
کارگر
Muhsin Rızai: Amerika'nın amacı İran'ın füze üslerini denetlemektir
Düzenin Yararını Teşhisi Konseyi Sekreteri, yükümlülüklerine bağlı kalmayacak Amerika'nın amacı İran'ın füze üslerini denetlemek olduğunu bildirdi.
İRİB-3 kanalındaki bir programa konuk olarak katılarak İran'ın füze çalışmalarını değerlendiren Düzenin Yararını Teşhisi Konseyi Sekreteri Muhsin Rızai, İran'ın füze programııyhla ilgili BM Genel Sekreteri'ne mektup gönderen ABD ve üç Avrupa ülkesinin amaçlarını açıklık getirerek, İran karşıtı proje uygulayan Amerika'nın ilk aşamadaki amacı nükleer programı, sonra füze programı ve daha sonra insan hakları mevzusu olduğunu dile getirdi.
Dayatılan savaştan sonra batılı ülkelerinin İran karşıtı yeni projelerine değinen Muhsin Rızai, "İran'ın, füze çalışmalarından vagzeçtiği anda bölgenin üstün gücünü kaybedeceği gibi İsrail'e karşı caydırıcı gücünü de kaybedecektir"diye konuştu.
Düzenin Yararını Teşhisi Konseyi Sekreteri, İran'ın en üstün caydırıcı gücü füze gücü olduğunun altını çizerek, yükümlülüklerine bağlı kalmayacak Amerika'nın amacı İran'ın füze üslerini denetlemek olduğunu, bu bağlamda ise uygun ortam yaratmaya çalıştığını bildirdi.
Dışişleri Bakanlığı Ermenistan ve Azerbaycan çatışmalara son vermeli
İran, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki çatışmaların bir an önce sonlandırılmasını istedi.
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Caber Ensari, Ermenistan ve Azerbaycan’ın, Dağlık Karabağ’daki çatışmalaraına acilen son vermelerini istedi.
Ensari, “Bölgemizde radikal grupların son derece yıkıcı eylemlerine şahit olduğumuz ve bölgenin huzur ve barış aradığı bir zamanda, iki kuzey komşumuz Ermenistan ve Aezerbaycan arasında Karabağ’da meydana gelen çatışmalar, İran İslam Cumhuriyeti’ni son derece tedirgin etmektedir” dedi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, ayrıca iki tarafın da çatışmalara son vererek, BM çerçevesinde yürütülen barış müzakereleri doğrultusunda masaya dönmelerini istedi.
General Dehkan, Ermeni ve Azeri mevkidaşlarıyla telefonda görüştü
İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı General Hüseyin Dehkan, Ermenistan ve Azerbaycan Cumhuriyeti savunma bakanlarını telefonla arayarak, her iki mevkidaşından da bir an önce çatışmalara son verilmesini istedi.
Azerbaycan Cumhuriyeti ve Ermenistan arasında ihtilaf konusu olan Dağlık Karabağ bölgesi nedeni ile Cumartesi günü başlayan çatışmalarda iki tarafta da can kayıpları yaşandı
Doğu Azerbaycan Eyaleti Vali Yardımcısı:İran topraklarına üç havan mermisi düştü
Doğu Azerbaycan Eyaleti Güvenlik ve Siyasi İşlerden Sorumlu Vali Yardımcısı Said Şebisteri, dün saat 19.00 sularında Doğu Azerbaycan Eyaletine bağlı Huda Aferin ilçesinde bulunan bir köyün yakınlarına 3 havan topu düştüğünü açıkladı.
Said Şebisteri, düşen havan toplarının bölgedeki yüksek gerilim hatlarına zarar vermesi sonucu elektrik kesintisi yaşandığını belirterek, "Şans eseri bu olay başka can ve mal kaybına yol açmamıştır." dedi.
Olay sonrasında Azerbaycan ve Ermenistan'ın bu tür hadiselerin tekrar yaşanmaması konusunda uyarıldığını ifade eden Şebisteri, tarafların hadisenin tekrarlamayacağı konusunda güvence verdiklerini belirtti.
Şia (Ehlibeyt) İmamları
Şia İmamları (Arapça: امامان شیعه), Hz. Resulullah’ın ailesinden olan on iki kişi, Şia öğretilerine göre Hz. Resulullah’tan sonraki İslam toplumunun liderleri ve yöneticileridir. İlk imam, Hz. Ali’dir, diğer imamlar ise Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın çocukları ve torunlarıdır.
Şia öğretilerine göre, İmamlar (a.s) Allah tarafından imamete mensup olunmuş ve ilahî ilim, ismet makamı ve şefaat hakkına sahiptirler. Onlara tevessül ederek Allah’a yakınlaşılabilir. İmamlar, dini otorite olmalarının yanı sıra, toplumun siyasi önderleridirler de. Kur’an ayetleri onların isimlerini sarih bir şekilde zikretmeden imamet konusunu ele almıştır. Örneğin: Ulu’l Emr ayeti, Tathir ayeti, İkmal ayeti, Tebliğ ayeti, Sadıkın ayeti…
Hz. Resulü Kibriya Efendimizden (s.a.a) nakledilen rivayetlerde, İmamların isimleri, sayısı ve özellikleri belirtilmiştir. Bu hadislerin en meşhurları şunlardan ibarettir: Sakaleyn hadisi, Menzilet hadisi, Sefine hadisi, Yevmu’d Dar hadisi, Medinetu’l ilm hadisi, Kisa hadisi, Tayr meşva hadisi, Bayrak hadisi, Cabir hadisi ve On iki halife hadisi.
Şia İmamları (Arapça: امامان شیعه), Hz. Resulullah’ın ailesinden olan on iki kişi, Şia öğretilerine göre Hz. Resulullah’tan sonraki İslam toplumunun liderleri ve yöneticileridir. İlk imam, Hz. Ali’dir, diğer imamlar ise Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın çocukları ve torunlarıdır.
Şia öğretilerine göre, İmamlar (a.s) Allah tarafından imamete mensup olunmuş ve ilahî ilim, ismet makamı ve şefaat hakkına sahiptirler. Onlara tevessül ederek Allah’a yakınlaşılabilir. İmamlar, dini otorite olmalarının yanı sıra, toplumun siyasi önderleridirler de. Kur’an ayetleri onların isimlerini sarih bir şekilde zikretmeden imamet konusunu ele almıştır. Örneğin: Ulu’l Emr ayeti, Tathir ayeti, İkmal ayeti, Tebliğ ayeti, Sadıkın ayeti…
Hz. Resulü Kibriya Efendimizden (s.a.a) nakledilen rivayetlerde, İmamların isimleri, sayısı ve özellikleri belirtilmiştir. Bu hadislerin en meşhurları şunlardan ibarettir: Sakaleyn hadisi, Menzilet hadisi, Sefine hadisi, Yevmu’d Dar hadisi, Medinetu’l ilm hadisi, Kisa hadisi, Tayr meşva hadisi, Bayrak hadisi, Cabir hadisi ve On iki halife hadisi.
Yine hadislerin belirttiğine göre İmamların tamamı Kureyş’ten, Hz. Peygamberin Ehlibeytinden ve beklenen son imam, Hz. Mehdi’dir.
Bir çok hadiste imamların ilki olan Hz. İmam Ali hakkında Hz. Peygamber Ekrem’den bir çok rivayet nass şeklinde hadis külliyatlarında bulunmaktadır. Yine Hz. Peygamber Efendimiz ve Hz. Ali’den nakledilen rivayetlerde ikinci imamın (İmam Hasan) imametine (nass olarak) vurgu yapılmıştır. Daha sonra her imam bir sonraki imamı kendisinden sonra nassla belirtmiştir. Bu nasslar (tartışılmaz kati hükümler) gereği, Hz. Peygamberden sonraki imamlar ve önderler 12 kişidir.(1)
İmamların Şia Nezdindeki Yeri
On iki İmamların imamet öğretileri İsna Aşer (12 İmam) Şia’sının temel inançlarındandır ve Hz. Resulü Kibriya ve İmamlardan bunun teyidi hakkında çeşitli nasslar kaynak kitaplarda yer almaktadır. Şia mütekellim ve müfessirlerine göre Kur’an-ı Kerim’de de dolaylı olarak İmamların imametine değinilmiştir.(2) Örnek olarak: Ulu’l Emr ayeti, Tathir ayeti, İkmal ayeti, Tebliğ ayeti, Sadıkın ayeti…
On iki İmam Şia inancına göre, On iki imamların imamet dönemi Hz. Resulullah’ın (s.a.a) hicretin 11’inde rıhletinden sonra Hz. İmam Ali’nin (a.s) imameti ile başlamış ve hiçbir kesinti ve kopuş olmadan günümüze kadar süregelmiştir. Hicretin 260’ıncı yılında Hz. İmam Hasan Askeri’nin (a.s) şehadetinden sonra imamet, oğlu İmam Mehdi’ye (a.s) geçmiş ve o günden sonra imamet zuhur hâletinden gaybet hâletine dönmüştür. İmam Mehdi’nin (a.s) imameti tam olarak gaybet döneminde geçmektedir.
Şialar, İmamları masum ve “ilm-i ledunni” (ledün ilmi)’ne sahip olarak bilmektedirler(3) ve İmamlara tevessül ederek Allah Teala’ya yakınlaşılabileceğini ileri sürmektedirler. Yine Şialar İmamların şefaat sahibi olduklarını belirtmektedirler. Ehlibeyt İmamlarının türbelerini ziyaret etmek Şia inançlarındandır.(4)
İmametin İspat Delilleri
İmametin ispat delilleri, her daim İmamiye Şiaları arasında telif için önemli konulardan biri olmuş ve Şia düşünür ve âlimleri çeşitli yöntem ve tarzlarla bu konu hakkında çok sayıda kitap telif etmişlerdir. Süleym bin Kays Hilali’nin hicretin ilk yıllarında yazdığı kitap On iki İmamların imameti hakkında yazılan en eski kitaplardandır.(5)
On İki İmamların (a.s) imametini ortaya koyan nasslarla ilgili eserler kaleme alınmıştır. Örneğin: İbn Ayyaş Cevheri’nin (ö.k. 401) Muktezibu’l Eser ve Hazzaz Kummi’nin (dördüncü yüzyılın sonları) yazdığı Kifayetu’l Eser kitaplarında 12 İmamların imametini ispatlayan nasslar, Şia ve Sünni kitaplarından istihraç edilerek yazıya dökülmüştür.
Nass kitaplarının yanı sıra, İbn Rüstem Taberi’nin İmamların (a.s) mucize ve kerametlerini ortaya koyan Delailu’l İmamet adlı eseri, imametin delillerini olarak ortaya koyan genel eserlerdir veya 12 İmamlar silsilesinde vasiyetin intikalini ortaya koyan Mesudi’nin yazdığı İspatu’l Vasiyet kitabı gibi vasiyet hakkında yazılan kitaplara da değinmek gerekir.(6)
12 İmamların imametini ispatlayan nakli deliller de İmamiye mütekellimleri nezdinde öneme sahiptir. Önemli kelam kitaplarında bu konuya değinilmiştir.(7) Bu hadislerin en önemlileri şunlardan ibarettir: Sakaleyn hadisi, Menzilet hadisi, Sefine hadisi, Yevmu’d Dar hadisi, Medinetu’l ilm hadisi, Kisa hadisi, Tayr meşva hadisi, Bayrak hadisi, Cabir hadisi ve On iki halife hadisi.
12 Halife Hadisi
Şia hadislerinin yanı sıra, Ehli sünnet arasında da Hz. Fahri Kâinat Efendimizden (s.a.a) sonra 12 İmam ve yöneticilerin varlığı hakkında hadisler yaygın bir şekilde bulunmaktadır. Birinci yüzyıl boyunca, Hz. Resulullah’ın bazı ashabı Efendimizden sonraki 12 imamların müjdesini veren hadisleri çeşitli yerlerde açıklamışlardır. Bunların arasında Sahihi Buhari ve Sahihi Müslim’de de yer alan en meşhur hadis Cabir bin Semere’nin naklettiği hadistir. Bu hadiste Hz. Peygamberden sonraki emirler (İmamlar ve Halifelerin) 12 kişi olacağı ve hepsinin Kureyş’ten olacağı açıkça belirtilmiştir.(8) İslam dünyasının en meşhur hadislerinden olan bu hadis ilk olarak Sünni kaynaklarında yer almış ve oradan da Şia kaynaklarına geçmiştir.(9)
Bir sonraki sırada ise İbn Mesud’un naklettiği şu hadis gelmektedir: Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) nakipleri (yönetici ve önderleri) beni İsrail’in nakipleri gibi 12 kişi olacaktır.(10) Ehli sünnete mensup bazıları 12 İmamlarla ilgili bu hadisleri Ehlibeyt İmamları (a.s) dışında başka kişilere yorumlamaya çalışmışlardır!
Şia İmamlarının Kısaca Tanıtımı
1- İmam Ali (a.s)
Hz. Ali b. Ebu Talip, tüm Şia fırkalarının birinci imamı ve Ehlisünnet nezdinde Hulefa-i Raşidin’dendir. Kendisi vahiy kâtibi ve Hz. Peygambere (s.a.a) iman eden ilk kişi ve ümmetten Allah’a ibadet eden hiç kimse olmadan yedi yıl önce Peygamberle (s.a.a) birlikte Allah’a ibadet etmekteydi.
300 kadar ayet, onun fazileti hakkında nazil olmuştur. Kureyş, Hz. Peygamberi (s.a.a) öldürmeyi kast ettiğinde o, düşmanların sapması için Peygamberin yatağına yatmış ve bu yolla Hz. Peygamber (s.a.a) gizlice hicret etmiştir. Peygamber, kendi kardeşlik akdini onunla yapmıştır. Kendisi –Peygamberin emri ile Tebuk savaşı dışında- Hz. Peygamberin tüm savaşlarına katılmış ve İslam’ın en onurlu ve iftihar edilen komutanı olmuştur.
İmam Ali’nin (a.s) babası olan Ebu Talip, cömert, adaletli ve Arap kabileleri arasında saygı duyulan bir insandı. Kendisi Hz. Peygamberin (s.a.a) amcası, hamisi ve Kureyş’in büyük şahsiyetlerinden birisiydi. Uzun yıllar Hz. Resulullah’ı (s.a.a) himaye ettikten sonra imanlı olarak bi’setin onunda vefat etti.[11]
İmam Ali (a.s) Fil Yılının 30. Yılı’nda Recep Ayı’nın 13’ünde Cuma günü Mekke’de Kâbe’nin içinde dünyaya geldi. Hz. Ali (a.s) 6 yaşında iken Mekke’de kıtlık oldu. Ebu Talip, aile sahibi idi ve kalabalık bir ailenin kıtlık döneminde geçimini sağlamak zordu. Bundan dolayı, Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Muhammed’in iki amcası Abbas ve Hamza bu konuda Ebu Talib’e yardım etmeye karar verdiler. Bu sebeple Abbas Cafer’i, Hamza Talib’i ve Hz. Muhammed’de (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) kendi evlerine götürdüler.[12]
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Peygamberlik görevi ile görevlendirilip Hira mağarasından evine dönünce, Hz. Ali (a.s) Hz. Hatice (s.a) ile birlikte Efendimizin peygamberliğini kabul ederek ilk iman eden Müslümanlardan oldular. Aleni ve açık tebliğle birlikte “Yevmu’d Dar” hadisesi ile birlikte herkesin içinde Efendimizi kabul eden tek kişi olmuştur. Hz. Ali (a.s) Allah Teala’dan başka kimseye tapmamıştır.(13)
Hz. Ali (a.s) her daim Hz. Resulullah’ın (s.a.a) yanında olmuştur. Kureyş, Hz. Peygamberi (s.a.a) öldürmeyi kast ettiğinde Hz. Ali (a.s), düşmanların sapması için Peygamberin yatağına yatmış ve bu yolla Hz. Peygamber (s.a.a) gizlice hicret edebilmesini sağlamış ve canını hiçe sayarak efendimizi korumuştur.(14) İştera ayeti bu konu hakkında nazil olmuştur. Peygamber Efendimiz, kardeşlik akdini ashabı içerisinde yalnızca onunla yapmıştır.(15)
Hz. İmam Ali (a.s) Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) Tebuk savaşı (Peygamber efendimiz Medine’de kendi yerine onu tayin etmiştir) dışındaki tüm savaşlarına katılmıştır. Hiçbir savaştan kaçmamış, tüm rakiplerini yenmiş, Hz. Peygamberin tüm emirlerine itiraz etmeden tam bir teslimiyet ile yerine getirmiştir. Dolayısıyla Efendimiz böyle bir yiğit ve fedakâr insan hakkında şöyle buyurmuştur: “Hak Ali’den ve Ali de haktan asla ayrılmaz.”(16)
Hz. Peygamber Sonrası
Hz. İmam Ali (a.s), Hz. Resulullah Efendimiz (s.a.a) vefat ettiğinde 33 yaşında idi ve ashap arasında tüm dini fazilet ve üstünlüklerine ve Gadir Hum günü gibi bir çok yerde Efendimiz kendisinden sonra onu kendi yerine atamasına rağmen genç olması ve Peygamber Efendimiz ve İslam yolunda savaşlarda müşriklerden çoğunun canını aldığı gerekçesi ile hilafetten uzak tutulmuş ve bu şekilde Hz. Ali Efendimiz dini işlerden el çektirilmiştir! Hz. Peygamberin (s.a.a) dünyadan göç ettkten sonrar bir grup Ebu Bekir’e halife unvanı ile biat etmiş, Hz. Ali (a.s) ise 25 yıl sessiz kalmıştır. Osman’ın öldürülmesi ve Müslümanların ısrar ve hücumu ile hükümetin sorumluluğunu üstlenmiştir.[17]
Kısa hükümeti döneminde üç ağır iç savaşla karşı karşıya kalmış ve sonunda Küfe mescidinin mihrabında namaz kıldığı sırada Haricîlerden biri tarafından öldürülmüş ve gizlice Necef’te toprağa verilmiştir. Başlarında Ümmü’l Müminin Ayşe, Talha ve Zübeyr olan bir grup ashap, üçüncü halifenin ölümünü bahane ederek Hz. Ali’ye karşı Cemel savaşını başlatmışlardır. Daha sonra Muaviye tarafından Sıffin savaşı Irak-Şam sınırında başlatılmıştır. Bu savaş yaklaşık olarak bir buçuk yıl sürmüştür. Son fitne ise Haricilerin Nehrevan’da başlattıkları fitnedir. Bu şekilde Hz. Ali’nin kısacık hükümeti savaşlarla ve iç karışıklıklarla geçmiştir. Sonunda hicrî 40. Yılında Ramazan ayının 19’unda sabaha doğru Abdurrahman İbn Mülcem Muradi tarafından (namaz kıldığı sırada) saldırıya uğrayarak yaralandı ve Ramazan ayının 21’inde şehit oldu.(18)
Hz. Ali (a.s) üç halife döneminde, onlara danışmanlık yapmayı onlardan esirgememiştir. Uzun yıllar boyunca Emeviler döneminde Muaviye’nin emri ile ona tüm minberlerde lanet okumuşlardır ve onu övenleri tehdit etmekle kalmamışlar hapislere atmış ve öldürmüşlerdir ve hatta Ali adını çocuklara koymayı bile yasaklamışlardır.
Özellikleri
Müminlerin Emiri Hz. Ali (aleyhi selam), tarihin tanıklığı ve dost ve düşmanların itirafı ile insani kemallatta eksiksiz idi ve İslami faziletlerde Hz. Peygamberin (s.a.a) yetiştirmiş olduğu kamil bir insan numunesiydi.(19)
Hz. İmam Ali (a.s), ilim, bilgi ve marifetlerde Hz. Peygamberin (s.a.a) ashabı içindeki en bilgili insandı. İstidlal ve burhan konusunu açmış, ilahi marifetlerde felsefi konulara değinmiş, Kur’an’ın batını hakkında konuşmuş ve Kur’an’ın korunması için Arap dili kanunlarını kurmuştur. Kendisi de Araplar içindeki en bilgili konuşan insandı.(20) (Bkz. [[Nehcü’l Belağa]])
Hz. İmam Ali (a.s), cesaret ve şecaatte dillere destan, takva ve ibadette bir tane, elinin altındakilere, ezilenlere şefkatte numune, fakir ve öksüzlere cömertlik ve ikramda emsalsizdi.(21)
Arap Edebiyatı, kelam, fıkıh, tefsir gibi İslam ilimlerinin bir çoğunun dizi başlangıcı ona ulaşmakta ve çeşitli fırkalar kendi senet silsilelerini ona ulaştırmaktadırlar.
2- İmam Hasan (a.s)
Hz. Hasan b. Ali (a.s) Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın oğlu, Şiaların ikinci imamı ve dördüncü masumdur. Kendisi 37 yaşında iken imamet ve hilafet makamına ulaşmıştır. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) defalarca şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin benim çocuklarımdır.” Efendimizin bu sözünden dolayı Hz. Ali (a.s) öteki çocuklarına şöyle buyururdu: “Sizler benim çocuklarım, Hasan ve Hüseyin Resulullah’ın çocuklarıdır.”(22)
İmam Hasan (a.s) Hicretin üçüncü yılında Ramazan ayının ortasında gece yahut gündüz Medine’de dünyaya gelmiştir. 7 yaşında iken dedesi Hz. Resulullah’ı ve ardında da annesi Hz. Fatıma’yı kaybetmiştir.(23) Babası İmam Ali’nin (a.s) şehadetinden sonra Allah’ın emri ve Hz. Ali’nin vasiyeti ile İmamete ulaşmıştır ve 6 ay kadar Müslümanların halifeliğini yapmıştır. Bu süre zarfında Hz. Ali ve ailesine düşmanlık güden ve hilafet arzusuyla her türlü desise ve komplolara imza atan Muaviye ile savaşlar yapmak zorunda kalmıştır. Savaşlar boyunca Muaviye, her türlü hile ve tuzaklarla savaşı lehine çevirmiş ve hatta İmam Hasan’ın bazı ordu komutanlarını bile para ve vaatlerle kendi yanına çekmiştir. Hz. İmam Hasan (a.s) halkın savaşlardan yorulup, bıkması, Şialarının canını korumak istemesi, halkın İmam’ı himaye etmemesi, kan dökülmesini önlemek, dinin korunması, Havaric tehlikesi ve ordunun düzensizliği gibi nedenler İmam Hasan’ın sulh yapmasını zorunlu kılmıştır.(24) Sonunda Hicretin 41. Yılında Muaviye ile sulh yapmıştır. Barış antlaşmasından sonra, Medine’ye gitmiş ve orada on yıllık ikametin ardından Muaviye’nin vaatlerine kanan eşi tarafından şehit edilmiştir.(25)
3- İmam Hüseyin (a.s)
Hz. Hüseyin b. Ali (a.s) Şiaların üçüncü imamı, Kerbela şehidi, Kisa Ashabından, İmam Ali ve Hz. Fatıma’nın (a.s) ikinci oğlu ve Hz. Peygamberin (s.a.a) torunudur. Hicretin 4. Yılında Medine’de dünyaya gelmiş ve kardeşi İmam Hasan’ın (a.s) şehadetinin ardından Allah’ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine imamete ermiştir. (26) Hz. Resulü Kibriya (s.a.a), onu ve kardeşi Hz. Hasan b. Ali’yi (a.s) cennet gençlerinin efendisi olarak ilan etmiştir.
İmam Hüseyin aleyhi selam, kardeşinin imameti döneminde kardeşine tabi olmuş ve Muaviye hayatta olduğu sürece Ağabeyi Hz. İmam Hasan’ın sulh antlaşmasına sadık kalmıştır. Ancak Muaviye’nin ölümüyle birlikte Yezid’e biat etmeyi meşru bilmemiş ve Kufelilerin daveti üzerine onların yöneticiliğini üstlenmek için Mekke’den Kufe’ye doğru yola çıkmıştır, ancak Kerbela’da Kufelilerin ihanet ve sadakatsizliklerinden dolayı Aşura günü iki ordu arasında gerçekleşen savaşta, İmam Hüseyin (a.s) ve az sayıda (yaklaşık 72 kişilik) ashabı şehadete ermiştir. Geride kalan yakınları, Ehlibeyti ve yaranları esir alınarak Kufe ve oradan da Şam’a gönderilmiştir.
Muaviye, lakayt ve sorumluluk taşımayan oğlu Yezid’in(27) hilafetini sağlamlaştırmak için çok uğraşmıştır. Sonunda hicretin 60. Yılında ölür ve oğlu Yezid’i kendi yerine atar.(28)
Yezid, hilafete ulaşır ulaşmaz, Medine valisi Velid b. Utbe’ye bir mektup yazarak İmam Hüseyin’den kendi hilafeti için biat almasını ister. Biat etmezse öldürülerek başının Şam’a gönderilmesini ister! İmam Hüseyin (a.s) düşünmesi için süre ister ve geceleyin ailesi ile birlikte Mekke’ye doğru yola koyulur. İslam’da emniyet yeri olarak belirtilen beytullah’ta dört ay boyunca kalır.(29)
İmam Hüseyin (a.s) başta Kufe halkı olmak üzere Irak’tan İmam Hüseyin’in Irak’a gelerek toplumun önderliğini üstlenmesini ve zulme uğrayan halk için kıyam etmesini isteyen çok sayıda mektup alır.(30) İmam Hüseyin (a.s) Yezit taraftarlarından bir grubun hac mevsiminde hacı görüntüsü ile Mekke’ye gelerek kendisine suikast yapacakları bilgisini alır.(31)
Sonra İmam Hüseyin (a.s) toplanmış kalabalık halka bir konuşma yaparak Irak’a doğru hareket edeceğini bildirir. Konuşmasında şehadetine işaret etmiş ve Müslümanlardan bu yolda kendisine yardım etmelerini ve kanlarını Allah yolunda harcamalarını ister.(32)
Bazıları İmam Hüseyin’in bu yolculuğa çıkmaması için ısrarda bulunur, ancak İmam (a.s) Yezid’e biat etmeyeceğini, zalim hükümeti onaylamayacağını ilan eder. Ayrıca nereye giderse gitsin, nerede kalırsa kalsın kendisinin öldürüleceğini bildirerek Mekke’nin saygınlığını korumak için oradan ayrıldığını açıklar.(33)
Kerbela
İmam Hüseyin’in (a.s) Yezid’e biat etmemesi üzerine, Kufe ordusu İmam Hüseyin ve ashabına karşı savaşa başladı. Sonunda hicretin 61. Yılında Muharrem Ayının onunda Kerbela’da savaş başladı. İmam Hüseyin (a.s), mümkün olduğunca Kufe ordusunda bulunan ölmüş vicdanları kendilerine getirmek için baştan ayağa şefkat, muhabbet ve hakikatle dolu sözlerle uyandırmaya çalıştı.
Kufe’ye 70 kilometre mesafedeki Kerbela adlı çölde Hz. İmam Hüseyin ve ashabı düşmanlar tarafından muhasara altına alınır. Muhasara halkası her gün biraz daha daralarak düşman sayısı artış kaydeder. Sonunda İmam ve ashabı 30 bin kişilik düşman ordusu karşısında kalır.(34)
İmam Hüseyin (a.s) bu bir kaç gün boyunca kendi taraftarlarını savaşa hazırlamaya çalışmakta ve savaşın sonunun şehadetle biteceğini bildirir. Muharrem ayının dokuzuncu günü –Tasua günü- ikindi vaktinden kısa bir süre sonra Kufe ordusu Ömer b. Sa’d’ın emriyle “Ya Haylullah” sloganı eşliğinde İmam Hüseyin’in (a.s) ordusu ile savaşmak için hazırlanır; ancak İmamın (a.s) isteğiyle İbn Sa’d, İmam (a.s) ve yaranlarına geceyi namaz ve duayla geçirmeleri ve aynı zamanda aldıkları karar noktasında düşünmeleri için bir gece fırsat verir. İmam Hüseyin (a.s) ordusundan biatini kaldırdığını ve gitmek isteyenlerin gidebileceklerini bildirir,(35) ancak kimse gitmez ve Yezit ordusuna karşı savaş kararı alınır.(36)
Sonunda savaş başlamış ve birkaç saat içinde İmam Hüseyin (a.s) ve onunla birlikte olan erkekler ve gençler şehit olmuş,(37) İmam’ın kadınları ve ergenlik çağına ulaşmayan çocuklarını esir alarak Kufe’ye oradan da Şam’a götürmüşlerdir. O zaman hasta olduğu için öldürülmeyen İmam Ali b. Hüseyin (a.s) dışında herkes öldürülmüştür.[38]
Ehlibeytin Esareti
İmam Hüseyin’in (a.s) şehit olmasından sonra düşman ordusu; at, deve, elbise ve hatta kadınların süs eşyalarını yağmalamak için çadırları saldırdılar. Onlar İmam Hüseyin’in (a.s) çadırlarını yağmalamada birbiriyle yarışıyorlardı.(39)
Aşura vakıasında ağır hasta olan Ali b. Hüseyin (a.s), Hz. Zeynep (s.a) ve geride kalan diğerleri ile birlikte esir alındılar. Ömer b. Sa’d ve ordusu esirleri Kufe’ye emevi hakimi İbn Ziyad’ın yanına götürdüler ve oradan da Şam’a Yezit’in sarayına gönderildiler.
Aşura sonrası, esirleri Kufe’ye götürmüşler ve orada canları yakıcı bir şekilde esirleri dolaştırmışlardır. Kufe’ye girer girmez Hz. Zeynep (s.a) oradakilere bir konuşma yapmış ve herkesi etkisi altına almıştır.
Kerbela faciasının ardından, Yezid b. Muaviye, Kufe valisi Ubeydullah b. Ziyad’dan Hz. Zeyneb’in (s.a) kervanını kesik başlarla birlikte Şam’a göndermesini istedi. Şam şehri yıllarca (Muaviye tarafından) Hz. Ali nefreti ile yaşatılmıştı. Yıllarca Ebu Sufyan ve oğlu Muaviye’nin Hz. Ali’ye karşı propaganda ve tebliği bu şehirde doruk noktasına çıkartılmıştı. Dolayısıyla Peygamber Ehlibeytinin (a.s) Şam’a girdiğinde halkın yeni elbiselerini giymesi, şehrin her yerinin süslenmesi, şarkıcıların her yerde şarkılar söylemesi ve Şam şehrinin toptan sevince bürünmesi şaşırtıcı bir durum değildi. Ancak esirler kafilesi kısa bir sürede, koşulları kendilerine dönük olarak değiştirdi. Hz. İmam Zeynel Abidin ve Hz. Zeynep tarafından Şam’da yapılan konuşmalar ve Ümeyye Oğullarının işledikleri cinayetleri ortaya koymalarıyla Şamlıların Ehlibeyte (aleyhimu’s selam) olan düşmanlıkları bir anda sevgi ve muhabbete dönüşmüş ve öte yandan kamuoyunun öfkesi bir anda Yezid’e dönmüştür. İmam Hüseyin’i öldürerek hükümetinin temellerini sağlamlaştıracağını düşünen Yezid, hükümetinin temellerinin sarsıldığını görmeye başlamıştır.(40)
4- İmam Seccad (a.s)
İmam Seccad ve İmam Zeynel Abidin diye meşhur olan Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talip (a.s), Şiaların dördüncü imamıdır. İmamet süresi 34 yıldır. Kerbela vakıasında bulunduğu gibi Harre vakıası, Tevvabun Hareketi ve Muhtar’ın kıyamına şahit olmuştur.(41)
Sahife-i Seccadiye ve Risele-i Hukuk onun eserlerindendir. Velid b. Abdulmelik’in emri ile zehirletilerek şehit edilmiştir. Kabri şerifleri dedesi İmam Hasan Mücteba’nın (a.s) yanında Cennetü’l Baki’dedir.(42)
İmam Seccad (a.s) Kerbela olayından sonra 34 yıl yaşamış ve bu süre zarfında her zaman Kerbela şehitlerinin hatıralarını canlı tutmak ve yaşatmak için çalışmıştır. Her ne zaman su içerse babasını anar ve İmam Hüseyin’in (a.s) başına gelen musibetlerden dolayı ağlar ve gözyaşı dökerdi.
İmam Zeynel Abidin (aleyhi selam) Medine’ye döndükten sonra evine kapanmış ve Ebu Hamza Sumali, Ebu Halit Kabuli ve onlar gibi has ashabı dışında kimseyle görüşmemeye çalışmış ve ibadetle meşgul olmuştur. Elbette bu has kişiler İmamdan aldıkları sözleri Şialar arasında yaymakta ve onların dini ihtiyaçlarını karşılamaktaydılar. Bu şekilde Şia yayılmaya başlamış ve İmam Cafer Sadık (a.s) döneminde bu daha çok gözle görülmeye başlanmıştır.(43)
57 duadan oluşan Sahife-i Seccadiye kitabı, İmam Zeynel Abidin’in (a.s) eseridir.(44) İmam Seccad (a.s) 94 (veya 95) yılında Velid b. Abdulmelik’in emri ile zehirletilerek şehit edilmiştir. Medine’deki Cennetü’l Baki mezarlığında amcası İmam Hasan Mücteba’nın (a.s) yanında defnedilmiştir.[45)
5- İmam Muhammed Bakır (a.s)
İmam Bakır (a.s) diye meşhur olan Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talip (a.s), Şiaların beşinci imamıdır. İmamet süresi 19 yıldır. Küçük yaşında iken Kerbela vakıasında hazır bulunmuştur. İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) zamanında Şia’nın yayılması için tarihi koşulların münasip olması İmam’ın Şia’nın büyük ilmi kıyamını gerçekleştirmesine neden olmuş ve daha sonra İmam Cafer Sadık (a.s) zamanında doruk noktasına çıkmıştır. Kabri şerifleri Medine’de Cennetü’l Baki mezarlığındadır. Bazı kaynaklarda, Hişam b. Abdulmelik’in onun şehadetindeki faktör olduğu belirtilmiştir. Bazıları İbrahim b. Velid’in zehirletilerek şehit edilmesindeki faktör olduğu belirtilmiştir.[46]
Hicretin 94. Yılından 114. Yılına kadarki yıllar fıkhi akımlar ve tefsir hakkında hadis nakillerinin zirve yaptığı yıllardır. Bunun nedeni Emevilerin zayıflaması ve devlet adamları arasındaki güç savaşlarıydı.(47)
İmam Muhammed Bakır (a.s) bu dönemde, oğlu İmam Cafer Sadık (a.s) döneminde doruk noktasına çıkacak geniş bir ilmi hareket başlattı. Kendisi ilim, züht, azamet ve fazilette Beni Haşim’in tüm büyüklerinin başı konumundaydı ve din ilmi, nebevi sünnet, Kur’an ilimleri, siyre, ahlak, adap alanında anlattığı hadis ve rivayetleri o güne İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in çocukları arasında anlatan olmamıştı. İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) ilmi şöhreti Hicaz dışında, Irak ve Horasan’da da geniş bir alana yayılmıştı.[20]
6- İmam Cafer Sadık (a.s)
İmam Sadık diye ünlenen Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin, Şiaların altıncı imamıdır. 65 yılında şehit oldu[49] ve babası İmam Muhammed Bakır (a.s) ve dedeleri İmam Seccad (a.s) ve İmam Hasan’ın (a.s) yanında Cennetü’l Baki mezarlığında defnedildi. Annesi Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir’in kızı Ümmü Ferve’dir. İmameti 34 yıl sürmüştür. Künyesi Ebu Abdullah’tır ve Caferi mezhebi ona nispet verilmektedir.
İmam Cafer Sadık’tan (a.s) fıkıh ve kelam alanında çeşitli konularda geniş ve çeşitli hadisler nakledilmiştir. Bundan dolayı Şia mezhebini Caferi mezhebi olarak adlandırmışlardır. Hz. İmam’ın (a.s) imametinin ilk yıllarında meydana gelen siyasi boşluk insanların özgürce İmam Cafer Sadık’a yönelmelerine neden olmuş ve fıkhi ve kelami sorularını ondan öğrenmişlerdir.[50]
İmam Cafer Sadık (a.s) 34 yıllık imameti boyunca dini marifetleri yaymış ve çok sayıda ilmiş şahsiyet eğitmiştir. Zurare, Muhammed bin Müslim, Mümin Tak, Hişam bin Hakem, Aban bin Taglib, Hişam bin Salim, Hureyz, Hişam Kelbi Nusabe, Cabir bin Hayyan gibi çok sayıda bilgini akli ve nakli ilimlerde yetiştirmiştir. Hatta Süfyan Servi, Ebu Hanife, Kadı Sekuni, Kadı Ebu’l Bahteri gibi çok sayıda Ehli sünnet bilginini de eğitmiştir. Ehlibeyt İmamlarından hiç birisinin İmam Cafer Sadık (a.s) kadar öğrencisi olmamış ve İmamlardan nakledilen rivayetler ondan nakledilen rivayetlerin sayısına ulaşmamıştır. Hadis ashabı ondan rivayet nakleden ravilerin sayısını 4000 olarak belirtmişlerdir.(51) İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık’tan nakledilen hadis sayısı Hz. Peygamber ve öteki 10 masumdan nakledilen rivayetlerden daha çoktur.(52)
Fusulu’l Muhimme ve Misbahu Kef’emi kitapları ve başka kitaplarda da zikredildiği gibi İmam Sadık zehirlenerek şehit edilmiştir. İbn Şehri Aşub’un, Menakib kitabında yazdığına göre Ebu Cafer Mensur onu zehirlemiştir, zira Mensur’un ona karşı olan kini ve halkı ona karşı kışkırtma korkusu onu rahat bırakmıyordu. Mensur’un biyografisini bilen herkes, Mensur’un hilafete ulaşmak için çaba sarf edenlere hiç acımadığını ve hatta Abbasi hükümetinin kurulmasında oldukça büyük çabalar sarf eden Ebu Müslim Horasani’ye bile acımadan katlettiğini bilirler. Dolayısıyla İmam Cafer Sadık (a.s) Mansur’un hükümeti döneminde mecburen ömrünün sonuna kadar takiye ile hayatını sürdürmüş ve sonunda Mensur Abbasi tarafından zehirletilerek şehit edilmiştir.(53)
7- İmam Musa Kazım (a.s)
Kazım lakaplı Hz. Musa b. Cafer, Şiaların yedinci imamıdır. Hicretin 128. Yılında Ebva (Mekke ve Medine arasında) bir yerde dünyaya geldi. İmam Kazım (a.s) değerli babası İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şehadetinin ardından imamet makamına erdi. 148 yılından 183 yılına kadar 35 yıl Şiaların liderliğini yaptı. Hicretin 183. Yılında Recep ayının yirmi beşinde Bağdat’ta Sindi b. Şahik hapishanesinde zehirletilerek şehit edildi.[54]
İmam Kazım (a.s) iki kere Harun Reşit’in emriyle hapsa atılmıştır. Birinci zindan hayatının ne kadar sürdüğü bilinmemektedir, ancak İmamın şehadetine neden olan ikinci zindan hayatı 179 ila 183 yılları arasında gerçekleşmiştir. Harun Reşit, İmam Musa Kazım’ı (a.s) hicretin 179. Yılında Medine’de tutukladı. İmam (a.s), zilhicce ayının 7’sinde İsa b. Cafer zindanı diye meşhur olan Basra’daki zindana atıldı. Daha sonra Bağdat’taki Fazıl b. Rabii zindanına intikal ettirdiler. İmam Musa Kazım’ın (a.s) şehadeti Hicretin 183. Yılında Recep ayının 25’inde Bağdat’ta Sindi zindanında gerçekleşmiştir. Tarihçilerin çoğuna göre İmam (a.s) Yahya b. Halit ve Sindi b. Şahik tarafından zehirletilerek şehit edilmiştir.(55]
8- İmam Rıza (a.s)
Hz. Ebu’l Hasan Ali b. Musa er-Rıza, İsnaaşer (On İki İmam) Şia’sının sekizinci imamıdır. Dünyaya geliş yılının hicretin 148. Veya 153. Yılı Zilhicce ayının veya Zilkade ayının veya Rebiülevvel ayının 11’i Perşembe veya Cuma günü olduğu nakledilmiştir. En meşhur lakabı “Rıza” ve “İmam Rıza’dır. Künyesi Ebu’l Hasan’dır. Babası Şiaların yedinci İmamı, İmam Kazım’dır. Annesinin adı konusunda ihtilaflar bulunmaktadır: Örneğin Ümmü’l Benin, Tüktem, Necime… denilmiştir.(56)
Medine’de dünyaya gelmesine rağmen Abbasi halifesi Me’mun onu zorla Horasan’a getirtmiş ve zorla veliahtlık görevini vermiştir.(57) İmam Rıza (a.s) Medine Horasan yolunda ünlü “Silsiletu’z Zeheb” hadisini Nişabur şehrinde açıklamıştır. Me’mun’un İmam Rıza (a.s) ile öteki din ve mezhep büyükleri arasında teşkil ettiği münazara toplantıları meşhurdur. İmamet süresi 20 yıldır. Tus şehrinde vefat etmiştir. Me’mun vefatında sorumlu bilinmiştir. Kabri şerifleri Meşhed şehrindedir ve her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinden milyonlarca Müslüman ziyaretine gelmektedir.(58)
Veliahtlık konusu, İmam Rıza’nın (a.s) siyasi yaşamındaki önemli konulardan biridir. İmamın veliahtlık sürecini incelemek için İslam tarihi, halifeler tarihi ve Emeviler tarihi ile Abbasilerin hilafeti ele geçirmelerinin keyfiyeti konularını yakından analiz etmek gerekir. İslam hilafet topraklarının genel durumu hicretin 203. Yılına (İmam Rıza’nın vefat yılına) kadar özet olarak şu şekildedir: Emevi halifeleri genel olarak zalim ve hilafetten hükümranlık dışında bir şey bilmeyen insanlardı. İçlerinden yalnızca Ömer b. Abdulaziz onlardan biraz farklılıklar göstermiş, ancak onun hükümeti de uzun ömürlü olmamıştır. Halifelerin zülüm ve sitemlerinin sonucu olarak her yerden hükümete karşı ayaklanma ve isyanlar baş göstermiştir. Bu isyanlar daha çok dini renk ve öğretilerle iç içe olmuştur. Müslümanlar İslam dininin ihya edilmesi ve İslam topraklarında yaşayan öteki semavi din taraftarları adalet ve eşitliğin sağlanması için kendilerine Ehlibeyt denilen Hz. Ali (a.s) ailesine ümit bağlamışlardı. Abbasiler insanların bu ümidi sayesinde kendi çıkarlarına hizmet etmişlerdir. Daha işin başında onlar, insanların Emevilerin zulümlerinden kurtarılması için geldiklerini söylemekteydiler.(59)
Hilafeti hile ile ele geçirerek kendilerinde karar kılan Abbasiler, daha sonra verdikleri tüm vaatleri ayaklarının altına aldılar. Başta Aleviler olmak üzere halka kötü muamele etmeye başladılar. Her bahane ile insanlara istedikleri şekilde eziyet ettiler, hapse attılar ve öldürdüler.(60) Sonunda amcaoğullarına yani Ebu Talip hanedanına yaptıkları onca haksızlıklar insanları onlara karşı öfkelendirdi. Bu şekilde, ayaklanmalar yeniden baş göstermeye başladı. Me’mun’un döneminde isyanlar önceki dönemlerden daha çok yayılmaya başladı. Hz. Ali (a.s) ailesine bağlılık ile kıyamlar bir çok eyalet ve şehirde kendisini göstermeye başladı. Durumun kritiğini yapan Me’mun bu sorunlardan kurtulmak için bir şeyler yapması gerektiğini anladı. Bu da İmam Rıza’ya veliahtlık vermekti. Bu yolla insanların beslediği derin duyguları ortadan kaldıracak, Alevileri şüphe ve kuşkuya düşürerek halk yanında değersiz kılacaktı.(61)
9- İmam Cevad (a.s)
İmam Cevad diye meşhur olan Muhammed b. Ali b. Musa, Şiaların dokuzuncu imamıdır. Hicretin 195. Yılında Recep ayında Medine’de dünyaya geldi. İmam Cevad (a.s) 25 yaşındayken Abbasi halifesi Mu’tasım tarafından şehit ettirildi ve dedesi İmam Musa b. Cafer’in (a.s) Kazımeyn’deki türbesinde toprağa verildi.[62]
İmam Rıza (a.s) hicretin 203’üncü yılında şehit oldu. O sırada sekiz yaşında olan oğlu Hz. Cevad (a.s) imamet makamına erdi. Bu mesele Şialar arasında anlaşmazlıkların yaşanmasına neden olmuş ve bazıları İmam Rıza’nın (a.s) kardeşi Abdullah b. Musa b. Cafer’in peşine takılmıştır, ancak delilsiz kimsenin imametini kabul etmediklerinden onlardan bazıları Abdullah’a bazı sorular yöneltmiş, ancak Abdullah sorulara cevap vermekten aciz kalınca onun yanından dağılmışlardır. Elbette Şiaların çoğunluğu İmam Cevad’ın (a.s) imametine daha küçük yaşındayken inanmıştı, gerçi bazıları İmamın küçük yaşını dile getirmiş, ancak İmam, Hz. Süleyman’ın Hz. Davud’un halefi olması konusunu dile getirmiştir.
İmam Cevad’ın (a.s) imameti iki Abbasi halifesi ile aynı döneme rastlamıştır. Birincisi 193 yılından 218 yılına kadar halifelik yapan Ma’mun’dur. İmam Cevad, ömrünün 23 yılını bu Abbasi halifesi zamanında geçirmiştir. İkincisi, 218 yılından 227 yılına kadar halifelik yapan Mu’tasım’dır. İmam Cevad’ın imametinin iki yılı bu halife döneminde geçmiştir. İmamın sükûnet ettiği şehir Medine idi, ancak mezkûr iki Abbasi halifesinin isteği üzerine İmam, Bağdat’a yolculuk yapmış ve Mu’tasım zamanında orada şehit olmuştur.(63)
10- İmam Hadi (a.s)
Ebu’l Hasan Ali b. Muhammed b. Ali b. Musa, İmam Cevad'ın (a.s) oğlu ve Şiaların onuncu imamıdır. Kendisinden İmam Ali Naki veya İmam Hadi olarak bahsedilmektedir. 220 yılından 254 yılına kadar 34 yıl boyunca Şiaların imamet görevini üstlenmiştir.(64)
İmametinin çoğunluğunu Samarra’da, egemen hükümetin doğrudan kontrolü altında geçirdi. Abbasi halifelerinden 7’isi ile aynı dönemde yaşamıştır. Onlardan en önemlileri Mütevekkil’dir. Kabri şerifleri Irak’ın Samarra şehrindedir.(65)
İmam Hadi ve oğlu İmam Hasan Askeri, askeriyeyn diye ünlüdürler. Zira Abbasi halifeleri onları 233 yılında Samarra’ya götürmüş ve ömürlerinin sonuna kadar orada kontrolleri altında tutmuşlardır. İmam Hadi (a.s) hicretin 220. Yılında imamet makamına erdi. Şiaların İmam Cevad’ın (a.s) küçük yaşta imam olması konusundaki sorunu -az bir grup dışında- aşmasından dolayı İmam Hadi’nin (a.s) küçük yaşta imam olması konusunda önemli bir tereddüt yaşanmamıştır.
Mütevekkil, hicretin 233. Yılında İmam Hadi’yi (a.s) Medine’den Samarra’ya getirtme kararı aldı. İbn Cevzi, bazı kötü niyetli kimselerin Mütevekkil’in huzurunda risalet ailesine kötü söz söylemelerine değinerek şöyle yazmakta: Mütevekkil, halkın İmam Hadi’ye (a.s) olan ilgisini ortaya koyan raporlardan dolayı onu Samarra’ya çağırttı.[66]
Mütevekkil halifelik gücünü ele geçirmeden önce önceki halifelerin politikası Ma’mun’un politikası idi. Ehli Hadis karşısında Mutezile’yi savunan bu politika, Alevilere siyasi açıdan uygun bir atmosfer vermekteydi, ancak Mütevekkil’in gelişi ile dar görüşlülükler başlamış ve Ehli Hadis, Mutezile ve Şialara karşı himaye ve tahrik edilerek onlara karşı ağır baskı ve şiddet baş göstermeye başlamıştır.
Ebu’l Ferec İsfahani, Mütevekkil’in olumsuz ve uygun olmayan davranışlarına işaret etmiş ve Ubeydullah b. Yahya b. Hakan adındaki vezirinin de onun gibi azılı bir Alevi ailesi düşmanı olduğunu belirtmiştir. Mütevekkil’in uygunsuz ve çirkin davranışlarından bazıları şunlardır: İmam Hüseyin’in (a.s) kutsal kabri şeriflerini tahrip etmek, kabrin etrafına tohum ekip biçmek, kabrin üzerinde tarım yapmak ve İmam Hüseyin’in (a.s) kabri şeriflerini ziyaret etmek isteyenlere zorluk çıkarıp ağır cezalara çarptırmak.[67]
İmam Hadi (a.s) Samarra’da zorla tutulduğu dönem boyunca, görüntüde sakin bir hayat yaşamaktaydı. Mütevekkil, İmamı tam olarak kontrol ve takip altında tutmak ve onu halkın gözünde azamet ve saygınlığını kırmak için planlar düzmekteydi.
Mütevekkil’den sonra oğlu Muntasır yönetime geldi. Muntasır’ın hükümeti ile İmam Hadi ve Alevi ailesine olan baskılar bir nebze de olsa azalmaya başladı. Gerçi farklı şehirlerde devlet adamlarının Şialara karşı baskıları aynen devam etmekteydi.
Nitekim Şeyh Mufid ve başkalarının rivayet ettiğine göre İmam Hadi (a.s) Hicretin 254. Yılında Recep ayında Samarra’da 20 yıl, 9 ay ikamet ettikten sonra şehit olmuştur. Bazıları şehadetinin Recep ayının üçünde gerçekleştiğini belirtmiştir.(68)
11- İmam Hasan Askeri (a.s)
Ebu Muhammed Hasan b. Ali İsna Aşeri (On İki İmam) Şialarının 11. İmamıdır. Babası (İmam Hadi) ve kendisinin Asker’de (Samarra) zorla alıkonulmasından dolayı bu iki imam Askeri diye ünlü olmuşlardır. İmam Hasan Askeri (a.s) hicretin 260. Yılında Rebiülevvel ayının sekizinde şehit olmuştur.(69)
Hz. Hasan b. Ali (İmam Askeri) babası İmam Hadi’nin (a.s) vefatının ardından İmam Hasan Askeri’nin (a.s) imametle ilintili gerekli ve tüm fazilet ve erdemlere sahip olmasının yanı sıra İmam Hadi’nin (a.s) onun hakkında 11. imam olduğuna dair açıklaması buna delalet etmektedir. İmam Hasan Askeri (a.s) babası ile birlikte yaklaşık olarak 3 yaşında iken h. 233/ m. 847 yılında Samarra’ya getirildi ve yaşamının geri kalanını orada sürdürdü.
İmam Hasan Askeri (a.s) birkaç kere hapse atılmasının yanı sıra öteki insanlar gibi sıradan bir hayat yaşamaktaydı. Doğal olarak hareketleri hükümet güçleri tarafından kontrol altında tutulmaktaydı. Açıktır ki İmam Hasan Askeri (aleyhi selam) öteki İmamlar gibi (birkaçı istisna) özgür ve seçme hakkı olsaydı Samarra’da değil, Medine de yaşamayı seçerdi. Gerçekte İmamın (a.s) Samarra’daki uzun süreli ikameti, Abbasi halifesi tarafından göz hapsinde tutulması dışında açıklanamaz. Bu konu ve özellikle uzun süre önce Şialarca kurulan düzenli ağ, halife tarafından üzerinde titizlikle durulan bir konuydu. Bu da halifenin endişelenmesine ve korkmasına neden olmaktaydı. Dolayısıyla İmamı her daim kontrol altında tutmaktaydı.(69)
İmam Hasan Askeri (a.s) vefatından hemen önce hicretin 259. Yılında annesini hacca göndermiş, hicretin 260. Yılında başına gelecek hadiseleri ona anlatmış, oğlu İmam Mehdi’ye (a.f) gerekli vasiyetlerini anlatmış ve İsm-i Azam, imamet mirası ve silahı ona teslim etmiştir.(70) İmam Hasan Askeri (a.s) hicretin 260. Yılının Rebiülevvel ayının başlarında hastalandı ve aynı ayın sekizinde 28 yaşında iken Samarra’da vefat etti ve babasının defnedildiği eve defnedildi.[71]
Tabersi (ö. 548) şöyle yazmaktadır: Ashabımızın (yani Şia ulemalarının) çoğu, İmam Hasan Askeri’nin zehirletilerek öldürüldüğüne inanmaktadır. Yazısının devamında imamın babasının, dedesinin ve tüm Şia imamlarının şehit olduklarını belirtmiştir. Bu konudaki Şia ulemalarının delili ise İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şu buyruğudur: Allah’a ant olsun ki hepimiz öldürülerek şehadete ermekteyiz.[72]
12- İmam Mehdi (a.s)
On ikinci İmam Hz. Mehdi (a.s), on birinci İmam Hz. Hasan Askeri’nin (a.s) tek oğludur. İsmi ve künyesi Hz. Resulü Kibriya Efendimizin (s.a.a) isim ve künyesinin aynısıdır. Şu anda gaybette yaşamaktadır. Hicretin 255. Yılında Şaban ayının 15’inde dünyaya geldi. Hz. Peygamber Ekrem ve önceki İmamlar, Hz. Mehdi’nin geleceğini müjdelediği için zamanın hükümeti onu ele geçirme peşine düşmüştür. Dolayısıyla İmam Hasan Askeri (a.s) oğlunun dünyaya gelişini gizli tutmuş ve kendi dönemi boyunca onu gözlerden uzak tutmuştur. İnsanların çoğu o şehit olurken oğlundan haberdar değildi.
İmam Mehdi (a.s) 5 yaşında iken (h. 260) imamet makamına erdi ve bu tarihten küçük gaybeti bitene kadar dört naip diye bilinen elçileri aracılığı ile tanınmakta ve insanlarla ilişki kurmaktaydı. Son naibin vefatından (h. 329) sonra büyük gaybet başlamıştır. Şu anda büyük gaybettedir ve tıpkı hadislerin bildirdiğine göre İmam Mehdi’nin (a.s) zuhur tarihi hiçbir şekilde belli değildir. Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) İmam Mehdi (a.f) hakkında buyurmuş olduğu hadisler yalnızca Şia kaynaklarında yer almamış, bilakis Ehli sünnet başta olmak üzere tüm mezheplerin kaynak kitaplarında çokluca yer almıştır.
İmam Mehdi’nin aleyhi selam gaybeti iki bölümden oluşur:
# Küçük Gaybet: Hicretin 260. Yılında başlamış ve 329’unde sona ermiştir (yaklaşık 70 yıl) Bu süre zarfında İmam Mehdi (a.s) has naipleri vasıtasıyla insanlarla ilişki kurmaktaydı.(73)
# Büyük Gaybet: Hicretin 329. Yılından bugüne kadar sürmektedir. Hz. Fahri Kainat Efendimiz (s.a.a) Şia ve Sünnilerin kabul ettikleri bir hadiste şöyle buyurmaktadır:
“Dünyanın sonuna bir gün kalmış olsa dahi, Allah zulüm ve kötülükle dolmuş olan yeryüzünü adaletle doldurması için, benim Ehlibeytimden bir kişiyi gönderecektir.”[74]
İmamlar Hakkındaki Ehlisünnet Kitapları
Anlatılanların dışında, Ehlibeyt İmamları (a.s) hakkında Ehli sünnet çevresinde de büyük saygı ile anılmakta ve değer verilmektedir. Bu sevgi bazen imamlar hakkında kitapların yazılmasına da neden olmuştur.
Ehlibeytin (a.s) faziletleri hakkında Ehli sünnet tarafından yazılan kitapların sayısı az değildir. Bu kitaplardan birisi de Ebu’l Fazl Yahya bin Selamet Hasaki’nin (k. 553) kasidesidir. Bu kitapta 12 İmamlar tek tek ele alınmış ve haklarında övgü dolu bilgiler verilmiştir.(75)
Ehli sünnet dünyasında Ehlibeyt İmamlarının faziletleri hakkında yazılan kitaplardan bir kaçına numune olarak değiniyoruz:
# Metalibu’s Suul fi Menakibu Al-i Resul, telif: Kemalettin İbn Talha Şafii (k. 562);
# Tezkiretu Havasu’l Ummet fi Hasaisu’l Eimme, telif: Hanefi Yusuf bin Kazoğlu Sabt İbn Cevzi (k. 654);
# el-Fusulu’l Muhimmet fi Marifeti’l Eimme, telif: İbn Sabbah Maliki (k. 855), Bu kitap defalarca basılmıştır. Kitabın yüksek tirajlı ve farklı çeşitlerde baskıları, kitabın ne kadar çok ilgi gördüğünün bir delilidir.(76) Kitabın yazarı bu kitabında Şia’nın önde gelen âlimlerinden Şeyh Müfid’in “el-İrşat” adlı kitabından da çokça nakillerde bulunmuştur. (sayfa: 192, 213)
# eş-Şuzuratu’z Zehebiye veya el-Eimmetu’l İsna Aşer, telif: Suriyeli Hanefi âlimi Şemsettin İbn Tulun (m. 1958);
# el-İthaf bi-Hubbi’l İşraf, telif: Mısırlı şafii alimi Abdullah bin Amir Şebrevi (k. 1172);
# Nuru’l Ebsar fi Menakibu Al-i Beyti’n Nebi el-Muhtar, telif: Seyyid Mümin Şeblençi (k. 1290);
# Yenabiu’l Meveddet, Hanefi alimi Süleyman bin İbrahim Kunduzi (k. 1294).
ABNA24.COM
WİKİSHİA.NET
Dipnotlar
1-Tabatabai, İslamda Şia , s. 197-199.
2 -Mekarim Şirazi, Peyam Kur’an, c. 9, İmamet Der Kur’an, s. 182 ve sonrası.
3 -Tercüme el-Mizan, c. 13, s. 474.
4- Et-Tibyan, Şeyh Tusi, c. 1, s. 214.
5- Bkz. Neccaşi, s. 440.
6- Bkz. Neccaşi, s. 219, 298.
7- Seyyid Murtaza, s. 502, 503; Allame Hilli, s. 314.
8- Buhari, c. 8, s. 127; Müslim, c. 3, s. 1452-143; Ebu Davud, c. 4, s. 106; Tirmizi, c. 4, s. 501.
9- Numani, s. 62; İbn Babaveyh, 429 ve sonrası, Hazzaz, s. 49; İbn Ayyaş, s. 4.
10- Ahmed bin Hambel, c. 1, s. 398, 406; Hakim, c. 4, s. 501; Numani, s. 74-75; Hazzaz, s. 23; İbn Ayyaş, s. 3.
11- Tabatabai, İslamda Şia, s. 199.
12- Tabatabai, Şia der İslam, s. 199.
13- Tabatabai, İslamda Şia, s. 199, 200.
14- Tabatabai, İslamda Şia, s. 200.
15- Tabatabai, İslamda Şia, s. 200, 201.
16- Tabatabai, Şia der İslam, s. 201.
17- Tabatabai, İslamda Şia, s. 201.
18- Tabatabai, İslamda Şia, s. 201, 202.
18- Tabatabai, İslamda Şia, s. 202.
19- Tabatabai, İslamda Şia, s. 202, 203.
20- Tabatabai, İslamda Şia, s. 204, 205.
21- Tabatabai, İslamda Şia, s. 205.
22- Tabatabai, İslamda Şia, s. 205.
23- Tabatabai, İslamda Şia, s. 205, 206.
24- Tabatabai, İslamda Şia, s. 206, 207.
25- Tabatabai, İslamda Şia, s. 207.
26- Tabatabai, İslamda Şia, s. 207, 208.
27- Tabatabai, İslamda Şia, s. 208.
28- Tabatabai, İslamda Şia, s. 209.
29- Tabatabai, İslamda Şia, s. 209, 210.
30- Tabatabai, İslamda Şia, s. 210.
31- Tabatabai, İslamda Şia, s. 210.
32- Tabatabai, İslamda Şia, s. 211.
33- Tabatabai, İslamda Şia, s. 211, 212.
34- Tabatabai, İslamda Şia, s. 212.
35- Tabatabai, İslamda Şia, s. 212, 213.
36- Tabatabai, İslamda Şia, s. 213.
37- Tabatabai, İslamda Şia, s. 213.
38- Tabatabai, İslamda Şia, s. 213, 214.
39- Tabatabai, İslamda Şia, s. 214.
39- Tabatabai, İslamda Şia, s. 215, 216.
40- Tabatabai, İslamda Şia, s. 216.
41- Tabatabai, İslamda Şia, s. 216.
42- Tabatabai, İslamda Şia, s. 216.
43- Tabatabai, İslamda Şia, s. 216, 217.
44- Tabatabai, İslamda Şia, s. 217.
45- Tabatabai, İslamda Şia, s. 217.
46- Tabatabai, İslamda Şia, s. 217, 218.
47- Tabatabai, İslamda Şia, s. 218.
48- Tabatabai, İslamda Şia, s. 218, 219.
49- Tabatabai, İslamda Şia, s. 219.
50- Tabatabai, İslamda Şia, s. 219.
51- Tabatabai, İslamda Şia, s. 220.
52- Tabatabai, İslamda Şia, s. 221.
53- Tabatabai, İslamda Şia, s. 221.
54- Tabatabai, İslamda Şia, s. 222.
55- Tabatabai, İslamda Şia, s. 222, 223.
56- Tabatabai, İslamda Şia, s. 223.
57- Tabatabai, İslamda Şia, s. 223, 224.
58- Tabatabai, İslamda Şia, s. 224.
59- Tabatabai, İslamda Şia, s. 224, 225.
60- Tabatabai, İ60- slamda Şia, s. 225, 226.
61- Tabatabai, İsla61- mda Şia, s. 226.
62- Tabatabai, İslamda Şia, s. 226.
63- Tabatabai, İslamda Şia, s. 226, 227.
64- Tabatabai, İslamda Şia, s. 227.
65- Tabatabai, İslamda Şia, s. 227, 228.
66- Tabatabai, İslamda Şia, s. 228.
67- Tabatabai, İslamda Şia, s. 229.
68- Tabatabai, İslamda Şia, s. 229, 230.
69- Tabtabai, İslamda Şia, s. 230.
70- Tabatabai, İslamda Şia, s. 231.
71- Tabatabai, İslamda Şia, s. 232.
72- Tabatabai, İslamda Şia, s. 232.
73- Sabt bin Cevzi, s. 365, 367; İbn Tulun, s. 40, 43.
74- Tabatabai, Şem, 17, s. 109, 113.
75- Diğer eserler için Bkz. Tabatabai, şem, 2, s. 52, 100, 101.
Kaynaklar
* Nehcü’l Belağa, Seyyid Cafer Şehidi, Tahran: İlmi ve Ferhengi, 1377.
* Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin, Şia der İslam, Kum, Defteri İntişar İslami, 1383.
* İbn Babaveyh, Muhammed, el-Hisal, Ali Ekber Gaffari’nin katkılarıyla, Kum, k. 1403.
* İbn Sabbah Maliki, Ali, el-Fusulu’l Muhimme, Necef, Daru’l Kutubu’l Ticariye.
* İbn Tulun, Muhammed, el-Eimme el-İsna Aşer, Salahattin Muncid’in katkılarıyla, Beyrut, m. 1958.
* İbn Ayyaş Cevheri, Ahmed, Muktezib el-Eser, Kum, km. 1379.
* İbn Yemin Firumedi, Divan Eşari, Tashih, Hüseyin Ali Bastani Rad, intişar kitabhane senai, ş. 1344.
* Ebu Davud Secistani, Süleyman, Sünnen, Muhammed Muhyiddin Abdulhamid’in katkılarıyla, Kahire, Daru İhya Sünnetu Nebevviye.
* Ahmed bin Hambel, Müsned, Kahire, k. 1313.
* Buhari, Muhammed, Sahih, İstanbul, k. 1315.
* Tirmizi, Muhammed, Sünnen, Ahmed Muhammed Şakir ve diğerlerinin katkılarıyla, Kahire, m. 1938.
* Hâkim Nişaburi, Muhammed, el-Müstedrek, Haydarabad Dükn, k. 1334.
* Hazzaz Kummi, Ali, Kifayetu’l Eser, Kum, k. 1401.
* Sabt İbn Cevzi, Yusuf, Tezkiretu’l Havas, Necef, m. 1964.
* Seyyid Murtaza, Ali, ez-Zehire, Ahmed Hüseyni’nin katkılarıyla, Kum, k. 1411.
* Tabatabai, Abdulaziz, “Ehlibeyt (a.s) fi mektebetu’l Arabiye”, Turasena, Kum, k. 1405.
* Allame Hilli, Hasan, Keşfu’l Murad fi Şerhi Tecrid el-İtikad, Kum, Mektebetu’l Mustafavi.
* Kitab Süleym bin Kays, Alevi Hasani Necefi’nin katkılarıyla, Beyrut, m. 1980.
* Müslim bin Haccac Nişaburi, Sahih, Muhammed Fuad Abdulbaki’nin katkılarıyla, Kahire, m. 1955.
* Neccaşi, Ahmed, er-Rical, Musa Şübeyri Zencani’nin katkılarıyla, Kum, k. 1407.
* Numani, Muhammed, el-Gaybet, m. 1983.
Dış Bağlantılar
* Makalenin kaynağı: Danışname-i Bozorg İslami
* İmaman Şia ve Berhord Ba İnhirafat
Savunma Bakanı: Savunma kabiliyetlermizi artırma konusunda kimsenin iznine ihtiyacımız yok
İran Savunma Bakanı General Hüseyin Dehkan, İran’ın savunma kabiliyetlerini artırma konusunda kimsenin iznine ihtiyacı olmadığını söyledi.
İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı General Hüseyin Dehkan, İran Devlet Televizyonu’na verdiği mülakatta, “İran İslam Cumhuriyeti hiçbir zaman hiçbir ülke ve halka yönelik saldırgan bakış açısına sahip olmamıştır ve olmayacaktır” dedi.
Dehkan ülkede düzenlenen füze deneme tatbikatlarının önceden belirlenmiş programa uygun olarak yapıldığını belirterek, “İran’ın savunma alanında kabiliyetlerini artırma konusunda kimsenin iznine ihtiyacı yoktur. Yaptığımız füze tatbikatları ise Nükleer Anlaşma veya BM Güvenlik Konseyi’nin 2231 sayılı kararına ters değildir” diye konuştu.
İran Savunma Bakanı sözlerinin bir diğer kısmında ise Amerika, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin kendi milli çıkarları peşinde olmaları gerektiğini ve gayri meşru İsrail Rejimi’nin oyununa gelmemeleri gerektiğinin de altını çizdi.
Hz. Fatıma Zehra (s.a) Dünya Kadınlar Günü Münasebetiyle
Hz. Fatıma (Arapça: فاطمة الزهراء, Fatimah) (selamullahi aleyha) İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Hatice’nin (s.a) kızıdır. Hz. Fatıma, Hz. İmam Ali’nin (a.s) eşi ve Ehli Abanın (Ehli Kisa) beş kişisinden birisi ve “On İki İmam Şiaları” nezdinde On Dört Masumdan birisidir. Şiaların ikinci ve üçüncü imamları onun çocuklarıdır. Kendisi Necran Nasranîleriyle yapılan “Mübahele” gününde Hz. Peygamberin (s.a.a) yanında bulunan tek kadındır. Kendisi Ebu Bekir’e biat etmemiş ve onun karşısında kararlı bir şekilde durmuştur. “Fedekiye Hutbesinde” Fedek’in gaspı ve İmam Ali’nin (a.s) hilafetini savunması meşhurdur. Hz. Fatıma (s.a) Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra, Cemaziyülahir ayının üçüncü günü kameri 11. Yılda Medine’de hayatını kaybetti, gece ve gizlice defnedildi. Hz. Fatıma (s.a) fasih ve beliğ Arap kadınlarındandır. İbn Tayfur (ö. 280) Hz. Fatıma’ya ait hutbeleri “Belağatu’n Nisa” adlı kitapta nakletmiştir. Fedek hakkındaki ona ait hutbeyi Ebu Talip hanedanı kendi çocuklarına öğretiyorlardı.[1]
Nesep, Künyeler ve Lakaplar
Hz. Fatıma’nın (s.a) babası, Hz. Resulü Ekrem (s.a.a), annesi Huveylid b. Esed b. Abduluzza b. Kusay b. Kilab’ın kızı Hatice’dir.[2] Hz. Fatıma’nın çok sayıda lakapları vardır: Zehra, Sıddıka, Tahire, Raziye, Merziye, Mübareke, Betül… Bunlardan en çok bilinenleri Zehra’dır ve bazen de ismiyle birlikte (Fatıma Zehra) şeklinde gelir, veya Arapça terkibi ile (Fatımatu’z Zehra) şeklinde gelir. Kendi isminden bile çok kullanılan Zehra, parlayan, parlak, aydın vb. gibi anlamlara gelir.[3] Hz. Fatıma’nın (s.a) bir kaç tane künyesi vardır. Bunlardan en ünlüleri şunlardan ibarettir: Ümmü Ebiha, Ümmü’l Eimme, Ümmü’l Hasan ve Ümmü’l Hüseyin.[4]
Doğumu ve Şehadeti
Hz. Fatıma (s.a) Mekke’de Hz. Peygamberin (s.a.a) evinde dünyaya geldi. Ancak Şia ve Sünni kaynaklarında dünyaya gelişi hakkında farklı görüşler vardır. Ehli Sünnet, Hz. Fatıma’nın (s.a) doğumunu Allah Resulü’nün (s.a.a) bi’setinden (peygamberliğinden) beş yıl önce ve Kâbe’nin yenilendiği yıl olarak kaydetmiştir.[5] Ama Kuleyni, Uusl-u Kâfi kitabında şöyle yazmaktadır: Hz. Fatıma’nın veladeti bi’setten beş yıl sonra gerçekleşmiştir.[6] Yakubi ise şöyle yazmaktadır: Hz. Fatıma (s.a) vefat (şehadet) ettiğinde 23 yaşındaydı.[7] Dolayısıyla, doğumu Hz. Resulullah’ın (s.a.a) bi’set yılında olması gerekir. Bu görüş aynı zamanda Şeyh Tusi’nin Hz. Fatıma’nın Hz. Ali ile evlendiğinde yaşının (Hicretten beş ay sonra) 13 olduğunu belirttiği görüşle de uyuşmaktadır.[8] Şia ve Ehli Sünnet kaynaklarında Hz. Fatıma’nın nutfesinin nasıl oluştuğuna dair hadisler bulunmaktadır. Anlatılanlara göre Hz. Resulü Ekrem Efendimiz (s.a.a) Allah’ın emri ile kırk gece Hz. Hatice’den uzak durmuş ve ibadet ve oruçla geçen 40 günün ardından ve Miraç’a çıkıp orada cennet yemeği yahut meyvesini yedikten sonra Hz. Hatice’nin yanına gelmiş ve o şekilde Hz. Fatıma’nın nuru Hz. Hatice’de karar kılınmıştır.[9] Şia ve Sünni kaynakları, Hz. Fatıma’nın (s.a) hicretin 11. Yılında dünyadan göçtüğünde ittifak etmişlerdir. Ancak ay ve gününde ihtilaf etmişlerdir. Bu konu hakkında bazıları Hz. Fatıma’nın değerli babasının vefatından sonra 24 gün yaşadığı ve bazıları ise 8 aya kadar bu sayıyı uzatmışlardır. Şialar arasında meşhur görüş ise babasından 3 ay sonra dünyadan göçtüğü yönündedir.[10] Hz. Peygamber efendimizin 28 Safer ayında vefat ettiği düşünülürse bu tarih 3 Cemaziyülahır’a denk gelmektedir.[11] Hz. Fatıma’nın (s.a) doğum günü hakkındaki farklı görüşlerin olması, doğal olarak yaşadığı sürenin ne kadar olduğunda da ihtilafların olmasına neden olmaktadır. Bu süreyi 18 ila 35 arasında zikretmişlerdir. Eğer doğumunu Hz. Peygamberin (s.a.a) Bi’setinin 5. Yılının Cemaziyülahır ayı olarak alırsak ve şehadeti Hicretin 11. Yılında olursa, bu iki tarih arasındaki fasıla 18 yıl küsur olacaktır. Bu görüş, İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık’tan (a.s) nakledilen iki güvenilir rivayete göredir.[12]
Çocukluk Dönemi
Hz. Fatıma (s.a) babası Hz. Resulü Kibriya Efendimizin (s.a.a) evinde ve onun dini eğitim ve terbiyesi altında yetişti.[13] Çocukluk dönemi – İslam’ın olgunlaşmaya başladığı ve Müşrikler tarafından Müslümanlara kısıtlama konulan dönemlere rastlamaktadır- baştan ayağa Müslümanlar için imtihan ve işkencelerin olduğu dönemdir.[14] Bu dönem, kuru ve yakıcı Şi’b-i Ebu Talip deresindeki açlık, susuzluk ve acılarla geçen ekonomik ve sosyal abluka ve muhasaranın olduğu dönemdir. Bu dönemler aynı zamanda Hz. Fatıma’nın (s.a) azizlerini kaybettiği dönemdir: Annesi Hz. Hatice (s.a) ve aynı şekilde Hz. Peygamberin en önemli hamisi olan amcası Ebu Talib’in (a.s) hayatlarını kaybettiği dönemdir.[15] İşte bu dönemlerde babası Hz. Peygamberi (s.a.a) himaye etmesi ve onu yatıştırmasından dolayı Hz. Peygamber ona “Ümmü Ebiha” (babasının annesi) lakabını takmıştır. Bu da Onun Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) yanındaki değer ve makamını ortaya koymaktadır.[16] Müslümanların Mekke’den Yesrib’e (Medinetu’n Nebi) hicretleri de bu dönemlerde gerçekleşmiştir ve sonraları bu hicret İslam tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.[17] Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Medine’ye gittikten sonra, ailesi de oraya gittiler. Belazuri şöyle yazmaktadır: Zeyd b. Harise ve Ebu Rafi, Hz. Fatıma ve Ümmü Gülsüm’ü oraya götürmekle görevlendirilmişti.[18] Ancak İbn Hişam, Abbas b. Abdulmuttalib’in onları götürmek için görevlendirildiğini yazmıştır.[19] Her ne olursa olsun Hz. Zehra ve Ümmü Gülsüm, kendilerini götürmekle görevli kişilerin eşliğinde develere binerek hareket ettiler, bu esnada Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) azılı düşmanlarından ve devamlı Onu kötüleyen Huveyris b. Nukeyz onların yanına gelerek develerine zarar verir. Deve ürker ve kaçar. Hz. Fatıma ve Ümmü Gülsüm yere düşerler. İbn Hişam ve başka tarihçiler Hz. Fatıma’nın bu hadiseden aldığı yaranın ne olduğunu yazmamışlardır, ancak açıktır ki Hz. Peygamberin kızı bu hadiseden yara almıştır.[20] Bu belgelerin mukabilinde yine birinci sınıf tarihçilerden olan Yakubi ise şöyle yazmaktadır: Hz. Ali b. Ebu Talip (a.s) onu Medine’ye götürdü.[21] Şia kaynakları Yakubi’nin yazdıklarını teyit etmektedir.[22] Örneğin Şeyh Tusi, “Emali” kitabında Hz. Peygamberin (s.a.a) Kuba’da beklediğini ve amcaoğlum (yani Hz. Ali b. Ebu Talip) ve kızım gelmeyene kadar Medine’ye girmeyeceğim dediğini yazmıştır. Tıpkı Şeyh Tusi’nin yazdığına göre Hz. Fatıma’nın (s.a) yanı sıra İmam Ali’nin (a.s) annesi Hz. Fatıma binti Esed ve Ebdulmuttalib b. Zübeyr’in (Dabaet’in nakline göre Zübeyr’in) kızı Fatıma’da Hz. İmam Ali ile birlikte hicret etmişlerdir.[23]
Evlilik
Hz. Fatıma’nın (s.a) evlenmek için çok taliplisi vardı. Hz. Peygamberin (s.a.a) ashabından Ömer, Ebu Bekir, Abdurrahman b. Afv vb. gibileri kendisine talip olmuşlar, ancak Peygamber efendimiz kabul etmemiş[24] ve onlara cevap olarak şöyle buyurmuştur: Fatıma daha küçüktür. Ancak Hz. Ali (a.s) Hz. Fatıma’yı istediğinde Peygamberimiz kabul etmiştir.[25] Peygamber Efendimiz Hz. Fatıma’ya şöyle buyurmuştur: زوّجتکِ أقدم الاُمة اسلاماً ; “Seni ilk Müslüman olan kişiyle evlendiriyorum”[26] aynı şekilde Muhacirlerden de bir grup Hz. Fatıma’ya talip olmuş,[27] ancak efendimiz şöyle buyurmuştur: Fatıma’nın evlilik işi Allah’ın elindedir. Eğer O, uygun görür ve münasip bilirse o şekilde yapacaktır ve Ben ilahî hükmü beklemekteyim (انی انتظربها القضاء).[28] Hz. Fatıma’nın (s.a) Hz. Ali (a.s) ile evliliği Hicretin ikinci yılında Medine’de[29] gerçekleşti. Hz. Fahri Kâinatın (s.a.a) kızının mehri 400 dirhem veya biraz çok veya azdı. İmam Ali (a.s) eşyalarından birisini satarak bu parayı elde etti. Bu eşyanın ne olduğu konusunda ihtilaf vardır. Bazı tarihçiler bunun kalkan, bazıları koyun derisi yahut yemen gömleği veya deve olduğunu yazmışlardır. Her ne olursa olsun Hz. Ali (a.s) o eşyasını satarak Peygamber efendimizin yanına gelir. Resulü Kibriya Efendimiz (s.a.a) onu saymadan bir kısmını Bilal’e verir ve şöyle der: “Bu para ile kızıma güzel koku al!” geri kalan parayı Ebu Bekir’e verir şöyle der: “Bu parayla kızımın ihtiyaç duyduğu şeyleri temin et.” Ammar Yasir ve birkaç yaranını da Hz. Zehra’nın çeyizi için uygun görülen şeyleri almaları için Ebu Bekir’le gönderir. Şeyh Tusi, Hz. Zehra’nın çeyizini şu şekilde yazmıştır:
7 dirhem değerinde bir gömlek. 4 dirhem değerinde bir başörtüsü. Hayber malı siyah bir kadife. Hurma liflerinden yapılmış bir divan. Üzeri hurma yaprakları ile örülmüş divan. Mısır keteninden mamul, birinin içi lifle, öbürünün ise yünle doldurulmuş iki döşek. İçleri izhirden (Mekke samanı, Burya bitkisi, bir çeşit ince yapraklı ve ilaç özelliği de olan kokulu bir bitkiden) doldurulmuş Taif derisinden dört yastık. Yünden yapılmış bir perde. Hacer yapımı bir hasır (Hacer’den maksat, Bahreyn merkezidir. Ayrıca Medine yakınlarında bulunan bir köyün adıdır), bir el değirmeni, bakır bir çamaşır leğeni, deriden yapılmış bir su kabı. Ahşap bir kab, süt sağmak için bir kâse, su için bir kırba, ziftle kaplanmış mitehre (ibrik, abdest kabı ve temizlikte kullanılan şeyler), yeşil bir testi ve topraktan yapılmış birkaç tane çömlek.[30]
Evliliğin üzerinden birkaç gün geçmemişti ki Hz. Fatıma’nın Hz. Peygamber efendimizden uzak kalışı Ona ağır gelmişti. Çünkü uzun yıllar boyunca onun yanında kalmış ve Hz. Hatice’nin hatırasını Efendimize yaşatmaktaydı. Hz. Hatice’nin vasfı hakkında şöyle buyurmuştur: “Hatice’nin yerini kim alacaktır? İnsanlar beni yalanladıklarında o doğrulamış, herkes beni terk ettiğinde o Allah’ın dinine iman ve malıyla yardımcı olmuştur.” Bundan dolayı damat ve geline kendi evinde yer verme kararı aldı. Hz. Hatice’nin yadigârının her zaman yanında olmasını istedi. Ancak O, şu anda Hz. Ali’nin eşi ve onun evinde kalmalıydı. Eğer kendi evine yakın bir yerde Onlara bir yer hazırlarsa rahatlayacaktı, ama Medine Müslümanlarının zahmete düşebilmeleri de mümkündü. Sonunda gelin ve damada kendi evinde yer vermeye karar verdi, ancak bu zor bir işti. Çünkü onun evinde şu anda iki kadın (Sevde ve Ayşe) yaşamaktaydı. Ashabından Harise b. Numan bu olaydan haberdar olarak Hz. Peygamberin (s.a.a) yanına gelir ve şöyle der: Benim evlerin hepsi sana yakındır. Kendim ve neyim varsa hepsi sizindir. Allah’a andolson ki malımı alman bana bırakmandan daha sevimlidir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) cevap olarak şöyle buyurur: Allah seni mükâfatlandırsın. O günden sonra Hz. Fatıma ve Hz. Ali (a.s) Harise’nin evlerinden birisine taşındılar.[31]
Aile Yaşamı
Hz. Fatıma (s.a) yemek ve giyimde en aza kanaat eder ve kendisine zorluk çektirirdi. Ev işlerini de kimsenin uhdesine koymazdı, su taşımaktan, ev süpürmeye, mısır veya buğday öğütmekten, çocuk bakmaya, hepsini kendisi yapardı. Bazen tek eliyle değirmeni çeker (buğday veya mısır) öğütür ve diğer eliyle bebeğini uyuturdu.[32] İbn Sa’d kendi senediyle İmam Ali’den (a.s) şöyle rivayet etmektedir: Zehra’yı kadınım olarak aldığımda kilimimiz koyun derisinden idi, geceleri onun üzerinde uyur, gündüzleri su taşıyan devemize onun üzerinde ot verirdik ve bu deveden başka bir yardımcımız yoktu.[33] Hz. Ali (a.s) Beni Sa’d’dan bir adama şöyle der: Fatıma ve kendi hakkımda sana bir öykü anlatmamı ister misin: Fatıma babasının gözünde en sevgili kişi idi. O, benim evimde kırba ile o kadar çok su taşıdı ki kırbanın kulpu sinesinde yer edinmişti. O kadar çok el değirmeni ile bir şeyler öğüttü ki ellerinin içi nasır bağladı. Evi kadar çok süpürdü ki örtüsü toprak rengini aldı.[34] Rivayetlerde nakledildiğine göre, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Fatıma ve Hz. Ali’nin (a.s) evine gelir, onlara sevgi gösterir ve çokça iltifatlarda bulunurdu. Bir gün Hz. Fatıma’ya “eşini nasıl buldun?” diye sorar. Hz. Fatıma şöyle cevap verir: En üstün eştir… daha sonra Hz. Ali’ye Hz. Fatıma’yı, Hz. Fatıma’ya da Hz. Ali’yi koruyup kollamasını öğütler. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: Allah’a andolsun ki o günden Fatıma hayatta olduğu son güne kadar onu öfkelendirecek hiçbir iş yapmadım ve hiçbir şeye onu zorlamadım. O da hiçbir zaman beni öfkelendirmedi ve hiçbir şeyde itaatsizlik etmedi. Gerçekten her ne zaman ona bakarsam üzüntü ve kederim bertaraf olur giderdi.[35] Hz. Fatıma (s.a) Hz. Ali (a.s) ile müşterek yaşamında evin işlerini görür, yemek ve ekmek hazırlardı. Hz. Ali (a.s) ise ev dışındaki işleri yapar, yaşam gereklerini yerine getirirdi.[36]
Babaya Yardım
Uhud Savaşından sonra Hz. Zehra’ya babasının savaş esnasında yaralandığı ve bir taşın yüzüne isabet ettiğini yüzünü kanlara boyadığı haberini verirler. Bir grup kadınla birlikte kalkar yola düşer; yanlarına su ve yiyecek şeyler de alarak savaş meydanına giderler. Kadınlar yaralılara su verir ve yaralarını sararlar. Hz. Fatıma (s.a) babasının yarasını temizler,[37] ancak kan durmaz. Kanın durması için biraz sazlık yakar ve külünü yaraya koyar.[38] Bu savaşta Hz. Peygamberin amcası Hz. Hamza ve 70’in üzerinde Müslüman şehit olur. Bu olaydan sonra, tıpkı Vakidi’nin yazdığına göre, Hz. Fatıma (s.a) iki üç günde bir kendisini Uhud’a ulaştırır ve şehitlerin mezarlarının başında ağlar ve onlara dua ederdi.[39]
Çocukları
Peygamber kızı, Hz. Ali’ye çocuklar vermiştir. Hasan ve Hüseyin (a.s) adlı iki oğul ve Zeynep ve Ümmü Gülsüm adlarında iki kız vermiştir. Tarih ve siyer yazarlarından hiç kimse bu dört çocuğun varlığı hakkında tereddüt etmemişlerdir. İmam Hasan (s.a) Hicretin 3. Yılında Ramazan ayının ortasında, İmam Hüseyin (a.s) ise Hicretin 4. Yılında Şaban ayında dünyaya gelmiştir.[40] Şia tezkire yazarlarıyla bir grup Ehli Sünnet uleması Peygamber kızının Muhassen (Muhsin) adlı bir oğlunun daha olduğunu yazmışlardır. Hicretin 236. Yılında vefat eden Kureyş nesep yazarı Musab Zübeyri Muhassen (Muhsin) ismini zikretmemiştir. Ancak Belazuri (Ölümü 279) şöyle yazmaktadır: Fatıma (s.a) Hz. Ali (a.s) için Hasan, Hüseyin ve Muhassen (Muhsin) adlı çocukları doğurmuştur. Muhassen (Muhsin) küçük yaşta ölmüştür.[41] Ayrıca şöyle yazmaktadır: Muhsin dünyaya geldiğinde Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Fatıma’ya şöyle sordu: Ona ne ad koydun? Dedi ki: Harb. Buyurdu ki: onun adı Muhassen’dir.[42] Ali b. Ahmed b. Said Endülüsi (384–456) Cumhuretu Ensabu’l Arab adlı kitabında şöyle yazmaktadır: Muhassen (Muhsin) küçük yaşlarda öldü.[43] Şeyh Mufid, Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olma çocukları hakkında şöyle yazmaktadır: Hasan, Hüseyin, Zeyneb-i Kübra ve künyesi Ümmü Gülsüm[44] olan Zeyneb-i Sugra. Bu babın sonunda ise şöyle yazmaktadır: Şialar diyorlar ki Fatıma, Peygamberden sonra bir çocuğunu düşürdü. Ona gebe olduğu sırada onun adını Muhsin koymuştu.[45] Tabari ise şöyle yazmaktadır: “Diyorlar ki Fatıma’nın Ali’den olma küçük yaşta ölen Muhassen adlı bir çocuğu daha vardı.” Şii rivayetlerde ve bazı Ehli sünnet kitaplarında kaydedildiğine göre bu çocuk (Muhassen) Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra yaşanan çekişme ve keşmekeş sırasında Hz. Fatıma’nın aldığı darbe sonucu düşmüştür.[46]
İbadet
İmam Cafer Sadık (a.s) kendi babaları aracılığı ile Hz. Hasan b. Ali’den şöyle bir rivayet nakletmektedir: Annem, Cuma geceleri sabaha kadar mihrapta ibadete durur ve dua etmek için ellerini açtığında imanlı erkek ve kadınlara dua ederdi, ancak kendisi hakkında bir şey demezdi. Bir gün ona dedim ki: Anneciğim! Neden başkalarına ettiğin gibi kendin için de dua etmiyorsun? Buyurdu ki: “Oğulcuğum! Komşu daha önceliklidir.”[57] “Tesbihat-ı Fatıma (s.a)” diye ünlenen ve Şii, Sünni ve diğer güvenilir kaynak ve belgelerde rivayet edilen ona ait tesbihler herkesin yanında meşhurdur. Sünneti yerine getirmekte kendilerini zorunlu bilenler, bu tesbihleri her namazdan sonra: “otuz dört kere Allah-u Ekber, otuz üç kere el-Hamdulillah ve otuz üç kere Subhanallah” demektedirler.[58] Ayrıca Seyyid İbn Tavus’un “İkbal” adlı kitabında öğlen, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarından sonra düzenli bir şekilde okuduğu duaları rivayet etmiştir. Aynı şekilde zorluk anlarında okunan başka duaları da nakletmiştir. Kendilerini dua ve müstahap amelleri yerine getirmekle mükellef bilenlerin bu dualara aşinalıkları vardır.[59] Ehli Sünnetin ileri gelenlerinden Hasan Basri şöyle diyor: Bu ümmette Fatıma’dan (s.a) daha abid birisi gelmemiştir, namaz ve ibadetlere o kadar çok dururdu ki ayakları şişmişti.[60]
Şehadet ve Vasiyet
Babasının ölümü, eşinin haksızlığa uğraması, hakkının elinden alınması ve bunlardan daha önemlisi Hz. Resulullah’tan –kısa bir süre- sonra Müslümanların sünnetlerinde yaşanan değişiklikler, Peygamber kızının önce ruhunu ve ardından cismini oldukça sarsmış ve rahatsız etmişti. Nitekim tarih şahitlik etmektedir ki babasının ölümünden sonra hiçbir fiziksel hastalığı bulunmuyordu. Hastalığı bu olaylardan sonra baş gösterdi.[61]
Hz. Fatıma’nın Hasta Döşeğindeki Konuşmaları
Hz. Zehra (s.a) hasta yatağındayken bir grup kadın onun görüşüne gelerek ona şöyle bir soru yönelttiler: Peygamber kızı nasılsın? Hastalığın nasıl oldu? Hz. Fatıma (s.a) bu sorular karşısında kapsamlı bir cevap vererek şöyle buyurur:
“Allah'a andolsun ki, dünyanızı sevmediğim, erkeklerinize darıldığım halde sabahladım. Onları denedikten sonra uzağa attım, sınadıktan sonra onlara sinirlendim. Keskinlikten sonra körelme, ciddiyetten sonra gevşeklik, düz kayaya vurmak, mızrağın (veya kanalın) çatlaması, görüşlerin bozulması, isteklerin sapması ne de kötüdür! Çaresizlikten onun (Fedek ve hilafetin) yularını onlara taktım ve onlara yükledim, bütün yağmaları onlara yönelttim. Zalim kavim hayır görmesin, neticesiz kalsın, rahmetten uzak olsun.
Yazıklar olsun onlara! Onu (hilafeti), risalet merkezinden nübüvvet ve hidayet temelinden, Ruh’ul Emin’in (Cebrail’in) indiği evden, din ve dünya işlerine alim olanın elinden çıkardılar. “Bilin ki bu, büyük ve apaçık bir hüsrandır.”
Ali’den intikam almalarının sebebi ne idi? Allah'a andolsun ki, onun kılıcının kimseyi tanımamasından, ölüme itina etmemesinden, düşmanları çiğnemesinden, kılıcının darbesinden ve Allah rızası için olan öfkesinden dolayı ondan intikam aldılar.
Allah’a andolsun ki, eğer yoldan çekilseydiler (engel olmasaydılar), Resulullah’ın Ali’ye bıraktığı yulardan (önderlikten) ve onu kabul etmekten vazgeçselerdi ve onu (hilafet devesinin dizginini) Ali’ye bıraksalardı, bu deve onları doğru yola götürürdü, onları (hakkı) kabule zorlardı, halka yumuşak davranırdı, seyredicisi yorulmazdı ve asla süvarisi usanmazdı. Şüphesiz onları hazmı kolay, tatlı, iki tarafı ağzına kadar dolu ve çamura bulaşmamış bir suya götürür ve suya kanmış olarak geri getirirdi.
Hz. Ali onlara, gizlice ve açıkta nasihat etti. Hilafete ulaşsaydı zenginlikten dolayı çok süslenmezdi (beytülmalden kendisi için mal biriktirmezdi), susuzluğunu ve açlığını gidereceği az bir miktar hariç, dünya malından bir şey toplamazdı. O zaman kimin zahit, kimin dünyaya haris olduğu, kimin doğru konuşan, kimin de yalancı olduğu ortaya çıkmış olacaktı. “Eğer halk inansalardı, korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem de yerden bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazandıkları şeylerden dolayı cezalandıracağız.” “Bunlardan zulmetmiş olanlara da, kazanmakta oldukları kötülükler isabet edecektir ve onlar (Allah'ı) aciz bırakabilecek de değillerdir.”
Ey, gel de dinle, zaman hayatta ne de şaşılacak şeyler gösterir. Şaşarsan, onların sözleridir şaşırtan. Ah bir bilsem bunların hangi dayanağa dayandıklarını da isnat ettiklerini ve hangi vesileye sarıldıklarını! Evlatlarımın aleyhine kimlerin teşebbüste bulunduğunu, galip geldiğini ve onları yok ettiğini bir bilsem! “Ne de kötü dost ve yaver!” “Zalimler için ne de kötü bir değiştirmedir bu.” Allah’a andolsun, bunlar halkın önderini ve sıkıntılarındaki sığınağını bir kenara itip aşağılık ve akılsız kimseleri öne geçirdiler. O halde “güzel iş yaptık diye zannedenler”in yüzleri yere sürtülsün! “Dikkat edin, aslında onlar bozguncuların kendileridir, ama bunun bilincinde değildirler.”
Vay onların haline! “Acaba başkalarını hakka hidayet eden mi izlenmeye daha layıktır, yoksa başkası tarafından hidayet edilmedikçe hakkı bulamayan kimse mi? Peki ne oluyor size? Nasıl da hüküm veriyorsunuz?”
Dikkat edin! Bunların hilafeti yeni gebe olmuştur, o halde biraz mühlet verin de nasıl bir meyve vereceğini bekleyin! Sonra ondan dolu tanesi büyüklüğünde [süt yerine] taze kan ve helak eden zehir sağın. “İşte burada batıl yolu tutanlar hüsrana uğradılar.” Ve gelecektekiler, öncekilerin kurduklarının akıbetini görüp bileceklerdir.
[Artık muradınıza erdiniz] Dünyanızdan hoşnut olun ve kalpleriniz gelecek fitnelere hazırlıklı olsun. Keskin kılıçlar ve zorbalığın, zulmün ve azgınlığın en kötüsünü reva gören saldırganların gücü müjdeler olsun size. Kuşatıcı fitneler ve beytülmalde hiç kimsenin rağbet etmeyeceği kadar mal bırakan zalimlerin zulmü müjdeler olsun size! Onlar topluluğunuzu [mahsulünüzü] biçeceklerdir. O halde hasret ve hüzün olsun size! Nerelerdesiniz? Gerçekten [Allah’ın hak ve rahmet yolu] size kaybolmuştur, “İstemediğiniz halde mi biz sizi Allah’ın rahmetine [dosdoğru yola ve sırat'el müstakime] zorlayalım?!”[62]
Toprağa Verilmesi Ve Hz. Ali’nin (a.s) Sözleri
Şia ulemaları, Peygamber kızının gece toprağa verildiği konusunda ittifak etmişlerdir.[63] Yakubi’nin yazdığına göre Hz. Fatıma gece vakti defnedildi ve Salman, Ebu Zer ve bir görüşe göre Ammar Yasir’in dışında kimse defin sırasında hazır bulunmadı.[64] Şeyh Tusi’nin Emali adlı kitabında Müminlerin emiri Hz. Ali’den naklettiği bir rivayete göre amcası Abbas b. Abdulmuttalib, Hz. Ali’ye Hz. Fatıma için görkemli bir defin merasimi yapılması için öneride bulunur, ancak Hz. Ali, Hz. Fatıma’nın defin işlemlerinin gizli olmasına dair kendisine vasiyette bulunduğunu söyler.[65] (Ehli Sünnet ulemalarından) İbn Sa’d da Hz. Fatıma’nın gece defnedildiğine ve onu Hz. Ali’nin defnettiğine dair bir rivayet nakletmektedir.[66] Belazuri de iki rivayette bunun aynısını yazmıştır.[67] Buhari ise şöyle yazmaktadır: “Eşi gece vakti onu defnetti ve Ebu Bekir’in onun cenazesinde hazır olmasına izin vermedi.”[68] Hicrî 4. Yüzyılın başlarında vefat eden ve kitabını üçüncü yüzyılın ortalarında yazan, Şia’nın büyük ulema ve muhaddislerinden olan Kuleyni’nin kitabı, Şia’nın en eski senetlerini barındırmaktadır. Kuleyni ise bu konu hakkında şöyle yazmaktadır: “Fâtıma (s.a) vefat edince Emirülmüminin (Ali b. Ebu Tâlib aleyhi selâm) onu gizlice defnetti. Kabri tanınmasın diye izleri sildi. Sonra kalkıp Resûlullah'ın kabrine döndü ve dedi ki:
“Benden sana selâm olsun ya Resûlullah! Ve şimdi seni ziyaret etmekte olan, toprağa giden, benden ayrılan, senin tarafına geçen, Allah'ın sana bir an önce kavuşmasını irade ettiği kızından. Sevgili kızından ayrılmaktan dolayı sabrım azaldı, dünya kadınlarının efendisinin ayrılığından dolayı direncim gevşedi. Ancak, bir tesellim var ki, senin yokluğunda sünnetin benim için bir dayanaktır. Ben, senin başını istirahatgâhına koydum (defnettim) ve senin mukaddes ruhun, benim boğazımla göğsüm arasından dışarı çıktı. Seni kendi ellerimle toprağa uğurladım. Evet, Allah'ın kitabında benim için kabullerin en güzeli vardır. Biz Allah 'tan geldik ve ona döneceğiz.
Kuşkusuz emanet geri alındı, rehine tutuldu, Zehra elimden çıktı. Ya Resûlullah, şu masmavi gök ne kadar çirkin ve şu yeryüzü ne kadar toz dumandır artık. Hüznüm sonsuzdur, gecem uykusuzlukla geçmektedir. Keder hep kalbimdedir. Bu durum, Allah'ın benim için de senin bulunduğun diyarı irade edeceği güne kadar sürecektir.'Bir hüznüm var ki, yürek paralayıcı ve bir kederim var ki, heyecan uyandırıcı. Ne tez oldu aramızda ayrılık! Allah'a şikâyetlerimi bildiriyorum. Kızın sana ümmetinin nasıl hakkını gasbetme hususunda yarıştıklarını anlatacaktır. Ona sor olup bitenleri, durumu ondan öğren. Onun göğsünü yakan nice dertleri vardı. Ama onları söyleyecek, açacak bir yol bulamamıştı. Ama şimdi söyleyecek ve Allah da hükmünü bildirecektir. Çünkü o, hüküm verenlerin en hayırlısıdır.
Selâm size! Veda selâmı. Ama ne kızgın ne de sıkıntılı. Çünkü eğer buradan geri dönüyorsam bu sıkıntılı oluşumdan dolayı değildir ve eğer kalırsam bu Allah'ın sabredenler için öngördüğü ödülden yana ümitsizliğe düştüğüm anlamına gelmez. Vah! Vah! Sabır, daha güvenli ve daha güzeldir.''Eğer, düşmanların saldırılarından endişe etmeseydim burada bekler, itikâf ederdim. Çocuğu ölmüş yaslı bir kadın gibi bu musibetten dolayı matem tutardım.
Allah'ın gözetimi altında, kızın gizlice defnedildi. Hakkı çiğnendi, mirasına el kondu. Hâlbuki aradan çok zaman geçmemişti ve senin hatıran eskimemişti. Ya Resûlullah, şikâyetimiz Allah'adır. Ya Resûlullah, en güzel teselli de sendendir. Allah'ın salâtı ve hoşnutluğu senin ve onun üzerine olsun.”[69]
Fazilet ve Erdemleri
Ahmed b. Hambel’in Müsned’inde defalarca nakledilen rivayetlerin tamamının içeriğine göre Hz. Peygamber Efendimiz, Tathir ayetinin
إِنَّمَا یرِ یدُ اللَّـهُ لِیذْهِبَ عَنکمُ الرِّ جْسَ أَهْلَ الْبَیتِ وَیطَهِّرَ کمْ تَطْهِیرً (Tercüme: Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.) (33–33) Numuneleri hakkında şöyle buyurmuştur: Fatıma, eşi ve iki oğlu.[70] Yine Sahabenin Faziletlerinde rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber 6 ay boyunca sabah namazına gitmeden önce Hz. Fatıma’nın evinin önünde durur ve şöyle seslenirdi: Ey Ehlibeyt! Namaz! Namaz! Ey Ehlibeyt! “Allah sizden yalnızca her türlü kir ve günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[71]
Çeşitli Ehli Sünnet kaynaklarında Hz. Peygamber Efendimizden nakledildiğine göre Efendimiz Hz. Fatıma’ya şöyle buyurmuştur: Şüphesiz Allah senin gazabınla gazaplanır ve senin hoşnut olmanla hoşnut olur. (ان الله یغضب لغضبک ویرضی لرضاک)[72]
Ehli Sünnet kaynaklarının Peygamber efendimizden naklettiğine göre Efendimiz Hz. Fatıma’ya şöyle buyurmuştur: “Ey Fatıma! Âlemlerin kadınlarının, bu ümmetin ve mümin kadınların efendisi olmaktan hoşnut olmaz mısın?[73] “Âlemlerin kadınlarının efendisi/Seyyidetu’n nisai’l Âlemin” tabiri İmam Ali (a.s) tarafından da Hz. Zehra (s.a) için mezarının başında kullanılmıştır.[74]
Hz. Fatıma’nın (s.a) muhaddise olması. Hâlbuki o, ne imamdır ve ne de peygamber. Muhaddis: Şu yolların biri aracılığı ile çeşitli eşyanın hakikatini bilmektir:
Mebde-i A’la’dan, ilmin ilham ve mukaşefe yoluyla onun vücut zarfına dökülmesi.
Veya başkalarına gizli olan hakikatlerin onun kalbine akmasıdır.[75] Hakeza muhaddis: meleğin sesini duyar, ama onu görmez.[76] Fatıma’nın Mushaf’ı da Hz. Fatıma ile meleğin konuşmalarından alıntıdır. O konuşmaları Hz. Ali’ye (a.s) söyler o da yazardı.[77] Mushaf’ta helal ve haramlar yer almamaktadır, ancak gelecekteki şeylerin ilimleri yer almaktadır.[78]
Kur’an-ı Kerim’de de Hz. Fatıma’nın (s.a) faziletlerine delalet eden ayetler bulunmaktadır. Örneğin: Meveddet Ayeti (Şura, 23), Mubahele Ayeti (Al-i İmran, 61), İt’am Ayeti (İnsan, 8 ve 9). Ehli sünnet ve Şia yoluyla nakledilen hadislerde de Hz. Fatıma’nın (s.a) faziletlerini ortaya koyan hadisler zikredilmiştir. Örneğin: Bi’da (Parça) Hadisi, Enha Hadisi, Hassanet Hadisi, Buğz Hadisi, Levlake Hadisi… Ayrıca Ehli Sünnet mensuplarının her biri de Hz. Fatıma’yı bir şekilde methetmişlerdir.[79]
Batı’nın Kendi Yarattığı Krizin İçine Sürüklenmesi - 1
Geçtiğimiz yüzyılın 40'lı yıllarının başında Avrupa başkentleri ve büyük kentleri böyle günlerde, yani yeni yıla girildiği ve noel bayramı kutlandığı sıralarda ikinci dünya savaşı yüzünden çatışmalara sahne oluyordu. İnsanlar sokakları süslemek yerine gruplar halinde kaçıyor ve kentte kalanlar da cenazeleri ve yaralıları toplamakla uğraşıyordu. Kentlerde binalar ve diğer mekanlar enkaza dönüşüyordu ve tüm bunların ve yıkıcı savaşın sorumluları o dönemin iki diktatörü, yani Hitler ve Mussolini idi. Avrupa'nın diğer liderleri ise Almanya ve İtalya diktatörlerinin yok olması ile beraber Avrupa eski güzel günlerine geri döneceği ve insanlar yeniden huzura kavuşacağı konusunda hemfikirdi. Nitekim bu iki despot liderin yenilmesi ve ölmesi ile beraber savaştan sağ kurtulan insanlar elele verdi ve yıkılan kentleri yeniden inşa etmekten başka kendileri için sivil liderler seçti ve yeni Avrupa'yı inşa etti.
Avrupa'da ikinci dünya savaşından sonra ekonomik büyüme hızı göz kamaştıracak boyuttaydı, öyle ki hala Almanya gibi bir ülke dünya ekonomisinde en güçlü devletlerden biri sayılır.
Ancak ne var ki ikinci dünya savaşının üzerinden 70 yıl geçtiği bir sırada Avrupa bir kez daha gerilemeye başladığı gözleniyor. Bugün Avrupa liderlerinin aldığı kararlar ve başkaları için sardıkları batıl reçeteler adeta Hitler ve Mussolini'nin yanlış hesaplarını hatırlatıyor.
İngiltere'nin Irak topraklarına saldırması, Fransa'nın Suriye'de teröristleri desteklemesi veya İtalya'nın Libya topraklarına müdahale etmesi ve tekfirci IŞİD terör örgütü gibi kana susamış bir örgütün türemesine yol açan benzer uygulamalar Avrupa ülkelerini, hatta yeni yıl kutlamalarını düzenlemekten vaz geçirecek kadar güvensizliğe sürükledi, nitekim yeni yılı kutlayan Avrupa ülkelerinde de bu etkinlik çok sönük ve soğuk geçti. Gerçekte Avrupa başkentleri ikinci dünya savaşındaki günlerden farksızdı ve binlerce asker zırhlı araçları ile Avrupa'nın çeşitli kentlerinde devriye geziyordu.
Bu yıl ne noel bayramında ve ne de yeni yıla girerken, sokaklarda ve caddelerde ışıklandırma ve süslemeler yoktu. Avrupa halkının yüzünde korku ve stresle beraber isteksizlik ve durgunluk izleri göze çarpıyordu. Güvenlik güçleri kuşkulandıkları herkesi hemen gözaltına alıyordu. Aslında korku ve panik, kesin olarak neden korktuklarını bile bilemeyen ve ne yapmaları gerektiğini şaşıran bu insanları sarmıştı. Bu insanlar sadece bir şeyden emindi, o da şu ki düşman, Nazi Almanya veya faşist İtalya gibi askeri gücü olan bir devlet değil, ne siyasi üssü ne de kışlası olan ve ne de BM güvenlik konseyinin yaptırım uygulayabileceği ve ekonomisini felç edebileceği bir devletti ve sadece bir terör örgütüydü.
Bugünkü Avrupa'nın ikinci dünya savaşı sırasındaki Avrupa ile olan farkı, o günlerde düşmanın Avrupa'nın içinden çıkmış olması ve sadece topraklarını genişletmek isteyen bir düşman olmasıydı, oysa şimdiki düşman radikal bir ideolojiyi benimseyen bir düşmandı, üstelik Avrupalıların kendileri bu düşmanın ilk çekirdeğinin oluşmasında bizzat sorumluydu.
Gerçekte bazı Avrupalı liderler teröristleri destekleyerek Ortadoğu bölgesine yönelik emellerini gerçekleştirmeye çalıştı. Bu devletler IŞİD terör örgütünü kurdu ve kendilerince Suriye'de Beşar Esad yönetimini devirmek istedi ve bu şom hedefleri uğruna Suriye'de yüz binlerce insanı katletti ve bu ülkenin bir çok tarihi kentini ve binalarını yerle bir etti.
Öte yandan her gün onlarca ve hatta yüzlerce Suriyeli mülteci IŞİD'in amansız saldırılarından ve kör katliamlarından kurtulmak amacıyla en ilkel araçlar ve imkanlarla kendilerini bir başka ülkeye ulaştırmaya ve böylece belki huzura kavuşmaya çalıştı, fakat bu yolda ya denizlerde boğularak can verdi, ya da insan görünümündeki hayvan sıfatlı canilerin tuzağına düştü. Bugün Suriyeli ve Iraklı kadınların ve kızların namusuna el uzatılması ile ilgili medyada çıkan haberler ise en acımasız insanın bile yüreğini sızlatıyor. Bu kadınlardan ve kızlardan bazıları henüz gidecekleri ülkeye varmadan IŞİD vampirlerinin elinden tek kurtuluş araçları olan teknelerde insaniyetten hiç bir şey anlamayan hayvanların kurbanı oluyor, öyle ki bu kadınlardan ve kızlardan bazıları onurlarını korumak uğruna aynı teknenin içinde intihar ediyor.
Suriyeli ve Iraklı daha şanslı kadınlar ve kızlar ise bu korkunç aşamadan sağ kurtulup herhangi bir Avrupa ülkesine ulaştıklarında, bu kez burada kurulan tuzaklara düşüyor. Kendi ülkelerinde bir konumu ve saygınlığı bulunan bu kadınlar ve kızlar, yöneticilerinin basiretsizliği ve beceriksizliği ve yanlış politikaları yüzünden perişan halde olan Avrupa ülkelerinde tacize ve tecavüze maruz kalıyor. Bu durumun çok da ses getiren son örneğinde Avrupalı bir asker Suriyeli genç bir mülteci kıza, sıcak elbise karşılığında ahlaksızca bir teklifte bulundu. Gerçi söz konusu Suriyeli genç kız bu çirkin öneri karşısında intihar ederek bu rezil hayattan kurtulmak istedi, fakat esas gerçek şu ki bu insanlar dünyanın diğer insanları gibi huzur içinde yaşamak istiyordu, fakat bazı Batılı liderlerin yanlış politikaları onları bu hale getirdi. Yine üç yaşındaki Suriyeli çocuk Aylan'ın Türkiye kıyılarına vuran ve sosyal paylaşım sitelerinde geniş bir şekilde yankılanan cenazesinin görüntüleri, Batılı liderlerin sultacı politikaları yüzünden bu hallere düşen Suriyeli ve Iraklı mültecilerin içler acısı durumunu ortaya koyan bir başka örnektir.
Evet, tüm bunlar Batılı zorbaların hedeflerine ulaşmak için bu hale getirdikleri Ortadoğu'nun son halidir. Gerçi bu bölge, eğer Batılı devletler Büyük Ortadoğu projesini hayata geçirmeye kalkışsaydı, durumu bundan da daha vahim boyutlara ulaşırdı. Batılıların büyük Ortadoğu projesinde bölge bir çok küçük devlete bölünmesi gerekecekti, öyle ki hatta Arabistan gibi Batı'nın bölgedeki en büyük müttefiki de bu süreçten nasipsiz kalmayacaktı ve böylece bölge korsan rejim İsrail'in rahatça politikalarını uygulayabileceği hale getirilecek ve Batılı devletler de hiç bir kaygı taşımaksızın bölgeyi tamamen sulta altına alacaktı. Batılı devletler kendilerince Suriye'den sonra bölgedeki tüm direniş gruplarını yok edecek ve ardından da İran'a yönelecekti ve Suriye, Irak ve İran'ı parçalayarak kendi isteklerine uygun yeni bir Ortadoğu yaratacaktı. Batı'nın istediği yeni Ortadoğu'da direniş diye bir şey olmayacaktı. Ancak ne var ki Batı'nın Ortadoğu bölgesine yönelik bu akılsız ve yanlış politikanın dumanı çok çabuk kendi gözüne kaçtı, nitekim bugün Avrupa insanını saran terör korkusu ve dehşeti bu iddianın son somut delilidir.
2015 yılında Paris, Kopenhag, Londra ve Berlin gibi Avrupa'nın önemli kentlerinde düzenlenen ve buralarda yaşayan insanları panik ve korkuya sürükleyen terör saldırılar, Avrupa kıtası ikinci dünya savaşından sonra huzur içinde yaşamaya başladığı bir sırada gerçekleşti. Üstelik bu saldırıların tümünün sorumluluğunu üstlenen IŞİD terör örgütünün terör faaliyetlerini sürdürmek için Avrupa ülkelerini uygun bir alan olarak görmeye başladığı düşünülüyor. Aslında bu da Batı'nın yanlış ve sömürücün politikalarının sonucudur, çünkü bu politikalar uzun yıllar Batılı devletlerin sömürüsü altında yaşayan ve derin komplekse kapılan insanların kin ve nefretini alevlendirdi. Aslında bugün Avrupa ülkelerinde terör eylemlerini gerçekleştiren teröristlerin büyük bir bölümü, ataları Batı sömürüsü yüzünden anavatanından göç etmek ve Avrupa'ya gelmek ve burada avareliğe ve aşağılanmaya katlanmak zorunda kalan Arap veya Afrika kökenli Avrupalılardır.
Bugün Avrupa'ya göç eden insanların ikinci ve üçüncü kuşakları ataları ve dedelerinin Batılı zorbaların sultacılığı yüzünden katlanmak zorunda kaldıkları acıları öğrendikten sonra ellerinden alınan haklarını geri almak istiyor ve bunun için en kolay yolu, yani terör örgütlerine katılmayı seçiyor. Geçen yıl Avrupa'nın önemli kentlerini hedef alan terör saldırıları ise yeşil kıtanın artık huzurlu günlerden uzaklaşmaya başladığını ve daha yıkıcı terör eylemlerini beklemesi gerektiğini ortaya koyuyor. Batılı istihbarat servisleri, IŞİD terör örgütünün üyelerinin üçte ikisini Batılı ülkelerin vatandaşları oluşturduğunu, üstelik örgütün en acımasız kesimi de olduğunu ve örgüt içinde kafa keserek infaz etmek gibi görevlerin bu kesime verildiğini belirtiyor. Yine Fransa istihbaratı örgüte 3 bin kadının üye olduğunu kaydediyor.
Beyaz Saray: İran’a Uygulanan Kısıtlamalar Değişmeyecek
Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest, “İran ile ticaret hususunda Amerika sanayisi için temel kısıtlamalar yerini koruyor” dedi.
Earnest, İran’a uygulanan kısıtlamalar hakkında şu açıklamalarda bulundu: “İran ile ticaret hususunda Amerika sanayisi için temel kısıtlamalar yerini koruyor. İran ile Amerika’nın kapsamlı ticari ilişkilerini engelleyen detaylı kanunlar bulunuyor.
İran’ın terörizme destek vermesi, sürekli insan hakları kanunlarını ihlal etmesi, balistik füze programlarını genişletmeye devam etmesi ve Amerika’nın en yakın müttefiki yani İsrail’i etmeyi sürdürmesi İran’ın yalnızlaşmasına sebep olmuştur.
İran’ın nükleer silaha ulaşmasının önlenmesi için yapılan uluslararası anlaşmanın taraflarından biri olarak taahhütlerini yerine getirdiğinden dolayı İran’a karşı bazı yaptırımlar kaldırılmıştır.
Biz bu taahhütlerin hayata geçirilmesini gerçekten de imtihan ettik. Ancak buna rağmen Amerika sanayisinin İran ile ticareti hususundaki kısıtlamalarda bir değişiklik olmamıştır. İran’ın uluslararasının insan hakları, terörizm ve askeri strateji hususundaki ilkelerine bağlı kalma yönündeki taahhütlerine aykırı bir yol izlediğini gördüğümüz sürece de değişmeyecektir.”
ABD: Füze denemeleri Nükleer Anlaşma’nın ihlali anlamında değil
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kerby, İran’ın Nükleer Anlaşma’ya bağlı olduğunu vurgulayarak, ancak İran’ın füze denemelerinin Güvenlik Konseyi’nin kararlarına ve İran’ın uluslararası yükümlülükleriyle ters düşen bir girişim olduğunu ileri sürdü.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kerby, dün yaptığı açıklamada, “İran’ın nükleer anlaşmanın ruhuna bağlı kaldığına inanıyoruz” ifadesini kullandı. İran’ın füze denemelerinin nükleer anlaşma uyarınca kısıtlanmadığını söyleyen Sözcü, İran’a yönelik temelsiz iddiaları tekrarlayarak, İran’ı terörizme destek vermekle suçladı.
Kerby, kendisince İran’ın istikrarsızlaştırıcı girişimlerinin durdurulmasından mutlu olacaklarını söyleyerek, İran’ın füze denemelerinin durdurulmasını istedi, ABD’nin bölgedeki geniş çaplı askeri varlığının İran’ın bu tür girişimlerinden kaynaklandığını ileri dürdü. ABD’nin suçlamalarına karşılık olarak İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, İran’ın füze denemelerinin gerek nükleer anlaşma ve gerek Güvenlik Konseyi’nin 2231 sayılı kararnamesine aykırı olmadığını belirtti.
Esed: Erken Cumhurbaşkanlığı Seçimi için hazırız
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, ülkesinde erken cumhurbaşkanlığı seçimine hazır olduklarını söyledi.
Rus Ria haber ajansına verdiği mülakatta konuşan Suriye Başkanı Beşşar Esed, “Eğer Suriye halkı eken seçim isterlerse biz erken cumhurbaşkanlığı seçimini düzenlemeye hazırız. Eğer böylesi bir istek olursa bu benim için bir problem değil” dedi.
Esed, ayrıca doğrudan Cumhurbaşkanlığı Seçimine başvurmanın parlamento seçimlerinden daha faydalı olacağını da belirterek, “Biz daha çok kan dökülmemesi için silahını bırakan herkesi aff etmeye hazırız” diye ekledi.
Suriye lideri sözlerinin devamında ise, Rusya, Şam ve İran'la birlikte teröre karşı savaşmaya hazır militanları, kendilerine çekerek uzlaşmayı hızlandırmanın önemli olduğunu da belirtti.
İnkılap Rehberi: Bugün hem füze ve hem de müzakere devridir
İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, ülkenin savunma gücü yeterli olmazsa her ülkenin önünden çekilmek zorunda kalınacağını söyledir.
Hz. Fatıma’nın (s.a) kutlu veladet yıldönümü ve Anneler Günü münasibetiyle bazı Ehlibeyt meddahlarını Kabul eden İran İslam İnkılabı Rehberi Imam Seyyid Ali Hamanei, “İslami Düzen savunma güçüne sahip olmadan müzakere ve teknoloji peşinde olursa, bizi tehdit eden her türlü ülkenin karşısında geri çekilmek zorunda kalırız” diye konuştular.
Imam Hamanei sözlerinin devamında “Eğer bazıları geleceğin dünyası müzakere dünyasıdır ve füze dünyası değildir diyorlar ise ve bu söyledikleri bilgi yetersizliğinden kaynaklanıyorsa, o zaman bunun ismi cahilliktir, ama eğer bilinçli bir şekilde böyle birşey söylüyorlar ise o zaman bu vayana ihanettir” dediler.
İnkılap Rehberi düşmanın gençler üzerindeki oyunlarına temasen “Düşman İslam’a inanmak, İslami Düzenin işleyişine inanmak ve İslami Düzenin devam edebilir olduğu konusu üzerinde çalışıyor” dediler.
İslam İnkılabı Rehberi Imam Seyyid Ali Hamanei, “İslami Düzen savunma güçüne sahip olmadan müzakere ve teknoloji peşinde olursa bizi tehdit eden her türlü ülkenin karşısında geri çekilmek zorunda kalırız” diyerek, “Bugün hem füze ve hem de müzakere devridir” diye eklediler.
İmam Hamanei, İnkılâp düşmanlarının İran ile düşmanlık için gerek eski ve gerek yeni gelişmiş bütün araçları kullandıklarına değinerek, “Onlar, hedeflerine ulaşabilmek için yaptırım, ekonomik ilişkiler, askeri tehditler ve her türlü araçtan yararlanıyorlar. Bu yüzden biz de, bütün bu alanlarda savunma ve mücadele etme gücüne sahip olmalıyız” dedi.
İmam Hamanei,, İran halkına baskı yapmak için müstekbirlerin en fazla kullandıkları şeyin askeri güç olduğunu belirterek şunları söyledi:
“Dünyadaki bu orman düzeninde, eğer İran İslam Cumhuriyeti sadece müzakere, ekonomik ve hatta bilim ve teknolojik ilişkilerinin peşinde olsa ama savunma gücüne sahip olmasa, acaba, küçük ülkeler bile İran halkını tehdit etme cesaretinde bulunmazlar mı?”
İmam Hamanei, yarının dünyasını ‘füze dünyası’ değil de, ‘müzakere dünyası’ olarak görenleri eleştirerek: “ Zaman, her şeyin zamanıdır. Eğer böyle olmazsa, çok rahat bir şekilde halkın haklarını yiyeceklerdir. Eğer bu söz bilinçsizce söylenmişse ayrı bir konu… Eğer bilinçli bir şekilde söylenmişse bu bir hıyanettir.”
Rehber Hamaney, Devrim Muhafızlarının gelişmiş ve hassas füze denemelerinin, Amerika ve İsrail’in zulmü sebebiyle kalpleri kan ağlayan ancak ellerinden bir şey gelmeyen milletlerin mutluluğuna vesile olduğunu ifade ederek,
“Düşman sürekli olarak askeri gücünü ve füzelerini güçlendirmektedir. Böyle bir durumda nasıl olurda, zaman füze zamanı değildir diyebiliriz?” dedi.
İmam Hamanei, bu zaman füze üretme zamanı değildir şeklinde yükselen sözleri, İnkılabın ilk yıllarında ‘satın aldığımız F-14 savaş uçaklarını Amerika’ya geri verelim,hiçbir işimize yaramıyor’ diyen Mehdi Bazergan hükümetinin bazı üyelerinin sözlerine benzetti ve şunlar söyledi:
“O dönemde direndik ve bu durumu ifşa ettik. Kısa bir zaman sonra da Saddam İran’a saldırdığında, bu savunma araçlarına ne kadar ihtiyacımız olduğu anlaşıldı.”
İmam Hamanei, birkaç istisna dışında diplomasi ve siyasi müzakereleri kabul ettiğini tekrar ederek:“Sanki müzakerelere karşıymışız gibi tebliğde bulunulmasın. Biz, hileye uğramamak için, güçlü ve uyanık bir şekilde müzakere yapılsın diyoruz” dedi.
General Hacizade: Yetkililer Amerika’nın tehditlerinden korkmasınlar
Devrim Muhafızları Ordusu Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı, İranlı yetkililerin Amerikan tehditlerinden korkmamaları gerktiğini vurguladı,
İran İslam Cumhuriyeti Devrim Muhafızları Ordusu Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Amir Ali Hacizade bugün yaptığı açıklamada son iki yılda düzenledikleri bazı önemli tatbikatları gizli tuttuklarını söylerek, “Yetkililere tavsiyem yabancı güçlerin tehditlerinden korkmasınlar, son iki yılda düzenlediğimiz bazı önemli tatbikatları gizli tutmaya çalıştık ve basına bildirmedik ve bu da Amerikalıları cüretlendirdi” diye konuştu.
Tuğgeneral Hacizade, İran’ın Batı Asya gibi son derece güvenliksiz ve tehlikeli bir noktada bulunduğunu ve geçmişten günümüze de savaşların hiçbir zaman bu bölgeden eksik olmadığını belirterek, “Geçen iki yüzyılda ülkemizin üçte ikisi bölündü. Böylece bugün İran adında tanıdığımız ülke iki yüzyıl önceki İran’ın sadece üçte birisi kadardır” dedi.
Devrim Muhafızları Ordusu Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı ayrıca geçen yıllar zarfında düzenledikleri askeri tatbikatları basına açık bir şekilde yaptıklarını ama son iki yılda bazı tatbikatları gizli tutmaya çalıştıklarını ve bunun da Amerikalıları küstahlaştırdığı belirterek, “Yetkililere tavsiyem Amerika’nın tehditlerinden korkmasınlar olacaktır” diye konuştu.