کارگر

کارگر

İslam İnkılabı Rehberi öğretmenleri kabul ettiği görüşmede, tehdit hayaletinin altında gerçekleşen bir müzakereyi onaylamadığını açıkladı.


İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamaney  Eğitim Bakanı ve bu bakanlık görevlilerinin yanı sıra ülke çapından bir çok öğretmenin de aralarında bulunduğu topluluğu kabul ettiği görüşmede öğretmenlere karşı yaptıkları konuşmada önemli hususlara değindiler.

 İmam Hamaney geçen günlerde kutlanan Öğretmenler Günü münasebeti ile gerçekleşen bu görüşmede, eğitim sisteminin ve ayrıca öğretmenlerin iman sahibi, bilgin, aydın, özgüven sahibi ve umutlu bir kuşağın yetişmesindeki eşsiz etkisine vurgu yaparak, “Hükümet yetkilileri ve özellikle de ekonomi ve maliye kurumları eğitim ve öğretim ile ve ayrıca öğretmenlerin yaşam sıkıntıları ile diğer kurumlarınkinden farklı bir şekilde has ve özel olarak ilgilenmeli ve bunu bilmeleri gerekiyor ki, bu alanda her türlü yatırım ve gider, gelecek için bir yatırım ve bir ek değer niteliğindedir” diye hitap ettiler.

 İmam Hamaney, nükleer müzakereler konusunda Amerika'nın tavrını eleştirerek 'Halkımızın onuru ve İslam Cumhuriyeti'nin izzeti korunmalıdır' ifadelerini kullandı.

 İmam Seyyid Ali Hamaney, ABD hükümetine göndermeler yaptığı konuşmasına şöyle devam etti:

"Birkaç gündür ABD'li iki yetkili isim İslam Cumhuriyeti'ne karşı tehditler savuruyor. Tehditlerin ve şüphelerin gölgesinde yapılacak bir anlaşmanın ne anlamı olabilir? Halkımız tehdit içeren sözlerin sarf edildiği bir anlaşmayı asla kabul etmez. Neden gereğinden fazla yanlışa düşerek 'askeri operasyon' tehdidinde bulunuyorlar? Amerika bu çıkışlarıyla kendine çelme takıyor. Halkımız haklı itirazlarına devam edecektir.

ABD, en az bizim kadar müzakerelerde olumlu sonuçtan yanayken 'İran'ı müzakere masasına oturttuk, falan şartı onlara kabul ettirdik' demesi anlamsız ve komiktir. Biz, hangi manada olursa olsun tehdidin olduğu bir müzakere masasında anlaşmaya varılarak kalkılmasından yana değiliz. Müzakere heyetimiz, müzakerenin asli şartlarına riayet ederek anlaşmaya varabilirler. Ancak ne pahasına olursa olsun hiçbir tahkir ve tehdidi kabul etmemeliler.

Bugün Amerika hükümeti Suudi Arabistan'ın Yemen halkına karşı işlediği cinayetleri destekliyor. Suudilerle istihbarat paylaşımında bulunuyor hatta silah yardımı yapıyor. Bundan daha açık rezillik ve yüzsüzlük olur mu? Hem bir ülkeyi temel yiyecek ihtiyacından, ilaç yardımından mahrum bırakacaksınız hem de kimse yardım etmesin diyeceksiniz!!"

Konuşmasının bir bölümünde eğitim sisteminin önemine değinen İmam Hamaney;

"Eğitim ve öğretimde elde edilen başarılar geleceğin dünyasını inşa eder. Bu alanda atılacak her adım harcama değil, geleceğe yatırımdır. Bu nedenle ülke yöneticileri, gelecek nesilleri yetiştiren öğretmenlerin sorunlarının çözüme ulaştırılmasına daha çok önem vermelidir. Öğretmenlerimiz necip, basiretli ve düşmanın hileleri karşısında uyanıktır. Yabancı yayın kuruluşlarının sizler hakkında yazdığı 'sizin geleceğinizi düşünüyorum' minvalindeki yazılar, sizleri düşündüklerinden değil aksine İslam Cumhuriyeti'ne besledikleri art niyet ve kin sebebiyledir."

İnsanlığı cezbeden konuların cazibesi kalmayacaktı. Beşeriyetin, yaşamı, medeniyeti, kültürü, arzuları, değerleri ve yüce hedefleri olmayacaktı ve insanlık vahşi hayvanlığa dönüşecekti.94 kere okundu


Müminlerin emiri ve Ehl-i Beyt İmamlarının ilki Hz. Ali b. Ebî Tâlib'in (a.s) mübarek doğum günü münasebetile, onun pak soyundan gelen ve kutlu davasının asrımızda bayraktarlığını yapan velayetin temsilcisi İmam Hamaney'in sözlerinden bir kesit:

Emir-el Müminin'in(a.s) varlığı çeşitli yönlerden ve farklı şartlarda, gerek ferdi ve şahsi amellerinde gerek kulluk ve ibadetinde, münacatlarında, zühdünde, Allah'ı çokça anmasında ve gerekse nefis ve şeytanla, maddi ve nefsani şeylerle olan mücadelesinde kıyamete kadar tüm beşer için sonsuz ve unutulmaz bir derstir.

Emir-el Müminin'in(a.s)  dilinden dökülen şu cümle, semada ve insanların zihninde yankılanmaktadır: “Ey dünya! Uzaklaş benden.”  Ey dünyanın cilveleri, ey çok çekici olan güzellikler, ey en güçlü insanları bile tuzağına düşüren hevesler, gidin Ali'den başkasını kandırın. Ali bu söylenenlerden daha büyük, daha yüce ve daha güçlüdür. Bu yüzden bütün basireti açık insanlar, Emir-el Müminin'in(a.s)  hayatının ve onun Allah ve maneviyatla olan irtibatının her anında unutulmaz dersler bulacaklardır.

Yine diğer boyutunda, hak ve adalet çadırını kurmak ve yükseltmek için yapmış olduğu cihad vardır. Yani Nebi-i Ekrem'in (s.a.a.) risalet yükünü omuzlarına aldığı gün, ilk saatlerden itibaren, mücahid, savaşçı, mümin ve fedakar –ki henüz ilk gençlik yıllarındaydı- birini yanında buldu, o Ali idi. Peygamber bereketli ömrünün son saatlerine kadar, İslam nizamını yüceltmek sonra da onu korumak yolunda yaptığı mücadelede bir an bile Emir-el Müminin'in(a.s)  yanından ayırmadı. Ne kadar mücadele etti, ne kadar tehlikeleri göğüsledi ve hak ve adaletin tesisi yolunda savaşarak kendini nasıl da mahvetti. Meydanda hiç kimse kalmadığı zaman, o kaldı. Hiç kimse meydana adım atmadığında, o attı. Zorluklar ağır bir dağ gibi Allah yolunda cihad edenlerin omuzlarına çöktüğünde, onun sağlam duruşuydu diğerlerini yüreklendiren. Onun için, yaşamın manası Allah'ın verdiği imkânlardan, beden ve ruhi gücünden, iradesinden ve ihtiyarında olan şeyden ilây-ı kelimetullah yolunda yararlanmaktan ve hakkı diri tutmaktan ibaretti. Ali'nin iradesi, beden gücü ve cihadıyla hak canlı kaldı.

Baktığınızda, bu gün dünyadaki akıllı insanlar için değer arz eden kavramların hak, adalet ve insanlık olduğunu görürsünüz, bu kavramlar kalıcı olduysa ve günden güne güçlenip derinleştiyse, bu mücadelelerden ve fedakârlıklardan kaynaklanmıştır. Eğer Ali bin Ebi Talib gibiler -ki tarih boyunca fazla yokturlar – olmasaydı bugün insani değerler var olmayacaktı. İnsanlığı cezbeden konuların cazibesi kalmayacaktı. Beşeriyetin, yaşamı, medeniyeti, kültürü, arzuları, değerleri ve yüce hedefleri olmayacaktı ve insanlık vahşi hayvanlığa dönüşecekti. Beşeriyet yüce değerlerin korunmasını, Emir-el Müminin'in(a.s)  ve onun gibi yüce insanlara borçludur. Yapılan o cihadlar bu etkiyi oluşturdu.

Emir-el Müminin'in(a.s)  yaşamının bir diğer boyutu, yönetim alanındadır. Büyük düşünen bu yüce insan, sonunda güce ve hükümete ulaştı, o kısa dönemde öyle işler yaptı ki eğer yıllar yılı tarihçiler, yazarlar ve sanatçılar yazıp çizselerdi yeterince söz söylememiş ve tasvir edememiş olacaklardı. Devlet başkanı olduğu dönemde Emir-el Müminin'in(a.s)  yaşam tarzı çok farklıydı, Ali hükümetin manasını esastan değiştirdi.

O, ilahî hükümetin tecessümü, Kur'an ayetlerinin Müslümanlar arasındaki tecessümü, o, "Kâfirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı merhametli" ayetinin ve mutlak adaletin tecessümüydü. O, fakirleri kendine yaklaştırıyor ve zayıflara özel bir ilgi gösteriyordu. O, parayla, zorla ve diğer vesilelerle gündeme getirilen seçkincilik ve haksız yere kendilerini seçkin olarak görenler, Ali'nin nazarında yerle bir olmuşlardı. Onun gözünde ve gönlünde değeri olan şey, iman, takva, ihlas, cihad ve insanlıktı. Bu değerli temellerle, Emir-el Müminin'in(a.s)  beş yıldan daha az bir süre hükümette bulundu. Yüzyıllardır Emir-el Müminin'in(a.s)  hakkında yazanlar, eksik yazmışlardır ve doğru bir şekilde tasvir edememişlerdir ve bunların en iyileri kendi acizliklerini ve kusurlarını itiraf edenlerdir.

Onun en büyük özelliği takvasıdır. Onun Nehcu'l-Belâğa'sı takva kitabıdır ve onun yaşamı takvanın yol ve yöntemidir. Bu ayet-i şerife: "İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını ara(yıp kazan)mak amacıyla nefsini satın alır (kendini feda eder). Allah, kullarına karşı şefkatli olandır."  Emir-el Müminin'in(a.s)  hakkında nazil olmuştur, bu ayetin tevili Ali bin Ebî Tâlib'dir. Ayet diyor ki, insanlar arasında bazıları kendi canını, varlığını yani her insanın sahip olduğu en değerli sermayeyi, telafisi mümkün olmayan tek sermayeyi -ki eğer bunu verirse artık bunun yerine hiç bir şey konmaz- Allah'ın hoşnutluğunu elde etmek için bir seferde verirler. "İnsanlardan öylesi vardır ki, nefsini satın alır..." Canını, nefsini satıyor, veriyor, kendi varlığını, "Allah'ın rızasını ara(yıp kazan)mak amacıyla" başka hiç bir hedef gözetmeden, hiç bir dünyevî amaç gütmeden, arada hiç bir bencillik olmadan, sadece ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak için. Ancak Allah da böylesi bir fedakârlığın ve terkin karşısında, kuşkusuz tepkisiz kalmaz: "Allah, kullarına karşı şefkatli olandır." Bu ölçünün karşılığı, tecessüm etmiş hali Emir-el Müminin Ali bin Ebî Tâlib'dir. Ben bu boyutunu beyan ediyorum.

Sizler Emir-el Müminin'in(a.s)  yaşamına bakın, çocukluktan yani dokuz yahut on üç yaşından itibaren Resulullah'ın nübüvvetine iman etti ve bilinçli bir şekilde hakikati tanıdı ve ona sarıldı. Ve ramazan ayının on dokuzunda, mihrapta ibadetle meşgul iken canını Allah yolunda verdi, hoşnut ve mutluydu, iştiyakli ve arzulu bir şekilde Allah'a iltica etti. Bu elli yıl boyunca yaklaşık elli iki, elli üç yıl boyunca on yaşından itibaren altmış yaşına kadar istikrarlı bir çizgide olduğunu, Emir-el Müminin'in(a.s)  yaşamının ve çizgisinin fedakârlık ve candan geçme olduğunu görüyorsunuz. Bu elli yıl içinde, başından sonuna kadar geçen bütün olaylarda sizler fedakârlığın işaretlerini görüyorsunuz, hakikaten bu bizim için bir derstir. Ve biz -ben ve sizler- Ali'nin sözlerini söylemekte ve Ali'nin yolundan gitmekte ve cihanda Ali'ye duyduğumuz muhabbetle tanınmaktayız, Emirelmüminin'den ders almalıyız, sadece Ali'nin muhabbeti yeterli değildir, sadece Ali'nin faziletlerini tanımak yeterli değildir, gönüllerinde Ali bin Ebî Tâlib'in faziletini itiraf eden kimseler varlardı. Onlarla aramızda belki de bin dört yüz yıl fark vardır, onların bazıları kalben Ali'yi masum ve pak bir insan olarak seviyorlardı, ama davranışları farklıydı. Bu özellikleri olmadığından, bu fedakârlıkları olmadığından, benliklerinden kurtulamadıklarından, kendilerinden başkası için bir şey yapmayı bilmediklerinden, henüz benliklerinin esareti altındaydılar. Ali'nin farkı benliğinin esaretinde olmamasıydı. Ben, onun için asla söz konusu olmadı, onun için söz konusu olan şey vazifeydi, hedefti, Allah yolunda cihaddı ve Allah'tı.

Evvela Emir-el Müminin'in(a.s)  çocukluk çağında Peygambere iman ederek, Mekkelilerin alay ve eziyetlerine maruz kaldı. Bir şehir düşünün ki, halkı tabii olarak haşin, medeniyetten ölçülü olmaktan uzak, kaba davranışlı bir halk, sürtüşmeyi seven, en küçük şeyde bile kavga eden bir halk, batıl inançlarında mutaassıp bir halk... Böylesi bir toplumun içinde, büyük bir insan tarafından ortaya konan mesaj o toplumun inançlarının, âdetlerinin, geleneklerinin ve bütün her şeyinin sorgulanmasına neden olmuştur. Dolayısıyla ona karşı olmaları tabiiydi ve çeşitli kesimler muhalefet ettiler, halk kesimi de Peygambere karşıydı. Böylesi bir insanı, böylesi bir mesajı bütün varlığıyla savunmak ve ona bağlanmak, fedakârlık ve kendinden geçmiş olmayı gerektirmektedir. Bu, Emir-el Müminin'in(a.s)  kendinden geçmişliğinin ilk adımıydı.

On üç yıl boyunca Ali bin Ebî Tâlib en zorlu olaylarda Peygamberin yanında direndi. Peygamberin hicretinin zorunluluktan, çaresizlikten kaynaklandığı, Kureyş'in ve Mekke halkının baskıları sonucunda yapıldığı doğrudur, ancak yarınları aydınlıktı. Herkes biliyordu ki bu hicret başarıların bir ön adımıydı, gelecekteki zaferlerin mukaddimesiydi. Zorluklar dönemindeki bir hareketin her şeye rağmen rahatlık ve onurlu bir geleceği olacaktı, bu durumda genellikle herkes bir an önce bu harekete katılmak ve toplumsal paydadan bir şeyler kapmaya, kendilerine konum hazırlamaya çalışırdı. Bu anlarda Emir-el Müminin'in(a.s), Peygamberin o evden ve o şehirden çıkabilmesi için karanlık bir gecede Peygamberin yerine O'nun yatağına yatmıştır. O gece o yatakta yatan kişinin öldürülmesi neredeyse kesindi, bu meseleyi şimdi biz biliyoruz, Emir-el Müminin'in(a.s)  o olayda şehit edilmediğinden haberimiz var, o zaman ve mekânda herkes biliyor muydu? Hayır, mesele o karanlık gecede, belirli bir noktada bir kişinin öldürülecek olmasıydı, bu kesin bir karardı. Peygamberin buradan çıkabilmesi için, bir kimsenin onun yerine yatması gerekiyordu ki, böylece casuslar baktığında orada birinin olduğunu göreceklerdi. Böyle bir şeye kim hazırdı? Emir-el Müminin'in(a.s)  bu fedakârlığı tek başına olağanüstü ve önemli bir olaydır, ama bu fedakârlığın zamanı da onun önemini arttırmaktadır. Hangi zamandaydı? Bu, zorluk döneminin biteceği, gidip hükümet kuracakları, rahata kavuşacakları zamandı. Yesrib halkı iman etmiş, Peygamberi bekliyordu. Herkes bunu biliyor. O anda bu fedakârlığı Emir-el Müminin'in(a.s)  gösteriyor, böylesi bir girişimi ve hareketi gerçekleştirecek olan insanda hiç bir şahsî beklenti olmaması gerekmektedir.

Sonra Medine'ye vardılar, Peygamberin yeni kurulan, genç devletinde gece gündüz demeksizin savaşlar ve mücadeleler başladı. Her zaman savaş vardı, bu öyle bir devletin özelliğiydi. Bedir Savaşı'ndan önce başlayıp Peygamberin ömrünün sonuna kadar süren bu on yıl içinde sürekli bir çatışma hali hakimdi. Bu on yıl boyunca Peygamber kâfirlerle ve kâfirlerle bağlantılı olan kabilelerle onlarca çatışmaya ve savaşa girdi. Bütün bu dönemlerde, Emir-el Müminin'in(a.s) adeta bir öncü, bir fedai gibi Peygamberi can-ı gönülden savundu. Öyle ki, Emir-el Müminin'in(a.s) bütün bu aşamalarda ve tehlikeli alanlarda hazır olduğunu kendisi beyan ediyor ve tarih de buna işaret etmektedir: “Cesur yiğitlerin dayanamayıp geriledikleri tehlikeli anlarda bile, Allah'ın bana ihsan ettiği cesaretle canımı yoluna koydum.”  En zorlu durumlarda bile Emir-el Müminin'in(a.s)  asla tehlikeyi düşünmedi. Bazıları “biz şimdi canımızı koruyalım ve sonra İslam için faydalı oluruz” diye düşündüler, Emir-el Müminin'in(a.s)  asla kendini böylesi mazeretlerle kandırmadı, Emir-el Müminin'in(a.s) yüce nefsi kanmazdı. O, bütün tehlikeli anlarda ön saflarda hazırdı…

Çev. Muaz Pazarbaşı

İnsanlar “kader” konusunda üç düşünceye sahiptirler: “Allah Azze ve Celle’nin insanları günah işlemeye mecbur ettiğini iddia eden kişi. Bu kişi hakikaten verdiği hükümle Allah’a zulmetmiş ve kâfir olmuştur. İşlerin insanların ihtiyarına bırakıldığını iddia eden kişi. Bu kişi hakikaten Allah’a hükümranlığında hakaret etmiş ve kâfir olmuştur. Allah’ın kullarına güç yetirebilecekleri şeyleri yüklediğine ve güç yetiremeyecekleri şeyleri yüklemediğine ve her ne zaman iyi işler yapsalar Allah’a hamd ederler ve her ne zaman bir kötülük yapsalar Allah’tan bağışlanma dilerler, düşüncesinde olan kişi ise işte bu kişi kâmil Müslüman’dır.”


(1)… İbrahim b. Ömer el-Yemanî, Ebu Abdullah’tan  (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:

“Hiç kuşkusuz Allah Azze ve Celle, varlıkları yarattı ve onların hangi akıbete varacaklarını bildi. Sonra onlara bir takım emirler ve yasaklar yöneltti. Onlara emrettiklerini yerine getirebilmeleri için bir yol ve yasakladıklarını yapmamaları için de bir yol da var etti. Dolayısıyla bir yolu tutmaları veya terk etmeleri mutlaka Allah'ın izniyle olur.”

 (2)… Hafs b. Kürdîn, Ebu Abdullah'tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle ri­vayet etmiştir: 

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) buyurdu ki: “Allah Tebareke ve Teâlâ’nın kötülüğü ve çirkin hayâsızlığı emrettiğini iddia eden kimse, Allah'a karşı yalan uydurmuş olur.

Hayr ve şerrin Allah'ın dilemesi dışında gerçekleştiğini söyleyen kimse Allah’ı egemenliğinden yoksun bırakmış olur. Günahların Allah'ın verdiği gücün etkisi olmadan işlendiğini ileri süren kimse Allah'a karşı yalan uydurmuş olur. Kim de Al­lah'a karşı yalan uydurursa Allah, onu cehenneme sokar. Allah Azze ve Celle’nin burada buyurduğu gibi: “Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz.” (Enbiya, 35)Hayırve şerden maksat sağlık ve hastalıktır.”

 (3)… Yunus b. Abdurrahman, birden fazla kişiden, onlar da Ebu Cafer (İmam Muhammed Bakır aleyhi selâm) ve Ebu Abdullah'tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmişlerdir: 

“Allah Azze ve Celle, kullarını günah işlemeye zorlayıp sonra da onları işledikleri bu günahtan dolayı azaba çarptırmayacak kadar kullarına karşı merhametlidir. Allah bir şeyi emrettiği halde o şeyin olmamasından münezzehtir, yücedir.”

Her iki İmam'a soruldu: "Cebir ile kader arasında bir üçüncü şık var mıdır?"

Buyurdular ki: “Evet, göklerle yer arası kadar geniştir.”

 (4)… Hişam b. Sâlim Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle ri­vayet etmiştir: 

“Allah Tebareke ve Teâlâ, insanlara güç yetiremeyecekleri şeyleri yüklemekten yücedir. Allah, saltanatında istemediği şeylerin olmasından yücedir.”

 (5)… Hariz b. Abdullah, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:

“İnsanlar “kader” konusunda üç düşünceye sahiptirler: “Allah Azze ve Celle’nin insanları günah işlemeye mecbur ettiğini iddia eden kişi. Bu kişi hakikaten verdiği hükümle Allah’a zulmetmiş ve kâfir olmuştur. İşlerin insanların ihtiyarına bırakıldığını iddia eden kişi. Bu kişi hakikaten Allah’a hükümranlığında hakaret etmiş ve kâfir olmuştur. Allah’ın kullarına güç yetirebilecekleri şeyleri yüklediğine ve güç yetiremeyecekleri şeyleri yüklemediğine ve her ne zaman iyi işler yapsalar Allah’a hamd ederler ve her ne zaman bir kötülük yapsalar Allah’tan bağışlanma dilerler, düşüncesinde olan kişi ise işte bu kişi kâmil Müslüman’dır.”  

 (6)… Muhammed b. Aclan, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:

İmam Cafer Sadık'a (aleyhi selâm), “Allah her şeyi kullarına mı bırakmıştır?” diye sordum. İmam şöyle buyurdu: “Allah her şeyi kullarına bırakmayacak kadar yücedir, kerimdir.” “Peki, Allah kullarını işledikleri fiillere zorluyor mu?” dedim. Buyurdu ki: “Allah kulunu bir şey yapmaya zorlayıp, sonra da ona azap etmeyecek kadar âdildir.”

 (7)… Süleyman b. Cafer el- Caferî, Ebu’l Hasan Rıza’dan (aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:

“İmam Rıza’nın (aleyhi selâm) yanında cebir (zorlama) ve serbestlikten bahsedilince imam şöyle buyurdu: "Size, ona bağlı kaldığınız sürece ayrılığa düşmeyeceğiniz ve kimsenin sizinle baş edemeyeceği bir ilkeyi bildireyim mi?" Biz, "eğer uygun görürseniz!" buyurun dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Allah Azze ve Celle’ye zorla itaat edilmez, baskı sonucu günaha düşülmez. Mülkü içinde kullarını ihmal etmez.

Kullarını sahip kıldığı şeylerin de sahibi O'dur. Onlara verdiği güçler üzerindeki etkin güç O'nundur. Eğer kullar Allah'a itaat etmeye karar verirlerse, Allah onların önüne geçmez, onları engellemez ve eğer kullar isyan etme kararındaysalar dilerse onlara engel olur, dilerse engel olmaz, isyan ederler. Dolayısıyla, onları günaha sokan yüce Allah değildir." İmam devamla şöyle demiştir: "Kim bu açıklamayı hakkıyla kavrarsa, karşı çıkanları alt eder."

  (8)… Mufaddal b. Ömer, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:

“Ne cebir ne de tefviz (tam serbestlik). Doğrusu, bu ikisinin arasındaki bir çizgidir.”

Dedim ki: “Bu ikisinin arasındaki çizgi nedir?”

Buyurdu ki: “Bunun örneği şöyledir: Bir adamın günah işlediğini görsen, onu bu günahtan alıkoymaya çalışsan; ama o senin nehyetmene aldırmayıp bu günaha son vermezse ve sen de onu bıraksan, o bu günahı işlemeye devam etse, senin uyarını dinlemediği için onu terk etsen, bu senin ona günah işlemeyi emrettiğin anlamına gelmez.”

 (9)… Abdusselâm b. Salih el-Herevî Ebu’l Hasan’ın (imam Rıza aleyhi selâm) şöyle dediğini duyduğunu rivayet etmiştir:

Kim cebre inanırsa, ona zekâttan bir şey vermeyin, şahadetini de kabul etmeyin. “Allah Tebareke Teâlâ, her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar.” (Bakara, 286) Ona gücünün üstünde bir yük yüklemez. “Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” (Enam, 164)

 (10)… Hasan b. Ali el-Veşşai, Ebu'l-Hasan er-Rıza’dan (İmam Ali b. Musa aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir: 

İmam'a şöyle bir soru yönelttim: "Allah, işi bütünüyle kullara mı bırakmış, onları tamamen serbest mi bırakmıştır?"

Buyurdu ki: “Allah bundan yüce ve münezzehtir.”

Dedim ki: Peki, insanları günah işlemeye zorlamış mıdır?

Dedi ki: “Allah bu haksızlığı yapmayacak kadar âdil ve hikmet sahibidir.”

Sonra şöyle buyurdu: “Allah Azze ve Celle diyor ki: Ey Âdemoğlu! Ben, senin yaptığın iyiliklere senden daha müstahakkım. Sen, işlediğin günahlara benden daha lâyıksın. Sana bahşettiğim kuvvetle bana karşı çıkarak günah işledin.”

 (11)… Mihzem, Ebu Abdullah’tan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir:

"İmam Cafer Sadık (aleyhi selâm) bana şöyle buyurdu: “Geride bıraktığın taraftarlarımızın üzerinde görüş ayrılığına düştükleri hususları bana haber ver.” Dedim ki: “Cebir ve tefviz meselesi hakkında farklı görüşleri savunuyorlar.” Buyurdu ki: “Bana neyi soracaksan sor!” dedim ki: “Allah kulları günah işlemeye zorlar mı?” buyurdu ki: “Allah onlar üzerinde, bundan daha kahredicidir.” Dedim ki: “Onları bütünüyle serbest mi bırakmıştır?” Buyurdu ki: “Allah onlar üzerinde bundan daha güçlüdür.” Dedim ki: “Allah hayrını versin, peki bunlardan hangisi doğrudur?” Bunun üzerine elini iki veya üç kere çevirdi, sonra şöyle dedi: “Eğer bu konuda sana cevap verecek olursam, küfre girersin."

 (12)… Hüseyin b. Halid, Ebu'l-Hasan er-Rıza’dan (İmam Ali b. Musa aleyhi selâm) şöyle rivayet etmiştir: 

İmam Rıza’ya (aleyhi selâm) dedim ki: “Ey Resulullah’ın oğlu! Babalarınız imamlardan (aleyhimu’s selâm) cebir ve teşbih hakkında nakledilen rivayetlerden dolayı bize cebir ve teşbihe inandığımız nisbeti veriliyor.” İmam (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Ey İbn Halid! Söyle bakâlim teşbih ve cebirle ilgili rivayetler Peygamber’den (sallallahu aleyhi ve alih) mi daha çok nakledilmiş, yoksa benim babalarımdan mı?

Dedim ki: “Elbette Peygamber’den (sallallahu aleyhi ve alih) nakledilen rivayetler daha fazladır.”

Buyurdu ki: “Öyleyse Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve alih) de cebir ve teşbihe inandığını söylemeleri gerekiyor.”

Dedim ki: “Onlar bu hadislerin hiçbirinin Peygamber (sallallahu aleyhi ve alih) tarafından söylenmediğine ve bunların Peygambere atılmış iftiralar olduğuna inanıyorlar.”

Buyurdu ki: “Öyleyse benim babalarım hakkında da; “Onlar bu hadisleri söylememişler, bu hadisler onlara atılmış iftiralardır” demeleri gerekiyor.”

Daha sonra şöyle buyurdu: “Kim cebir ve teşbihe inanırsa kâfir ve müşriktir ve biz dünya ve ahirette ondan uzağız.” “Ey İbn Halid! Cebir ve teşbihle ilgili hadisleri, Allah’ın azametini küçük ve hakir gören “gulat” sınıfı, bizim adımıza uydurmuştur. Kim onları (gulatı) severse bize buğzetmiştir, kim de onlara buğzederse bizi sevmiştir; kim onlarla dost olursa bize düşmanlık etmiş, kim de onlara düşman olursa bizimle dost olmuştur; kim onlarla ilişkiye geçerse bizimle ilişkisini kesmiş, kim de onlarla ilişkisini keserse bizimle ilişki kurmuştur; kim onlara eziyet edip, sıkıntı çıkarırsa bize iyilik etmiş, kim de onlara iyilik ederse bize eziyet edip, sıkıntı çıkarmıştır; kim onlara ikram ederse bize ihanet etmiştir, kim de onlara ihanet ederse bize ikram etmiştir; kim onları kabul ederse bizi reddetmiş, kim de onları reddederse bizi kabul etmiştir; kim onlara ihsan ederse bize kötülük etmiş, kim de onlara kötülükte bulunursa bize ihsanda bulunmuştur; kim onları tasdik ederse bizi tekzip etmiş, kim de onları tekzip ederse bizi tasdik etmiştir; kim onlara bir şey bahşederse bizi mahrum etmiş, kim de onları mahrum ederse gerçekte bize bahşetmiştir. Ey İbn Halid! Kim bizim Şia’mızdan olursa onlardan hiç kimseyi kendisine dost ve yardımcı edinmemelidir.”

İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen, Milliyet’ten Gizem Acar’a verdiği röportajda, iki ülke arasındaki siyasi çıkmaza rağmen ekonomi ve kültürde gelişmenin devam ettiğini belirtti. Cohen, enerji ve terör konusunda bölgede ‘işbirliği(!)’ gerektiğini de ekledi.


İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen, Milliyet’ten Gizem Acar’a verdiği röportajda, iki ülke arasındaki siyasi çıkmaza rağmen ekonomi ve kültürde gelişmenin devam ettiğini belirtti. Cohen, enerji ve terör konusunda bölgede ‘işbirliği(!)’ gerektiğini de ekledi.

İşte o röportaj:

Türkiye, İsrailli bir diplomat için zor bir görev yeri mi?

7.5 ay önce İstanbul’a geldim. Bana çok daha uzun bir süre gibi geliyor çünkü ekonomik, kültürel akademik birçok alanda oldukça fazla aktivite var. Yahudi toplumu çok aktif. Bu nedenle görevim oldukça tatmin edici oldu. Son dört-beş yılda, Türkiye ve İsrail arasındaki siyasi çıkmaza rağmen, Türk ve İsrail halkı arasındaki gerçek ilişkiyi yansıtan çok fazla iyi işaret olduğunu düşünüyorum.

Türkiye ve İsrail arasındaki normalleşme anlaşmasının nihaileşmesi için yakın gelecekte bir beklentimiz olmalı mı?

Bu yıl her iki ülke için de iç siyasetle ilgili bir yıl. Bu nedenle önümüzdeki günlerde ya da haftalarda normalleşme sürecinin başladığını göremeyeceğiz. Normalleşme kısa bir süreç olmayacak. Ama Türkiye’nin Yahudi toplumu da dâhil olmak üzere azınlıklara yönelik olumlu tavrı var. Edirne Sinagogu’nun tekrar açılması, Holokost anmasına katılım olması gibi aktiviteler olumlu bir tavrı yansıtıyor. İsrail tarafında ise, iki ülke arasında iyi ilişkiler olması adına büyük bir beklenti var.

O halde normalleşmenin önündeki en büyük engel sizce nedir?

Aslında gerçek bir engel olmadığını düşünüyorum. İsrail ve Türkiye’deki seçimler nedeniyle doğru zaman olmadığı bir gerçek. İsrail ve Türkiye hükümetleri kurulmadan İsrail ve Türkiye arasında, ya da liderler arasında hiçbir şekilde yakınlaşma göremeyeceğiz. Ama diğer alanda, sivil toplumda işbirliği alanları devam ediyor. Ekonomi, ticaret, kültür ve akademide işbirliği artıyor. Ticaret hacmi iki yılda yüzde 30 arttı, 5,5 milyar dolara ulaştı. Kültürel aktiviteler her iki-üç haftada bir gerçekleşiyor. Bu benim adıma Türk ve İsrail halkı arasında gerçekten normalleşme için istek ve beklentileri olduğunu gösteriyor. Ayrıca bölgesel çıkarlar var. Teröre karşı mücadele, enerji alanında işbirliği, bölgesel ekonomik gelişme, su yönetimi… Tüm bunlar, İsrail ve Türkiye’nin, hem birbirleri hem de bölgenin yararı için işbirliği yapması gereken stratejik bölgesel konular.

İsrail’in keşfettiği doğal gazı Türkiye üzerinden taşımak sizce akıllıca bir yol mu?

Bence bu ekonomik açıdan yapılabilir olan tek çözüm. Enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için en ucuz, en kısa ve en etkili yol. Türkiye 2016’da ısıtma için yüzde 80 oranında doğal gaza bağımlı olacak. İsrail de ısıtma, elektrik gibi konularda doğal gaza bağımlı. Bu nedenle sadece bölgesel işbirliği çözüm olacaktır. İsrail’in (450 milyar kubik metre doğal gaz bulunan) havzası Leviathan’dan Türkiye’nin güneyine doğrudan bir boru hattı dışında yapılabilir teknik, ekonomik bir çözüm yok.

İki ülke arasında boru hattı konusunda görüşmeler yapılıyor mu?

Şu an görüşmeler özel şirketlerin arasında. Aynı zamanda uluslararası enerji şirketleri var. Türkiye ve İsrail kurumları arasında şu an enerji alanında görüşme mevcut değil maalesef. Ancak eninde sonunda; bir, iki ya da beş yıl da sürse bunun tek çözüm olduğunu düşünüyorum.

‘Türkiye, Gazze’de inşaatın öncüsü’

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tekrar seçildi. Liderler arasındaki geçmişi göz önüne alırsak, Türkiye’de de Ak Parti hükümetinin tekrar iktidara gelmesi durumunda anlaşmanın nihaileşmesi zorlaşır mı?

Bence bu kişisel bir konu değil, her şeyden önce siyasi bir konu. Filistin meselesi konusunda Türkiye ile farklılıklarımız olduğu bir sır değil. Özellikle de Gazze’deki durum. Gazze’de, Türkiye’de algılandığı gibi bir ambargo olmadığını söylemeliyim. Tek ambargo, deniz ambargosu, bu da uluslararası hukuk ile uyumlu. Denizden yapılacak silah kaçakçılığını engellemek için. Tüm diğer aktivitelerde Türkiye en önde gelen aktör. İnsani yardım, inşaat malzemesine izin veriliyor. Türkiye Gazze’de, İsrailli yetkililer ile koordinasyon halinde Filistin hastanesi inşa ediyor. Türkiye, Gazze Şeridi’ne ana inşaat malzemesi sağlayıcısı. Kerem Şalom kapısından her gün 400 kamyon girip çıkıyor.

 

İsrail’deki Etiyopya asıllı Yahudilere karşı “ırkçı uygulamaları” protesto eden binlerce kişi, başkent Tel Aviv’de gösteri yaptı. İsrail polisi gösteriye ses bombası ve gazla müdahale etti. Olaylarda 23’ü polis 46 kişi yaralandı.

 

Al Jazeera Türk’ün haberine göre, İsrail’de Etiyopya asıllı bir İsrail askerinin, polis tarafından dövülme görüntülerine tepkiler büyüyor.  Irkçı uygulamaları protesto eden binlerce Etiyopya Yahudisi, perşembe akşamı Kudüs’te düzenledikleri eylemin ardından, dün de Tel Aviv’deki Azrieli Kulesi önünde gösteri yaptı. Slogan atarak hükümet binalarının olduğu Ayalon yoluna kadar yürüyen kalabalık, “şiddete bulaşan polisler hapsedilmeli” çağrısında bulundu.

İsrail vatandaşı Etiyopya asıllı Yahudiler, şehirdeki bazı ana yolları trafiğe kapatarak,“siyah değil, beyaz değil, hepimiz insanız”, “Irkçılığa ve ayrımcılığa hayır” ve ““Artık söz değil eylem istiyoruz” sloganları attı. Bazı İsrailli aktivistler de eyleme destek verdi. Göstericilerin, polis şiddetini ve kelepçeli tutuklamaları simgelemek üzere ellerini başlarının üzerinde çapraz şekilde bağladığı gözlendi. 

Rabin Meydanı’na yürüyen protestocularla polis arasında gerginlik çıkınca İsrail polisi biber gazı ve ses bombasıyla müdahale etti.

Olaylarda 23’ü polis toplam 46 kişi yaralandı, 26 eylemci ise gözaltına alındı.

Kudüs’te perşembe akşamı ırkçılık karşıtı protesto düzenleyen binlerce Etiyopyalı Yahudiye, İsrail güçleri ses bombası, göz yaşartıcı gaz ve TOMA’larla müdahale etmişti. Protestocuların taş ve pet şişelerle karşılık vermesi üzerine 2 polis ve 12 gösterici yaralanmıştı.

 

ARAP MİLLETVEKİLLERİNDEN EYLEME DESTEK

Öte yandan gösteriye İsrail meclisindeki Birleşik Arap Listesi Başkanı Eymen Avde, Siyonist Birlik milletvekili Stav Shaffir, Etiyopya asıllı ilk kadın milletvekili olan Pnina Tamano-Shata ve bazı diğer siyasetçiler de katıldı.

Tamano-Shata, İsrail’in Kanal 2 televizyonuna yaptığı açıklamada, İsrail’de yetişen genç Etiyopyalı kuşağın haklı olarak eşit imkanlar talep ettiğini söyledi. Tamano-Shata, “(Etiyopya asıllı Yahudiler) genç yaşlardan itibaren ayrımcılığa maruz kalmaktan bıktılar” ifadesini kullandı.

 

“TÜM İDDİALAR ARAŞTIRILACAK”

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Etiyopya Yahudilerine yönelik ırkçılık yapıldığı gerekçesiyle gösteri yapanlara “sükunetin ve düzenin yeniden tesis edilmesi” çağrısında bulundu.

Netanyahu, Etiyopya asıllı bir İsrail askerinin polis tarafından dövülme görüntülerinin ortaya çıkmasının ardından yaşanan protesto gösterileriyle ilgili yazılı açıklama yaptı.

Kamu Güvenliği Bakanı Yitzhak Aharonovitch ile görüştükten sonra “sükunetin ve düzenin yeniden tesis edilmesi” çağrısında bulunan Netanyahu, “Tüm iddialar araştırılacaktır ancak şiddete ve bu şekildeki kargaşalara yer yoktur” ifadesini kullandı.

Netanyahu’nun bugün Etiyopya Yahudi toplumu temsilcileri ve polis şiddetine maruz kalan Etiyopya asıllı İsrail askeri Damas Pakada ile görüşeceği öğrenildi.

İSRAİL’İN ÖTEKİ YAHUDİLERİ: FALAŞALAR

Beta İsrael bugün birçoğunun İsrail’de yaşadığı Etiyopyalı Yahudiler’in adıdır. Falaşalar olarak da bilinen bu topluluk, Falaşa kelimesinin Amhara dilinde “yaban” anlamına gelmesinden dolayı kendilerini İsrail Evi (Beta İsrael) olarak adlandırıyor. 

Beta İsrael cemaatinin yüzde 85’i 120.000 kişilik nüfusuyla İsrail’de yaşıyor. İsrail hükûmetince hayata geçirilen 1984’deki Musa Operasyonu ve 1991’deki Süleyman Operasyonu ile on binlerce Etiyopyalı Yahudi İsrail’e getirtilerek Etiyopya’daki iç savaş ve kıtlıktan kurtarıldı.

İsrail Evi binlerce yıllık gecmişe sahip. Etiyopya’nın Gondar ve Tigre bölgelerinde Yahudi dünyasından habersiz olarak yaşadılar. İsrail Evi, Sorbonne Üniversitesi profesörü Joseph Halevi’nin 1862’de bölgeyi ziyaretiyle keşfedildi.

Falaşaların, İsrail’e taşınmaları seksenli yıllara dayanmasına rağmen hala entegrasyon sorunları yaşanıyor. Yapılan bir araştırmaya göre topluluğun yüzde 75’i İbranice yazamıyor, ve yaklaşık yarısı İbranice konuşamıyor.

Etiyopya’lı Yahudi gençlerin tamamı askerlik görevini yapmasına rağmen, işsizlik oranı İsrail ortalamasının 3 kat üstünde. Binin üzerinde aile İsrail’e getirildiklerinden bu yana aynı karavanlarda hayatlarını sürdürüyor.

Yahudilikleri ile ilgili bir aşağılanma ise evlilik alanında. İsrail’de seküler nikah olmadığından nikahlar hahamlıklar tarafından kıyılır. Bir Etiyopyalının evlenmeden önce (Yahudiliğini garantilemek için) sembolik bir ihtida törenine katılması gerekmektedir. Yüksek Mahkeme’nin bunun gerekli olmadığını belirtmesine rağmen, İsrail’de bunu pratik yaşamda karşılığı yoktur. 

Odatv

Cuma, 01 May 2015 06:23

ŞAFAK DOĞUNCA

Şafak doğunca, yarasalar delhiz ve mağaralarına dönmeden önce son saldırılarını yaparlar. İnsanlık tarihine bir kara leke olan zalim ve müstekbir güçler, karanlık arzularını ve isteklerini karanlıklardan istifade ederek yarasalar gibi saldırıya geçerler. Bu saldırılarıyla insanlığın sinesinde derin yaralar açarlar ve açmaktalar.

Yıllar ve asırlardır yaşanan karanlık dünyada emperyalist, siyonist güçler, insan kanıyla  semizlenerek yaşamlarını çal oynasın zevkini yaşarlarken beklemedikleri nurani şafakın doğması, yeni dünya düzeni dedikleri projeleri büyük bir yenilgi almıştır. İslam İnkilabı taze bir kan olarak ölüm yatağındaki müslümanların yeniden direnişine ve komadan çıkmalarına da vesile olmuştur. Narkozlaşarak uyutmuş oldukları müslümanlar, İslam Devrimi ile uyanışa geçerek zalimlere karşı direniş becerisini elde etmişlerdir. Müslümanların bu uyanışı dünya insanına adalet içerikli bir dünya düzenini vaad olarak sunmaktadır. Bu uyanışla yükselen İslam’ın sesi insanların fevc fevc İslam’a girmelerine kapı açmıştır.

’’Allah’ın yardımı ve zaferi geldiği zaman, ve insanların kafile kafile Allah’ın dinine girdikleri zaman, Rabbine hamd ile tesbih et ve onda af dile. Çünkü O tevvabtır, tövbeleri çok kabul eder.’’ Nasr Suresi

Evet! İlahi bir müjde var kalbi Allah’ı ananlara, yeni bir fetih gerçekleşecek Mekke yeniden feth edilecek! Her şeyin bir miadı vardır, zulüm ve küfründe miadı dolmuştur artık; İngilizler’in kurması olan Suud kraliyeti asırlardır kendi tasarrufunda tuttuğu mukaddes beldeler artık Allah’ın nusretiyle kurtulacaktır bir gün!..

Evet! Ayet çok tatlı bir dille şöyle ifade ediyor “Allah’ın yardımı geldiği zaman” Bu  bir zafer müjdesidir Allah’ın yeryüzündeki varisi olan müminlere; korkmayın uyarısını yapıyor mevla kalbiyle Allah’ı zikredenlere “Ve insanlar kafile kafile Allah’ın dinine girdikleri zaman” Evet! Bir ümit var şafakın doğmasında, insanlar fevc fevc girmekteler Allah’ın dinine, bu korku yaratıyor zalim ve sömürgeci güçlere, zira saltanatlarının sonu geliyor bu nedenle acımasızca saldırıyorlar Hz. Muhammedi(s.a.a)İslam’a, saldırı onların son çırpınışları olacaktır çünkü doğmuştur şafak, artık zail olacaktır karanlıklar.

Evet! Allah’ı hamdu sena etmemizi istiyor yukardaki ayet, zifiri karanlıktan sana fetihleri gerçekleştirecek olan Rabbini çokca an! Onunla olan dostluğunu ispata çalış, zira O dostlarını karanlıklardan nura çıkarır.’’ (Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan nura çıkarır.) 2/ 257

Evet! Dost olmak gerekir ki dost kapısını açmış olsun dostuna, temizliğini iyi yap tevbe ile bağışlanmak için gireceksin dostun huzuruna, kirlenmiş bir kalple girme sakın dostun huzuruna zira mevla şöyle ister dostunu girmek için huzura ’’Ey mutmain nefis! Sen Rabbinden razı o da senden razı olarak dön Rabbine! Sende katıl has kullarımın arasına, gir cennetime!’’ 89/ 27-30

Bu ayetle davetiye gönderiyor Mevla salih kullarına, kalplere huzur veren bu İlahi davet, görev çağırısı yapmaktadırMevla’sını kendisine dost edinen müminlere, zira adım adım ilerlemekte Muhammedi (s.a.a) İslam’ın yanında yer al katıl Allah’ın salih kullarının arasına, çünkü yıkılmak üzeredir Amerikancı İslam, Allah’ın nusreti oldukça yakın durma sende yerini al kardeşim.

Evet! İslam Ümmeti oldukça büyük sıkıntılar çekmekte, sakın bu sıkıntılar seni ümitsiz etmesin, bizden öncekilerin başına  gelenler bizim başımıza gelmeyinceye kadar rızayı hakka kavuşmak mümkün değildir. Bak Mevla haber vermekte bize.

’’Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara maruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara duçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki, Peygamber ile yanındaki müminler bile <Allah’ın  vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?> duruma geldiler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.’’ 2/214

Ayetin uyarısını dikkate alacak olursak geçmiş ümmetlerin başına gelmiş olan sıkıntılar bugün ki ümmetin başına gelmiş ve sıkıntılarla yüzyüzedir, başlarında bulunan Veliyü’l Emr ve onun taraftarları Allah’ın vaadi nezaman diye  Mevla’sına yalvarıyorlar; İlahi cevap hemen verilmekte yalvarmakta olanlara ‘’Allah’ın yardımı çok yakın’’ ve yardım çok açık bir şekilde yapılmaktadır mümin ve salih kullarına. Yapılan bu yardım karşısında vahşete kapılan siyonist zalim güçler İslam ülkelerindeki dostlarını da yanına alarak acımasız silahlarla İslam Ümmeti’nin kanını akıtmaktalar. Bu acımasız öldürücü hareketleri onların sonun geldiğini müminlere, ümmete müjdelemektedir.

Evet! Kalıcı ve kararlı adımlarla Veliyü’l Emr’in öncülüğünde dünyanın her köşesinde iz bırakan müminler; zalim ve müstekbirler tarafından evsiz ve babasız bırakılmış kadınlar ve yetim yavrulara ümit olmuşlar. Ama zalim ve müstekbirler yükselmekte olan bu nuru söndürmek isterler.

‘’Allah’ın nurunu ağızlarıyle söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlayacaktır.’’ 9/32

Batı dünyasının ve küfür cephesinin tüm umudu bugün İslam beldelerine  musallat olmuş uşaklarına tüm desteklerini vererek nuru söndürmelerini istemektediler. Ama bu istekleri onların kursağında kalacaktır. Artık vaad edilen gün gelmiştir, zira dökülen her kan damlası yedi başak yetiştirmektedir; her başakta yüz tane vardır; her tane bin zalimin mezarını kazacaktır ve mezar taşlarına Amerikancı İslam yazılacaktır. Ve bunlar huzuru hakka uğrunda öldükleri emperyalist şer güçlerin liderleriyle gelecekler. ’’O gün herkes önderiyle, reisiyle ve yöneticisiyle çağırılacaklar.’’

Evet! Adım adım ilerlemekte olan Muhammedi İslam, insaniyet mektebine yeni bir düzen yeni bir adalet ve yeniden huzur sunacaktır, insanlar, mutlu ve güven içinde yaşayacaklar. Artık o karanlık günler tarihe yazılacak ve zalimlerin yüz karası olacaktır. Bu kara lekeyi insanlık defterine yazdıran Batı emperyalizminin hizmetinde olan İslami kıyafet altınde şirk ve küfre hizmet eden İslam Ümmeti’nin başınında ki liderlerdir. Bunlar Batı emperyalizmine hizmet ederek dökmüş oldukları ümmet kanıyla siyonist İsrail’in  güvenini sağlamaktalar. Tüm bu hıyanetleri karşısında şunu bilmeleri gerekiyor ki artık müslümanlar onların oyununa gelmiyeceklerdir. Ve insanlığın diriliş tarihi yeniden yazılacaktır. Bu tarihin adı insanlığın yeniden hayat bulduğu tarih! İslam dünyasını yeniden dizayn edecek olan bu tarih İmam Humeyni’yi kebir ve canlı şehid İmam Hamenei’nin adıyla yazılacaktır.

WELAYETNEWS

Şiraz halkı ile bir araya gelen İran Cumhurbaşkanı, mantık ve güç yardımıyla BM Güvenlik Konseyi'nin İran aleyhindeki tüm kararnamelerinin kaldırılacağını belirtti.
 

MHA'nın haberine göre,  Fars eyaletinin yönetim merkezi Şiraz'a giden İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İran nükleer müzakere heyetinin gücünün santrifüjlerden bile daha önemli olduğunu belirterek, "Bugün eğer P5+1 ile müzakere yapıyorsak, dünyaya İran'ın mantıklı bir ülke olduğunu göstermek içindir. Tüm nükleer bilim adamları ve ayrıca politikacılarımız ile gurur duyuyoruz" dedi.

Mantıklı ve güçlü bir şekilde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin İran aleyhindeki tüm yaptıtımlarının kaldırılacağını vurgulayan Ruhani, "Güç, mantık ve hukuksal bağımsızlığımız ile Güvenlik Konseyi'nin tüm kararnamelerini kaldıracağız. Yakın bir gelecekte tüm bu kararnameler, İran İslam İnkılabı Rehberi'nin yol göstermeleri ve siz halkımızın desteği ile, Güvenlik Konseyi'nde kaldırılacaktır. Sadece slogan atmak kolaydır. Zor olan, Birleşmiş Milletler'e gidip ve tüm kararnamelerin tam da orada kaldırılmasını sağlamaktır" dedi.

İran İslam İnkılabı Rehberi, ekonomik sorunların Lozan, Cenevre ve New York'ta çözülmeyeceğini belirterek, sorunların çözümü için yürtiçindeki üretimin güçlendirilmesi gerektiğini vurguladılar.
 

 MHA'nın haberine göre, İran'da kutlanan İş ve İşçi Haftası çerçevesinde işçileri kabul eden İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei, tüm devlet erkanı ve sorumluları yolsuzluk ve kaçakçılık ile ciddi bir şekilde mücadele etmeleri gerektiğini buyurdular. İmam Hamenei yaptıkları açıklamada, "İşçi toplumu ve tüm halkımızın yaşadığı ekonomik sorunların çözümü, ülke dışında değil ve ülke içrisindedir ve yürtiçi üretimin güçlenmesi ile gerçekleşebilir" dediler.

Hz. Ali (a.s.) ve İmam Cevad (a.s.)'nin doğum günlerini de kutlayan İran İslam İnkılab Rehberi, böylesi görüşmelerin iş ve işçinin değerine dikkat çekmek amacıyla gerçekleştiğini belirterek, "İşçi toplumu tüm zorluklar ve sorunlara rağmen, ülkenin gelişimi için çaba göstermiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in bir işçinin elini öpmesi, sadece gösteriş amaçlı yapılan birşey değildir ve eğitim amaçlıdır" dediler.

İmam Hamenei ülkedeki sorunların çözümü ve Direniş Ekonomisi'nin erçekleşmesi için yürtiçi üretimin güçlendirilmesinin büyük önem taşıdığını vurgulayarak, "Bazı kesimler yaptırım ve baskı uygulanması ile yürtiçi üretimin güçlenmesinin gerçekleşemeyeceği görüşündeler. Kuşkusuz zalimce uygulanan yaptırımlar, sorunların gelişiminde etkisiz olmadı ama yaptırım ve baskı, organize edilen ve planlanan bir toplumsal çabanın önünü alamaz. Yaptırımlar bazı alanlarda daha fazla etki göstermiş olsa da, bazı alanlarda yürtiçi gelişim ve çabanın önüne geçememiştir. Yaptırımlar olmasaydı, bazı alanlarda gelişebilirdik. Ama öte yandan da petrol parasına dayanarak, şimdiye kadar elde ettiğimiz gelişimlere ulaşamama olasılığı da vardı. Ülke içerisindeki sorunları üretime dayalı yöntemler ile çöülmesi, ulusal zenginlik ve izeet duygusunu kazandıracaktır. Ülke içeirisnde ekonomi yapısı gibi tüm yapıların güçlenmesi, müzakere masasına oturan her müzakere heyetinin de güçlenmesini sağlayacaktır. Yoksa karşı taraf alakasız ve boş laflar söyleyecek ve durmadan istekler ve şartlar blirleyecektir" açıklamasında bulundular.

Açıklamalarının başka bir bölümünde ise ekonomik sorunları Lozan, Cenevre ve New York'ta çözülmeyeceğini söyleyen İran İslam İnkılabı Rehberi, ülkedeki tüm sorumluların ekonomik sorunların tek çözümü olan yürtiçi üretimin güçlendirilmesi ile ilgili sorumluluklarını yerine getirmelerini vurguladılar.

Güvenlik kuvvetleri sempozyumuna katılan polis teşkilatı komutanları, başkanları ve yöneticilerini kabul eden İmam Hamanei, toplumda  “Güvenliğin sağlanması için “Polis İktidarı” şarttır, ancak bu iktidar ve otorite, adalet, muhabbet ve merhametle birlikte olmalıdır” dedi.

Konuşmasının girişinde Receb ayını idrak etme saadetinden dolayı tebriklerini bildiren İslam İnkılabı Rehberi, bu ay ve Şaban ayının insanın ilahi değerleri elde etmesi ve Allah’a yakınlaşması ve mübarek Ramazan ayına girişin başlangıcı olduğunu belirterek, tüm halktan bu ayların bereketinden daha fazla yararlanmalarını istedi.

Şehirler arası yollarda gidiş gelişlerin güvenliği, şehirlerin güvenliği, sınırlar ve muhtelif merkezlerin güvenliği gibi güvenliğin muhtelif boyutlarında güvenlik güçlerinin kendisi için her hangi bir sınır tanımaması gerektiğini hatırlatan İmam Hamanei toplumun psikolojik güvenliğini temin etmenin çok önemli hususlardan biri olduğunu bildirerek, “Evlatlarının, cadde, sokak ve parklarda uyuşturucu müptelası olacağı veya gençlerin fuhuş ve günah amellere yöneleceklerinden duyulan korku nedeniyle ailelerin kaygısı gibi toplumda psikolojik güvensizliklerle mücadele fiziksel güvensizliklere karşı mücadeleden daha önemlidir ve bu gibi güvensizliklerle ciddi olarak mücadele edilmelidir” dedi.

İmam Hamanei, zenginlik sarhoşu bazı gençlerin lüks araçlarla sokaklarda tur atmasının, toplumdaki psikolojik rahatsızlık simgelerinden biri sayıldığını hatırlatarak, güvensizliğin çeşitli ebadı için polisin planlı olması ve mücadele etmesi gerektiğini belirtti.

İslam İnkılabı Rehberi toplumda güvenliğin oluşturulması zaruretinin polisin güçlü olmasını gerektirdiğini belirterek, polis kuvvetlerini, İran İslam Cumhuriyeti’nin “güvenlik ve hakimiyet sembolü” olarak niteledi ve güvenlik güçlerinin güçlü, muktedir olması gerektiğini bu iktidar’ın ise zulmetmek ve kontrolsüz hareket etmek anlamında olmadığını söyledi.

“Biz Hollywood, batılı toplumlar veya Amerikancı polis iktidarı peşinde değiliz” diyen İslam İnkılabı Rehberi, böyle bir iktidar ve kudretin güvenlik getiremeyeceği gibi hatta güvensizliğe neden olacağını bildirdi.

İslam İnkılabı Rehberi, amerikan polisinin siyah derilere karşı muamelesini, zalimce otorite örneği olarak nitelerken, başkanı bir siyahi olan ABD’de, siyahilerin polisin zulmüne ve hakaretine maruz kaldığını, bu tür tavrın, olaylara neden olduğunu vurguladı.

Allah Tebarek ve Taala’nın rahman ve rahim olduğu gibi aynı zaman alim azap sahibi de olduğu gibi İslam nizamının da istediği iktidar ve kudretin, adalet muhabbet ve merhamet yanında kararlılık olduğunu belirten Ayetullah Hamanei, güvenlik güçlerinin yaygın olarak halk ile ilişki içinde olması bakımından polis kurumu içinde personelin sağlıklı olmasının büyük önem taşıdığını ve halk karşısında ancak sağlıklı, kararlı, doğru bir gücün İslam cumhuriyeti nizamının onur ve haysiyetini koruyabileceğini söyledi.

İmam Hamanei ve Genel kumandan İmam Hamanei’nin konuşmasından önce İran İslam Cumhuriyeti Güvenlik Güçleri Komutanı Tuğgeneral Eşteri, polis teşkilatının program ve çalışmaları hakkında bir brifing sundu.

Dindar ve inkılapçı bir teşkilat olmaksızın, cihadi idarecilik ve seferberlik ruhu yaygınlaştırılmaksızın, ayrıca halk ve tüm organlarla dil ve gönül birlikteliği olmaksızın büyük adımların atılmasının mümkün olmadığını belirten Tuğgeneral Eşteri, İslam Cumhuriyeti ayarı ve şanında bir polis konumuna gelinmesi için kendi tüm sadakatli ve halis gayretlerini sarf edeceklerini söyledi.

leader.ir

Hz. Peygamber’den sonra, O’nun naibi ve İslam Ümmetinin önderi olan 12 İmam ve halifenin varlığına inanç, bizzat Resûl-i Ekrem’in sözlerinden kaynaklanmıştır ve geçmişi risâlet dönemine dek uzanmaktadır.

Özet

Hz. Peygamber'den sonra, O'nun naibi ve İslam Ümmetinin önderi olan 12 İmam ve halifenin varlığına inanç, bizzat Resûl-i Ekrem'in sözlerinden kaynaklanmıştır ve geçmişi risâlet dönemine dek uzanmaktadır.

İslam ümmetinin birincil kaynaklarının incelenmesi sonucu, Şiî ve Sünnî tüm Müslüman bilginlerin Resûl-i Ekrem'in (s.a.a.) 12 halifesi hakkında naklettikleri en az üç sahih hadisle karşılaşmaktayız. Bu makalemizde ilk önce bu hadislerin metni, takiben de senedsel incelemesi ve yazılışlarının tarihsel seyri ele alınacak ve son olarak da içerikleri değerlendirilecek.

Hadis Metinleri

İlk hadis, Resûlullah'tan (s.a.a.) sahih bir senetle nakledilen Cabir bin Semure rivayetidir. Bu rivayeti büyük hadis hafızlarından önemli bir grup farklı tarikler ve değişik lafızlarla kendi eserlerinde nakletmiştir. Ezcümle:

1. Hafız Ebu Abdullah Muhammed bin İsmail Buharî, söz konusu hadisi iki kez ve iki senetle Cabir bin Semure tarikiyle Hz. Peygamber'den (s.a.a.) nakletmektedir. Şöyle ki:

“(Benden sonra) 12 emir olacak. Ardından Peygamber işitmediğim birşey söyledi. Babam şöyle dedi. Resûlullah buyurdu ki ‘Hepsi de Kureyş'tendir.'” (Buharî, Sahih, tarihsiz, 127/8; İbn Kesir, 1408, 153/1; İbn Hanbel, tarihsiz, 90/5, 93, 95; Beyhakî, 1405, 569/6; Taberanî, 1404, 277/2)

Buharî diğer eseri Tarihü'l-Kebir'de başka bir senetle yine Cabir'den şöyle nakletmiştir: “Bu emr/iş/hilafet 12 emir olduğu sürece var olacaktır.” (Buharî, Tarihü'l-Kebir, tarihsiz, 185/3)

2. Müslim bin Heccac Kuşeyrî Nişaburî, Sahih'inde bu hadisi farklı senetlerle sekiz kez (Şeyh Süleyman Kunduzî şöyle yazıyor: Müslim bu hadisi 9 kez nakletmiştir, fakat bugün Sahih'inde 8 rivayet mevcuttur. Muhtemelen dokuzuncu rivayet Müslim'in diğer eserlerinde olsa gerektir. Bkz. Kunduzî, 1413, 533/2) nakletmiştir. Cabir bin Semure'den naklettiği rivayetlerden biri şöyledir: “Eslemi'nin recmedildiği Cuma akşamında Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: ‘Kıyamet kopana kadar bu din kaim olacaktır'; ya da ‘Üzerinizde, hepsi de Kureyşten olan 12 halife olacak.'” (Müslim, 1398, 1. Bab, 10. hadis)

3. Tirmizî de Cabir hadisini Sünen'inde iki tarikle nakletmiştir. Bu iki naklin birinde Resulullah'tan (s.a.a.) rivayet edilmiştir ki: “Benden sonra 12 emir olacaktır, hepsi de Kureyş'tendir.” (Tirmizî, tarihsiz, Kitabü'l-Fiten, 46. Bab, 2223. Hadis; Taberanî, 1404, 214/2)

4. Ebu Davud Sicistanî de bahsi geçen hadisi Sünen'inde üç tarikle nakletmiştir. Ebu Davud'un nakillerinden biri şöyledir: “Bu din, üzerinizde hepsi de Kureyş'ten olan 12 emir oldukça devam edecektir.” (Ebu Davud, tarihsiz, Kitabu'l-Mehdi, 1. Hadis; Suyutî, 1406/18)

5. Ahmed bin Hanbel de bu hadisi kitabında 32 kez nakletmiştir. Ahmed'in Cabir tarikiyle naklettiği rivayetlerden birine göre Resul-i Ekrem (s.a.a.) “Bu ümmet için 12 halife olacaktır... Hepsi de Kureyş'tendir” diye buyurmuştur. (İbn Hanbel, tarihsiz, 106/5; Muttekî Hindî, 1409, 33/12).

Bahsi geçen kişilerden haricinde pek çok diğer Ehl-i Sünnet âlimi de rivayeti sahih senetlerle eserlerinde kaydetmiştir. Ezcümle: Hâkim Nişaburî (tarihsiz, 618/3), Suyutî (10, 1406), Hatip Bağdadî (tarihsiz, 263/6 ve 353/14), Ebu Nuaym İsfehanî (1409, 333/2), Beyhakî (1405, 520/6), Mansur Ali Nasif (tarihsiz, 39/3), Ebu'l-Kasım Taberanî (1404, 195/2), Askalanî (211/13, 1421), Hatib Tirmizî (Hadis No: 5974, 1411), Nasirüddin Albanî (63/3, 1415) ve onlarca diğer kaynak.

Hadisin Senedi

Bahsi geçen hadisin sıhhatinde Ehl-i Sünnet ve Şia ittifak etmiştir. Yapılan incelemeler sonucunda her ne sebeple olursa olsun bu hadisin senedinin zayıflığından bahseden tek bir kaynağa bile rastlanmamıştır. Hadisin senedinde bulunan kişilerin hepsi kendi asırlarının birinci sınıf muhaddis ve fukahası arasında yer almaktadır. Tirmizî bu rivayeti naklettikten sonra “Hadis iyi ve sahihtir” demektedir (tarihsiz, 46. Bab). Nasirüddin Albanî de “Hadisin senedi sağlamdır ve ricâli de güvenilirdir” yorumunu yapmaktadır (1415, 63/3).

İkinci hadis, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) başka bir sahabesi Ebu Cuheyfe'den nakledilmektedir. O Resulullah'tan (s.a.a.) şöyle naklediyor: “Ümmetimin işi (emri) hepsi de Kureyş'ten olan 12 halife geçtiği sürece salih olacaktır.” (Buharî, tarihsiz, 411/8; Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 618/3; Heysemî, 1414, 345/5; Taberanî, 1404, 120/22; Askalanî, 1421, 211/13)

İkinci hadis de sened açısından sahihtir. Heysemî Mecmeu'z-Zevaid'inde hadisi naklettikten sonra “Senedindeki ricâl sahihtir” diye yazmaktadır. (1414, 345/5)

Üçüncü hadis Resul-i Ekrem'in (s.a.a.) bir başka sahabesi Abdullah bin Mesud'dan rivayet edilmiştir. Tabiînin seçkin hadis hafızlarından ve büyük fakihlerinden olan Mesruk bin Ecde şöyle diyor:

“Mescidde Abdullah bin Mesud'un yanında oturmuştum ve o bize Kur'an tilavet etmekteydi. Birisi ona ‘Ey Ebu Abdurrahman, Resûlullah'a bu ümmete kaç halifenin olacağını sordun mu?' diye sual edince İbn Mesud ‘Bana öyle birşey sordun ki Irak'a geldiğimden beri kimse bana bunun hakkında birşey sormamıştı' dedikten sonra ‘Evet, biz Resûlullah'a bunu sorduğumuzda ‘İsrailoğullarının nakipleri sayısınca 12 kişi (halife olacaktır)' diye cevap verdi.” (İbn Hanbel, tarihsiz, 55/2; Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 501/4; Zehebî, tarihsiz, 501/4; Heysemî, 1414, 344/5; Askalanî, 1421, 212/13; Ebu Yala Musulî, 1404, 267/2; İbn Hacer Mekkî, tarihsiz, 20; İbn Hammad, 1414, 52; Askalanî, tarihsiz, 197/2; Suyutî, 1406, 10; İbn Asakir, 1407, 118/5; Münavî, tarihsiz, 458/2)

Yukardaki üç hadisi İmâmîyye Şiasına mensup âlimler de eserlerinde nakletmişlerdir. (Numanî, tarihsiz, 107-113 ve 125). Numanî Cabir'in hadisini Enes bin Malik tarikiyle de nakletmektedir. (age, 119)

Dördüncü asrın diğer iki Şiî âlimi Şeyh Saduk (1403, s. 466 ve sonrası) ve Hezzaz Kummî (1401, s. 23, 49) de yukarıdaki hadisi nakletmiştir. Hazzaz Kummî, Cabir bin Semure hadisini Enes bin Malik ve Ömer bin Hattab'dan da nakletmiştir (a.y., 76,77,91).

Ehl-i Sünnet'in büyük hadis bilgini Ebu'l-Kasım Taberanî ise Cabir bin Semure hadisini sahabeden Sad bin Ebi Vakkas tarikiyle nakletmiştir. (Taberanî, 1404, 197/2).

Hadislerin Yazılışının Tarihsel Seyri

Cabir bin Semure'den nakledilen hadis, yazılış itibariyle Ebu Cuheyfe ve İbn Mesud hadisinin yazılışından onlarca yıl önce hadis kitaplarında yer almıştır.

İmam Cafer Sadık (a.s.) henüz dünyadan göçmemişlerdi ki Leys bin Sad (ö. h. 175) bu hadisi Emâlî isimli kitabında kaydetmiş idi (İbn Şehrâşub, 1328, s. 56). Ebu Davud Tayalisî de ikinci asrın tamamlanmasından önce (ö. h. 204) bu hadisi Müsned'inde nakletmişti. Onun ardından Nuaym bin Hammâd (ö. h. 228) Kitabu'l-Fiten'inde, Ali bin Ca'd Cevherî (ö. h. 230) Müsned'inde, İbn Ebi Şeybe (ö. h. 231 ya da 235) Musannef'inde, Ahmed bin Hanbel Şeybanî (ö. h. 241) Müsned'de, Muhammed bin İsmail Buharî (ö. h. 256) Sahih'inde, Müslim bin Haccac Kuşeyrî (ö. h. 261) Sahih'inde, Ebu Davud Sicistanî (ö. h. 275) Sünen'inde, Tirmizî (ö. h. 279) Sünen'inde, Ebu Yala Musulî (ö. h. 307) Müsned'inde ve Ebu'l-Kasım Taberanî (ö. h. 360) Mucemu Kebir'de bahsi geçen hadisleri zabtetmişlerdir.

Yukardaki kişiler ilk üç asırda 12 İmamla ilgili olan üç tür hadisin râvilerinin bir kısmıdır.

Sözü geçen kişilerin çok az bir kısmı Şiîdir ve onlardan birkaçı da Buharî ve Müslim'in hadis naklettiği yüz küsür Şiî râvi arasında yer almaktadır. Bu kişilerin çoğu Ehl-i Sünnet'in hadis hafızları ve râvilerindendir. Ve yine geçtiği üzere Ehl-i Sünnet bilginleri Şiî muhaddislerden yıllar önce eserlerinde bu rivayetlere yer vermişlerdi. Şiî ulemasının kitaplarında ise üçüncü hicrî asrın sonuna dek genel olarak bu hadislerin izine rastlanılmamaktadır. Bu nedenledir ki hiç kimse Şiîlerin bu hadisleri kendilerine ait sonraki nazariyeyi (İmamların sayısıyla ilgili) doğrulamak için uydurduklarını iddia edemez. Bu hadisler açık bir şekilde, Peygamber'in ardılı ve İslam Ümmetinin önderi olarak 12 İmam ve halifenin varlığına inancın bizzat Resûlullah'ın (s.a.a.) mübarek eliyle temellendirildiğini ve İslam'ın kesin inançları arasında yer aldığını göstermektedir. Aynı şekilde ilk üç hicrî asırda da bu inancın yaygın olduğu ve sadece Şiîler arasında değil Ehl-i Sünnet arasında da buna şüphe duyulmadığı belli olmaktadır. Elbette bu 12 halifenin kim olduğu noktasında Şiî ve Sünnî ulema arasında ihtilaf varsa da, bu durum bu inancın aslına zarar vermemektedir.

Hz. Peygamber'in (s.a.a.) halifesi olan 12 İmamın varlığına olan inancın bizzat Allah ve Resûlü tarafından tesis edildiği belli olduğuna göre, ilk üç hicrî asrın bir döneminde Müslümanların bir kısmının bilgisizlik ya da düşmanların propagandalarının etkisiyle üç, altı ya da yedi İmam'da tevakkuf etmeleri de bu kesin dinî ilkeye zarar vermeyecektir.

Şu da kayda değerdir ki bahsi geçen üç tür hadisin ilk üç asrın Ehl-i Sünnet ravileri tarafından nakledilmesiyle eşzamanlı olarak İmâmîyye Şiası'nın muhaddisleri de Resûl-i Ekrem'den ya da Masum İmamlardan (s.a.a.) 12 İmam hakkında nakledilen Şia'ya özgü hadisleri yaygın bir şekilde nakletmekteydiler. Bu rivayetler Merhum Kuleynî'nin Usulu Kâfi'si, Muhammed bin İbrahim Numanî'nin Kitabu'l-Ğaybe'si, İbn Babeveyh Kummî'nin Kitabu'l-Hisal'i ve Hazzaz Kummî'nin Kifayetü'l-Eser'i gibi eserlerde ve Ali bin İbrahim Kummî'nin Tefsiru Kummî'si, Muhammed bin Mesud Ayyaşî'nin Tefsiru Ayyaşî'si ve Huveyzî'nin Nuru's-Sakaleyn'i gibi Şiî rivayet tefsirlerindeki velayet ayetlerinin açıklamasında (özellikle Ulu'l-Emr ayeti, Nisa 59) kaydedilmiştir.

Hadislere Göre İmamların Özellikleri

Hadislerde bahsi geçen 12 halifenin önemli özellikleri şunlardır:

1. Sayıları 12 kişiden müteşekkildir. (Müslim, 1398, Kitabü'l-İmare, Bab 1; İbn Hanbel, tarihsiz, 5/90, 93, 95, 106).

2. Hepsi de Kureyş'tendir. (Buharî, 1401, 8/127; Beyhakî, 1405, 6/561).

3. Bu 12 kişi Ümmetin bir bölümünün değil tamamının halifesidir. (İbn Hanbel, tarihsiz, /106; Taberanî, 1404, 2/198; Mutteki Hindî, 1409, 12/33, İbn Mesud'un hadisi: İbn Hanbel, tarihsiz, 2/55; Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 4/501; Heysemî, 1414, 5/344 ve Ebu Cuheyfe hadisinde: Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 3/418; Heysemî, 1414, 5/190; Buharî, tarihsiz, 8/411).

Yukardaki rivayetlerde geçen “Ümmet” terimi Resûl-i Ekrem'in (s.a.a.) kıyamete kadarki tüm takipçilerini kapsamaktadır ve onu belli bir asrın Müslümanlarıyla sınırlandırmak için nedenimiz bulunmamaktadır. Hadis aynı şekilde Ümmet var oldukça bunlardan birinin kıyamet gününe kadar tüm Müslümanların halifesi olarak var olacağını ve Ümmetin öndersiz kalmayacağına da delalet etmektedir. Bu kişilerin tüm ümmetin halifesi olduğunun başka bir delili de hadisin değişik nakillerinde geçen ve süreklilik bildiren “la yezâl” ifadesidir (La yezâluddine kaimen hatta tekunu's-saat...) (Müslim, 1398, Kitabu'l-İmare, 1. Bab; Askalanî, 1421, 13/212; Albanî, 1415, hadis 376)

Aynı şekilde yukardaki hadisten 12 halifenin hilafet döneminin henüz sonlanmadığı ve kıyamete kadar devam edeceği ve bu nedenle Ehl-i Sünnet'in değil de Şia ulemasının görüşüyle uyumlu olduğu anlaşılmaktadır.

Ve yine Resûl-i Ekrem (s.a.a.) bu hadisle dinin devamının 12 İmamın varlığı ile kaim olacağını belirtmiştir. Bunun anlamı bu kişilerin hilafet dönemi bitmeden dinin hâkim olacağı ve sonlanmayacağıdır.

Bu kişilerin tüm ümmetin halifeleri olduğunu gösteren diğer lafızlar da hadisin farklı nakillerinde mutlak olarak geçen “badi” ve “min badi” (benden sonra) ifadeleridir (Taberanî, 1404, 2/216; İsfehanî, 1409, 4/333; Tirmizî, tarihsiz, 46. Bab, hadis 2223).

Yukarıdaki hadis Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonraki yüzyıllarda İslam Ümmeti için gelecek olan halifelerin 12 kişi olduğunu göstermektedir. Cabir hadisinde yukarıdaki tabir haricinde Resûl-i Ekrem'in (s.a.a.) 12 halifesinin hilafetinin devam edeceğinin başka işaretleri de mevcuttur. Ehl-i Sünnet'in sahihlerinde Resûlullah'ın (s.a.a.) “İki insan kaldığı sürece bu iş (emr) Kureyş'tedir” (Müslim, 1398, Kitabu İmare, 1. Bab; Buharî, Sahih, tarihsiz, 4/218 ve 9/78; İbn Hanbel, tarihsiz, 2/39, 93, 128) buyurduğu da geçmektedir. Bu hadisin delaleti gereğince İslam Ümmeti'nin tüm dönemlerinde dünyanın sonuna dek Kureyş'ten bir halife var olacaktır. Söz konusu hadis 12 İmam hadislerini tekmil etmekte ve şu anda da 12 Kureyşli halifeden birisinin İslam Ümmeti arasında mevcut olduğuna işaret etmektedir.

Aynı şekilde Resûlullah (s.a.a.) Hz. Mehdi'yi (a.s.) İslam halifelerinden biri saymıştır. Hadis hafızları Hz. Peygamber'in (s.a.a.) “Halifelerinizden biri malı hesapsız dağıtacak” buyurduğunu naklederler. (Müslim, 1398, Kitabu'l-Fiten, Hadis 68; İbn Hanbel, tarihsiz, 3/5, 37, 49, 60, 96, 317; Suyutî, 1414, 6/58; Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 4, 454)

Ehl-i Sünnet bilginleri yukardaki hadislerin misdakını Hz. Mehdî olarak kabul etmiş ve bunlardan bir kısmı da bahsi geçen hadisler gereğince Hz. Mehdi'nin Hz. Peygamber'in (s.a.a.) 12 halifesinden biri olduğunu söylemiştir (Ebu Davud, tarihsiz, Kitabu'l-Mehdi; Suyuti, 1406, 10-12; İbn Kesir, 1408, 1/9). Bildiğimiz gibi Hz. Mehdi'nin en azından zahiri hükümeti ilerde, ahir zamanda gerçekleşecektir ve bunun anlamı Hz. Peygamber'in (s.a.a.) 12 halifesinin hilafetinin hala sürmekte olduğudur.

4. 12 halife hadislerinin başka bir özelliği de bu halifeler için bazı şartların zikredilmiş olmasıdır. Örneğin toplam12 kişidirler ve Kureyş kabilesindendirler, salih insanlardır, tüm Ümmetin halifesidirler ve varlıkları İslam'ın izzet nedenidir.

İslam Ümmeti de Hz. Peygamber (s.a.a.) tarafından tayin edilen bu şartları kabul etmekle yükümlüdür. Hz. Peygamber'in (s.a.a.) İslam Ümmetinin bu 12 halifesi için bazı şartları belirlemesi Müslümanlara halife tayininin kendilerinin değil Allah ve Resûlü'nün hakkı olduğunu açık bir şekilde beyan etmektedir. Zira eğer bu iş insanların hakkı olsaydı Hz. Peygamber'in (s.a.a.) onların bu hakkını göz ardı ederek halifeler için şartlar öne sürmesi anlamsız olurdu.

Hz. Peygamber'in (s.a.a.) halifeleri için bahsedilen bu şartlar cemaat imamı, kadı vs. için belirlenen şartlar cinsinden değildir. Çünkü cemaat imamı meselesinde herşeyden önce adet belirtilmemiştir. İkinci olarak da Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bu ve benzer meselelerde belirlediği ilim ve adalet gibi şartlar geneldir ve her kavim ve kabileden insan için ulaşılabilir özelliklerdir. Fakat 12 halife için belirlenen Kureyş'ten olma şartı özeldir ve İslam dünyasının diğer insanlarından bu hakkı selbetmektedir. Hz. Peygamber'in (s.a.a.) halifesinin seçimini Ehl-i Sünnet gibi halkın hakkı kabul etmemiz durumunda Kureyşli olma şartını adaletsizlik olarak kabul etmek zorunda kalırız. Dikkat çekici bir nokta da Resul-i Ekrem'den (s.a.a.) nakledilen sahih hadislerin yukardaki konuyu apaçık bir şekilde doğrulamasıdır. Müslüman tarihçi ve siyercilerin kaydettiğine göre Resul-i Ekrem (s.a.a.) Beni Amir bin Sasaa kabilesine giderek onları Allah'ın dinine davet edip kendilerinden yardım istediğinde bu kabileden Bihre bin Feras isimli birisi cevaben "Eğer biz bu işte sana yardım etsek ve sonra da Allah seni düşmanlarına üstün kılarsa senden sonra bize yönetimden (emrden) bir şey var mı?" demiş, Allah Resulü de "Emr Allah'ındır ve dilediğine verir" diye cevaplamıştır. (İbn Hişam, tarihsiz, 2/66; İbn Kesir, 1408, 3/139-140; İbn Hibban, 1393, 1/89-90; Halebî, tarihsiz, 2/3; Kandehlevî, tarihsiz, 1/69)

Hz. Peygamber'in (s.a.a.) Bihre bin Feras'a verdiği cevap, İmâmîyye'nin Peygamber'in hilafeti meselesinin halkın değil Allah'ım emriyle belirlenmesi gerektiği şeklindeki görüşünü açık bir şekilde doğrulamaktadır. Cabir bin Semure hadisinin bazı nakillerinde de yukardaki anlamı doğrulayan bazı ifadeler geçmektedir "... Onlara düşmanlık duyanların düşmanlığı zarar vermez..." "Onları hor görenler onlara zarar vermez." (Taberanî, 1404, 256, 2073. Hadis; Mutteki Hindî, 1409, 12/33; Heysemî, 1414, %/345). Bu ifadeler Resûl-i Ekrem'in (s.a.a.) 12 halifesinin hilafetinin zorunlu olarak zahirî kudret anlamına gelmediğini, ilahî bir hak ve makam olduğunu göstermektedir. Zira eğer hilafetleri zahirî hükümet ve beşerî bir hak anlamında olsaydı, insanların onları yalnız bırakması ve onların da yenilgiye uğramaları durumunda bu açık bir zarar sayılırdı. Biz İslam hilafeti tarihine baktığımızda yukardaki hadislerle mutabık olan bir hilafet silsilesine rastlamamaktayız. Hz. Peygamber'den (s.a.a.) hemen sonra başlayan, 12 kişiden müteşekkil, tüm İslam Ümmetinin halifesi olup aynı zamanda da Kureyşli, salih ve liyakatli başka bir silsile mevcut değildir. (Tirmizî, tarihsiz, Kitabu'l-Fiten, 46. Bab; İbn Hanbel, tarihsiz, 5/92, 99, 108; Taberanî, 1404, 2/214, 216, 254, 255).

İşte bu noktada Resulullah'ın (s.a.a.) 12 halifeden kastının Ehl-i Beyt İmamları (a.s.) olduğunu kabul etmek zorunlu olmaktadır.

Yersiz Teviller

Bahsi geçen hadislerin senedinde hiçbir ihtilaf ve münakaşanın olmadığını gördük. Bu nedenle İslam âlimlerinin tartışmaları hadislerin delaleti ve 12 halifenin kimliği etrafında şekillenmiştir.

Şiî İmâmî ulema hiçbir ihtilaf olmaksızın görüş birliğiyle bu hadislerin misdakını (dış dünyadaki karşılığını) Resûlullah'ın Ehl-i Beyt'i (a.s.) olarak kabul etmiştir. Resûlullah'ın (s.a.a.) hilafetini halkın uhdesine bırakan Ehl-i Sünnet uleması ise 12 halife hadisleri için kabul edilebilir yorumlarda bulunmaya gayret etmiştir. (Öte yandan bir grup Ehl-i Sünnet bilgini de Hz. Peygamber'in (s.a.a.) bu hadisle maksadını derketmedeki acziyetlerini itiraf etmiş ve bunu sadece Allah bilir demişlerdir, mesela: İbn Cevzî, İbn Arabî Malikî vs.) Onlar bu hedefe ulaşmak için genellikle iki yöntemden yararlanmıştır.

1. Sıralı Yöntem

2. Seçme Yöntemi

Sıralı Yöntem

Onlar ilk çözüm olarak, Emevî nesline olan eğilimlerinden de destek alarak, Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonra kim hâkimiyet ve zahirî sultaya sahipse bunlar arasından en baştan on iki kişi saymış ve bunları 12 halifenin karşılığı kabul etmişlerdir. Bu çözüm yönteminde Yezid bin Muaviye, Mervan bin Hakem ve oğullarını bile Resûlullah'ın (s.a.a.) halifeleri arasında göstermiş, fakat Resûlullah'ın (s.a.a.) torunu Hasan bin Ali'yi (a.s.) ya da Ehl-i Sünnet'e göre en iyi Emevî halifesi olan Ömer bin Abdülaziz'i 12 sayısını aşmamak için buna dâhil etmemişlerdir. Kadı İyaz ve İbn Hacer Askalanî bu esas gereğince 12 halifeyi şöyle saymaktadır: 1. Ebu Bekir, 2. Ömer, 3. Osman, 4. Ali, 5. Muaviye, 6. Yezid, 7. Abdülmelik Mervan, 8. Velid bin Abdülmelik, 9. Süleyman bin Abdülmelik, 10. Yezid bin Abdülmelik, 11. Hişam bin Abdülmelik, 12. Velid bin Yezid bin Abdülmelik. (Askalanî, 1421, 13/214)

Seçme Yöntemi

Birinci yöntemi sorunlu bulan bir grup Ehl-i Sünnet âlimi başka bir hal çaresi düşündü. Onlar Emevî ve Abbasî yöneticileri arasında araştırma yapıp kendilerince amelleri daha iyi olanları seçtiler ve raşid halifeler olarak on ikisini belirlediler. Fakat bu yolun da birincisi gibi kabul edilmesi mümkün olmayan eksiklikleri barındırdığından gafil oldular.

Suyutî bu konuda şöyle diyor:

“12 halifeden sekizi şöyledir: 1. Ebu Bekir, 2. Ömer, 3. Osman, 4. Ali, 5. Hasan bin Ali, 6. Muaviye, 7. Abdullah bin Zübeyr, 8. Ömer bin Abdülaziz…”

Ardından Abbasi hâkimlerinden El Mühtedî ve Ez-Zahir'in de 12 halifeden olmalarına ihtimal veriyor ve devam ediyor:

"Fakat iki kişi daha geriye kalmıştır ki onların kim olduğunu anlamak için beklemek zorundayız. Bunlardan biri Hz. Peygamber'in Ehl-i Beyt'inden olan 'Mehdî'dir.” (Suyutî, 1406, s. 10-12) Fakat ikinci kişinin yerini boş bırakmış ve ismini anmamıştır. Bu nedenle Suyutî gibi büyük bir âlim gösterdiği tüm çabalara rağmen sadece kendi zannınca Hz. Peygamber'in (s.a.a.) 12 halifesinden on birini belirlemiş ve on ikincisini teşhiste aciz kalmıştır.

Ehl-i Sünnet'in Tevillerinin Eleştirisi

Bizim görüşümüze göre, daha doğrusu İslam Ümmetinin birincil kaynaklarına göre bahsi geçen yorumları hiçbir surette Resûlullah'ın (s.a.a.) hadislerinin gerçek bir tefsiri olarak değerlendirmek mümkün değildir. Bu tevillerin yanlışlığını gösteren bazı deliller şunlardır:

Hadislerdeki İmamların Özelliklerinin Tevillerle Uyumsuzluğu

Ehl-i Sünnet uleması 12 halife hadislerinin yorumlanmasında söz konusu edilen halifelerin iki özelliğine vurgu yapmış ve İmamların çok önemli olan diğer özelliklerini göz ardı etmiştir. Onlar sadece 12 sayısına ve halifelerin Kureyşli oluşuna teveccüh ederek tevillerinde sadece bu iki özelliğin sağlanmasına önem vermişler, tüm İslam ümmetinin halifesi olmak gibi önemli hususiyetleri bilerek ya da gafletle göz ardı etmişlerdir. Daha önce geçtiği üzere İmamlar Ümmet var oldukça Resûlullah'ın (s.a.a.) halifesi olarak baki kalacaklardır. Bu nedenle Ehl-i Sünnet âlimlerinin onların hilafetini birinci ve ikinci hicrî asırla sınırlandırmak istemeleri 12 halife hadisleriyle çelişmektedir.

Aynı şekilde bahsi geçen hadislerden anlaşıldığına göre dinin izzeti ve bekası 12 halifenin varlığına ve ilim, ahlak, maneviyat ve adalet kavramlarının onların gölgesindeki tahakkukuna bağlıdır. Fakat Emevî ve Abbasî idarecilerinin hayatında ilim, ahlak, maneviyat ve dinden eser gözükmemekte ve aksine zulüm, fesad, cinayet ve halkın haklarını yağmalamaktan başka birşeye rastlanmamaktadır. Böylesi insanlar nasıl olur da dinin izzet ve istikrar kaynağı olabilirler? Eğer bu Ehl-i Sünnet âlimlerinin dediği gibi 12 halifenin hilafet dönemi ikinci asrın ortasında bitecekse dinin bu tarihten sonraki izzetini kaybederek zelil olması gerekirdi.

Hz. Peygamber'in çocuğunun şehid edilip ailesinin esir alındığı, Resûlullah'ın (s.a.a.) şehrinin hürmetinin çiğnendiği, bir ordu ile Medine'ye saldırılıp Peygamber ashabının katledilerek evlerinin başlarına yıkıldığı ve Medine halkından geri kalanlardan köle olmak şartıyla biat alındığı, sonra da bu ordunun Kâbe'ye saldırarak ateşe verdiği Yezid'in asrında dinin aziz olduğu iddia edilebilir mi?

Ayrıca hadiste “Düşmanlarının düşmanlığı on iki halifeye zarar vermez” buyrulmaktadır. Eğer 12 halifeden kasıt Emevî ve Abbasî yöneticileri olmuş olsaydı -ki sahih tarihin şahitliğiyle hayatlarında din, iman, ilim ve ahlaktan hiç eser olmadığı bellidir- bu tarz zalim yönetimlere düşmanlık hiç şüphesiz ki onların zararına olacaktı. İmamların bu özelliği bu hadislerin misdakının Emevî ve Abbasî idarecileri olmadığını ve buradaki hilafetten kastın da illa zahiri hükümet anlamına gelmeyip düşmanlar tarafından zarara uğratılması mümkün olmayan, ilahi irade tarafından atanmış hilafet olması gerektiğini göstermektedir.

Delil Yoksunluğu

Ehl-i Sünnet âlimlerinin bu 12 imam hadislerini yorumlayıştaki bir diğer kusurları da hiçbirinin iddialarının ispatı için delil göstermemiş olmasıdır. Delilsiz sözün kimden gelirse gelsin kabul edilmesi mümkün değildir. Üstelik sözleri sadece delilden yoksun olmakla kalmamakta, aksi yöndeki pek çok delil ile de çürütülmektedir.

Hilafet Şartlarından Yoksunluk

Ehl-i Sünnet âlimleri Resûlullah'ın (s.a.a.) halifesi ve Müslümanların imamı için adalet ve ilim de dâhil olmak üzere pek çok şart koşmuştur. Örneğin:

“Halife adil olmalı ve içtihad derecesinde dinî ilimlere vakıf olmalıdır.” (Maverdî, tarihsiz, 20; Taftazanî, 1409, 5/243)

Gördüğümüz üzere isimleri Resûlullah'ın (s.a.a.) halifeleri arasında geçen Emevî ve Abbasî yöneticilerinin çoğu Ehl-i Sünnet'in kendi itirafına göre cahil, fasık ve zalim idiler ve adalet ve dinî ilimden yoksundular. Bu nedenle Ehl-i Sünnet'in kendi usulüne göre onlar için hilafet akdi söz konusu olmamıştır. Bunun karşısında yer alan Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s.) faziletleri ise her iki tarafın âlimleri tarafından kabul edilmektedir.

Hilafet ve İmamet'in İki Silsilesi

Resûlullah'tan (s.a.a.) hilafet, yönetim ve imamet hakkında nakledilen hadislerin toplamından anlaşıldığına göre O'ndan sonra aynı anda olmak üzere iki silsile halife ve hâkim gelmiştir.

a) Hak Halifeler: Şu ana dek kendilerinden söz ettiğimiz on iki halifedirler ve belirtildiği üzere Hz. Resûlullah (s.a.a.) onların sayısını ve özelliklerini beyan etmiştir. Halifelikleri de Hz. Peygamber'den hemen sonra başlamaktadır (benden sonra 12 halife olur). (Tirmizî, tarihsiz, 46. Bab; İbn Hanbel, tarihsiz, 5/92, 99, 108; Taberanî, 1404, 2/214, 216, 254, 255; Albanî, 1415, Hadis: 1705)

b) Batıl Halifeler: Resûlullah'tan (s.a.a.) nakledilen başka sahih hadislerde kendisinden kısa bir süre sonra büyük günah işleyen önderlerin geleceği belirtilmektedir. Ezcümle:

1. “Namazı öldürecekler.” (Müslim, 1398, Kitabu Mesâcid, Hadis: 238; Beyhakî, tarihsiz, 3/177; Taberanî 1404, 2/151; İbn Hanbel, tarihsiz, 5/169)

2. “ Benim hidayetimle yol bulmayacak ve sünnetimi takip etmeyecekler.” (Münzirî, 1388, 3/193; Hâkim Nişaburî, tarihsiz, 1/79; Heysemî, 1414, 5/445)

3. Arkalarında namaz kılınmaları liyaketine sahip olmadıklarından “Vacip namazları evlerinizde kılın, onlarla nafileleri eda edin” anlamındaki buyruklar (Beyhakî, 1405, 6/396; Beyhakî, tarihsiz, 3/182; Heysemî, 1414, 2/81; Müslim, 1398, 239; İbn Hanbel, tarihsiz, 5/169)

4. “Sözleri bilgecedir ama kalpleri murdardan daha kötü kokar.” (Heysemî, 1414, 5/429; Taberanî, 1404, 19/160)

5. “Bidatçidirler ve Mecusîlerden daha kötüdürler.” (Beyhakî, tarihsiz, 3/177, 183; İbn Hanbel, tarihsiz, 1/499; Heysemî, 1414, 5/424)

6. “Onları doğrulayıp yardım edenler cehennem ehlidirler.” (Tirmizî, tarihsiz, 3/358; Münzirî, 1388, 3/195; Hatib Bağdadî, tarihsiz, 5/362)

Eğer yukardaki hadislere insaf ve dikkatle bakar ve sahih tarihten yardım alırsak, özellikle de “benden sonra böyle olur”, “benden sonra böyle emirler olur” ifadelerine dikkat edersek bu tabirlerin yakın geleceğe delalet ettiğini ve Hz. Peygamber'in (s.a.a.) sahabesinin bu yötecilerin en azından bir kısmını derk edeceklerini anlarız.

Bu kişilerin Emevî idarecilerden başkası olması mümkün müdür gerçekten de?

Nevevî de Sahih-i Müslim'e yazdığı şerhte (1408, 5/145) yukardaki hadislerin misdakının Ehl-i Sünnet âlimlerinin on iki halife hadislerinin tefsirinde gösterdikleri kişilerle aynı olan Emevî idarecilere işaret ettiğini söyler.

Hilafetin Kureyş'le Sınırlandırılması

Ehl-i Sünnet âlimlerini 12 halife hadislerini tevcih etmede zor durumda bırakan bir mesele de Resûlullah'ın (s.a.a.) hilafetinin kıyamet gününe kadar Kureyş'e tahsis edilmiş bir hak olduğudur. Resûl-i Ekrem'in (s.a.a.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“İki insan kaldıkça bu iş Kureyş'te kalacaktır.” (Buharî, Sahih, tarihsiz, 4/218, 9/78; İbn Hanbel, tarihsiz, 2/93, 128; Hatib Bağdadî, tarihsiz, 3/372)

Bu rivayetler gereğince İslam Ümmetinin vazifesi her asırda Kureyş'ten bir imamı izlemektir. Bu sözün doğruluğunun sıhhati Ehl-i Sünnet'in sahih hadis kitaplarıdır ve bunların şarihleri de söz konusu hadislerden bu noktayı çıkarmışlardır. Zira Buharî, yukardaki hadisleri “El umera mine'l-Kureyş” (İdareciler Kureyşlidir), Müslim “En nasu tebeu'l-Kureyş ve'l-hilafetu fi Kureyş” (halk Kureyş'e tabidir ve hilafet Kureyş'tedir), Tirmizî “Ma cae enne'l-hulefae min Kureyş ilâ en tekume's-Sâat” (Hilafetin kıyametin kopmasına dek Kureyş'te olduğu hakkında gelen rivayetler), Beyhakî “El-eimmetü min Kureyş” (İmamlar Kureyş'tendir), Muttekî Hindî de “El-Umera min Kureyş” (Yöneticiler Kureyş'tendir) baplarında zikretmişlerdir.

Gördüğümüz gibi bahsi geçen âlimlerin her biri bu rivayetleri 12 imam hadisleriyle yan yana ve aynı bapta zikretmiştir. Bu davranışları onların bakış açısına göre de bu 12 halifenin, her zaman için dünyada birisinin bulunacağı Kureyşli halifelerle aynı olduğunu göstermektedir. Yani hilafetin Kureyş'ten oluşu şartıyla on iki halife hadislerinin ikisi de tahakkuk etmiş olmaktadır. İbn Hacer Askalanî (1421, 13/118, 119), Kadı İyaz, Zebidî (tarihsiz, 2/231) ve İbn Hazm (tarihsiz, 359) “İmamın Kureyşli oluş şartı bütün ulema tarafından zorunlu görülmüştür, hatta öyle ki bu konuda icma olduğu görüşündedirler” diye yazmışlardır.

Kirmanî ise şöyle demiştir: “Devran, hiçbir döneminde Kureyşli bir halifenin varlığından yoksun kalmaz." (bkz. Askalanî, 1421, 13/117).

Nevevî ise şunları kaydeder:

"Bu ve benzeri hadisler hilafetin Kureyş'e mahsus olduğuna ve Kureyş'ten başkası için halifeliğin caiz olmadığına apaçık bir delildir. Bu durum sahabenin ve sonraki dönem Müslümanların icmasıdır. Ve Resûlullah bu hükmün kendisinden sonra dünyanın sonuna kadar yeryüzünde iki insan olduğu sürece devam edeceğini beyan etmiştir." (1407, 12/441-443)

Aynı şekilde Mübarekfurî Sünen-i Tirmizî'nin şerhinde şöyle yazıyor: "Dünya baki kaldığı sürece hilafet Kureyş'tedir. Resûlullah bu hükmün dünyanın sonuna kadar ve iki insan kaldığı sürece devam edeceğini söylemiştir." (ts. 6/481)

Bahsi geçtiği üzere Resûlullah'ın (s.a.a.) hadisleri ve Ehl-i Sünnet ulemasının açıklamaları Hz. Peygamber'in hilafetinin kıyamet gününe kadar Kureyş'e mahsus olduğunu açıkça göstermektedir. Bu esas gereğince de Hz. Peygamber'in takipçileri kıyamete kadarki tüm dönemlerde Kureyşli bir halifeye ve imama sahip olmalı ve onu takip ederek Resûlullah'ın sünneti ve dinî vazifeleriyle amel etmelidirler.

Resûlullah'ın (s.a.a.) sahih hadisleri her dönemde böyle bir halifenin mevcut olduğunu göstermektedir. Aksi halde bu hadislerin yalanlanması gerekecek ve Ümmet imkânsız olan bir şeyle yükümlü kılınmış olacaktır. Ehl-i Sünnet'in izlediği yol gereğince hâlihazırda böylesi bir halife mevcut değildir. Zira onların görüşüne göre Hz. Peygamber'in on iki halifesinin hilafet dönemi birinci ve ikinci asrın ortalarında son bulmuştur. Fakat Şia'nın bu hadisleri tefsirine göre şu an mevcut olan Ehl-i Beyt'ten Kureyşli halife bu on iki Peygamber halifesinin sonuncusu Hz. Mehdi-yi Mevûd'dur. Resûlullah'ın hadisleriyle tam olarak uyumlu olan yegâne görüş budur.

Her Dönem için İmam'ın Varlığının Zarureti

Ehl-i Sünnet'in sahih hadis kitaplarının, sünen ve müsnedlerin müellifleri sahabeden bazıları tarikiyle Resûlullah'tan (s.a.a.) her zaman için İslam Ümmetinin her bir ferdi için bir imam olduğunu nakletmişlerdir. Bu rivayetlerde bu kişiyi tanımanın din ile, tanımamanın ise cahiliye ile eşdeğer sayılan bir önemde olduğuna işaret edilmektedir. Zira Hz. Peygamber (s.a.a.) "Kim ölür de boynunda bir biat olmaz ise, cahiliye ölümüyle ölmüştür" diye buyurmaktadır (Müslim, 1398, Kitabu İmare, Hadis No: 58; Beyhakî, ts. 8/156; Taberanî, 1404, 19/335; İbn Hanbel, ts., 4/96). Başka bir hadiste de "İmamsız ölen cahiliye ölümüyle ölmüştür" denilmektedir (Ebu Davud, ts., 259; İbn Hanbel, ts. 3/446; Buharî, Tarihu'l-Kebir, ts. 6/445). Yukarıdaki rivayetlerin karşılığı elbette ki Emevî ve Abbasî yöneticileri ve onlara benzeyenler olamazlar. Zira onlar zalim idarecilerdirler ve Kur'an Müslümanları zalimlere yaklaşmaktan menetmiştir "Zalimlere meyletmeyin ki size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka veliniz yoktur." (Hud, 113)

Daha önce Resûlullah'ın (s.a.a.) Müslümanları zalim yöneticilere yaklaşmaktan şiddetle men ettiğini görmüştük. Yukarıdaki rivayetlerin tonlaması burada kastedilen imamın sıradan bir fert olmadığını ve seçkin bir dinî ve manevî bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Bu rivayetler üzerinde düşündüğümüzde, tanınmadan ölünmesinin cahilî ölümle eş sayıldığı kişinin Resûlullah'ın (s.a.a.) her asırda mevcut olan on iki halifesinden biri olduğuna şüphe kalmamaktadır.

Resûlullah'ın (s.a.a.) Son Halifesi Mehdî

Ehl-i Sünnet ulemasının başka bir sorunu da mütevatir olan on iki halife ve Mehdevîyet hadislerini yorumlamada baş göstermektedir. Zira bu hadislerden aşağıdaki şu sonuçlar elde edilmektedir:

1. Mehdî, İslam ümmetinin halifelerinden biridir ve hilafet dönemi ilk hicrî asırda değil ahir zamanda gerçekleşecektir: "Ümmetimin sonunda bir halife olacak ve malı hesapsız dağıtacaktır..." (Müslim, 1398, Kitabu'l-Fiten, Hadis No: 67; Hâkim Nişaburî, ts. 4/454); “Halifelerinizden biri malı hesapsız dağıtacak” (Müslim, 1398, Kitabu'l-Fiten, Hadis 68; İbn Hanbel, tarihsiz, 3/5, 37, 49, 60, 96, 317, 333; Ebu Yala Musulî, 1404/ 2, 421-480) ve “Tüm zamandan geriye tek bir gün bile kalsa Allah Ehl-i Beyt'imden bir kişiyi gönderir."

2. Mehdî Allah'ın halifesidir: "Şüphesiz o Allah'ın halifesi Mehdî'dir." (İbn Mace, 1395, Kitabu'l-Fiten, 23. Bab; Ebu Davud, ts., Kitabu'l-Mehdî; İbn Hanbel, ts. 1/99)

3. Mehdî'nin seçimi Allah'ın emriyledir, halkın uhdesinde değildir. "Şüphesiz Allah Ehl-i Beyt'imden bir kişiyi gönderir."

4. Mehdî, Resûlullah'ın (s.a.a.) Ehl-i Beyt'indendir: "Mehdî bizden, Ehl-i Beyt'tendir." (İbn Hanbel, ts., 1/84; Hâkim Nişaburî, ts., 4/557; İbn Mace, 1395, Hadis No: 4085). "Mehdî benim soyumdan, Fatıma neslindendir." (Ebu Davud, ts., Kitabu'l-Mehdî; Suyutî, 1414, 6/57)

Hz. Mehdî'nin varlığı Kur'an-ı Kerim, Sünnet ve tarih açısından kesin bir bilgidir. Ehl-i Sünnet ulemasının Hz. Peygamber'in (s.a.a.) açık tasrihiyle İslam Ümmetinin halifelerinden olduğu buyrulan Hz. Mehdî'yi on iki halifeden saymayıp Muaviye, Yezid, Mervan ve evlatlarını buna dâhil etme çabaları ise oldukça şaşırtıcıdır.

“Hepsi Kureyş'ten” mi, Yoksa "Hepsi Haşimoğlu" mu?

Bahsi geçtiği üzere 12 halife hadislerinin çoğunun sonunda "Hepsi Kureyş'tendir" buyrulmaktadır.

Fakat bazı nakillerin sonunda "Hepsi Kureyş'tendir" yerine "Hepsi Haşimoğullarındandır" deniliyor (Kunduzî, 1413, 2/533). Bu nakil her ne kadar fazla şöhrete sahip değilse de Ehl-i Sünnet'in muteber eserlerinde bunu takviye den karineler mevcuttur. Ezcümle:

1. Haşimoğulları seçkin bir sülaledir ve faziletçe de Kureyş'in hiçbir boyuyla mukayese edilemez. Haşimoğulları arasında yer alan Ali (a.s.) gibi şahsiyetlerin varlığı nedeniyle Kureyş'in diğer kabilelerinin zikri yersiz olacaktır. Vasıle bin Eska şöyle diyor: Resûlullah şöyle buyurdu:

"Allah İsmail oğullarından Kenane'yi seçti, Kenane'den Kureyş'i, Kureyş'ten Haşimoğullarını, Haşimoğullarından da beni seçti." (Müslim, 1397, Kitâbu Fezâil, 1. Bab; Tirmizî, ts., Kitâbu Menâkıb, 1. Bab)

Nevevî Sahihu Müslim şerhinde şöyle yazıyor:

"Ashabımız bu hadisle istidlal ederek Arap içersinde Kureyş'e ve aynı şekilde de Haşimoğullarına denk kimse olmadığı istidlalinde bulunmuştur." (1407, 15/41)

2. 12 halife hadisi iki kısımdan oluşmaktadır, hadisin ilk kısmını, yani "Benden sonra 12 halife olacak" cümlesini hadisin râvisi hiçbir şüphe olmadan Hz. Peygamber'den (s.a.a.) nakletmektedir. Fakat hadisin ikinci kısmı olan "Hepsi Kureyş'tendir" cümlesini bizzat kendisi işitmemiş, etrafındaki kişilere sormuş ve onlar da Hz. Peygamber'in sözünü ona bu şekilde nakletmişlerdir. Hadisin muhtelif rivayetlerinde geçen bazı noktalar "Hepsi Kureyş'tendir" sözünü şüpheli kılmaktadır. Örneğin hadisin başka nakillerinden biri "Hz. Peygamber'den şöyle işittim. 12 emir olacak. Sonra bir şey dedi ve ben işitmedim. Halk hepsi Kureyş'tendir dediğini zannetti" (Taberanî, 1404, 2/249) şeklindedir.

Gördüğümüz gibi "Hepsi Kureyş'tendir" cümlesinin Resûlullah'ın sözü olduğu kesin değildir ve bazı insanların ve Kureyşli muhacirlerin bir kısmının görüşürüdür. Başka bir nakilde de şöyle gelmiştir:

"Resûlullah'ın şöyle dediğini işittim: Kureyş'ten düşmanların kendilerine zarar vermeyeceği on iki kayyim olacak. Sonra arkama baktım ve bir grup insanın arasında yer alan Ömer bin Hattab'ı gördüm. Ömer ve beraberindekiler hadisin naklettiğim gibi olduğunu bana doğruladılar." (a. y., 256; Heysemî, 1414, 5/345)

Gördüğünüz üzere hadisin şimdiki hali olan "Hepsi Kureyş'tendir" sözünün tespitinde Ömer ona yardım etmiş ve hadisi yukarıdaki gibi kaydetmiştir. Ömer'in hadisi "Hepsi Kureyş'tendir" şeklinde tescil etmesi, hem de bunu Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hayatının son aylarında yapması manidar ve planlı bir girişimdir.

Ömer'in bahsi geçen hadisi Cabir bin Semure'ye, Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonra kendisi ve dostlarının hilafetine engel oluşturmayacak şekilde doğruladığı ve aktardığı anlaşılıyor.

3. Resûlullah'ın (s.a.a.) sözünün Cabir'e yetişmeyişinin nedeni hakkında Ehl-i Sünnet muhaddisleri Cabir'den bazı ifadeler nakletmişlerdir:

a) Ahmed bin Hanbel ve Taberanî şöyle nakletmiştir: "Ardından halkın sesi yükseldi ve konuşmaya başladılar ve bu nedenle Hz. Peygamber'in sözünü işitmedim..." (İbn Hanbel, ts., 5/99; Taberanî, 1404, 2/196)

b) Müslim'in (1398, Kitabu İmare, 1. Bab) ve Ahmed bin Hanbel'in (ts. 98, 101) naklinde "Ve bir kelime söyledi ama insanların gürültüsü bunu işitmeme engel oldu" denmektedir.

c) Ahmed bin Hanbel (ts. 5/93, 99) diğer bir nakilde şöyle yazıyor: "İnsanlar sürekli oturup kalkıyorlardı ve bu durum Peygamber'in sözünü işitmeme engel oldu."

d) Ahmed başka bir yerde de şöyle diyor: "Halk sesini yükseltmişti ve çığlıkları Hz. Peygamber'in sözünü işitmeme engel oldu."

Gördüğünüz üzere yukarıdaki sebepler Cabir bin Semure'nin Hz. Peygamber'in sözünü işitmesine engel olmuş. Bu durum Kureyşli muhacirlerin ve fikirdaşlarının Resûlullah'ın (s.a.a.) sözüne sinirlendikleri ve her ne surette olursa olsun Peygamber sözünün halkın kulağına ulaşmasına engel olmaya çalıştıklarını göstermektedir. Eğer Resûlullah'ın (s.a.a.) sözü "Hepsi de Kureyş'tendir" şeklinde bitseydi, Kureyşliler ve müttefiklerinin buna sinirlenmelerini gerektirecek bir durum olmaz, aksine bu durum gelecekteki hilafetlerine vurulacak onay mührü olduğundan sevinmelerine yol açardı. Bu nedenle Hz. Peygamber'in sözünün "Hepsi Haşimoğullarındandır" şeklinde olması ihtimali kuvvet kazanmaktadır, zira Resûlullah'tan sonrası için plan kuranları rahatsız edecek olan yegâne şey halifelerin Haşimoğullarından olacağının belirtilmesiydi.

Gördüğümüz üzere 12 halife hadislerini Ehl-i Beyt'ten (a.s.) olan On İki İmam dışında yorumlamanın mümkün olmadığı -velev ki "Hepsi Kureyş'ten" cümlesi doğru olsun- açıklık kazanmaktadır. Aksi takdirde bahsi geçen bu hadisleri anlamlandırmak mümkün olmayacaktır.

Kaynaklar

1. İbn Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut, Darsadır, 1385

2. İbn Cevzî, el-Muntezem, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, 1412

3. ..................., Tezkiretü'l-Havas, Beyrut, Müessesetü'l-Ehl-i Beyt, 1409

4. İbn Hibban, Muhammed, Kitabu's-Sikât, Beyrut, Daru'l-Fikr, 1393

5. İbn Hacer Mekkî, Ahmed, es-Savâiku'l-Muhrika, Kahire, ts.

6. İbn Hazm, el-Muhallâ, Beyrut, Daru'l-Âfâk, ts.

7. İbn Hammad, Nuaym, Kitabu'l-Fiten, Beyrut, Daru'l-Fikr, 1414

8. İbn Hanbel, Ahmed, Müsnedu Ahmed, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

9. İbn Şehrâşub, Muteşâbihu'l-Kurân, Kum, Bidar, 1328

10. İbn Arabî Malikî, Arızatu'l-Ehvezî, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-Arabî, ts.

11. İbn Asakir, Tehzîbu Tarihi Dimeşk, Beyrut, Daru İhyai't-Turasi'l-Arabî, ts.

12. İbn İmad Hanbelî, Ebu'l-Felah Abdulhayy, Şezerâtu'z-Zeheb fi Ahbari min Zeheb, Beyrut, Daru'l-Afak el Cedide, ts.

13. İbn Kesir, el Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut, Daru'l-İhyai't-Turasi'l-Arabî, 1408

14. ............, Tefsiru'l-Kurâni'l-Azim, Beyrut, Daru'l-Marife, 1407

15. İbn Mace, Sünenu İbn Mace, 1395

16. İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye, Beyrut, Daru'l-İhyai't-Turasi'l-Arabî, ts.

17. Ebu'l-Fida, İsmail, Tarihu Ebî'l-Fida, Beyrut, Daru'l-Marife, ts.

18. Ebu Davud, Süleyman bin Eşas, Sünenu Ebî Davud, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

19. Ebu Yala Musulî, Ahmed bin Ali, Müsnedu Ebî Yala, Dimeşk, Daru'l-Memun, 1404

20. İsfehanî, Ebu Nuaym, Hilyetu'l-Evliya, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, 1409

21. Albanî, Nasıruddin, Silsiletu's-Sahihiyye, Riyaz, Mektebetu'l-Meârif, 1415

22. Buharî, Muhammed bin İsmail, Tarihu'l-Kebir, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

23. ..........., Sahihu Buharî, Beyrut, Daru'l-Celil, ts.

24. Beyhekî, Ahmed bin Huseyn, es-Sunenu'l-Kubra, Beyrut, Daru'l-Marife, ts.

25. .............., Delâilu'n-Nubuvve, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, 1405

26. Tirmizî, Muhammed bin İsa, Sunen, Beyrut, Daru'l-İhyai't-Turasi'l-Arabî, ts.

27. Taftazanî, Sadeddin Mesud bin Ömer, Şerhul-Mekâsıd, tahkik, talik ve önsöz Dr. Abdurrahman Umeyre, Kum, Menşurat-ı Şerif Razî, h. 1406

28. Hâkim Nişaburî, Ebu Abdullah, el-Müstedrek ale's-Sahiheyn, Beyrut, Daru'l-Kutubu'l-Arabî, ts.

29. Halebî, Ali bin Burhaneddin, es-Siretu'l-Halebîyye, Beyrut, Mektebetu'l-İslamiyye, ts,

30. Hazzaz Kummî, Ali bin Muhammed, Kifayetu'l-Eser, Kum, Bidar, h. 1401

31. Hatib Bağdadî, Tarihu Bağdad, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, ts.

32. Hatib Tebrizî, Mişkâtu'l-Mesâbîh, Beyrut, Daru'l-Fikr, h. 1411

33. Zehebî, Şemseddin, Telhisu'l Mustedrek, Beyrut, Daru'l-Kitabu'l-Arabî, ts.

34. Zebidî, Murteza, İthafu's-Sâdetu'l-Muttekîn, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

35. Suyutî, Celaleddin, Durru'l-Mensur, Beyrut, Daru'l-Fikr, 1414

36. ………, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut, Daru'l-Kalem, 1406

37. Saduk, Kitâbu'l-Hisâl, Kum, Camiatü'l-Müderrisin, h. 1403

38. Taberanî, Ebu'l-Kasım Süleyman bin Ahmed, el-Mucemu'l-Kebir, Beyrut, Daru İhyai't-Turasi'l-Arabî, h. 1404

39. Taberî, İbn Cerir, Tarihu't-Taberî, Beyrut, Daru İhyai't-Turasi'l-Arabî, ts.

40. Askalanî, İbn Hacer, el-Metâlibu'l-Âliye, Beyrut, Daru'l-Marife, ts.

41. ……….., Fethu'l-Barî fi Şerhi Sahihi'l-Buharî, nşr. Abdulaziz bin Abdullah ve Muhammed Fuad Abdulbakî, 3. Baskı, Beyrut, Daru'l-Kutubi'l-İlmiyye, 1421

42. Kunduzî Hanefî, Süleyman bin Abdullah, Yenâbiu'l-Mevedde, Kum, Razî, h. 1413

43. Kandehlevî, Muhammed Yusuf, Hayatu's-Sahabe, Beyrut, Daru'l-Marife, ts.

44. Maverdî, Ali bin Muhammed, Ahkamu's-Sultaniyye, Kum, Defter-i Tebliğat-i İslamî, ts.

45. Mübarekfurî, Muhammed bin Abdurrahman, Tuhfetu'l-Ehfezî, Şerhu Camii Tirmizî, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

46. Muttekî Hindî, Ali, Kenzu'l-Ummâl, Beyrut, er-Risale, 1409

47. Mesudî, Murucu'z-Zeheb, Beyrut, Daru'l-Marife, h. 1404

48. Müslim, Sahihu Müslim, Beyrut, Daru'l-Fikr, h. 1398

49. Münavî, Muhammed, Feyzu'l-Kadir, Beyrut, Daru'l-Fikr, ts.

50. Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, Beyrut, Daru'l-İhyai't-Turasi'l-Arabî, h. 1388

51. Nasıf, Mensur Ali, et-Tâcu'l-Câmii'l-Usûl, İstanbul, Dar Temel, ts.

52. Numanî, Muhammed bin İbrahim, Kitabu'l-Ğaybe, nşr. Ali Ekber Ğaffarî, Tahran, s-Saduk, ts.

53. Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, Beyrut, Daru'l-Kalem, h. 1407

54. Heysemî, Nureddin, Mecmeu'z-Zevâid, Beyrut, Daru'l-Fikr, h. 1414

(İlahiyat ve Hukuk Dergisi, Yaz, 1386, 24. Sayı)

Gulam Hüseyin Zeynelî (Araştırmacı Yazar)

Çev: Ozan Kemal Sarıalioğlu

medyasafak.com