
کارگر
İran 2014 Brezilya Dünya Kupasına katılmaya hak kazandı
Güney Kore Milli takımını Kore'de 1-0 yenmeyi başaran İran milli futbol takımı grubunda birinci olarak 2014 yılında Brezilya'da düzenlenecek Dünya Futbol Kupasına katılmaya hak kazandı.
2014 Dünya Kupası Asya Elemeleri A Grubu maçında İran Katar'ı 1-0 geçerek çok önemli bir 3 puan aldı. İran'ın golünü Reza Ghoochannejhad kaydetti.
Rehberden İran milli futbol takımının zaferini kutlama mesajı
Bu arada İran futbol milli takımının dünya kupası karşılaşmalarına katılma hakkı kazanmasının ardından İslam Devrimi Lideri gönderdiği mesajda bu başarıyı tebrik etti.
Mesajda rehber "Milli futbol takımımızın zaferini halk özelliklede spor camiasını sevindirdi bu zaferi yaşatanlara teşekkür ediyorum" Dedi.
İran 2014 Brezilya Dünya Kupasına katılmaya hak kazandı
Güney Kore Milli takımını Kore'de 1-0 yenmeyi başaran İran milli futbol takımı grubunda birinci olarak 2014 yılında Brezilya'da düzenlenecek Dünya Futbol Kupasına katılmaya hak kazandı.
2014 Dünya Kupası Asya Elemeleri A Grubu maçında İran Katar'ı 1-0 geçerek çok önemli bir 3 puan aldı. İran'ın golünü Reza Ghoochannejhad kaydetti.
Rehberden İran milli futbol takımının zaferini kutlama mesajı
Bu arada İran futbol milli takımının dünya kupası karşılaşmalarına katılma hakkı kazanmasının ardından İslam Devrimi Lideri gönderdiği mesajda bu başarıyı tebrik etti.
Mesajda rehber "Milli futbol takımımızın zaferini halk özelliklede spor camiasını sevindirdi bu zaferi yaşatanlara teşekkür ediyorum" Dedi.
ORAK DEĞİL,ANAHTAR GETİRDİKRuhani’nin basın toplantısından ilginç ayrıntılar
İran’ın 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Hasan Ruhani, dün seçim sonrası ilk basın toplantısını düzenlerken, toplantıda ilginç ayrıntılar da yaşandı.
FHA- Geçtiğimiz Cuma günü düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanarak ülkenin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Hasan Ruhani dün seçimler sonrası ilk basın toplantısını düzenledi. Toplantıda ilginç ayrıntılar yaşandı.
Yerli ve yabancı 600’ü aşkın muhabirin bulunduğu bu toplantıda muhabirlerin katılımı için hiçbir kısıtlama getirilmedi ve muhabirler sadece muhabirlik kartlarını göstererek toplantı salonuna girebildiler.
Toplantı salonunda alınan güvenlik tedbirleri de muhabirlere engel niteliği taşımıyordu. Muhabirler yanındaki araçları denetimden geçirdikten sonra onları kolaylıkla içeri alabildiler.
Türkiye medyasından Kanal On4'ün Suudi Arabistan ve Türkiye sorusu da Ruhani'nin dikkatini çekti ve her 2 ülkeyle de iyi ilişkilerden yana olduğunu, bunun da karşılıklı dostane yaklaşımlarla mümkün olduğunu söyledi.
Ruhani, “Şark” gazetesi muhabirinin “Acaba yeni iktidar döneminde reformcu partiler de faaliyet gösterebilecekler mi” şeklinde sorduğu bir soru üzerine “Ben İran halkının tamamının Cumhurbaşkanıyım. Buna göre, halkının bütününü,yani her kesimini dikkate almam lazım” dedi.
Hüccetülislam Ruhani daha sonra, “Beyaz İran” gazetesi (Görme özürlülere ait bir gazete) muhabirinin, yeni Hükümetin eski Müdürleri hepten değiştirip değiştirmeyeceği yönündeki bir sorusu üzerine espirili bir şekilde seçim logosunu hatırlatıp “Biz orak değil, anahtar getirdik” karşılığını verdi.
Ruhani’nin cevaplarının bir bölümü salonda bulunanların alkış sesleri arasında kaybolup duyulmuyordu.
Ruhani Amerikan “NBC” kanalı muhabirinin İran-ABD ilişkileri ve iyileşme olup olmayacağına ilişkin sorusu üzerine ilk başta mizahi bir ifadeyle “Çok zor bir soru sordun” diyerek salondakileri güldürdü.
ORAK DEĞİL,ANAHTAR GETİRDİKRuhani’nin basın toplantısından ilginç ayrıntılar
İran’ın 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Hasan Ruhani, dün seçim sonrası ilk basın toplantısını düzenlerken, toplantıda ilginç ayrıntılar da yaşandı.
FHA- Geçtiğimiz Cuma günü düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanarak ülkenin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Hasan Ruhani dün seçimler sonrası ilk basın toplantısını düzenledi. Toplantıda ilginç ayrıntılar yaşandı.
Yerli ve yabancı 600’ü aşkın muhabirin bulunduğu bu toplantıda muhabirlerin katılımı için hiçbir kısıtlama getirilmedi ve muhabirler sadece muhabirlik kartlarını göstererek toplantı salonuna girebildiler.
Toplantı salonunda alınan güvenlik tedbirleri de muhabirlere engel niteliği taşımıyordu. Muhabirler yanındaki araçları denetimden geçirdikten sonra onları kolaylıkla içeri alabildiler.
Türkiye medyasından Kanal On4'ün Suudi Arabistan ve Türkiye sorusu da Ruhani'nin dikkatini çekti ve her 2 ülkeyle de iyi ilişkilerden yana olduğunu, bunun da karşılıklı dostane yaklaşımlarla mümkün olduğunu söyledi.
Ruhani, “Şark” gazetesi muhabirinin “Acaba yeni iktidar döneminde reformcu partiler de faaliyet gösterebilecekler mi” şeklinde sorduğu bir soru üzerine “Ben İran halkının tamamının Cumhurbaşkanıyım. Buna göre, halkının bütününü,yani her kesimini dikkate almam lazım” dedi.
Hüccetülislam Ruhani daha sonra, “Beyaz İran” gazetesi (Görme özürlülere ait bir gazete) muhabirinin, yeni Hükümetin eski Müdürleri hepten değiştirip değiştirmeyeceği yönündeki bir sorusu üzerine espirili bir şekilde seçim logosunu hatırlatıp “Biz orak değil, anahtar getirdik” karşılığını verdi.
Ruhani’nin cevaplarının bir bölümü salonda bulunanların alkış sesleri arasında kaybolup duyulmuyordu.
Ruhani Amerikan “NBC” kanalı muhabirinin İran-ABD ilişkileri ve iyileşme olup olmayacağına ilişkin sorusu üzerine ilk başta mizahi bir ifadeyle “Çok zor bir soru sordun” diyerek salondakileri güldürdü.
Esad:"Krizin uzun sürmesinin temel nedeni dış aktörlerdir"
ŞAM – Beşşar el-Esad; Ortadoğu'nun maruz kaldığı en önemli ve en büyük meydan okumanın, toplumlarımızda kaymaya neden olan ve ılımlılıktan uzaklaştıran radikalizmle temsil olduğunu belirterek, Suriye'nin topraklarındaki teröristleri bertaraf edeceğinin şüphesiz olduğuna dikkat çekti.
Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung Gazetesine verdiği röportajda; bölgedeki devletlerin sınırlarıyla herhangi bir şekilde oynama tehlikesine karşı uyarıda bulunarak, bunun oldukça uzak bölgelerin haritasını da etkileyeceğine dikkat çekti.
Esad; Suriye'deki krizin uzun zaman sürmesinin temel faktörlerinin, bunun için siyasi ve askeri uğraş veren dış faktör olduğunu ifade etti.
Suriye'nin krizin ilk gününden beri diyalog arzusunda olan istisnasız herkese elini uzattığını belirten el-Esad; silah taşımayan, terörü desteklemeyen ve siyasi programa sahip olan her türlü muhalefete açık olduğunu vurguladı.
El-Esad Suriye'ye ilişkin düzenlenmesi beklenen Uluslararası Cenevre II Konferansının diyalogun ilerletilmesinde önemli bir istasyon teşkil etmesi, Suriye'ye silah ve teröristlerin gönderilmesine sınır koymada başarı sağlaması temennisinde bulundu.
Röportajın Tam Metni:
Asıl Sorun Teröristlerin Ülkeye Verdikleri Zarar ve Yıkımdır
Birinci Soru: Sayın Cumhurbaşkanı! Ülkenizdeki durumları nasıl görüyorsunuz? Suriye ordusu Suriye topraklarının geniş bir bölümünü kaybetti. Yani bu bölgeler merkezi yönetimden uzak kaldı. Durumları Nasıl Görüyorsunuz?
Cevap: "Sorduğun soru, durumları doğru konumuna getirmeye gerek duyuyor. Bizler klasik bir savaşta değiliz ki toprakların bir bölümünü kontrole alalım yada bir bölümünde kontrolü kaybedelim. Orduya karşı ordu olarak savaşmıyoruz ki işgal altındaki bir topraktan düşmanı kovalım. Doğrusu şu ki bizler; çetelere karşı bir orduyuz. Gerçek şu ki ordu, istediği her yere ve her bölgeye girmeyi başardı ve böylelikle ordu her yere girebiliyor ve kontrolüne alabiliyordur. Fakat ayı zamanda ordu Suriye'nin her bölgesinde bulunmadığı gibi, her noktada bulunma sorumluluğunda de değildir.."
"Kontrol yada kontrol dışından daha önemlisi teröristleri kovalamak ve bertaraf etmenin büyük bir bedeli vardır. Başka bir değişle, sorun bir yerde olup olmaman değildir. Bizim, ülke topraklarımızdaki tüm teröristleri tamamen bertaraf edeceğimizden kesinlikle hiç bir kuşkumuz yoktur. Ama asıl sorun , teröristlerin ülkeye verdileri zarar ve yıkımla birlikte bunların bedelidir. Her şeye rağmen bizler ağır bir bedel ödedik. Durumların bir çok açıdan misali olmadığı doğrudur, fakat bizleri bekleyen büyük meydan okuma krizin sona ermesi ardından fiili olacaktır.."
Krizin Uzun Sürmesinin Temel Nedeni Dış Faktördür
İkinci Soru: Son olarak Menar Kanalıyla yaptığınız röportajda halkı uzun bir çatışmaya hazırladığınız düşüncesine kapıldık.. Bunun olacağına inanıyor musunuz?
Cevap: “Hayır, Menar Kanlıyla değildi. Krizin ilk günlerinden beri her daim ‘kriz ne zaman sona erecek’ sorusunu soruyordum. Cevabım ise, uzun süre kalabilirdi. Kalabilir, çünkü krizin başından beri dış faktör ortadaydı ve belliydi. Sadece iç faktörlü bir kriz mutlaka iki yönde gider. Bu yönlerin ilki nihai olarak çözülür ve sona erer, ikincisi ise halk savaşına dönüşür. Suriye'de ne bu, ne de diğeri olmadı. Bunun nedeni de Suriye'deki krizin uzun sürmesi için askeri ve siyasi olarak çabalayan dış faktördür. Bu konuda baştan beri haklı olduğumu söylemeyebilirim..”
Kendi İrademiz, Kendi Gücümüz ve Kendi Dayanışmamızla Ülkemizi Yeniden Yapılandıracağız
Üçüncü Soru: Sayın Cumhurbaşkanı! Suriye'de meydana gelen yıkım büyüktür. Bu büyük yıkımı nasıl aşmanızı bekliyorsunuz?
Cevap: “Sizin II Dünya savaşından sonra Almanya'da aştığınız gibi. Ve bir çok halkın tanık olduğu savaşlardan sonra aştıkları gibi biz de aşacağız. Ortada canlı bir halk olduktan sonra toprağı yapılandıracak ve kalkınmayı sağlayacak odur. Daha önce kendimizi ve ülkemizi yapılandırdığımız gibi şimdi de yeniden yapılandıracağız. Tüm geçenlerden faydalanarak ülkemizi bir kez daha yapılandıracağız..”
“Sorunda belki de finansı kastettin. Bizler halkız. Uzun zamandan beri de ihtiyaç duyduklarımızı üretmekteyiz. Kesin olan ise; daha öncesinden çok daha üretken olmamız gerekiyor. Bu biraz zaman alabilir, fakat yapacağımız budur. Kendi irademiz, kendi gücümüz ve kendi dayanışmamızla ülkemizi yeniden yapılandıracağız..”
“Dost devletlerin bizlere yardım eli uzattığı ve uzatmakta olduğu da şüphesizdir. Bu yardımlar krediye kadar da ulaşabilir. Fakat sonuçta ülkemizi yeniden yapılandıracağız..”
“Yıkımı yeniden yapılandırmaktan daha zor olan şeyse, zarar gören düşünceleri onarmaktır. Radikallik başta olmak üzere krizin sosyal etkilerini nasıl silebileceksin. Kanımca asıl ve gerçek yeniden yapılandırma düşünceleri, ideolojileri ve kavramları yeniden yapılandırmaktır. Yapı ve taş değerlidir, ama her şeyden daha çok değerli olan ise insandır. Dolayısıyla asıl ve en büyük meydan okuma insanları ve yapıları yeniden yapılandırmaktır..”
Haritada Herhangi Bir Değişiklik Kontrolün Kaybolmasına Yol Açar
Dördüncü Soru: Sayın Cumhurbaşkanı! Kriz çerçevesinde bazı bölgeler ya kendi olanaklarına ya da dışarıya daha çok dayanmaya başladı. Mevcut sınırlarda herhangi bir kaymanın olacağını düşünüyor musunuz?
El-Esad; “Suriye'nin içinde mi yoksa genel olarak bölgede mi kastediyorsun?
Gazeteci: Genel olarak bölgeyi kastediyorum. Özellikle de Sykes-Picot anlaşmasından yüz yıl sonra.
El-Esad; “Suriye'nin içinde mi yoksa genel olarak bölgede mi kastediyorsun? Gazeteci: Genel olarak bölgeyi kastediyorum. Özellikle de Sykes-Picot anlaşmasından yüz yıl sonra.
“Sykes-Picot anlaşmasından yüz yıl sonra sen şimdi Suriye de içinde dahil genel olarak bölge haritasının yeniden çizilmesinden söz ediyorsun. İzin ver de Suriye'yi sana eski bir mimari kemere benzeteyim. Kemer tamamıyla zirvesindeki taşa dayanmaktadır, bu taşı çektiğin zaman kemer tamamıyla yıkılır..”
“Bunu bölgeye, hatta tüm dünyaya uygulayabiliriz. Başka bir değişle bölge haritasında herhangi bir değişiklik oldukça uzak bölgelerin haritalarını da yeniden çizmek anlamına geliyor. Böyle bir şeyin, hiç kimsenin kontrol edemeyeceği bir domino etkisi vardır..”
“Herhangi bir büyük devlet bu süreci başlatabilir. Fakat kim olursa olsun, bizzat bu devletin kendisi bile bu süreci belirli bir yerde yada zamanda kesinlikle durduramaz
Özellikle de günümüzde Ortadoğu'da Sykes-Picot anlaşması döneminde mevcut olmayan siyasi sınırlara ilaveten mezhepsel yada etnik yeni sosyal sınırlar bulunmaktadır. Bunlar da durumları çok daha karmaşık kılmaktadır..”
“Bölge haritasında herhangi bir değişikte hiç kimse tam olarak nasıl olacağımızı tahmin bile edemez. Fakat büyük ihtimalle Ortadoğu'da çok sayıda savaşın haritası olacaktır. Pasifik’ten Atlas Okyanusuna dek hiç kimse bu savaşı durduramayacaktır.
Başkalarını Kabullenmeden Demokrasi Olamaz
Beşinci Soru: Sayın Cumhurbaşkanı! Bölge önümüzdeki yıllar içinde nasıl olacak? Şekli nasıl olacaktır
Cevap: “Bir önceki sorunda sorduğun yıkıcı bölme senaryosunu uzak tutacak olursak; ben sanıyorum ki tamamen ters ve mutlak bir şekilde olumlu bir senaryo olacaktır. Bu da devlet olarak, toplum olarak nasıl davranacağımıza bağlıdır..”
“Bu senaryo; meydan okumalara dayanmaktadır.İlk meydan okuma da güvenlik ve istikrarı yeniden sağlamaktır. İkinci meydan okuma ise, yeniden yapılandırmaktır. Fakat en önemli ve en büyük meydan okuma ise; radikalizm önünde durmaktır. Çünkü bölge toplumları arasında özellikle dini açıdan bir kaymanın olduğu ve ılımlılıktan uzaklaşmanın yaşandığı açıklık kazanmıştır. Burada sorulacak soru; bu toplumları tarih boyunca olduğu gibi doğal konumuna geri getirebilir miyiz? Tüm bu zengin çeşitlilik birbiriyle normal olarak yaşayabilir mi? Bu çerçeve bazı kavramları açıklamama izin ver. Bazıları ‘hoşgörü’ bazıları da ‘uyumluluk’ diyor. Oysa bizim bu bölgede yaşadığımız ve geri getirmemiz gereken ‘homojenliktir’. Durumun hoşgörü ile ilgisi yoktur. Öyle ki hoşgörülüysen, gün gelecek karşı tarafla hoşgörülüğüne son vereceksin. Uyumlulukla da ilgisi yoktur, çünkü senden tamamen muhtelif birileriyle yaşıyorsun. Oysa ki bölgede bizi tamamen farklı ve ayrıcalıklı kılan homojenliktir. Elinin ayağınla hoşgörülü ya da uyumlu olduğunu söylemen mümkün değildir. Elin diğer elinle bütünleşiyor demen daha doğrudur. Ortak yaşam da budur işte..”
“Bir başka meydan okuma da idealimizdeki reformdur. Her daim sorulacak soru da; toplumumuzu birlik beraberlik içinde tutunmuş olarak kılacak en iyi siyasi sistem hangisidir? Uygun siyasi parti kanunu nedir? Sizin Almanya'da Hıristiyan Demokratlar Partiniz var. Bizim ne İslam ne de Hıristiyan dini partilerimizin olması mümkün değildir. Çünkü biz de din, dine çağrıdır. Siyaset yapmak için değildir. Buna ilişkin de çok ayrıntı var. Fakat konunun cevheri; başkalarını kabullenmektir. Başkalarını kabullenmediğim sürece en iyi yasalara, en mükemmel kanunlara sahip olsak bile demokrasi olamaz..”
Laikliği Pekiştirmekten Başka Seçeneğimiz Yoktur
Altıncı Soru: Sayın Cumhurbaşkanı! Bölgede mevcut bu İslami yöneliş çerçevesinde kendinize has vizyonla laikliğe nasıl bakıyorsunuz?
Cevap: “Bu gayet önemli bir sorudur. Bölgede çoğu insan bu ilişkiyi idrak etmemekteler. Ortadoğu bölgesi ideolojik bir bölgedir. Arap toplumu da genel olarak Araplık ve İslam olmak üzere iki temele dayanır. Bunun haricinde herhangi bir şey küçüktür. Bölgemizde komünistler, liberaller ve daha başkaları var. Bizde Arap milliyetçiliğinden daha küçük olan Suriye milletçiliği var. Fakat tüm bunlar büyük temeller değildir..”
Çoğu insan laikliği; daha önce komünistlik olduğu gibi dinsizlik olarak anlamışlardır. Oysa ki gerçek böyle değildir. Suriye'de bizler açısından laiklik din özgürlüğüdür. Bölgede birçok mezhepleriyle Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudilerle sahip olduğumuz çok çeşitliliği güzel kılan da bu tür laikliktir. Toplumun birlikteli ve gerçek vatandaşlığın hissedilmesi açısından laiklik gereklidir. Dolayısıyla laikliği pekiştirmeden başka hiçbir seçeneğimiz yoktur. Çünkü temelde bölgemizde din zaten güçlüdür. Burada belirtmek isterim ki dinin güçlü olması kötü bir şey değil, güzel bir şeydir. Asıl kötü olan radikalliktir, öyle ki radikallik teröre götürür. Her radikal terörist değildir, fakat her terörist radikaldir..”
“Dolayısıyla soruna cevap olarak bizler; kendi kavramlarımızla laik bir devletiz. Bizler herkesin din ve ibadet özgürlüğüne saygı gösteriyor, hiç kimsenin din ya da mezhepsel veya ırk açısından başkasına davranmasına izin vermeyiz. Herkes dinlerine, ırklarına yada mezheplerine bakılmaksızın eşittir..”
Yedinci Soru: Sayın Cumhurbaşkanım! İki buçuk yıllık ‘Arap Baharı’ olarak bilinen olguya nasıl bakıyorsunuz?
Cevap: “Yanlış bir kavramdır. Çünkü baharda ne kan ne de ölüm yoktur. Baharda ne radikallik , ne okulları yıkmak, ne öğrencileri okullara gitmekten ve öğrenmekten men etmek yoktur. Kadınları kendilerine uygun kıyafetler giymekten men etmek yoktur. Bahar en güzel sezondur, oysa ki bizim şu an yaşadığımız en zor durumdur. Dolayısıyla kesinlikle bahar değildir. Suriye'de olanları, insanları vahşice öldürmeyi, kesip doğramayı, derilerini yüzmeyi, organlarını yemeği ve daha bir çok insanlık dışı ayrıntıları al ve bu kavramı pazarlayanlara ver. Ver de o zaman görüşü sana bırakıyorum..”
Sekizinci Soru: Arap baharı yada ‘Arap baharı’ olarak adlandırılan bu olgunun Arap ülkelerinde çözdüğü mesele nedir?
Cevap: “Çözüm ne bahardan ne de başkasından gelmeyecektir. Çözüm bizim kendimizden gelir. Çözümde bulunmaları gereken bizleriz. Bizlerin etken değil, etkin olmamız gerekiyor. Kendi meselelerimizi biz çözdüğümüzde o çözüm doğru ve kalıcı olacaktır..”
“Bizler ve Ortadoğu'daki bir çok devletin bir sürü sorunu vardır. Bizler bu sorunları biliyor ve objektif bir gözle bakıyoruz. Önemli olan çözümün dışarıdan deil, içerden gelmesidir. Dışarıdan gelecek bir çözüm deforme bir çözüm olup kalıcı ve doğru olmayacaktır. Dolayısıyla diyalog yada çözüme çağrı yaptığımızda ulusalcı ve yerel olması gerektiğine inanıyoruz. İdealimizdeki Suriye'ye ulaşmak için bu gereklidir..”
Irak ve Lübnan’da Olanlar Suriye'de Olanların Verileri Olup Başka Yerlere Uzanacaktır
Dokuzuncu Soru: Sayın Cumhurbaşkanım! Çatışmanın geniş alanlara yayılmasına yol açacak herhangi bir dış müdahaleye karşı olduğunuzu söylediniz. Böyle bir şeye ulaştınız mı?
Cevap: “Bu noktada açık olalım. Yabancı müdahalenin iki türü vardır. İlki aracı ve işbirlikçiler yoluyla dolaylı, ikincisi de savaş açmak aracılığı ile direk müdahaledir. Bizler de ilk süreçteyiz. Krizin başında ‘dolaylı olsa bile Suriye'ye müdahalenin deprem fay hattıyla oynamak gibi bir şeydir. Tüm bölgenin sarsılmasına yol açacaktır..’ dedim. O zamanlarda özellikle medya olmak üzere ‘el-Esad, krizi herkese ulaşacak şekilde genişletmekle tehdit ediyor’ denildi. Tabii ki bu, ne dediğimi anlamadıklarının bir kanıtıdır. Oysa ki şimdi de olan budur. Gerçekçi bakacak olursak daha önce Lübnan, şimdi de Irak’ta olanlar Suriye'deki krizin verileridir. Doğal olarak da bu daha geniş alanlara uzanacaktır..”
“Her şeye rağmen bizler hala ilk süreçteyiz, yani dolaylı müdahale sürecindeyiz ve bu sonuçları görüyoruz. Oysa ki askeri müdahale olursa olacakları siz düşünün. Tabii ki durum çok daha kötü olacaktır. O zaman radikallik, kaos, bölünme ve daha başka şeylerin domino etkisiyle nasıl yayılacağını göreceğiz..”
Suriye'nin Yanında Olan Devletlerle İlişkilerimiz Uluslar Arası Kanunların Garantilediği Bir İşbirliği İlişkileridir
Onuncu Soru: Sizler Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve İngiltere gibi devletlerin Suriye'deki krize bulaşmalarını eleştiriyorsunuz. Rusya ve İran’ın da bu krize bulaştıkları doğru değil mi?
Cevap: Devletler arasında işbirliği ile bir devletin içişlerine müdahalede bulunup güvenlik ve istikrarını sarsmak arasında büyük fark vardır. Devletler arasındaki işbirliği iki tarafın arzularıyla olup egemenliklerine, özgürlüklerine, karar hürriyetine ve istikrarına karşılıklı saygı çerçevesinde olur. Rusya, İran ve Suriye'nin yanında olan diğer tüm devletlerle ilişkilerimiz uluslar arası kanunlar ve misakların garantilediği işbirliği ilişkileridir..”
“Oysaki sözünü ettiğin devletlerin tutum ve politikaları; uluslar arası kanun, yasa ve misakların reddettiği çirkef bir müdahaledir. İşte fark budur..”
Bundan Dolayı Irak Savaşına Karşıydık
On Birinci Soru: Sayın Cumhurbaşkanı! Irak ve Lübnan'da Suriye'deki krizin bir kısım verilerinin yaşandığını söylediniz. Fakat mezhepsel sisteme dayalı kimi toplumlar yada sistemler mevcuttur. Bu devletlerde var olan Sünniler.. Şiiler gibi siyasi faktörler yada politik taşıyıcıların bu şeyi Suriye'ye taşıyacaklarını düşünüyor musunuz?
Cevap: Tabii ki mezhepsel komşu sistemler, mezhepsel anlaşmazlıklar yada halk savaşları olduğunda bu sana uzanacaktır. 30 yıl yada daha fazla bir süre önce de Lübnan'da oldu. Bundan dolayı da Suriye 1976 yılında Lübnan'a kendini ve Lübnan'ı korumak için müdahale etti. Bunun için de Irak’ta olanlara önem veriyoruz. Çünkü komşularda olanlarla direk etkileneceğiz. Bu noktadan hareketle de ABD’nin teşvikleri ve tehditlerine rağmen Irak’a karşı savaşa karşı çıktık. Öyle ki Amerikalıları ikna ve razı edip istikrarırımızı kaybetme kanaatimiz olmadı. Dolayısıyla mezhepsel sistemler, tehlikeli sistemlerdir. Bu da laik sistemlerin gereğini daha çok kanıtlıyor..”
Nusra Cephesi Kaide’nin Bir Koludur, Onun İçin Aynı İdeolojiyi Taşıyor
On İkinci Soru: Sayın Cumhurbaşkanı! Sizler Nusra Cephesine karşı savaşıyorsunuz. Bize bu cepheden söz eder misiniz? Nedir bu cephe, kimlerce destekleniyor, kim finanse ediyor ve kim silahlandırıyor?
Cevap: “Nusra Cephesi Kaide terör örgütünün bir koludur. Böylece tamamen aynı ideolojiyi taşımaktadır. Suriye, Irak, Lübnan ve Ürdün’de bulunuyor. Temel olarak aynı ideolojiyi taşıyan ve maddi gücü bulunan tüm illegal örgütler ve varlıklı şahıslar tarafından destekleniyor ve finanse ediliyor. Büyük miktarda para ve silahlara sahiptir. Çünkü bağışlar direk olarak sağanmaktadır. Bunun içinde kaynağı tam olarak belirlemek kolay değildir...”
“Temel olarak İslami bir devlet kurma hedefi taşıyor. İslamı düşünüyor ve Vehhabi mezhebini benimsiyor. Böylece tüm bunlar Kaide Örgütünün düşüncesinde toplanıyor. Aynen Afganistanda olduğu gibi..”
“Şimdi de Suriye'de bulundukları yerlerde bu ideolojiyi ve şeriatı uygulamaya çalışıyorlar. Temel olarak da kadınlara uygulamaya çalışıyorlar. Onlar din ve şeriatı uyguladıklarını söylüyor yada düşünüyorlar. Fakat tamamen İslam'dan uzaklar.. İnternet sitelerinde yada uydu kanallarında uyguladıkları vahşeti rahatlıkla görebiliriz. Onlar bizzat bunları kendi düşüncelerini ve ideolojilerini pazarlamak için kasıtlı olarak yayınlıyor. Masum insanları kesip parçaladıklarını, derilerini yüzüp iç organlarını yediklerini gördük..”
“Üyelerine gelince bir kısmı Suriyeli, bir kısmı Arap, İslam ve Avrupa ülkelerinden geliyor..”
Bu Soruya Onlar Cevap Vermeli
On Üçüncü Soru: Suudi Arabistan ve Katar’ın teröristleri sizlere karşı silahlandırması arkasındaki neden nedir, ne gibi bir amaçları vardır?
Cevap: “Her şeyden önce sanıyorum ki bu soruya onlar cevap vermeli. Fakat ben bir kısım soru işaretleriyle cevap vereceğim. Silahlıları medyalarında iddia ettikleri gibi demokrasi ve özgürlüğe inançlarından mı destekliyorlar? Suriye'de demokrasiyi desteklemeleri için temelde ülkelerinde demokrasi var mıdır? Halk tarafından seçilen parlamentoları var mıdır? Halkın seçtiği bir anayasaya sahipler mi? Asırlardan beri halk idealindeki yönetim yada devlet şekli için karar verdi mi? Halk bu devletlerdeki sistemin krallık mı, başkanlık mı, yoksa emirlik mi yoksa başka bir şey olduğuna karar verdi mi? Dolayısıyla durum gayet açık ve nettir...”
“Kanımca bunların her şeyden önce kendi halklarıyla ilgilenmeleri gerekiyor.. Ardından da senin sorunu cevaplamaları..”
Bunu da Ne Şimdi Ne de Gelecekte Kesinlikle Bulamayacaklar
On Dördüncü Soru: Bu süreç içinde mevcut patırtıda Suudi Arabistan ve Katar’ın komutanlığı üstlenmesine ilişkin Fransa ve İngiltere vizyonları ne anlama geliyor? Neyi kastetmek istiyorlar? Bu yönelimden istedikleri nedir?
Cevap: “Aynı şekilde Fransa ve İngiltere adına cevap veremem. Fakat sana buradaki genel izlenimi verebilirim. Kanımca Fransa ve İngiltere'nin Suriye'nin misyonuyla ilgili bir sorunları vardır. Onlara göre Suriye'nin bölgedeki rolü rahatsız edicidir. Bu devletler ABD gibi her hangi bir itiraz olmadan çıkarlarını hayata geçirecek kuklalar arıyorlar. Bizler de kukla olmayı yada onlara itiraz etmeden her istediklerini yerine getirmeyi reddettik. Her zaman egemen ve hürdük, öyle kalmayı da tercih ettik..”
“Aynı şekilde Fransa ve İngiltere adına cevap veremem. Fakat sana buradaki genel izlenimi verebilirim. Kanımca Fransa ve İngiltere'nin Suriye'nin misyonuyla ilgili bir sorunları vardır. Onlara göre Suriye'nin bölgedeki rolü rahatsız edicidir. Bu devletler ABD gibi her hangi bir itiraz olmadan çıkarlarını hayata geçirecek kuklalar arıyorlar. Bizler de kukla olmayı yada onlara itiraz etmeden her istediklerini yerine getirmeyi reddettik. Her zaman egemen ve hürdük, öyle kalmayı da tercih ettik..”
“Fransa ve İngiltere tarih boyunca sömürücü ülkeler olup görünürde de bu tarihlerini unutmayıp bölgeye yaklaşımları bu bağlamdadır. Fakat şimdi bunu muhtelif yöntemlerle, aracılarla ve taşeronlarla yapmaya çalışmaktalar. Evet, Fransa ve İngiltere Katar ve Suudi Arabistan’a ne yapmaları gerektiği konusunda direktifler verip yönlendirmelerde bulunabilirler. Fakat Fransa ve İngiltere'nin politikaları ve ekonomilerinin de Petro-dolara bağlı olduğunu unutmamak gerekiyor..” “Her şeyden önemlisi tüm bu olanların bu ülkeler açısından Suriye'den kurtulma fırsatı teşkil ettiğidir. İtaatkar olmayan bu devletten kurtulmak ve onların her istediklerine ‘evet’ diyecek bir başkan bulmak onların temel amacıdır. Bunu da ne şimdi ne de gelecekte kesinlikle bulamayacaklar..”
AB’de Bölünmenin Olduğu Açıktır
On Beşinci Soru: Avrupa Birliği (AB) Suriye'ye silah ambargosunu uzatmadı. Fakat aynı zamanda da ‘muhalefete’ silah gönderimine de izin vermedi. AB’nin bu adımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevap: “Bu konuda AB arasında bir çok yönden bölünmenin olduğu açıktır. Avrupalıların Suriye devletinden yana olduklarını söylemem mümkün değildir. Fakat Suriye devletine düşmancı tutumlara sahip Avrupalı devletler mevcuttur. Özellikle de Fransa ve İngiltere. Bunun mukabilinde Almanya gibi teröristlere silah göndermenin sonuçlarına ilişkin mantıklı sorular soran devletler de vardır. Silah gönderimi nelere yol açabilir. Her şeyden önce Suriye'de daha çok yıkım olacaktır. En büyük bedeli de Suriye halkı ödeyecektir..”
“İkinci nokta ise sen teröristlere silah gönderiyorsun. Avrupalılar da silahları gönderecekleri kimselerin terörist olduklarını biliyorlar. Kimileri ABD’nin ‘güzel Taliban var, kötü Taliban da var’ diyerek yıllar önce yaptığı gibi şimdi de ‘güzel teröristler var, kötü teröristler de var’ söylemini parlamaya çalışıyor. Bunlara göre ‘güzel Kaide var, kötü Kaide de var’. Bu da kesinlikle mantıklı değildir. Bölgedeki teröristlere silah göndermek Avrupa'nın arka bahçesinde terör ve kasoun olması demektir. Bu da yoksulluk demektir. Tümü de Avrupa'nın bölgedeki pazarını kaybetmesi anlamına geliyor. Yani Avrupalar Suriye'deki teröristlere silah göndermenin ne anlama geldiğini bilmekteler..”
Terör Burada Yayılınca Mesajını Avrupa Yönüne Gönderecektir
“ikinci sonuç ise, terörün direk Avrupa'ya ithal edilmesidir. Öyle ki terör burada yayılınca burasıyla sınırlı kalmayacak Avrupa'ya yayılacaktır. Bu da teröristlerin gayrı meşru hicreti yada Avrupalı teröristlerin ülkelerine dönmeleri aracılığı ile olacaktır..”
Siyasi Muhalefetin Aleni Siyasi Programı Vardır, Fakat Öldürme ve Kesme Terördür
On Altıncı Soru: Sizler Avrupa'nın Suriye'ye silah göndermesi halinde teröristlere göndereceğini söylediniz. Tüm silahlıların terörist olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Cevap: “Ben sana, Avrupalı Alman bir vatandaş olarak sorayım; Ülkende sana silah taşıma ve masum insanları öldürmene izin verilir mi? Vatandaşların saflarında dehşet saçma, yağmalama yol kesme, sabotaj ve benzeri eylemlerde bulunmana izin veriliri mi? Dünyanın tüm ülkelerinde asker ve polis haricinde kimseye ruhsatsız silah taşıma izni verilmez. Silah taşıma, insanları öldürme ve güven içinde yaşayan vatandaşların saflarında dehşet saçma terördür. Suriye'de yaşananlara bak, kimler silah taşıyorsa bu gibi eylemleri yapıyor. Kimileri radikal düşünce taşıyor, kimisi de kanun kaçağıdır. Bunları göz önünde bulundurmaksızın hepsi teröristtir. Dolayısıyla bizler her zaman teröristlerle muhalefet arasında fark görüyoruz. Siyasi muhalefetin aleni siyasi programı vardır. Fakat öldürme, kesme, yıkım ve benzeri eylemler; devleti gericilikte yıllar öncesine sürükler..”
On Yedinci Soru: O zaman geleceğin, teröre karşı olduğunu mu görüyorsunuz?
Cevap: “Mantık budur. Fakat Avrupada mantıklı, objektif ve gerçekçi olmayan çok sayıda devlet yetkiliniz vardır. Bunlar da mantık yerine negatif duygularla çalışıyorlar. Siyasette sevgi ve kine dayanmayan çıkarlar mevcuttur. Bölgede tüm olanlar Avrupa'nın çıkarlarına terstir. Avrupa'nın çıkarları terörle mücadeledir..”
Suriye Ordusu Ksayr Zaferinden Daha Önemli Zaferler de Sağladı
On Sekizinci Soru: Bazı taraflar Hizbullah Partisini terör örgütü olarak görüyor. Duyduğumuza göre de Hizbullah Ksayr Bölgesinde Suriye güçlerinin saflarında savaştı. Aynı zamanda İran Devrim Korumalarından elemanların Suriye'de bulunduğunu duyduk. Sizlerin bu güçlere ihtiyacınız var mı?
Cevap: “Medya bu süreç içinde ‘Suriye ordusunun zayof olduğunu ve hiçbir zafer sağlamadığını, savaşan da Hizbullah olduğunu’ lanse etmeye çalışıyor. Amaçları budur. Ama gerçek şu ki; bizler birkaç aydan beri muhtelif bölgelerde büyük zaferler sağlıyoruz. Belki de Ksayr zaferinden daha önemli zaferler sağlandı. Kimse bu zaferlerden söz etmedi. Bu zaferlerin sağlandığı bölgelerde Suriye ordusundan başka hiç kimse yoktur. Ayrıca bu süreç içinde kendi bölgelerini savunmada Suriye ordusuyla birlikte savaşan halk güçleri de var. Bu güçler yerel halktan oluşuyor. Bu da Suriye'de başarımızın bir nedenidir. Fakat Ksayr, batılı yetkililerin açıklamaları nedeniyle farklı bir önem ve ilgi aldı. Birleşmiş Milletlerdeki (BM) yetkililer bile Ksayr’da neler olduğunu bildiklerini iddia ettiler.
Hizbullah Sadece Sınır Bölgelere Militan Gönderdi
On Dokuzuncu Soru: Suriye'de bulunan Hizbullah taburlarının gücünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Güçlü ve büyük sayıdalar mı?
Cevap: Suriye'de Hizbullah taburları yoktur. Hizbullah sadece Ksayr’da teröristlerin bulunduğu sınır bölgelere belirli sayıda militan gönderdi ve Lübnan sınırlarında teröristlerin temizlenmesinde Suriye ordusuna yardım ettiler. Suriye'nin içine hiçbir güç göndermedi. Bildiğin gibi Hizbullah güçleri İsrail yönünde konuşlanmış olup, güney Lübnan'dan ayrılmaları mümkün değildir. Hem Hizbullah ne kadar güç gönderebilir ki, birkaç yüz mü? Oysa sen Suriye ordusundan yüz binlerin olduğu bir savaştan söz ediyorsun. Bu hacimde Hizbullah’ın göndereceği gücün etkisi ne derecede olabilir ki..”
Kimyasal Silahlara İlişkin Tüm Söylemler ABD ve Batının Yalanlarının Bir Parçasıdır
Yirminci Soru: Sayın Cumhurbaşkanı! Fransa ve İngiltere'nin yanı sıra ABD Suriye'de kimyasal silahların kullanıldığına ilişkin kanıtlara sahip olduklarını söylüyor. Sizler de Halep haricinde BM güçlerine Suriye'ye giriş izni vermediğinizi söylemektesiniz. Bu konuda neler diyeceksiniz?
Cevap: “İlk önce Beyaz Sarayın 150 kişiye ilişkin yaptığı açıklamalardan başlayalım. Askeri açıdan herkes biliyor ki; savaş esnasında klasik silahlar bir yıl boyunca değil de bir günde bu sayıda insanı katledebilir. Kitle imha silahları da bir anda yüzlerce hatta binlerce kişiyi öldürmek için kullanılır. Dolayısıyla klasik silahla öldürebileceğin bir sayı için kitle imha silahı kullanman mantıklı değildir..”
“ABD, Fransa, İngiltere ve Avrupalı kimi yetkililer; bizim bu silahları Suriye'nin bir çok bölgesinde kullandığımızı iddia ettiler. Bu silahların Suriye'de var olup olmadığını bir kenara bırakalım. Öyle ki bizler, bu silahlara sahip olduğumuzu yada olmadığımızı hiç bir şekilde ilan etmedik. Tüm bunları dikkate almaksızın; şayet ellerinde en ufak bir kanıt olsa bile bu kanıtı bağıra çağıra davullarla ilan edeceklerini düşünmüyor musun? Dahası bu sonuca götüren kanıt ve ispatları nerde? Tüm bu sözler gerçekten komik olmaya başladı..”
“Yalan söyledikleri ve kimyasal silahların gerçekte teröristler tarafından kullanıldığına kanıt olarak; BM’den teröristlerin Halep’te kimyasal silah kullandıklarını soruşturmak için heyet göndermesini talep ettiğimizde; bu talebi aksatan Fransa ve İngiltere oldu. Aksattılar, çünkü BM sorştrmacıları kimyasal silahların teröristler tarafından kullanıldığını deşifre edecek, Fransa ve İngiltere'nin yalan söylediklerini tamamen ortaya koyacaktı..”
“Bizler soruşturma komitesinin gelişini reddetmedik. Gelişlerini isteyen ve talep eden bizdik. Fakat onlar bu komitenin Suriye'nin her noktasına gitmesini Irak’ta bulunduğu çalışmaların aynısını Suriye'de yapmasını, uzmanlığı alanındaki davalara müdahale etmesini talep ettiler..”
“Biz, orduya sahip ve kimsenin bilmesine izin vermeyeceğimiz sırları olan bir devletiz. Ne Fransa, Ne İngiltere, ne BM ne de hiç kimsenin bu sırlarımızı bilmesine izin veremeyiz. Onun için de Halep olayı haricinde soruşturma yapmalarına onay veremeyiz..”
Krizden Yıllar Önce Reformlar Başlamıştı
Yirmi Birinci Soru: Suriye'de protestolar silahlı anlaşmazlığa dönüşmeden önce barışçıl olarak başladı. Sizi eleştirenler diyorlar ki; ‘başta bu protestoları siyasi reformlarla engellemek mümkündü, böylece Suriye'de meydana gelen yıkımın sorumluluğunun bir kısmı size düşmektedir’. Bu bakış açısına yorumunuz nedir?
Cevap: “Biz krizin başından beri; hatta belki şaşıracaksın ama krizden yıllar önce Suriye'de reformlara başladık. Kriz başladığında bir dizi yeni kanlar ve reformları onayladık ve hayata geçirmeye başladık. Olağanüstü hal kanunun kaldırdık. Bundan öteye gidip anayasayı değiştirdik ve referanduma sunup onayladık. Tüm bunları batı belki biliyor, belki de bilmiyor. Fakat batının bilmek yada görmek istemediği şey, ‘barışçıl protestolar’ dediği gösterilerin ilk günlerinde polis güçlerinden şehitlerimiz oldu. Barışçıl gösteride nasıl şehit olur? Gösterilerin başta barışçıl olduğunu söyleyenler, ilk günlerde polis güçlerinden nasıl şehit olduğunu bize izah edebilir mi? Gerçek ş ki silahlılar ta baştan beri göstericilerin arasında vardılar ve polise ateş açtılar. Bazen de gösterilerin etrafında durarak göstericilerin kendilerine ve polislere aynı anda ateş açtılar. Böylece iki taraf karşı tarafın kendisine ateş açtığını düşünecekti. Tüm bu gerçekler, daha sonra yapılan soruşturmalarda ve yayınlanan itiraflarda belgelerle kanıtlandı..”
Ölülerde En Yüksek Sayı Bombalı Eylemlerdendi
Yirmi İkinci Soru: Sayın Cmhurbaşkanı! Suriye ordusunun bazı bölgeleri bombaladığı söyleniyor. Bombalamanın haricinde başka bir seçenek yok muydu?
Cevap: “Ordu teröristleri kaçtıkları her yerde kovalıyor. Teröristler de çoğu kez yerleşim bölgelerine giriyor. Örnek olarak Ksayr Kentini alalım. Batı medyada Ksayr’da 50 bin sivilin bulunduğu çığlıklarını atıyordu. Tabii Ksayr’ın asıl yerlileri bundan daha az. Teröristler kente girdikleri zaman ahali dışarı çıktı. Ordu Ksayr’a girdiğinde sivil görmedi. Pratik olarak teröristlerin girdiği her yerde siviller dışarı çıkıyor, o zaman da çatışma başlıyor..”
“Bu sözlere de kanıt olarak; Suriyeeki kurbanların çoğunluğu askerdir. Ölen siviller ise, teröristlerin girdiklerine öldüler. Öyle ki teröristler girdiklerine toplu idamlar gerçekleştrerek, sivilleri de canlı kalkan olarak kullandılar.. Sivillerden en büyük sayı ise; intiharcı teröristlerin gerçekleştirdikleri bombalı eylemler neticesinde öldüler.. Suriye'deki ölü sayısında geriye kalanlar ise Suriye içinden yada Suriye dışından teröristlerdir..”
Türkiye ve Benzeri Devletler Siyasi Çözüm ve Ulusal Diyalogu Engelliyor
Yirmi Üçüncü Soru: Ksayr’da gerçekleştirdiğiniz bu zaferden sonra, siz sayın Cumhurbaşkanı muhalefete el uzatmanın zamanı geldiğini görüyor musunuz? Ayrıca sizler ne dereceye kadar ulusal uzlaşmaya hazırsınız?
Cevap: “İlk başta, bizler ilk günden beri elimizi diyalog arzusuna olanlara uzattık ve tutumumuzu değiştirmedik. Krizin başında da bir ulusal diyalog konferansı düzenledik. Bunlarla eş zamanlı olarak da terörle mücadelemizi sürdürdük. Fakat muhalefetten söz ederken, herkesi aynı kefede tutmamak gerekiyor. Teröristleri politikacılarla karıştırmamak gerekiyor. Sizin de Almanya’da muhalefetiniz var ama, silah taşımıyor. Muhalefet siyasi bir çalışmadır. Dolayısıyla muhalefet dediğimizde siyasileri kast ediyor, ve evet Ksayr ile ilgisi olmaksızın bunlarla her zaman ulusal diyaloga hazırız..”
“Ulusal uzlaşmaya gelince.. Değimin doğru olduğunu sanmıyorum. Buradaki dava bir ara Lübnan'da olduğu gibi halk savaşı değildir. Güney Afrika’da da olduğu gibi beyazlarla siyahlar arasındaki bir savaş değildir. Dava şu ki; krizden çıkış yolu bulmak ve teröristleri silah bırakmaya itmek için diyalogdur. Her ihtimalde bizler Cenevre II konferansına yaklaşıyoruz ve bu konferansın da amacı budur. Gördüğünüz gibi siyasi çizgi hiçbir zaman durmadı. Fakat bunun önünde dış engeller vardır..” “Türkiye, Katar, Suudi Arabistan, Fransa, İngiltere gibi devletler temel olarak diyalog istemiyor, kaos ve şiddetin devam etmesine çabalıyor. Suriye'de diyalog ve siyasi sürecin hayata geçirilmesinin engellenmesi arkasındaki nedenler bunlardır..”
Muhalefetin Kendini Seçimlerle Kanıtlaması Gerekiyor
Yirmi Dördüncü Soru: Siyasi muhalefetin hangi bölümünü meşru bölüm olarak kabul etmeniz mümkündür?
Cevap: “Silah taşımayan, terörü desteklemeyen ve siyasi programı bulunan herhangi bir muhalefeti meşru olarak saymak mümkündür. Fakat her kes biliyor ki ‘muhalefet’ kelimesi seçimlere bağlıdır. Başka bir değişle muhalif olsan bile ve halk tabanın yoksa bunun fiilen hiçbir değeri yoktur. Dolayısıyla muhalefetin, kendisini seçimlerle kanıtlaması gerekiyor. Yerel seçimler yada ondan önemlisi parlamento seçimleriyle kendisini göstermesi ve kanıtlaması gerekiyor. Bizler, kendilerine ‘muhalefet’ diyen güçlerle karşı karşıyayız, fakat bu güçlerin halk tabanı nerde..”
Devlet Bakanlıkları Hediye Olarak Sunmak İçin Cumhurbaşkanının Mülkü Değildir
Yirmi Beşinci Soru: Bazı muhalifler, sizlerin onlar yönünde adım atmak istemediğinizi söylüyor, bu doğru mudur?
Cevap: “Tam aksine. Bizler, 2011 yılında düzenlediğimiz ilk ulusal diyalog konferansında diyaloga gelmesi için, kendini muhalif gören herkese çağrı gönderdik. O zaman bir kısmı geldi, diğer kısmı da ‘onlara doğru adım atmıyoruz’ bahanesi ile gelmeyi reddetti. Onlara doğru adım atmamızdan neyi kastediyorlar, ne vermemizi bekliyorlar, kabinede bakanlık mı? Onların parlamentoda hiçbir sandalyeleri yok, bu da anayasaya aykırıdır. Bundan ötesi de; şu an yüzlerce muhalif var. Kimin kabinede olmayı hakkettiğini nerden bileceksin. Bir kısım kriterlere gereksinim vardır, yoksa dava keyfi bir dava değildir. Bu ara kabinede yer alan tek muhalefet, seçimlere katılıp mecliste sandalyeleri olan muhalefettir. Başka bir değişle; devlet, kabine koltuklarını hediye olarak dağıtmak için Cumhurbaşkanının mülkü değildir..” “Bu gibi durumlar ulusal durumlarıdır. Kabine, anayasa ve benzeri şeylerin şekilleri halk tarafından kararlaştırılır. Fakat diyebilirim ki bizim kapımız her daim herkes için diyaloga açıktır..”
Muhalefet Ulusalcı ve Bağımsız Olduğunda Hiçbir Sorunumuz Yoktur
Yirmi Altıncı Soru: Sizinle muhalefet arasındaki bu diyalogun kriterleri nedir? Yurtdışındaki bazı muhaliflerin bu ulusal diyaloga katılmaları mümkün mü?
Cevap: “Muhalefet bağımsız ve ulusalcı olması ardından hiçbir sorunumuz yoktur. Fakat yurtdışındaki muhaliflere ilişkin açık olalım. Bunlar yurtdışında yaşıyor ve raporlarını yabancı dışişleri bakanları ve istihbarat cihazlarına takdim ediyor. Bizim halkın arasında değil de, yabancı bir toplumun içinde yaşamasının yanı sıra onları finanse edenler, onların kararlarına sahiptir. Yani bu muhalefetin kendine has kararı yada bağımsızlığı yoktur. Bizim açımızdan da muhalefet, yabancı devletleri değil de kendi halkını temsil etmelidir. Gerçekten muhalefet olması için Suriye halkı ile yaşaması, ve ona yakın olması kaçınılmazdır. Ancak bu durumda siyasi sürecin bir parçası olabilir. Fakat Yurtdışında kalıp yabancı devletlerin hegemonyası altında olmasıyla bizler buna muhalefet değil vekil muhalefet deriz..”
Çünkü Ne Yapacaklarına Arkalarındaki Devletler Karar Verecektir
Yirmi Yedinci Soru: Sayın Cumhurbaşkanı! Daha önceki sözlerinizde ‘diyalog istediğimizde kölelerle değil efendileriyle diyaloga otururuz’ demiştiniz. Dolayısıyla ilk süreç olan terörle mücadelenin bitmesi ardından gelecekte bu güçlerle diyaloga ne derecede hazırsınız?
Cevap: “Bizler Cenevre II Konferansına bu diyalog için gideceğiz. Fakat ben bu sözleri pratikte ne olacağını açıklamak için söyledim.Karar sahibi olamayan biriyle oturup müzakerelerde bulunmak yerine, karar sahibiyle direk oturman daha mantıklı olur. Bunların arkasında duran devletler onlara ne yapacaklarını ve ne yapmayacaklarını, neyi kabul edeceklerini ve neyi kabul etmeyeceklerini söyleyecek ve bu bağlamda yönlendirme-direktiflerde bulunacaktır. Uydu kanalları aracılığı ile Fransa'nın Şam büyükelçisinin onlarla nasıl konuştuğunu ve onlara nasıl talimat verdiğini, onları nasıl sövdüğünü rahatlıkla görebilirsin. Başka bir video kesitinde ve muhalefetin bizzat kendi itiraflarıyla da ABD büyükelçisinin onları nasıl sövdüğünü de görmen mümkündür..”
“Dolayısıyla bizler pratik olarak ABD, Fransa ve İngiltere'nin yanı sıra Türkiye ve katar gibi taşeronlarıyla müzakerelerde bulunacağız. Yurtdışı muhalefet olarak adlandırılan bu güçler ‘muvazzaflardan ibarettir. Bundan dolayıdır ki ben efendi ve köleden söz ettim..”
Cenevre II Konferansının Suriye'de Diyalogu İlerletmek İçin Önemli Bir İstasyon Olmasını Umuyoruz
Yirmi Sekizinci Soru: Cenevre II Konferansından beklentiniz nedir? Konferans ardından bir donukluk mu bir ilerleme mi olacak?
Cevap: “ Bizler Cenevre II Konferansının Suriye'de diyalogun ileri alınmasında bir istasyon teşkil etmesini umut ediyoruz. Özellikle de yılın başlarında Cenevre I Konferansına dayalı siyasi bir çözüm vizyonu ilan ettik.Fakat bu temenniyle gittiğimiz aynı zamanda geçekleri idrak etmemiz gerekiyor..”
“Birincisi. Bu konferansın başarılı olmasında çıkarları olmayan devletler vardır. Sözünü ettiğimiz bu devletlerin kendileri de terörü desteklemekteler..” “Mantıklı olan soru şu ki Cenevre II ile meydandaki terör arasında nasıl bir ilişki vardır. Cenevre II Konferansının umduğumuz gibi başarılı olması ve teröristlerle birlikte silahların Suriye'ye akışına son vermesi halinde krizin sonu başlamış olacaktır. Öyle ki şu ana kadar Suriye'de 29 devletten teröristlerin bulunduğu saptanmıştır. Fakat her hangi bir şey olmayıp terörün devam etmesi halinde hiçbir siyasi çözümün anlamı ya da faydası yoktur. Pratik olarak siyasi çözüm terörün son bulmasına dayalıdır. Cenevre II Konferasının başarılı olması için de bu noktadan hareket etmesi gerekiyor..”
Mantıklı Olarak Başarılı Olmasında Herkesin Çıkarı Var
Yirmi Dokuzuncu Soru: Cenevre II Konferansının başarılı olmaması halinde ne gibi sonuçlar olabilir?
Cevap: “Her durumda bu devletler terörü desteklemeye devam ediyor ve edecektir. Krizin Suriye'de son bulmaması halinde başka devletlere yayılacaktır, başka bir değişle durumlar daha kötü olacaktır. Mantıken Cenevre II Konferansının başarılı olmasında herkesin çıkarı vardır.. Fakat yurtdışı muhalefet açısından başarılı olması halinde aldıkları tüm paraları kaybedecekler. Ve elinde ne para ne de halk tabanı olmaksızın hiçbir şeye sahip değilsin..”
Seçimlerde Kazanan Hükümete Katılır
Otuzuncu Soru: Cenevre II Konferansının muhtelif siyasi taraflardan üyeleri kapsayan bir hükümeti öne sürmesi mümkün müdürü?
Cevap: “Suriye girişiminde de bunu öne koyduk. Bu girişimde parlamento seçimlerine hazırlık yapacak ve muhtelif taraflardan oluşacak genişletilmiş bir hükümet önerisinde bulunduk. Böylelikle seçimlerde kim kazanırsa katılır, kazanmayan da yersiz kalır. Yani bizler, krizin başından beri böyle bir öneride bulunduk ve böyle bir şeye hala açığız, bu konuda hiçbir sorunumuz yoktur..”
Bu Koşullarda Bırakmam Ulusal Bir İhanettir
Otuz Birinci Soru: Sizi eleştirenlerin bazıları; ‘Suriye'de çok kan döküldü, bu da gelecekte engel teşkil edecektir. Bunun nedeni de yönetimdir..’ demekteler. Yenilenmiş Suriye'ye ulaşma yolunda siz sayın Cumhurbaşkanı makamınızdan vazgeçmeye ne derecede hazırsınız?
Cevap: “Anayasa gereğince Cumhurbaşkanının bir sorumluluğu ve görevi vardır. 2014’te görev süresinin de sona ereceği bir tarih vardır. Ülke kriz içinde olduğu zaman Cumhurbaşkanına düşen görev ve sorumluluk daha az değil, daha büyüktür. Kriz esnasında ülkeyi terk etmemen en doğalıdır. Tam aksine ilk önce durumu ve meseleyi çözmen gerekiyor.. Her daim olduğu gibi fırtınaya tutulan bir geminin kaptanı örneğini hatırlatıyoruz. Düşün ki fırtınaya tutulan geminin kaptanı hemen imdat boyuna atlayıp kaçtı..”
“Bu koşullar içinde görevimden çekilme kararı alırsam ulusal bir ihanet sayılır. Fakat görevini bırakma kararı halk tarafından alındığında bu tamamen farklı bir durumdur. Halkın, görevini bırakmanı yada kalmanı istediğini nasıl anlayabilirsin, şüphesiz referandum yada seçimlerle. Son alarak anayasaya yapılan referanduma yüzde 58 bir oran katılım sağlandı. Bu da mevcut koşullar için gayet iyi bir rakamdır. Referandumda halkın yüzde 89.4’ü anayasaya evet dedi. Bu da gayet önemli bir göstergedir..”
“Suriye'de sorun Cumhurbaşkanı değildir. Fakat onlar Cumhurbaşkanını, devleti muhaliflerin arkasında duran ülkelere bedavaya vermek için adres olarak koydular. Böyle ce onların her istediklerine evet diyecek bir başkasını getirmeyi planladılar.. Tüm dava da bundan ibarettir..”
Halk Tabanı Olmadan Yerinde Kalamazsın
Otuz İkinci Soru: Sayın Cumhurbaşkanı! Sizler ailenizle birlikte Şam’da yaşamaktasınız. Cumhurbaşkanı ve ailesine halk desteğinin hacmi nedir?
Cevap: “Bir çok uluslar arası devlet ve kimi komşuların sana karşı olduklarında ve seni düşürmek için her şeyi yaptıklarında kalmanı sağlayacak bir halk tabanın yoksa kesinlikle yerinde kalamazsın..”
Suriye halkı bilinçli bir halktır. Krizin başlarından beri ne olduğunu ve ne planlandığını idrak etti ve devletinin ordusunun yanında kaldı..”
Otuz Üçüncü Soru: Önümüzdeki yıl Cumhurbaşkanlığı seçimleri olacaktır, bu seçimler nasıl olacak?
Cevap: “ Yeni anayasa doğrultusunda olacak. Yani birden fazla kişi aday olacak ve yeni bir deneyim yaşanacak. Denemeden nasıl olacağını bilmek zordur.
Demokrasi İçin Her Şeyden Önce Toplumu Kalkındırman Gerekiyor
Otuz Dördüncü Soru: Önümüzdeki beş yıl için Suriye'yi nasıl görüyorsunuz?
Cevap: “En büyük meydan okumanın radikallik olduğunu tekrar ediyorum. Bu radikallikle düşünceyle, kültürle ve programlarla mücadele etmeyi başarmamız halinde selim bir demokrasiye doğru ilerleyebiliriz.. Suriye'de gördüğümüz demokrasi hedef değildir, sadece istikrar ve kalkınma için bir vesiledir..” “konu kanunlar yada anayasalardan ibaret değildir. Bunların tümü sadece araçtır. Demokrasiyi uygulamak için her şeyden önce toplumu kalkındırman gerekiyor. Demokrasi tamamen bir kültürdür. Birinci dereceden de sosyal bir davadır. İnsanların düşüncelerinde ve mantıklarında bir çok tapuların ve yasakların olmasıyla demokrasiyi tam olarak uygulaman çok zordur. Bu yasakların başında da radikal düşünceler yer almaktadır..”
“Tabii ki tüm bunlara rağmen bizler Suriye'de yeniden yapılandırmayı umuyoruz. Sabote edilen tüm ekonomik ve hizmet kurumlarını, sanayi ve üretim kurumlarını yeniden yapılandırmayı hedefliyoruz. En önemlisi de herkesin bu krizden cehaletin toplumların en büyük düşmanı olduğunu öğrenmeleri gerekiyor..” Tüm bunlar başlıklardan ibarettir. Fakat aynı zamanda Avrupa'nın da bizlerle birlikte bir çok ders aldığını ve çok şey öğrenmiş olmasını temenni ediyoruz.
Gazeteci: Sizlere çok teşekkür ediyorum sayın Cumhurbaşkanım. Karakteriniz beni gerçekten çok etkiledi.Sizi gördüğüme de çok sevindim. Batı ve Avrupa'daki alemin bu röportajdan bir şeyler öğrenmelerini, size ve ülkenize bakış açılarını yeniden gözden geçirmelerini temenni ediyorum.
Esad: Ben sana teşekkür ediyor, Suriye'ye hoş geldin diyorum.
SANA
Ruhani: “Ben, İmam Hamaney’in küçük çocuğu gibiyim”
Cuma günü yapılan seçimle İran halkı kendine yeni başkan seçti. Hem de ilk turda.
Başkan’ın adı: Hasan Ruhani.
Ruhani ilk turda rakibi 5 adaydan daha fazla oy aldı.
Peki neden ve nasıl?
Çünkü seçim kampanyası sırasında Ruhani insanlara:
“Kişisel özgürlüklerinize, yaşam biçiminize ve demokrasinin en basit kriterlerine saygı gösterecek ve sizi içte ve dışta onurlu birer İranlı yapmaya çalışacağım’’ dedi.
Hem de komşu Türkiye’de insanlar özgürlükleri için sokaklara dökülür bol miktarda gaz yerken.
Yani Türkiye’de özgürlükler kısıtlanırken ‘dinci bağnaz’ İran demokratik açılımlar peşinde...
Halk mecazi anlamda “ulu ve yüce” demek de olan Ruhani’ye inandı ve ilk turda seçti.
İŞBİRLİKÇİ OLMAYACAK
Peki Batlı ülkeler ne yaptı?
Sevinir gibi oldu. Çünkü Ruhani seçim kampanyası sürecinde ılımlı ve reformcu bir başkan adayı olarak ortaya çıkmış ve kazanmıştı...
Peki Ruhani Batı’nın beklediği ya da sevinebileceği bir lider olabilir mi?
Hemen söyleyeyim:
Batı bildik plan ve pis oyunlarından vazgeçmediği sürece hayır ve asla...
İçeride farklı politikalarla insanları rahatlamaya çalışacak olan Başkan Ruhani asla Batı işbirlikçisi olmayacak. Suriye ve bölge politikalarında taviz vermeyecek olan Ruhani İran’ın anti-emperyalist ve anti-Siyonist politikalarından da vazgeçmeyecektir.
Neden mi?
Çünkü öyle yetişti...
İşte yaşam hikayesi:
Genç yaşlarda Humeyni’ye yakın olmuş ve Humeyni için ilk kez ‘İmam’ diyen kişi olmuş. Hapis yattıktan sonra çıkmış ve Paris’e sürgündeki Humeyni’nin yanına gitmiş ve devrimden sonra onunla birlikte Tahran’a dönmüştü. Devrimden sonra ordunun yeniden örgütlenmesi için Humeyni tarafından görevlendirildi ve 1980’de parlamentoya seçildi ve burada 20 yıl kaldı. Bu arada parlamentoda yani Şura Meclisi’nde Dış İlişkiler, Savunma ve Medya Komisyonlarının başkanlığını yaptı sonra da hava kuvvetleri komutanı, Humeyni’nin Milli Güvenlik Konseyi’ndeki temsilcisi oldu. Peşinden 16 yıl süre ile bu konseyin başkanı sonra da Anayasayı Korumu Konseyi üyesi oldu. Hatemi ve Rafsancani’nin de ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Ruhani İran ile Batı arasındaki nükleer görüşmelere başkanlık etti.
SON SÖZ HAMANEY’İN
Ruhani daha birçok şey yaptı.
Ruhani tam anlamıyla sistemin ve ideolojisinin adamı...
Seçildiğinde Batı’ya hitaben:
Bize saygılı olan Ruhani “Ben dini lider Hamaney’in küçük çocuğu gibiyim” dedi ve kendisiyle ilgili tartışmalara erken son noktayı koydu...
Elbette Başkan’ın önemi var. Ama İran’da son sözü hep dini lider Hamaney söyler.
Yani Ruhani lider...
Hamaney ise Humeyni’nin has muhlis adamı...
Yani İran’ın bölgesel önem ve gücüne inanan dini bir lider...
Bu güç ise Suriye’siz ve Hizbullah’sız olmaz.
Nükleer programsız ise asla..
Hüsnü Mahalli - rast haber
İran'dan Gezi Parkı açıklaması
"Hiçbir ülke Türkiye’nin içişlerine karışmamalı"
Türkiye’de devam eden Gezi gerginliğe işaret eden İslami İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Irakçi, hiçbir ülke Türkiye’nin içişlerine karışmaması gerektiğini ifade etti.
İRAN Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Irakçi, Türkiye’deki protesto olaylarının ülkenin iç meselesi olduğunu ve yabancıların bu olaylara karışma hakkının olmadığını söyledi.
İslami İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Irakçi bugün düzenlediği olağan haftalık basın toplantısında yerli ve yabancı basın mensuplarının sorularını yanıtladı.
Tahran yönetiminin Gezi Park’ı ile başlayan Türkiye’deki protesto olaylarını “Türkiye’nin bir iç meselesi” olarak gördüğünü ifade etti.
Konuşmasında İran halkın 14 Haziran’da gerçekleştirdiği siyasi hamasete işaret ederek, bu hamasetin gelecek İran dış politikasının koruyucusu olacağını dile getirdi.
İslami İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü toplantı devamında, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Suriyeli silahlı gruplara destek vereceklerini açıklamasını değerlendirerek, bu açıklamanın İran için beklenmedik bir açıklama olduğun, bölgede etkili olan Mısır’ın bölge gelişmelerinde yapıcı bir rol almasını ümit ettiğini söyledi.
Türkiye’de devam eden Gezi gerginliğe işaret eden İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, hiçbir ülke Türkiye’nin içişlerine karışmaması gerektiğini, zira bu konu bir meselesi olduğunu ifade etti.
Irakçi, Türk yönetiminin dirayetiyle konunun çözüleceğini inandıklarını söyleyerek, İran’la komşu olan bu ülkenin istikrarı, güvenliği ve ilerlemesi önemli olmasının yanı sıra iki ülke arasında yapıcı ilişkilerin devam etmesine yana olduklarını kaydetti.
Şia mezhebini tanımak isteyenlere özel 'RİCAT' Nedir?
İmamiyye inancında ricatten maksat, Allah Teala’nın, ölülerden bir grubunu önceki şekilleriyle dünyaya döndüreceğidir. Allah’ın dünyaya döndüreceği kişiler iki gruptur: Biri, dünya hayatında halis imana sahip olanlar, diğer ise küfürlerinde aşırı olanlar. Sonra Allah Teala hak üzere olanları batıl üzere olanlara ve mazlumları zalimlere galip kılacaktır. Bu olay Hz. Mehdi (a.f) zuhur edince gerçekleşecek ve sonra öleceklerdir.
Bazıları da ricati, hakkın Hz. Mehdi’nin (a.f) eliyle yerleştirilmesi ve egemen kılınması yorumlamışlardır. Bu tanım, ölülerin diriltilip onların tekrar dünyaya dönüşünü kapsamına almaz...
1- Ricatin Anlamı
İmamiyyenin cumhuru arasında yaygın olan görüş, birinci görüştür. İmamiyye bu görüşü Ehlibeyt İmamlarından gelen rivayetlerden almıştır. Özellikle Şeyh Saduk, Şeyh Mufid, Seyyid Murtaza, Şeyh Tusî, Allame Meclisî ve Hürr-i Amilî’nin döneminde bu görüş kuvvet bulmuştur. O zamandan günümüze kadar Şia fakih ve uleması arasında bu görüş kabul edilmiştir.
2- Ricata İnanmanın Derecesi
Şüphesiz İslam inancında bütün Müslümanların ittifak ettiği usul ve temeller vardır; yine onun usülden olmayan teferruat ve uzantısı da vardır. Bazen bazı sebeplerden dolayı İslam inançlarında bir takım ihtilaflar meydana gelmiştir. Ricat inancı, üzerinde ihtilaf edilmeyen bu temel ilkelerden değildir. Bu konuda Şeyh Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifu’l-Gita şöyle yazmıştır: “Şiilikte ricate inanmak gerekli ve zarurî bir konu olmadığı gibi ricatı kabul etmemenin de bir zararı yoktur; her ne kadar bu inanç Şiilerce zarurî bir konu ise de, ancak Şii olup olmamak bu inanca bağlı değildir; ricat inancı da Müslümanlar arasında yaygın olan Hz. İsa’nın (a.s) gökten inişi, Deccal’in ortaya çıkışı, Süfyanî’nin ayaklanması gibi kıyamet belirtilerindendir.” [1]
Bu anlamda bir ricat inancı İslam dinindeki Mehdilik inancını tamamlayıcı bir mevzu sayılır; dolayısıyla bu ikisi tek bir anlamda birleşmektedir; o da hakla batıl arasındaki en son tarihî savaşta hak ve adaletin zaferi ve batılın yenilgiye uğrayarak yeryüzünden silinmesidir; dünya sistemi hakkın hakimiyetine doğru seyrettiği için ilahî dinler bazı peygamberlerin tekrar dünyaya döneceğine inanmaktadır. Sünnisiyle, Şiisiyle bütün Müslümanlar mehdilik inancını kabul etmektedir; bu durumda bunun devamında bu inancı güçlendirici ve açıklayıcı bir mevzu olarak ricata inanmanın da hiçbir sakıncası olmayacaktır.
Dolayısıyla, ricat inancı bütün Müslümanların inandığı Mehdilik inancının tamamlayıcısı, açıklayıcısı, ona genişlik ve derinlik kazandıran bir konudur. Eğer bir konuda bütün Müslümanlar ittifak etmişlerse, onun Kitab ve sünnet ışığında vurgulanması ve daha fazla derinleştirilmesi takdir edilmesi gereken bir mevzudur. Buna rağmen Seyyid Muhsin Emin el-Amulî’nin de dediği gibi, “Bize rivayet edilen bir mevzunun rivayeti doğru ve sahih ise, ona inanıp kabul etmemiz gerekir; aksi durumda kabul edilmez…” [2]
İşte bu nedenle bazı alimler ricata delalet eden delilleri insanlar arasında meşhur olan anlamda ricata kesinlik kazandıracak seviyede bulamadıkları için onları, ölümden sonra insanlardan bir grubunun dirilmesi gerekmediği şeklinde yorumlayıp hak ve adil hükümetin hakim olması, zulüm, haksızlık ve tuğyanın mağlup olması haddinde kabul etmişlerdir. [3]
3- Ricat inancını İspatlayan Deliller
Ricat inancını ispatı ve bunun için getirilen deliller üç merhalede ele alınmıştır:
a- Ricatın mümkün oluşu ve imkansız olmayışının ispatı.
Ricatın gerçekte mümkün olduğunu ispatlayan en güzel delil onun bir nevi mead oluşu ve ondan hiçbir farkının olmayışıdır. Ne var ki, ricat ahir zamanda müminlerin imamları ve kâfirlerin elebaşları gibi bazı insanlar için gerçekleşecek dünyevî meaddır; ahirette vuku bulacak mead ise bütün insanları kapsayan bir dönüştür. Meadın mümkün olduğu ve gerçekleşeceğini ispatlayan bütün deliller ricatın de mümkün olduğunu ve gerçekleşeceğini ispatlamaktadır. Araştırmanın bu merhalesi (aklî merhale) mead delillerine dayanmaktadır ve aklî delillerin zengin olduğu için o da zengindir.
b- Ricat inancının İslam inançlarının hiçbir boyutuyla çelişmediğinin ispatı. Çünkü bazen bir düşünce kendiliğinden mümkün olmasına rağmen ona inanmak İslam inancına ters düşmekte veya onun bir boyutunu taz’if etmektedir. Acaba ricat inancının İslam dinine ters düşmediğini veya İslam inancının herhangi bir boyutunu taz’if etmediğini ispatlayabilir misiniz?
Cevap: Ricat inancında bu konu iki açıdan ispatlanabilir:
1- Ricat inancı, İslam inancının hiçbir boyutuna ters düşmemekle birlikte usul-i dinin beş temel maddesini çok büyük orandan derinleştiriyor da. Ricat, Allah Teala’nın mutlak ve kapsamlı gücünün, peygamberlerin yolunun doğruluğunun, imametin hak oluşunun ve kıyametin bir gerçek olduğunun tezahürüdür.
2- Ricat inancı İslam dininden önce geçmiş ümmet ve peygamberlerin döneminde vuku bulmuştur. Kur'an-ı Kerim bunların bazı örneklerini vurgulayarak açıklamıştır. Ricat inancının sadece diğer İslam inançlarıyla çelişmediği, aksine, onun İslam inançlarının gereklerinden biri oluşunun delillerinden biri de şudur: Kur'an-ı Kerim’in tevhid inancına ters düşen veya ona yarar veya zararı olmayan bir şey hakkında bahsetmeyeceği gibi sadece tevhidi güçlendirecek şeylerden bahseder. Kur'an-ı Kerim’e baktığımızda, onun sadece ricatın geçmiş ümmetlerde vuku bulduğuna işaret etmekle yetinmediğini, onu defalarca vurgulayarak beyan ettiğini, ricat inancının vurguyla tevhid inancına döndüğünü görmekteyiz. Dolayısıyla Bakara Suresinde şöyle geçiyor:
“Şu, binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allâh onlara, "Ölün!" demişti de sonra kendilerini diriltmişti. Şüphesiz Allâh, insanlara karşı ikram sâhibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler.” [4]
Ararlında İbn Cerir Taberî de bulunan müfessirler İbn Abbas, Veheb b. Münebbih, Mcahid, Suddî ve Ata’dan, bu ayetin beldelerinde yayılan veba hastalığından kaçan ve Allah Teala’nın öldürdüğü İsrailoğullarından bir grup hakkında olduğuna dair birkaç rivayet nakletmiştir; “Hizgil” isminde bir peygamber onların yanından geçerken onların çürüyen cesetlerine bakıp düşünceye dalmıştı. Allah Teala ona, “Onları nasıl dirilteceğimi görmek istiyor musun?” diye vahyetmiş, sonra onları diriltmiştir. Suyutî de böyle rivayet etmiştir. [5]
Yine Kur'an-ı Kerim’de şöyle geçmektedir: “Bir zaman da: “Ey Mûsâ, biz Allâh'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız," demiştiniz de derhal sizi yıldırım gürültüsü yakalamıştı; siz de bunu görüyordunuz. Sonra belki şükredersiniz diye sizi ölümünüzün ardından tekrar diriltmiştik.” [6]
Başta Taberî olmak üzere Müfessirler onların tümünün bu sözlerinden sonra öldüğünü ve Hz. Musa’nın (a.s) Allah Teala’dan ısrarla onları diriltmesini istediğin ve bunun üzerine Allah Teala’nın ruhlarını geri çevirerek onları dirilttiğini nakletmişlerdir. [7]
Kur'an-ı Kerim’in başka bir ayetinde şöyle geçiyor: “Yahut şu kimse gibisini (görmedin mi) ki, duvarları, çatıları üstüne yığılmış (alt üst olmuş) ıssız bir kasabaya uğramıştı; "Allâh, bunu böyle öldükten sonra nasıl diriltecek?" demişti. Allâh da kendisini yüz sene öldürüp sonra diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Bir gün, ya da bir günün birâzı kadar kaldım" dedi. (Allâh) "Hayır, dedi, yüz yıl kaldın. Yiyecek ve içeceğine bak, bozulmamış. Eşeğine bak, seni insanlar için bir ibret kılalım diye (böyle yaptık). Kemiklere bak, nasıl onları birbiri üstüne koyuyor, sonra onlara et giydiriyoruz!" Bu işler ona açıkça belli olunca: "Allâh'ın her şeye kâdir olduğunu biliyorum." dedi.” [8]
Aralarında Taberî de olan müfessirler bir çok rivayet naklederek şöyle derler: Uzeyr veya Urmiya, Bahtu’n-Nasr tarafından tahrip edilen Beytulmukaddes’in yanından geçerken, Allah ölüleri nasıl diriltecek diye aklından geçirdi. Bunun üzerine Allah Teala, ayette geçtiği gibi Uzeyr’e, ölüleri nasıl dirilttiği konusunda kendi gücünü gösterdi. [9]
Kur'an-ı Kerim’de, ölümden sonra Allah’ın iradesiyle insan ve hayvanların ricat ettiklerini gösteren ayetler vardır. Örneğin:
“Onun için "(ineğin) bir parçasıyla o (öldürülene) vurun." demiştik. İşte Allâh böylece ölüleri diriltir, size âyetlerini gösterir ki düşünesiniz.” [10]
“İbrâhim de bir zaman: "Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!" demişti. (Allâh); "İnanmadın mı?" dedi, (İbrâhim): "Hayır (inandım), fakat kalbim kuvvet bulsun diye (görmek istiyorum) dedi. "O halde kuşlardan dördünü tut, onları kendine çek (kendine alıştır), sonra her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra onları kendine çağır; koşarak sana gelecekler. Bil ki, Allâh dâimâ üstün, hüküm ve hikmet sâhibidir" dedi.” [11]
Bütün bu ayetlerden ve Kur'an-ı Kerim’in geçmiş ümmetlerde ricatın vuku bulduğunu defalarca beyan etmesinden anlaşılan şudur: Ricat kaçınılmazdır. Ricattan güdülen bir hedef vardır ve Kur'an-ı Kerim’in bu hedeflerin gerçekleşeceğine işaret etmektedir. Bu hedef tevhid ve inanç meselesinin derinleşmesi ve adaletin gerçekleşmesidir.
c- Gelecekte Müslümanlar arasında ricatın vuku bulacağının ispatı; çünkü bir şeyin mümkün oluşu ile vuku buluşu farklı şeylerdir.
Acaba Kur'an-ı Kerim ve Resul-i Ekrem’in (s.a.a) sünnetinde Müslümanların gelecekte ricata şahit olacaklarına delalet eden herhangi bir belirti var mıdır?
Ricata inananlar Kur'an-ı Kerim’in birkaç ayetine ve Peygamber efendimizden (s.a.a) rivayet edilen birkaç hadise dayanarak bu soruya şu şekilde kesin bir cevap vermektedirler. Bu ayet ve hadisler şöyledir:
1- Allah Teala Kur'an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “O gün her ümmet içinde âyetlerimizi yalanlayanlardan bir cemâat mahşur edeceğiz ve onlar hep bir araya getirilip tutuklanarak (ilahi huzûra) sevk edilirler.” [12]
Bu ayet ileride insanlardan bir grubunun dirileceğini bildirmektedir; böyle bir diriliş kıyamet gününde vuku bulacak dirilişin olması mümkün değildir; çünkü kıyamet günündeki diriliş herkesi kapsayan genel bir diriliştir ve bunun belli bir gruba has kılınması anlamsızdır. Özellikle, Kur'an-ı Kerim bu ayetten üç ayet sonra kıyamet gününden şöyle bahsediyor: “Sûr'a üfleneceği gün, Allâh'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde bulunan kimselerin hepsi, korku içinde kalır (bayılır). Hepsi boyun bükerek O'na gelirler.” [13]
Bu ayette kıyametin alametleri apaçık bir şekilde beyan edilmiştir. Eğer önceki ayet de kıyamet hakkında olursa bu ayet gereksiz olarak tekrarlanmış olacaktır.
2- Allah Teala buyuruyor ki: “Allah'ı nasıl inkar edersiniz ki, siz ölüler idiniz, O sizi diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O'na döndürüleceksiniz.” [14]
Allah Teala bu ayette iki diriliş ve iki ölümden söz ediyor. Birinci diriliş dünya hayatıdır; ikinci diriliş ise birinci dirilişle Allah’a dönüş arasındadır; bu diriliş sadece ricatla bağdaşmaktadır.
3- Allah Teala yine şöyle buyuruyor: “Dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Günâhlarımızı itiraf ettik. Şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir yol var mı (acaba)?” [15]
Bu ayetin ricata delaleti şöyledir. Ölüm ancak hayatı olan bir şey için söz konusudur ve “bizi iki kez öldürdün” buyruğu, iki hayattan sonra vuku bulan iki ölümü bildiriyor. Birinci ölümün, birinci hayattan sonra gelecek vaat edilen ölüm olduğu bellidir. Buradan ikinci ölüm ancak ikinci bir hayatın olması durumunda anlam kazanıyor; bu ikinci hayatı ikinci ölüm izleyecektir. Ayetteki iki hayat ve iki ölüm böyle gerçekleşiyor.
Ricatı kabul etmeyenler bu ayete iddialarını ispatlamayan iki tevil yapmışlardır:
Bazıları demişlerdir ki: Bu, onların yaşamadan önce öldüklerini anlamına geliyor! Bu da yanlıştır ve Arapçada böyle bir kullanım yoktur. Allah’ın ölü olarak yarattığı şeye, “Allah onu öldürdü” denmez.
Diğerleri ise şöyle demişlerdir: İkinci ölüm, kabirde sorgu-sual için diriltilmelerinden sonra gerçekleşecektir! Bu da yanlıştır; çünkü o hayat teklif için değildir tâ ki insan o hayatta kaybettiği şeylerden dolayı pişmanlık duysun. Ayet ise onların her iki hayatta kaybettikleri şeyden dolayı pişmanlık duyacaklarını beyan etmektedir; dolayısıyla bu hayat, sorgu-sual için verilecek hayat değildir. [16]
Bunlar ricata delalet eden bir takım ayetlerdir. Burada Peygamber efendimiz (s.a.a) ve Masum Ehlibeyt İmamlarından ricata delalet eden birçok rivayetler de vardır. Bu hadisleri Şia muhaddisleri ve müfessirleri bununla ilgili yazmış oldukları hadis ve tefsir kaynaklarında kaydetmişlerdir. [17]
Bunlar sadece ricatın ahir zamanda vuku bulacağını ispatlayan bazı örneklerdir; o halde bu istidlal karşısında saygılı olmak gerekiyor; çünkü en azından ricat inancını kabul edilir bir inanç olarak söz konusu ediyor; ricatı kabul etmeyen bir kimse onu delil getirerek reddetmeli ya da ona delilsiz olarak muhalefet etmemelidir; hiç kimsenin diğerlerinin delil ve istidlalle kabul ettiği inançlarıyla alay etme hakkı yoktur.
Kaynaklarında Geçen Ricata Muhalefet
Ehlibeyt Mektebinin ricat konusundaki inancına muhalefet edenlerin sözlerini inceleyen bir kimse onların kendi kitap ve inançlarından habersiz olduklarını görecektir. Bu kaynakları mütalaa edip üzerinde düşünen bir kimse onların da ricat özüne ve mazmununa inandıklarını bildiren birçok rivayetlerin bulunduğunu müşahede edecektir.
Tarih kitaplarında geçen kesin şeylerden biri de Allah Resulü’nün (s.a.a) vefat haberi Müslümanların arasında yayılınca Ömer b. Hattab (Rum şehirlerinden olan falan ve filan şehirlere işaret ederek) şöyle dedi: Allah Resulü bu şehirleri fethetmediğimiz müddetçe ölmez; eğer öldüyse İsrail oğulları Musa’yı bekledikleri gibi biz de onun dönmesini bekleyeceğiz!
Yine şöyle dedi: “Allah Resulü (s.a.a) ölmemiştir; o sadece Rabbi’ne gitmiştir. Nitekim Musa b. İmran da Rabbi’ne gidip kırk gece kavminden saklı kalmış, insanlar onun hakkında “öldü” dedikten sonra geri dönmüştür. Allah’a andolsun ki Allah Resulü (s.a.a) geri dönecek ve onun öldüğünü söyleyenlerin ellerini ve ayaklarını kesecektir.” [18]
Dolayısıyla Ömer b. Hattab İslam dininde ricat inancını dile getiren ilk kişidir; yoksa bunu dile getiren ilk kişi İslam tarihindeki bütün olumsuz şeyler kendisine isnat edilen Abdullah b. Sebe adındaki uydurma bir kişi değildir.
İbn Ebi Dünya (ö: 281 hicri) “Öldükten Sonra Yaşayanlar” adında bir kitap yazmıştır. Bu kitap yeniden incelenerek 1987 yılında Beyrut’ta Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye yayın evi tarafından basılmıştır.
Ebu Naim İsfahanî “Delailu’n-Nubuvve” adlı kitabında ve Suyutî de “Hasaisu’l-Kubra” adlı kitabında Peygamber efendimizin (s.a.a) ölüleri diritlmesi ile ilgili mucizelerine ait bir bab ayırmıştır.
Suyutî de Peygamber (s.a.a) dışındaki kişilerin ölüleri diriltmesiyle ilgili kerametler zikretmiştir. [19]
Zeyd b. Harise ve Rabi’ b. Harraş ve ensardan olan bir kişi öldükten sonra konuştuklarını rivayet etmişlerdir. [20]
Ricatla İlgili Şüpheler
Ricat inancına bir takım eleştiriler yöneltilmiştir; bu eleştirilerin cevaplandırılması gerekiyor. Bu eleştiriler şöyledir:
1- Ricat inancı, ricat ettikten sonra tövbe edeceği düşüncesiyle insanı günah işlemeye teşvik ediyor.
Cevap: Bu eleştiri ancak, ricatın bütün insanları kapsaması veya ricat edecek kişilerin isimleriyle belli olması durumunda yerinde bir eleştiri olur. Halbuki durum böyle değildir. Ricat küfrün elebaşları ve müminlerin önde gelenleri hakkında geçerlidir. Hiç kimse onların kimler olduğunu tam olarak belirtemez. Onların isimleriyle ancak Allah Teala bilir. İnsanın günaha teşvik olmaması için de bu yeterlidir.
2- Ricat inancı, Müslümanlara göre kesinlikle batıl olan tenasühe inanmaya neden oluyor.
Cevap: Tenasühle ricat birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Tenasüh ölmüş kişilerin ruhunun dünyevî hayatı olan diğerlerinin bedenlerine intikal etmesidir; halbuki ricat, kıyamette olacağı gibi bazı insanların ruhlarının öldükten sonra tekrar kendi bedenlerine dönmesidir. Ricat inancı tenasühü gerektirecek olursa, Hz. İsa (a.s) tarafından ölülerin diriltilmesinde, geçmiş ümmetlerde vuku bulan ricat örneklerinde ve kiyametteki dirilişte de tanasüh lazım gelecektir.
Ehlibeyt İmamlarından mütevatir olarak nakledilen rivayetlerde tenasühün batıl olduğu apaçık bir şekilde beyan edilmiş, gelip geçmiş ve günümüz uleması da bunu önemle vurgulamış, bunun insanın küfre düşmesine neden olduğunu bildirmişlerdir. Ebu Hasan Eş’arî “Mekalatu’l-İslamiyye” adlı kitabında Şia’nın recat inancıyla gulat ve kıyameti inkar eden zındıkların iddia ettiği tenasüh arasında fark gözetmiştir. [21]
3- Ricat inancı, Ahmed Emin’in de “Fecru’l-İslam” adlı kitabında dediği gibi Yahudilik düşüncelerinin Şiilerin arasında yayılmasına neden olmuştur.
Cevap: Geçmiş dinlerin öğretilerinin bir bölümünün İslam dininde de olması İslam dininde geçerli olan bir kuraldır; çünkü İslam dini geçmiş dinlere amel etmeyi kaldırmıştır. Ancak inanç ilkelerinde bütün ilahi dinlerin arasında ortak ve sabit unsurlar vardır; İslam dini ise onların en mükemmelidir. Dolayısıyla geçmiş dinlerde olan inançların bir kısmının İslam dininde de olması İslam dini için bir kusur ve eksiklik sayılmaz.
Ayrıca; ricatın Ahmet Emin’in iddia ettiği gibi Yahudilik düşüncelerinden olduğunu kabul etsek bile, yapılan eleştiri yine yersizdir; çünkü tevhid, nübüvvet, kıyamet, ölümden sonra diriliş, kıyamet günü insanların hesaba çekilmesi, cennet ve cehennem inançları da bütün ilahi dinlerin müşterekler inançları olmasına rağmen -Müslümanlar için kusur sayılmamaktadır.- Kusur olan, Hıristiyanlar, Yahudiler ve diğerlerinin kendi yanlarından dine soktukları batıl şeylere inanmaktır.
Ricat bu gibi şeylerden değildir; çünkü Kur'an-ı Kerim örneklerini daha önce gördüğümüz birçok ayette ondan bahsetmektedir.
4- Ricat düşüncesi Kur'an-ı Kerim’in, “(Günah sonucu) helâk ettiğimiz bir ülkeye artık (yaşamak) harâmdır: Onlar bir daha geri dönemezler” [22] şeklindeki ayeti ile bağdaşmıyor. Dolayısıyla, bu ayet zalimlerin bir daha dünyaya geri dönmeyeceklerini bildiriyor. Zalimlerden bazılarının dünyaya döneceklerini söylemek de ayet-i kerimeye ters düşmektedir.
Cevap: Ricat düşüncesi bu ayetle çelişmemektedir; çünkü bu ayet, bu dünyada azaba uğrayarak helak olan zalimlerin özel bir grubundan bahsediyor. Ancak ayet azaba uğrayıp cezalandırılmadan dünyadan göçenler hakkında sessiz kalmıştır. Belki de ayetin bu konuda sessiz kalması onların ricat düşüncesini veya Allah’ın seçtiği bir grubun ricatını bir nevi onaylamaktır.
Konunun Özeti
Birincisi; ricat kendiliğinden imkansız ve muhal olmadığı gibi tevhid inancına da ters düşmemektedir. Aksine, ricat Allah’ın güç ve kuvvetinin mazharıdır.
İkincisi; ricatın vuku buluşunun birçok örneği vardır ve Kur'an-ı Kerim bu örneklerden bahsetmiştir… İslam dininin önderleri de bazı kişilerin öldükten sonra dünyaya döndüklerini dile getirmişlerdir.
Üçüncüsü; bu konu, Kur'an-ı Kerim’in dengi olan Ehlibeyt İmamlarından gelen birçok rivayetle birlikte Kur'an-ı Kerim bir takım ayetleriyle de ispatlanabilir. Dolayısıyla ricat, kıyametin alametlerinden olup kafirlerin kabul etmediği bir nevi meaddır. Bütün bunlarla birlikte; ricat, din ve mezhebin kendisine dayandığı temel ilkelerden değildir.
Dünya Ehlibeyt (a.s) Kurultayı
ABNA.İR
--------------------------------------------------------------------------------
[1]– Aslu’ş–Şia ve Usuliha, s.35, Beyrut–A’lemî müessesesi.
[2]– Nakzu’l–Veşia, s.376, Beyrut–A’lemî müessesesi baskısı.
[3]– Bk. Mecmau’l–Beyan, c.7, s.366, Neml Suresi, 83. ayetin tefsiri.
[4]– Bakara, 243.
[5]– Tefsir–i Siyutî, c.2, s.586–588, Daru’l–Fikir basımı; ed–Durru’l–Mensur, c.2, s.741, Daru’l–Fikir basımı.
[6]– Bakara, 55–56.
[7]– Tefsir–i Taberî, c.1, s.290–293.
[8]– Bakara, 259.
[9]– Tefsir–i Taberî, c.3, s.28–47.
[10]– Bakara, 73.
[11]– Bakara, 260.
[12]– Neml, 83.
[13]– Neml, 87.
[14]– Bakara, 28.
[15]– Mümin, 11.
[16]– Bk. el–Mesailu’s–Serviyye, Şeyh Mufid, s.33.
[17]– Bazı alimler bu konuda yazılmış olan kırk kitabın ismini kaydetmişlerdir. Onlardan bazıları şöyledir:
1– Kitabu’r–Ricat, Ebu Hamza Betainî, (bunu Neccaşi zikretmiştir), 2– İsbatu’r–Ricat, İbn Şazan, 3– Kitabu’r–Ricat, Şeyh Saduk, 4– Kitabu’r–Ricat, tefsir yazarı Ayyaşî’nin eseri, 5– İsbatu’r–Ricat, Allame Hillî, 6– el–İykaz, Hürr–i Amilî; bu kitap, ricat konusunda yazılmış kitapların en genişidir. Bu kitapta konuyla ilgili 64 ayet ve 600 hadis kaydedilmiştir. Bu konuda bk. Merkezu’r–Risale’nin hazırladığı Ricat kitabı.
[18]– es–Siretu’n–Nebeviyye, İbn Hişam, c.4, s.305; et–Tabakatu’l–Kubra, İbn Sad, c.2, s.266.
[19]– Şeyh Abdulhüseyn, el–Eminî el–Gadir kitabının 11. cildinin 103–195. sayfasında bu konuda uzun uzadıya bahsederek Ehlisünnet dünyasındaki guluvu (aşırıcılık) gösteren bazı örneklere değinmiş ve onlarda ricat anlamını taşıyan bir çok rivayeti nakletmiştir.
[20]– Tehzibu’t–Tehzib, c.3, s.410 vs…
[21]– Bk. Mekalatu’l–İslamiyye, c.1, s.1141.
[22]– Enbiya, 95.
Şeyh, İsrail ve ABD’nin en önemli dostuydu
27 Haziran 1995’te babası Londra’da iken saray darbesi ile iktidarı ele geçirdi.
Amerikalılar’ın işareti ile.
Onlara mutlak hizmet edecekti... Hem de babasından çok daha fazla çok daha sadık.
Öyle de yaptı.
Önce aile içi tüm rakiplerinden kurtuldu.
1 Kasım 1996’da o sıralar Anadolu’da herhangi bir kasabadan farkı olmayan Doha’da ‘dünyanın en büyük televizyonu’ Elcezire’yi kurma emri verdi..
150 milyon dolar başlangıç bütçe ile. Medyanın gücünü biliyordu.
Ama öncesinde Amerika’daki Yahudi lobileri ile dost oldu.
Bu da yetmedi gizlice İsrail’e gitti.
İşi sağlama bağlamalıydı.
Bu da yetmedi Amerikalılara ‘Gelin istediğiniz yerde istediğiniz üssü kurun’ dedi.
Onlar da iki tane ile yetindi.
Sonra bu üslerden 2003 Irak işgal operasyonu başarı ile yönetildi. Bu arada Elcezire anti-emperyalist ve anti-siyonist yayınlarını çok zekice sürdürerek seyirci kazanıyordu.
Afganistan işgali sonrasında Bin Ladin kasetlerini yalnızca bu kanala gönderiyordu. Kanal yeterince popüler olmuştu.
Şeyh hazretleri yine de İsrail ve ABD’nin en önemli dostuydu.
Hatta bir ara Washington’a gidip ‘Artık şu moruklaşmış ve köhneleşmiş eski müttefikiniz Suudiler’den vazgeçin. Bakın ben size daha iyi hizmet ederim’ demiş.
400 bin nüfusu olan 11 bin kilometrekarelik ülkesine ve trilyonlarca metreküp doğalgazına güveniyordu.
Amerikalılar’a hep şunu hatırlatmaya çalışıyordu: ‘Vahabi Suudiler 11 Eylül’ü gerçekleştiren Kaide ve benzeri radikal İslamcı örgütlerin çıkış yeridir’.
ELCEZIRE DEVREDE
Oysa unutmuştu Şeyh hazretleri: Kaide ve Taliban’ı Suudilerle birlikte CIA kurmuştu.
Mısır, Pakistan ve Birleşik Arap Emirlikleri istihbaratı ile birlikte.
Sonra ‘Arap Baharı’ rüzgarları esmeye başladı. Elcezire hemen devreye girdi. Tunus, Mısır ve Libya’da bir televizyon gibi değil tam anlamı ile bir istihbarat operasyon merkezi gibi çalışıyordu. Şeyh hazretleri kesenin ağzını açmıştı. Suriye’de misyon farklı bir özellik kazandı. Ne pahasına olursa olsun Esad’dan kurtulmak gerekiyordu... Bunun için neler neler yapmadı Şeyh hazretleri müttefikleri ile birlikte.
Bir ara kendisine çizilen çerçevenin dışına çıkmaya heveslendi.
Dünyanın dört bir yanından Suriye’ye gelen Nusra ve benzeri radikal İslamcı militanların ‘emirliğine’ soyundu yine dostlarının yardımıyla.
Bu arada dünyanın dört bir yanında fabrikalar, limanlar, spor kulüpleri, bankalar, mağazalar ve daha neler neler satın alıyordu.
2022 Dünya Kupası’nın düzenlenmesini bile rüşvetle sahiplendi.
Herkese para dağıtıyordu..
Herkesi satın alabileceğine inanıyordu.. Bazen de alıyordu..
Örneğin Suriyeli muhalifleri.
Giderek ABD’yi kızdırıyordu. Arap medyasına göre ipi çekildi.
Babasına yaptığı darbenin 18. yıldönümünde iktidarı oğluna bırakacak.
Hem de onu iktidara taşıyan aynı ABD’nin kısacık bir mesajı ile.
‘Game Over’.
ABD ondan sıkılmış ve başarısız bulmuştu. Artık yapacağı hiç birşey yok.
Bağırıp çağırmaz. Big Boss’a karşı.
Hüdnü mahallı * rast habar
"Mursi neden İsrail ile ilişkileri kesmiyor?"
Mursi'nin "Suriye ile bütün ilişkileri keseceğiz" açıklamasına tepkiler artarak devam ediyor.
Mısır eski Dışişleri Bakanı ve Kongre Partisi Başkanı Amr Musa bu konudaki şaşkınlığını gizleyemeyerek gazetecilere şöyle dedi:
"Suriye ile ilişkileri kesme kararı, hem de bu şartlar altında beni şok etti."
El-Ezher üniversitesi öğretim görevlilerinden Dr. Ahmet Kerime ise bu konuda şöyle dedi:
"Mursi neden İsrail ile ilişkiyi kesip, halkı Beytul Mukaddes'e gitmeye ve Mescid-i Aksa'yı özgürleştirmek için toplanmaya davet etmiyor? Neden Müslüman Arap bir ülke ile ilişkileri kesiyor?
Mursi'nin bu hareketi Şeriata ihanet ve tecavüzdür. Mısır'da böyle bir fitne ve silahlı çatışma yaşanırsa, yabancı ülkelerin böyle iç işlerimize karışmasına ve dışarıdan gelip ülkemizde savaşmalarına razı olur muyduk?
Mursi'nin Suriye'de savaşma daveti, fitne ateşini yapmak ve kan dökmek demektir."