کارگر

کارگر

Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Irak’ta radikalizmle mücadelede tüm Iraklıların birliği üzerinde durdu.

Irak İslami Yüksek Konseyi Başkanı Seyyid Ammar Hekim ile görüşen Zarif, Irak ordusu ve halk güçlerinin tekfirci teröristlerle mücadeledeki başarısına değinerek, radikalizm ile mücadelede tüm Iraklıların işbirliğine vurgu yaptı.

Zarif ayrıca, tüm bölgesel ve uluslararası meselelerde iki ülkenin sürekli istişare ettiğine dikkat çekerek, bunun bölgesel barış ve istikrarın sağlanmasında önemli olduğunu söyledi.

Hekim de Irak’taki son durum ile ilgili açıklamalarda bulunarak, Irak ordusu ve halk güçlerinin yeni zaferlerinin Irak’taki yeni şartlardan kaynaklandığının altını çizdi.

Diyanet İşleri BaşkanıProf. Doktor Mehmet Görmez, dün çeşitli görüşmeler için Kum şehrini ziyaret etti.
 
 Vahdet Haftası münasebetiyle Tahran’daki Uluslararası Vahdet Konferansına Katılan Diyanet İşleri BaşkanıProf. Doktor Mehmet Görmez, dün çeşitli görüşmeler için Kum şehrini ziyaret etti.

Ziyaretinin ilk ayağında El-Mustafa Üniversitesi’ni ziyaret eden Mehmet Görmez, üniversite rektörü Ayetullah Arafi ile bir görüşme yaptı. İki ülke arasında akademik anlamda ilişkilerin durumu hakkında görüş alışverişinin yapıldığı toplantının ardından gelecek için olumlu mesajlar verildi. 

Toplantının ardından Kum ilim havzasının önde gelen alimlerinden ve büyük Kuran müfessiri Ayetullah Cevadi Amuli’yi ziyaret eden Mehmet Görmez öğle namazını da bu büyük üstadın imametinde kıldı.

Görüşmede vahdet haftasının tüm Müslümanlar için kutlu olmasını dileyen ve Hz. Muhammed’in (s.a.a) ve aynı zamanda İmam Sadık’ın (a.s) mübarek doğum günlerinin İslam alemine özellikle ortadoğu halklarına rahmet vesilesi olmasını dileyen Ayetullah Cevadi Amuli, Prof. Doktor Mehmet Görmez’in de çok hoşuna giden bir mesaj paylaştı.

Allah’ın yeryüzüne iki şey nazil ettiğini söyleyen Ayetullah Cevadi Amuli: “Allah, yeryüzüne Kuran’ı ve yağmuru nazil etti. Ancak bu iki nazil arasında çok büyük fark var. Yağmuru toprağa indirdi ve orada kaldı ama Kuran’ı askıda bıraktı. (Yani sema ile yer arasında köprü yaptı) Sema ile yer arasında asılı olan Kuran, iki şey yapar. Bir insanı düşmekten kurtarır, iki insanı yukarıya doğru çeker ve yüceliğe ulaştırır.” beyanında bulundu.

Namazın ardından öğle namazı için mescide giden heyet, yine Ayetullah Cevadi Amuli’nin imametinde öğle namazlarını kıldılar.

 Namazın ardından diğer programlarına yer ayıran Mehmet Görmez, Kum’da El-Mustafa Üniversitesi bünyesindeki İmam Humeyni Eğitim Merkezi’ni ziyaret etti. Orada Türkiyeli öğrencilerle bir araya gelen diyanet işleri başkanı ve beraberindeki Türkiye’nin Tahran büyükelçisi Hakan Tekin, öğrencilerle tanışarak kısa bir görüşme gerçekleştirdi.

Görüşmede bir konuşma da yapan Mehmet Görmez şunları söyledi:

“Bizi içimize girdiğimiz girdaptan kurtaracak yegane yol ilim yoludur…”

Her kim ilim yoluna koyulursa Allah da onun cennete giden yolunu kolaylaştırır. Melekler ilim talebesine kanatlarını gererler. Gökteki kuşlar, denizdeki balıklar bile ilim talebesine dua edeler. Sizler de meleklerin kanatlarında olasınız. Çünkü ilim talep etmek için bir yola çıktınız. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, ekmeğe ve suya muhtaç olduğumuz kadar ulumu islâmiyeye vakıf, usul ve metodoloji konusunda hazık alimlere ihtiyacımız var. Bizi içimize girdiğimiz girdaptan kurtaracak yegane yol ilim yoludur.

“İlim tarihinde üç büyük kırılma yaşanmıştır…”

İlim tarihinde alimin tanımı ve ilimle ilgili üç kırılma noktası yaşanmıştır. Birinci kırılma, ilmin hadis ilmi, tefsir ilmi, fıkıh ilmi gibi parçalara ayrılması. İslam bu bölünmeyi kabul etmez. Bugün İslam dünyasında da akademik dünyada da böyle bir bölünme ve parçalanma görüyoruz. Bu bölünme sorunludur. Âlim olmak için bunların tamamına vakıf olmak gerekir. Tefsir ilmiyle hadis ilmini, Fıkıh ilmiyle astronomi, matematik ilmini birbirinden ayıramazsınız. İkinci kırılma ise ilmin, dini ve dini olmayan ilimler diye ayrılmasıdır. Bu da doğru değildir. Kitabın ayetleriyle kainatın ayetlerini ayıramazsınız. Tefsir ne kadar dini ise Matematik de o kadar dinidir. İlmi dini ve gayri dini diye ayırmak İslam medeniyetinde en büyük sorunlardan biri olmuştur. Üçüncü kırılma ise, tekke-medrese ayrımından olmuştur. Bu ayrım da, tasnif de doğru değildir. Bunlar birbirini tamamlayan şeylerdir. İlmi dini ve dünyevi ilimler diye ayırmak doğru değildir.

“Hadis ve Kur’an ilmi, usûlsüz bir şekilde tahsil edildiği zaman ortaya âlim değil, öğretilmiş bir cehalet çıkar…”

İslam ilminde en önemli husus, usûl meselesidir. Malumat, bilgi çoktur. Ancak bugün bilgiye sahip olmak yetmez. O bilginin usûlüne sahip olmak gerekir. Bundan yıllar önce ‘İslam dünyasında hadis eğitimi bir emniyet ve güvenlik konusudur’ diye bir söz söylemiştim. Şimdi DAİŞ’in elinde Efendimizin sözlerinin bir silah gibi kullanıldığını görünce bu söz aklıma geliyor. İnsanların birbirlerini tekfir edip katletmeye başladığını görünce bu sözün ne kadar doğru olduğunu görüyoruz. Hadis ve Kur’an ilmi usûlsüz bir şekilde tahsil edildiği zaman ortaya bir âlim değil öğretilmiş bir cehalet çıkar. Usûlsüz bir İslam ilmi, öğretilmiş cehalettir.

“Okuduğumuz ilim, mezhebe mensubiyetimizi İslam’a ve Muhammed Mustafa’ya mensubiyetimizin önüne geçiriyorsa o ilmi terk etmemiz gerekir…”

Okuduğumuz ilim bizi fırkalara ayırıyorsa, okuduğumuz ilim mezhebe mensubiyetimizi İslam’a ve Muhammed Mustafa’ya mensubiyetimizin önüne geçiriyorsa o ilmi terk etmemiz gerekir. İlim amel ilişkisi üzerinde durulması gereken önemli bir konudur 

 

Başkan Görmez, gençlerle buluşmasının ardından Kum şehrinde yer alan Taklid Merci alimlerinden Ayetullah Cevadî el-Amulî ve Ayetullah Mekarim Şirazi ile de bir araya geldi.

Ayetullah Şirazi, bir ay sonra Kum şehrinde düzenlenecek olan ‘Günümüzde Tekfiri Akımlar ve Alimlerin Sorumluluğu’ başlıklı uluslararası kongreye Başkan Görmez’i davet etti. Ziyaret esnasında davetiyeyi Başkan Görmez’e ileten Ayetullah Şirazi, ilk defa bir ziyaret esnasında davetiyeyi verdiğini, bunun da Başkan Görmez’e verilen değeri göstermek adına yapıldığını kaydetti.

Çarşamba, 30 Aralık 2015 03:37

Mehmet Görmez Iranda

Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, dün Ayetullah Cevadî el-Amulî ve Ayetullah Mekarim Şirazi ile bir araya geldi.

Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı'nın haberine göre, Mehmet Görmez İran'ın Kum şehrinde gençlerle bir araya geldi.

Başkan Görmez, gençlerle buluşmasının ardından Şii aleminin önde gelen Taklid Merci alimlerinden Ayetullah Cevadî el-Amulî ve Ayetullah Mekarim Şirazi ile de bir araya geldi.

Ayetullah Şirazi, bir ay sonra Kum şehrinde düzenlenecek olan ‘Günümüzde Tekfiri Akımlar ve Alimlerin Sorumluluğu’ başlıklı uluslararası kongreye Başkan Görmez’i davet etti.

Ziyaret esnasında davetiyeyi Başkan Görmez’e ileten Ayetullah Şirazi, ilk defa bir ziyaret esnasında davetiyeyi verdiğini, bunun da Başkan Görmez’e verilen değeri göstermek adına yapıldığını kaydetti.

İbrahimi:İran ve Türkiye'nin münasibetleri önemli
İran ve Türkiye'nin birbirleriyle olan münasebetlerinin, aşırı görüşlerin rağbet bulmaması için önemli olduğuna işaret eden İran Kültür ve İslami İletşim Kurumu Başkanı, şu anda İslam dünyasının pek çok yerinde birçok olumsuz gelişme yaşandığını vurguladı.

Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İran ziyaretinde İslami Kültür ve İletişim Kurumu Başkanı Ebuzer İbrahimi Türkiman'ı ziyaret etti.

İran Kültür ve İslami İletişim Kurumu Başkanı İbrahimi, Görmez'in İran ziyaretinden dolayı memnun olduklarını kaydederek, tekfirci grubu ve ifrat hareketlerinde bulunanlara karşı duruşunun kendilerini ümitlendirdiğini söyledi.

İran ve Türkiye'nin birbirleriyle olan münasebetlerinin, aşırı görüşlerin rağbet bulmaması için önemli olduğuna işaret eden İbrahimi, şu anda İslam dünyasının pek çok yerinde birçok olumsuz gelişme yaşandığını vurguladı.

Görmez’in ehlibeytle ilgili görüşünden memnuniyet duyduklarını vurgulayan İbrahimi, "Biz sizin samimiyetinizden asla şüphe etmiyoruz. Sizin mezheplerin yaklaşmasıyla ilgili görüşünüzün samimiyetine inanıyoruz. Yakınlaşmanın tahribe dönüşmemesi için gayret sarf ediyorsunuz. Ayrılıktan herkes zarar eder. Ayrılıktan hiç kimse fayda sağlamaz" ifadesini kullandı.

Heyetler arası gerçekleşen görüşmede Prof. Dr. Görmez, davetlerinden dolayı İranlı yöneticilere teşekkür ederek, İran halkının, Hz. Peygamberin veladeti Nebeviyyesinin yıldönümü olan Mevlit kandilini tebrik ederek tüm İslam alemine hayırlar getirmesini diledi.

‘29. Uluslararası Vahdet Konferansı’nda yaptığı konuşmaya atıfta bulunan Görmez, ümmetin ocağına ateş düştüğünü belirterek, "Bugün akleden her insana düşen vazife bu ateşi söndürmektir. İran ziyaretimiz, İbrahim'in ateşini söndürmeye giden karınca misali acaba bu ateşi söndürmede küçücük bir payımız olur mu düşüncesiyle oldu" diye konuştu

.

Çarşamba, 30 Aralık 2015 03:22

İnkılap Rehberi: Amerika İslam’a karşıdır

İnkılap Rehberi Imam Hamanei, Amerika’nın İslam’a karşı olduğunu ifade etti.

İran İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, Peygamber Efendimimiz Hz. Muhammed (s.a.v) ve İmam Sadık'ın (a.s) kutlu doğum günü münasebetiyle devlet yetkilileri, İslami Vahdet Konfransı’na katılmış olan yerli ve yabancı konuklar, İslam ülkelerinin Tahran büyükelçileri ve halkın farklı kesimlerini makamına kabul etti.

Yeni İslam uygarlığının kurulması için gayret etmeliyiz

Bu görüşmede İslam peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) ve İmam Sadık’ın (a.s) kutlu doğum gününde olmak münasebetiyle tebirklerini ileten İnkılap Rehberi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) doğum gününü kutlamanın İslam dünyasının yapması gereken görevlerden biri olduğunu belirterek, “Şu an İslam dünyasının görevi sadece İslam Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v) doğum veya bi’set gününü kutlamak değil, yeni İslam uygarlığının kurulması için gayret etmektedir” dedi.


 Imam Hamanei, “Yeni İslam uygarlığı, Batı ülkelerinin yaptığı gibi diğer ülkelere saldırmak, insanların hukukunu ihlal etmek ve kendi ahlak ve kültürünü milletlere dayatmak değil, ilahi rahmetin yeryüzünde yayılması ve insanların doğru yolu bulması için zemin hazırlamaktır” beyanında bulundu.

 Din alimleri ve hakiki aydınların yardımına ihtiyaç var

Kendi uygarlığını kurmak için Batı’nın İslam dünyasındaki bilim ve felsefeden yararlanmış olduğuna işaret eden İnkılap Rehberi, “Gerçi bu uygarlık (Batı uygarlığı) hayatın kolaylaşması için teknoloji ve farklı araçlar ortaya koymuştur, ancak insanlar için mutluluk, saadet ve adalet getirememiş ve içten de çelişkiye maruz kalmıştır" diye söyledi.
 

Yeni İslam uygarlığı’nın temelini atmak için artık sıranın İslam dünyasına geldiğini ifade eden Imam Hamanei, “Bu amaca ulaşmak için İslam dünyası siyasetçilerine ümidimiz yoktur. Din alimleri ve Batı’yı kendi kıpleleri olarak sanmayan hakiki aydınlar İslam dünyası için gereken girişimlerde bulunmakla birlikte bu uygarlığın kurulmasının mümkün olduğuna inanmalıdır” açıklamasında bulundu.

Müslümanlar arasında ihtilaf çıkarmak düşmanın aracı

Imam Hamanei, “Yeni İslam uygarlığının kurulmaması için düşman müslümanlar arasında ihtilaf çıkarmayı bir araç gibi kullanmaktadır. Amerikan yetikililer ve politikacıların konuşmalarında Şii ve Sünni gündeme geldiği zaman düşünür ve ileri görüşlü insanlar endişelendi. Çünkü onların (düşmanın) eskisinden daha çok tehlikeli olan yeni bir komplo kurmak istedikleri anlaşıldı” dedi.
 

Şii ve Sünni gözetmeden Amerika’nın İslam'a karşı olduğunu söyleyen İnkılap Rehberi, “Amerika için Şii ve Sünni farketmez. Onlar İslam şeriatı ve hükümleriyle yaşmak isteyen her müslümana karşı çıkarlar” şeklinde konuştu.

Türkiye Diyanet İşleri Başkanı “Hiçbir strateji, Müslüman kanının dökülmesini önlemekten daha değerli değildir”dedi.

Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, İran’ın başkenti Tahran’da düzenlenen ve İslam ülkelerinden temsilcilerin katıldığı ‘29. Uluslararası Vahdet Konferansı'nda konuştu.

Dünya İslam Mezhepleri Yakınlaştırma Birliği tarafından 27-29 Aralık tarihleri arasında Tahran'da düzenlenen ve ‘İslam dünyasında mevcut krizler’ temasıyla gerçekleşen konferansta konuşan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, İslam dünyasında yaşanan mezhep çatışmalarına son verilmesi için çağrıda bulundu.

İslam coğrafyasında yaşanan sorunlara hiçbir müminin sessiz kalmaması gerektiğini belirten Başkan Görmez, İslam ülkelerinin üst düzey temsilcilerine hitaben yaptığı konuşmada “Hiçbir strateji, Müslüman kanının dökülmesini önlemekten daha değerli değildir. Hiçbir siyaset, Müslümanların parçalara ayrılarak birbirini katletmesini önlemekten daha önemli değildir” dedi.

İslam dünyasının ocağına ateşler düştüğünü, fitne ve tefrikanın bir hançer gibi ümmetin kalbine saplandığını ifade eden Başkan Görmez’in ‘29. Uluslararası Vahdet Konferansı'nın açılışında yaptığı konuşmadan bazı satırbaşları şöyle;

“Kendilerinden olmayan herkesi tekfir ederek ötekileştiren anlayış, İslam dünyasının kalbine bir hançer gibi saplanmış durumdadır…”

Bu buluşmamız bir tefekkür ve tedebbür buluşmasıdır. Bugün Ümmetin ocağına ateşin düştüğü, ümmetin diyarında ateşin yükseldiği bir dönemde kardeşlik ahlak ve hukukumuzu konuşmak, “ümmet olma şuurumuzu” sorgulamak, vahdeti ve kardeşliği yeniden tesis etmek için bir araya gelmiş bulunuyoruz. Bölgemizde yaşananlara hiçbir mümin vicdan sessiz kalamaz ve kalmamalıdır. Fitne ve tefrika ateşinin İslam ümmetini her taraftan kuşattığı günümüzde işgal ve istibdatlardan sonra bugün her türlü şiddet ve cinayeti caiz gösteren, kendilerinden olmayan herkesi tekfir ederek ötekileştiren anlayış, İslam dünyasının kalbine bir hançer gibi saplanmış durumdadır” dedi.

“Müslümanların izzet ve onuru tarihte hiç olmadığı kadar bugün bizzat birbirlerinin eliyle yok edilmektedir…”

Bugün İslâm dini ve İslam alemi tarihin belki de en zor süreçlerinden birini yaşamaktadır. Öyle ki bugün Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de, Nijerya’da ve İslam coğrafyasının diğer köşelerinde çatışmaların, Allahüekber nidalarıyla intihar saldırılarının, masum kız çocuklarını kaçırmaların, camileri bombalamaların, kutsal mekânları tahrip etmelerin sonunun nasıl olabileceğini tahmin edememekteyiz. Müslümanların kanı akmaya devam etmekte; Müslümanların izzet ve onuru tarihte hiç olmadığı kadar bugün bizzat birbirlerinin eliyle yok edilmektedir. Milyonlarca insan yerinden, yurdundan, evinden barkından, hayatından olmaktadır. Yaşanan kaos ortamı bütün dünyada İslam ve Müslüman algısını tahrip etmektedir. Tüm dünyada Müslümanların başı hüzünle öne eğilmekte, İslam dininin temsilcileri korku, dışlanma ve şiddet tehdidi altında yaşam mücadelesi vermektedir.

“Bugün iman, akıl ve hikmetten uzak terör şebekelerinin, Peygamberimizin mübarek ismini sözde bayraklarına nakşederek İslam’a verdikleri zarar, düşmanların verdiği zararı geçti…”

Bugün İslamofobiyi oluşturmak isteyen endüstri, İslam dünyasındaki çatışmaları ve yaşanan manzaraları gösterip Müslümanlar aleyhine acımasız bir propaganda yapmaktadır. Bu müşerref dini, korku dini olarak lanse etmekte, birbirinin canına, malına, ırzına kasteden Müslümanlar arasındaki fitne ateşini körüklemektedir. Bugün bizler -Ey Alimler- tefekküre, derinden düşünmeye ve mütalaa etmeye muhtacız. Zira bugün maalesef İslam’ın cahil müntesiplerinin, her türlü iman, akıl ve hikmetten uzak terör şebekelerinin, Sevgili Peygamberimizin mübarek ismini sözde bayraklarına nakşederek din-i Mübin-i İslam’a verdiği zarar, azılı düşmanların verdiği zararı fersah fersah geçmiş bulunmaktadır.

“İslam topraklarını kan gölüne çeviren çatışmaların dinin aslından ya da mezhep farklılıklarından kaynaklandığı söylenemez…”

Bu bir muhasebe buluşmasıdır. Yaşanan acıların, tefrikanın, adavetin sebeplerini sadece dış mihraklarda aramak en kolay yoldur. Suçu sadece diğer mezhebin yaptıklarında bulmak kolaycılıktır. Tüm bu hadiseleri sadece İslam muhaliflerine, şer güçlere, emperyalistlere, Siyonistlere bağlamak bizi kurtaramaz. Zira sorunların bir de iç dokumuzu, imanî ve ahlakî dinamiklerimizi, yani bizi ilgilendiren boyutu vardır. 

Diğer taraftan İslam topraklarını kan gölüne çeviren çatışmaların dinin aslından ya da mezhep farklılıklarından kaynaklandığı da söylenemez. Bu vahşetin köklerini asr-ı saadette, Hz. Peygamber’in hadislerinde, Hz. Osman’ın katliyle başlayan fitne döneminin akabinde yaşanan mezhep ihtilaflarında aramak beyhudedir. Zira bunlar, modern zamanların işgal ve sömürgelerinden sonra istibdatların gölgesinde, yoksulluk, cehalet ve esaret altında büyüyen yaralı bilinçlerin ürünüdür.

Evet, Bizler muhasebeye muhtacız. Zira kin, öfke, ihtiras ve intikam yüklü ölümcül kimlikler kendilerini mezhep görüntüsü altında meşrulaştırmaya çalışmaktadır ve biz bunlar olurken ne yapmaktaydık, neyi anlatamadık, nerde hata yaptık kendimize sormak zorundayız.

“Hiçbir strateji, Müslüman kanının dökülmesini önlemekten daha değerli değildir…”

Bu bir vahdet buluşmasıdır. Vahdet, kardeşlik, dostluk, sevgi, dayanışmadır. Birlikte yaşama, paylaşma, ortak değerlere sahip olma, ortak ideallere yönelmedir. Tevhidin sancağı altında toplanma, Allah’ın dini yolunda her türlü dünyevi menfaati bir kenara bırakmadır. İslâm dünyasından barut kokusu yükselirken acımız ortak, derdimiz ortak, duamız ortak olmalıdır. İslâm ümmetinin yeşerttiği mümtaz medeniyetleri, bu medeniyetlerin ortaya koyduğu büyük tecrübeleri yok sayarak yol alamayız. Bütün bu müktesebatı dışlayan, ümmetin vahdetine aykırı yorum ve dayatmalar içeren, şiddet ve zorbalık öngören nevzuhur dinî akımlara karşı hep birlikte mücadele etmek zorundayız. Hiçbir strateji Müslüman kanının dökülmesini önlemekten daha değerli değildir. Hiçbir siyaset, Müslümanların parçalara ayrılarak birbirini katletmesini önlemekten daha önemli değildir. Vahdete muhtacız. Zira “vasat ümmet” olma özelliğimizi yitirdik, yeryüzünün bütün muhtaçlarından, mazlumlarından sorumlu olduğumuzu unuttuk. Bu yoldan sapmaları uygun görecek miyiz?

“Müslümanların vahdetini, uhuvvetini ve maslahatını ön planda tutmak ve bu uğurda her türlü riski alarak hakkı, hakikati, adaleti ve ahlakı savunmak âlimin tavrı olmalıdır…”

Bu bir davet buluşmasıdır. Müslümanların vahdetini, uhuvvetini ve maslahatını ön planda tutmak ve bu uğurda her türlü riski alarak hakkı, hakikati, adaleti ve ahlakı savunmak âlimin tavrı olmalıdır. Bizler bu dinin şiarını üstünde taşıyan ilim insanları olarak maalesef “hac menasikini ifa ederken karınca öldürmenin hükmünü” uzun uzun izah ettik ama masum insanları katletmenin haramlığını ve “bir insanı haksız yere öldürmenin bütün insanlığı öldürmek olduğunu” haykırmayı ihmal ettik.

“Birbirimizi suçlamakla bölgemizdeki ateşi söndüremeyiz…”

Asırlardır süren ihtilafları sürekli gündemde tutarak huzura kavuşamayız. Çevremizdeki ateş çemberi her geçen gün büyürken, birbirimizi suçlamakla, eksik ve hata aramakla meşgul olduğumuz sürece onu söndüremeyiz. Gün gelip bu ateşin içinde birlikte kavrulmadan, ümmetin umudunun beraberimizde küle dönüşmesini beklemeden ateşi söndürmek için bugünden tezi yok harekete geçmeliyiz.

“Akan kanın Sünnisi Şiisi olmaz, akan kan kardeş kanıdır…”

Yetmedi mi bunca akan kan, yetmedi mi bunca işkence ve musibetler! Siyonizmin emperyalizmin kıskacında bunca aşağılanma yetmedi mi? Çıkalım salonlarımızdan, çıkalım havzalarımızdan, çıkalım camilerimizden, tekkelerimizden, Hüseyniyelerimizden. Kalemlerimizi, zihinlerimizi, kalplerimizi, gönüllerimizi devreye sokalım. Sesimizi ve çığlıklarımızı yükseltelim. Ümmetin ocağı yanıyor, Ümmetin diyarında ateşler yükseliyor. Bu fitneyi söndürmemiz gerekiyor. Akan kan Müslüman kanı! Dökülen kan Müslüman kanı olduktan sonra Sünni olmuş Şii olmuş ne farkeder? Kanın Sünnisi Şiisi olur mu? Kardeş kanına göz yumulur mu? Hangi akıl, hangi delil, hangi gerekçe bunu haklı gösterebilir?

Cinayet şebekeleri, Hz. Peygamberin ismini flamalarının üstüne yazarak tekfir beyannameleri yayınlarken bizler nerelerdeydik! Bunda bizim hiç mi kusurumuz yok? Ey Alimler! Bu kin ve nefret eken konuşmalara, bu ötekileştiren hezeyanlara karşı bizler ne yaptık?

“Tarihte Endülüs ve Maveraünnehir medeniyetlerini kaybettik, şimdi de Şam, Bağdat ve Yemen medeniyetlerini kaybediyoruz…”

Sekiz asırdır Batı’yı aydınlatan Endülüs İslam medeniyetini, Doğu’yu aydınlatan Maveraünnehir Medeniyetini, Afrika’yı imar eden İslam medeniyetlerini kaybettik. Şimdi Şam-ı Şerif’te, Selam yurdu Bağdat’ta, Hikmet beldesi Sana’daki medeniyetlerimizi kaybetmek üzereyiz, farkında mısınız? Bugün, bigâne olamayacağımız tek bir konumuz vardır. O da akan kanı durdurmak, Müslümanları birbirleriyle karşı karşıya getiren komplolara karşı durmak, içimizden ve dışımızdan beslenen her türden dahili ve harici fitne uzantılarıyla savaşmak ve ümmeti halasa çıkarmaktır.  Davete muhtacız. Zira rahmet ve merhamette buluşmadıkça, selam ve eman yurtlarını tarihte sahip oldukları huzura kavuşturamayız. Kendi evimizde, İslam coğrafyasında barışı sağlayamazsak, dünyada barış ve adaleti temin edemeyiz.

“Mezhep mensubiyetini, İslam aidiyetinin üstünde görmek asla kabul edilemez…”

Bu bir uhuvvet buluşmasıdır. Mezhepler, İslam dininin anlaşılmasındaki farklı fikir ve kanaatleri temsil eden, zamanla oluşmuş beşeri mekteplerdir. Hepsinin amacı Allah’a varan istikameti belirlemektir. Her biri ana yola varan bir tali yol mesabesindedir, ancak varacakları yer aynıdır. Mezhebi dinle aynileştirmek ya da mezhep mensubiyetini, İslam aidiyetinin üstünde görmek asla kabul edilemez. Mezhebe dayalı ayrıştırma, ötekileştirme ve çatışma taassubun ve cehaletin yansımasıdır. Mezheplerin dinin önüne geçtiği hallerde en çok zarar gören dinin bizzat kendisi olmuştur.

“Şii de olsun Sünni de olsun ama hepsi bir arada tek ümmet olsun…”

Mezhebi farklılıklarımızı birer zenginlik saymalı ve vahdetimizi muhafaza etmeliyiz. “Şiilik Sünnilik olmasın demiyorum, Şii de olsun Sünni de olsun ama hepsi bir arada tek ümmet olsun” diyorum. Sünni ya da Şii olsun, diğerinin mezhebini batıl olmakla itham eden ve kardeşini küfür ile suçlayan bir zihniyet asla iflah olamaz. Bugün Ehl-i Beyt yolu, güç ve siyaset yolunu değil, gönül ve merhamet yolunu temsil etmelidir. Ehl-i beyt bizi birbirimize bağlamalı, Resulullah’ın muhterem ailesine hürmette kusur eden, onların hakkını ihlal eden hepimizi karşısında bulmalıdır.

“Şiiler ve Sünniler tek bir ümmettir…”

Burada altını çizerek tekrar vurgulamak istiyorum: Şiiler ve Sünniler tek bir ümmettir. Evet, doğrudur, benim ülkemin çoğunluğu kendisini Sünni olarak tanımlamaktadır. Ancak bizim Sünniliğimiz orta yol ve itidalden hiçbir zaman ödün vermemiştir. Bizim Sünniliğimiz başkalarına karşı hizipçiliği öngören bir Sünnilik değildir. Bizim sünniliğimiz ehl-i beyt muhabbetiyle yoğrulmuş bir Sünniliktir. Bugün yapılması gereken, tarihin sayfalarında yolumuzu kaybetmek, tarihi şahsiyetlerden intikam almak değil, tarihten aldığımız ders ve ibretle istikametimizi belirlemektir. Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerinedir, işledikleri aleyhinedir. Kıyamet gününde onların yaptıklarından hesaba çekilmeyiz, aksine kendimize, dinimize ve ümmetimize yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz.

“Hiç kimse bir başkasını, İslam’ı kendisinin anladığı gibi algılayıp yaşamadığından ötürü tekfir edemez…”

Akleden kalpler için Resûl-u Ekremin sünneti de rahmettir, Ehl-i Beyt’i de… Akledenler için adalet uğruna can veren Hüseyin de, barışı egemen kılmak için sulh imzalayan Hasan da rahmettir. Nitekim Hz. Hasan Efendimiz şunu buyurmuştu: “Aklı olmayanın edebi yoktur, himmeti olmayanın mertliği yoktur, dini olmayanın hayâsı yoktur, aklın başı insanlarla bir arada yaşamaktır.” Unutmayalım ki; hiçbir kimse bir başkasını, İslam’ı kendisinin anladığı gibi algılayıp yaşamadığından ötürü tekfir edemez.

“Cihat, terörün, vahşetin ve öldürmenin değil, diriltici bir gayretin hayat veren bir mücadelenin adıdır…”

Müslüman bir başka Müslümanı müşrik görerek onunla savaş halinde olamaz. Böyle bir çatışma İslam’ın en ulvi kavramlarından olan cihat ile beraber anılamaz. Mezhebine, fikrine ve anlayışına uymayanı tekfir ederek onu öldürmeyi, hiç kimse cihat olarak tarif edemez. Cihat; terörün, vahşetin ve öldürmenin değil diriltici bir gayretin hayat veren bir mücadelenin adıdır. Bugün, Müslümanların topyekûn başvuracağı en büyük cihat; cehalete, taassuba, fitne ve tefrikaya karşı yapacakları cihattır.

“Allah’ın dini iki kelime üzerine kurulmuştur. Allah’ın tekliği ve ümmetin birliği…”

Şüphesiz ki,  Allah’ın dini iki kelime üzerine kurulmuştur. Kelime-i tevhid ve vahdet-i kelime, yani Allah’ın tekliği ve ümmetin birliği. Biz batılı veya doğulu ülkelerin aramızda ayrılık çıkarmadığını söylemiyoruz. Zira onların bakanlarıyla, elçileriyle, uzmanlarıyla askeri görevlileriyle, güvenlik danışmanlarıyla ülkemizden ayrılmadıklarını görüyoruz. Onlar ülkelerimizdeki şiddet örgütlerini her türlü yasaklanmış savaş silahı ile donatmaktadırlar. Katillerin liderlerine kendileri için yasak gördükleri kimyasal silahlarla halklarını öldürmeye izin vermektedirler. Ölenler müstazaf olduğu sürece kendilerinden hesap sormamaktadırlar.

“Her türlü kimyasal savaş silahı ve zehirli gazları kendi halklarına karşı kullanmayı uygun görenlerin bulunmasını anlamamız mümkün değildir…”

Biz eğer, sömürgeci büyük devletlerin gerekçelerini ve Müslümanlar arasında fitne ateşini tutuşturma gayelerini, onlara her türlü kimyasal savaş silahı ve zehirli gazları verme sebeplerini anlasak da Müslümanlar arasında uluslararası hukuk yönünden ve dini açıdan yasak olan bu kimyasal silahları onlarla siyasi olarak farklı düşünse de onları düzeltme amacı taşısa da kendi halklarına karşı kullanmayı uygun görenlerin bulunmasını anlamamız, bunu tasavvur etmemiz mümkün değildir. Anlamakta zorluk çektiğimiz ve kabul edemediğimiz husus, anayasal, demokratik sivil yönetim istedikleri ve ailesini tercih etmedikleri için yüzbinlerce kişiyi öldürmesidir. Yine anlamadığımız ve daha fazla garip karşıladığımız husus, yeryüzündeki bazı Müslümanların onun yanında durması, zulmünü ve şiddetini onaylamasıdır.

“Bir zalime zulmünde destek olanı Allah onu ateşte kendisi ile birlikte hasreder…”

Bir kısmımız kendisine haksızlık etti. Müslümanların duasını lehine değil, aleyhine çevirdi. Tarihin lanetini kendisine yöneltti. Zulüm kıyamet gününün karanlığıdır. Umulur ki, güzel son en hayırlı amel olur, kendisinden öncekilere kefaret olur. Bir zalime zulmünde destek olanı Allah onu ateşte kendisi ile birlikte – Allah muhafaza buyursun - haşrder.

“Dinimizin bize emrettiği, Peygamberimizin teşvik ettiği kardeşliğe muhtacız…”

Şüphesiz ki dinimizin bize emrettiği, Peygamberimizin teşvik ettiği kardeşliğe muhtacız. Zira acılarımız artıyor, mazlumlarımız çoğalıyor, Kerbelâlar Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de ve başka diyarlarda tekrarlanıyor. Bizler bugün Ehl-i beyt yolunun bizi ayrıştırmadığını, buluşturduğunu fark etmeliyiz. Dinimizi daha derin bir anlayışla anlamak ve birbirimize karşı daha fazla sükunet ve engin bir hoşgörü ile yaklaşmak  için çaba sarf etmeliyiz.

“Geliniz, topraklarımıza ekilen fitne tohumlarının daha fazla filizlenmesine izin vermeyelim…”

Geliniz, topraklarımıza ekilen fitne tohumlarının daha fazla filizlenmesine, zehirli sarmaşıklar misali ümmetin boynuna dolanmasına, can damarlarımızı kurutmasına izin vermeyelim! Birliğimize ve dirliğimize göz diken şer odaklarının kirli emellerine alet olmayalım. Bizi birbirimize düşürmeye çalışanların oyunlarını bozalım. Saflarımızı sık ve düzgün tutalım.  Müslümanların birbirlerinin kanını akıtmalarını engelleyelim. Müslümanın Müslümana kanı ve ırzı haramdır.

“Geliniz, Mısır’da kardeşlerimize bu kapıdan el uzatalım, Suriye’de binlerce insanı evsiz bırakan siyasetlere bu kapıdan karşı çıkalım, Filistin’e bu birlik kapısından gidelim…”

Geliniz, yeniden el ele tutuşalım. Allah’ın ipine sarılırken mezhep, meşrep sorgusu yapmayalım. İslam’ın insanlık için bir sahici umut olarak var olan şeref ve izzetini dağıtmayalım. İslam’ın bize gösterdiği hedeflerde birbirimizle yarışalım. Birliğimiz güçlü olmamız ve başarılı olmamızın tek yoludur. Önce kendi aramızı islah edelim. Düşmanlık ve şerde değil, İyilik ve takvada yardımlaşalım.

Mısır’da hakları gasp edilen kardeşlerimize bu kapıdan el uzatalım,  Suriye’de binlerce insanı evsiz bırakan siyasetlere bu kapıdan karşı çıkalım, Filistin’e bu birlik kapısından gidelim,

“Ey İslâm Uleması, geliniz bu ihtilaftan çatışma üretmek yerine farklılıklarımızı olduğu gibi kabul edelim, bunu kanlı çatışmalara bahane kılmayalım…”

Geliniz, Allah’ın ihtilaf etmekte olduklarımızı haber vereceği, anlaşmazlığa düştüğümüz konuları hükme bağlayacağı o güne kadar birbirimizi yıpratmayı, zayıflatmayı bırakalım. Şia ve Sünne arasındaki ihtilafı 14 asırdır çözemediğimize göre ve bundan sonra da çözemeyeceğimize göre, Sünnisiyle Şiisiyle ey İslâm Uleması! Geliniz bu ihtilaftan çatışma üretmek yerine farklılıklarımızı olduğu gibi kabul edelim, bunu kanlı çatışmalara bahane kılmayalım. Vahdet ve kardeşliğimizi pekiştirelim!

“Geliniz, küfrün karşısında tek ses, hainin karşısında tek yürek, zalimin karşısında tek bilek olalım…”

Geliniz, küfrün karşısında tek ses, hainin karşısında tek yürek, zalimin karşısında tek bilek olalım. Dostu düşmanı tanıyalım; akla karayı seçelim; emperyalistlerin değil, ümmetin yüzünü güldürelim. Müslüman varlığının hunharca yok edilmesine seyirci kalmayalım. Mukaddesatımızla alay edilmesine, şerefimizin zedelenmesine, haremimizin çiğnenmesine müsaade etmeyelim.

“Mezhep ve meşrep farkını öne sürerek Müslüman öldürmek cihad değil, terördür…”

Geliniz, kardeşkanı dökmenin haram olduğunu, her Müslüman’ın ırzının, malının, canının dokunulmaz olduğunu bir defa daha ilan edelim. Mezhep ve meşrep farkını öne sürerek Müslüman öldürmek cihad değil, terördür. Geliniz ameller yönünden hüsrana uğrayanlardan olamayalım. Dünyada ameli boşa çıktığı halde iyilik yaptığını zannedenlerden olmayalım. Geliniz zalimin zulmünde destek olmayalım. Halkına baskı kuran yöneticiye destek vermeyelim. Bu yolun sonu ahlaki ve maddi hüsrandır.

“Küresel Siyonizm, gözlerini bize dikmiş duruyorken tarihin sayfalarındaki ihtilaflı konuları ogündeme taşımanın ne yararı var…”

Geliniz, bir daha düşünelim: Hangi ayet, hangi hadis, hangi delil, hangi hüccet İslam ümmetinin birliğini bozmaya, masum Müslüman halka ateş açmaya, yuvalara acı salmaya müsaade ediyor?  Bizler, Ümmetin derdine yeni dertler katmayalım. Küresel Siyonizm, gözlerini bize dikmiş duruyorken tarihin sayfalarındaki ihtilaflı konuları gündeme taşımanın ne yararı var? Hangi hesap, hangi proje, hangi plan bundan çıkar sağlıyor? Bunca bombardımandan sonra kimin özgürlüğü, kimin onuru, kimin insanlığı yıkıntıların altında kalıyor?

“Şehitlerin kanı sarık ve cübbelerimize sıçramışken zulme sessiz kalırsak, şiddete, teröre ‘dur’ diyemezsek bu en büyük vebal olarak defter-i a’malimize işlenecektir…”

Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanı olarak diyorum ki; Geliniz fitneyi savaştan beter görelim ve yeryüzünden fitnenin kalkması için elbirliği ile emek verelim. Bölgemizin yeniden barış yurdu olması için çatışmanın stratejisini değil, barışın kelamını yapalım, güvenin ilkelerini yazalım. Birlikte yaşamanın ahlakını oluşturarak, barışa dayalı bir hukuk inşa edelim.

Âlem-i İslam’ın gözü üzerimizdedir, Ümmet-i Muhammed’in kulağı bizdedir, mazlumların ve biçarelerin eli yakamızdadır! Şehitlerin kanı sarık ve cübbelerimize sıçramışken zulme sessiz kalırsak, şiddete, teröre “dur” diyemezsek bu en büyük vebal olarak defter-i a’malimize işlenecektir.

“Geliniz bu güzide şehirde, Tahran’da yapılan bu toplantıyı bir ahde ve misaka dönüştürelim…”

Geliniz bu güzide şehirde, Tahran’da yapılan bu toplantıyı bir ahde ve misaka dönüştürelim. Buradan yapacağımız çağrıyı dünyanın dört bucağına ulaştıralım. Çağrımızı sözde bırakmayıp eyleme dönüştürelim. Mezhebimizin ve ideolojimizin değil, İslam’ın tevhid anlayışının yayılmasını esas alalım. Ülkelerimizin içerde ve dışarda Müslümanların kanını akıtmayı içeren siyasi stratejilerine değil, dinimizin rahmet ve esenlik taşıyan evrensel mesajına öncelik verelim.

Geliniz, tanımlamalarımızı ayrılık üzerine değil, yakınlık üzerine yapalım. Ayrıştıran değil kaynaştıran olalım. Yaralayan ve karalayan değil, yakınlaştıran ve aydınlatan olalım.

“Ya Rabbi, sen kalplerimizi birleştir, saflarımızı sıkılaştır, mazlum ümmetleri necata erdir, Ümmeti İslam’ı tevhit üzere sabit kıl…”

Elimizle sebep olduğumuz musibetler, savaşlar ve afetler hepimiz için acı bir son hazırlarken tek umudumuz Sensin. Merhameti unutan yeryüzü halklarını sen ıslah eyle! Bize feraset ver; fitneyi savaştan beter görelim, yeryüzünde fitnenin ortadan kalkması için vicdanlarımızı yeniden harekete geçirelim. Bize basiret ver; İslam topraklarının barış ve eman yurdu olması için üzerimize düşeni yerine getirelim. Bize gayret ver; tarihin yıkılmasına, haysiyetin ayaklar altında ezilmesine, kardeşlerimizin katledilmesine izin vermeyelim. Bize kudret ver; müminler arasındaki kini, öfkeyi ve nefreti ortadan kaldıralım. Bize vahdet ver; silahın gücüne değil, merhametin gücüne sarılalım, bir olalım, birlik olalım. Bize sekinet ver; korkularımızı yenelim, duanın ve sözün gücüne inanarak ümitvar olalım. Rabbimiz sen kalplerimizi birleştir, saflarımızı sıkılaştır, mazlum ümmetleri necata erdir, Ümmeti İslam’ı tevhit üzere sabit kıl.

Konferansa İran Cumhurbaşkanı Ruhani ve Bakanlarla katılırken İslam ülkeleri de üst düzey temsil ile toplantıya katıldı.

Tahran’da üç gün boyunca devam edecek olan konferansta, İslam dünyasındaki sorunlar masaya yatırılarak çözüm aranacak.

Başkan Görmez, toplantının açılış programının ardından İran’da temaslarına devam edecek. 

Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı

Pazartesi, 28 Aralık 2015 03:58

Görmez, Vahdet Konferansı için İran'da

Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, 29. Uluslararası Vahdet Konferansı'na katılmak ve resmi temaslarda bulunmak üzere İran'a geldi.

Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'i, Tahran Mehrabat Havaalanı'nda, Dünya İslam Mezhepleri Yakınlaştırma Birliği Başkanı Ayetullah Muhsin Eraki karşıladı.

İran halkı ve yöneticilerine davetleri için teşekkür eden Görmez, bunun gecikmiş bir ziyaret olduğunu belirtti.

Ümmetin ocaklarına ateş düştüğünü, bunu söndürmek için her müminin, her vicdan sahibi insanın elinden geleni yapması gerektiğini vurgulayan Görmez, şunları söyledi:

"Hazreti İbrahim'in ateşini söndürmeye giden karınca misali, en azından o yolda olmak gerekiyor. Bütün Müslümanların bizi fitne ve ihtilafa götürecek her türlü unsurdan arınması gerekiyor. Önceliği kan ve gözyaşının durmasına vermek gerekiyor. Bu ziyaretimizin tek amacı budur. Ziyaretim buna bir nebze de olsa katkı sağlarsa kendimi bahtiyar sayacağım."

- "Ziyaretiniz büyük önem arz ediyor"

 

Eraki de İran'ı ziyareti için Görmez'e teşekkür ederek, "Burası sizin eviniz, sizin toprağınız, kendi evinize hoş geldiniz. Sizin gelişiniz umuyoruz ki Müslümanların arasındaki soruna çözüm olacaktır. Müslümanların birleşmesine yardımcı olacaktır" dedi.

 İran halkı adına Görmez'in ziyaretinden onur duyduklarını dile getiren Eraki, şöyle konuştu:

"İran'ın ev sahipliğinde gerçekleşecek toplantı bir fırsattır. Müslümanlar arasında bir yakınlaşmaya sebep olacaktır. İslam alemini birleştirmek adına gerçekleştirilecek bu toplantı, Müslümanların arasında yaşanan sorunlara da çözüm sunacaktır. Sizin de bu toplantıya iştirak etmeniz, İran'da olmanız bizler için onurdur. Sizin bu ziyaretiniz Müslümanlar arasında bir yakınlaşmaya sebep olacaktır. Mezhepleri birbirine yakınlaştırma ve farklılıkları birleştirmek adına ziyaretiniz büyük önem arz ediyor."

Dünya İslam Mezhepleri Yakınlaştırma Birliğince Tahran'da düzenlenen 29. Uluslararası Vahdet Konferansı, 29 Aralık'ta sona erecek.

- Görmez'in Tahran programı

Görmez, İran programı kapsamında 29. Uluslararası Vahdet Konferansı'nın açılışında yapacağı konuşmanın ardından, İran Kültür ve İslami İrşad Bakanı Ali Cenneti, İnkılap Rehberi Danışmanı ve İslami Mezhepleri Yakınlaştırma Kurumu Yüksek Kurulu Başkanı Ayetullah Teshiri, Hac ve Ziyaret Kurumu Rehberlik Makamı Temsilcisi Gazi Asger, İran İslam Cumhuriyeti İlmiye Havzaları Müdürü Ayetullah Hüseyni Buşehri'nin de aralarında bulunduğu üst düzey yetkililerle görüşmelerde bulunacak. 

İslami Mezhepler Üniversitesini ziyaret edecek olan Görmez, burada öğrencilere konferans verecek. Görmez, temaslarının ardından 30 Aralık'ta yurda dönecek

Pazartesi, 28 Aralık 2015 03:54

İlahî Rahmetin Beşere Nüzûlü ve Vahdet

“Bu büyük doğum, beşeriyet için ilâhî rahmetin en iyi örneklerinden olan doğumdu. Çünkü o büyük insanın doğumu ve büyük Peygamberin gönderilişi, Hakk Teâlâ’nın kullarına rahmetiydi. Bu doğum, rahmet olan bir doğumdur. İslam dünyası bu doğumun kesilen bir rahmet değil her zaman sürecek olan bir rahmet olduğu noktasını idrak etmelidir.”

Günümüz Müslümanlarının en büyük problemi olan fitnelerle, ardından meydana gelen ayrılıklardan kurtulup, bir araya gelerek vahdet oluşturabilmeleri önündeki engellerdir. İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamanei’nin Müslümanların vahdeti ve vahdetin önündeki porblemler ve bu problemlerin aşılması hakkında, ortaya koyduğu yaklaşımları içeren ifadelerini şu günlerde idrak etmekte olduğumuz Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) doğumu ve vahdet haftası vesilesi ile ilginize sunuyoruz…

Rahmet Olan Doğum

“Bu büyük doğum, beşeriyet için ilâhî rahmetin en iyi örneklerinden olan doğumdu. Çünkü o büyük insanın doğumu ve büyük Peygamberin gönderilişi, Hakk Teâlâ’nın kullarına rahmetiydi. Bu doğum, rahmet olan bir doğumdur. İslam dünyası bu doğumun kesilen bir rahmet değil her zaman sürecek olan bir rahmet olduğu noktasını idrak etmelidir.”

Vahdet, Peygamber Ekseninin Gücüdür

“Nebi-i Ekrem’in şahsiyetinin boyutlarını, kâmil bir şekilde beyan etmeye ve O büyük insanın gerçek şahsiyetine yakın bir tasvirde dahi bulunmaya hiç bir insanın gücü yetmez…   Tarih boyunca ne öğrendiysek, Âlemlerin Rabbi’nin seçtiği ve bütün peygamberlerin serveri olan Peygamber’in, O büyük insanın manevî varlığının, bâtınının ve hakikatinin sayesindedir. Ama bu kadar marifet bile, onları kemale doğru götürmesini sağlaması, insaniyet kalesini, beşerî tekâmülün zirvesini gözlerinin önüne sermesi ve onları İslâmî vahdet ve o eksenin gücü etrafında toplanmaya teşvik etmesi bile bütün Müslümanlar için yeterlidir. Bununla birlikte bizim bütün Müslüman âlemine tavsiyemiz, Peygamber’in şahsiyetinin boyutlarını, yaşamını, sîretini, O Hazretin ahlâkını ve O büyük insandan etkilenip elde edilen şeyleri öğrenmektir, bu iş yeterince zaman alacaktır.”

Müslümanların Kalplerinin Yakınlaşmasının Mayası

“İslam’ın Yüce Nebisinin varlığı, bütün dönemlerde Müslümanların vahdetinin en büyük mayasıydı, bu gün de öyle olabilir. Çünkü Müslümanların her bir ferdinin, O büyük mukaddes Peygamber’e karşı inançları, sevgi ve aşkta birleşmiştir. Bu yüzden O yüce şahsiyet, bütün Müslümanların sevgi ve inançlarının merkezi, mihveridir. Bu mihveriyet, Müslümanların kalplerinin birleşmesi ve İslam fırkaları arasındaki yakınlaşmanın bir gereği olarak düşünülmelidir.”

Peygamberin İlk Uygulaması, Genel Bir Anlaşma ve Vahdet

“Peygamber, Medine’ye geldikten sonra, işe koyuldu… Hemen mescid yapımına başladı… Sonra o nizamın siyasî idaresini ve tedbirleri planladı.

… Eğer insan her olayı ayrı ayrı ele alırsa hiç bir şeyi fark edemez, bakmalı, iş düzeninin nasıl olduğunu görmelidir. Bütün bu işler, nasıl tedbirli, akıllıca ve doğru hesaplamalarla yapılmıştır.

İlk iş, vahdetin oluşturulmasıdır. Medine’nin bütün halkı Müslüman olmamıştı, çoğunluk Müslüman olmuştu ve çok az bir kısmı da Müslüman olmadan kaldılar… Peygamber toplumsal bir genel anlaşma oluşturmuştu.

… Sonraki çok önemli adım, kardeşliğin oluşturulmasıydı. Seçkincilik, uyduruk taassuplar, kabilecilik gururu, halkın çeşitli kesimlerinin birbirinden ayrı olması, o günün mutaassıp ve cahilî Arap toplulukları için en önemli belaydı. Peygamber kardeşliği oluşturarak, bunları ayaklarının altında ezdi.”

Vahdet; Usûlde, Gönül Birliğinde ve Karşılıklı Anlayışta Ayak Diremek

Biz, vahdet meselesinde, ciddiyiz. Biz, Müslümanların birliğini de açıklamışız. Müslümanların birliği, Müslümanların bağlı oldukları farklı gruplar kendilerine has fıkhî ve kelâmî akidelerini bırakmaları değildir. Müslümanların birliği, iki ayrı manadadır ki, bunların ikisinin de oluşturulması gerekmektedir: Evvelen, farklı İslâmî gruplar (Sünnî ve Şiî) -ki bunların her biri farklı kelâmî ve fıkhî kolları vardır- gerçekten İslam düşmanları karşısında, gönül birliğiyle, el ele, iş ve fikir birliği yapmalıdırlar. İkinci olarak, Müslümanların farklı grupları, kendilerini diğerlerine yakınlaştırmaya çalışmalı ve karşılıklı ortak anlayış oluşturmalı, fıkhî mezhepleri karşılıklı mukayese etmeli ve uzlaştırmalıdırlar. Fakihlerin ve âlimlerin verdikleri pek çok fetvalar, fıkhî bahislerde ele alınması durumunda, küçük değişikliklerle, bu iki mezhebin görüşlerinin birbirine yakınlaştırılması mümkündür.

Kalpler, Vahdete Yönelmeli

“Sizler, İslâmiyet ve İslam’ı yücelttiği iddiasında olan bazı İslam ülkelerini görüyorsunuz. Bazıları o kadar utanmaz ve arsızdırlar ki, kendilerini İslam’ın kurucusu, sahibi ve yayıcısı olarak kabul etmekte ve tanıtmaktadırlar. Oysa aynı zamanda da fesad ve düşkünlük yuvası, haramların ve büyük günahların kaynağıdırlar. Bütün bunu dünya görmektedir. Basiretli Müslümanlar şunu anlamakta ve bilmektedirler ki, eğer İslam’ın vahdet bayrağı yükselirse Müslümanların kalpleri çoğunlukla İslam hakikatinin hâkim olduğunu, ölçülerin ve ayarların İslam’dan alındığını, hâkimiyetin, yöneticiliğin, sorumluluğun ölçüsünün Müslüman olmak olduğunu anladıklarında “Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekâtı verirler, ma’rufu emreder ve münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir.” (Hacc, 41) ayeti tahakkuk etmiştir. Bütün dünya halkı görmektedir ve kalpleri İslâmî İran’a yönelecektir.”

Düşmanın Kötüye Kullanmasına İzin Vermeyin

“Aziz kardeşlerim, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, Ehl-i Beyt mektebinin (a.s.) takipçileri bu noktayı unutmamalıdırlar… Bu nokta, diğer İslam fırkalarıyla vahdet ve şefkatin oluşturulmasıdır. Düşmanın bunu kötüye kullanmasına izin vermeyin. Kardeşlerinizin düşmanın eliyle zayıflatılıp yok edilmesine izin vermeyin. “Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider.” (Enfal, 46) İslam dünyasında herkesi kardeş bilin. Bugün İslam toplumu, düşman tarafından tehdit edilmektedir. Bugün dünya müstekbirleri tarafından dinin aslı baskı ve tehdit altındadır.”

Peygambere Muhabbet ve Bağlılık Noktasında Hiç Bir İhtilaf Yoktur

“Günümüz dünyasıyla alakalı olan ve benim bu konuda tekrar tekrar altını çizdiğim nokta şudur ki; İslâmî fraksiyonlar arasında -ki günümüzde Müslümanlar yakalarına yapışan illetlerin ve düzensizliğin elinden kurtulmak için her vesileden yararlanmalıdırlar- hiç bir ihtilafın olmadığı bir nokta vardır ki, bu da yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed b. Abdullah (s.a.a.)’dir. Bu, üzerinde çaba harcanması gereken, uzlaşılan ve birleşilen bir konudur. Daha önce de bunu söyledim: Bazı himmet sahibi kimseler de Müslüman fraksiyonlar arasında bu esas üzerinde birleşilmesi için çaba sarf etmişlerdir. Bu gün de himmet sahibi olan kimseler bu esas üzerinde durmalı ve bu vahdet noktasına Müslümanların dikkatini çekmeli ve onları uyandırmalıdırlar.”

İslam’daki En Cezbedici Şey

“Peygamberimizin yüce ismi, bütün Müslüman âleminde, en aşikâr cazibe noktalarından biridir, çünkü bu konu içinde iman ve muhabbet meselesini beraber barındırmaktadır. Aynı şekilde bu anma ve ismin zikredilmesinin gücü neticesinde sadece imana dayalı olup, muhabbet ve ilgiden yoksun olan Müslümanlarla alakalı birçok işler ve birçok yeni oluşumlar söz konusu olabilir. Bu yüzden bizden önceki dönemlerde yaşayan bazı büyük İslam düşünürleri;“Müslümanların vahdetinin esası ve amelî birlikleri, bu yüce isimle, O Hazrete iman ve O büyük Nebiyi anmakla sağlanabilir” demişlerdir. Bu doğru bir sözdür.”

Müslümanların Peygambere Karşı Muhabbetleri

“Yaratılış âleminin o yüce şahsiyeti, yani değerli Peygamberin varlığı ve merkezî konumu, Müslümanların genelinin akide ve muhabbetlerinin olması açısından en büyük ve değerli kazanımlardan biridir. İslâmî hakikatler ve ilimler arasında, Müslümanlarca muhabbet ve akide olarak bu şekilde üzerinde görüş birliğine varılmış bir konu belki de yoktur, olsa bile çok nadirdir. Çünkü muhabbetin de bu konuda önemli bir yeri vardır. Peygambere muhabbete fazla önem vermeyen ve O’na muhabbetle, O’na ilgi ve yakınlıkla fazla işi olmayan, tevessülden uzak, Müslümanların genelinden ayrılmış bazı azınlık ve cemaatler dışında, Müslümanların çoğunluğu Nebi-i Ekrem (s.a.a.)’e muhabbet duymaktadır.”

Şiî ve Sünnî Arasında Nifak Oluşturmak

“Bu zamandaki en önemli meselelerden biri de Müslüman gruplar arasındaki ihtilaflardır. Bu elbette yeni bir mesele değildir. İhtilaflar ve kavgalar, bazen kelâm, fıkıh ve fraksiyon yüzünden çıkan tartışmalar İslam’ın ilk dönemlerinden beri var olagelmiştir. Lakin bu konudaki yeni söylem şudur ki, İran’da İslam İnkılabı’nın zaferinden ve baştanbaşa İslam coğrafyasında yaydığı fikirsel akımlardan sonra, İslam İnkılabı’nın herkesi etkileyen dalgasından kurtulmak için müstekbirlerin başvurdukları hilelerden biri olarak, İran İslam İnkılabı’nı bir Şiî hareketi, belli bir fırkaya ait hareket olarak -genel anlamda İslâmî olarak değil- tanıtmışlardır. Öte yandan da Şîa ve Sünnî arasında nifak ve kin tohumları ekmek için apaçık çaba göstermişlerdir. Biz en başından bu şeytanî tuzağa dikkat çekerek, Müslümanlar arasında vahdetin olması ve bu fitnenin sonuçsuz kılınması için ısrarla çaba sarf ettik. Allah’a hamdolsun ki, ilâhî lütufla bu konuda birçok başarılar elde ettik. Bu son başarılardan biri de Dünya İslâmî Mezhepleri Yakınlaştırma Komisyonu (Mecme-i Cihân-i Takrib-i Mezâhib-i İslâmî) oluşturmaktı ve hali hazırda baştanbaşa İslam dünyasında ulemâ, aydınlar, şairler, yazarlar ve bütün İslâmî mezheplere bağlı halklar omuz omuza, tek bir söylem ve tek bir nefes ile İslam İnkılabı’nı ve İran İslam Cumhuriyeti’ni savunmaktadırlar. Ancak düşman, para, plan, propaganda ve çirkinlikler gibi birçok silahlarla donanmıştır ve müteessifane dünyanın bazı yerlerinde, zaaflarından yararlanarak zihinlerini ve söylemlerini iğfal edecek bir takım kimseler bulabilmektedir. Aynı şekilde bazen bir ülkede siyasetçi, bazen başka bir ülkede sözde âlim veya görünürde inkılabî kimselerin Şîa’ya ve İran milletine -ki asrımızın en büyük inkılabını gerçekleştirmiş ve çaresiz bir şekilde onu savunmak zorunda bırakılmış-  yakışmayan sözlerinin duyulduğu, yazılarının okunduğu da olmaktadır. Yahut Müslüman ülke olan Pakistan’da -ki o millet, bizim için en aziz milletlerden biri olarak kabul edilmekte ve her zaman İslam ve İran İslam Cumhuriyeti’nin savunucusu olmuşlardı ve hâlâ da öyleler- bazı kimseler, İslam ve Müslümanların vahdetinin düşmanlarının dolarlarıyla yaygın toplantılar düzenlemekte, kitap ve makaleler yazmaktadırlar. Bu yolla Şîa ve Peygamberin Ehl-i Beyt’inin taraftarlarına ve mukaddesatına saldırı atmosferi oluşturmak istemektedirler.”

İslam Ümmetine Tefrika Aşılamak

“Tabiidir ki, vahdeti engelleyen ve önü alınması gereken bazı -kavmî ihtilaflar, mezhebî ve cemaatsel ihtilaflar, siyasî ihtilaflar- etkenler vardır. İslam ümmetinin vahdetinin ekseni olan kutsal Peygamberimizin adı ve O yüce şahsiyetin hatırasına dayanarak bu ihtilafları yenmek lazımdır. Lakin bundan daha zor olan, tefrikaya yol açan şeyler İslam ümmetine aşılanmaktadır. Bu kavmî, cemaatsel ve mezhebî ihtilafların kaynağında İslam düşmanlarının her zaman yürüttükleri Müslümanlar arasında ihtilaf meydana getirme siyasetleri vardır. Bütün bu ihtilafların ardındaki düşmanın parmağını, oyunlarını ve hesaplarını görmek ve buna göre tedbirler almak gerekmektedir. Ümmetin fikir sahibi olanları hangi mezhep ve fırkalardan olurlarsa olsunlar, Müslümanlar arasında bu fitne dalgalarının önüne geçmeli -ki İslam düşmanları tarafından tahrik edilmektedir- ve günbegün artan bir huzur, yakınlık ve muhabbetle bu tehlikeyi bertaraf etmelidirler.”

Neden Müslümanların Birbirini Tanımasından Korkuyorsunuz?

“Biz inanıyoruz ki, İslam, Müslümanların vahdetini ve Allah’a inanan muvahhidlerin güçlerinin birleşmesini farzlarından biri olarak belirlemiştir. Biz, Allah’ın Beytine yapılan haccın en büyük hedeflerinden birinin Müslümanları birbirine yaklaştırmak olduğuna inanıyoruz. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi: “İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.” (Hacc, 27) İslam âleminin bütün halklarını Arafat, Mina ve Mescidü’l-Haram gibi belirli yerlerde ve belirli günlerde bu aşinalık ve kaynaşmanın olması için toplamaktadır. Niçin onlar Müslümanların birbirlerini tanıyıp kaynaşmalarından bu kadar korkmaktadırlar? İşte mesele budur, İslâmî vahdet, Müslümanların fikir, görüş ve söz birliği etmesi müstekbirler ve onların başı olan gaddar Amerika açısından, dünyaya hükmetmesi için gereken şartların önündeki en büyük tehlikedir. Bu, büyük İmamızın defalarca dile getirdiği bir hakikattir.”

Perde Arkasındaki İhtilaflarda En Karmaşık Komplo

“Ancak Müslümanların vahdeti ve Vahdet Haftası meselesinde şunları söylemeliyiz ki, eğer vahdet ve İslam fırkaları arasındaki yakınlık İslam’a hizmetse, eğer Müslümanların vahdetinin İslam’ın azameti açısından Müslümanların yararına olduğunu kabul ediyorsak, yakinen şuna da inanmalıyız ki, İslam düşmanlarının en zorlu çabaları ve en karmaşık oyunları bu vahdet ve birliği bozmak için harekete geçecektir. Bu iki hal birbirinden ayrılmaz bir döngüdür. Bugün İslam’ın yararına olan her şey, İslam düşmanları tarafından öfkeyle karşılanmaktadır. Bugün İslam’ın daha da yücelmesi için yapılan her şey, beraberinde daha fazla düşmanın hücumunu getirecektir. Bu, ispatlanmış bir denklemdir.

…Bugün İslam’a hizmet eden her iş, İslam düşmanlarının zararınadır. Müslümanlar arasındaki vahdet, bu genel kaidenin doğruluğunu kanıtlayan ölçülerinden biridir. Eğer Müslüman âleminin birbirleriyle vahdet oluşturması gerçekten gerekiyorsa ve bu birleşme İslam’ın ve Müslümanların yararınaysa -ki görünen o ki, İslam âleminin kanaat önderleri ve aklı başında olan kimseleri bu sözden şüphe etmemektedirler- o zaman şundan emin olmalıyız ki, bugün bu vahdeti bozmak için düşmanın oyunları her zamankinden daha fazla olacaktır.”

Kaynak: Ayetullah Seyyid Ali Hameneî, Yüce Nur (Hz. Muhammed Mustafa –s.a.a-), Feta Yayıncılık.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani, İslami Vahdet Konfransı’nın açılış töreninde, asil işgalci Siyonist Rejim’in unutulmaması gerektiğini ifade etti.

Tahran’da organize edilen 29. İslami Vahdet Konfransı’nın açılış töreninde bir konuşma yapan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) veladeti münasebetiyle bütün müslümanlara tebriklerini ileterek, İslam dünyası gündemini değerlendirdi.

Siyonist İsrail’in İslam dünyası tarafından unutulmasının umulmadık bir şey olduğunu ifade eden Ruhani, bu bağlamda İslam ülkelerinin daha duyarlı olmaları gerektiğini vurguladı.

Cumhurbaşkanı Ruhani, “2 sene önce İran İslam Cumhuriyeti BM’de şiddet ve aşırıcılığın dünyayı tehdit ettiğini ve bütün ülkelerin terörizm ve aşırıcılıkla mücadelede etmesinin gerekli olduğunu ilan etmişti. Eğer görünüşte bu öneri ülkeler tarafından kabul edilmiş olsa da maalesef bu konuya hoşgörü ile yaklaşılmadı” açıklamasında bulundu.

Bölgedeki katilamların asıl nedenlerine işaret eden Cumhurbaşkanı, “Bazıları maalesef İslami metinleri çok yanlış bir şekilde yorumluyor” diyerek, “Ne yazık ki dini medreseler adına faaliyet gösteren bazı merkezler başvurdukları şiddeti İslam, Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’e nispet veriyor” ifadelerini kullandı.

Şii hilali gibi ileri sürülen tabirlerin çok yanlış oldğunu belirten Ruhani, “Ne Sünni hilali var, ne de Şii hilali, biz bir İslam bedriyiz. Biz müslümanlar hepimiz birlik ve beraberlik içinde yaşamalıyız” dedi.

Terör ve katliamların maalesef %80’nin İslam ülkelerinde gerçekleştiğini söyleyen Cumhurbaşkanı, “Acaba bunu engellemek için bizim bir girişimde bulunmamız gerekmiyor mu?” şeklinde konuştu.

Cuma, 25 Aralık 2015 06:37

İran'dan Amerika'ya tepki

 İran İslam Cumhuriyeti dışişleri bakanlığı sözcüsü, Amerika Yüksek Mahkemesinin, İran mal varlığına el koyma kararının hukuki açıdan geçersiz olduğunu belirtti.

İrna'nın haberine göre, dışişleri bakanlığı sözcüsü Hüseyin Cabiri Ensari yaptığı açıklamada, Amerika Yüksek Mahkemesinn İran İslam Cumhuriyetine ait mal varlığına el koyma kararının, 86 yılında Amerika'nın çeşitli mahkemelerinde incelenen davanın son aşaması olduğunu, bunun ise uluslararası hukukun açık ihlali olduğu ve hukuki açıdan tamamen geçersiz olduğunu belirtti.

Cabiri Ensari Amerika yargı sisteminin hükümet ve kongrenin desteği ile uluslararası hukukun temel ilkelerini çiğneyerek, temelsiz iddialara dayanarak İran İslam Cumhuriyetine karşı hukuk dışı kararlar verdiğini belirtti.

Amerika'da bazı mahkemelerin adalet ve yasaları alaya aldığını belirten dışişleri bakanlığı sözcüsü, son yıllarda İran'ı bazı olay kurbanlarına tazminat ödemeye mahküm edildiğini, halbuki olayların kimliği belirsiz teröristler tarafından Amerika'da işlendiğini söyledi.

Cabiri Ensari söz konusu mahkemelerin kararlarının hiç bir yasal dayanağı olmadığına da değinerek, İran İslam Cumhuriyetinin, söz konusu kararların uluslararası hukuka aykırı olduğunu , İran islam cumhuriyeti, bağlı kuruluşlar ve şahsiyetlerin mal varlığından çalınması halinde Amerika hükmetinin konudan sorumlu olacağı, ve tazminat ödemesi gerektiğini açıkça belirtti.

Cuma, 25 Aralık 2015 06:32

Neden Şeyh Zakzaki hedefte?

Allah’ın adıyla

Neden Cumhurbaşkanı Buhari ve bugünkü Nijerya hükümeti Şeyh Zakzaki’yi hedefliyor?
Hem dışsal ve içsel faktörler vardır.

Dış faktörler:

1.Batı Emperyalizmi ve Siyonistler

“Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan makyaj. Onların yeryüzünde en güçlü ulusları içermektedir, hepsi ulusları ve kaynaklarını kontrol etmek istiyor. Nijerya Afrika kıtasında en çok nüfusa sahip büyük bir ülke. Nijerya Emperyalizm uşaklığı tam yapan bir liderlik tarafından yönetiliyor.Ülkenin tüm potansiyellerinin ahlaksızca sömrülmesine izin veriliyor.

Şeyh Zakzaki bir dizi anti-emperyalizm kimlik bilgilerine sahip ve sürekli faaliyetleri halkını bu yönde uyandırmak. Bu onun ilk ‘günah’ı.

2.Şeyh Zakzaki’ nin sonraki ‘günah’ı Pro-Filistin faaliyetlerdir.
Batı emperyalizmi Filistin’I gündeminin başına alan bütün söz ve faaliyetleri susturmak ister. Şeyh Zakzaki Filistin davasına verdiği desteğin en belirgin kurbanları 3 oğlunun Nijerya ordusu tarafından geçen yılki Pro-Filistin mitinginde katledilmesidir.

3. Emperyalistlerin gerçek sponsorları olan Boko Haram’a karşı direnişidir.

4.Bir başka konu, Batı emperyalizminin İslam dünyasında kendi emperyalist gündeme büyük bir tehdit olarak İran’ı kabul etmiş olması ve bağlantıları ile savaş ilan etmesidir. Tüm İran yanlısı gruplar hedef onlara, standart bir politikadır. Ya doğrudan onları hedef veya onları dolaylı kuklaları olan ev sahibi hükümetleri kullanarak hedefe koyar.

İç Faktörler:

Sonra artık iç faktörleri göz önünde bulunduralım. İlk konu Suudi Arabistan hükümeti tarafından desteklenen mezhepçilik politikaları… Bu mezhepçilik politikaları Sünni ve Şii toplulukları olan tüm ülkelerde teşvik edilmektedir. Suriye, Irak ve Yemen gibi ülkelerde yüzbinlerce masumun katliamının asıl nedeni.. Nijerya tekfirci yönetiminde Suudi- sponsorluğu tarafından mezhepçilik tam olarak desteklenir ve Batı emperyalizmi tarafından desteklenmesinin de bu yüzden olduğunu anlamak zor değil.

Vahabizm; bu Vahabiler bazı yetkili askeri ve diğer pozisyonlarda bulunurlar, bu durum kuzey Nijerya’da daha yaygındır.

Bir diğer faktör Nijerya’da güçlü ve iyi organize olmuş Siyonist İsrail lobisinin olması. Eski Nijerya Cumhurbaşkanı Goodluck Jonathan’ın ve özellikle Nijerya askeri ve diğer güvenlik kurumlarının Nijerya’da siyonist rejim İsrail infiltrasyon destekli bir Hıristiyan-Siyonist olduğunu bilmemiz gerekir.

Suudi ve Siyonist İsrail yanlısı grupların Şeyh Zakzaki ve liderliğini yaptığı İslami Harekete karşı kini birleştirilmiştir. Onu Nijerya’da kendi çıkarları için büyük bir tehdit olarak kabul ederler.

Sonuç:

Şeyh İbrahim Zakzaki onun İslami Hareketi yılgınlık göstermeden, bıkıp usanmadan yola devam ederken sıkıntılara katlanmalı ve sabırlı olmalıdır. Onlar efsanevi barışçı duruşu korumak zorundadır ve emperyalizmin bu köpeklerine onları kışkırtmak için izin vermemeliyiz. Akıl ve ikna yoluyla ancak başarılabilir.

Allah kaderlerini Emperyalist/siyonistlere teslim etmeyen direnişçilere, mustaz’aflara zafer nasip edecektir elbet.

Yavuz Kaya