
کارگر
İran Uzmanlar Meclisi Seçimlerine 15 Sünni Âlim Adaylığını Koydu
“İran’da Ehli Sünnet Hazımsızlığı Var” İddiaları Kül Oldu
İran’da;26 Şubat 2016 Cuma günü yapılacak olan 5.Dönem Uzmanlar Meclisi (Meclis-i Hubregan) ve 10.Dönem parlamento seçimleri süreci başladı.
İran İslam İnkılâbı Rehberi’ni denetleme, azletme ve ölümü halinde yeni rehberi seçme gibi önemli görevleri olan Meclis-i Hubregan’a 26 Şubatta yapılacak seçimlerle 88 yeni üye seçileceği açıklandı.
İran siyasi yetkileri; Meclis-i Hubregan üyelerinin halkın direk oylarıyla 8 yıllığına seçileceğini ve aday olan her bir üyenin “Müçtehit” olma zorunluluğunun bulunduğunu belirtti. Yetkililer ayrıca; Müçtehitlikleri daha evvel Anayasayı Koruyucular Kurulu (Meclis-i Nigahban) tarafından tespit edilmeyen üyelerin, seçim takvimi çerçevesinde gerçekleştirilen ilmi yeterlilik sınavına girme zorunlulukları olduğunu ifade ederek ilmi yeterlilik sınavını kazanamayan üyelerin Meclis-i Hubregan seçimlerine aday olamayacaklarını kaydetti.
Meclis-i Hubregan seçimlerine İran’ın önde gelen Ehl-i Sünnet Âlimlerinden 15 kişi aday oldu. Ayrıca, İslam Devrimi sonrası yapılan Meclis-i Hubregan seçimlerine ilk kez 10 kadın âlim de adaylığını koydu. Yeterlilikleri tespit edilen kadın âlimler, kesin aday listesinde yer almaya hak kazandıktan sonra seçilirlerse, Meclis-i Hubregan’da ilk kez kadın Müçtehitler görev yapmış olacak.
Kesin aday listesinde ismi bulunan Meclis-i Hubregan adayları, 11 Şubat Perşembe gününden 25 Şubat Perşembe gününe kadar propaganda çalışması yapabilecek. Meclis-i Hubregan seçimlerini kazanan adaylar, seçimlerden üç ay sonra göreve başlayacak.
26 Şubat 2016 Cuma günü yapılacak olan Meclis-i Hubregan seçimlerinin, İran tarihinin en önemli Uzmanlar Meclisi seçimleri olduğu ifade ediliyor.
İlahî Rahmetin Beşere Nüzûlü ve Vahdet
“Bu büyük doğum, beşeriyet için ilâhî rahmetin en iyi örneklerinden olan doğumdu. Çünkü o büyük insanın doğumu ve büyük Peygamberin gönderilişi, Hakk Teâlâ’nın kullarına rahmetiydi. Bu doğum, rahmet olan bir doğumdur. İslam dünyası bu doğumun kesilen bir rahmet değil her zaman sürecek olan bir rahmet olduğu noktasını idrak etmelidir.”
Günümüz Müslümanlarının en büyük problemi olan fitnelerle, ardından meydana gelen ayrılıklardan kurtulup, bir araya gelerek vahdet oluşturabilmeleri önündeki engellerdir. İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamanei’nin Müslümanların vahdeti ve vahdetin önündeki porblemler ve bu problemlerin aşılması hakkında, ortaya koyduğu yaklaşımları içeren ifadelerini şu günlerde idrak etmekte olduğumuz Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) doğumu ve vahdet haftası vesilesi ile ilginize sunuyoruz…
Rahmet Olan Doğum
“Bu büyük doğum, beşeriyet için ilâhî rahmetin en iyi örneklerinden olan doğumdu. Çünkü o büyük insanın doğumu ve büyük Peygamberin gönderilişi, Hakk Teâlâ’nın kullarına rahmetiydi. Bu doğum, rahmet olan bir doğumdur. İslam dünyası bu doğumun kesilen bir rahmet değil her zaman sürecek olan bir rahmet olduğu noktasını idrak etmelidir.”
Vahdet, Peygamber Ekseninin Gücüdür
“Nebi-i Ekrem’in şahsiyetinin boyutlarını, kâmil bir şekilde beyan etmeye ve O büyük insanın gerçek şahsiyetine yakın bir tasvirde dahi bulunmaya hiç bir insanın gücü yetmez… Tarih boyunca ne öğrendiysek, Âlemlerin Rabbi’nin seçtiği ve bütün peygamberlerin serveri olan Peygamber’in, O büyük insanın manevî varlığının, bâtınının ve hakikatinin sayesindedir. Ama bu kadar marifet bile, onları kemale doğru götürmesini sağlaması, insaniyet kalesini, beşerî tekâmülün zirvesini gözlerinin önüne sermesi ve onları İslâmî vahdet ve o eksenin gücü etrafında toplanmaya teşvik etmesi bile bütün Müslümanlar için yeterlidir. Bununla birlikte bizim bütün Müslüman âlemine tavsiyemiz, Peygamber’in şahsiyetinin boyutlarını, yaşamını, sîretini, O Hazretin ahlâkını ve O büyük insandan etkilenip elde edilen şeyleri öğrenmektir, bu iş yeterince zaman alacaktır.”
Müslümanların Kalplerinin Yakınlaşmasının Mayası
“İslam’ın Yüce Nebisinin varlığı, bütün dönemlerde Müslümanların vahdetinin en büyük mayasıydı, bu gün de öyle olabilir. Çünkü Müslümanların her bir ferdinin, O büyük mukaddes Peygamber’e karşı inançları, sevgi ve aşkta birleşmiştir. Bu yüzden O yüce şahsiyet, bütün Müslümanların sevgi ve inançlarının merkezi, mihveridir. Bu mihveriyet, Müslümanların kalplerinin birleşmesi ve İslam fırkaları arasındaki yakınlaşmanın bir gereği olarak düşünülmelidir.”
Peygamberin İlk Uygulaması, Genel Bir Anlaşma ve Vahdet
“Peygamber, Medine’ye geldikten sonra, işe koyuldu… Hemen mescid yapımına başladı… Sonra o nizamın siyasî idaresini ve tedbirleri planladı.
… Eğer insan her olayı ayrı ayrı ele alırsa hiç bir şeyi fark edemez, bakmalı, iş düzeninin nasıl olduğunu görmelidir. Bütün bu işler, nasıl tedbirli, akıllıca ve doğru hesaplamalarla yapılmıştır.
İlk iş, vahdetin oluşturulmasıdır. Medine’nin bütün halkı Müslüman olmamıştı, çoğunluk Müslüman olmuştu ve çok az bir kısmı da Müslüman olmadan kaldılar… Peygamber toplumsal bir genel anlaşma oluşturmuştu.
… Sonraki çok önemli adım, kardeşliğin oluşturulmasıydı. Seçkincilik, uyduruk taassuplar, kabilecilik gururu, halkın çeşitli kesimlerinin birbirinden ayrı olması, o günün mutaassıp ve cahilî Arap toplulukları için en önemli belaydı. Peygamber kardeşliği oluşturarak, bunları ayaklarının altında ezdi.”
Vahdet; Usûlde, Gönül Birliğinde ve Karşılıklı Anlayışta Ayak Diremek
Biz, vahdet meselesinde, ciddiyiz. Biz, Müslümanların birliğini de açıklamışız. Müslümanların birliği, Müslümanların bağlı oldukları farklı gruplar kendilerine has fıkhî ve kelâmî akidelerini bırakmaları değildir. Müslümanların birliği, iki ayrı manadadır ki, bunların ikisinin de oluşturulması gerekmektedir: Evvelen, farklı İslâmî gruplar (Sünnî ve Şiî) -ki bunların her biri farklı kelâmî ve fıkhî kolları vardır- gerçekten İslam düşmanları karşısında, gönül birliğiyle, el ele, iş ve fikir birliği yapmalıdırlar. İkinci olarak, Müslümanların farklı grupları, kendilerini diğerlerine yakınlaştırmaya çalışmalı ve karşılıklı ortak anlayış oluşturmalı, fıkhî mezhepleri karşılıklı mukayese etmeli ve uzlaştırmalıdırlar. Fakihlerin ve âlimlerin verdikleri pek çok fetvalar, fıkhî bahislerde ele alınması durumunda, küçük değişikliklerle, bu iki mezhebin görüşlerinin birbirine yakınlaştırılması mümkündür.
Kalpler, Vahdete Yönelmeli
“Sizler, İslâmiyet ve İslam’ı yücelttiği iddiasında olan bazı İslam ülkelerini görüyorsunuz. Bazıları o kadar utanmaz ve arsızdırlar ki, kendilerini İslam’ın kurucusu, sahibi ve yayıcısı olarak kabul etmekte ve tanıtmaktadırlar. Oysa aynı zamanda da fesad ve düşkünlük yuvası, haramların ve büyük günahların kaynağıdırlar. Bütün bunu dünya görmektedir. Basiretli Müslümanlar şunu anlamakta ve bilmektedirler ki, eğer İslam’ın vahdet bayrağı yükselirse Müslümanların kalpleri çoğunlukla İslam hakikatinin hâkim olduğunu, ölçülerin ve ayarların İslam’dan alındığını, hâkimiyetin, yöneticiliğin, sorumluluğun ölçüsünün Müslüman olmak olduğunu anladıklarında “Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekâtı verirler, ma’rufu emreder ve münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir.” (Hacc, 41) ayeti tahakkuk etmiştir. Bütün dünya halkı görmektedir ve kalpleri İslâmî İran’a yönelecektir.”
Düşmanın Kötüye Kullanmasına İzin Vermeyin
“Aziz kardeşlerim, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, Ehl-i Beyt mektebinin (a.s.) takipçileri bu noktayı unutmamalıdırlar… Bu nokta, diğer İslam fırkalarıyla vahdet ve şefkatin oluşturulmasıdır. Düşmanın bunu kötüye kullanmasına izin vermeyin. Kardeşlerinizin düşmanın eliyle zayıflatılıp yok edilmesine izin vermeyin. “Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider.” (Enfal, 46) İslam dünyasında herkesi kardeş bilin. Bugün İslam toplumu, düşman tarafından tehdit edilmektedir. Bugün dünya müstekbirleri tarafından dinin aslı baskı ve tehdit altındadır.”
Peygambere Muhabbet ve Bağlılık Noktasında Hiç Bir İhtilaf Yoktur
“Günümüz dünyasıyla alakalı olan ve benim bu konuda tekrar tekrar altını çizdiğim nokta şudur ki; İslâmî fraksiyonlar arasında -ki günümüzde Müslümanlar yakalarına yapışan illetlerin ve düzensizliğin elinden kurtulmak için her vesileden yararlanmalıdırlar- hiç bir ihtilafın olmadığı bir nokta vardır ki, bu da yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed b. Abdullah (s.a.a.)’dir. Bu, üzerinde çaba harcanması gereken, uzlaşılan ve birleşilen bir konudur. Daha önce de bunu söyledim: Bazı himmet sahibi kimseler de Müslüman fraksiyonlar arasında bu esas üzerinde birleşilmesi için çaba sarf etmişlerdir. Bu gün de himmet sahibi olan kimseler bu esas üzerinde durmalı ve bu vahdet noktasına Müslümanların dikkatini çekmeli ve onları uyandırmalıdırlar.”
İslam’daki En Cezbedici Şey
“Peygamberimizin yüce ismi, bütün Müslüman âleminde, en aşikâr cazibe noktalarından biridir, çünkü bu konu içinde iman ve muhabbet meselesini beraber barındırmaktadır. Aynı şekilde bu anma ve ismin zikredilmesinin gücü neticesinde sadece imana dayalı olup, muhabbet ve ilgiden yoksun olan Müslümanlarla alakalı birçok işler ve birçok yeni oluşumlar söz konusu olabilir. Bu yüzden bizden önceki dönemlerde yaşayan bazı büyük İslam düşünürleri;“Müslümanların vahdetinin esası ve amelî birlikleri, bu yüce isimle, O Hazrete iman ve O büyük Nebiyi anmakla sağlanabilir” demişlerdir. Bu doğru bir sözdür.”
Müslümanların Peygambere Karşı Muhabbetleri
“Yaratılış âleminin o yüce şahsiyeti, yani değerli Peygamberin varlığı ve merkezî konumu, Müslümanların genelinin akide ve muhabbetlerinin olması açısından en büyük ve değerli kazanımlardan biridir. İslâmî hakikatler ve ilimler arasında, Müslümanlarca muhabbet ve akide olarak bu şekilde üzerinde görüş birliğine varılmış bir konu belki de yoktur, olsa bile çok nadirdir. Çünkü muhabbetin de bu konuda önemli bir yeri vardır. Peygambere muhabbete fazla önem vermeyen ve O’na muhabbetle, O’na ilgi ve yakınlıkla fazla işi olmayan, tevessülden uzak, Müslümanların genelinden ayrılmış bazı azınlık ve cemaatler dışında, Müslümanların çoğunluğu Nebi-i Ekrem (s.a.a.)’e muhabbet duymaktadır.”
Şiî ve Sünnî Arasında Nifak Oluşturmak
“Bu zamandaki en önemli meselelerden biri de Müslüman gruplar arasındaki ihtilaflardır. Bu elbette yeni bir mesele değildir. İhtilaflar ve kavgalar, bazen kelâm, fıkıh ve fraksiyon yüzünden çıkan tartışmalar İslam’ın ilk dönemlerinden beri var olagelmiştir. Lakin bu konudaki yeni söylem şudur ki, İran’da İslam İnkılabı’nın zaferinden ve baştanbaşa İslam coğrafyasında yaydığı fikirsel akımlardan sonra, İslam İnkılabı’nın herkesi etkileyen dalgasından kurtulmak için müstekbirlerin başvurdukları hilelerden biri olarak, İran İslam İnkılabı’nı bir Şiî hareketi, belli bir fırkaya ait hareket olarak -genel anlamda İslâmî olarak değil- tanıtmışlardır. Öte yandan da Şîa ve Sünnî arasında nifak ve kin tohumları ekmek için apaçık çaba göstermişlerdir. Biz en başından bu şeytanî tuzağa dikkat çekerek, Müslümanlar arasında vahdetin olması ve bu fitnenin sonuçsuz kılınması için ısrarla çaba sarf ettik. Allah’a hamdolsun ki, ilâhî lütufla bu konuda birçok başarılar elde ettik. Bu son başarılardan biri de Dünya İslâmî Mezhepleri Yakınlaştırma Komisyonu (Mecme-i Cihân-i Takrib-i Mezâhib-i İslâmî) oluşturmaktı ve hali hazırda baştanbaşa İslam dünyasında ulemâ, aydınlar, şairler, yazarlar ve bütün İslâmî mezheplere bağlı halklar omuz omuza, tek bir söylem ve tek bir nefes ile İslam İnkılabı’nı ve İran İslam Cumhuriyeti’ni savunmaktadırlar. Ancak düşman, para, plan, propaganda ve çirkinlikler gibi birçok silahlarla donanmıştır ve müteessifane dünyanın bazı yerlerinde, zaaflarından yararlanarak zihinlerini ve söylemlerini iğfal edecek bir takım kimseler bulabilmektedir. Aynı şekilde bazen bir ülkede siyasetçi, bazen başka bir ülkede sözde âlim veya görünürde inkılabî kimselerin Şîa’ya ve İran milletine -ki asrımızın en büyük inkılabını gerçekleştirmiş ve çaresiz bir şekilde onu savunmak zorunda bırakılmış- yakışmayan sözlerinin duyulduğu, yazılarının okunduğu da olmaktadır. Yahut Müslüman ülke olan Pakistan’da -ki o millet, bizim için en aziz milletlerden biri olarak kabul edilmekte ve her zaman İslam ve İran İslam Cumhuriyeti’nin savunucusu olmuşlardı ve hâlâ da öyleler- bazı kimseler, İslam ve Müslümanların vahdetinin düşmanlarının dolarlarıyla yaygın toplantılar düzenlemekte, kitap ve makaleler yazmaktadırlar. Bu yolla Şîa ve Peygamberin Ehl-i Beyt’inin taraftarlarına ve mukaddesatına saldırı atmosferi oluşturmak istemektedirler.”
İslam Ümmetine Tefrika Aşılamak
“Tabiidir ki, vahdeti engelleyen ve önü alınması gereken bazı -kavmî ihtilaflar, mezhebî ve cemaatsel ihtilaflar, siyasî ihtilaflar- etkenler vardır. İslam ümmetinin vahdetinin ekseni olan kutsal Peygamberimizin adı ve O yüce şahsiyetin hatırasına dayanarak bu ihtilafları yenmek lazımdır. Lakin bundan daha zor olan, tefrikaya yol açan şeyler İslam ümmetine aşılanmaktadır. Bu kavmî, cemaatsel ve mezhebî ihtilafların kaynağında İslam düşmanlarının her zaman yürüttükleri Müslümanlar arasında ihtilaf meydana getirme siyasetleri vardır. Bütün bu ihtilafların ardındaki düşmanın parmağını, oyunlarını ve hesaplarını görmek ve buna göre tedbirler almak gerekmektedir. Ümmetin fikir sahibi olanları hangi mezhep ve fırkalardan olurlarsa olsunlar, Müslümanlar arasında bu fitne dalgalarının önüne geçmeli -ki İslam düşmanları tarafından tahrik edilmektedir- ve günbegün artan bir huzur, yakınlık ve muhabbetle bu tehlikeyi bertaraf etmelidirler.”
Neden Müslümanların Birbirini Tanımasından Korkuyorsunuz?
“Biz inanıyoruz ki, İslam, Müslümanların vahdetini ve Allah’a inanan muvahhidlerin güçlerinin birleşmesini farzlarından biri olarak belirlemiştir. Biz, Allah’ın Beytine yapılan haccın en büyük hedeflerinden birinin Müslümanları birbirine yaklaştırmak olduğuna inanıyoruz. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi: “İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.” (Hacc, 27) İslam âleminin bütün halklarını Arafat, Mina ve Mescidü’l-Haram gibi belirli yerlerde ve belirli günlerde bu aşinalık ve kaynaşmanın olması için toplamaktadır. Niçin onlar Müslümanların birbirlerini tanıyıp kaynaşmalarından bu kadar korkmaktadırlar? İşte mesele budur, İslâmî vahdet, Müslümanların fikir, görüş ve söz birliği etmesi müstekbirler ve onların başı olan gaddar Amerika açısından, dünyaya hükmetmesi için gereken şartların önündeki en büyük tehlikedir. Bu, büyük İmamızın defalarca dile getirdiği bir hakikattir.”
Perde Arkasındaki İhtilaflarda En Karmaşık Komplo
“Ancak Müslümanların vahdeti ve Vahdet Haftası meselesinde şunları söylemeliyiz ki, eğer vahdet ve İslam fırkaları arasındaki yakınlık İslam’a hizmetse, eğer Müslümanların vahdetinin İslam’ın azameti açısından Müslümanların yararına olduğunu kabul ediyorsak, yakinen şuna da inanmalıyız ki, İslam düşmanlarının en zorlu çabaları ve en karmaşık oyunları bu vahdet ve birliği bozmak için harekete geçecektir. Bu iki hal birbirinden ayrılmaz bir döngüdür. Bugün İslam’ın yararına olan her şey, İslam düşmanları tarafından öfkeyle karşılanmaktadır. Bugün İslam’ın daha da yücelmesi için yapılan her şey, beraberinde daha fazla düşmanın hücumunu getirecektir. Bu, ispatlanmış bir denklemdir.
…Bugün İslam’a hizmet eden her iş, İslam düşmanlarının zararınadır. Müslümanlar arasındaki vahdet, bu genel kaidenin doğruluğunu kanıtlayan ölçülerinden biridir. Eğer Müslüman âleminin birbirleriyle vahdet oluşturması gerçekten gerekiyorsa ve bu birleşme İslam’ın ve Müslümanların yararınaysa -ki görünen o ki, İslam âleminin kanaat önderleri ve aklı başında olan kimseleri bu sözden şüphe etmemektedirler- o zaman şundan emin olmalıyız ki, bugün bu vahdeti bozmak için düşmanın oyunları her zamankinden daha fazla olacaktır.”
Kaynak: Ayetullah Seyyid Ali Hameneî, Yüce Nur (Hz. Muhammed Mustafa –s.a.a-), Feta Yayıncılık.
Zarif'in, KOEP'nin hayata geçmesiyle ile ilgili açıklaması
İran Dışişleri Bakanı, Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nın hayata geçmesiyle ilgili açıklamda bulundu.
Viana'da gazetecilere açıklamada bulunan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Kapsamlı Ortak Eylem Planı'nın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Başkanı'nın raporuyla hayata geçeceğini ve ardından İran ve 5+1 ülkelerinin ortak bildirisi okunacağının bilgisini verdi.
Mehr haber ajansının haberine göre, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Kapsamlı Oratk Eylem Planı'nın hayata geçmesine yönelik istişarede bulunmak için üst düzey bir heyetin başkanlığında bugün Avusturya'nın başkenti Viyana'ya gitti.
Nükleer başmüzakerecisi ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Irakçi, İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi ve Dışişleri Bakanı Sözcüsü Cabir Ensari'nin Zarif'i eşlik ettikleri bu seyahatta ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin İran Dışişleri Bakanı ile bir araya gelmesi bekleniyor.
İran ve 5+1 ülkeleri arasında yapılan nükleer anlaşmaya(KOEP) göre İran'ın tam olarak gerekli adımları atıp atmadaığına dair Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun raporu okunacaktır.
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından daha önce yapılan açıklamda da, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry bugün İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ve AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ile birer görüşme gerçekleştirecektir.
Zarif ve Mogherini görüşmesi
Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın yürürlüğe girmesi arifesinde İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif’in AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ile bir araya geldiği belirtildi.
Mehr Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre, KOEP’nin yürürlüğe girmesine ilişkin İran ve 5+1 Grubunun ortak bildirisi yayınlanacaktır.
KOEP konusunda İran’ın yükümlülüklerini yerine getirmiş olması onaylanırsa KOEP’nin yürürlüğe gireceği güne yönelik bildiri de Zarif ve Mogherini tarafından okunacaktır.
Zarif, Amerikan mevkidaşıyla bir araya geldi
Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın yürürlüğe girmesi gününün ilan edilmesi amacıyla Viyana’ya giden İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile bugün bir araya geldi.
Ali Ekber Salihi ve Seyyid Abbas Irakçi de Dışişleri Bakanı Zarif’i bu görüşmelerde eşlik ediyorlar.
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Zarif, AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ile bugün sabah saatlerinde bir araya gelmişti.
Hangi ayette Allah kendi vahdaniyetine şehadet etmektedir?
“Şehidallah” suresinin nüzul sebebi nedir?
“Şehidallah” adında bir sure mevcut değildir, sadece Allah’ın kendi vahdaniyetine şehadet ettiği bir ayet bulunmaktadır. Hadislerde ve ardılınca müfessirler arasında bu ayete “şehidallah” ayeti denmektedir.[1] “Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şahitlik ettiler. O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[2]
Bu ayetin nüzul sebebi hakkında şöyle nakledilmiştir: Hz. Peygamberin (s.a.a) Medine’ye gelişinden sonra Şam Hıristiyanlarından iki kişi Medine’ye gelir ve birbirine bu şehir ahir-i zaman peygamberinin zuhur edeceği şehre ne kadar benzemektedir diye söyler. Onlar, Hz. Peygamberin (s.a.a) yanına gelir, onu sıfatlarından tanır ve sen Muhammed misin diye sorarlar. Hz. Peygamber (s.a.a) evet der. Onlar, Ahmed diye bir lakabın da var mıdır diye sorarlar ve Hz. Peygamber (s.a.a) evet der. Onlar, senden bir soru soracağız ve eğer doğru cevap verecek olursan, seni tasdik edecek ve iman edeceğiz derler. Hz. Peygamber (s.a.a) de sorun der. Onlar, Tanrının kitabında yer alan en yüce şehadet nedir, diye sorarlar. Burada yukarıdaki ayet iner, bu iki şahıs Hz. Peygamberi (s.a.a) tasdik eder ve Müslüman olur.[3]
Bu ayetin tefsirinde de detaylı bahisler bulunmaktadır[4] ve biz burada konuya özet olarak değinmeyle yetiniyoruz. Ayetin en önemli kısmı, Allah’ın kendi vahdaniyetine şehadet etmesidir. Allah’ın şehadetinden kastedilen, sözlü değil, ameli ve fiili şahadettir; yani Allah tek bir düzenin yönettiği, kanunları ve programı her yerde bir sayılan ve gerçekte birbirine bağlı bir birim ve bir düzen olan evreni yaratarak, pratikte evrende Tanrı ve mabudun birden fazla olmadığını ve her şeyin bir kaynaktan beslendiğini göstermiştir. Bundan dolayı bu tek düzenin icadı, Tanrının kendi zatının bir olduğuna değin şehadet ve tanıklığıdır. Melekler ve bilginlerin şehadet ve tanıklığı ise daha çok kabul etme boyutuyladır. Onların her biri kendi üstün sözleriyle bu hakikati itiraf etmektedirler. Elbette melek ve bilginlerin tanıklığının ameli boyuta da vardır; zira onlar sadece O’na tapar ve başka hiçbir mabuda baş eğmezler.[5] Aynı şekilde Yüce Allah ilgili ayette şöyle buyurmaktadır: İlim sahipleri, O’nun dışında bir mabut olmadığına şehadet eder. Bu, her ilim sahibinin Tanrının afakî ve derunî ayetlerinden O’nun birliğini kesin bir bilgiyle idrak etmesidir; zira bu ayetler onların tüm duyularını kuşatmakta ve akıllarına nüfuz etmektedir.[6] Aynı şekilde “la ilahe illa huve” tevhit kelimesinin tekrar edilmesinin nedeni, Tanrının vahdaniyetini vurgulamak içindir.[7]
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Tabersi, Fazl b. Hasan, Mecmeu’l-Beyan Fi Tefsiri’l-Kur’an, Mukaddime: Muhammed Cevad, c. 2, s. 717, İntişarat-ı Nasır Hosrov, Tahran, çap-ı sevvom, 1372 ş.
[2] Ali İmran, 18.
[3] Vahidi Nişaburi, Esbab-ı Nüzul, Tercüme: Zekaveti Feragozlu, s. 53, Ali Rıza, Neşr-i Ney, Tahran, çap-ı evvel, 1383 ş.
[4] Örnek için bkz: Fahrettin Tazi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer, Mefatihu’l-Gayb, c. 7, s. 168-171, Dar-u İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, çap-ı sevvom, 1420 k.
[5] Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Numune, c. 2, s. 467, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, çap-ı evvel, 1374 ş.
[6] Tabatabayi, Seyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan, Fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 3, s. 115, Defter-i İntişarat-ı İslamî, Kum, çap-ı pencom, 1417 k.
[7] Fadlullah, Seyid Muhammed Hüseyin, Tefsir-i Min Vahyi’l-Kur’an, nc. 5, s. 271, Daru’l-Melaik li-Tebaati ve’n-Neşr, Beyrut, çap-ı dovvom, 1419 k.
İran, Endonezya'daki terör saldırıları kınadı
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Endonezya'nın başkenti Jakarta'da meydana gelen terör saldırılarını kınadı.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sadık Hüseyin Cabiri Ensari bugün yaptığı açıklamada, saldırılarda hayatını kaybedenlerin aileleri, Endonezya halkı ve hükümetinin acılarını paylaşarak, insanlık dışı eylemlerin Endonezya halkının İslam'ın nurlu simasını yaymak için övgüye değer iradesine bir zarar vermeyeceğini belirtti.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, halkının her zaman itidal ve ılımlı olama özelliğiyle bilinen ve dünyada barış misyonlarında her daim öncü olan Endonezya'daki bu saldırıların, bir kez daha terörizm ve radikalizmin hiçbir sınır tanımadığını, teröristler ve destekçileriyle ciddiyetle mücadele edilmesi gerektiğini ortaya koyduğunu vurguladı.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cabiri Ensari sözlerinin devamında terörizmle mücadelede zengin deneyime sahip İran İslam Cumhuriyeti'nin Endonezya halkı ve hükümetinin yanında olduğunu belirtti.
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sadık Hüseyin Cabiri Ensari ayrıca, bir kez daha uğursuz terörizm ve radikalizm olgusuna karşı küresel ve topyekûn mücadeleye vurgu yaptı./
İran, ABD Donanması'na ait iki bota el koydu ve birgün sonra serbest bıraktı
ABD Donanması'na ait iki botun İran tarafından Fars Körfezi'nde alıkonduğu, 10 ABD askerinin de gözaltına alındığı bildirildi.
Devrim muhafızları enformasyon dairesinin yayınladığı bildiriye göre, dün Amerikan deniz piyade güçlerinden silahlı 10 askerin iki tekneyle İran'ın Farisi adası bölgesinde İran sularına girdikleri ve İran devrim muhafızları deniz güçlerince durdurularak Farisi adasında güvenli bir yere intikal ettirildiğini bildirdi.
İran devrim muhafızları ordusu deniz güçleri , Amerikan deniz piyadesinden 10 askerin tutuklanmasıyla ilgili haberlerin ardından yayınladığı bildiride bunların sağlık açısından durumlarının iyi olduğunu ve Fars körfezinde Farisi adasında güvenli bir yere intikal edildiklerini bildirdi.
Bildiride, sözkonusu Amerikalı askerlerin teknelerinin durdurulduğu ve intikali anında, Amerikan Troman uçak filosunun da adanın güney doğusunda ve uluslararası sulara yakın bir yerde durduğu bildirildi.
Bu arada devrim muhafızları ayrıca açıklamasında, sözkonusu Amerikan askeri teknesinin durdurulduğu anda Fransa'nın Şarl Dogol uçak filosunun da Farisi adasının kuzeydoğusunda uluslararası sularda devriye gezdiği bildirildi.
Öte yandan, ABD Savunma Bakanlığı yetkilileri, 10 denizcinin bulunduğu botlarla Kuveyt’ten Bahreyn’e seyir halindeyken teması kaybettiklerini açıkladı.
Bir Pentagon yetkilisi, "Hemen sonrasında İran makamlarıyla iletişim kurduk, personelimizin güvenliği ve iyi olduklarına dair tarafımıza bilgi verildi. Denizcilerimizin yollarına kısa sürede içinde devam etmelerine izin verileceğine dair teminat aldık" dedi.
Ayrıca, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Ben Rhodes, gazetecilere yaptığı açıklamada, sorunun çözülmesi ve denizcilerin dönmeleri için çalıştıklarını kaydetti.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin de İranlı mevkidaşı Cevad Zarif ile konuyla ilgili bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiği açıklandı.
BOTLAR İRAN'IN KARASULARINI İHLAL ETTİ
CNN televizyonu üst düzey bir Pentagon yetkilisine dayandırdığı haberinde, botların İran sularına girdiğini ancak bunu kasten yapıp yapmadığının araştırıldığı ifade edildi.
Tümgeneral Firuzabadi:Botlara el konulması olayı Amerikalılara desr olsun
İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Seyyid Hasan Firuzabadi, ABD donanmasına ait iki botun İran karasularında el konulması mütaakiben 10 deniz piyade askerin de tutuklanmasına ilişkin yaptığı açıklamasında, önceki gün Fars Körfezi'nde meydana gelen hadisede İran İslam Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri'nin dikkatinin ve sağduyusunun sergilendiğinin altını çizerek, ABD'nin İran'ın askeri güçleri karşısında zayif düştüğünü ifade etti.
Tümgeneral Firuzabadi, "İran komutanlarının dirayeti ve iyi niyeti olmasaydı Amerikalılar bugün yeni bir acı olay ile karşı karşıya kalacaklardı"diye konuştu.
Firuzabadi, bilgisizlikten dolayı hergün İran için sorun çıkartmaya çalışan Kongre'deki senatörlerinin gözü kapalı davranışları dolaysıyla Amerikan halkı zarar göreceğini konuşmasına ekledi.
İran Genelkurmay Başkanı, ABD donammasına ait botların el konulmasıyla sonuçlanan olayın Kongre'de engel çıkartmaya çalışan senatörlere ders olmasını dilediğini söyledi.
Amerika Denizciler Başkanı İran'dan özür diledi
İran devlet televizyonunun verdiği habere göre, Amerika Denizciler Başkanı David Narker dün yaptığı açıklamada, İran karasularına girmenin bir hata olduğunu ve bu hata için özür dilediklerini belirtti.
Narker açıklamalarında, İranlıların kendisi ve arkadaşlarıyla ilgili davranışlarından dolayı teşekkür ederken, İranlıların davranışlarının oldukça iyi olduğunu ve onların bu davranışlarından dolayı minnettar olduklarını ifade etti.
Devrim Muhafızları dün yayınladığı bildiride, Amerika’nın özür dilemesinin ardından Amerikalı denizcilerin botlarıyla birlikte uluslararası sularda serbest bırakıldığını bildirmişti.
İran, Amerikan askerlerini serbest bıraktı
Sepah News'un haberine göre, ABD donanmasının deniz piyade askerlerinin Fars Körfezi'ndeki İran karasularına yasa dışı olarak girmeleri sehven gerçekleştirildiği anlaşıldıktan sonra, göz altına alınan askelerin uluslararası kara sularda serbest bırakıldıklarını bildirildi.
Bildiride, 9 erkekten ve 1 kadından oluşan askerlerin göz altına alındıktan sonra Devrim Muhafızları Deniz Üssü'ne intikal edildiklerini, araştırmaların başlandığı anda eş zamanlı olarak Amerikan yetkililer tarafından İran'ın siyasi yetklilelerle tema geçildiğini, bu olayın sehven yaşandığı dolaysıyla askerlerin serbest bırakılmaları talep edildiğinin bilgisi verildi.
Bildiride, özür dileyen Amerikalıların böyle bir durumun yaşanmaması için taahhütte bulundurulmaları ardından Amerikan askerleri uluslararası karasularda serbest bırakıldıklarını dile getirildi.
İran İstanbul’daki terör eylemini şiddetle kınadı
İran Dışişleri Bakanlığ Sözcüsü, İstanbul’daki terör eylemini kınayarak, Türkiye Hükümeti ve halkına başsağlığı diledi.
Yaptığı açıklamada İstanbul’da düzenlenen terör eylemini şiddetle kınayan İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Cabir Ensari, bu terörist saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine taziyelerini ileterek, dost ve kardeş Türkiye Hükümeti ve halkına başsağlığı diledi.
“Bugünkü terör eylemi bölge ve dünya ülkelerinin terörizm ve aşırıcılıkla mücadelede birleşmelerini ve terörizme fırsat vermeden bölgedeki krizlerin bir an önce siyasi yollarla çözülmesi gerektiğini gösterdi” açıklamasında bulunan Cabir Ensari, “Bu bağlamda İran İslam Cumhuriyeti, Türkiye Hükümeti ve halkının yanındadır” ifadesini kullandı.
Erdoğan Yine İran'ı Suçladı/"Mezhep Ayrılığı Fitilini Ateşliyor"
Bugün Sultanahmet'te yaşanan patlamanın ardından bir açıklama yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, saldırganın Suriyeli olduğunu iddia etti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün yaşanan Sultanahmet saldırısının ardından konuştu ve konuyu mezhep çatışmaları iddiasına getirdi.
Saldırının bir canlı bomba tarafından gerçekleştirildiğini düşündüklerini söyleyen Erdoğan, saldırganın Suriyeli olma ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi.
Konuşmasında bölge meselelerine de değinen Erdoğan, Suudi Arabistan'da yaşanan ve Ayetullah Nemr'in idamıyla birlikte İran-Arabistan arasında oluşan gerginliğe de değinerek İran'a ağır suçlamalarda bulundu.
Erdoğan, konuşmasında İran'a şu ifadelerle yüklendi:
"Diğer taraftan İran da Suriye, Irak, Yemen gibi ülkelerdeki gelişmeleri kendi nüfuz alanını genişletme aracı olarak kullandığını görüyoruz. Mezhep temelli ayrışmaları çatışmaya dönüştüren tavrıyla İran, yeni ve tehlikeli bir sürecin fitilini ateşlemeye çalışıyor. İran'ın Suudi Arabistan ve körfez ülkeleriyle ilişkilerini bilinçli olarak gerginleştirmesi bu stratejinin bir parçasıdır.
Suudi Arabistan ve İran olayındaki gibi 47 kişi idam edildi. İdam Suudi Arabistan'da kalkmadı, ABD'de kalkmadı, Çin'de kalkmadı, Rusya'da kalkmadı, İran'da kalkmadı. Peki! Şunu sorma hakkına sahip değil miyiz? Orada bir tane ayetullah olduğu söylenen zatın idamı, bunun yanında 3 tane daha Şia ama onun yanında 43 tane Sünni, El-Kaide ile bağlantılı oldukları gerekçesiyle idam edilmiş.. Olay bu! Peki İran'da bunca idamlar var. Bunları nereye koyacağız? Onların aileleri yok mu? Onları savunanlar yok mu? Bunları nereye yerleştireceğiz? Türkiye'nin böyle bir sorunu yok. O zaman öncelikle bunlara kendilerinin bir cevap bulması lazım"
1- Burada Erdoğan'a geçmişte söylediği bir sözü hatırlatıyoruz: "İran, benim ikinci vatanım." Peki böyle bir söylemde bulunan Cumhurbaşkanı, neden şimdi bölgede kardeş ve dost saydığı bir ülkeyi, şimdi mezhepçilik oyunu oynamakla, Irak, Suriye ve Yemen'de nüfuzunu artırmakla suçluyor?
2- 5 sene önce beraber ailece tatil yaptığınız Esed, neden birden gözünüzde çocuk katiline dönüştü?
3- Suriye devleti, seçimle gelen bir cumhurbaşkanının haksız ve hukuk dışı muhalif isteklerle ve devamında silahlarla sokağa çıkan teröristlerle savaşıyor. Öte yandan Suriye devleti kendi halkına karşı savaşmıyor. Dünyanın dört bir yanından gelen ve geçiş güzergahları Türkiye olan binlerce teröristle savaşıyor.
4- Hangi odaklar veya parmaklar Suriye sınırında 800 km.lik bir alanda yüzlerce ambulansı orada Devlet aleyhine savaşan teröristlerin kullanımına ve yaralananlarını hastanelere taşımakla görevlendirdi?
5- IŞİD'İn yayınladığı videolarda Türkçe konuşan komutanlar veya militanlar, kimlerin izniyle ve müsadesiyle ordalar?
6- IŞİD komutanlarıyla bir arada yemek yiyen ve ticaret yapan acaba kimin evladı?
7- Müsadenizle size şunu da sormak istiyoruz. Siz Suudi Arabistan'dayken, Ayetullah Nemr'in idamı hiç aranızda konuşulmadı mı? Siz ülkeyi henüz terk etmişken sanki yolunuza kurban edilirmiş gibi kılıçla başı kesilen bir din adamının en büyük derdi halkın sözcüsü ve vatandaşlık haklarını kullanarak adalet savaşçısı olmaktı.
8- Eğer diğer ülkelerin içişlerine karışmak suç ise bunun en büyük ve ilk derecede suçlusu Türkiye değil midir?
9- Halkın değer verdiği ve bir din alimi olan bir insanın, uyuşturucu, terör gibi suçlarla yargılanan ve idama mahkum edilen kimselerle bir safta tutulması ve onlarla birlikte aynı suçtan idam edilmiş gibi göstermek hangi dini-beşeri kanunun getirisidir?
Her idam edilen insanın elbet bir ailesi vardır. Ancak terör suçu işleyen bir insanla insanları hidayete çağıran, kardeşliğe çağıran, adalete çağıran bir din alimini bir kefede görmek basiretsizliğin ne kadar üst seviyede olduğunu gösteriyor.
10- Hangi insan, diğer insanlara zarar veren, hayatlarını karartan, suç ve zulüm işleyen bir insanın ölümüne üzülür. Ailesi mi? İnsanlar mı?
Ama diğer taraftan bir din aliminin ölümü hem ailesini, hem sevenlerini, hem dava arkadaşlarını, hem toplumu ve hem de tüm dindarları üzer.
11- İran'ı mezhepçilik yapmakla ve bölgede nüfuzunu artırmakla suçlamadan önce hem ülke içinde Alevilere karşı, hem de ortadoğuda yürüttüğü politikaları bir gözden geçirmesi gerekmez mi?
12- Son ve en önemli sorularımızdan biri de şudur ki: Henüz olayın üzerinden birkaç saat geçmemişken, henüz hayatını kaybedenler ve yaralılar olay yerindeyken, saldırganın Suriyeli olduğu ve canlı bomba olduğu bilgisini nereden aldınız? İstihbarat gücümüz bu kadar yüksekse neden patlama olmadan önce önlem alınamadı?
TR.JAMNEWS
İslami Birlik ve Vahdetin Alanları
Dünyadaki müslümanlar değişik mezhep ve inanca sahip olduğundan, aynı mezhep ve inanca sahip müslümanların çeşitli tarikat, meşreb ve kuruluşların bünyesinde inançlarını yaşamaya çalıştıklarından veya değişik siyaset ve stratejiye sahip olduklarından, vahdetleri söz konusu olduğunda vahdet etmek istedikleri alanlar belirlenmelidir. Vahdet adına müslümanlar kullanılmamalı ve onlara islamın öngördüğü vahdet, yanlış anlatılmamalıdır. Asırlardır müslümanların vahdet oluşturamamalarının sebeplerinden biri de müslümanlara islami vahdetin gerçek manasının aktarılamamasıdır. Bu bağlamda vahdetin merhaleleri de belirlenmelidir.
1- İnanç ve İtikatta Vahdet
İnsanın hayatına değer veren, yaşamına önem kazandıran ve ferdi ve toplumsal hayatını yönlendiren onun itikat ve inancıdır. İnanç ve itikat insanın özünü oluşturur. Allah-u teala, Kur’an-ı Kerim’de vahdet için nazil etmiş olduğu ayetlerde inanç ve imanda bir olmaya davet ediyor. Tek olan Allah’a iman etmeye, ilahi hükümleri getirip beyan eden Resulullah’a (s.a.a.) iman etmeye ve kıyamet gününe imana emr ediyor. Allah’a kulluk etmeye, göndermiş olduğu dine tabi olmaya çağırıyor. Diğer taraftan Allah’tan başka bir şeye ilah diye tapmaktan, O’dan başkasına kulluk etmekten nehy ediyor. Hem vahdete davet ettiği ayetlerde hem detefrikadan nehy ettiği ayetlerde tevhid'e davet ediyor. Ayetler müslümanları inanç ve itikatta Tevhidi bir imana sahip olmaya davet ediyor. Bu ayetlerin Mekke’de nazil olduğu dikkate alındığında genelde itikadi ve imanın temellerini beyan eden ayetler olduğu görüleceklerdir. Dolayısıyla ayetlerin, müslümanlar arasında itikadi konuların dışındaki fikri ayrılıklarını reddetmediği anlaşılacaktır. Resulullah da hiçbir zaman fikir ayrılıklarını tefrika, fitne olarak değerlendirmemiştir.
Müslümanların bu alandaki vahdetlerini iki şekilde beyan edebiliriz; biri müslümanların itikat ve inancının temellerini oluşturan ve bütün müslümanların ortak oldukları Tevhid, Nübuvvet ve Mead ve dinin diğer değişmez vacibatına imanda vahdet, diğeri ise bu imanın temellerinin pratikde ameli göstergesi olan ibadi ve Allah’ın amelde müslümanlardan beraberce yapmalarını istediği işlerde vahdet.
İslami vahdet ister Tevhidi düşünce gereği iman ve itikatta olsun ister ilahi emir gereği amelde, ibadette olsun genel ve kullidir. Ama inanç ve teorik meselelerin ve pratikde amelen yapılan şeri hükümlerin teferruatına ve cüziyyatına inildiğinde müslümanların bu meseleleri idrak ve kavramasında farklılık olduğu görülmektedir. Yani ihtilafların çoğu imanın asıl ve temellerinde değil, teferruat ve detaylarındadir.
Mezhepler arasındaki farklılık da bu noktalardadır. Müslümanlar, mezheplerin farklı düşünmelerine sebep olan teferruat ve detaylar peşine düştüklerinden tefrika ve ihtilaf hastalığına yakalanmışlar ve vahdet sağlayamamaktadırlar. Bu detaylar konusunda da vahdet sağlama peşinde olduklarından ve başaramadıklarından bu daldaki görüş ayrılıklarını tefrika olarak algılarlar. Bazılarına göre islami vahdetin varliği o zaman kabullenilir ki bütün meselelerde hatta teferruat ve detaylarda da aynı düşünülsün, aynı inanca sahip olunsun. İşte bu düşünce neticesinde tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de müslümanlar birbirlerini tekfir etmekten, kendisi gibi inanmayanları sapık ve delalette görmekten kurtulamamışlardır. Onlara göre mezhep ve fırkalar birbirleriyle teferruatta ihtilafları olduğu için hiçbiri hakk olamaz çünkü hak bir tanedir. Bundan dolayı herkes kendi inanç ve mezhebini hak olarak görüyor ve diğerlerini batıl sayıyor.
Eğer müslümanlar bir mezhebin veya inancın teferruat ve detaylarını imanın temeli ve diğerlerini ise batıl olarak algılarsa o zaman kendi mezhebi içindeki farklı görüşe sahip alim ve müçtehidlerin de bazılarının küfrüne ve görüşlerinin batıllığına, bazılarının da hak olduğuna hüküm vermesi gerekecektir. Çünkü fakih ve müçtehidlerin fıkhi meselelerde ve diğer bazı konuların detay ve teferruatında farklı görüşleri olduğunu biliyoruz. Halbuki müslümanların kayıtsız şartsız kabullenmesi gereken ve görüş belirtme yetkisi olmadığı itikadi ve şeri meselelerin teferruat ve detaylarında fakihlerin görüş ayrılıkları ve farklı fetvaları, ihtilaf ve tefrika değildir ve fakihler de birbirlerinin batıl ve küfrüne fetva vermemişlerdir. Tabiki İslam’ın, Kur’an’ın aleyhine verilen fetva ve görüşler her kim tarafından verilirse verilsin, hiyanet ve batıldır, onların cevabını vermekte yine fakihlerin vazifesidir.
2- Fikirde Vahdet
Allah-u teala insanlara içsel hüccet olarak aklı vermiştir. İnsanlar, kendilerine verilen bu akıl ile dünya işlerini düzene koydukları gibi hak yolu bulup hidayete kavuşurlar. Allah-u teala, insanlar arasında aklı taksim etmiş ama her insan aynı yetenek ve kabiliyete sahip değildir. Her insan kendisine verilen aklı aynı ölçüde kullanamaz. Herkes yeteneği ve kapasitesince ondan yararlanır. Dolayısıyla aklını iyi kullanan birisinin anladığı bir birşeyi başka birisi idrak edemeyebilir. İlmi, siyasi, toplumsal ve itikadi bir meseleyi bağnazlık ve taassup olmadan herkes farklı şekilde anlayabilir. Olayları değerlendirme açısından insanlar bir olayı farklı şekillerde yorumlayabilirler. Hiç kimse benim yorumum doğrudur benim dışımdakiler batıldır diyemez. Tabiki bu değişik yorum ve idraklar dini konularda sözkonusu oldunca ancak teferruat ve detaylarda olursa doğru olarak kabul edilir, dinin asıllarında ve değişmez hükümlerinde insanların böyle bir hakkı yoktur.
İki insanın bir konuda tamamen aynı düşündükleri söylenemez, bir olayı tamamen aynı şekilde değerlendirdikleri iddaa edilemez muhakkak görüş ayrılıkları olan noktalar vardır. Bu görüş ayrılıklarının olması birinin hak diğerinin batıl olduğunu göstermez, onlar arasında tefrika olduğu manasına gelmez. İnsanların, ilim ve bilgileri farklı olduğundan ve anlama yetenekleri farklı olduğundan bir meseleyi idrak etmeleri ve olaylara yaklaşımları farklı olacaktır. Düşünce tarzı değişik olduğundan her konuda aynı düşünmeleri imkansızdır.
İnsanların fikri vahdetini sağlamaya çalışması mantıklı bir fikir olmadığı gibi insanın fikir özgürlüğünü kısıtlamak, düşünme yeteneğini elinden almaktır. Çünkü insanların değişik düşündüğünü, farklı yeteneklere sahip olduğunu ve ilim ve bilgi seviyelerinin neticesinde olayları farklı değerlendirdikleri dikkate alındığında bu fikri vahdeti sağlamanın imkansız olduğu görülecektir. Fikri vahdet oluşturmak istersek bir toplumda bir görüşün dışında bütün görüşleri atmamız gerekecek ve herkes kendi görüşünün doğru olduğunu kabullenip diğerlerini batıl ve yanlış bilmesine sebep olavaktır. Bir insanın kendi görüşünün hak olduğunu iddaa edip mihver olması gerektiğini söylemesi düşünüldüğünde, bu iddaanın tefrika ve fitneyı ne kadar körüklediği görülecektir. Fikri vahdet, dediğimizde insanların her konuda aynı düşünmesi gerektiğini, olayları aynı şekilde değerlendirmeleri gerektiğini ve değişik ve farklı düşüncelerin olamaması gerktiğini kast ediyoruz. Bunun yanısıra şunuda belirtelim, görüş alış verişinde bulunarak müslümanların ve islamın maslahatı için ortak bir görüşe varmak, dayanışma ve diyalog halinde olmak ayrı bir konudur ileride ona değineceğiz.
Evet, fikri vahdet, bütün insanaların aynı düşünmeleri, olayları aynı şekilde değerlendirmeleri imkansız olduğu gibi Allah-u teala da insanlardan böyle bir vahdet istememektedir. Resulullah (s.a.a) hadislerinde ve Ehl-i Beyt İmamları (a.s) nurlu sözlerinde böyle bir vahdete davet etmiyorlar. Bu bağlamda şuna dikkat edilmesi gerekir, bir insan kendi görüşünü hak ölçüsü olarak görüp insanları kendisine tabi olmaya davet edemez, insanın kendisine davet etmesi, ne isimle olursa olsun kendisini ilahlaştırması manasına gelir.
Böyle bir vahdet ancak peygamberler ve imamlar için sözkonusudur. İsmet makamına sahip peygamber ve imamlar Allah-u tealadan aldıkları ilim sayesinde bütün olayların ve düşünce ve fikirlerin başlangıcından sonuna kadar bütün mefsede ve maslahatını, yarar ve zararını, doğruluk ve yanlışlığını, hak ve batıllığını bildiklerinden her konuda ayını düşünür aynı kararı veririler asla görüş ayrılığına düşmezler ve hiçbir konuda ihtilafa düşmezler onun için Peygamberler ve imamların fikri vahdetleride vardır. İmam Humeyni (r.a) şöyle buyuruyor:
"Eğer 124 bin peygamber bir arada yaşasalar en küçük bir konuda dahi ihtilaf ve fikir ayrılığına düşmezler."
Ama insanlar böyle bir vahdeti gerçekleştiremeyeceklerinden onlardan böyle bir vahdet istenmemektedir. Eğer birileri böyle bir vahdet istiyorsa bu fikri vahdet değil kendisine tabi olmaya çağırmadır, fikir, düşünce ayrılığını tefrika olarak değerlendiriyorsa bu kendisini tek hak görmesinden kaynaklanıyor bu da en büyük zülmetlerden biridir.
Özetle şöyle diyebiliriz: Fikirde vahdet hedef doğrultusunda bütün konularda ister kulli ve genel meselelerde olsun, ister cuzi ve teferruatta olsun fikir ve düşüncelerin hiçbir fark olmaksızın bir olmasıdır. Elbette bu vahdet türünün insanlardan şu aşamada istenmemesi yalnız zamansal olaraktır, eğer insanlar iman-ı kamil ve akl-ı kamil derecesine ulaşırlarsa bu vahdet gerçekleşecektir.
3- Fikir birliği
Söylediğimiz gibi insanların akıl seviyeleri, akıllarını kullanma yetenekleri farklı ve değişik olduğundan ve değişik ilim ve bilgiye sahip olduklarından farklı düşünürler farklı değerlendirirler. Bu insanın yaşayışının ve dünyevi hayatının gerçeklerindendir.
Fikir birliği, bir grup insanların bir hedef doğrultusunda bir strateji belirleyip bir siyaset ve metot takip ederek hedefe ulaşmak için ortak bir gürüş etrafında toplanmalarıdır. Toplumda bulunan fertlerin görüşü alınarak , bireylerle istişare ederek en sağlıklı ve en doğru karara ulaşmak için bir gürüş etrafında birleşmektir.
Aynı inancı paylaşan, aynı mezhebe mensup ve aynı islami harekette yer alan müslümanlar temelde bir olduklarından teferruat ve detaylarda farklı görüşlere sahip olsalar da hedef doğrultusunda fikir birliğine varabilirler. Değişik düşünce ve fikirlerden yararlanmak hem sihhatli karar vermeyı sağlar hem de o toplumun tekamülene sebep olur.
Farklı görüşlerden yararlanmak, fikir alış verişinde bulunmak ve toplumda herkesin görüşüne saygı göstermek fertlerin birbirine güven ve itimadını artırır ve hedefe ulaşma yolundaki engelleri ve tefrika vesilelerini yok eder. Bireyler birbirlerinin görüşlerinden yararlanarak hedefe ulaşmak için bir metod ve strateji belirlemeleri onların başarıya ulaşmalarını sağlar. Birilerinin kendilerinden üstün gördükleri birinin görüşünü benimsemesi fikri birliğinin bir parçasıdır. Ama bireylerin görüşü alınmadan insanın kendi görüşünü dayatması ne adına olursa olsun istibdat ve diktatörlüktür. Eğer bir kişinin belirlediği metod ve strateji ile hareket edilirse hedefe ulaşılamayacağı gibi bu tekelciliğe ve tefrikaya yol açar. O zaman oluşturulan islami hareket, takip edilen hedef yerine fert sivrilir ve önplana çıkar ve o ferdin yok olamsıyla o hareket ve hedef de ortadan kalkar. Toplumda tefrika ve fitne daha da çoğalır. Bu gibi hareketlerde fikir birliği oluşamayacağı gibi böyle bir hareket islami ve ideolojik değil ferdi ve şahsi hareket olacaktır.
Fikir birliği, fertlerin farklı düşüncelerine saygı göstererek, bireylerin değişik metod ve stratejilerden yararlanarak hedef doğrultusunda beraberce ortak bir karar vererek mücadele etmektir. Ama fikir ve metod farklılıkları tefrika unsuru sayılmadan.
4- Siyasi Vahdet
Günümüzde müslümanları içten kemiren tefrika hastalığıdır. Farklı mezhep ve tarikatlara sahip olmalarına rağmen aralarında bir siyasi vahdet oluşturmuş olsalardı islam alemi bugün bu durumda olmayacaktı. Teferruattaki mezhebi farklılıkları; fıkhi ve itikadi konulardaki ayrılıkları gündeme getirip birbirlerine saldırmamış olsalardı müslümanlar bölük bölük olmazdı. Müslümanlar birbirlerine kardeş gözüyle bakıp islamın maslahatı için ihtilaflı konuları bir kenara bıraksalardı, birbirlerini tekfir ve munafık ve sapık ilan edecekleri yerine güçlerini birleştirmiş olsardı bugün islam düşmanları müslümanların mukaddesatına dil uzatamayacak, islam topraklarına tecavuz edemeyecek, müslümanların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüremeyecek, islam toprakları bu emperyalistlerin uşaklarının elinde islam düşmanlarının kalesi haline gelmeyecekti.
İşte müslümanların yapması gereken en önemli vahdet siyasi vahdettir. İslam, Kur’an ve Mukaddes yerlere saldıran emperyalistlere karşı güçlerini birleştirmek, tek vücut olmak gerekir. Emperyalistlerin hedefi, Tevhid inancının temellerini yok etmektir, bu inanca sahip olanları kendilerine köle etmektir. Müslümanlar hangi ırka sahip olursa olsun, hangi mezhebe mensub olursa olsun bilmelidirler ki hedef bütün müslümanlardir. İmanın temellerinde bir olan; aynı kitaba inanan, aynı kıbleye yönelen, aynı Peygamberin ümmeti olan, tevhidi düşünceyi hakim kılmak isteyen müslümanlar ayrılık ve farklı düşünceleri bir kenara bırakıp bu asıllar etrafında birlik oluşturmalıdırlar. Sünni, şia vahdeti, sünnülerin kendi mezheplerini bırakıp şia, şiaların kendi inançlarını terk edip sünni olması değildir. Vahdet, herkesin kendi itikat ve inançını koruyarak ortak düşmana karşı güşlerini birleştirmesi, omuz omuza vererek emperyalistlere karşı, Kur’an’ı, mukaddes toprakları, islamı ve tevhidi düşünceyı korumasıdır. Müslümanların düşmanı, farklı mezhep ve düşünceye sahip müslüman değildir. Bugün emperyalistler sünnisiyle şiasıyla bütün müslümanları hedef almıştır.
Müslümanlar emperyalistlerin körüklemiş oldukları fitne ve tefrika ateşini söndürmek için el ele verseler islam düşmanları arzu ve hedeflerine ulaşamayacaklardır.
Müslümanın dostu sadece müslümandır, müminlerin velisi sadece müminlerdir. "Ey iman edenler, benim düşmanımı ve kendi düşmanınızı, dost edinmeyin", "Hıristıyan ve yahudileri kendinize dost edinmeyin" ayetleri müslümanlara düşmanı tanıtıyor. Müslümanlar, dünyevi çıkarları için emperyalistlerle irtibat kurup işbirliği yapmamış olsalardı, bugün müslümanlar bu şekilde zülüm, işkence ve sömürüye maruz kalmazlardı.
Tümgeneral Safevi: İsrail, Arabistan ve İran arasındaki gerilimin tırmanmasını istiyor
Tümgeneral Safevi, “İran ve Suudi Arabistan arasındaki gerilimin daha fazla tırmanması için İsrail çaba harcamaktadır” dedi.
İnkılap Rehberi Başdanışmanı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi, Suudi Arabistan’ın izlediği politikaya ilişkin bir açıklama yaparak, “Al Suud yürüttüğü politikanın talimatını Siyonist Rejim'den almaktadır. Görünen o ki, bölgedeki gerilimin daha fazla tırmanması için İsrali, ABD’den daha çok çaba sarfetmektedir” ifadelerini kullandı.
“Al Suud sadece Suriye değil, Irak ve Yemen halkını da katilam ediyor. Kuşkusuz bu siyasetin kaynağı Siyonist Rejim’dir” diyen Tümgeneral Safevi, bu bağlamda bölge ülkelerinin duyarlı olması gerektiğini vurguladı.
İnkılap Rehberi Başdanışmanı, “Siyonist Rejim, İran ve Al Suud arasında gerilim çıkarmak istiyor. Çünkü bölgenin isikrarsızlığı Amerika ve Siyonistler’in yararınadır” şeklinde konuştu.