
کارگر
İran-ABD ilişkiler haberine Zarif’ten tepki
İran-ABD ilişkileri konusunda ortam yaratılması çabasına tepki gösteren İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Zarif, başarılı çözüm yollarına ulaşmak için her iki tarafın yapıcı temüllere hazır olmaları gerektiğini söyledi.
Mehr haber ajansının bildirdiğine göre, BM Genel Kurul Toplantısı dolaysıyla New York’ta bulunan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Facebook sayfasında İran-ABD ilişkilerinin yanısıra Ruhani ve Obama’nın görüşmesi için çıkan haberleri değerlendirdi.
İran halkının tedbir ve ümit devlete ümit bağladığı için çok memnun olduğunu ifade eden Bakan Zarif, dış politika zaten sabır, dirayet, uygun ve hesaplanmış eyemler ve amaçlı olan bir saha olduğu dolaysıyla biriken sorunların bir iki görüşme ile çözüleceğini beklenmemesi gerektiğini söyledi.
Dışişleri Bakanı Zarif, eşit tutum, saygı ve ortak menfaatler kapsamında başarılı çözüm yollarına ulaşmak için her iki tarafın yapıcı temüllere hazır olmaları gerektiğini söyledi.
Zarif, Allahü Teala ve evliyalarının teveccühü, İslam İnkılabı Rehberi’nin akıllıca desteği ve İran halkının yarattığı hamaset dolaysıyla uluslararası oyuncular İran halkına uygun şekilde davranmaya mecbur kalacaklarına karşın dikkatli, ciddi ve sabırlı olmakla birlikte geleceği iyi anlayarak şerif İran halkının yasal hakkı, gelişmesi ve ilerlemesinin yanısıra refahı temin edilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Zarif, cumhurbaşkanı Ruhani ile başlanan bu iniş çıkışlı yolun İran halkının duasıyla başarıya ulaşacağına emin olduğunu kaydetti.
İran Dışişleri Bakanı Zarif Davutoğlu ile bir araya geldi
BM Genel Kurulu'na katılmak üzere New York'ta bulunan İran ve Türkiye Dışişleri Bakanları bir görüşme gerçekleştirdi.
MHA - İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ve Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu görüşmede ikili ilişkiler ve bölgesel konuları özellikle Suriye meselesi üzerinde fikir alışveriş verişinde bulundular.
Zarif, iki ülke ilişkilerine işaretle İran'ın ilişkilerin daha da geliştirilmesi yönünde hazır olduğunu ifade ederek, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 25 milyar dolara arttırılmasını istedi.
Zarif ve Davutoğlu iki ülke heyetlerinin BM genel merkezinde yapılan toplantısının ardından binadan ayrılarak baş başa East River kıyısında uzun süre hem yürüyüş yaptı hem de iki ülke arasındaki ilişkiler ve bölgesel konuları ele aldı.
İki bakan arasındaki görüşmede ağırlıklı olarak Suriye'deki durum ele alınırken, İran'ın nükleer programına ilişkin P5+1 görüşmeleri ve Irak'taki durum da görüşüldü.
İki bakanın Türkiye-İran ilişkilerinin önemine değinerek, bölgenin içinde bulunduğu kritik dönemde Türkiye ile İran arasındaki işbirliği ve eşgüdümün gelişmesinin barış ve istikrar çabalarına büyük yarar sağlayacağını vurguladığı bildirildi.
Bakan Davutoğlu, İranlı mevkidaşını daha kapsamlı görüşmelerde bulunmak ve başta Suriye olmak üzere bölgesel konularda daha etkin işbirliği imkânlarını değerlendirmek üzere Türkiye'ye davet etti.
İki bakanın görüşmesinde Suriye'de devam eden iç savaş, Irak'taki son durum, bölgesel konular, 26 Eylül Perşembe günü toplanması beklenen P5+1 ile İran arasındaki konuların gündeme geldiği bildirildi.
Davutoğlu, İran dışişleri bakanını daha kapsamlı görüşmelerde bulunmak ve başta Suriye olmak üzere bölgesel konularda daha etkin işbirliği imkânlarını değerlendirmek üzere Türkiye'ye davet etti.
Nasrullah, Suriye'yi işgal iddialarına cevap verdi
Lübnan Hizbullah Lideri Seyid Hasan Nasralllah :" Suriye Muhaliflerin, kimyasal silahlar Hizbullah'a gönderilecek" iddiası komik çok gülünç bir iddiadır. Çünkü kimyasal silahın yerini değiştirmek, buğday unun yerini değiştirmeye benzemez.
Biz Suriyeli kardeşlerimizden bize kimyasal silah göndermelerini istemedik, gelecekte de istemeyeceğiz. Çünkü bizim dinimizde kırmızı çizgiler var ve bizim için sorun hallolmuştur. Bu tür savaş (kimyasal silahın kullanıldığı) hatta psikolojik olarak dahi helal değildir.
Başta Arabistan olmak üzere Arap ülkeler, İran ve Hizbullah'ın Suriye'yi işgal ettiklerini iddia ediyorlar. Suriye'deki Hizbullah askerlerinin sayısı çok azdır. Acaba bu kadar sayıdaki askerle bir yer işgal edilir mi? Onların iddialarının temellerin çürük olduğu apaçık ortadadır.
Suriye'deki Hizbullah askerleri, yabancı işgalci güçlere karşı direnmeye yardım ediyorlar. Arabistan da bu direnişe destek vermelidir.
Hizbullah'a işgalci diyen Muhalifler Koalisyonu, dış güçleri Suriye'yi işgal etmeye davet etmiyorlar mı?
Onlar yenilgilerini bu iddiayla örtbas etmeye çabalıyor."
Hasan Nasrallah Türkiye ve Arabistan'ı Suriye konusundaki yaklaşımını değiştirmeye şu sözlerle davet etti:
"Bölgede meydana gelen son gelişmelerin ardından, Türkiye ve Arabistan'dan Suriye konusundaki yaklaşımlarını gözden geçirmelerini istiyorum. Çünkü Suriye'ye askeri müdahale planı yerle bir oldu."
Nasrallah, Suriye'nin kuzeyinde bulunan aşırı gurupların Türkiye'ye yaratacağı tehlike hakkında Abdullah Gül'ü uyararak şöyle dedi:
" Suriye'ye karşı yapılan müdahalelerden dolayı, Pakistan'ın başına gelenin Türkiye'nin de başına geleceği konusunda Abdullah Gül uyarıldı."
Hasan Nasrallah konuşmasının devamında Bahreyn'deki katliamlara değinerek, ülkede yapılan bu katliamlar karşısında bir çok ülkenin sessiz kalmasını kınadı.
Ruhani’nin New York seyahatı açıklaması
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, New York seyahatinde mazlum İran halkının sesini duyurmaya çalışacağını kaydetti.
Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, Tahran’dan New York’a doğru yola çıkmadan önce gezetecilere konuşan İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bunun ABD’ye ilk seyahatı olduğunu söyledi.
Ruhani, New York seyahatinde büyük bir kültür ve mdeniyet sahibi olan İran halkının gerçek yüzünü dünyaya göstermek için çaba göstereceğini konuşmasına ekledi.
İran İslam Cumhuriyeti’nin bugün bölge barışı ve istikrarının miheng taşı olduğunun altını çizen Ruhani, bazı çevrelerce İran milletinin yüzü başka türlü olarak gösterilmek istendiğini belirterek, bu seyahatta barış dostu olan ve diğer ülkelere zarar vermek niyetinde olmayan kültürlü İran halkını tanıtacaklarını vurguladı.
Cumhrbaşkanı Ruhani, İran’ın bölgede ve dünyada uygulanan şiddetin yanısıra aşırılığa karşı olduğunu söyleyerek, İran’ın kendisi kimyasal silahı kurbanı olduğunu hatırlattı.
İran aleyhinde uygulanan ekonomi ve siyasi baskılara da işaret eden İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, bu seyahatta ayrıca mazlum İran halkının sesini dünyaya duyurmaya çalışacağını, karşı tarafın diyalog ve anlaşma yolunda adım atması gerektiğini, zira her iki tarafın menfaatı bu yolda yattığını kaydetti.
ABD Güdümlü ''Sözde Şii Kanallarının'' gerçek yüzleri
İran'da yayın yapan mashreghnews.ir adlı web sitesinde yayınlanan bu makale Avrupa üzerinden yayın yapan Amerikan güdümlü Selam, Fedek ve Ehlibeyt kanallarının gerçek yüzünü ortaya çıkartıyor.
“Amerika'daki kanunlara göre uydu üzerinden yayın yapan bir kanal eğer herhangi bir dine, mezhebe, bir topluma ya da bir düşünceye hakaret ederse o kanal kapatılır ve yayın izni iptal edilir. Peki, başlı başına hakaret içeren ve hedef gösteren yayınlar yapan Ehlibeyt adı altındaki bu kanallar neden kapatılmıyor? Bunun İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı olmaları ve mezhep kışkırtıcılığı yapmalarından başka bir sebebi olabilir mi acaba?”
Ayetullah Hamenei, bu yıl Hacc organizasyonunu gerçekleştirecek yetkilileri kabulünde yaptığı konuşmada başta rahmetli İmam Humeyni (r.a) olmak üzere Şii dünyasının önde gelenlerinin, her zaman Müslümanlar arasında vahdete vurgu yaptıklarını belirterek “Bununla birlikte, Londra ve Amerika'daki kanallarla ihtilafları körüklemeye yönelik yayın yapıp Şii olduklarını iddia edenler gerçek Şii değiller" dedi. İslam Devrimi Lideri İmam Hamenei hangi kanalları kastetmişti?
Son yıllarda Müslümanlar arasında nifak çıkarmak maksadıyla Şiilik adı altında birçok kanal kurulmuştur, biz kısaca bunlardan yalnızca Farsça yayın yapan üç kanala değineceğiz:
Ehlibeyt Kanalı
Bu kanal Afganistanlı Hasan Allahyar tarafından İran'ın Kum şehrinde kuruldu. Bu şehirde kendilerine de yer edinebilmek maksadıyla, kanallarına bu kutsal ismi verdiler. Bu kanalın en önemli faaliyetlerinden biri sürekli olarak mezhepsel ihtilafları körüklemesiydi. Ayrıca kanalın yayın politikası da Hüccetiye cemaatinin görüşleriyle birebir örtüşmektedir
Merceiyet Makamına Yalan İsnatlar
Allahyari senelerce bu kanalların taklit mercilerine ait olduğunu ve ayrıca kanalın Beyrut âlimleri tarafından da desteklendiğini iddia etti. Beyrutlu âlimler tarafından bu iddia yalanlandı. Afgan âlimlerinden olan ve Kum şehrinde yaşayan taklit mercii Ayetullah Kurban Ali Muhakkik Kabuli de geçen sene kanalın asıl hedefinin ihtilaf çıkarmak olduğu anlaşılıncaya kadar kanalı desteklemişti. Ayetullah Kabuli daha sonra bu konuyla ilgili bir bildiri yayınlayarak Müslümanların birlik ve beraberliğine değindi ve gerçek Ehlibeyt dostları ve Şiilerin bu kanala maddi ve manevi yardım yapmaktan kaçınmaları gerektiğini söyledi. Müslümanlar arasında ihtilaf çıkaran ve tefrika yaratan bu gibi kanallara yardım yapmanın şer'en caiz olmadığını da ifade etti.
Allahyari'nin Siyasi Görüşü
1. Şia ve Ehli Sünnet arasında tefrika çıkarmak.
2. Sloganlarından biri de ''ne Gazze'nin ne de Lübnan'ın kurtuluşu, ilk önce Baki'nin kurtarılması gereklidir'' şeklindeydi.
3. Merceiyet makamı ile Şiilerin arasını açmak (bu kanalın müdürü müçtehitlerden hiç birisini adil bulmadığını söylemiş, dahası İmam Humeyni, Ayetullah Hamenei, Ayetulllah Mekarim Şirazi ve Ayetullah Behcet gibi yüce ulemaya hakaret etme cüretini dahi göstermiştir).
4. İran İslam Cumhuriyeti'ni yıkmak ve mustazafların ve bütün dünyadaki Şiilerin hamisi olan İran'ı Ehlibeyt düşmanıymış gibi gösterip gözden düşürmek!
5. İmam Humeyni hükümetini Abbasi Hilafetiyle kıyaslamak.
6. İfade özgürlüğü bahanesiyle Amerika'yı desteklemek.
Allahyari Amerika'da ikamet ediyor. Amerika'daki kanunlara göre uydu üzerinden yayın yapan bir kanal eğer herhangi bir dine, mezhebe, bir topluma ya da bir düşünceye hakaret ederse o kanal kapatılır ve yayın izni iptal edilir. Peki, başlı başına hakaret içeren ve hedef gösteren yayınlar yapan Ehlibeyt adı altındaki bu kanallar neden kapatılmıyor? Bunun İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı olmaları ve mezhep kışkırtıcılığı yapmalarından başka bir sebebi olabilir mi acaba?
Hüccetiye Cemiyeti ile Örtüşen İnançları
Allahyari'nin konuşmaları Hüccetiye cemiyetinin inançları ile birebir örtüşmektedir, o da bu grup gibi İmam Mehdi'nin (a.s) zuhuru için hiç bir şey yapmadan sadece beklemek gerektiğini ve nasıl olsa Allah'ın dilediği zaman İmam'ı göndereceği görüşünü savunmaktadır. Bu kanal aynı zamanda müçtehidler tarafından yasaklanan ''kamazeni''yi de (başı kesici aletle yaralamak) teşvik ederek İmam Hüseyin (a.s) yasını göstermek için her şey mubahtır diyor...
Bu akımın asıl hedefi Şiiliği Hüccetiye cemiyetinin çerçevesine sıkıştırarak Şiilerin Ehl-i Sünnete lanet okumalarını ve hatta onların katlinin bile vacip olduğu hakkında fetva vermelerini sağlamaktır. Böylelikle Ehl-i Sünnet ve Şiiler arasında tefrika çıkararak çatışma ortamına zemin sağlamak istenmektedir.
“Beyaz Sarayın Kanalı'' Ehlibeyt!
kum İlim Havzaları Başkan Yardımcısı Hüccetül İslam Nebevi yapmış olduğu bir açıklamada Ehlibeyt kanalının arkasında Amerikalıların olduğuna dair birçok belge bulunduğuna dikkat çekerek ''Şiileri desteklemek ve Ehlibeyt öğretilerinin dünyaya yayılmasını sağlamak amacıyla kurulduğu söylenen bu kanalın asıl hedefi Şiileri insanlara kötü göstermektir” ifadelerini kullandı.
Kum Özel Din Adamları Mahkemesi bu kanal hakkında ofislerini kapatma kararı verdi. Kanal faaliyetlerinin devamında ise, İslam âlimlerine ve Ayetullah Hamenei'ye hakaret etme cesaretini göstererek, İran hükümetinin Ehlibeyt mektebini zayıflatmak maksadıyla Ehl-i Sünneti desteklediğini iddia etti!
Hüccetiye cemiyeti de Ehl-i Sünnetin İran'da özgür bir biçimde yaşamasına tepki göstererek Ehlibeyt kanalına yardım etmenin zaruri olduğunu vurgulamıştır.
Selam Kanalı
Siyasetsiz İslam'dan İslam'sız Siyasete!
Birkaç yıl öncesine kadar Selam kanalına yönelik ilk tepkiler yazılmaya başladığında, Şiilik propagandası adı altında gizlenen bu Amerikancı İslam tehlikesini çok az insan ciddiye alıyordu. Fakat bugünlerde yaşanan güvenlik sorunları nedeniyle Selam kanalının sömürgeciliğe hizmet eden İslam karşıtı faaliyetler içerisinde olduğunu bilmeyen çok az insan vardır. Özellikle de bugünlerde, siyasetin İslam'dan ayrılması gerektiği iddiasında bulunanlar siyasete atılarak, İran İslam Cumhuriyeti'nin karşısında durmaktadırlar.
Selam kanalının müdürü ''Modern İran'ın Geleneksel Uleması Topluluğu'' adı altında bir dernek kurarak geçen sene 25 Şubat tarihinde İran'da çıkan kargaşa ve kaos ortamını destekler nitelikte bir bildiri yayınlamıştı.
Kaynağı Belli Olmayan Mali Destekler...
İranlıların para transferleri ile ilgili yaşadıkları kısıtlamalar hakkında dünyada her gün yeni bir haber çıkarken, Selam kanalı Almanya, Amerika, Avustralya, Dubai vs... hesap numaralarına her gün bir yenisini eklemekte ve aslında böylelikle yayın akışını izleyicilerinin yardımlarıyla sürdürdüğü izlenimini vermek istemektedir.
İletişim Uzmanı Mercan Hüseyni bu konuyla ilgili olarak şunları yazdı: ''Selam kanalı hotbird üzerinden yayın yapıyor. Hotbird bu kanallardan aylık kira bedeli olarak çok yüksek meblağlar talep etmekte. Bu kanalların sınırlı bir şekilde reklam yapabileceklerini ve kanalın yönetimi ve diğer alanlardaki masraflarını da göz önüne alırsak, buna göre Selam kanalının çok büyük mali kaynaklara sahip olması gerekmektedir. Fakat kanal yetkilileri bu güne kadar finansmanları hakkında herhangi bir bilgi vermiş değiller''.
İran Radyo Televizyon İzleme Kurumu Başkanı ise Hemşehri gazetesine verdiği demeçte şunları söylemişti: ''Sizler bu kanalların reklam yayınlarına bakarak rahatlıkla şu sonuca varabilirsiniz, zira bu kanalların çoğu reklam yayınlamıyor. Hâlbuki hotbird üzerinden sıradan bir bant genişliğine sahip olmak için ayda 28 bin dolar ödemek gerekiyor ve ayrıca up-link giderleri ile beraber aylık masrafları 60 bin dolara tekabül ediyor. Bu masraflar sadece programın uyduya ve uydudan da karasala çıkması için harcanmaktadır. Ve bunlara bir de çalışanları maaşlarını ve diğer masrafları ekleyin...
Bu kanallar reklam yayınlamadıkları halde bu kadar parayı nereden temin ediyorlar?
Bu durum aslında bu kanalların Amerika'nın kara dolarlarına bağımlılıklarının açık bir kanıtıdır. Zira her ne zaman parasızlıktan sıkıntı çekseler, kanallarının kalitesi de bir o kadar yükselmekte ve kanallarına hemen bir yenisini eklemektedirler. Öncelikle bu kanalların bu paraları nerelerden temin ediyorlar sorusunu yanıtlamaları gerekmektedir. Gerçi cevap olarak hep aynı şeyi, yani bu paraların izleyicilerin yardımları olduğunu söylüyorlar. Bu kanala dolarların Amerika'dan geldiği kolaylıkla ispat edilebilir ve bu kanalın Amerika tarafından desteklendiğine dair şu kanıtı sunabiliriz. Uydu kanallarının kanunlarına göre eğer bir kanal mezhebi ihtilaf yapıyor veya resmi bir din ya da mezhebe hakaret ediyorsa, yayını anında kesilir, ama bu kanallar bütün bu ihtilaf çıkarıcı ve kışkırtıcı yayınlarına rağmen faaliyetlerine hala devam etmekteler.''
Kısa bir süre önce Hüccetiye cemiyetine bağlı olan Selam kanalı çalışanları müdürlerine kanalın insanlar tarafından kabul görmesi ve izleyici potansiyelini artırmak için müçtehitlerden onay alınmasını teklif ettiler, zira filan kanal müçtehitler tarafından onaylanmamıştır sözü toplum arasında pek meşhurdur. Bu sayede kanal müçtehitlerin isimlerini ve meşhur âlimlerin adını kullanarak işlerini ilerletebilecek ve ülke genelinde yaptıkları faaliyetler karşısında da daha az sorun ve engelle karşılaşacaktı.
Ayrıca kanal yetkilileri son yıllarda ''kamazeni ‘' (başı kılıçla yaralamak) konusunu İslam gelenekleri arasında kabul ettirmek maksadıyla inanılmaz çaba gösterdiler. Bu konu düşmanların ilgisini çekti ve onlar tarafından iyi bir şekilde karşılandı. Bununla ilgili olarak Selam kanalı müdürü Muhammed Hidayeti Amerikan'ın Sesi (VOA) kanalında yapılan bir programa katılarak ‘'kamazeni”nin kökünün Kuran-ı Kerim'de geçtiğini iddia etti. Âlim görünümlü bu yalancı, insanları bu konunun Kuran'da geçtiğine inandırabilmek için Allah Kelamını dahi tahrif etmekten sakınmamıştır.
Bu durum diğer konuk olan din âlimi Mehdi Halci'nin bu Washington âliminin tutarsız ve dayanaksız sözleri karşısında daha fazla sessizliğini koruyamamasına sebep oldu. Halci “Hidayeti Bey'in sözleri kesinlikle yanlıştır ve o bu sözlerle Kuran'ı Kerim'i tahrif etmektedir'' dedi.
Hidayeti programın devamında da “kamazeni”nin Şiilerin eski gelenekleri arasında yer aldığını iddia ederek bu olayın insanda cesaret ve fedakârlık ruhunun gelişmesine yardımcı olduğunu ve bu yüzden Amerika'da özgürce uygulandığını söyledi.
Farsça Yayın Yapan Dini Kanalların Amerikan Ordusu Yetkilileriyle Olan Bağlantıları
İran Radyo Televizyon İzleme Kurumu Başkanı Mehdi Şerifi bir gazeteye verdiği demeçte “Dini yayın yapan kanallar sözde din endişesi adı altında Amerikan Ordusunun Başkanları ile nasıl bir bağlantı içindeler ve bu ağır teknik maliyetlerini nereden temin etmekteler” sorusunu sorarak bu kanalların asıl hedeflerinin ise merceiyetsiz ve cihatsız bir dini, yani Amerikancı İslam'ı yaymak olduğunu sözlerine ekledi.
Şerifi bu kanallardan bazılarının Hüccetiye cemiyeti ile irtibat halinde olduğuna dikkat çekerek halkın bundan gaflet etmemesi gerektiğini söyledi ve bunlara karşı uyanık olup gerçek dini öğretileri ancak dini kurum ve değerli taklit mercilerinden almalarının zorunluluğunun altını çizdi.
Dinden Ayrılmayan Siyaset
Google'da Hüccetül İslam Muhammed Hidayeti'nin ismini aradığımızda karşımıza birçok konu ve video çıkmakta. Bu kişinin siyasi uydu kanallarında birçok konuşmaları yayınlanmaktadır. Hidayeti İran'daki 2009 seçimlerinin ardından ülkede baş gösteren fitne hareketini destekleyerek İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı takındığı düşmanca tutuma hız kazandırmıştır.
Selam kanalı sürekli dinin siyasetten ayrı olması gerektiğini vurgulamakta ama kendileri de siyaset yaparak İmam Humeyni'nin vefat yıl dönümü ve İslam Devriminin kuruluş yıldönümlerine gaflet edip kanallarında bu konulara yer vermemişlerdir. Bu kanalın siyasetlerinden bir diğeri ise İran İslam Devrimi'ne karşı hareket eden taklit mercilerine kanallarında sıkça yer vermektir.
Mezhep ihtilafı çıkarmak ve Ehli Sünnet'e hakaret etmek de bu kanalın en yaygın uygulamalarından biri olup böyle olmaya da devam edecek gibi gözükmektedir.
Fedek Kanalı
İngilizler 12 imam Şiileri için de iyi giyinimli ve güzel yüzlü birini buldular ve ona Londra'da cami, ilim havzaları ve televizyon kanalları tahsis ettiler, taa ki bu şahıs Şiilerin göğsünü kabartsın ve Vahhabiliğin birinci derece düşmanı olsun!
Fedek kanalının müdürü, Yasir Yahya Abdullah el Habib, miladi takvime göre 1977 (şemsi 1355) doğumlu olup Kuveyt Üniversitesi Siyasi Bilimler bölümünden mezun olmuştur. Habib'in Mehdi'nin Hizmetçileri derneğini kurmasının ardından 3 yıl geçtikten sonraki aşırılıkları, Kuveyt hükümetini bu kurumu kapatmaya ve onu da 25 yaşında hapse atmaya mecbur kılmıştı.
Ama bu cesur genç İngilizlerin dikkatini çekti ve ardından hemen Amerika ve Londra'daki insan hakları dernekleri devreye sokuldu. Kuveytli yetkililer de bu işe şaşırıp kalmışlardı. Bu kurumların hapishanelerde onca işkenceye maruz kalan tutsaklar için değil de neden bu genç âlimi kurtarmak için bu kadar çabaladıklarına bir türlü anlam verememişlerdi. Kuveytliler ağrımayan başlarını ağırtmak niyetinde olmadıklarından Habib'i yalnızca 3 ay hapishanede tutup ardından serbest bıraktılar.
Genç Şeyh Kuveyt hapishanesinden çıkarak İngilizlerle arkadaşlık etmeye başladı. İngiltere'den sığınma izni alıp ülkenin kuzeyine doğru yola çıktı. Faaliyetlerinin kapsamını geliştirmesi için 2 yıl Londra'da kalması yeterliydi. Bu süre zarfında ‘Shianewspaper'' adında bir gazete yayınladı, “İmameyn Askeriyeyn'' adındaki ilim havzasını kurdu ve uydu üzerinden yayın yapan “Fedek'' kanalını da İngilizlerin yardımıyla tesis etti. 2010 yılında da Londra'daki mekânını “Hüseyniyei Seyyidüşşüheda'' adı altında büyük bir camiye taşıdı. Yeni mekânının bir kısmını aynı zamanda ilim havzası, ofis, Fedek kanalı, Şii gazetesi ve internet sitesi faaliyetleri için de kullanmaktaydı.
Bu genç Şeyh şimdi 36 yaşında Londra'da İngilizlerin kendisine tahsis ettiği minberlere çıkarak Şiilerin sesini dünyaya duyuruyor ve sizler hala hiçbir şeyden şüphe duymuyor musunuz?
Sünnileri Hedef Alan Ateş Şiileri Yaktı
Bu olayın biraz daha aydınlığa kavuşabilmesi ve bu destekleri açıkça görebilmek için bundan 3 sene öncesine, 1431 yılı Ramazan ayının 17'sine, yani Peygamberi Ekrem'in (saa) hanımı Ayşe'nin vefat yıl dönümüne gitmek yeterli olacaktır. Bu genç âlim Ayşe'nin vefat yıldönümü münasebetiyle minbere çıktı ve yalan ve asılsız deliller sunarak Peygamber hanımına ağır ve çirkin iftiralarda bulundu ve “Ayşe'nin yok olduğu günü bayram gibi kutlamak dini bir zarurettir, çünkü onun helakı İslam'ın kurtuluşu sayılır” diyerek sözlerini tamamladı. Kendi internet sitesinde bu konu hakkında açıklamalara yer verdi. Fedek kanalı da “bayramınız kutlu olsun'' adı altında yayınlar yaptı ve ayrıca ekranların üst kısmındaki “Allahu Ekber… Ayşe finnar (ateşte)'' sloganlarıyla dünya televizyon tarihinde bir ilke imza attı! Programların devamında kanal, “küfrün başı Ayşe'den kurtulmaları nedeniyle” kutlamalar ve ilahiler ile yayınını sürdürdü.
İngiliz Mollası Yasir El Habib
Habib bundan önce de Ayşe hakkında baştan aşağı hakaret içeren bir kitap yazmıştı. Bu kitap Şiiler tarafından tepkiyle karşılanmıştı.
Onun bu yeni eylemi tamamen Şiilerin aleyhine neticelenmiştir. "Şeyh Abdul Aziz el-Şeyh" isimli Suud müftüsü, “Yasir el Habib'in müminlerin annesi Ayşe hakkında attığı iftiranın ardından Arap ve diğer İslam ülkelerinde Şiiliğin yayılması durmuştur'' ifadelerini kullandı. Müftü, Suudi Arabistan cami imamları ile yaptığı görüşmesinde ise “Yasir El Habib'in sözleri Şiiliğe meyilli olan birçok kişinin, bu sapkın yoldan çıkıp tekrar doğru yol olan Ehli Sünnet'e geri dönmelerini sağlamıştır'' dedi. Müftü sözlerini şöyle sürdürdü: “Arap ülkelerinde bulunan haber kaynaklarımıza göre, özellikle de Kuzey Afrika'da sonradan Şii olan birçok Sünni, Yasir el Habib'in sözlerinden sonra Şiiliğin batıl bir mezhep olduğunu anlayarak kendi hak mezheplerine geri döndüler.”
Müftü kinayeli konuşarak sözlerine şunu da ekledi: “Şiiler yıllarca masumiyet ve şehadet kavramlarının arkasına gizlendiler ve bugün ise yüzsüzlüklerinden dolayı ne kadar habis bir kavim oldukları ortaya çıktı. El Habib'in sözleri Şiilerin gerçek yüzlerinin anlaşılması için Allah tarafından gönderilen bir nimet ve inayettir.”
Şeyh Habib'in bu şüpheli sözleri, Kuveyt ve Arabistan'daki Şiilerin birçok sorunla karşı karşıya kalmalarına sebep oldu. “Şeyh Emri”, “Şeyh Hüseyin Matuk”, “Şeyh Hasan Saffar”, “Şeyh Ali El Muhsin” , “Şeyh Abdul Celil Semin'', “Şeyh Nemr” ve “Seyyid Haşim Selman” gibi bu iki ülkenin Şii âlimleri Şeyhe karşı sert bir tutum takınarak onu kendilerinden uzaklaştırdılar.
İslam dünyasından yankılanan tepkilere bakılacak olursa İngiltere Şeyh Habib'e desteğinin meyvesini almaya başlamıştı ve İngiliz casusların bu Kuveytli Şeyhi seçerek ne kadar da isabetli bir karara imza attıklarını şimdi daha iyi anlıyoruz.
Yangına Su Dökmek
Şöhret düşkünü Şeyhin sözleri Vahhabilerin değirmenine su döktü ve Şii âlimlerinin kendisine karşı çıktıkları sözleri de tepkileri azaltmaya yetmedi. Ardından mezhep ihtilafları çok şiddetli bir biçimde baş gösterdi.
Bu olaylar Arap Şiilerinin inanılmaz baskılara maruz kalmalarına sebep olmuştu, öyle ki Arabistan'dan bir grup Şii âlim konu hakkında bir fetva almak için Ayetullah Hamenei'ye mektup yazmak zorunda kaldılar.
Rehberin fetvası yangına su dökmek konumundaydı. Rehber'in cevap mektubunda “Müminlerin anneleri olan Peygamberlerin eşleri ve Ehli Sünnetin sembol isimleri hakkında aşağılayıcı ve hakarete varan ifadelerin kullanılması haramdır” ifadelerine yer verilmişti.
El Ezher Şeyhi yaptığı resmi açıklamada Rehber'in fetvasından mutluluk duyduklarını belirterek şunları ifade etmişti: “İmam Hamenei'nin sahabelere ve Resulü Ekremin hanımlarına karşı yapılan hakaretlerin yaptırıma maruz kalması hususundaki fetvası elime ulaşmış durumda. Bu fetva, sahih bir bilgiyle ve fitne ehlinin ortaya çıkarmak istediği tehlikenin farkına varılıp derin bir anlayışla Müslümanların kardeşliğini ve vahdetini korumaya vurgu yapan bir fetvadır. Bu fetvanın önemini artıran bir diğer sebep ise bunun büyük ulemadan ve Şiilerin en büyük taklit mercilerinden ve İran İslam Cumhuriyeti'nin büyük Rehberi tarafından yazılmış olmasıdır. Ben ilmi konumda olmam ve taşıdığım şer'i sorumluluk nedeniyle şunları söylemek istiyorum: Müslümanların vahdeti için çabalamak vaciptir, mezhepler arası ihtilaflar ise sadece tarafların âlimleri ve uzmanları arasında sınırlı kalmalı ve İslam ümmetine zarar vermemelidir.”
Elbette Vahhabi kanallarının buna tepkisi herkes tarafından malumdur: Sessizlik ve sansür!
medyasafak.com
İran Dışişleri Bakanı ABD ve Suriye için ne dedi?
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Zarif’ in; ABD’nin Ortadoğu’ya egemen olma yolunda planladığı Suriye işgali hakkındaki açıklamaları dünya kamuoyundan neden saklandı?
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’ in Asuman Dergisine Verdiği röportajda İran’ın Suriye konusu hakkındaki görüşleri bütün detaylarıyla açıklandığı halde bu açıklamanın Batı medyası ve Batıya endeksli bölge medyası tarafından hasıraltı edilmeye çalışılması dikkat çekti. İşte bu detaylı röportajın en önemli satır başları:
-Dün Afganistan ve Irak’ta aynı şeyi yapan belli bir grup, Amerika Birleşik Devletleri’ni ve batılı ülkeleri şimdi de Suriye’de istenmeyen bir savaşın içine çekmeye çalışıyor. Dikkat edilmesi gereken husus, bu işin farklı eğilimlere sahip iki grup tarafından yapılıyor olması. Bir grup sürekli savaştan çıkar sağlayan kesim; öteki grup ise tüm yumurtalarını aşırı ve tekfiri grupların sepetine koyan bazı komşu ülkeler. Hâlbuki bu aşırı gruplar söz konusu komşu ülkelere gitseler, bu ülkelerin yapacağı iş onları kendi ülke topraklarından çıkarmak olacaktır.
-Askeri güçle tehdit etmenin artık işe yaramadığı kanıtlanmıştır. Aksi halde askeri güç kullanma ve tehdit bir gün işe yarasaydı savaş bir dış siyaset aracı olurdu. Sonra dünya savaşın iyi bir araç olamayacağını anladı. Dolayısıyla bu araç illegalleşti. ABD bu noktayı anlamak istemiyor, çünkü, bir askeri güce sahip ve sahip olduğu bu gücün kendine yarar sağlayacağını düşünüyor. Oysaki bu ülke kendi yakın geçmişine şöyle bir göz atsa, her nerede askeri güç kullanmışsa yenilgiye uğradığını görecektir. Bu ilginç bir noktadır. Amerika’nın Vietnam, Irak ve Afganistan’da düştüğü duruma bir bakınız. Amerika’nın güç kullanıp da sonuç aldığı yer var mı?! Bu yanlış mantık, yani askeri güç kullanma ve tehdit, hala Amerikalıların kafasında yerini koruyor.
-Dünyada gerginlik yaratarak çıkarlarını sağlayan gruplar var. Siyonistler bunun bir örneği. Onlar hiçbir zaman huzur ve istikrarı kendi yararına görmezler. Bu sebepledir ki Siyonistler onca süredir ABD’ye baskı yaparak bu ülkeyi yeni bir savaşın içine çekmek istiyorlar.
-Geçen yılın Kasım ayında İran, İsviçre Büyükelçiliği kanalıyla Amerikalılara “sarin gazı” türü ve el yapımı bir kimyasal silahın Suriye’ye sevk edilmek üzere olduğuna ilişkin resmi bir Nota verdi. Bu Notada, söz konusu kimyasal maddelerin aşırı gruplarca kullanılabileceği uyarısında bulunduk.
-Siyasi çözüm yolunda geç kalınmış ise, bu tüm bölgenin sorunudur. Bizler tüm çaba ve gayretimizi Suriye’deki gelişmelerin siyasi yollardan çözümü için harcamalıyız. Askeri yöntemlerin Suriye meselesini çözmeyeceği kesindir. Hatta Suriye’ye yönelik aceleci yasa dışı bir askeri müdahale olsa bile, bu yine de yolun sonu olmayacak. Belki de kriz daha da şiddetlenecek ve siyasi çözüm yolunun zarureti daha da artacaktır.
-Askeri yöntem bir çözüm yolu değildir. Geriye iki yol kalmaktadır. Bu yollardan birincisi şu an Suriye’de yaşananlardır; yani kargaşa ve kardeş cinayeti. İkincisi ise siyasi çözüm için çaba harcanmasıdır.
-Bütün aktörler, özelliklede Suriye’deki gelişmeler üzerinde etkili dış güçler, Suriye’deki tüm iç aktörlere, masaya oturmaları için baskı uygulamalıdır.
-İran İslam Cumhuriyeti kimyasal silah kullanımını şiddetle kınadığı gibi Suriye Hükümeti’nden de kimyasal silah kullanılan bölgeleri gezmesi için BM denetçilerine izin vermesini istemiştir. Bütün deliller, tekfiri grupların hükümet güçlerinin ilerleyişini engellemek için söz konusu bölge halkına karşı kimyasal silah kullandığı yönündedir. Tabii şuan kesin bir görüş belirtemeyiz. Bu görüş bir uluslar arası araştırma ile netlik ve kesinlik kazanacaktır.
-Batı, Suriye’ye yönelik bir operasyon başlatabilir; ancak bu operasyona son vermek onların elinde değil. Amerikalılar bu noktayı göz ardı ediyorlar.
-Suriye’yi BM ile işbirliğine nasıl teşvik etmişsek, bu ülkenin kimyasal silahların ne şekilde kullanıldığının belirlenmesi, dolayısıyla da Suriye hükümeti ve Suriye’ye askeri müdahalede bulunmak isteyenlerin aleyhinde kurulan bu tuzağa düşülmemesi için tüm verilerini paylaşması gerektiğini düşünüyoruz.
-Bazıları Amerikalıların her şeyi bildiklerini zannediyorlar. Oysaki Amerikalılar birçok gerçekten habersiz ve çok rahat bir şekilde tuzağa düşebiliyorlar. Bunu hem Afganistan’da hem de Irak’ta gördük. Dolayısıyla aydınlanma oldukça önemlidir. Güçlü ülkeler bazen şüphe ve kuruntuya kapılıyorlar ve sorunlarını güç kullanarak aşabileceklerini sanıyorlar.
-Amerika toplumunun özelliği, bu ülkede baskı ve lobi gruplarının aktif şekilde bulunmasıdır. Eğer Amerikan toplumunda yaşadıysanız lobiciliğin orada bir endüstriye dönüştüğünü anlarsınız. Amerika’nın iç koşullarının tanınması önemli çözüm yollarından bir tanesi sayılır. Amerika’da bütün kararların akla uygun bir ortamda alındığını düşünmemek lazım. Amerika toplumu karmaşık bir toplumdur. Amerika’da kararlar her zaman doğru bilgi ve verilere dayanarak akla uygun şekilde alınır diye bir şey yok. Amerika’nın kararları birçok kez bu baskı grupları tarafından empoze edilmiştir.
-Son zamanlarda Harvard ve Chicago üniversitelerinden tanınmış iki Amerikalı yazar Siyonizm lobisinin Amerikan dış politikasını bu ülkenin menfaatlerinin dışına çıkardığına dair makaleyi kaleme aldılar. Bu bilim adamlarından birisi Amerika’nın ünlü neorealistlerinden Stephen Walt ve diğeri ise ünlü teorisyenlerden olan Mearsheimer’dir. Harvard üniversitesi baskı gruplarının etkisiyle bu bilim adamlarını üniversitenin amblemini söz konusu makalelerinden kaldırmalarına mecbur etti. Bu olay gösteriyor ki Amerikalılar bile her zaman politikaları kontrol edenin Amerika’nın çıkarına olmadığını kabul ediyorlar.
-Küreselleşme ve yeni uluslararası koşullar egemenliğin doğasını değiştirmektedir. Başka bir deyişle egemenlik iktidardan sorumluluğa doğru hareket etmektedir. Eğer bu gerçeğe dikkat etmezsek, iktidarı korumak ve milli gücü pekiştirmek için ondan yararlanamayız. Dolayısıyla evvela bu kavramı anlamamız gerekiyor. Kamu diplomasisi konusuna bu bilinçle ulaşıyoruz. Bir dönem iktidarlar uluslararası arenadaki tek oyuncu olduklarına inanır, halkı da vatandaş olarak görürlerdi. Yani kendileri tek başına hiçbir kişilik ifade etmezlerdi. Bugün uluslararası hukukta insan, bir konudur. Sorumluluğu olan bir gerçektir. Bundan dolayı kişiyi uluslararası suçlardan ötürü uluslararası ceza divanında yargılamak mümkündür. İnsanın hem hakları ve hem sorumlulukları vardır. Kamu diplomasisi bundan ötürü şekillenmiştir. Bundan önce bir iktidarın temsilcisi başka bir iktidarın temsilcisiyle bir odaya girip bir konu hakkında anlaşıyorlar ve olay bitmiş oluyordu. Bunu bugün yapmak mümkün değil. Zira artık iktidarlar uluslararası arenadaki tek oyuncu değiller. Eğer bu kavram kabul edilmezse uluslararası arenada iyi bir oyuncu olunamaz. Bu hususta değinmem gereken ikinci konu ise şudur, güç kullanmak artık işlevselliğini yitirmiştir.
-Bizce Suriye’de iktidar tarafından yapılan büyük yanlışlar, maalesef suiistimallere zemin hazırlamıştır. Ama bu durumun kötüye kullanıldığını da unutmamalıyız.
-Bence Birleşmiş Milletler bildirisinde gerekli hukuki ve yasal yapı mevcuttur. Bildirinin ikinci maddesinin dördüncü fıkrası her türlü tehdit ve güç kullanmayı yasadışı ilan etmiştir. Böyle bir durumu tersine çevirmek için yapılacak olan her türlü çaba, irticai bir çabadır. Ondokuzuncu yüz yıla geri dönme çabasıdır. Günümüzdeki koşullar ondokuzuncu yüzyıldaki koşullardan farklıdır. Ondokuzuncu yüzyılda savaşlar yönetilebiliyordu. Bugün ise ne savaşı kontrol etmek ne de yönetmek mümkün. Ondokuzuncu yüzyıldaki koşullara dönüş, insanlık için tehlikelidir.
-Savaşı her zaman savaşı kazanabileceğini düşünen taraf çıkarıyordu. Ama yirminci yüzyılda savaşların yüzde seksen beşinde, savaşı çıkaran taraf sonunda yenilgiye uğramıştır. Dolayısıyla halkın bu gerçeği öğrenmesi lazım. Savaşın her koşulda ve her bahaneyle bir araç gibi iktidarların hizmetinde olmasına izin vermemiz, gericiliktir ve çok tehlikelidir.
-Uluslararası camianın demokratik olmayan devletlere karşı halkın ülke içindeki yerel dinamikler vasıtasıyla sorunlarının üstesinden gelmesi için elverişli bir ortam sağlama sorumluluğu vardır. Dışarıdan bir ülkenin askeri müdahale ile baskı ve yerel olmayan mekanizmaların empoze edilmesiyle durum değiştirmeye çalışmanın iyi sonuçları olmamıştır. Bu durum bölgemizde de görülmektedir.
-Şu konuya da değinmek isterim ki neden şu anda İran bölgenin tek istikrarlı ülkesidir? Çünkü ülkemizde kullanılan mekanizma, yereldir. Tabi bunun eksikleri var ve bendeniz insan hakları dersi veren biri olarak onları biliyorum. Ama bu mekanizmanın yerel olması ve biraz iniş ve çıkışın ardından gereken yere ulaşacak olması önemlidir. Ülkemizdeki bu yerel mekanizma 2013 seçimlerini meydana getirdi.
-Bölgemizde iki zıt yöneliş şekillenmiştir. Birincisi eski kafalı aşırı Selefilik yönelişi; diğeri de toplumda her hangi bir dinin varlığına karşı olan aşırı sekülarizimdir. Oysaki eski Sovyetler Biriliği’nin 70 yıllık dini sindirme çabasında başarısı olması dini toplumdan silmenin mümkün olmadığı göstermektedir.
-İslam ülkelerinde İslami temellerden yararlanacak çeşitli yönelişlerin oluşu bizim için sevindiricidir. Fakat bunlardan bir model olarak bahsedemeyiz. Çünkü bu modeller bir takım çelişkiler içermektedir: Aşırılığa kaçması durumunda kendini Mısır örneğindeki gibi kısa bir süre sonra kendi toplumunun ihtiyaçlarını karşılayamayacak duruma gelen şartlar içinde bulmaktadır. Veya diğer yerlerde durum aşırı sekülerizme sürüklenmektedir. Biz başkalarının içişlerine karışmadan, bu modellerde bazı sapmalara yol açacak noksanlıklar görüyoruz. İslam dünyasında hangi modelin gerçekten başarılı olabileceğinin düşünülmesi gerek.
-Esad yönetimi başlangıçta siyasi reformlar yerine antidemokratik girişimlerde bulunmuş ve bu yüzden eleştirilmiş olabilir. İran İslam Cumhuriyeti de Suriye Hükümeti’ni siyasi reformlar yapmaya teşvik etmiştir. Ancak Suriye meselesinin çözümü, İslam, demokrasi ve yirmi birinci yüzyıl ile yakından uzaktan ilişkisi olmayan tekfiri bir grubu Suriye halkının üzerine salmak ve Suriye halkını katletmek olmamalıydı! Bahsettiğimiz bu gruplar kameraların karşısında Suriyeli bir askerin cansız bedeninden kalbini çıkararak ağızlarına alanlardır.
-Bizim Türkiye ile birçok konuda ortak görüşlerimiz var; ancak Suriye konusunda Türkiye Hükümeti’nin çok tehlikeli ve yanlış bir siyaset izlediği kanaatindeyiz.
-İran’ın söylemi, savaş yanlılarının ve aşırıcıların izole edilmesine dayanır. Bence bu işi bu söylemle ileriye taşıyabiliriz. Nükleer konunun çözümü için siyasi irade İran’da mevcut. O da İran’ın haklarının korunması ve her türlü kaygının giderilmesi olmak üzere iki esasa dayalıdır. Biz nükleer silahı yalnızca faydalı görmemekle kalmıyor, aynı zamanda güvenliği ihlal edici bir unsur olarak algılıyoruz. Hatta nükleer silah edinmeyi düşünmek bile bizim nazarımızda güvenliği ihlal edicidir.
-Suriye’ye saldırı sınırlı ve sadece Suriye Hükümetini zayıflatmak amacıyla yapılırsa ne gibi sonuçları olacaktır?
Fark etmez. Amerikalılar bunun sınırlı kalacağını sanıyor. Oysa, böyle bir girişimin ilerde doğuracağı sonuçlar artık bu eylemi başlatan kişinin kontrolünde değildir. Şimdi bu sonuçlar hemen kendini göstermeyebilir, muhtemelen de öyle olacaktır. Amerika’nın muhtemel girişimi, bölgede bizzat Amerikalıların yıllarca koşuşturarak kaldırmaya çalışacağı etkileri de beraberinde getirecektir.
abna
Rehberin İslam inkılabı muhafızlar ordusu komutanları ile görüşmesi
İslam inkılabı rehberi sulta düzeninin İslam inkılabı ile başlıca meselesi, inkılabın başkalarına zulmetmekten kaçınma ve zalimle mücadele mesajından ibaret olduğunu belirtti.
İslam inkılabı rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei İslam inkılabı muhafızlar ordusunun komutanları ve önde gelenleri ve personeli ile görüşmesinde inkılabı muhafaza etmekten sunduğu tanımda, sulta düzeni dünyayı zalim ve mazlum olmak üzere ikiye böldüğünü belirterek İslam inkılabı zulüm karşıtlığı ve zulümden kaçınma mantığını getirdiğini ve bu mantık inkılap mesajının İran sınırlarında mahsur kalmamasına ve milletlerce benimsenmesine sebebiyet verdiğini kaydetti.
Sultacıların ve başta Amerika'nın İran'ın nükleer meselesi etrafında kopardığı yaygaraların ve tüm söz ve davranışlarının sulta düzeni ile İslam inkılabı mesajı arasındaki sürtüşme çerçevesinde değerlendirmek gerektiğini belirten İmam Hamanei, zalim ve sulta düzenine ve uluslararası yağma şebekesine bağımlı iktidarların savaş çığırtkanlığı, yoksulluk ve fesat çıkarma gibi üç temel politikayı izlediğini, İslam'ın bu politikalara karşı çıkması ise sürtüşmenin sebebi olduğunu ifade etti.
İmam Hamanei, İran İslam Cumhuriyeti ne Amerika ne de başkası için ve sırf İslamî inançları çerçevesinde nükleer silah üretmeye karşı olduğunu, ancak İran'ın barışçıl nükleer faaliyetlerine karşı çıkanların başka amaçlar peşinde olduklarını vurguladı.
Konuşmasının bir başka bölümünde İslam inkılabı muhafızlar ordusunun başarılı karnesini bir milletin kimliği, kişiliği ve deneyimlerinin en güzel cilvesi niteleyen İmam Hamanei, inkılapçı yaşamak ve inkılapçı kalmak ve kesin tavır, muhafızlar ordusunun diğer güzel cilveleri olduğunu kaydetti.
İmam Hamanei, muhafızlar ordusu hiç bir zaman dünyada yaşanan değişiklikler veya içeride değişiklik zarureti gibi mazeretlerle esas ve doğru yolundan sapmadığını vurguladı.
Muhafızlar ordusunun inkılabı muhafaza etmek üzere çeşitli gelişmeler ve akımlar hakkında yeterli ve tam bilgiye sahip olması gerektiğinin altını çizen İmam Hamanei bu kurumun siyaset arenasında faaliyet yürütmesi gerekmediğini, ancak inkılabın koruyucuları olarak her türlü sapkın akım, bağımlı akım veya diğer siyasi akımlar hakkında gözü kulağı açık olması gerektiğini ifade etti.
Diplomisi dünyasının karmaşık bir dünya olduğunu kaydeden İmam Hamanei, diplomasi arenası tebessüm müzakere talebinde bulunma ve müzakere etme arenası olduğunu, ancak tüm bunlar esas sorunun çerçevesinde algılanması gerektiğini vurguladı.
İç ve dış politika arenalarında doğru ve mantıklı hareket etmek gerektiğinin altını çizen İmam Hamanei, kahramanca esnek davranmak, bir temel şarta bağlı kalmak kaydıyda bazen çok iyi ve gerekli olduğunu belirtti. İmam Hamanei, İran milletinin mantık ve bilimsel hesaplarla ilerlediğini, ancak düşman iç çelişkileri yüzünden hatta dile getirmese bile sürekli geri adım attığını ve zafiyet yaşadığını ve bu yüzleşmede gelecek, hesap ve mantıkla ilerleyenlere ait olduğunu vurguladı.
Asla nükleer silah yapmayacağız
Cumhurbaşkanı Ruhani bir kez daha İran İslam Cumhuriyetinin asla nükleer silah üretme peşinden gitmeyeceğini vurguladı.
MHA - Cumhurbaşkanı Ruhani New York ziyareti arefesinde Amerika'nın NBC kanalına mülakat verdi. İran ve Amerika cumhurbaşkanlarının yazışması, nükleer müzakereler, New York gündemi, Suriye'nin kaderi ve Amerika ile İran ilişkileri, mülakatta gündeme gelen konulardı.
NBC Cumhurbaşkanı Ruhani'den naklen Ruhani'nin Batı ile nükleer mesele konusunda uzlaşmak için tam yetkiye sahip olduğunu belirtti.
New York'ta Amerika başkanı Obama ile ilgili bir soruya da Ruhani verdiği cevapta, Obama ile görüşme gündeminde olmadığını, ancak siyaset dünyasında her şeyin mümkün olabileceğini, ancak bunun da şartlara bağlı olduğunu belirtti.
Ruhani New York ziyareti sırasında BM genel kurulunda İran'ın çeşitli uluslararası konular, dış politika ve nükleer mesele hakkındaki görüşünü beyan edeceğini ve dünyadan İran'ın sesini çok iyi duymasını beklediklerini vurguladı.
"Gerçek düşmanımız İran'dır..."
Siyonist rejim istihbarat eski şefi Yaakov Peri, İsrail’in gerçek düşmanının İran olduğunu belirten bir açıklama yaptı.
Mevcut Siyonist hükümetin Teknoloji ve Uzay bakanı olan Yaakov Peri, Siyonist rejim istihbarat kurumlarından Şin Bet’in de bir önceki lideri idi.
“İran’ın terörist bir devlet olduğunu unutmayın” diyen Peri, İsrail için asıl tehdidin Suriye’den değil İran’dan kaynaklandığını belirtti.
Herzliya’daki “Uluslararası Terörle Mücadele Zirvesi”nde konuşan Peri “dünya çapındaki ama özellikle de Akdeniz bölgesindeki terör şebekelerine verdiği destek ve sağladığı imkanlarla İran’ın bir terör devleti olduğunu hatırlamamız gerek” diyerek, Suriye’nin de ani bir şekilde İran’ın (İsrail karşıtı) terör ideolojisinin yayılması hususunda önemli bir basamak haline geldiğini belirtti ve “İran, Suriye’yi İsrail’in (stratejik) güvenliğini tehdit eden bir ülke haline getirmeyi başardı” dedi.
İslami Gündem
"El Kaide olmadan bu savaşlar başlatılamazdı.."
El Kaide Büyük İsrail Projesi için Bir ABD-İsrail Maşasıdır
Press TV İdaho’dan yazar ve gazeteci Mark Glenn ile 11 Eylül saldırılarına ve bu hadisenin Amerikan hükümeti tarafından sunulan resmi anlatısına ışık tutmak amacıyla bir röportaj gerçekleştirdi.
Press TV İdaho'dan yazar ve gazeteci Mark Glenn ile 11 Eylül saldırılarına ve bu hadisenin Amerikan hükümeti tarafından sunulan resmi anlatısına ışık tutmak amacıyla bir röportaj gerçekleştirdi.
Press TV: Mark Glenn siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Siz hangi kamptasınız? Hükümetin 11 Eylül hakkında anlattıklarından şüphe duyuyor musunuz?
Glenn: Şüphesiz bize 19 Müslümanın bu uçakları 11 Eylül günü binalara çarptığını söyleyen aynı hükümet, Saddam Hüseyin'in Amerika'ya karşı kullanılabilecek kitle imha silahları ürettiğini de söylemişti. Ve bugün 11 yılından ardından Irak'ta tek bir kitle imha silahı bile bulunamadı.
Bu nedenle Amerikan hükümeti güvenilmezliğini pekçok defa ispatladı, özellikle de İsrail ile ilgili meselelerde her zaman yalan söyleyecektir. İsrail'i korumak için ne gerekiyorsa yapacaktır. İsrail'in Orta Doğu'daki barbarca eylemleri karşısında BM'de yapılan kınamaları veto edecek, Amerikan halkı aleyhine casusluk ve sabotajda bulunmasına göz yumacaktır.
Press TV: Sayın Mark Glenn, diğer misafirimiz Lee Kaplan'ın bahsettiği şu Yedi Numaralı Bina meselesi, 11 Eylül'deki en tartışmalı konulardan biri. Pek çok mimar ve analist buradaki çöküşün uzaktan kontrollü bir yıkım olduğu sonucuna vardılar. Bu durum bu mimarlar tarafından ispatlandı ve gösterdikleri görüntülerden de belli oluyor. Sizin de bu görüntüleri gördüğünüze eminim, ya da elinizdeki diğer bilgiler... Dolayısıyla en azından bu Yedi Numaralı Bina nedeniyle şüphe etmek için bir neden bulunmuyor mu?
Glenn: Şüphesiz, resmi hikayenin sorgulanmasında uzmanların bilimsel metodu kullanmalarının yasaklandığı sadece iki konu var. Bunlardan biri bakmamıza izin verilmeyen Holocaust. Siyonistlerin konu hakkında dediği herşeyi kabul etmek zorundayız, diğeri de tabii ki 11 Eylül hadisesi.
Hem de burada olayın bize anlatıldığı gibi gerçekleşmediğini gösteren pek çok somut, kelime oyunu olmayan tuhaflıklar bulunmasına rağmen.
Diplomamı inşaat mühendisliğinden almadım fakat fizikten biraz anlarım, serbest düşüş nedir biraz bilirim ve serbest düşüşle çöken binaların nasıl olduğunu bilirim.
Kasti müdahale ve tahrip olmadan o binaların o süre içersinde ve o şekilde çökmelerine imkan yok... daha Yedinci Binadan söz etmedik bile.
Resmi hikayede bize İkiz Kulelere çarpan iki yolcu uçağının bu binaların çöküşüne neden olduğu söyleniyor. Yedinci Binanın çökmesine neden olan şey kendisine çakılan uçak mıydı? Bu cevaplanması gereken çok büyük bir soru ve bence 11 Eylül için yapılacak olan dürüst ve şeffaf bir araştırmada saklayacak çok şeyleri olacak kişilerce de cevaplanması mümkün değil.
Press TV: Mark Glenn, El Kaide terörist örgütünün bunun arkasında yer almasının sebeplerini ilginç buluyorum. Gerçekten de bu Amerika'nın İsrail'e verdiği desteğe karşı yapılmış bir misilleme mi idi? Çünkü Mossad'ı ABD karşıtı en saldırgan üçüncü istihbarat servisi olarak tanımlayan değerlendirmeler mevcut.
Glenn: Evet bu yüzde yüz doğru. ABD hükümeti İsrail'i kendisine karşı yürüttüğü casusluk faaliyetlerinden dolayı (sadece askeri ve politik alanda değil, sanayii alanında da) en saldırgan ve tehlikeli ülkeler arasında sayıyor.
İsrail bizim teknolojimizi alıp düşmanlarımıza satıyor. Bırakın biraz casusluk ve 11 Eylül hakkında konuşayım. Şu resmi bir gerçek ki 11 Eylül sabahı gerçekleştirilen tek tutuklama, hadisesi Liberty State Park'ta (New Jersey) sevinç çığlıkları atarak kulelerin yıkılışını kameraya alırken halk tarafından görülen 5 İsrailli istihbaratçının tutuklanmasıydı. Bu kişiler tutuklandıktan sonra sessizce İsrail'e gönderildiler. Michael Chertoff İsrail televizyonunda bunların Mossad ajanı olduklarını ve “hadiseyi kaydetmekle görevlendirildiklerini” itiraf etti.
Şimdi eğer İsrail'in hadiseden önce haberi yoksa nasıl bu pozisyonda yer alabiliyorlar?
Sadece 11 Eylül sabahında tutuklanan bu 5 istihbaratçı da değil, başka 200 Mossad ajanı da 11 Eylül'ün öncesinde ve hemen sonrasında tutuklanmıştılar. Hepsi de kim oldukları sorularının cevabında yalan makinesini geçememişlerdi. Hepsi özellikle elektronik takipte ve patlayıcı alanında askeri eğitim almıştı ve bunların tümüi İsrail'e geri gönderildi.
Bunun gerçekleşmediğini kimse iddia edemez. ABD hükümeti bunu ilan etti, dünyadaki tüm anaakım medya kaynaklarında yayınlandı, hatta İsrail medyasında bile bu konu ele alındı.
Press TV: Mark Glenn, sizce El Kaide ABD'nin dostu mu düşmanı mı?
Glenn: El Kaide CIA'nin yarattığı bir şeydir. Hillary Clinton bile bunların bizim adamlar olduğunu itiraf etti...
El Kaide Amerikan halkının düşmanı, fakat Amerikan ve İsrail istihbaratının enstrümanıdır.
El Kaide olmadan ABD ve İsrail Orta Doğu'daki bu savaşları başlatamazdı. Bu çok açık, Suriye'de olmakta olan bu. Libya'da olan da buydu.
El Kaide olmadan terörle savaş olmaz, Benyamin Netenyahu ve kabilesinin bastırdığı Büyük İsrail Projesi gerçekleşemez. Bu yüz yıllık bir savaş. Benyamin Netenyahu bunu geçenlerde itiraf etti ve Büyük İsrail için tüm Ortadoğu'yu ateşe atmaya kesin kararlılar. Bütün bu teröre karşı savaş hikayesinin nedeni budur, buna ilave olarak İslam ile de savaşıyorlar; çünkü İslam tüm dünyayı ele geçirmelerinin önündeki yegane felsefi engeldir.
medyasafak.com/Press TV