışmıştır; ancak İmam (a.s), şiddetle onu alaya almış, Yezid’in liyakatsizliğini, heva ve heves perestliğini onun yüzüne vurmuş ve Muaviye’yi Yezid’i veliahttı olarak atmaktan sakındırmıştır.[89] Kendisi Yezid’e biat etmeyen nadir kişilerden biri olarak hutbelerinde Muaviye’yi kesin bir şekilde kınayarak mahkûm etmiştir.[90]
“Allah’a isyan ederek bir şeye ulaşmak isteyen kimse, umduğundan uzaklaşarak korktuğu şeye yaklaşır.”
—İmam Hüseyin (a.s), Tuhafu'l- Ukul, s. 499.
Muaviye’nin İmam Hüseyin Karşısındaki Siyaseti Muaviye, üç halife gibi görüntüde İmam Hüseyin’e (a.s) oldukça saygı göstermekteydi, çünkü İmamın (a.s) Mekke ve Medine halkı nezdinde önemli bir konuma sahip olduğunu ve diğer insanlara davrandığı gibi ona da büyüklenemeyeceğini biliyordu. Buna rağmen, İmam Hüseyin (a.s) Muaviye hükümeti karşısında önemli bir engel konumundaydı ve Muaviye her zaman onun kıyam edebileceğinden korkuyordu. Dolayısıyla İmama karşı ihtiyatlı bir politika izliyordu. Bir yandan, İmamı gözünden uzak tutmaz ve görüntüde ona ihtiram gösterir ve değer verirdi.[91] Memurlarına da Resulullah evladına karışmamalarını ve ona saygısızlık etmemelerini öğütlerdi.[92] Öte yandan gece ve gündüz İmam Hüseyin’i takip ettirir seferde ve hazarda imamın tüm hareketlerini, hususi ve umumi yaşantısını gözetler ve hatta imamın tüm hareketlerini takip altında tuttuğunu ve her yaptığı işten haberdar olduğunu, imamın yaptığı her şeyin kendisine rapor edildiğini imama bilerek yansıtarak İmam Hüseyin’i (a.s) bu şekilde korkutarak kıyam etmesini önlemeye çalışırdı. Bundan dolayı oğlu Yezid’e de İmam’a iyi davranmasını ve ondan biat almak için koşuşturmamasını öğütlemişti.[93]

Yezid'in Hükümet Dönemi

Yezid b. Muaviye’nin kısa süreli saltanatı siyasi açıdan oldukça çalkantılı ve gergin geçmiş ve 3 yıl birkaç ay süren bu dönemde daha çok iç kıyamları bastırmak ve İslam topraklarında yaşanan karışıklıkları gidermek için çaba sarf etmiştir. Yezid, hükümeti boyunca her türlü muhalefete şiddetle karşılık vermiş ve daha küçükken ortadan kaldırmıştır. Onun dönemindeki baskı ve zorbalık öyle bir hadde varmıştır ki Mes’udi, bu dönemi şöyle anlatmaktadır:
“Yezid’in siyre ve tutumu Firavun’un siyre ve tutumunun aynısıydı, hatta Firavun adamlarına daha adil davranır ve genel ve özelin yanında daha insaflı bir tutum sergilerdi”[94] “Hükümetinin birinci yılında İmam Hüseyin’i (a.s) ve Peygamber Ehlibeytini öldürdü; ikinci yılında, Hz. Resulullah’ın (s.a.a) hareminin (Medine’yi) saygınlığını çiğnedi ve üç gün boyunca ordusuna (can, mal, namusunu) helal etti; üçüncü yıl Kâbe’yi yerle bir etti ve ateşe verdi.”[95] Yezid’in bu kısacık hükümeti dönemindeki davranış ve tutumu, gelecekte Emevi hükümetinin sonunu getirecek çatışma ve muhalefetin önünü açtı.
Yezid, hilafete ulaşmadan önce müzik aletleri ile çalıp, oynayan ve içki içmesiyle tanınırdı.[96] Bunda o kadar çok aşırıya giderdi ki hatta babası Muaviye bile onu azarlar ve şarap içmekte aşırıya kaçmamasını isterdi.[97] Bundan dolayı Muaviye onu kendisine veliaht olarak atamak istediğinde bir grup Müslüman, bu duruma oldukça şaşırmış ve kabul etmemişlerdi. Muaviye, Yezid’in hiçte güzel olmayan bu şöhretini düzeltmek ve onu kamuoyunda iyi tanıtmak için onu, Hicretin 51. Yılında[98] Şam hacılarının lideri unvanı ile Mekke’ye gönderdi.[99] Ancak bu seferinde de Yezid, yine şarap içmekten kendini alı koyamamış ve Medine’ye girdikten sonra şarap partisi düzenlemiştir.[100]
Hicretin 52. Yılında Yezid, Muaviye’nin emri ile Şam Ordusu ile birlikte Rum topraklarına doğru sefere çıktı.[101] Şam ordusu, Rum sınırlarına doğru harekete geçmiş, ancak Yezid, eşi Ümmü Gülsüm ile birlikte Dir Murran[102] denilen yerde konaklamış ve ayyaşlık yaparak gönül eğlendirmekteydi. İslam ordusunun “Kazkazune”[103] denilen yerde kolera ve çiçek hastalığına yakalandığı ve ağır kayıplar verdiği haberini alan Yezid, hiçbir şey yapmaz ve tam bir küstahlık ve acımasızca Müslümanların kolera ve çiçek hastalığına yakalanarak ölmelerinden hiçbir şekilde üzüntü duymadığını ortaya koyan şiirler okur. Muaviye bir sözden etkilenerek Yezid’e Müslümanların karargahına giderek onlara katılması emrini verir. O da zorla hareket ederek ordu ile birlikte Kostantiniye’ye gider.[104] Ancak şehri fethedemeyerek geri dönmek zorunda kalırlar. Bu savaşa İbn Abbas, Abdullah b. Zübeyr, Eyyüp el Ensari ve başka önde gelen sahabelerde katılmıştır.[105]
Mekke ve Medine ileri gelenleri başta olmak üzere Müslümanların yoğun itirazlarına rağmen, Muaviye oğlu Yezid’e Müslümanlardan biat almak için yoğun çaba sarf eder ve sonunda Hicretin 56. Yılında Yezid için halktan biat almayı başarır.[106]

İmam Hüseyin’in Yezid’e Karşı Tepkisi

Muaviye, Hicretin 60. Yılı Recep ayının on beşinde Dımeşk’te öldü.[107] Öldüğü sırada Yezid, Havarin’de bulunuyordu. Dımeşk’e ulaştığında halk ona biat etti.[108] Muaviye döneminde kendisine biat etmeyenlerden biat alma kararı alan Yezid,[109] Medine valisi Velid b. Utbe’ye bir mektup yazarak “Hüseyin b. Ali (a.s), Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr’den kendi hilafeti için biat almasını ve biat etmeyenlerin ise boyunlarını vurmasını istedi.”[110] Daha sonra bir mektup daha yazarak şuna vurguladı: "Benim tarafımda olanların ve olmayanların adlarını bana yaz ve mektubun cevabını da Hüseyin b. Ali'nin (a.s) başıyla bana gönder."[111]
Medine valisi bu konuda Mervan b. Hakem’den istişarede bulundu. Mervan şöyle dedi: “Eğer benim görüşümü kabul edersen hemen şimdi halk Muaviye’nin ölümünden haberdar olmadan önce Hüseyin b. Ali ve (Abdullah b.) Zübeyr’i çağır! Eğer biat ederlerse bir sıkıntı yok, ancak eğer kabul etmezlerse boyunlarını vur. Eğer bunlar biat etmez ve halk Muaviye’nin öldüğünden haberdar olursa, Hüseyin ve Zübeyr’in oğluna tutunurlar ve büyük bir fitne çıkar. Ancak Ömer’in oğlunun kıyam edecek bir karakteri yoktur, ama eğer halk vaktinde onun peşi sıra gider ve hilafeti ona bırakırsa o başka.”
Velid, onları çağırtmak için peşleri sıra Abdullah b. Amr b. Osman’ı gönderdi. Abdullah b. Zübeyr ve İmam Hüseyin (a.s) her ikisi de o sırada mescitte idiler. Abdullah b. Amr, onlarla görüşerek Velid'in mesajını onlara iletti. Abdullah b. Amr’a gitmesini ve birazdan geleceklerini söylediler.
Velid'in görüşmek için belirttiği saat valinin normalde halkı kabul ettiği bir saat değildi. İşte bu nedenle Velid'in elçisine, sen git biz de geleceğiz, dediler. Abdullah b. Amr gidince Abdullah b. Zübeyr İmam Hüseyin’e: sence neden bizi istiyor? Diye sordu. İmam Hüseyin (a.s) Abdullah b. Zübeyr'e şöyle buyurdu: "Öyle sanıyorum ki Muaviye b. Ebî Süfyan öldü ve onun ölüm haberi yayılmadan Yezid için bizden biat almak istiyorlar.” Abdullah b. Zübeyr: "ben de aynı görüşteyim. Şimdi sen ne yapmayı düşünüyorsun?" dedi.
İmam Hüseyin buyurdu ki: “Valinin yanına gideceğim! Sonra İmam Hüseyin (a.s) mescitten dışarı çıktı. Akrabalarından ve taraftarlarından bir grubu toplayarak hükümet konağına gitti ve onlara şöyle dedi: "Ben Velid'in yanına gidiyorum; çağırırsam veya Velid'in bağırıp öfkelendiğini görürseniz hemen içeri girip etrafımı sarın; aksi durumda benim gelmemi bekleyin."
İmam içeri girdiğinde Mervan b. Hakem, Velid'in yanı başında oturmuştu. Velid, Yezid'in mektubunu İmam Hüseyin’e (s.a.a) okuyarak Yezid adına kendisine biat etmesini istedi. İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyurdu: “Benim gibi birisi gizli olarak biat etmez, tüm Medine halkını ve beni davet et, bakalım ne olacak?” Bunun üzerine Velid, İmam Hüseyin’in (a.s) önerisi karşısında: “O halde selametle git” dedi. Olaya tanık olan Mervan Velid'e hitaben şöyle dedi: “Onu bırakma! Eğer biat etmeden giderse, artık bir daha onu bulamazsın. Eğer biat etmezse onu öldür.” İmam Hüseyin (a.s) öfkelenerek şöyle dedi: “Ne sen beni öldürebilirsin ve ne de o.”
Bu durum üzerine İmam Hüseyin (a.s) yaranları ile birlikte Yezid'e biat etmeden Mekke’ye doğru yola çıktılar.[112] Bu yolculukta Muhammed Hanefiyye[113] dışında İmam Hüseyin'in (a.s) oğulları, kardeşleri, bacıları ve yeğenleri olmak üzere yakınlarının çoğu ona eşlik etti.[114] Beni Haşim'in yanı sıra İmam Hüseyin'in yaranlarından yirmi bir kişi de bu yolculukta İmam'a katıldı.[115] İmam Hüseyin (a.s) beş günden sonra hicretin 60. yılı Şaban ayının üçünde Mekke'ye ulaştı[116] ve Mekke sakinleri ve Allah’ın evinin ziyaretçilerinin yoğun ilgisiyle karşılaştı.[117] İmam Hüseyin (a.s) Şaban ayının üçünden Zilhicce ayının sekizine kadar; yani 4 ay beş gün Mekke’de ikamet etti.

Kufelilerin Mektupları

Şam yönetimi, Hicaz’dan biat alma telaşındayken, Kufe’de gelecekte baş gösterebilecek fırtınalar kopmaktaydı. Ali Şiaları yirmi yıllık Muaviye döneminde yüzlerce şehit vermiş ve yüzlercesi yahut daha fazlası zindanlarda bulunmaktaydı. Halk, Muaviye’nin ölüm haberini alınca rahat bir nefes aldı. Hz. Ali’yi haksızca öldüren ve oğlunu yalnız bırakarak Muaviye’nin elini güçlendiren maceraperestler, Muaviye’den gerekli desteği göremediklerinden şimdi oğlundan intikam alma peşine düşmüşlerdi.
Ali Şiaları, Süleyman b. Surad Hazai’nin evinde bir araya geldi. Konuşmalar yapıldı ve ardından mektup yazarak İmam Hüseyin'i (a.s) Kufe'ye davet ettiler.[118] Kılıktan kılığa giren hemşerilerinden haberdar olan Süleyman b. Surad, şöyle bir konuşma yaptı:
“Ey insanlar! Eğer canınızdan korkuyor ve meydan ehli değilseniz, bu adamı boşuna aldatmayın!” sesler yükseldi ve hep bir ağızdan şöyle demeye başladılar: “Asla ve asla, bizler canımızdan geçtik ve Yezid’i devirip Hüseyin’i hilafete çıkaracağımıza dair kendi kanımızla ahitleştik!”
Daha sonra İmam Hüseyin’e şöyle bir mektup yazdılar:
“Allah’a hamdolsun ki, Muhammed ümmetinin iyilerini öldürüp kötülerini iş başına getirdiği düşmanını helak etti. Müslümanların beytülmalını güçlü ve zenginler arasında paylaştırırdı. Şimdi senin yöneticiliğinin önünde hiçbir engel kalmadı. Bu şehrin hakimi, Numan b. Beşir hükümet sarayında yaşamakta. Bizler ne ona encümenlik ediyor ve ne de namazlarına katılıyoruz.”
Birinci mektubun gönderilmesinden iki gün sonra Kufeliler İmam Hüseyin’in (a.s) 150 mektup daha gönderdiler.[119] İki gün sonra yine mektup gönderildi.[120] Bu mektupların hepsinin içeriğinde İmam Hüseyin (a.s) Kufeye davet ediliyordu.
Mektupların sayısı fazlalaşınca[121] İmam Hüseyin (a.s) Kufe halkına mektup yazdı.[122] Mektubu amcasının oğlu Müslim b. Akil'e verdi ve şehrin durumunu gözlemleyerek kendisine gerekli bilgileri vermesi için Irak'a gönderdi.[123]
Diğer yandan, Müslim b. Akil, İmam Hüseyin’in (a.s), mektubu ile Kufe’ye gider. Kufe halkı, Müslim’i oldukça sıcak bir şekilde coşku ve iştiyakla karşılar. Temiz inançlı bir Müslüman olan Müslim b. Akil, kendisine coşkuyla biat eden Kufe halkının kolay bir şekilde ondan vazgeçeceğini ve onu yalnız bırakacaklarını sanmadığından İmam Hüseyin’e mektup yazarak O'nu (a.s) Kufeye davet eder.[124]

Mekke'den Kufe’ye Hareketi

İmam Hüseyin (a.s) 4 ay beş gün Mekke’de ikamet ettikten sonra, Salı günü Zi’l Hicce ayının 8. Günü (Terviye günü)[125], (Müslim b. Akil'in şehit edildiği gün) 82 kişiyle beraber[126] Kufe’ye gitmek için Mekke’den ayrıldı.İmam Hüseyin (a.s), Müslim b. Akil’in mektubunu alır almaz kadınlar, çocuklar ve bir grup ashabı ile birlikte Irak yolunu tutar. Öte yandan Yezid’in fermanını alan Ubeydullah b. Ziyad, Kufe’e doğru yola çıkar. Ubeydullah, Irak ve özellikle Kufe halkını çok iyi tanıyordu. Babası yıllarca bu şehirde hükümet etmiş ve Ubeydullah babasının elinin altında burada yetişmişti. Küfe halkına nasıl davranacağını çok iyi biliyordu. Şehre ulaşır ulaşmaz, hemen şehrin ileri gelenlerini tehdit ve rüşvetlerle kendi yanına çekti ve onların yardımı ile başaklarını kendi yerine koyarak casuslar göndererek Müslim’in kaldığı yeri öğrendi. İlk önce Müslim b. Akil’i ağırlayan Hani b. Urve’yi hapse attı. Bunun üzerine Müslim, taraftarlarını savaşa çağırır, ancak sayılarının yüz bin kadar olduğu söylenen halk, kendisinden hiçbir cesaret örneği göstermeden ve hiçbir çatışmaya girmeden bir gün içinde Müslim b. Akil’in yanından ayrılırlar. Şöyle ki Müslim, akşam namazını kıldığında bir kişiyi bile yanında bulamaz. Hükümet güçleri sonunda Müslim’in sığındığı yeri de tespit eder. Müslim, tutuklanır. Sonra Ubeydullah’ın emri ile o ve Hani b. Urve’yi öldürerek başsız bedenlerini iplere bağlayarak Kufe sokaklarında dolaştırırlar. Kufe’nin ileri gelenleri hiçbir şey olmamışcasına öylece evlerinde kala kalırlar![127] 

İmam Hüseyin (a.s), Mekke’den çıktıktan sonra Irak yolunda Müslim ve Hani’nin öldürüldüğünü ve Kufe halkının ahitlerine vefa göstermedikleri haberini alır. Durumu ashabına anlatır ve onlara yanından ayrılmaları için ruhsat verir. Bir grup yanından ayrılır, ancak ailesi ve özverili ve imanlı az sayıdaki ashabı onu yalnız bırakmaz.
İmam Hüseyin (a.s), Kufe’ye yaklaştığında, Zu Hasm bölgesinde Ziyad’ın öncü birlikleri ile karşı karşıya gelir. Ordunun komutanı, Beni Riyah kabilesinden Hür b. Yezid’dir. Ordusuyla İmam Hüseyin’in yolunu keserek onları Kerbela denilen yere sürüklerler.
Bu arada Ubeydullah’ın habercisi Hür’e yazılan bir mektup getirir ve mektupta şunları yazılmıştı: “Mektubum sana ulaştığında ve habercim yanına geldiğinde, Hüseyin’e baskı yap ve onu kurak, susuz ve ot yeşermeyen bir çölde durdur. Habercime senin emrimi yerine getirene kadar senin yanından ayrılmamasını emrettim”.[128] Hür de Ubeydullah’ın yazmış olduğu mektubu İmam’a (a.s) okuduktan sonra İmam Hüseyin (a.s) Hür’e şöyle buyurdu: Bırak “Neyneva” veya “Gazıriyye”[129] bölgesine duralım”. [130] Hür ise cevap olarak bunun mümkün olmayacağını, zira Ubeydullah’ın mektubu getiren habercisini casusluk yapmak için görevlendirdiğini söyledi. Bunun üzerine iki ordu Kerbela'ya kadar beraber hareket etti ve Kerbela'ya ulaşınca Hür ve askerleri İmam Hüseyin'in (a.s) ve ashabının önünde durarak ilerlemelerine engel oldular.[131]
Kufe hâkimi, İmam Hüseyin’in (a.s), Kufe’ye yaklaştığı haberini alınca, Ömer b. Sa’d b. Ebu Vakkas komutanlığında bir orduyu onlara doğru gönderir. Ubeydullah b. Ziyad, İmam Hüseyin’den Yezid’e biat etmesini ister, ancak İmam Hüseyin bu istekten imtina eder ve kabul etmez.[132]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü Allah’ın kendisini kerametine özgü kıldığı ve Hüseyin (a.s) ile Muhammed (s.a.a) Ehl-i Beyti'nin hürmetinin çiğnenmesi karşısında ağlayan gözler dışında bütün gözler ağlar ve hiç bir göz uyumaz.”
—el-Hisal, 625/10

Şehadeti
Kerbela Faciası 

Aşura Vakıası Takvimi
Hicri Kameri 60. Yıl
15 Recep Muaviye b. Ebu Süfyan’ın ölümü
28 Recep İmam Hüseyin’in (a.s) Medine’den Çıkışı
3 Şaban İmam Hüseyin’in (a.s) Mekke’ye Girişi]].
10 Ramazan Kufelilerin Gönderdiği İlk Mektupların İmam Hüseyin’e (a.s) ulaşması.
12 Ramazan Kufelilerin Kays b. Mushir, Abdurrahman b. Abdullah Erhebi ve Ammare Seluli vasıtasıyla gönderdiği 150 mektubun İmam Hüseyin'e (a.s) ulaşması.
14 Ramazan Kufe halkı ve büyüklerinin Hani b. Hani Sebi’i ve Said b. Abdullah Hanefi vasıtasıyla gönderdikleri mektubun İmam Hüseyin’e (a.s) ulaşması.
15 Ramazan Müslim b. Akil’in Mekke’den Kufe’ye doğru yola çıkışı.
5 Şevval Müslim b. Akil’in Kufe’ye girişi.
8 Zilhicce İmam Hüseyin’in (a.s) Mekke’den Çıkışı.
8 Zilhicce Kufe’de Müslim b. Akil’in Kıyamı.
9 Zilhicce Müslim b. Akil’in Şehadeti.
Hicri Kameri 60. Yıl
1 Muharrem İmam Hüseyin'in (a.s) Kasrı Beni Mekatil'de Ubeydullah b. Hürr'ü Cufi ve Amr b. Kays Meşriki'den yardım istemesi.
2 Muharrem İmam Hüseyin’in (a.s) kervanının Kerbela’ya girişi
3 Muharrem Ömer Sa'd’ın dört bin kişilik orduyla Kerbela’ya girişi.
6 Muharrem Habib b. Mezahir’in İmam Hüseyin’e (a.s) yarenlik etmeleri için Beni Esed kabilesinden yardım istemesi ve bu görevde başarısız olması.
7 Muharrem İmam Hüseyin (a.s) ve Ashabının üzerine suyun kapatılması.
7 Muharrem Müslim b. Avsece'nin İmam Hüseyin (a.s) ve Ashabına katılması.
9 Muharrem Şimr b. Zilcevşen’in Kervela’ya girmesi.
9 Muharrem Şimr'in Ümmü'l Benin'in evlatlarına emanname vermek istemesi ve onların kabul etmemesi.
9 Muharrem Ömer Sa'd ordusunun İmam Hüseyin’le (a.s) savaş ilan etmesi ve İmam Hüseyin’in (a.s) Ömer Sa'd’tan mühlet istemesi
10 Muharrem Aşura Vakıası; İmam Hüseyin (a.s) ve İmam Hüseyin’in (a.s) Ehlibeyt (a.s) ve yarenlerinin şehadeti.
11 Muharrem Esirlerin Kufe’ye doğru hareketi.
11 Muharrem Kerbela şehitlerinin Beni Esed (Gazıriyye ehlinden) kabilesi tarafından toprağa verilmesi.
12 Muharrem Şehitlerden çok azının toprağa verilmesi.
12 Muharrem Kerbela Esirleri Kervanının Kufe'ye girişi.
19 Muharrem Esirler Kervanının Kufe'den Şam'a doğru hareketi.
1 Safer Ehlibeyt’in (a.s) ve İmam Hüseyin’in (a.s) bedensiz başının Şam’a getirilişi.
20 Safer Erbain (İmam Hüseyin’in (a.s) kırkı).
20 Safer Ehlibeyt’in (a.s) Kerbela’ya girişi.
20 Safer Bazı görüşlere göre; Ehlibeyt’in (a.s) Şam’dan Medine’ye dönüşü.
Çoğu kaynaklar, İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbela’ya giriş tarihini hicretin 61. yılı muharrem ayının ikisi olarak nakletmektedir.[133] Ömer b. Sa’d da, İmam Hüseyin’in (a.s) kafilesinin Kerbela’ya yerleşmesinin ertesi günü –yani muharrem ayının üçü- Kufe halkından dört bin kişi ile birlikte Kerbela’ya geldi.[134]
İmam Hüseyin (a.s) İbn Sa’d’ın neden buraya geldiğini sormak için gönderdiği mesaja cevapta şöyle buyurdu: “Şehrinizin halkı bana mektup yazarak buraya gelmem için davet ettiler, şimdi beni istemiyorlarsa geri dönerim.”[135] İbn Sa’d, Ubeydullah’a mektup yazarak onu İmam’ın (a.s) sözlerinden haberdar etti.[136] Ubeydullah b. Ziyad’da Ömer b. Sa’d’ın mektubuna cevap olarak ondan Hüseyin (a.s) ve yaranlarından Muaviye b. Yezit için biat almasını istedi.[137] Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) ile Ömer b. Sa'd arasında üç veya dört kez konuşma gerçekleşti.[138] Bazı kaynaklara göre, İmam (a.s) ve Ömer b. Sa'd, İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbela'dan gitmesi noktasında anlaşmış, ancak Ubeydullah'ın muhalefet etmesiyle bu olay gerçekleşmemiştir.[139]

7 Muharrem

Muharrem ayının yedinci günü Ubeydullah b. Ziyad Ömer b. Sa’d’a mektup yazarak ondan Hüseyin (a.s) ve yaranları ile su arasına sed olmasını ve hatta bir damla bile su içmelerine engel olması emrini verdi. İbn Ziyad’ın mektubu Ömer Sa’d’ın eline ulaşınca Amr b. Haccac’a beş yüz atlı ile beraber Fırat suyunun yanına gidererek İmam Hüseyin (a.s) ve yaranlarının suya ulaşmasına mani olmasını emretti.[140]

Tasua Günü

Şimr b. Zi’l Cevşen Muharrem ayının 9’su Perşembe günü ikindi namazından sonra, İbn Sa’d’a katıldı. Şimr (Ümmü’l Benin’in taifesindendi) Ubeydullah’tan Ümmü’l Benin’in (a.s) evlatları için emanname almıştı;[141] ancak Ümmü’l Benin’in evlatları emannameyi kabul etmediler.[142] İmam Hüseyin (a.s) düşman ordusunun Tasua günü saldırma niyetinden haberdar olunca, kardeşi Abbas'a şöyle buyurdu:
“Onların yanına dön; eğer yapabilirsen, onları yarın sabaha kadar ikna et. Bizlerde bu geceyi ibadetle geçirelim. Allah’a münacat edelim, niyazda bulunalım ve namaz kılalım. Allah biliyor ki ben namaz kılmayı, kitabını okumayı, dua ve istiğfar etmeyi çok seviyorum.”[143]
Bunun üzerine Hz. Abbas b. Ali (a.s) düşman ordularının yanına gitti ve onlara İmam Hüseyin’in (a.s) mesajını iletti. Ömer b. Sa'd, İmam Hüseyin (a.s) ve yaranlarına bir gece mühlet verir.[144] O gün İmam Hüseyin ve ashabını çadırları düşman ordusu tarafından muhasara altına alınarak kuşatıldı.
Aşura Gecesi İmam Hüseyin (a.s) gecenin ilk vakitlerinde yaranlarını bir araya toplayarak onlara şöyle hitap etti:
“Ben kendi yaranlarım ve Ehl-i beytimden daha sadık ve vefalı bir kimse bilmiyor ve tanımıyorum! Yarın savaş günüdür ve sizin üzerinizdeki bütün haklarımdan -biatimi üzerinizden kaldırdım- vazgeçiyorum; herkesin gecenin karanlığından yararlanarak kendi yolunu tutması ve buradan uzaklaşmasına izin veriyorum.”
İmam Hüseyin’in (a.s) konuşması sona erince, önce İmam'ın (a.s) Ehlibeyti ve daha sonra da yaranları birbiri ardınca ayağa kalkarak, sonuna kadar İmam’la (a.s) birlikte olacaklarını ve onu her türlü destekleyeceklerini vurgulamakla beraber, biatlarında vefalı ve kararlı olduklarını vurguladılar.[145]

Aşura Günü

İmam Hüseyin (a.s) sabah namazını eda ettikten sonra,[146] ordusunun saflarını (32 atlı ve 40 yaya) düzenledi.[147] İmam Hüseyin (a.s) savaşın başlamasından önce Kufe ordusuna hücceti tamamlamak üzere atını binerek ashabından birkaç kişi ile birlikte düşman ordusunun yanına yaklaştı ve onlara nasihatlerde bulundu.[148]
Aşura sabahı Hür b. Yezid-i Riyahi İbn Sa’d’ın ordusunu terk ederek İmam Hüseyin’in (a.s) ordusuna katıldı.[149]
Aşura günündeki ilk savaş saldırıları gruplar halinde gerçekleşti. Bazı tarihi kaynaklar bu ilk saldırılar sonucunda İmam Hüseyin’in (a.s) elliye yakın ashabının şehit olduğunu nakletmiştir.[150] İmam’ın (a.s) sahabelerinin şehit olmasından sonra Ehlibeyti savaş için hazırlandılar. Beni Haşim’den savaş için ilk izin isteyen ve şehit olan Ali Ekber Ali b. Hüseyin (a.s) idi.[151] Ali Ekber’in şehadetinden sonra İmam Hüseyin’in (a.s) diğer Ehlibeyti birbiri ardınca meydana giderek şehit oldular. İmam Hüseyin’in (a.s) ordugâhının muhasara altında bulunmasından dolayı su getirme vazifesi ona verilen Ebu’l Fazlı’l Abbas da –ordunun sancaktarı ve çadırların koruyucusu- su getirmek için gittiği Fırat kıyısında, İbn Sa’d’ın İmam’ın ordusunun suya ulaşmaması için koyduğu bekçilerle girdiği savaş sonucunda şehit düştü.[152]
Bütün ashap, ensar ve Beni Haşim’in şehit olmasından sonra Eba Abdillah (a.s) savaş meydanına gitti. İlk başta Kufe ordusundan hiç kimse İmam Hüseyin'le (a.s) savaşmak için öne çıkmadı.[153] Şimr’in komutasında olan piyade birlikleri İmam Hüseyin’in (a.s) etrafını sarmalarına rağmen öne çıkamıyorlardı ve bundan dolayı Şimr çaresizce onları teşvik ediyordu.[154] Daha sonra Şimr b. Zi’l Cevşen okçulara İmam’ı (a.s) ok yağmuruna tutmalarını istedi. Dört bir taraftan gelen okların çokluğuyla İmam’ın (a.s) bedeni oklarla dolmuştu.[155] Şimr b. Zi’l Cevşen, aralarında Ebu’l Cunub Abdurrahman b. Ziyad, Kaş’em b. Amr b. Yezid-i Herduvanı Cu’fi, Salih b. Veheb Yezeni, Sinan b. Enes-i Nehei ve Havli b. Yezid Esbehi’nin bulunduğu Kufe ordusundan bir grupla İmam Hüseyin’e (a.s) doğru yaklaştılar. Şimr onları İmam’a saldırarak işini bitirmeleri için teşvik ediyordu[156], ancak kimse bu işe yanaşmıyordu. Daha sonra Şimr, Huli b. Yezid’e İmam’ın (a.s) başını mübarek bedeninden ayırmasını emretti. Huli b. Yezit İmam’ın mübarek başını kesmek için katligaha varınca eli ve bedenini titreme sardı ve hedefine ulaşamadan geri döndü. Bunun üzerine Şimr[157] ve başka bir nakle göre Sinan b. Enes[158] atından aşağı indi ve İmam’ın mübarek başını bedeninden ayırarak Huli’nin eline verdi.[159] İmam (a.s) şehit olurken bedeninde 33 kılıç darbesi ve 34 mızrak yarası vardı.[160] Düşman ordusu İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinden sonra elbise ve eşyalarını yağmalayarak imamın bedenini üryan bıraktılar.
İmam Hüseyin'in (a.s) şehit edilmesinden sonra geride kalan kadın ve çocukları esir alarak Kufe'ye ve oradan da Şam'a götürdüler. İmam Seccad'ı (a.s) ise hasta olması nedeniyle öldürmediler.[161]

Erbain

Erbain (kırkıncı gün); hicrî takvime göre Safer ayının 20’isi ve İmam Hüseyin (a.s)ve yarenlerinin Kerbela’da şehit edilişlerinin kırkıncı günüdür.
Kerbela esirlerinin hicretin 61. Yılında Safer ayının 20’sinde Şam’dan Medine’ye dönerken Kerbela’ya uğrayarak İmam Hüseyin’i (a.s) ziyaret ettikleri meşhurdur. Bazıları[162] bu ziyaretin ilk yıl gerçekleşmediğini ve gerçekte mesafe uzaklığından dolayı böyle bir ziyaretin gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu ileri sürmektedirler. Esirlerin Kufe’den Şam’a ve oradan da geri dönerek Kerbela’ya geri gelmelerinin 40 gün zarfında gerçekleşmesi mümkün değildir, demektedirler. Muhaddis Nuri’den önce Seyyid İbn Tavus da “İkbalu’l A’mal” kitabında konu hakkında kuşku duymuştur.[163]
Bu görüşe karşın, bazı yazarlar Kerbela esirlerinin Şam’dan Irak’a gittiğini ve Erbain’de (İmam Hüseyin ve yârenlerinin şehadetinin kırkında) Kerbela’ya vardıklarını ve İmam Hüseyin ve yarenlerinin kabri şeriflerini ziyaret ettikten sonra Medine’ye doğru hareket ettiklerini ileri sürmüşlerdir.[164]

Erbain Ziyareti

Ana madde: Erbain Ziyareti
İmam Hasan Askeri’den (a.s) Mümin’in beş nişanesinin olduğu ve bu beş nişaneden birinin Erbain ziyareti olduğuna dair bir hadis nakledilmiştir.[165]
Yine İmam Cafer Sadık’tan (a.s) Erbain günü için bir ziyaret name nakledilmiştir.[166] Şeyh Abbas Kummi, bu ziyaret nameyi “Mefatihu’l Cenan” kitabının üçüncü bölümünde “Meşhur olmayan Aşura Ziyareti”nden sonra “Erbain Ziyareti” adıyla nakletmiştir.
Gazi Tabatabai’nin dediğine göre Erbain günündeki ziyaret, Şiaların nezdinde “Mereddu’r Re’s” diye de bilinmektedir.[167] Mereddü’r Re’s’in anlamı: başın geri getirilmesidir. Buradaki maksat Kerbela esirlerinin Kerbela’ya geri döndükleri ve İmam Hüseyin’in aleyhi selam mübarek kesik başını da yanlarında getirerek oraya defnettikleridir.

Erbain Yürüyüşü

Ana Madde: Erbain Yürüyüşü
Erbain ziyaretinin tavsiye edilmesi, başta Irak’ın yerlileri olmak üzere dünya genelindeki Şiaların her yıl Erbain’den önce Kerbela’ya akın etmelerine ve Erbain günü orada hazır olmalarına neden oldu. Adeta bir insan seli görüntüsünü andıran bu yürüyüşler dünyanın en büyük kitlesel yürüyüşlerinden biri olarak sayılmaktadır. Geçtiğimiz 2013 yılında dünya genelinden 20 milyon Şii’nin Erbain yürüyüşüne katıldığı belirtilmiştir.[168] Gazi Tabatabai’nin yazdığına göre, Erbain’de Şiaların Kerbela’ya doğru hareket etmeleri, Ehlibeyt İmamlarının (a.s) döneminde de yaygındı ve Şialar hatta Emeviler ve Abbasiler döneminde bile bu kitlesel yürüyüşleri gerçekleştirmişlerdir.[169]

Aşura Kıyamı

Ana Madde: İmam Hüseyin'in (a.s) Kıyamı
İmam Hüseyin'in (a.s) Medine'den Mekke'ye ve oradan Kufe'ye ve ardından da Ömer Sa'd'ın ordusuyla savaşmak için Kerbela'ya hareketi noktasında farklı görüşler bulunmaktadır. Bir görüşe göre (Şeyh Ali Penah İştihardi) bu hareketin kıyam ve savaşmak kastıyla değil, sadece canını korumak için gerçekleştiğidir.[170] Bazıları ise İmam Hüseyin'in (a.s) hükümet teşkil etmek için kıyam ettiğine inanmaktadır. Eski alimlerden Seyyid Murtaza[171] ve muasır alimlerden Salihi Necef Abadi[172] (Şehidi Cavid kitabının sahibi) bu görüşe sahiptirler. Şeyh Mufid, Seyyid İbn Tavus ve Allame Meclisi gibi şahsiyetler ise bu görüşe muhaliftir.[173]
İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamı çoğu grupların uyanışa neden oldu. İmam'ın (a.s) şehadetinden hemen sonra başlayan inkılabi hareketler ve ayaklanmalar uzun yıllar devam etti. İlk ayaklanma Abdullah b. Afif'in[174] İbn Ziyad'a karşı ayaklanması ve ondan sonraki ise Sistan halkının kıyamıydı. Medine halkı da (Harre olayı) Aşura vakıasından dolayı Yezid'e karşı ayaklandı. Yezid’in helak olmasından sonra bu kıyamlar devam etti. Tevvabin, Muhtar'ın Kıyamı, Zeyd b. Ali (a.s) ve Yahya b. Zeyd kıyamı onlardan bazılarıdır. Ebu Müslim Horasani’de İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamından esinlenerek Ya Lisarati’l Hüseyin sloganıyla Emevilerin düşmesine neden olan siyah giyenler ayaklanmasını başlattı.[175] Muhammed b. Abdullah’ın Mansur Abbasi’ye karşı kıyamı, İbrahim’in kıyamı, Şehidi Fah kıyamı ve… gibi aleviler tarafından Abbasilere karşı yapılan ayaklanma ve kıyamların hepsi İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamından ilham almıştır.

Yas ve Matem

Ana Madde: Muharrem Matemi
Muharrem ayı matemi; Şiaların İmam Hüseyin (a.s) ve yârenlerini anmak ve yaşanan acı ve musibetleri hatırda tutup gerekli dersler çıkarmak için, başta Tasua ve Aşura günü olmak üzere Muharrem ayı boyunca dünya genelinde düzenledikleri matem ve yas merasimleridir. Şialarla birlikte yaşayan Sünniler ve başka mezhep mensupları da Şialardan etkilenerek bugünlerde matem programlarına katılmaktadır. Başta gözyaşı ve şiir okumayla yapılan bu merasimlere güç geçtikçe mersiye okuma, sine vurma ve taziye tutma gibi yas tarzları da eklenmiştir. Bu matem tarzlarının çoğu Büveyhoğulları, Safeviler ve Kacarlılar döneminde şekillendi. Bazı tarihi verilere göre Aşura vakıasından sonra İmam Hüseyin b. Ali’ye (a.s) ilk mersiye okuyanlar İmam Zeynel Abidin (a.s) ve Hz. Zeynep’tir (s.a).

Fazilet ve Erdemleri

İmam Hüseyin (a.s) beyaz yüzlü idi.[176] Bazen kürkten[177] yapılmış bir sarık bazen de siyah bir sarık takardı.[178] Baş ve sakalına kına yakardı.[179] Bir çok hadis, tarih ve eski rical kaynaklarında Hz. Hüseyin’in (a.s), dedesi Hz. Resulü Kibriya Efendimize (s.a.a) benzediğine dair bilgiler mevcuttur.[180] Bir rivayette ise İmam Hüseyin (a.s), Peygambere (s.a.a) en çok benzeyen kişi olarak tanıtılmıştır.[181] İmam Ali’den nakledilen başka bir rivayette ise oğlu İmam Hüseyin’i (a.s) yaratılış ve ahlak açısından kendisine en çok benzeyen kişi olarak tasvir etmiştir.[182]
İki yüzüğünden birinde “la ilahe illallah, uddetun lilikaullah” diğerinde ise “İnnellahe baliğun emrehu” yazmaktaydı.[183]
İmam Hüseyin (a.s), İmam Hasan’ın (a.s) şehadetinin ardından yaşı kendisinden büyük olanlar olmasına rağmen Haşim Oğullarının içinde en saygın olan kişiydi.[184] Onunla meşveret ederler ve onun görüşünü başkalarının görüşüne tercih ederlerdi.[185] İmam Hüseyin (a.s), yakınları ile birlikte 25 kere yaya olarak hacca gitmiştir.[186]
Ya’la Amiri, Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir: حسین منّی و انا منه، احبّ الله من احبّه، الحسن و الحسین سبطان من الاسباط (Tercüme: Hüseyin benden ve ben Hüseyin’denim; Allah onu seveni sevsin. Hasan ve Hüseyin peygamber evlatlarındandır.)[187]
Salmanı Farisi’den nakledildiğine göre Hz. Resulullah (s.a.a), Hz. Hüseyin’i dizleri üzerine oturtur, onu öper ve şöyle buyururdu: Sen seyyid oğlu seyyid ve seyyidlerin babasısın; Sen imam, imam oğlu ve imamların babasısın; Sen Allah’ın hüccetinin oğlu ve sonuncuları kaim olan dokuz hüccetin babası olan hüccetsin.”[188]
Yine Salmanı Farisi’nin Hz. Resulü Ekrem’den (s.a.a), naklettiği rivayette efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ey Salman! Her kim bunları severse, beni sevmiştir ve her kim beni severse, Allah’ı sevmiştir.” Sonra ellerini Hüseyin’in omuzları üzerine koyarak şöyle buyurdu: “Bu, imam oğlu imamdır. Onun neslinden olan 9 imam, emin ve masumdurlar. Onlardan dokuzuncusu onların kaim (kıyam edici) olanlarıdır.[189]
Hz. Resulü Ekrem (s.a.a), defalarca şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin benim çocuklarımdır; onları seven beni sever, beni sevense Allah'ı sever; Allah'ı seveni de Allah cennete koyar. Onlara buğzeden bana buğzeder, bana buğzeden Allah'a buğzeder, Allah da kendisine buğzedeni, cehenneme atar.”[190]
Ebu Hureyre ise Hz. Resulullah’tan şöyle nakletmiştir: “Her kim bu iki çocuğumu –Hasan ve Hüseyin’i- severse, beni sevmiştir ve her kim onlara düşmanlık ederse, bana düşmanlık etmiştir.”[191]
İmam Hüseyin’in (a.s) düşmanları bile onun faziletlerini itiraf etmişlerdir. Nitekim azılı düşmanlardan Muaviye bile İmam Hüseyin hakkında ‘Hüseyin de babası gibi hile ve dalavere ehli değildir’ diye itirafta bulunmuştur.[192] Ayrıca İmam Ali ve İmam Hasan’a da düşmanlık güden Amr b. As da İmam Hüseyin hakkında ‘gök ehli yanında yeryüzündeki en sevgili kişinin İmam Hüseyin olduğunu’ söylemiştir.[193]
İmam Hüseyin (a.s), her daim ağabeyi İmam Hasan’a (a.s) saygı duymuş ve onun karşısında konuşmamıştır.[194] Hiçbir zaman ondan önde yürümemiş ve her ikisinin hazır bulunduğu yerde ondan önce konuşmamış ve görüş bildirmemiştir.[195] hatta oldukça bağışlayıcı ve Medine’de bağış ve cömertliği ile tanınmasına[196] rağmen cömertliğinde bile İmam Hasan’a ihtiram göstermekteydi. Söylendiğine göre bir ihtiyaç sahibi İmam Hasan’ın (a.s) yanına gelir ve ondan yardım ister. İmam Hasan (a.s) ona bir miktar yardımda bulunur. Aynı kişi daha fazla yardım almak için bu kez İmam Hüseyin’in (a.s) yanına gider. İmam Hüseyin (a.s) ağabeyinin ona yardım ettiğini öğrenince ağabeyine saygısızlık olmasın diye İmam Hasan’ın (a.s) yardım ettiği miktardan bir dinar daha az o kişiye yardımda bulunur.[197]
Kendisi öksüzlerle oturur, onların davetlerini kabul eder, onlarla yemek yer ve onları evine davet ederdi. Evinde olan şeylerden onlara esirgemezdi.[198] Dilenci ve istekte bulunan birisi ondan bir şey istediğinde namazda bile olsa namazını kısa keser ve her neyi varsa ona verirdi.[199] Köle ve cariyelerini güzel ahlakları gereği azat ederdi. Söylendiğine göre Muaviye çok sayıda mal, elbise ve bir cariyeyi İmam Hüseyin’e hediye olarak gönderir. Cariyeyi Kur’an’dan birkaç ayet okuduğu ve dünyanın fani oluşu ve insanların öleceğine dair bir şiir okuduğundan dolayı azat eder.[200] Hatta bir gün kölelerden birisi cezayı gerektiren uygunsuz bir iş yapar, ancak köle “وَالْعَافٖينَ عَنِ النَّاسِ (Tercüme: insanları affederler.)”3–134 ayetini okur. Bunun üzerine İmam Hüseyin (a.s) onu Allah yolunda azat eder.[201] Hasta yatağına düşen ve borcunu ödemekten aciz kalan Usame b. Zeyd’in borcunu kendisi öder.[202]
Bir rivayete göre bir arsa ve bir miktar eşya ona irs kalır, ancak daha kendisine ulaşmadan onları bağışlar.[203] Üç soruya verdiği cevaptan dolayı bir adamın diyesinin tamamını ve yüzüğünü ona bağışlar.[204] Kerem ve cömertliği o kadar çoktu ki Yahudi bir kadınla erkek onun güzel ahlakından dolayı Müslüman olmuşlardı.[205] Çocuklarının öğretmenine fazlaca mal, elbise ve inci bağışlar, buna rağmen “bu senin taliminin karşılığı değildir’ derdi.[206] İmam Hüseyin’in (a.s) hilim ve alçakgönüllülüğü hakkında dediklerine göre Şamlı adamın birisi ona ve babasına küfreder, ama İmam Hüseyin (a.s) onu bağışlar ve ihsanda bulunur.[207] Dediklerine göre yetim ve yoksullara o kadar çok erzak taşırdı ki taşıdığı erzak çuvalının izi sırtına çıkmıştı.[208]
Dediklerine göre Mervan, İmam Hüseyin’in annesine (Hz. Fatıma’ya) hakaret ettiğinde ona kati bir şekilde karşılık vermiştir.[209] Aynı şekilde Emeviler tarafından İmam Ali’ye (a.s) lanet ve küfür edilmesine de şiddetle tepki gösterirdi.[210]

İmam Hüseyin’in (a.s) Türbesi

Ana Madde: İmam Hüseyin’in (a.s) Türbesi
İmam Hüseyin'in (a.s) Türbesi veya Hairi Hüseyni; Şiaların üçüncü imamı İmam Hüseyin’in (a.s) toprağa verildiği Kerbela bölgesidir. Hadislerde türbe sınırları için zikredilen en az fasıla 20 – 25 zira’dır (normal bir kişinin dirseğinden orta parmak ucuna kadar ki uzunluktur). Buna göre İmam’ın (a.s) türbesinin çapını 22 metre olarak saymışlardır.[211] İmam Hüseyin’in (a.s) kabrinin üzerine bina inşası, şehadetinin ilk yıllarına dayanmaktadır. Üzerinin (tavanın) kapatılması ve kabrinin üzerinde küçük bir yapıtın bulunması hakkında hicri kameri 65. yıla kadar bilgiler bulunmaktadır. Muhtemelen İmam Hüseyin’in (a.s) kabri üstüne ilk kubbeyi yapan Muhtar b. Ebu Ubeyd Sakafidir (öldürülme tarihi hicri kameri 67). Muhtar kıyamında zafere ulaştıktan sonra hicri kameri 66. yılda bu kubbeyi inşa etmiştir.[212] İmam Sadık’tan (a.s) İmam Hüseyin’in (a.s) türbesinin adab ve ziyaret keyfiyetine dair hadislerin nakledilmesi[213] bu kubbenin İmam Sadık (a.s) zamanına kadar baki kaldığının göstergesidir.[214]
Daha sonraki dönemlerde şahıs veya hükümetler İmam Hüseyin’in (a.s) türbesinin restore edilmesi için çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır.[215] Buveyhoğulları, Celayiriler, Safeviler ve Kaçarlılar hükümeti zamanında İmam Hüseyin’in (a.s) türbesini tezyin etme ve genişletme noktasında esaslı ve kapsamlı faaliyetler yapılmıştır.[216]

İmam Hüseyin'in (a.s) Kabrinin Tahrip Edilmesi

Ana Madde: İmam Hüseyin’in (a.s) Türbesinin Tahribi
Harun Reşit ve Mütevekkil gibi bazı Abbasi halifeleri, defalarca İmam Hüseyin’in (a.s) türbesini viran ve tahrip ettiler. Mütevekkil, İmam Hüseyin’in (a.s) kabrinin izini yok etmek ve halkın ziyaretini engellemek için İmam’ın (a.s) türbesinin bulunduğu bölgenin ekilmesini ve su verilmesini emretmiştir.[217] İmam Hüseyin’in (a.s) türbesini tahrip etme girişiminin en kötüsü son zamanlarda; yani Vahhabilerin 1216 yılında Kerbela’ya saldırmasıyla vuku bulmuştur. Cani vahhabiler bu saldırı da İmam Hüseyin’in (a.s) türbesini tahrip etmiş ve türbeye ait zerih ve kıymetli eşyaları yağmalamışlardır.[218] Ayrıca 1991 yılında Irak Baas hükümeti güçleri, İmam Hüseyin’in (a.s) haremine saldırarak türbeyi hedef almışlardır.[219]

İmam Hüseyin’in (a.s) Ziyareti

Ana Madde: İmam Hüseyin’in (a.s) Ziyareti
Tarihi kaynaklara göre, İmam Hüseyin’in (aleyhi selam) kabri şeriflerini ilk ziyaret eden kişi Cabir bin Abdullah Ensari’dir. Cabir, İmam Hüseyin’in (a.s) şehadetinin kırkıncı günü Atiyye bin Said Afvi ile birlikte Medine’den Kerbela’ya giderek Erbain’de İmam Hüseyin’in (a.s) kabri şeriflerini ziyaret etmiştir.[220] Seyyid b. Tavus Luhuf kitabında, Hz. Zeynep (s.a) ve diğer Kerbela esirlerinin de bu günde Kerbela’ya yetiştiklerine inanmaktadır.[221]
En üstün ve en faziletli amellerden biri de Kerbela’da şehitler efendisinin (a.s) kabrini ziyaret etmektir.[222] Rivayetlerde işaret edilen faziletlerden bazıları şunlardır:[223]
Allah’ı arşta ziyaret etme sevabı.[224]
Allah Teala’nın ziyaret edenlerle övünmesi.
Allah Resulü (s.a.a), Hz. Ali (a.s) ve Hz. Fatıma (s.a) ile komşuluk.
Peygamber (s.a.a) ve İmamların duası (a.s).
Hayırlı akıbet.
Rızkın artması.
Ömrün uzaması.
Tehlikelerin defedilmesi.
Geçmiş ve gelecek günahların bağışlanması.[225]
Duanın icabet ve kabulü.
Meleklerin duası.
Diğer birçok sevaplar.[226]

Ziyaret Adabı

İmam Hüseyin’i ziyaret etmenin kendine özgü adap ve amelleri vardır; onlardan bazıları şunlardır:
Yola çıkmadan önce üç gün oruç tutmak.
Lezzetli ve çok çeşitli yemeklerden sakınma ve sade yemeklerle yetinmek.
Gamlı ve hüzünlü bir halde ziyaret etmek.
Koku ve esans kullanmaktan sakınmak.
Matem ve musibet görmüş kimse gibi, aşüfte çehre ve elbiselerle ziyaret etme.[227]
Ziyaretten önce Fırat suyuyla gusül alma.
Yalın ayak ziyarete gitme.[228]

Özel Ziyaret Günleri

Cuma gecesi (Perşembe akşamı) ve günü.[229]
Arafe günü.[230]
Recep ayı; özellikle birinci günü ve ortası.
Şaban ayı; özellikle ay ortası gecesi (14. günün akşamı) ve (on beşinci) günü.
İmam Hüseyin’in (a.s) dünyaya geldiği gün (meşhur olan: Şaban ayının üçü).
Ramazan ayının her günü; özellikle ortası ve son on günü.
Ramazan ayının birinci ve sonuncu gecesi.
Kadir geceleri; özellikle 23. gece.
Ramazan ve Kurban bayramları gecesi.
Mubahele günü (Zilhicce ayının 24. günü)
“Hel Eta” ayetinin nazil olduğu gün (Zilhicce ayının 25. günü)

 

İmam Hamanei’den Sert Çıkış:‘Öğretmenler Günü’ nedeniyle eğitimciler ile görüşen İmam Hamanei, ABD’nin Fars Körfezi’nde tatbikat yapmasına karşı çıkarak “Amerika en iyisi Domuzlar Körfezi’ne gitsin, Fars Körfezi bizim evimiz” açıklamasında bulundu.
 
İmam Hamanei, üstad Murtaza Mutahhari’nin şehadetinin yıldönümü ve ‘Öğretmenler Günü’ nedeniyle kabul ettiği öğretmen ve eğitimcilerle yaptığı görüşmede önemli açıklamalarda bulundu.

İmam Hamanei konuşmasının bir bölümünde, “Düşman karşısında korkacak olursak, düşman küstahlaşır. Dünyanın öbür ucundan gelip burada tatbikat yapıyorlar. Madem öyle, gidin kendi Domuzlar Körfezi’nize, burada işiniz ne sizin? Fars Körfezi bizim evimizdir. İran milletinin varlık sergilediği yerdir. Zorba devletlere işte böyle cevap vermek gerekir.” ifadesini kullandı.

Yeni nesil yetiştirme alanının boş olmadığını belirten İmam Hamanei, küresel emperyalist güçlerin bütün milletler ve özellikle İran milletinin genç nesli için planlar kurduğunu açıkladı.

Kapitalist Siyonist güç odaklarıyla bazı müstekbir sömürgecilerden oluşan küresel sultacı güçler, dünya gençliğinin düşünce yapısını, kültürel değerlerini, beğenilerini, dünyaya bakış açısını etkileyip yönlendirmeye, ileride kendilerine kulluk ve hizmet edecek düşünürler, bilginler, siyasetçiler ve yöneticiler yetiştirmeye özen gösteriyorlar.

Sömürgeci ve Siyonist güç odaklarının yeni komplolarına değinen Ayetullah Hamenei, Batılı düşünürlerin kültürel emperyalizme yol gösterdiklerini, artık 19. yüz yıldaki doğrudan sömürgeci saldırı ve işgal döneminin kapandığını, çeşitli ülkelerin genç nesillerine kendi düşünce tarzlarının aşılanması gerektiğinin vurgulandığını, bu yoldan eğitilip yetiştirilen bilgin ve yöneticilerin sultacı güçlerin askerleri olarak kendi ülkelerinde görevler yapabileceklerini belirtti.

“Bu yüzden bölgedeki bazı ülke yöneticileri, Amerika’nın istediği politikaları kendi ülkelerinde uyguluyorlar. Hatta yaptıklarının yüksek maliyetine de katlanıyor ve Amerika’dan hiçbir imtiyaz da koparamıyorlar. Sadece Amerika’nın kendi iktidarlarını koruyup garanti edilmesini talep ediyorlar.” diyen Ayetullah Hamenei, böyle sinsi ve sultacı güçlerin genç nesiller üzerinde yatırım yaptıklarını, buna karşı etkin mücadele için, milli düşünce ve kültürel değerlerle Fars dili başta olmak üzere yerel dillerin takviye edilmesi gerektiğini, elbette İngilizce eğitimin kaldırılması gibi anlaşılmaması gerektiğini, fakat yabancı kültürün sızmasına karşı etkin önlemlerin alınması gerektiğini söyledi.

İmam Hamanei, ülkenin siyasi, ekonomik ve kültürel bağımsızlığını savunup koruyacak gençliğin yetiştirilmesi gerektiğini, ülke geleceğinin, her türlü bağımlılığı, çirkinlik ve zülmü kabul etmeyen, hür düşünceli izzetli gençlere teslim edilmesi gerektiğini vurguladı.

Öğretmenlerin ülkenin gelişip güç kazanmasının asıl kaynakları olduklarını, güçlü olmanın sadece silah sahibi olmak anlamında olmadığını belirten İmam Hamanei, asıl güç kaynağının ilim, iman, milli şahsiyeti, direniş ve inkılapçı ruhu geliştirmekten ibaret olduğunu, düşmanların İran gençliği ve halkının bu güç kaynaklarıyla bütünleştiğini gördüklerinde, temkinli davranacaklarını, aksi takdirde küstahlaşacaklarını vurguladı.

İran’ın Fars Körfezi ve Umman denizinde uzun sahilleri bulunduğunu açıklayan İmam Hamanei, İran’ın güçlü askeri varlığını sürdürdüğünü, fakat bölge dışı Amerika’nın bu bölgede asker konuşlandırma ve askeri tatbikat yapma hakkına sahip olmadığını belirtti.

“Eğer biz, düşmana gücümüzü göstermekten korkarsak işte o zaman düşman yüzsüzleşir.” diyen İmam Hamanei, “İran Fars Körfezi’nde tatbikat yapmasın” diyorlar. Bu ne yüzsüzlük! Dünyanın öbür yanından gelip bu körfezde tatbikat yapıyor. Öyleyse ben de diyorum ki “Gidin Domuzlar Körfezi’ne. Burada ne işiniz var! Fars Körfezi bizim evimizdir. Tamah gösteren ülkelere vereceğimiz cevap işte budur. Bugün bizim bölgemizde devlet adamları Batı dünyasının sultasına girmiş ve onların askerliğini yapan ülkeler var. Onlar, Amerika neyi istiyor ve neyi söylüyorsa onları yapıyorlar. Bunun için para da harcıyorlar. Bunun karşılığında aldıkları tek ödül ise Amerika’nın onların yönetimlerinin yıkılmasını engellemek oluyor.”  açıklamasında bulundu.

ÖĞRETMENLER GÜNÜ

1 Mayıs İran’da işçi ve çalışanlar günü olarak kutlanırken 2 Mayıs da Öğretmenler Günü olarak kutlanıyor.

İran Eğitim Bakanı ve bakanlık yetkilileri İran İslam İnkılabı kurucusu rahmetli İmam Humeyni’nin türbesini ziyaret ettiler.

İran Eğitim Bakanı Ali Asgar Fani, yardımcıları ve bir grup genel müdür ve öğretmenle birlikte İmam Humeyni’nin türbesini ve bazı yetkililerin mezarını ziyaret ederek dua ettiler.

İran’ın resmi haber kanalındaki “Amerika kongresinin İran’ın savunma programlarına karşı sunulan ve İran’ın Fars Körfezindeki tatbikatlarını sınırlamayı öngören yeni karar taslağının” masaya yatırıldığı programa katılan Devrim Muhafızları Ordusu Baş Komutan Yardımcısı Tümgeneral Hüseyin Selami şu açıklamalarda bulundu: Tatbikatlarımız belirlenen tarihte siyasi ve savunma çıkarlarımıza uygun bir şekilde gerçekleşecektir. Bu hususta hiçbir sınırlamayı ve hiçbir gücün sınırlama girişiminde bulunmasını kabul etmiyoruz.

Özellikle Amerika olmak üzere düşmanlara geçmiş hatalarını tekrarlamamaları, yakın zamandaki olaylardan ders çıkarmaları ve İran halkına karşı sınırsız ve gereksiz baskılardan uzak durmaları uyarısında bulunuyoruz.

Amerikalılar, bizim deniz kuvvetlerimizin tehlikeli bir kuvvet olduğuna inanıyorlar. Elbette bu bir hakikattir. Bana göre Amerikalılar ilk defa deniz kuvvetlerimizin gücünü doğru anlamışlar. Biz, eğer bir tehdit unsuru olmak isterse gerçekten de Amerika için tehlikeliyiz ve bunu resmen ilan ediyoruz.

Amerikalıların İran’ın gücünün azametinin ölçülerini bildiklerini belirten Devrim Muhafızları Ordusu Baş Komutan Yardımcısı şöyle ekledi: Biz deniz gücümüzü, Amerika gibi ordular ve büyük güçlere galip gelecek şekilde genişletip düzenledik. Çünkü bizim bölgede Amerika hükümetinden başka bir düşmanımız yoktur. Diğer ülkeler ve hükümetler bizim düşmanımız değildir ve biz de onların düşmanı değiliz. İran bu bölgenin istikrar ve emniyetine yardım ediyor.

Biz, kesin ve güçlü bir şekilde caydırıcı özelliği olan savunma, deniz ve füze kapasitemizi genişletip geliştirmeye devam edeceğiz.

Sözlerinin devamında çok önemli bir nükteye değinen Tümgeneral Hüseyin Selami şöyle dedi: Biz, 1982’de yapılan deniz hukuku sözleşmesi esasınca Hormoz boğazından tehlike içerikli bir geçiş gerçekleştiğin de müdahale etmeye mecburuz.

Amerika’ya, bölgedeki ortaklarına ve müttefiklerine şu uyarıda bulunuyoruz ki; eğer tehdit edebiyatından faydalanıp bizi tehdit etmeye çalışırsanız biz de 1982’de yapılan deniz hukuku sözleşmesinde yer alan zararsızlık kanunundan faydalanır ve tehdit unsuru olmaya çalışan hiçbir geminin veya teknenin geçişine izin vermeyiz.

İran Ekonomi Bakan Yardımcısı ve İran’ın Almanya’daki Büyükelçisi, Almanya Ekonomi Bakanı’nın, İran ve Almanya arasındaki ilişkilerin gelişmesinde Siyonist Rejimin önemli rolü olduğu yönündeki açıklamalarına tepki gösterdi.

 İran’ın Almanya’daki Büyükelçisi Ali Macidi, Almanya Ekonomi Bakan Yardımcısı Back Meyer’in sözlerine tepki göstererek şu ifadelerde bulundu:

“ Çifte standart uygulayarak, iki taraflı ilişkiler için şart koşulması, benim açımdan şüpheli bir durum. Siz batı, eğer bölgenin ve uluslararası sistemin güvenliğinden endişeliyseniz, şunu bilmelisiniz ki, belirli bir rejimin güvenliği, bütün ülkelerin güvenliği demek değildir.  Bölgedeki durumun tamamını görmezden gelemeyiz. Öte yandan, bölgedeki birçok güvensizliğin sebebi kendisi olan bir rejimin güvenliğinden söz edilemez.

Acaba bu gün halkının kanı haksız yere dökülen birçok ülkenin güvenliğe ihtiyacı yok mu? Bu gün Suriye, Filistin ve Libya’da olan olayları görmüyor musunuz? Acaba güvenlik bir rejime has yoksa bütün dünya için mi?

İran Ekonomi Bakan Yardımcısı Muhammed Hazai’de Alman Bakan Yardımcısının sözlerine tepki göstererek şunları söyledi:

“Her ne kadar Almanya gibi diğer ülkelerle ekonomik ilişkiler bizim için önemli olsa da, ülkemizin inanç ve bağımsızlık esaslarını korumak bundan daha önemlidir.

Biz hiçbir ülkeye, dış siyasetimize karışma, müdahale etme, politika belirleme ya da ilişkileri genişletmek için şartlar sunma izni vermeyeceğiz.

Eğer biz dış güçlerin bütün şartlarını kabul etmiş olsaydık, bu kadar zorluk çekmemiş ve bu günün en önemli gücü haline dönüşmemiş olurduk.

En iyisi, Almanya dâhil olmak üzere batılı ülkeler, kendi iç sorunlarını çözmek için daha başka yollar bulsunlar.”


İmam Hamanei, İran’ın Amerika politikalarına karşı çıkması nedeniyle yaptırımla tehdit edildiğine işaretle, İslam karşıtlığı, İran karşıtlığı ve Şii karşıtlığının Amerika’nın bu günkü vazgeçilmez politikası olduğunu vurguladı.
 
 
Aziz İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) biset yıldönümüyle eşzamanlı olarak nizamın yetkilileri, İslam ülkelerinin Tahran’daki büyük elçilileri ve bir gurup şehit ailesinin kabulünde bir konuşma yapan İmam Hamanei, iki akım olarak “biset” ve “cahiliyet” akımlarının günümüze kadar süregeldiğine işaretle, ilahi peygamberler vasıtasıyla hidayete ermiş aklaniyet, biset akımının temel özelliğini oluştururken, şehvet ve gazabın ise cahiliyet akımının temel özelliğini oluşturduğunu belirterek şöyle dedi: İslam ümmetinin bu günkü en önemli vazifesi, Amerika’nın öncülük ettiği cahiliyet akımına karşı durmaktır. Biset akımının öncüsü olarak İran İslam Cumhuriyeti, yüce İmam’ın (r.a) açtığı çığırda hiçbir güçten kaygı duymadan yoluna devam edecektir.

Aziz İslam Peygamberinin (s.a.a) bisetini, İslam ümmetine ve İran milletine tebrik eden İmam Hamanei, Kuran ayetlerine istinaden, derin içerikli biset kavramını ele aldı ve şöyle dedi: Biset; diriliş bayramı, ilahi fıtrata dönüş günü ve “aklaniyet, hürriyet, adalet ve Allah’a kulluk” ile birlikte olan hayattır ve ilahi peygamberlerin vazifesi, yüce Allah’ın emirleri ve tevhit çerçevesinde insanları bu temiz fıtrata ve akletmeye doğru hidayet etmektir.

İnsanlığın bisetin öğretilerine olan daimi ihtiyacına temasla, cahiliyet akımını bisetin karşıt cephesi olarak değerlendiren İmam Hamanei, şöyle devam etti: Cahiliyet akımı, İslam Peygamberinin (s.a.a) dönemine ait değildir, belki peygamberler vasıtasıyla hidayete erişmiş olan düşünceye karşı devam ederek gelen bir akımdır ki bu günde, bilim ve teknolojiden yararlanarak yeni bir formatta zuhur etmiştir.

Cahiliyet akımının temel belirgin özelliklerinin şehvet, öfke ve nefsani isteklere düşkünlük olduğunu vurgulayan İslam İnkılabı Rehberi, “Cahili cephenin icraatının neticesi, insanlığın sürekli olarak acı, çile ve aşağılanma içinde olması, milyonlarca insanın katledilmesi, milletlere ait kaynakların talanı, bozgunculuk ve fesat olmuştur ki iki dünya savaşı, bunun bariz örneğidir” diye anımsattı.

İmam Hamanei, iki akım olarak cahiliyet ve biset akımlarının ferdi ve içtimai düzeylerde zuhur ettiğini dile getirerek, şöyle dedi: Eğer uluslararası düzeyde güçlerin davranışı peygamberler vasıtasıyla hidayete erişmiş olan akıl çerçevesinde olursa, dünya bir şekilde olacaktır ve eğer onların davranışı nefsani istekler, güce tapma ve fitne çıkarma çerçevesinde olursa, dünya başka bir şekilde olacaktır.

Milletlerin sömürgecilik postalı altında ezilmesini, cahiliyet akımının icraatının diğer bariz örneklerinden biri olarak dile getiren İmam Hamanei, yıllarca süren İngiliz sömürgeciliği sonucunda kaynakları yağmalanan ve kara toprağa yatırılan Hindistan’a işaretle, “Bu gün Batı Asya bölgesinde süren savaşların ve fitnelerin de cahiliyet ve şeytan cephesinin icraatının bir sonucu olduğunu” anımsattı.

Dünya üzerinde hakim olan Siyonist akımın, şeytanların sistem kurmasının bariz örneği olduğunu vurgulan İslam İnkılabı Rehberi, şöyle konuştu: Dünyanın şu anki vaziyeti, sermaye sahibi geniş bir Siyonist ağın hakimiyetinin sonucudur. Siyonistler, hatta Amerika gibi bir devlette hakimiyet ve nüfuz sahibiler ve bu ülkede bir hareket ya da bir partinin iktidara gelmesi, buradaki Siyonist akıma uymasına bağlıdır.

İslam ümmeti, İran ve keza İslami uyanış hareketlerinin temel dayağı, fasit Siyonist akımın hakimiyetine karşı çıkmak olduğunu söyleyen İmam Hamanei, “Bu çerçevede, bu gün İslam karşıtlığı, İran karşıtlığı ve Şia karşıtlığı, Amerika ve ona bağlı devletlerin politikasının olmazsa olmaz bir parçası olduğunu” sözlerine ekledi.

İran milleti ve İslam milletlerinin büyük güçlerin bozguncu hareketine karşı uyanık ve duyarlı olmasını, onların öfkelenmesinin temel etkeni olarak sayan İmam Hamanei, “İşte bu nedenle İran, Amerika’nın bölgedeki politikalarına karşı geldiğinden dolayı yaptırımla tehdit edilmektedir, çünkü İran’ı bölgedeki sınır tanımaz politikalarının önünde engel olarak görüyorlar” diye hatırlattı.

Cahiliyet cephesinin ve şeytani güçlerin hakimiyetinin sonucunun “tuğyan ve tağut” olduğunun altını çizen İslam İnkılabı Rehberi, şöyle dedi: Tağut ve cahiliyet akımı, atom bombasıyla yüz binlerce insanın Hiroşima’da ölmesine neden olduğu halde, uzun yıllardan sonra hala özür dilemeye hazır değildir. Irak, Afganistan ve diğer ülkelerin altyapılarını yok ediyorlar ama hiç yüzlerine getirmiyorlar.

İmam Hamanei, “İran İslam Cumhuriyetinin hiçbir ülkeye karşı savaşı başlatan taraf asla olmadığını, ama kendi tutumlarını yüksek sesle dile getirdiğini ve getirmeye de davam edeceğini” vurguladı.

“Mütehaccir/yobaz İslam”ı, “Amerikan İslam”ının kenarına koyan ve bu iki İslam’ın da “Öz İslam”a karşı durduğuna ilişkin İmam Humeyni’nin (r.a) dile getirdiği ifadelere değinen İmam Hamanei, “Bu gün İslam namına en feci ve en kötü cinayetleri işleyen fasit ve mufsit gurupların Batılı güçler tarafından desteklendiğini” belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: Batılılar görünürde İŞİD karşıtı koalisyon kurmuşlar ama gerçekte, onların hamileridirler ve İslam düşmanlığı çerçevesinde,  İslam’ın çehresini yıpratmak için kendi propagandalarında onlardan “İslam devleti” diye söz ediyorlar.

Cahiliyet akımının İslam karşıtlığına rağmen İslami hareketin yayıldığını belirten İslam İnkılabı Rehberi, “İslami düzenin kurulmasıyla birlikte İran’da giderek daha güçlü ve daha köklü hale gelen İslami hareketin, kendi yoluna devam edeceğini ve kesinlikle zafere kavuşacağını” anımsattı.

Büyük güçlerin tehditleri ve planlarından korkulmaması ve Allah’a tevekkül edilmesinin gerekliliğine vurgu yapan İmam Hamanei, şöyle dedi: Bu gün, gerek halk gerekse elit kesim ve yetkililer olsun genel olarak bütün İslam ümmetinin önünde, İslami hareket karşısında ve cahiliyet akımıyla mücadele etme bağlamında bir takım görevler durmaktadır. Eğer bu görevleri yerine getirirlerse, ilahi ecir ve sevaba nail olacaklar ve her kim kendi görevini yerine getirmezse İslami hareket yinede durmadan yoluna devam edecektir, zira en nihayetinde İslam ve Müslümanların zaferi, kesindir.

Welayet News

Perşembe, 05 May 2016 18:10

İslam Peygamberinin Biset Günü


 Meb’es (Arapça: مَبعَث), Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) insanların hidayeti için Allah tarafından gönderilmesini zaman ve mekân olarak anlatan bir terimdir. “Meb’es” sözcüğünde “bi’set” manasına gelen masdar anlamı da yatmaktadır.

Bi’set kelimesi İslam litaretüründe daha çok Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) için kullanılmaktadır. Efendimiz (s.a.a) 40 yaşında Nur dağında (Mekke şehri yakınlarında) Hira mağarasında peygamberliğe seçilmiş ve bu İslam dininin başlangıcı olmuştur. Bu olay İmamiye Şialarının meşhur görüşüne göre Hicretten 13 yıl önce Recep ayının 27’sinde gerçekleşmiştir.

Hz. Fahri Kâinat Efendimizin (s.a.a) bi’setinden önce o bölgenin insanları daha çok putperest idi. Ancak buna rağmen aya tapanlar, güneşe tapanlar, yıldıza tapanlar ve tahrif olmuş semavi dinlere mensup olanlarda Hicaz’ın farklı yerlerinde yaşamaktaydılar. Ama Peygamber Efendimizin (s.a.a) bi’seti ve İslam’ın zuhuru ile bu din putperestlik dinini ortadan kaldırmış ve Hicaz’a hâkim olmuştur.
Hz. Resulü Kibriya Efendimizin (s.a.a) meb’es yıldönümü Müslümanların büyük bayramlarından ve meb’es bayramı olarak kutlanmaktadır.

Terminoloji
Sözlük ve Terim Anlamı

“Meb’es” sözcüğü, masdarı mimi, ismi zaman ve ismi mekândır. “b-e-s” (ب ع ث) kökünden ve gönderme anlamına gelmektedir. Meb’es göndermek,[1] yollamak[2] ve başlatmak[3] anlamlarındadır.
Meb’es kelimesinde, bi’set anlamına gelen mastar veya bi’set zamanını anlatan ismi zaman da dikkate alınmıştır. Dolayısıyla meb’es gün veya yevm kelimesiyle tamlanmaktadır (meb’es günü veya yevmu’l meb’es).[4]
Dini terim olarak, bi’set bir insanın diğer insanların hidayeti ve Allah’ın dinine davet için gönderilmesi anlamındadır.[5] Meb’es günü veya meb’es bayramı, Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) Allah tarafından risaletle mebus edildiği gündür.[6]

Kur’an’da

Bi’set, Kur’an kültüründe içinde bir çeşit değişiklik olan tekamülün aşamalarından birisine gönderme ve ulaştırma faktörüdür. Bundan dolayı, ölülerin haşır edilmesi manasında da kullanılmıştır, zira büyük bir değişim ve yeni bir atmosfere girmenin başlangıcıdır.[7] Ancak yaygın terim anlamı olarak peygamberlerin insanların hidayeti için gönderilme ve yollanması anlamında kullanılmaktadır.[8]
Kur’an’ın tüm yerlerinde “bi’set” Allah’a nispet verilmektedir. Şöyle ki ölülerin dirilişi, yaratılışa has yasa ve kanunlar ve resullerin gönderilişinin tamamı Allah’ın alemlerin yaratılışındaki mutlak egemenliğini ve programına işaret etmektedir.
Peygamberlerin gönderilmesinde dikkati çeken şey ise Allah’ın insanlara olan lütfudur.[9] Bu lütuf hidayet ve kılavuzluktur ve aynı zamanda insanların kendi içinden ve aynı türündendir.[10]
“Andolsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[11]
İnsan tür ve cinsinden peygamberlerin seçilmesi bazen peygamberlerin insanlar içinde alaya alınmalarına ve müşrikler, muannitler ve mütekebbirlerin inkârına neden olmuştur.[12] Ancak burada hikmet ve bir mantık yatmaktadır. Zira peygamberler Kur’an’da örnek ve model olarak tanıtılmıştır.[13] Eğer başka bir türden seçilmiş olsalardı, beşeri bir model olamazlardı. Dolayısıyla her türün peygamberinin kendi türünden olması ilahi bir sünnet ve aynı zamanda başkalarına bir kanıt ve hüccettir.[14]

Hicaz’ın Bi’set Öncesi Dini

Adada yaşayan insanların çoğunun dini her türü ve şekliyle putperestlikti. Yemen’de ay ve güneşe tapmak yaygındı. Ayı ilah, güneşi ilahe bilmekteydiler. Abduşşems, Abduşşarik, Abdunnecm, Abdussüreyya gibi isimler bu tür ibadetlerin bir yansımasıydı. Manevi kavramlara ve görülmeyen güçlere tapmak da başka bir topluluğun ibadet tarzıydı.[15]
Taş ve ağaçlara tapmak putperestliğin bir başka yansımasıydı. Uzza’nın mabedi üç ağaçtı, Mekke ve Taif arasında bulunmaktaydı ve adına nahle denmekteydi. Mekke ve Kureyş’in büyük putu Hubel’di. Periler, devler ve yaratıklar gibi ruhlara tapmak da adanın farklı yerlerinde yaygındı.[16]
İçeriği değişmiş semavi din mensupları da bu toprakların çeşitli yerlerinde yaşamaktaydılar. Yahudilik Yemen, Vadi’l Kura, Hayber ve Yesrip (Medine)’de beni Kurayza, Kaynuka, Nadir kabileleri arasında yaşamaktaydı. Kuzeyde ve Yemen’in güneyinde Taglib, Gussan, Kudai kabileleri arasında Hıristiyanlar yaşamaktaydı. Zerdüştlük ve Budizm kuzey doğuda, Sabiiler Yemen, Harran ve Irak’ın kuzey bölgelerinde yaygındı.[17]
Az bir grup ise bilinen yaygın düşüncelerden uzak kalmakta uzlet hayatı yaşamaktaydı. Nitekim bazı rivayetlerde Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) dedesi Abdulmuttalip, ilk olarak Ramazan ayında Hira mağarasında kalmaya başlamıştır. Ramazan ayı olduğunda Hira’ya gider ve öksüzlere yardım ederdi. Ondan sonra Varake bin Nufel, Ebu Umeyye bin Muğeyre gibileri onu takip etmiş ve Ramazan ayı sonuna kadar o bölgelerde kalmışlardır. Elbette Hira gibi bir noktada toplanmıyorlardı, ancak Ramazan ayında uzlet ettikleri kesindir. Bu da halkın Ramazan ayına duyduğu saygıyı göstermekte ve hatta belki de bu adetin geçmişten o güne kadar yaygın olarak geldiğinin bir göstergesi olduğunu göstermektedir. Bu tür bir yaşam biçimini kendisine seçen veya putperestlik karşıtı olan gruplara hünefa (hanifin çoğulu) denmekteydi.[18]

İmam Ali’nin İslam Öncesi Yaşama Dair Açıklaması

Nehcü’l Belağa’nın naklettiğine göre Müminlerin Emiri İmam Ali (a.s) Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) bi’setinden önceki arapların yaşamı hakkında şunları söylemektedir:

“Allah Teâlâ Muhammed’i âlemleri korkutmak sakındırmak ve indirdiği hükümleri emin bir halde korumak için gönderdi. Siz Arap toplumu en kötü bir din üzereydiniz ve en kötü bir yeri yurt/ev edinmiştiniz. Sarp taşlar/kayalar ve (seslerden ürkmeyen) zehirli yılanlar vardı çevrenizde/yörenizde. Bulanık/pis sular içiyor, (kertenkele, hurma çekirdeğinden yapılan un gibi) sert şeyler yiyor, birbirinizin kanını döküyor, yakınlık hakkını gözetmiyordunuz. Putlarınız aranızda dikilmiş, günah iş-liyor, çekinmiyordunuz.”[19]

Hz. Fahri Kâinatın Bi’seti

Hz. Fahri Kâinat Efendimizin (s.a.a) bi’seti 40 yaşında veya meşhur görüşe aykırı olarak 43 yaşında gerçekleşmiştir.[20] Bu ihtilafın nedeni bi’set kavramından farklı edinimlerden kaynaklanmaktadır; acaba Kur’an ve ilahi ayetlerin ilk nazil olması ile bi’set aynı mıdır yoksa resmi ve aleni tebliğle mi?
Tarihçilerin dediğine göre meb’es, Ammu’l Fil yılının 40’ında Recep ayının 27’sinde ve İran’daki Husrev Perviz hükümetinin 20. Yılında gerçekleşmiştir. Başka görüşler Ramazan ayının 17 veya 18’inde yahut Rebiülevvel ayının günlerinden birinde gerçekleşmiştir. Şialar bu görüşler içinde birinci görüşü kabul etmektedir.[21]
Hz. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) ibadet ve yakarış için Hira mağarasında olduğunda Alak suresinin ilk ayetleriyle ilahi daveti başlamıştır ve Müddessir suresinin ilk ayetleri ile bu süreç devam etmiştir.[22]
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) bi’setine yakın yıllarda insanlardan uzak durmakta ve tek bir Allah’a ibadet etmekteydi. Yılda bir ay boyunca Hira adında bir dağda münzevi olur ve ibadet ederdi. Bu süre zarfında onun yanına giden her ihtiyaç sahibine yemek verirdi. İbadetle geçirdiği ay bittikten sonra Mekke’ye dönerdi. Yine Hira’da inzivaya çekilip ibadetle geçirdiği günlerden bir gün peygamberlikle görevlendirildi. Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Cebrail benim yanıma gelerek şöyle dedi: Oku. Dedim ki: Ben okuma bilmem. Yine oku dedi. Dedim ki: ne okuyayım? Dedi ki: “İkra bismi rabbikellezi halek” (Yaratan Rabbinin adıyla oku). Nitekim meşhur olduğuna göre peygamberlikle şereflendirildiğinde kırk yaşına ulaşmıştı.
Allah Resulü (s.a.a) kendisine nazil olan Alak Suresinin ilk ayetlerinin telakkisi ve peygamberlikle şereflenmesinin ardından mabedinden ayrılarak Mekke’nin içine geri döndü. O geceye kadar başına gelmemiş böyle bir durumun ardından her şeyden önce kendi evine dönmesi gayet doğaldı. Evinde o anda üç kişi bulunmaktaydı: Değerli eşi Hz. Hatice, amcaoğlu Hz. Ali b. Ebu Talip ve Zeyd b. Harise. Hz. Peygamber (s.a.a) tevhide ilk davetini kendi ailesinden başlattı ve ona ilk iman eden kişi eşi Hatice ve erkeklerden o sıralar bakımını üstlendiği amcaoğlu Hz. Ali b. Ebu Talip (a.s) oldu.[23]
Cebrail tarafından Hz. Peygamer Ekrem’e (s.a.a) ilk kez vahiy nazil olduğunda bunun bir heybet ve ağırlıkla gerçekleştiği nakledilmiş, (Peygamber Efendimiz (s.a.a) evine döndüğünde eşi Hz. Hatice’ye (s.a): “beni ört” demiştir) ancak şaşkınlık ve belirsizlik nakledilmemiştir. Çünkü Efendimize vahiy nazil olmadan önce ruhi olarak buna tam anlamıyla hazırlıklı ve gaybet alemi ve vahiy meleği ile ilişkisi vardı, vahiy meleğini daha önceden görmese de bunun eser ve izlerini görmüştür. Hira dağında geçirdiği uzlet sırasında buna tam anlamıyla adapte olmuş gayp alemiyle ilintili gördüğü rüyalar, bi’setten önce vahiy meleğinin sesini duyması, İsrafil (meleği) ile 3 yıl ve Cebrail ile 20 yıllık bir irtibatının hepsi[24] Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) insanların hidayeti için peygamberlikle görevlendirilmesi için hazırlıklar idi.
Tüm bunlar, Peygamber efendimizin (s.a.a) vahiy atmosferine ve vahiy meleğiyle ilişkisinin olmadığına ve yine vahiy sırasında korktuğu, şaştığı ve ardından Hz. Hatice ve Varake bin Nufel ile istişare ettikten ve onların onayı ile peygamberliğe seçildiğini anlaması ile rahatlayarak bu korkularından kurtulduğu gibi nakillerle çelişmektedir.[25]
Hz. Muhammed’in (s.a.a) peygamberliğe seçildikten sonra davetinin üç yıl boyunca gizli olduğunu yazmışlardır. Ancak bazıları, Kur’an-ı Kerim ayetlerinin nüzul sırasına göre bi’setinden kısa bir süre sonra umumi davete başladığını söylemişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.a) ilk önce insanları putlara tapmaktan sakındırmakta ve tek Allah’a tapmalarını istemekteydi. Nitekim meşhur olduğuna göre bi’setin üzerinden üç yıl geçtikten sonra Allah Teâlâ onu insanları açıkça tevhide davet etmesi için görevlendirdi.
İbn İshak’ın yazdığına göre bu ayet nazil olunca Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi çağırarak şöyle buyurdu: Ey Ali! Allah bana yakın akrabalarımı Ona tapınmaya davet etmemi emretti. Bir koyun kes ve bir miktar ekmek ve süt hazırla. Hz. Ali (a.s) denilenleri aynen yerine getirdi. O gün Abdulmuttalib oğullarından 40 kişi veya 40’a yakın kişi bir araya gelerek o yemekten yediler. Tam Peygamber konuşmasına başlamak isterken Ebu Lehep, O sizi büyüledi dedi. Bunun üzerine meclis karıştı. Allah Resulü bir gün sonra yine onları davet etti ve şöyle buyurdu: Ey Abdulmuttalib oğulları! Arapların kendi kavimlerine benim size getirdiğimden daha üstün bir şey getirdiklerini sanmıyorum. Ben, dünya ve ahireti size getirdim. Tabari şöyle diyor: Allah Resulü (s.a.a) akrabalarına davetini ulaştırdıktan sonra şöyle dedi: Sizlerden hanginiz bu konuda bana yardım edecek? Her kim bana bu yolda yardım ederse aranızda benim kardeşim, vasim ve halifem olacaktır. Herkes sessiz kaldı. Hz. Ali (a.s) kalkarak şöyle buyurdu: Ey Allah’ın Resulü! O kişi benim. Peygamber şöyle buyurdu: O, sizin aranızda benim vasim ve halifemdir; onun sözünü dinleyin ve ona itaat edin. Bu rivayeti başka tarihçi ve siyer yazarları da kitaplarında yazmış ve meşhur hadislerdendir. Zamanla Müslümanların sayısı artmaya başlayınca Kureyş’in ileri gelenleri tedirgin olmaya başladı.

İslam Kültüründe Bi’setin Yeri

Bi’setin İslam kültüründe çok özel yeri vardır. Bi’set gerçekte İslam’ın başlama noktasıdır. ilk yıllarında Çok zor koşullarda az bir taraftarla insanların hidayeti için ortaya çıkan İslam dini, sonralarda tüm dünyaya yayılmış ve bir çok gönülleri kendisine bağlamıştır.
Bi’set günü, tüm İslam fırkaları arasında büyük bir bayramdır ve İslam topraklarında kendi has örf ve adetlerine göre büyük şenliklerle kutlanmaktadır.[26]

Kaynakça

1. Mustafavi, c. 1, s. 296.
2. Ferahidi, c. 2, s. 112.
3. Rağıb, c. 1, s. 132.
4. Humayi, Mebhes Bi’set Resulü Ekrem (s.a.a), s. 43.
5. Tehanevi, c. 1, s. 340.
6. Humayi, Mebhes Bi’set Resulü Ekrem (s.a.a), s. 44.
7. Yasin, 52, Bakara, 56, Hac, 7; Bkz. Rağıb İsfahani, Hüseyin, el-Müfredat fi Garibi’l Kur’an, s. 52,53.
8. Bakara, 2123, Nahl, 36, İsra, 17.
9. Al-i İmran, 164.
10. Tevbe, 128, Cuma, 2.
11. Kur’an-ı Kerim, Al-i İmran, 164.
12. İsra, 94, 17; Furkan, 25, 41.
13. Ahzab, 21, 23; Mümtehine, 6, 60.
14. İsra, 17, 95.
15. Şehidi, Bi’set Name: Hz. Resulullah’ın bi’seti hakkında makaleler, s. 300.
16. Şehidi, Bi’set Name: Hz. Resulullah’ın bi’seti hakkında makaleler, s. 301.
17. Şehidi, Bi’set Name: Hz. Resulullah’ın bi’seti hakkında makaleler, s. 301.
18. Ramyar, Tarihi Kur’a, s. 37.
19. Nehcü’l Belağa, Tercüme Ayeti, hutbe, 26, s. 79- 81.
20. Yakubi, Ahmet, Tarih, c. 2, s. 15; İbn Esir, el-Kamil, c. 2, s. 46; İbn Kesir, es-Siyretu’n Nebeviyye, c. 1, s. 385.
21. İbn Hişam, Abdulmelik, es-Siyretu’n Nebeviyye, c. 1, s. 240; Yakubi, Ahmed, Tarih, c. 2, s. 15; Taberi, Tarih, c. 2, s. 293.
22. İbn Hişam, Abdulmelik, es-Siyretu’n Nebeviyye, c. 1, s. 236-237; Yakubi, Ahmed, Tarih, c. 2, s. 16; Taberi, Tarih, c. 2, s. 298.
23.Yakubi, Ahmed, Tarih, c. 2, s. 17, 18.
24. Yakubi, Ahmed, Tarih, c. 2, s. 16; İbn Esir, el-Kamil, c. 2, s. 46, 50.
25. İbn Hişam, Abdulmelik, es-Siyretu’n Nebeviyye, c. 1, s. 238; Yakubi, Ahmed, Tarih, c. 2, s. 17; Taberi, Tarih, c. 2, s. 299.
26. Muti, Bi’set, s. 280.

Bibliyografi

Kur’an-ı Kerim.
Nehcü’l Belağa, Tercüme Abdulmuhammed Ayeti, Tahran, defteri Neşri Ferhengi İslami, ş. 1377.
İbn Esir, el-Kamil.
İbn Kesir, es-Siyretu’n Nebeviyye, Mustafa Abdulvahid’in katkılarıyla, Beyrut, m. 964.
İbn Hişam, Abdulmelik, es-Siyretu’n Nebeviyye, Mustafa Saka ve başkalarının katkılarıyla, Kahire, m. 936.
Rağıb İsfahani, Hüseyin, el-Müfredat fi Garibi’l Kur’an, Muhammed Seyyid Gilani’nin katkılarıyla, Beyrut, Daru’l Marifet.

http://tr.wikishia.net/view/Bi%27set

WİKİSHİA.NET

Çarşamba, 04 May 2016 01:45

Malezya Dışişleri Bakanı İranda

İran Dışişleri Bakanı Zarif, Malezyalı mevkidaşıyla görüşmesinde iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini vurguladı.Tahran – İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in Malezyalı mevkidaşı Anife Aman’la bir araya geldiği belirtildi.

Zarif bu görüşmede, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilere değinerek, mevcut ilişkilerin artırılmasında hiç bir sakınca olmadığını bildirdi.

Nükleer anlaşmanın yürürlüğe girmesinin ardından birçok ülkenin İran’la işbirliğini artırmak için çaba sarfettiğini ifade eden Zarif, Malezya’nın da bu fırsattan yararlanabileceğini belirtti.

Dışişleri Bakanı Zarif, İran İslam Cumhuriyeti’nin sahip olduğu kültürel miraslara değinerek, bir İslam ülkesi olarak Malezya’nın turizm alanında İran’la işbirliği yapabileceğini söyledi.

İki ülke arasındaki ilişkilerin artırılmasını olumlu karşılayan Malezya Dışişleri Bakanı da bu görüşmede, “Malezya ve İran İslam Cumhuriyeti ilişkileri, siyasi ve ekonomik alanlar ile İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde eskisinden daha çok geliştirilebilir” ifadesini kullandı

.

Ruhani:Terörizmle mücadele için İslam ülkeleri birleşmeli
 İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin bugün akşam saatlerinde Malezya Dışişleri Bakanı Anife Aman’la görüştüğü belirtildi.

İran ve Malezya’nın dini ortaklıkları ve ayrıca iki hükümet ve halkın arasındaki yakın görüşlere değinen Cumhurbaşkanı Ruhani bu görüşmede, “Biz her zaman iki ülke arasındaki ekonomik, bilimsel ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesini olumlu karşılamışız” dedi.

Ruhani, iki ülke arasındaki ortak ekonomik komisyonların kurulmasıyla Tahran-Kuala Lumpur işbirliğinin artırılacağını bildirdi.

Cumhurbaşkanı Ruhani sözlerinin bir bölümünde, “Bütün müslümanların yolu birdir. Bu yol Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) gösterdiği yoldur. Şu an İslam dünyası farklı sorunlarla karşı karşıyadır. Büyük İslam ülkeleri, düşmanlıkların azaltılması, sorunların çözülmesi ve İslam dünyasında barış ve istikrarın sağlanması için dini ve insani görevlerini yerine getirmelidir” ifadelerini kullandı.

Ruhani, “Günümüzde, gerçek İslam’la hiçbir ilgisi olmayan terör örgütleri cinayetlerini İslam ve cihat adına işliyorlar. Terörizmle mücadele için İslam ülkeleri birleşmelidir” şeklinde konuştu.