کارگر

کارگر

Halkın 11 Şubat yürüyüşlerine katılması, düşmanı umutsuzluğa uğratmaktadır...
 
Imam Seyit Ali Hamanei; İran halkının 11 Şubat yürüyüşlerine katılması, İslam düşmanlarını umutsuzluğa uğratması demektir, dedi.

    Imam Hamanei, 11 Şubat yürüyüşünü, İnkılâp bayramının mutlu tekrarı olarak niteleyerek, sürekli düzenlenen bu tür merasimin dünyada eşi benzeri bulunmadığını ifade etti ve “İslam İnkılâbı’nın başından beri, halk zor iklim şartları ve sorunlar dâhil her şartta her daim 11 Şubat’ta İnkılâp bayramı törenlerine katılmıştır” ifadesinde bulundu. “Son yıllarda bu yürüyüş ve etkinliklere katılanların büyük bir bölümü yaşları icabı, inkılâp günleri ve 11 Şubat 1979 tarihini görmemiş bulunmaktadır. Bu da İslam İnkılâbının kitleler üzerindeki sürekli tekrarlanan ve devam eden kudretini gözler önüne sermektedir” diyen İmam Hamanei, bu büyük olayı unutmamak gerektiğinin altını çizerek, İnkılâp gerçeğinin halkın zihninde yaşaması gerektiğini, zira İslam İnkılâbı’nın yolunun daha ortasında olduğunu yüce hedeflerine ulaşmak ve temellerini sağlamlaştırmak için esas hedeflerinin korunması gerektiğini söyledi. 


   Imam Hamanei,  düşman cephesinin hedefleri  “İslam Cumhuriyeti Nizamı’nı içeriden değiştirmek” olduğunu kaydetti. İslam İnkılâbı Rehberi, düşmanın esas hedefinin “İslam Cumhuriyeti Nizamı’nın devrimci kimliğini değiştirmek” olduğuna vurgu yaparak, İslam Nizamı ile düşmanlık yapan geniş düşman cephesinin bütün çabasının, İslam Cumhuriyeti’ni onur ve kudret kazandıran amaçlarına doğru ilerleyişini durdurmak ve yabancıları ülke üzerindeki sultasını yeniden sağlamak olduğunu ifade etti.


  Bir halkın kudret elementlerinden yoksun olmasının gerçekte teslim olmak manasında olduğunu belirten ve bir halkın zayıf düşmesi durumunda ona karşı koymak için artık çetin bir savaşa hiç gerek kalmadığını belirten Imam Hamanei, böyle korkunç bir durumun önüne geçmenin tek yolunun, “amel, davranış, yöneliş, kural ve kanunlarda inkılâpçı düşüncenin korunması olduğunu belirtti.


    Konuşmasının bir başka bölümünde ise Imam Hamanei, geniş düşman cephesinin plan ve amaçlarının her zaman dikkatte bulundurulmasının zaruri olduğunu hatırlatarak, kendi düşmanları konusunda gaflete düşen ve onlara olumlu bakan kimselerin hiçbir zaman halk tarafından takdir görmeyeceklerini, düşmanın gülümsediğini ve insanların da gülümsediğini ama düşmanın gülümsemesinin perde arkasında ne gibi hilekârlık ve hokkabazlığın bulunduğuna dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.

Cumhurbaşkanı Ruhani, İran İslam Cumhuriyeti’nin terörizme karşı ve barıştan yana olduğunu bildirdi.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani, bugün yabancı ülkelerin İran temsilcileri ve büyükelçileri ile bir araya geldiği görüşmede, İslam İnkılabı zaferinin 37. yıldönümüne değinerek, “Geçen asırlarda ülkemizin tarihinde benzeri olmayan bu İnkılap’ın sonuçları istiklal, özgürlük ve ulusal egemenliktir” dedi.

“İnkılap zaferinin ilk başlarından beri İran halkı komşu ve dünya ülkeleriyle iyi ilişkiler içinde olmayı amaçlamıştır” ifadesini kullanan Cumhurbaşkanı Ruhani, “Ülkemize bazı saldırılar düzenlense de halkımız yabancı güçler karşısında büyük bir direniş göstererek, zafere ulaşmıştır” diye ekledi.

Ruhani, “Dünya açısından büyük önem taşıyan İran nükleer dosyasının müzakere yoluyla çözülmesinden dolayı bugün mutluluk duymaktayız” diyerek, konuşmasını şöyle sürdürü:

Nükleer müzakerelerin sonu şiddet, baskı, yaptırım ve anlaşmazlık yerine dünya çapındaki sorunların karşılıklı saygıya dayalı olarak uluslararası hukuk çerçevesinde düşünce, mantık ve görüşme yoluyla çözülebileceğini isbatladı.

Nükleer anlaşmanın en büyük kazanımı İranofobi projesinin sahte oluğunu göstermekti. Müzakerelerden sonra İran halkı dünyaya İranofobi projesinin gerçek dışı olduğunu bildirdi. Çünkü İran halkı barıştan yanadır ve geçen asırlar boyunca da hiçbir ülkeye saldırmamıştır. Nükleer anlaşma sürecinde bazı ülkeler İranofobi projesini sürdürmekle bu anlaşmanın hayata geçirilmesini istemiyordu. Aynı ülkeler anlaşmadan sonraki dönemde de İranofobiyi gündemde tutumak için bahane peşindedirler.

Bazı ülkeler “İran bütün bölgeyi kendi egemenliği altına almak istiyor” sloganıyla İranofobinin yeni bir çeşidini yaymak için çaba sarfediyor. İran İsalm Cumhuriyeti hiçbir ülkeye göz dikmemiş ve dikmeyecektir. Hiçbir ülkenin içişlerine karışmamış ve karışmayacaktır. Bizim için önemli olan bölgenin güven ve istikrarı ve terörizm ve şiddetle mücadeledir.

Biz, Irak ve Suriye hükümetlerinin talebi üzerine bu ülkelere sınırlı sayıda askeri danışmanlarımızı göndermişiz sadece. Amacımız adı geçen ülkerde terörizmle mücadele ve bölgedeki istikrarsızlığın sona ermesidir.

Terörizmle mücadele doğrultusunda dost ve komşu ülkelerin talebini kabul etmek bölge için daha mı tehlikeli yoksa komşu ülkelere saldırarak, halkın yaşamını birçok sorunla baş başa bırakmak mı?

Biz bölge ülkeleriyle dostane ilişkilerden yanayız. Biz ne gerginlik çıkaran ne de gerginliği sürdüreniz. Siz, ülkenizin İran temsilcileri olarak ülkemizde bulunduğunuz müddetçe İran halkının terörizm karşıtı, güven ve barıştan yana bir halk olduğuna yakından tanık olmuşsunuz.

Allah’ın adıyla

‘Rönesans’ hareketi ile başlayan Avrupa kıtasındaki değişim, “Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali” ile küresel bir etki kuşağı oluşturdu. On dokuzuncu yüzyıl başlarından yirminci yüzyılın ortalarına kadar dünya pek çok devrime sahne oldu. Bu devrimlerin tümü beşeri ideolojilere dayanıyorlardı. Yine bu devrimler, ilahi ideolojiye (yani dine) ya karşı ya da mesafeli idiler.

Dünya, “devrimler çağı”nın bittiği ve devrim kapısının kapandığına kanaat getirdiği bir sırada, son on beş yıldır sürgünde yaşayan İmam Humeyni, bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılının bir Şubatı’nda Tahran’a dönerek on günlük inanılmaz bir sürecin ardından kökeni neredeyse birkaç bin yılı aşmış bulunan “şehinşahlık” sistemini devirerek “halk devrimi” yapmayı başardı.

Dünya bir yandan çatık kaşlı, ayağı terlikli seksen yaşında bir ihtiyarın devrim yapmasının şaşkınlığını yaşarken bir yanda da bu durumdan daha büyük bir hayret içerisindeydi. Zira bu devrimci bir “ruhani” (yani din adamı) idi ve O’nun devriminin tüm teorik ve pratik zeminini ilahi ideoloji (din) oluşturuyordu… İmam Humeyni, “İslam Devrimi”ni gerçekleştirmişti!

İmam Humeyni’nin; “yönetimin önderi şartları taşıyan fakih (Velayet-i Fakih)’tir” şiarı ile ateşlediği ve on milyonların bu çağrıyı “tek parti Hizbullah, tek lider Ruhullah” sloganları ile omuzlayıp devrime dönüştürdükleri “İslam İnkılabı” otuz yedinci yıldönümünü kutluyor.

İslam İnkılab’ının geride bıraktığı otuz yedi yıla “önyargı, taassup, haset ve kinden” ari bir şekilde baktığımızda bin dokuz yüz yetmiş dokuz da devrimin gerçekleştiği günlerde Amerika ve yandaşlarının niçin dünyayı yıkarcasına feveran ettiklerini anlamak şimdi daha bir mümkün. Ve yine Amerika, İsrail ve onların tüm yandaşları niçin o gün bu gündür “İslam Devrimi’ne zarar vermek, zayıflatmak, kuşatmak, saptırmak için tüm teknik, teknolojik, ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal güçlerinin tümümü harekete geçirmişler” anlamak mümkün.

Hakikaten nedir İslam İnkılabı? İmam Humeyni’nin bu devriminin manası nedir ki, dünyanın tüm egemen güçleri onu düşman biliyor, diş biliyor?

1- İslam İnkılabı ile dünya küfür ve istikbarının maskesi parçalandı. Kişilerin, toplumların, halkların, yönetimlerin, hükümetlerin safı açığa çıktı. Anlaşıldı ki, dünyadaki tüm savaşlar ve mücadeleler temelde iki cepheden oluşmaktadır: “Mustazaflar ve müstekbirler”.

2- İslam İnkılabı ile farklı “ülke, rejim, millet ve din”lerden olsalar bile “sömürü, tasallut, sulta ve tahakküm” üzerine kurulu tüm sistemlerin esasında tek bir yapı olduğu açığa çıktı. İmam Humeyni bu yapıyı “küresel istikbar” olarak isimlendirdi.

3- İslam İnkılabı ile “küresel istikbar”ın patronluğunu, İmam Humeyni’nin tanımlaması ile “Büyük Şeytan” olan Amerika’nın yaptığı ve onun yürüttüğü küresel hegemonya sisteminin en büyük yardımcılarının İngiliz emperyalizmi ile İslam dünyasının kalbine bir kanser tümörü olarak ekilmiş “gasıp siyonist İsrail rejimi” olduğu aşikâr oldu.

4- İslam İnkılabı ile üzeri açılan bir büyük gerçekte şu ki; küresel istikbar (emperyalizm ve siyonizm) Ortadoğu’ya tahakküm edebilmek için coğrafyadaki uydu, yandaş ülke, hükümet ve rejimleri kullanmakta. Ve küresel istikbarın gerek fikri ve gerekse pratik sahada en büyük tetikçisi ise “Vahhabizm”dir. Küresel istikbarın vahhabizm’i bazen mezhepçilik tohumları ekmek bazen korku salmak bazen işgallerine zemin oluşturmak bazen İslamofobi’yi körüklemek için kullandığı İslam İnkılabı’nın duruşu sayesinde faş oldu.

5- İslam İnkılabı ile insanlık, küresel istikbarın İslam ülkeleri başta olmak üzere Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinde sömürü ve tasallut projeleri için “demokrasi ve insan hakları” olgu ve kavramlarını bir perde ve maske olarak kullandığını öğrendi.

6- İslam İnkılabı ile küresel mustazaflar-müstekbirler mücadelesinin ortak ana cephesinin “Kudüs Cephesi” olduğu ve yeryüzünde “adalet-hürriyet-eşitlik” ilkelerinin ancak Kudüs’ün özgürleşmesi ve gasıp siyonist rejimin sökülüp atılması ile mümkün olabileceği ayan oldu.

7- İslam İnkılabı ile Amerika, İsrail ve Batı ülkelerine yaslanarak, yandaşlık ve uşaklık yaparak hükümet eden, imkan ve iktidar sahibi olan tüm Müslüman ülke rejim ve yönetimlerinin direkt veya dolaylı olarak küresel istikbarın ya bizatihi bir parçası oldukları ya da cehalet, taassup ve çıkarlarından dolayı ona askerlik yaptıkları anlaşıldı.

8- İslam İnkılabı, halklara “adalet-hürriyet ve eşitlik” aşıladı. İslam İnkılabı ile mazlum ve mustazaf halkların emperyal ve siyonist sulta düzenlerinden yegane kurtuluş yolunun direniş olduğu ve halkların ortak direnişi karşısında teknik ve teknolojik gücü ne olursa olsun hiçbir zalimin ve sulta düzeninin duramayacağı açığa çıktı.

9- İslam inkılabı, Amerika, İsrail ve Batı’ya yaslanmadan, yardakçılık yapmadan hem sosyal hem kültürel ve hem de teknolojik ilerlemenin mümkün olduğunu; halkların, ülkelerin kendi öz kaynağı ile bunları başarabileceğini ortaya koydu.

10- İslam İnkılabı, Müslüman halklara “birlik, vahdet ve kardeşlik duygusu” aşıladı. İslam İnkılabı,”mektep, mezhep, millet ve kavim” kimliklerinin esas olmadığını bu kimlikleri esas kılma çabasının “küresel istikbar”ın ümmeti parçalayıp sömürmek için kurduğu bir plan ve desise olduğunu beyan etti. Ve yegane kurtuluş yolunun “vahdet” olduğunu deklare etti.

İslam İnkılabı’nın azametine dair söylediğimiz sözler, itiraf etmeliyiz ki bizim sınırlı kapasitemizle bu yüce olaydan anlayabildiğimiz kadarıyla bir kısım tespitlerdir. İslam İnkılabı’nın dünya tarihinde yol açtığı kırılmayı ifade etmek için bizim tespitlerimizden çok daha fazla ve kâmil sözler ifade etmek mümkündür.

Ancak burada irdelemek istediğim temel bir soru daha var: “Amerika, İsrail ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere küresel sulta sistemlerini İslam İnkılabı karşısında harekete geçiren esas neden nedir?”

Benim kanaatimce bu neden şöyle izah edilebilir: Bugün dünya da “Batı Medeniyeti” (Avrupa ve Kuzey Amerika)’nın gerek ideolojik ve gerekse pratik olarak mutlak bir hegemonyası var. Bu hegemonya “demokrasi” olarak pazarlanmakta. Sosyalizm ve Komünizm ideolojilerinin bin dokuz yüz doksan bir de SSCB’nin yıkılması ile büyük bir çöküş yaşamaları ile Batı hegemonyası dünyada mutlak ve rakipsiz hale geldi. Bu gün yeryüzünde Batı Medeniyeti/Hegemonyası’na karşı alternatif bir sistem, alternatif bir düzen önerisi olan yegane yapı ve ideoloji İslam İnkılabı’dır.

İşte bu yönüyle İslam İnkılabı, Batı Medeniyeti’nin temellerini sarsmaktadır. Ve hatta daha doğru bir ifade ile İslam İnkılabı, Batı Medeniyeti üzerinden tüm küresel sulta sisteminin temellerini sarsmaktadır.

Şimdi söyleyeceğimiz söz bazıları için iddialı bir söz gibi gelse de biraz derinlemesine konuya baktığımızda bunun bir hakikat olduğunu görürüz ki: “İslam İnkılabı, küresel bir özgürlük ateşi tutuşturmuştur!”

Hangi coğrafyada hangi millet ya da dinden olursa olsun bir özgürlük mücadelesi varsa bu mücadele bir yönü ile İslam İnkılabı’ndan beslenmektedir. Hatta mümkündür ki kendileri bile bunun farkında değillerdir. Nasıl ki, “adalet-hürriyet-eşitlik” ilkelerini yeryüzünde esas olarak Peygamberler (s) ve özelde Hz. Muhammed (s.a.a) tesis etmesine rağmen insanlığın geneli bu gerçekten bihaberdir. Bu hakikate benzer şekilde insanlığın özgürlük ateşinin esas kaynağından habersiz olmaları da şaşırılacak bir durum değildir.

Ancak küresel istikbar bu hakikati kâmilen bilmektedir. Ve küresel istikbar şunu da biliyor ki, İslam İnkılabı’nın ışığı söndürülürse dünyadaki tüm özgürlük ve adalet mücadeleleri kontrol altına alınabilir, sonlandırılabilir. Zira İslam İnkılabı, tüm mazlum ve mustazaf halklar için bir deniz feneri görevi görmektedir..!

Andolsun Fecre. On geceye… Bunlarda akıl sahibi için elbette birer yemin (değeri) vardır..! (Fecr 1-5) İslam İnkılabı’nın otuz yedinci yıldönümü tüm mazlum ve mustazaflara kutlu olsun! Hz. Fatıma (s)’nın yüce oğlu adalet güneşi İmam Mehdi (a.f)’nin zuhurunun aciliyeti ve “kutlu adalet çağı”nı görebilme ümidiyle…

Muntazar Musavi / Rasthaber

İslam İnkılabı Rehberi Imam Ali Hamanei, “Yetkililer seçim çalışmalarına odaklanmamalıdır. Seçimler yetkililerimizin görevlerini unutmalarına neden olmamaldır” dedi.

Imam Hamanei bugün İran Ordusu Hava Kuvvetleri personelinin 8 Şubat 1979 tarihinde İmam Humeyni ile tarihi görüşmesinin yıldönümünde Hava Kuvvetleri personeli ile görüştü.

Imam Hamanei bu görüşmede, “Seçimler sayesinde devletimizin bekası garanti edilir. Seçimler aslında herkesin katılması gereken bir farza dönüşür” diye açıkladı.

İslam İnkılabı’nın ortaya çıktığı ilk günden beri dünyanın bütün süper güçlerinin bu İnkılap’la karşı olmasına rağmen başarılı olmadıklarına değinen Ayetullah Hamanei, “Yetkililer seçim çalışmalarından uzak durmalı. Seçimler yetkililerimizin görevlerini unutmalarına neden olmamaldır” diye konuştu.

En önemli meselelerden birinin ülkenin ekonomisinin güçlendirilmesi olduğunu söyleyen Imam Hamanei, ekonominin güçlü kılınması halinde düşmanın İran’a karşı birşey dayatamayacağının altını çizdi.

Ekonominin sağlam olması halinde işsizlik, durgunluk ve enflasyon gibi sorunların da ortadan kalkacağını belirten Imam Hamanei, “Bu büyüklükte ülkemizin olmasına rağmen meyvenin yurt dışından ithal edilmesi, utanç verici bir durumdur. Kaynaklarımızı ithalat yerine üretime doğru yöneltiniz” diye kaydetti.

Düşmanın gülümsemesi karşısında çok dikkatlı olunması gerektiğini de dile getiren Imam Hamanei, “Karşımızda ekonomi, kültür ve sosyal sorunlar meselelerinde bir düşmanlık cephesi mevcut. Düşman, düşmanlığında bir yere varamayınca dost adı ile yaklaşmaya çalışıyor” diye ekledi.

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei ile görüştü.

Tahran’a gelen Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras’ın bugün (8 Şubat 2016 Pazartesi günü) İran İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei ile görüştüğü belirtildi.

 İnkılap Rehberi bu görüşmede, parlak bir geçmişe sahip olan İran ve Yunan kültürüne değinerek, “Bu ziyaret, iki ülke arasında uzun vadeli işbirliği için iyi bir başlangıç noktası olabilir” dedi.

Ayetullah Hamanei, Avrupa’nın çelişikili politikasına yönelik Yunanistan Başbakanı’nın yaklaşımına işaret ederek, “Avrupa’yı bu hususta eleştirebiliriz; Neden geçmişe rağmen Avrupa’nın ABD karşısında bağımsız bir iradesi yoktur. Avrupa, bu zayif yönünü gidermesi gerekiyor” diye ekledi.

Suriye krizine de değinen İnkılap Rehberi, "Terörizm bulaşıcı ve çok tehlikeli bir hastalıktır. Eğer kararlılıkla terörizmle mücadele edilirse engellenebilir, lakin bazıları dolaylı veya doğrudan terör akımlarına destek veriyor” beyanında bulundu.

İnkılap Rehberi, İran ve Yunanistan siyasetinin ortak yönlerine değinerek, “Siz ve devletinizin bağımsız bir tavrı vardır. Ekonomik sorunlarınızın giderilmesini ve bu ziayretin ortak menfaatler doğrultusunda iki ülke arasınaki ilişkilerin geliştirilmesine zemin hazırlamsını temenni ederim” şeklinde konuştu.

İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak cihangiri’nin de bulunduğu bu görüşmede, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, “Siz, ülküleri ve bağımsızlıklarını savunmak doğrultusunda tarihte etkin rol oynayan büyük ve onurlu bir halkın rehberisiniz” dedi.

 

Ruhani, Yunanistan Başbakanı ile görüşmesinde; Batı ülkeleri terörizmle mücadelede kararlı değil
 İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Tahran’a gelen Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras ile bir araya geldiği belirtildi.

Tahran-Atina ilişkilerine değinen Cumhurbaşkanı Ruhani bu görüşmede, “Biz Yunanistan’ı sırf bir Avrupa Birliği üyesi olarak görmüyoruz. İran ve Yunanistan tarih boyunca bilimsel gelişmelerde etkin rol oynamıştır” ifadelerini kullandı.

Ruhani, terörizmin evrensel bir sorun olduğunu söyleyerek, “Bu sorun İran ve AB’nin daha çok işbirliği yapmasını gerektiriyor. Maalesef sahip oldukları bütün imkanlara rağmen henüz bazı Batı ülkeleri terörizmle mücadelede kararlı değil” diye ekledi.

Terörizmle mücadele konusunda İran’ın Yunanistan ve Avrupa Birliği ile istişarede bulunmak için hazırlıklı olduğunu belirten Cumhurbaşkanı, “Terörizme destek vermenin çok ağır sonuçlara mal olacağını bütün dünya ülkeleri dikkate almalıdır” dedi.

Çipras Aleksis da bu görüşmede, ülkesinin tüm alanlarda İran İslam Cumhuriyeti ile ilişkilerini artırmaya hazır olduğunu ifade ederek, “Gerçi Yunanistan AB üyesidir, ancak İran’la ilişkilerimiz bu çerçevenin ötesinde olacaktır” dedi.

Terör örgütlerinin faaliyetleri yüzünden mülteci durumuna düşen milyonlarca kişinin Yunanistan ve Avrupa’ya doğru hareket ettiğine işaret eden Yunanistan Cumhurbaşkanı, “Terörizmle mücadele konusunda bütün ülkelerin birbiriyle işbirliği yapması gereklidir” şeklinde konuştu.

İran ve Yunanistan arasında 3 işbirliği protoklü

Yunanistan Başbakanı Çirpras’ın İran’a gelmesiyle iki ülke arasında 3 işbirliği protokolü imzalandı.MHA – İkili ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla İran İslam Cumhuriyeti ile Yunanistan arasında 3 işbirliği protokolü imzalandı.

Nükleer anlaşmanın hayata geçirilmesiyle birlikte İran’la ilişkilerini geliştirmek için Batı ülkelerinin yetkilileri İran’a gelmeye devam ediyor.

Bunun üzerine Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras da iki günlük bir ziyaret çerçevesinde İran’a gelmiştir.

İran Dışişleri Bakanı Zarif, Londra’da yaptığı konuşmada, “İran Suriye savaşının sona erdirilmesi için hazırdır” dedi.

İngiltere’nin başkenti Londra’da organize edilen “Suriye ve Bölgesine Destek” başlıklı toplantıda konuşan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif, Suriye krizinin tek çözüm yolunun siyasi olduğunu ifade etti.

Dışişleri Bakanı Zarif, “Bir çözüm yolu bile bulunmadan Suriye trajedisi üzerinden 5 yıl geçiyor. Gittikçe durum daha da vahimleşiyor. On binlerce insanın hayatını kaybetmesi ve yaralanması, milyonlarca kişinin yurt içi ve dışında mülteci durumuna düşmesi, ülkenin barbarca tahrip edilmesi ve bu gibi üzücü olaylar bütün dünya halkının yüreğini dağlamıştır” dedi.

Zarif, “Biz, Suriye krizinin ilk başından beri tek çözüm yolunun siyasi olduğuna ve bunun Suriye halkı arasındaki görüşmelerle çözülecğine vurgu yapmaktayız. Ayrıca bize göre yabancı ülkelerin görevi izledikleri siyaseti dikte etmek değil, Suriye halkı arasındaki görüşmelere zemin hazırlamaktır” diye söyledi.

Uluslararası toplumun düzenli, disipinli ve koordineli bir şekilde aşırıcıların insani, finansal ve askeri kaynaklara erişimini engellemek için gayret etmesi gerektiğini vurgulayan Dışişleri Bakanı Zarif, “Bu bağlamda ilk adım terör örgütlerinden petrol almaya son vermek ve onların finansal kaynaklarını kurutmaktır” şeklinde konuştu.

 

Emir Abdullahiyan’dan; Nubul ve Zehra beldeleri kuşatmasının kırılmasına tebrik
 İran Dışişleri Bakan’nın Arap ve Afrika Bölgeleriden Sorumlu Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Nubul ve Zehra beldeleri üzerindeki teröristerin kuşatmasının kırılmasından dolayı Suriye Ordusu ve halkını tebrik etti.

Konuyla ilgili açıklamada bulunan Emir Abdullahiyan, “Bu iki beldeyi 4 yıl boyunca kuşatma altına alarak, insani yardımların halka ulaşmasını engellemek teröristlerin vahşice tavrını iyice ortaya koydu” dedi.

 “Suriye geleceğinde teröristlerin yeri yoktur” diyen Emir Abdullahiyan, “Cenevre görüşmelerinde BM’nin arabuluculuğuyla Suriye hükümet temsilcileri ile terörizmle mücadele ve siyasi yollların gerekli olduğuna inanan muhaliflerin bir araya gelmesi Suriye krizinin temel çözüm yoludur” ifadelerini kullandı.

Suriye’de ki vekâlet savaşı başladığı günden bugüne, birileri Şam’da Emevi Camiinde namaz kılamamışlarsa, bunu İranlı askeri danışmanlara ve Hizbullah’a borçludurlar.

Bir zamanlar Erdoğan ve Esad arasında su sızmazken, ailece Bodrum’da tatil yaparlarken, ne hikmetse bir gecede Erdoğan’ın dostum Esad diye hitap ettiği şahıs, Esed oluverdi.

Elbette hikmeti açık ve net olarak ortada, büyük Osmanlı hayallerine kapılan zevatlar, ABD dönüşü yaptıkları açıklamada; artık bundan böyle Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını ve Büyük Ortadoğu Projesi ‘‘BOP’’a eşbaşkanlığa soyunduklarını ilan ediyorlardı.

Suriye ile aralarının açılmasının ve düşürülen Türk savaş uçaklarının Suriye toprakları içinde vurularak düşürülmesinin ardından, Şamil Tayyar gibi bazı AKP’li milletvekilleri 3 saate Şam’a varacaklarını ve Emevi Camiinde namaz kılacaklarını haykırmaya ve savaş çığırtkanlığı yapmaya başladılar.

Verilen eşbaşkanlık görevini tam anlamıyla yerine getirebilmek için angajman kurallarında değişikliğe giden AKP hükümeti, Suriye’ye misliyle karşılık vererek askeri uçak ve helikopterlerini düşürdü ve Esad’a karşı açıkça savaş ilan etti.

Suriye satrancında ABD, Batı, Sünni Arap şeyhleri ve Siyonist rejim safında yer almayı benimseyen AKP hükümeti, müttefiklerinin yardımıyla Libya’da Kaddafi rejimini devirmeyi başardıkları senaryoyu, Suriye’de uygulamaya çalıştılar.

Çünkü Siyonist rejim, Suriye hükümeti ve Beşar Esad’ı devirerek, Şii hilali olarak bilinen direniş cephesinin belini kırmak istiyordu. Zira Lübnan Hizbullah’ı ve Hamas’a silah Suriye üzerinden gitmekteydi.

Siyonist rejim, İran’ın Şii direniş örgütü olan Hizbullah’a ve Sünni direniş örgütü olan Hamas’a, silah göndermesine bir türlü engel olamıyordu.

Siyonist rejim silah sevkiyatının önünü alabilmek için, Şii hilalinin belini kırmak istiyordu. İşte bu bağlamda, Suriye üzerinde oynamak istedikleri senaryoyu uygulamaya başladılar.

Dünyanın dört bir yanından topladıkları hapishane kaçkınları, eroinman, esrarkeş, kiralık katil ve müebbet yemiş cellâtları, adını Irak Şam İslam Devleti ‘‘IŞİD’’ olarak koydukları Tekfirci-Vahabi ideolojiye sahip teşkilat altında Suriye’ye soktular.

Hedefleri Suriye’yi üçe bölerek, Şii hilalinin belini kırmak ve direniş örgütlerine silah akışını önlemekti.

İlk başlarda dünyanın dört bir yanında ki Sünniler, hatta Türkiye’de Akif Beki ve Cübbeli Ahmet gibileri, IŞİD terör örgütünü bir Sünni Devrimi olarak lanse etmeye çalıştılar, işi daha da ileriye götürerek İstanbul Fatih Camiinde Suriye’de kazanılan zaferler için lokum dağıttılar ve verilen şehitler için gıyabi cenaze namazı kıldılar. Hâlbuki IŞİD denen terör örgütünün Sünnilikle ve İslam ile uzaktan yakından ilgisi yoktu.

Ama ne hikmetse İsmailağa Cemaati mensubu Cübbeli Ahmet gibi zatlar, medyada Alevi Esad Sünnilere baskı uyguluyor veya Şii Maliki hükümeti Sünnilere zulüm ediyor diye bas-bas bağırmaya başladılar. Saf, temiz yâda akıldan yoksun insanları, IŞİD saflarına katmak için büyük çaba sarfetmeye özen gösterdiler, özellikle Konya’dan IŞİD terör örgütü saflarına katılan çok oldu.

İş o kadar ilerledi ki Suriye ordusu IŞİD terör örgütüyle baş edemez oldu, tekfirci teröristler Suriye’ye Alevi boğazlamaya geldiklerini söylüyorlardı. Her geçen gün masum insanlar, Ehlibeyt sevgisini yüreklerinde taşıdığı için boğazlanmaya başladı, canları malları ve namusları Suudi-Vahabi müftülerce helal kılındı.

Tam bu esnada yıllarca Siyonist rejime kan kusturmuş Seyit Hasan Nasrallah liderliğindeki Hizbullah, gün geçtikçe artan Alevi ve Şii katliamlarına dayanamayarak, Suriye’ye müdahil oldu. O güne kadar dillere destan olan işgalci Siyonist rejime diz çöktüren Hizbullah, Bakir Bozdağ gibi AKP’liler tarafından bir gecede Hizbuşşeytan ilan edildi.

Bu IŞİD denen terör örgütüne o kadar güvendiler ki İstanbul gibi metropol şehirlere yerleşmelerine ve yuvalanmalarına göz yumdular. Bir taraftan Türkiye’ye sığınmaya çalışan Suriyeli mülteciler, diğer taraftan yeteri kadar hizmetin verilememesi, Suriyeli mültecilerin tüm Türkiye’ye dağılmalarına neden oldu.  İstanbul’un her köşesi en lüks turistik yerlerinden tutun, arka mahallelerine kadar Suriyeli oldukları ama gerçekte ne oldukları belirsiz insanlarla doluverdi.

Özellikle Bağcılar ve Esenyurt kimliği belirsiz insanların yurdu yuvası oldu, takriben her evin bodrumu Esad karşıtı ve IŞİD taraftarı insanların hücre evi oldu. Suriye ile 900 km olan sınırlarımız zaten tamamen açık, sağolsun THY da herkes gibi dünyanın dört biryanından IŞİD terör örgütüne katılmak için Türkiye’ye ve oradan da karayoluyla Suriye’ye geçip IŞİD’e katılmak isteyen militanları taşıyarak, üzerine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirdi.

Suriye sınırında içi silah dolu ve Suriye’ye gönderilmek üzere depolanan tırlar jandarma tarafından yakalandı. Tırların MİT’e ait olduğu söyleniyordu. Sözde MİT tırları Türkmenlere gidiyormuş.

Yahu görünen köy kılavuz istemez, şimdi Türkiye’nin, AKP hükümetinin, Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun, MİT’in, bazı tarikat ve cemaatlerin, Esad’ın gitmesi için her şeyi yaptığı günışığı gibi ortada. Son olarak Yayladağı Türkmenlerinden dolayı Ülkücülerde bu koalisyona katıldı.

Türkiye’nin izlemiş olduğu Suriye siyasetinde yanıldığı ve hata yaptığı herkes tarafından bilinmekte.

Başını ABD ve Siyonist İsrail’in çektiği Emperyalist güçler, Esad’ı devirip BOP için Suriye’yi üç parçaya bölmeyi kafalarına koymuştu. Esad tecrübesiz Suriye ordusuyla IŞİD terör örgütüne karşı koyamıyordu, İranlı askeri danışmanlar ve Hizbullah’ın olaya müdahil olmasıyla birlikte, tek çarenin halkı silahlandırıp eğitmekten geçtiği kanısına vardılar.

Bu büyük görev İran devrim muhafızları Kudüs orduları komutanlarından General Hamedani’ye verildi. General Hemadani, Suriye halkına kısa sürede gerekli silahlı eğitimi vererek, 100 bin kişilik gönüllü halk komitesi kurmayı başardı ve Suriye düşmekten kurtuldu. Lübnan Hizbullah’ı da bir taraftan Suriye ordusuna destek veriyordu. General Hamedani bu uğurda canınıda feda etti ve şehitlik makamına terfi etti.

Ama tüm bunlara rağmen baş edilemiyordu, çünkü Emperyalizm Suriye savaşını bir Sünni-Şii savaşı olarak lanse etmişti. Başını Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin çektiği Sünni blok’ta, körfezde ki Arap ülkeleri ve müttefikleri olan ABD, Batı ve Siyonist rejim, karşı taraftaysa Şii hilali olarak adlandırılan İran, Irak, Yemen ve Lübnan Hizbullah’ı vardı. Acaba gerçektende ortada bir Sünni-Şii savaşı mı vardı? Hayır, kesinlikle hayır, ama Sünni camiayı ve devlet yöneticilerini buna inandırmışlardı. Sünni blok o kadar kendini kaptırmıştı ki Şii hilali denilen grup, IŞİD ile başedemez oldu. Olaya Rusya’da dahil oldu ve dengeler tamamen değişti. Emperyalist güçler Türkiye’ye Rus uçağını düşürttürerek, Türkiye’yi de Suriye savaşına sokmaya çalıştılar, elbette tecrübeli Putin soğukkanlı davranarak ve karşılık vermeyerek oyuna gelmedi. Her geçen gün biraz daha kan kaybeden tekfirci IŞİD terör örgütü, bugünlerde kurduğu Hilafet devletini Libya’ya taşımaya hazırlanıyor.

Sonuç: yüz binlerce masum ve günahsız insan öldü. Şii hilalinin belini kıramadılar, iykide kıramadılar çünkü eğer kırsaydılar sıra Sünni blok’a gelecekti.

Burada asıl eleştirim Türk devlet yöneticileri ve milletinin (hepsi değil tabi) hiçbir şey olmamış gibi davranmaları, hani bir atasözü var ya; Bana dokunmayan yılan bin yaşasın veya karnım tok olsun da gerisi önemli değil. Yine hiçbir şey olmamış gibi AKP’ye oy veriyorlar tek başına iktidara getiriyorlar ve….ve….ve…AKP hükümetinin siyasetleri ülkeyi bölünmeye götüren siyasetlerdir. BOP’ un gerçekleşmesi için sadece Suriye, Irak, Yemen veya Lübnan değil Türkiye ve İran’ın da bölünmesi gerekmekte.

İşte bu yüzden 80 milyon Türkiye’nin tüm fertlerine görev düşmekte, kimse bana ne diyemez, çünkü bugün Suriyelinin, Iraklının, Yemenli’nin veya Lübnanlının başına gelen yarın benimde başıma gelecek.

Can Polat

Cuma, 05 Şubat 2016 02:50

Şafakta On Gün – 5

Bercam’dan sonra tehditlerin yeniden tanımlanma zarureti

Amerika'nın İran'a yönelik hedefleri ve amaçları açıkça ortadadır. İran milleti ise Amerika'nın hasmane mahiyetini çok iyi tanıyor ve bu yüzden Amerika'ya asla güvenmiyor. Amerika sürekli İran'ın ilerlemesini ve kalkınmasını engellemeye ve İslamî nizamı baskı altında tutmaya çalışıyor. İran'ın nükleer programına yönelik asılsız ve mesnetsiz iddiaları da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Amerika elinde hiç bir belge ve delil bulunmaksızın İran'ı nükleer ve kitle imha silahları üretmeye çalışmakla suçluyordu. Ancak şimdi Bercam nükleer anlaşması ile beraber İran'ın nükleer faaliyetlerinin barışçıl olduğu tescillendi ve bu senaryo kapandı, fakat bu durum Amerika'nın İran'a karşı husumetinin de son bulduğu anlamına gelmiyor.


Amerika Başkanı Obama Bercam nükleer anlaşması imzalandıktan sonra Amerikan yönetiminin gerçek mahiyetini ortaya koyan açıklamada şu ifadelere yer verdi: .. iki yıl müzakerelerin ardından Amerika uluslararası ortakları ile beraber onlarca yıl husumetle elde edemediğini elde etti.
Obama nükleer anlaşmayı, İran'ın nükleer silah üretmesini engelleyen geniş kapsamlı ve uzun vadeli bir anlaşma niteledi. Obama'nın sözleri açıkça ve net bir şekilde Washington yönetiminin İranofobi politikasını sürdürme niyetinde olduğunu ortaya koydu.


Gerçekte Amerika İran'ın bölgesel ve küresel rolünün gündeme gelmesine karşıdır, çünkü bu durumda İran'ın bölgesel bir güç olduğunu kabul etmek zorunda kalıyor. Gerçi Amerika yönetimi Afganistan ve Irak meseleleri gibi bazı bölgesel meselelerde İran'ın etkili bir güç olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştır. Örneğin Obama geçen yılın Temmuz ayında Bercam nükleer anlaşması imzalandıktan sonra Newyork Times gazetesine verdiği mülakatta bu noktaya temas ederek, İran da Arabistan, Türkiye ve Rusya'nın yanında Suriye krizinin çözümünün bir parçası olması gerektiğini belirtti. Obama IŞİD terör örgütü ile mücadele konusunda Amerika yönetimi İran ile doğrudan işbirliği yapamayacağını, fakat nükleer anlaşma bu işbirliği için bir ufuk belirleyebileceğini kaydetti.


Ancak Obama aynı mülakatta İran'a yönelik menfi tutumunu yansıtan sözler de sarf etti. Obama Amerika'nın eski başkanlarından Richard Nicson'un Sovyetler birliği ile nükleer müzakereleri ile ilgili anılarını yazdığı kitabına işaretle İran ve ABD arasındaki nükleer müzakerelere yönelik bakışını beyan ediyor ve şöyle diyor:
Ronald Rigan ve başkaları Sovyetler birliği ile silah anlaşması üzerine müzakere etti ve sonra da başkaları ile müzakere ettiler. Biz de şimdi İran nizamında kendilerine has tarihi bakışları ve anıları olan kişilerle iletişim kurmaya çalışmalıyız.
Richard Nicson anılarını yazdığı kitabında Amerika'nın hangi yöntemle Sovyetler birliği ile nükleer anlaşmaya varmak üzere müzakere ettiğini ve böylece bu devletin içten çöküşüne zemin hazırladıklarını anlatıyor.
Obama Newyork Times gazetesine verdiği mülakatta bu gelişmeyi değerlendirerek şöyle diyor: Bizim Sovyetler birliği ile müzakerelerimiz sonunda Amerika'nın lehine sonuçlandı ve İran ile müzakereler de aynı şekilde sonuçlanacak. Bu müzakereler Amerika ve İsrail'in daha güvende olması ile sonuçlanacak.


Aslında bu sözler Amerikalı devlet adamlarının yıllardır kafalarında tasarladıkları İran'a nüfuz etme ve sonuçta İslam Cumhuriyeti nizamını yumuşak savaşla çökertme hayallerini ve planlarını ortaya koyuyor.
Amerikalı devlet adamları İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra sürekli İran'a karşı üstün konumdan yaklaşmaya çalıştı ve özellikle son on küsur yılda da İran'ın nükleer programının mahiyetini bahane ederek BM güvenlik konseyi üzerinden zalimane yaptırımları ve Washington ve AB'nin tek yanlı yaptırımlarını dayatarak kendilerince bölgeyi daha güvenli hale getirmeyi ve İran'ı nükleer silah üretme iddiasından uzaklaştırmayı amaçladı, Oysa Amerika bu iddiası için hiç bir zaman hiç bir belge veya kanıt gösteremedi.


Şimdi ise Bercam nükleer anlaşmasının yürürlüğe girmesi ile beraber bu haksız süreç 12 yılın ardından durduruluyor. Ancak bu durum Amerika'nın İran'a yönelik hasmane ve yapıcı olmayan eğilimlerinin de son bulduğu anlamına gelmiyor. Nitekim Amerika bu kez İran'ın füze programından kaygı duyduğu iddiasını gündeme getirmeye başladı ve Bercam'dan bir gün sonra bu bahaneye dayanarak İran'a dayattığı nükleer olmayan yaptırımlara yenilerini ekledi.
Amerika son otuz küsur yılda sürekli İran'ı terörü desteklemek ve insan hakları ihlalleri ile suçlayarak bazı yaptırımları dayattı. Amerikalı yetkililerin bu tutumu, İranofobi projesi hala gündemlerinde olduğunu ve beyaz sarayın Bercam'a rağmen İran'a karşı hasmane tutumunu sürdürmek istediğini ortaya koyuyor.


Şimdi Bercam nükleer anlaşması yürürlüğe girdikten sonra iki tarafın yerine getirmeleri gereken bazı yükümlülükleri bulunuyor. Geçen yılın 18 Ekim tarihinde, yani Bercam onaylandığı gün, Amerika Başkanı bu ülkenin iç kurumlarına yaptırımları kaldırmaları doğrultusunda talimat verdi, ancak kararın uygulanmasını İran yönetiminin yükümlülüklerini yerine getirmesine bağladı. AB bakanlar konseyi de yaptırımları kaldıran bir kararnameyi onayladı, fakat uygulanmasını İran yönetiminin yükümlülüklerini yerine getirmesine bağladı. Şimdi iki taraf karşılıklı olarak yükümlülüklerini yerine getirme noktasında bulunuyor ve yaptırımların kaldırılması ile beraber yükümlülükler yerine getiriliyor.
Şimdi yeni oluşan ortamda çeşitli fırsatları ve kapasiteleri değerlendirmek gerekiyor, fakat aynı zamanda tehditlerden de gafil olmamak gerekiyor. Bercam anlaşması da diğer tüm siyasi alış verişler gibi bazı fırsatlar ve bazı tehditlerle beraberdir. Bercam'la birlikte iktisadi, siyasi ve hatta güvenlik alanında İran için sayısız fırsat doğduğu gibi tehditler de devam ediyor. Bu yüzden İran milleti açısından Amerika'nın geçmişte ve şimdiki zamanda davranışlarında önem arz eden konu, atılan adımlarla beraber İran milletinin Amerika'ya güvenmemesinin unutulmamasıdır.


İran sivil savunma kurumu Başkanı General Golamrıza Celali, nükleer anlaşmanın ardından tehditlerin mahiyeti hakkında şöyle diyor: Bercam'dan sonra tehditlerin çerçevesinde yaşanan gelişmeler doğal olarak düşman tarafından yeni bir eğilim olacaktır.
General Celali Amerikalı yetkililerin edebiyatında Bercam'dan sonra İran'a nüfuz etme eğilimine şahit olduklarını belirterek, tehditlerin yeniden tanımlanması gerektiğini vurguluyor. Düşmanın nüfuz ve tehditleri ülkenin altyapılarına yönelik casusluk ve bilgi toplama üzerinde odaklandığını belirten General Celali, bu alanları dikkatle rasat etmek gerektiğini belirtiyor.


Gerçek şu ki Amerikalı devlet adamları sözünü tutmama ve müdahaleci huylarından bir türlü vaz geçemiyor. Bu yüzden İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei Cumhurbaşkanı Ruhani'nin Bercam nükleer anlaşması ile ilgili müzakerelerin sonuçları ve anlaşmanın yürürlüğe girmesi ile ilgili yazdığı mektubuna verdiği cevapta Amerika'nın nükleer müzakerelerde güvenilmez olduğuna işaretle bundan böyle de karşı tarafın anlaşma çerçevesinde yükümlülüklerini yerine getirmesi ve Bercam'ın öngörülen yasal yörüngesinden çıkmaması titizlikle rasat edilmesini ve muhtemel ihlal durumlarında gerekli müdahale ve engellemelerin yapılmasını vurguladı.
Rehber Hamanei Ruhani'ye mektubunda nükleer müzakerelerin sonuçları hakkında belirttiği üzere son günlerde bazı Amerikalı devlet adamlarının açıklamaları sui zan yarattı. Imam Hamanei İranlı devlet adamlarını karşı tarafın yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmelerini rasat etmelerini hatırlattı. Imam Hamanei ayrıca bu anlaşmada elde edilenler için ağır bedel ödendiğinin de unutulmamasını istedi.


Her halükarda Amerikalı yetkililerin sözleri ve tutumu, bu zümrenin davranışlarında ve eğilimlerinde herhangi olumlu bir değişiklik gerçekleşmediğini gösteriyor. İran'ın bilimsel ilerlemelerine muhalefet etmek, İslamî nizamı asılsız iddialarla suçlama politikasını ve İranofobi projesini sürdürmek, Amerikalı yetkililerin otuz küsur yıldır izledikleri politikalardır. Şimdi İslam inkılabının zaferi üzerinden 37 yıl geçiyor, ancak Amerika'nın husumetleri ve komploları hala devam ediyor ve bu hasmane tutumu İran milleti hiç bir zaman unutmayacak ve ona göre Amerika hakkında yargıda bulunacaktır.015

İnkılap Rehberi’nin Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti, Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşmesinde, İran ve Rusya ilişkilerinin stratejik olduğunu vurguladı.

İnkılap Rehberi’nin Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti’nin Moskova’ya düzenlediği ziyaret çerçevesinde Ruysa Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya geldiği belirtildi.

Görüşmede, iki ülke arasındaki stratejik ilişkilerin geliştirilmesinden dolayı mutluluğunu dile getiren Putin, ikili ilişkilerin tüm alanlarda artırılması gerektiğine vurgu yaptı.

Velayeti de bu görüşmede, İnkılap Rehberi’nin Doğu ve Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bakış açısına işaret ederek, “İran İslam Cumhuriyeti, statejik ilişkilerin geliştirilmesi yönünde adım atmaktadır. İki ülke arasındaki stratejik ilişkilerin artırılması bölge ve uluslararası çapta güven ve istikrarın sağlanmasına mümküm mertebe yardımcı olabilir” şeklinde konuştu.

Ali Ekber Velayeti, Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü daveti üzerine Moskova'ya gitmiştir.

Perşembe, 04 Şubat 2016 03:09

Almanya Dışişleri Bakanı Iranda

Ruhani:Terörizme verilen mali ve askeri kaynaklar kurutulmalı

Cumhurbaşkanı Ruhani, terörizme verilen mali ve askeri kaynakların önlenmesi gerektiğini belirterek, “Terörizm herkes için ve özellikle AB’ye bir tehdirtir” dedi. Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walte-Steinmeier ile görüşen Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, nükleer anlaşmanın uygulandığına işaret ederek, “Nükleer anlaşma ve yaptırımların kalkmasının ardından doğacak fırsatları kullanarak İran ve Almanya ilişkilerinin düzeyini geliştirebilir” diye açıkaldı.

Almanya’nın AB ülkeleri arasında İran’ın ilk ticari ortağı olduğunu kaydeden Cumhurbaşkanı Ruhani, Tahran-Berlin’in uzun vadeli ortak işbirliği yapması gerektiğini, bu işbirliği alanları arasında da sanayi, maden, enerji, demiryolu ve turizmi sayabileceklerini belirtti.

Almanya’nın nükleer anlaşma boyunca takındığı tavırın olumlu olduğuna değinen Ruhani, nükleer anlaşmanın tam ve hızlı bir şekilde yürürlüğe girmesinin herkese yararlı olacağını ve bu anlaşmanın daha sağlam bir hal alması için çalışılması gerektiğini vurguladı.

İran ve Almanya’nın ikili ilişkilerin geliştirilmesinin yanı sıra terörizmle mücadele ve barış ile istikrarın sağlanması gibi bölgesel ve global meselelerde işbirliği yapabileceğini kaydetti.

Terörizmin mali ve askeri kaynaklarının kurutulması gerektiğinin altını çizen Ruhani, “Terörizm ciddi bir tehdit olarak önlenmesi gereken bir tehlikedir. Son aylarda yaşanan olaylar da terörizmin herkese ve özellikle AB’ye bir tehdit niteliğinde olduğunu gösterdi” diye konuştu.

Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier de bu görüşmede geçen 3 ayda Tahran’ı iki kez ziyaret ettiğini ve bunun da Berlin’in Tahran’la yakın ilişki için çaba sarfettiğini gösterdiğini ifade ederek, “İki ülkenin son zamanlardaki ilişkileri ivme kazanmış ve büyük Alman şirketler İran’da yatırım ve ortak işbirliği için hazır olduklarını bildirmişler” dedi.

Geçen yıl içerisinde Almanya’dan 10 büyük siyasi ve ekonomik heyetin İran’ı ziyaret ettiğini söyleyen Steinmeier, şu an da 8 diğer büyük ekonomik heyetin İran’a gelmeyi beklediklerini ve otak yatırımı düşündüklerini ifade etti.

Herkesin terörizmle mücadele etmesi gerektiğine de işaret eden Steinmeier, “Terörizmin kökünü kazımak için onu körükleyen faktörleri ve özellikle aşırıcılığı ortadan kaldırmalıyız” diye ekledi.

 

Zarif: İran komşularıyla yapıcı ve makul ilişkilerden yanadır 
 
İslami İran dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif, İran'ın bölgenin güçlü bir ülkesi olarak, bütün komşularıyla yapıcı ve makul ilişkilerden yana olduğunu söyledi.
Zarif, Almanya dışişleri bakanı Frank Walter Steinmeier ile düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamada, İran ve Almanya arasında iktisadi ve siyasi ilişkilerin geçmişinin köklü olduğunu belirterek, iki ülke arasında ikili ilişkiler, nükleer anlaşmanın yürürlüğe girmesi gibi konuların ele alındığını ve şimdiki ortamın ikili ilişkilerin geliştirilmesi açısından bir fırsat olduğunu söyledi.

İran dışişleri bakanı, iki ülkenin Suriye'de barış grubunun üyesi olarak işbirliğini sürdüreceğini belirterek, ayrıca Afganistan konusunda da, uyuşturucu madde transiti ve mülteciler konusunu ele aldıklarını ve karşılıklı görüş alış verişlerin süreceğini söyledi.

İran dışişleri bakanı ayrıca, İran ve Arabistan arasında yaşanan gerginlik ve bunun Suriye barış görüşmelerini nasıl etkilediğine dair bir soruya verdiği cevapta ise, İran'ın Arabistan'la ilişkileri gerginleştirmek yanlısı olmadığını ve İran'ın öncelikli siyasetinin komşularıyla ilişkileri geliştirmek olduğunu söyledi.

Sözkonusu basın toplantısında Almanya dışişleri bakanı da, İran ve 5+1 grubu arasında nükleer müzakerelerin olumlu bir şekilde sonuçlanmasından dolayı memnuniyetini bildirirken, Suriye buhranına temasla, bu sorunun giderilmesinde etkili bütün ülkelerin rolünün önemli olacağını belirterek, bundan dolayı bu ülkelerden Suriye'de barış ve sebatın sağlanması için işbirliğini sürdürmelerini istedi.