
کارگر
Kuran-i Kerimin mucizelik yönleri
Kur’an-i Kerim’in mucize oluşunun çeşitli yöntemlerle açıklanmıştır.[1] Biz bunları üç başlık altında toplayabiliriz:
1- Kur’an-i Kerim’in lafız yönden mucize oluşu
2- Kur’an’ın içerik olarak mucize oluşu
3- Getiren şahıs açısından mucize oluşu
1) Lafız yünüyle mucize oluşu
Kur’an-i Kerim’in lafız yönüyle mucize oluşu iki açıdan ele alınmıştır:
1- Beyan türü açısından mucize oluşu
2- Rakamsal açıdan mucize oluşu.
Kur’an’ın anlatım gücü, belagat ve fesahat yönünden mucize oluşu yüz yıllardır bilinmekte ve bütün İslam mezheplerinin onayını taşımaktadır. Elbette bazıları Kur’an-i Kerim’in belagat ve fesahatini, Kur’an’daki düzen ve anlatım şivesinden ayırarak bu ikisini iki ayrı mucize bilmişlerdir. Bunlara göre Kur’an’ın fesahat yönü bir mucize düzeni ve şivesi başka bir mucize konumundadır.
Başka bir grup ise Kur’an’ın belagat ve fesahat yönüyle düzen ve şive yönünden mucize oluşuyla bir bilmişlerdir.[2] Bunlara göre ayni gerçeği çeşitli örneklerinden ibarettir. Aslında bütün bunlar Kur’an’ın beyan acısından mucize oluşuna dönmektedir.
Kur’an-i Kerim’in beyan şivesi hiçbir beşerin hatta Peygamber’in sözleri bile kendisiyle boy ölçüşemeyecek derecede güçlüdür.
Açıklama: Hadis tarihi ile ilgili olarak Ehl-i Sünnet şöyle bir inanca sahiptirler: Peygamber-i Ekrem (s.a.a) kendi sözlerinin yazılmasını menetmiştir. Ve bu konuda Peygamber’den bir hadis de nakletmekteler.[3] İşte burada şu soruyla karşı karşıya kalmaktalar: “Niçin Peygamber sözlerinin yazılmasını yasaklamıştır?” Ehl-i Sünnet arasında yaygın olan bir cevaba göre, yasaklanmanın sebebinin Kur’an’dan olmayan sözlerin Kur’an’la karışmasını önlemektir.[4]
Ancak Ehl-i Sünnet’ten olan bir araştırmacı bu delili reddederek şöyle demiştir: “Kur’an’ın beyan yönünden mucize oluşu onun başka sözlerle karışmasına engeller.” Hz. Muhammed’in (s.a.a) belagat ve fesahatte Kur’an gibi konuşabilecek seviyede olduğuna dair bir eleştiriye de şöyle cevap verir: “Bu varsayımı kabul etmek Kur’an-ı Kerim’in beyan yönünden mucize oluşunu reddetmeyi gerektirir.”[5]
Her haluklarda Peygamber’in sözlerinin sıradan sözler olmamasına onun sözlerinin nurani, ilahi hidayet ışığında ve gayb âleminden gelen sözler olmasına rağmen Kur’an’la karıştırılması mümkün değildi. Bu temel üzere Peygamber’in sözlerinin ümmetin duçar olduğu birçok sorunun çözümü olmasını dikkate aldığımızda onun sözlerinin yazılmasının yasaklanması büyük manevi ve fikri hasarlara yol açmıştır ve bu alanda Ehl-i Sünnete yöneltilen eleştiri yerinde ve köklü bir eleştiri sayılır. Şia ulemasına göre Peygamber’in sözlerinin yazılmasının Peygamber tarafından yasaklaması iddiası reddedilmiş ve doğru bulunmamıştır.
Kur’an’ın bir başka mucizevi yönü ise rakamsal yönden mucize oluşudur. Bu da, son zamanlarda bilgisayardan yararlanılarak ortaya konulmuş ve ilgi uyandırmıştır. Bilgisayar yardımıyla Kur’an’daki sözcükler ve harfler arasında özel bir ilişkinin olduğu belirlenerek böyle bir rakamsal ilişkinin beşerin sözlerinde olmasının mümkün olmadığının ispatlanması istenmiştir.[6]
Kur’anı Kerim’in İçerik Yönünden Mucize Oluşu:
Kur’an-i Kerim’in içerik yönünden mucize oluşu birkaç yönden ele alınmıştır ki aşağıda belirtilecektir:
a) Kur’an-i Kerim’de hiçbir çelişki ve uyumsuzluğun var olmayışı. Nisa Sure’sinin 82. ayeti de bu konuya işarettir.
‘Kur’an’ı gereğince düşünmüyorlar mı? Eğer Allah’tan başkasından gönderilmiş olsaydı onda birçok uyumsuzluk bulurlardı.’[7]
b) Gaybe ait olan (gizli olan) şeylerden haber vermesi. Kur’an’da bazı hadiselerin gelecekte gerçekleşeceği önceden bildirilmiştir. ve sonradan bildirildiği şekilde hadiseler vuku bulmuştur.
Bunlardan birisi Rum Suresi’nin 1–3 ayetleridir:
“Elif, Lam, Mim. Rumlar yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Onlar bu yenilgilerinden sonra bir kaç yıl içinde galip geleceklerdir” [8]
c) Kur’an-i Kerim’in içerdiği ilim ve maarifler.
Kur’an-i Kerim’deki ilim ve maarif
Kur’an-i Kerim en azından nazil olduğu zaman diliminde hiçbir beşerin henüz ulaşamadığı bilgilerle doluydu. Elbette şu anda bile Kur’an-i Kerim’de insanların ulaşmayacağı yüksek ilimler ve maarifler bulunmaktadır. Ulaşabildikleri kısmına ise Peygamber (s.a.a)’ın ve Masum İmamların yol göstericiliği sayesinde ulaşılabilinmiştir. Hatta hadislerin bir bölümünü inançla ilgili felsefi, kelamı, akli konular oluşturmaktadır. Hatta eğer Kur’an’daki bütün ilim ve maariflerin anlaşıldığını kabul etsek bile -ki yakinen geçmişte bu böyle değildi- yine de bu, Kur’an’ın bu yönden mucize oluşundan bir şey eksiltmez.
Burada şu noktaya dikkat etmek gerekir ki Kur’an-i Kerim’in bu açıdan mucize oluşu onu getiren şahıs ilgili icazından farklıdır. Bu mucizeden maksat Kur’an-i Kerim’de bulunan ilim ve maarif o zamanda yaşayan düşünürlerin, aydınların, bilim adamlarının ufuklarından ileride olacak şekilde derin ve yüce ufuklara sahip olduğuydu. Bütün bunlar beşerin düşünce ufuklarının çerçevesine girmeyen ve ilahi vahyin nişaneleri her yerinde görünen bilgi ve marifetlerdir.
d) Kur’an-i Kerim’de bulunan ilim ve marifetin doğruluğunu koruması: Aradan yüzyıllar geçmesine bilimlin gösterdiği bu büyük gelişmelere bilimsel ve kültürel bulgulara rağmen Kur’an-i Kerim’de bulunan hiçbir konu doğruluğunu kaybetmemmiş işte bu Kur’an-i Kerim’in hakkaniyetini kanıtlamaktadır.
Bu noktayı hatırlatmayı faydalı görüyoruz. Beşerin sahip olduğu mantık ve matematik gibi yazılı bazı ilimler eski zamanlardan beri doğruluğunu geçerliliğini kaybetmemişse de ama dikkat edilmesi gerekir ki öncelikle bu ilimler ispata ihtiyaç olmayan bedihi konulardan sayılır veya fıtri olarak her akıllı insanın düşünmelerinde gizlidir. Bu konuda çalışanlar gerçekte bir derleme bir araya getirme işlemini gerçekleştirmişlerdir. İkinci olarak beşerin telif ettiği kitaplar belirli bir konu ve ilim üzerinedir. Bu böyleyken Kur’an-i Kerim’deki ilim ve maarifin en belirgin çehresi ve özelliği işaret ettiği konuların geniş bir alanı içermesi ve onlarca önemli konuyu bir cümlede toplamasıdır.
Aslında bunun kendisi diğer bir mucizedir. Böylesine değişik ilimleri bir arada içermektedir. Hangi beşer bu kadar farklı ilimleri ele geçirmekle birlikte birbirine tamamen yabancı olan alanları öylesine bir dikkatle ve güçlü bir beyanla birbiriyle yoğurarak konuları mükemmel bir şekilde yan yana koyabilir, aralarında uyum sağlayabilir ve bu sözlerin içerisinden her ilimin değişik meyvelerini çıkarabilir. Öylesine ki ne maksat zarar görmekte ne de aralarındaki bağlar ortadan kalkmakta bununla birlikte hiçbir hata gerçekleşmemektedir.[9]
3) Getiren şahıs açısından mucize oluşu:
Eskilerden beri ortaya atılmış ve üzerinde konuşulmuş olan bu icaz şöyle açıklanabilir: Okuma ve yazma öğrenimini bile almamış olan Hz. Muhammed (s.a.a) nasıl olurda arapyarımadası gibi ilimden medeniyetten uzak bir yerde böylesine ilimlerle dolu bir kitabı ortaya koyabilir.
Değinilmesinde fayda olan diğer bir husus da şundan ibarettir: Kur’an-i Kerim’in icazı konusu Kur’anî ilimler alanında incelenmesinin yanı sıra bu konunun kelamı boyutu da sahiptir ve bu yüzden kelami bir konu olarak da incelenebilir. Kelami kitaplarda da bu yönüyle ele alınmıştır.[10]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bkz. Dr. Seyyid Mustafa Samini, Vucuhi İcaz Kur’an, Daru’l-Kuran- Kerim’in İiinci konferansının makaleleri, Kum, s. 168- 178.
[2] Adı geçen eser, 169.
[3] Bkz. Mahmut Ebu Reye, Ezavun alessünnetin Nebeviyye, s. 42.
[4] Aynı Eser, s. 46
[5] Aynı eser, s. 47.
[6] Bu alanda Kadr adlı bir bilgisayar programı Dr. Seyyid Ali Kadiri tarafından hazırlanmıştır.
[7] Nisa Suresi, 82. ayet.
[8] Rum Suresi, 1-3 ayetler.
[9] Allame Tabatabi’nin Kur’an’ın tüm bilgi ve öğretilerini her suresinden çıkarmak mümkün olduğu görüşünü savunduğu nakledilmiştir. Bunun anlamı Kur’an’ın tüm öğretilerinin 114 surenin her birisinde değişik üsluplarla yer aldığıdır. Bu da Kur’an’ın ilginç yönlerinden biri sayılır.
[10] Mehdi Hadevi Tehrani, İctihad’ın Kelami Temelleri, s. 47-51.
İran: Türkiye aceleci davranmasın
Reyhanlı’da düzenlenen terörist saldırısını kınayan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Türkiye ve Suriye yönetimlerin bu hadisenin tüm boyutları ortaya çıkmadan her çeşit aceleci karar almaktan kaçınmaları gerektiğini ifade etti.
Mehr haber ajasnın bildirdiğine göre, Reyhanlı’da düzenlenen terörist saldırısı hususnda bir soruya cevap veren İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Seyyid Abbas Irakçi, bu terörist saldırısını kınayarak, Suriye’nin bu saldırıyı kınamakla sergilediği tutumu takdir etti.
Irakçi, Türkiye ve Suriye yönetimlerin bu hadisenin tüm boyutları ortaya çıkmadan her çeşit aceleci karar almaktan kaçınmaları gerektiğini ifade etti.
Irakç ayrıca bölge kapsamıda çatışmaların genişlemesine sebebiyet verecek ve siyasi çabaları baltalayacak her çeşit eylemden kaçınmanın şart olduğunu söyledi.
Suriye’nin bölünmesi tüm bölgeyi etkiler
Bir Suudi gazetesine konuşan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, Suriye’nin bölünmesi kabul edilemez olduğunu ve tüm bölgeyi etkileyeceğini ifade etti.
Mehr haber ajanının bildirdiğine göre, El Hayat gazetesine konuşan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Suriye’deki siyasi boşluktan yaralanarak bu ülkeyi bölümneye sürüklenmenin tehlikeli olmasının yanısıra kabul edilemez olduğunu dile getirdi.
Salihi, Suriye’nin bölünmesi tüm bölgeyi etkileyeceği gibi Ortadoğu’daki soruların artmasına sebebiyet vereceğini konuşmasına ekledi.
İran’ın Suriye’nin milli vahdet ve hakimiyetine destek verdiğini hatırlatan ve herkes bu yönde adım atması gerektiğini vurgulayan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, Suriye devletine karşı olan veya yanında olanlar bu krizin çözülmesi yönünde müzakere masasına gelmeleri şart olduğunun altını çizdi.
Salihi, Amerika ve Rusya’nın Suriye kirizini çözmek için yakınlaşmasının bu ülkedeki krizin çözülmesine yardımcı olmasına ümit ettiğini açıkladı.
Suriye’deki Batı maceraperestliğinin perde arkası aralandı
Gerici bölge ülkelerin ve batı maceraperestliğinin perde arkası aralandığını söyleyen İran İslami Şura Meclisi Başkanı, İslami uyanışın zorba devletler ve bölgedeki gerici ülkelerin oyununu bozacağını ifade etti.
Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, meclisin açık oturumunda konuşma yapan İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani, Suriye’deki son olaylara işaret ederek, gafil Avrupalı ve Amerikalı politikacıların uluslararası alandaki hareketlenmelerine işaret edek, bunlar da Suriye krizi siyasi yoluyla çözübileceği kanaatına vardıklarını dile getirdi.
Ali Laricani, Batılılar on binlerce insanın katledildikten iki yıl aradan sonra artık Suriye'de eylem yapacak güçleri kalmadığını anladıktan sonra bu kanaata vardıklarını söyledi.
Suriye krizinin başladığı ilk günden beri krizin siyasi yoluyla çözülmesi gerektiğine dair İran İslam Cumhuriyeti’nin bu düşüncesini hatırlatan İslami Şura Meclisi Başkanı, Batılıların silahıyla Suriye’de vahşice işlenen cinayetlerden kim sorumlu olduğunu sorguladı.
Laricani, Batının aracaılığını yapan bölgedeki hurda ülkeler mülümanların öldürümesine karşı nasıl cevap vereceklerini merak konusu olduğunu konuşmasına ekledi.
Gerici bölge ülkelerin ve Batı maceraperestliğinin perde arkası aralandığını söyleyen İran İslami Şura Meclisi Başkanı Laricani, sağduyulu olan Ortadoğu, İslami uyanışı dolaysıyla zorba devletler ve bölgedeki gerici ülkelerin oyununu bozacağını ifade etti.
İran ve P 5+1 arasında nükleer müzakerelerin ayrıntıları....
İRAN’IN NÜKLEER MÜZAKERELERDEKİ MANTIKLI VE YAPICI TUTUMUNU TANIMAK
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) üyesi olan İran İslam Cumhuriyeti, barışçıl nükleer faaliyetlerinde askeri hedeflere yönelmeyeceğini ve bu husustaki taahhüdünü her fırsatta resmi bir şekilde dünyaya ilan edegelmiş, bu taahhütler çerçevesinde söz konusu antlaşmadan doğan yükümlülüklerini tamamen yerine getirerek barışçıl nükleer faaliyetlerinin sürekli ve detaylı bir şekilde UAEK tarafından denetlenebilmesi için gerekli ortamı hazırlamış, böylece konuyla ilgili her türlü muhtemel şaibeli durumun önüne geçerek bu alanda en yetkili resmi mercii konumundaki UAEK’ya gerekli güvenceyi vermiştir.
İran İslam Cumhuriyeti’nin üstlendiği birçok yükümlülüğün gereğini yerine getirmiş olmasına karşılık, İran halkının da doğal olarak anlaşmalardan kaynaklanan açık ve net haklarından kayıtsız şartsız faydalanması beklenmektedir.
Bu bağlamda, bir milletin kendi iradesi, kabiliyeti ve yetkisiyle, yasal taahhütlerinden kaynaklanan ve UAEK ve NPT' ye üyeliğin beraberinde getirdiği görev ve sorumlulukları kabul etme ve uygulamaya dair haklarını değiştirmeye veya inkâr etmeye hiçbir merci veya kurumun hakkı yoktur. Zira bu haklar İran halkına sözünü ettiğimiz bu merci veya kurumlar vermemiştir ki, söz konusu hakların temeli, sınırları veya niteliği ve uygulama zamanı konusunda şart öne sürsünler.
İran İslam Cumhuriyeti, nükleer faaliyetleri konusundaki siyasi diyaloglara, UAEK kuralları ile NPT Antlaşması hükümleri çerçevesinde ve müzakerelerden sonuç alma maksadıyla, büyük bir azim ve kararlılıkla devam etmektedir. İran İslam Cumhuriyeti, her ne kadar 2003 - 2005 yılları arasındaki 3 yıllık süre zarfında İngiltere, Fransa ve Almanya'dan oluşan ülkelerin taahhütlerini yerine getirmemesinden dolayı müzakerelerden iyi bir deneyim edinmemişse de, bu durum İran’ın, İran halkının nükleer haklarını doğrudan müzakerelerde savunması anlayışında hiçbir değişiklik yaratmamıştır. Bu arada, 5+1 ülkeleri ile yapılan müzakerelerde, İranlı müzakerecilerin, sürekli diyalog sürecinin sözünü ettiğimiz bu 3 Avrupa ülkesi tarafından çıkmaza yönlendirilmesinden kaygı duyduklarını da itiraf etmek gerek.
İran İslam Cumhuriyeti, geçmişte 3 Avrupa ülkesi ile yaptığı anlaşma çerçevesinde, güven olgusunu artırmak adına, kendi taahhütlerinin üstünde ve hatta UAEK Tüzüğü ve NPT Antlaşması’ndan kaynaklanan yükümlülüklerin de ötesinde çok sayıda uygulamayı gönüllü bir şekilde kabul etmiş, tek taraflı güven artırıcı bir açılım ile Avrupalı taraflardan her birinin isteklerini uzun süre uygulamıştır. Burada bunlarda bazılarına değinmek istiyorum:
1. 26 ay boyunca zenginleştirme faaliyetlerinin askıya alınması,
2. 26 ay boyunca ek protokollerin, onaylanmasından önce uygulanması
3. Sarı kekin AUC'ye dönüştürülmesinin 8 ay askıya alınması,
4. AUC'nin UO2'ye dönüştürülmesinin 8 ay askıya alınması,
5. UO2'nin UF4'e dönüştürülmesinin 8 ay askıya alınması,
6. UF4'ün UF6'ya dönüştürülmesinin 8 ay askıya alınması,
7. Parça üretimi çalışmalarının 3 ay askıya alınması,
8. Zenginleştirmede kullanılan parçaların üretiminin yapıldığı merkezlere 20 kez erişim ve denetim izni verilmesi,
9. Zenginleştirme faaliyetlerinin araştırma ve geliştirilme faaliyetlerinin yapıldığı merkezlere 2 kez erişim ve denetleme izni verilmesi
10. Askeri 26 bölgeye erişim ve denetim için izin verilmesi.
Sonuçta 2005 yılındaki müzakerelerde müzakere tarafı 3 Avrupalı ülkenin uluslararası yasalar ve hukuka aykırı bir şekilde İran tarafına tüm nükleer yakıt çevrimini durdurması için yazılı bir öneri vermesiyle nükleer müzakere süreci bir kaç aylığına duraksamıştır. Buna rağmen İran İslam Cumhuriyeti, diyalog ve işbirliği stratejisinin İran ve karşı taraf arasındaki mantıklı, yapıcı ve netice veren tek çözüm yolu olduğu anlayışıyla müzakerelere stratejik bir konu olarak bakmaktadır. Oysa bazı güçler maalesef diyalog ve baskı gibi başarısız ve sonuçsuz strateji kullanmakta ısrar ediyorlar ve müzakereleri sadece, önceden belirlenmiş hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak kullanıyorlar. Son bir kaç yılda diyalog yolunda somut ve ciddi gelişme sağlanamamasındaki temel nedenlerden birisi de hiç şüphesiz siyasi müzakere sahnesinin kendi hedeflerine ulaşma yolunda bir araç olarak görülmesi anlayışıdır.
Müzakerelerde söz konusu 3 Avrupalı ülkeye, 3 ülke daha eklendikten ve 5+1 adlı grubun meydana gelmesinden sonra, İran İslam Cumhuriyeti bir kez daha aktif bir şekilde müzakere sürecine katıldı. Birinci Cenevre müzakerelerinde (2008) siyasi müzakerelerde başarı şansını artırmak amacıyla bir öneri paketinin sunulması ve ikinci Cenevre müzakerelerinde (2009) ise bu paketin güncellenmesi, İran İslam Cumhuriyeti’nin, diyalog ve mantıksal yaklaşımı sadece doğru ve mantıklı bir seçenek olarak kabul etmekle yetinmediğini, bu anlayışın müzakerelerde hâkim olması için gayret sarf ettiğini ve bu yolda kendi payına düşeni yapmaya hazır olduğunu gözler önüne sermiştir.
Cenevrede yapılan üçüncü toplantı (2010) İran ve 5+1 ülkeleri ile yapılan müzakerelerde bir dönüm noktası niteliği taşımaktadır. Bu toplantıda taraflar, İran ve 5+1 grubu arasındaki etkileşimin devamının işbirliği için diyalog şeklinde mümkün olabileceği konusunda anlaşmışlarsa da, maalesef 5+1 ülkelerinden bazıları bu anlaşmaya bağlı kalmadılar.
Bugün şu gerçek daha iyi anlaşılmaktadır ki, eğer 5+1 ülkelerinden bazıları bu anlaşmaya bağlı kalmış olsalardı, muhakkak bugün bu yolda daha fazla gelişmeye şahit olacaktık. Yine, 5+1 grubu Tahran’daki araştırma reaktörüne yakıt temin etme konusunda işbirliği sergilemiş olsaydı, İran İslam Cumhuriyeti’nin duyduğu bu ihtiyaç, çözüm yolunda ilerlemek için bir fırsat olabilirdi. Ama 5+1 ülkelerinin birinci İstanbul (2011) toplantısında gündeme taşıdığı mantık dışı ve dengesiz önerileri bir kez daha fırsatları boşa çıkarmıştır. Zira onlar Tahran araştırma reaktörüne yakıt temin etme ve bir milyon İranlı hastanın ihtiyaç duyduğu radyoaktif ilaç satışı konusunda hiçbir bağlayıcı çerçeve belirlemedikleri gibi yakıt değişimi formülü ile de İran İslam Cumhuriyeti’nin ihtiyacını karşılamayı kabul etmemişlerdir. Bununla birlikte, Brezilya Cumhurbaşkanı ve Türkiye Başbakanı, Amerika Cumhurbaşkanı’ndan mektup aldıktan sonra, bu konuda yeni bir girişim için Tahran’a gelmiş, İran İslam Cumhuriyeti’nin yapıcı işbirliğine bizzat tanık olmuş ve Amerika Cumhurbaşkanı’nın mektubuna cevap niteliği taşıdığını söyledikleri “Tahran Bildirisi” çerçevesinde yakıt mübadelesi fikrini sonuçlandırmayı başarmışlardır. Ancak bu bildiriden bir kaç gün sonra, ABD'nin baskılarıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İran İslam Cumhuriyeti aleyhinde akıl ve mantık dışı bir tutum sergilenerek 1929 sayılı kararın onaylanmasıyla, taraflar arasında şekillenen kazan-kazan modeli işbirliğinin gelişmesi büyük bir engele takılmış, dolayısıyla da İran’ın yapıcı çabaları sonuçsuz kalmıştır.
Bütün bunlara rağmen, bazı 5+1 ülkelerinin şaşkın bakışları arasında bu engeller de İran’ın barışçıl nükleer faaliyetlerini durduramadı. İran halkı Tahran araştırma reaktörüne yakıt temini konusunda 5+1 ülkelerinden umudunu kestiği bir anda, İranlı bilim adamları, güçlü iradeleri sayesinde daha önce tecrübe etmedikleri bir alanda Tahran araştırma reaktörü için gerekli yakıt çubuklarını üretip reaktörün merkezine yerleştirmeyi, böylece pratikte bir milyon İran vatandaşının ihtiyaç duyduğu radyo aktif ilacı sadece İran’ın barışçıl nükleer faaliyetleri ile elde etmeyi başardılar.
Her ne kadar değindiğimiz konular, geçmişe ait olsa da, mevcut koşullarda dirayetsiz ve akıllıca olmayan davranışlar fırsatları yok edebilir ve geçmişteki tecrübelerin tekrarlanmasına neden olabilir. İtiraf etmek gerekir ki, yakıt mübadelesi ve Tahran Bildirisi toplu anlaşma ve konunun çözümü için iyi bir fırsat olabilecekken maalesef bazı 5+1 ülkelerinin yanlış hesapları buna müsaade etmemiştir.
Son aşamada, İran İslam Cumhuriyeti Birinci Almatı toplantısında gündeme gelen 5+1 Grubunun önerisini detaylı bir şekilde inceleyerek ve sunulan projenin çerçevesini dikkate alarak, Moskova müzakerelerinde karşı tarafa mantıklı, yapıcı ve gerekli bir cevap sunmuştur. Bu doğrultuda İran İslam Cumhuriyeti İkinci Almatı görüşmelerinde aşağıdaki konulara vurgu yapmıştır:
1. İran İslam Cumhuriyeti nükleer konunun tamamen çözüme ulaşması ve üzerinde mutabakat sağlanan sonuca ulaşmak için 5+1 ülkeleri ile NPT Antlaşması çerçevesinde çalışmaya hazırdır.
2. 5+1 ülkelerinin bu aşamada konunun tamamen çözümlenmesi için gerekli hazırlığa sahip olmaması durumunda İran İslam Cumhuriyeti bu yolda ilk adımı veya adımları atmaya hazırdır. Bunun şartı karşı tarafın karşılıklı ve eşit ağırlıkta, aynı cinsten ve eşzamanlı olarak adımlar atmak için gerekli hazırlığa sahip olması ve İran İslam Cumhuriyeti’nin NPT'den kaynaklanan haklarını bilhassa uranyum zenginleştirme hakkını resmi olarak tanımasıdır. Bu doğrultuda İran İslam Cumhuriyeti, Birinci Almatı toplantısında 5+1 ülkeleri tarafından belirlenen önerilerden bir kaçını uygulamaya hazırdır.
İkinci Almatı müzakerelerinde İran İslam Cumhuriyeti’nin sergilediği insiyatif ve Birinci Almatı toplantısındaki 5+1 ülkelerinin bazı önerilerini kabul etmesi, diyalog ve işbirliği stratejisinin şekillenmesi yolunda bir kez daha bazı güçler için ciddi bir sınav olmuştur. Zira bu insiyatif artık İran İslam Cumhuriyeti’nin barışçıl nükleer faaliyetleri hakkında endişe duyan bazı güçlerin iddiasının devamı için herhangi bir açıklama ve bahaneye yer bırakmayacaktır.
Şu anda 5+1 ülkeleri üç seçenekle karşı karşıyalar:
Birincisi, konunun tamamen bir aşamada çözülmesidir ki, İran İslam Cumhuriyeti sonuç alınana kadar bu yolda ilerlemeye hazır olduğunu ifade etmiş ve Moskova müzakerelerinde de kapsamlı planını önermiştir.
İkincisi, ikinci Almatı toplantısında önerildiği gibi konuyla ilgili ilk adımın her iki tarafça karşılıklı olarak, aynı cinsten, eşit ağırlıkta ve eş zamanlı bir şekilde atılması suretiyle adım adım çözüme ulaşılmasıdır.
Üçüncüsü ileriye doğru hareket etmekten vazgeçmek ve birinci Almatı toplantısında 5+1 ülkelerinin önerilerini bir kenara bırakmak.
İkinci Almatı müzakerelerinde Bayan Catherine Ashton basın toplantısı esnasında 5+1 ülkelerinin temsilcilerinin başkentlerine dönerek kendi makamlarına danıştıktan sonra aldıkları kararı Sayın Doktor CALİLİ'ye ileteceklerini bildirmiştir.
İstanbul müzakerelerinin ileriye dönük bir adım olması temennisi ile 5+1 ülkelerinden beklentimiz şunlardır:
Birincisi, İran’ın önerdiği “Konunun tek bir aşamada çözümlenmesi” veya “ Konunun adım adım çözümlenmesi” seçeneklerinden birisini seçerek, karşılıklı, aynı cinsten, eşit ağırlıkta ve eş zamanlı adımlar atarak müzakerelerde ilerleme sağlanmasındaki ciddi kararlılıklarını bizzat göstermeli,
İkincisi; yapıcı, ciddi, kapsamlı, etkili ve sonuç verici müzakerelere oturmalı ve bu husustaki işbirliği için diyalog kurallarına ve gerekliliklerine bağlı kalmalı,
Üçüncüsü; İran halkının NPT yükümlülüklerinden doğan haklarını, özellikle de uranyum zenginleştirme hakkını kayıtsız şartsız tanıyarak, uluslar arası yükümlülüklere bağlı kalmamak ve uluslar arası dengeler ve kurallarda seçici olmak türünden suçlamaların odağı haline gelmemeli,
Dördüncüsü; görüşmelerde ilerleme sağlanabilmesi için müzakerelere katılan kişilere gerekli yetkiyi vererek, zaman kazanma, diyalogdan kaçmak veya sırf diyalog için diyalog yapmak gibi şaibeli durumlardan kaçınmalıdır.
İki taraf arasında geçekleşen bir sonraki temaslarda, Dr. Celili ve Bayan Catherine Ashton’un önceki müzakereler ve mutabakatların devamında 15 mayıs tarihinde İstanbul’da bir araya gelip görüşme yapması kararlaştırılmıştır.
İran İslam Cumhuriyeti Büyükelçiliği Basın Müsteşarı
."Reyhanlı patlamasında uluslararası casusluk kuruluşlarının parmağı var"
Lübnan Hizbullah'ı, Türkiye'nin Reyhanlı İlçesinde meydana gelen bombalı eylemleri şiddetle kınayarak, bir çok Arap ve İslam devletinde masum insanları hedef alan benzer eylemlerin bir halkası olduğunu belirtti.
Hizbullah'ın yayınladığı bildiride; bu gibi eylemlerin ancak ve ancak katillerin elleriyle gerçekleşebileceğini ifade etti.
Reyhanlı patlamalarının uluslararası istihbarat cihazlarının parmak izlerini taşıdığına işaret eden Hizbullah; Arap ve İslam devletlerinde fitneyi körükleme, kaos ve panik yaratmayı hedeflediğine dikkat çekti.
Hizbullah'ın; ‘günahkar eylemler’ olarak nitelendirdiği bu ve her türlü terör eylemlerine karşı mücadelede çabaların yoğunlaştırılması ve birleştirilmesine çağırdı.
Lübnan Hizbullah'ı, Reyhanlı'daki patlamayı kınarken, patlamanın uluslar arası casusluk kuruluşları tarafından gerçekleştirildiğini söyledi.
Saldırıda uluslar arası casusluk kuruluşların parmağı olduğunu söyleyen Hizbullah, hedefin ülkede karışıklık, tedirginlik yaratmak olduğunu belirtti.
Hizbullah saldırıda yakınlarını kaybeden ailelere başsağlığı dilerken, Türkiye'den sivilleri hedef alan bu terörizmle savaşmasını istedi.
"Bölge güvenliği ancak bölge devletlerinin işbirliğine bağlıdır"
İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi; bölge güvenliğinin, bölge devletlerinin toplu işbirliği ve çabalarıyla koşullu olduğunun altını çizerek, İran’ın özellikle komşu ülkeler olmak üzere bölge devletleriyle işbirliğini genişletme ve ilişkileri genişletmeye dayalı tutumunu yineledi.
Salihi, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal ile dün Cidde’de bulunduğu temaslarda; özellikle Suriye'deki kriz başta olmak üzere bölge meselelerinin barışçıl ve siyasi yollarla çözülmesinin yanında bölge halklarının çıkarlarının korunmasına katlı sağlamaya büyük özen gösterdiğini belirtti.
Suriye, Irak, Bahreyn ve diğer bölge ülkelerindeki sorunların siyasi yollarla çözülmesi gereğinin altını çizen Salihi; bölge devletleri arasında bölgesel konulara ilişkin görüş farklılığının tabii bir durum olduğuna işaret etti.
Salihi; iki ülke yetkilileri arasındaki iletişim ve temasların devam etmesinin ilişkileri geliştirebileceğini ve mevcut engelleri ortadan kaldırabileceğini ifade etti.
Salihi ve Faysal Suriye ve Irak’taki durumların yanı sıra bölge gündemi ve ikili ilişkileri masaya yatırdılar.
İran ve Türkiye'nin emperyalist komplolarına karşı işbirliği
İran ve Türkiye arasında emperyalistlerin bölgedeki komplolarına karşı işbirliği vurgusu.
İran devlet televizyonun haberine göre, Türkiye meclisi milletvekillerinden Yusuf Halaçoğlu, Ankara'da İran cumhurbaşkanı parlamento işleri yardımcısı Lütfullah Furuzende ile görüşmesinde; batılı ve emperyalist ülkelerin, Ortadoğu, kuzey Afrika ve Orta Asya'nın başta petrol olmak üzere zengin yer altı ve yer üstü zengin kaynaklarını ele geçirmek ve bunların üzerinde sulta kurmaya dayalı siyasetler izlediklerini belirterek, İran ve Türkiye'nin samimi bir işbirliği ile emperyalistlerin bu oyunlarını bozabileceğini söyledi.
Halaçoğlu, İran'ı,Türkiye'nin en önemli komşusu ve dostu olarak nitelerken, dünyada hiçbir ülkenin İran ve Türkiye arasındaki tarihi ve kültürel bağlılık gibi ortaklıklara sahip olmadığını söyledi.
Halaçoğlu, düşmanların İran ve Türkiye ilişkilerini bozmaya dayalı bütün propaganda çalışmalarına rağmen iki ülke ilişkilerinin gelişmekte olduğunu ve bu ilişkilerin aynı zamanda bölgenin barış ve güvenliğinin de garantisi olduğunu söyledi.
İran cumhurbaşkanı Parlamento işleri yardımcısı Furuzende, Türkiye'ye yaptığı ziyaretinin dördüncü gününde, Türkiyeli bazı yetkililerle görüşmesinin ardından Anadolu ajansına verdiği demeçte, Türkiye ziyaretinin, iki ülke parlamentoları arasında işbirliğinin geliştirmek olduğunu dile getirdi.
İran 50 yıllık petrol ve 80 yıllık gaz kaynaklara sahip
İran Milli Petrol Şirketi Keşifler Müdürü, İran’ın batı bölgelerinde petrol ve gaz kaynakları keşif çalışmalarına işaret ederek, İran’ın 50 yıllık petrol ve 80 yıllık gaz kaynaklara sahip olduğunu bildirdi.
İran’ın en son petrol ve doğalgaz kaynakları hususunda Mehr haber ajansına konuşan İran Milli Petrol Şirketi Keşifler Müdürü Hürmüz Kalavend, 103 yıl önce İran’ın Mescid Süleyman bölgesinde keşf edilen petrol ve gaz kaynaklarının ömrünün ikinci yarısına gelindiğini ifade etti.
Kalavend, İran petrol kaynaklarının yüzde 80’i ülkenin güney bölgelerinde yer aldığını ve bu sahaların ömrünün ikinci yarısına gelindiğini dile getirerk, buna karşın son 20 yılda söz konusu sahalarda önemli petrol ve doğalgaz kaynakları keşf edildiğini belirtti.
Milli Petrol Şirketi Keşifler Müdürü, yeni keşifler haricinde İran’ın 50 yıllık petrol ve 80 yıllık gaz kaynaklara sahip olduğunu bildirdi.
İran: Vahşi saldırıyı kınıyoruz
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Seyyid Abbas Irakçı, Reyhanlı'daki "insanlık dışı ve vahşi" saldırıyı kınadığını belirtti.
Sivil ve masum insanları hedef alan cinayetlerin dünyanın her yanında şiddetle kınandığını belirten Irakçı, olayda hayatını kaybedenlerin yakınları ile Türkiye hükümeti ve halkına başsağlığı dileğinde bulundu.
Erakçı, terörizmle mücadelede bütün ülkelerin sorumlu olduğu, bölge ve dünya ülkelerinin bu konuda işbirliğine gitmesi gerektiğini kaydetti.
Dışişleri Bakanlığı eski sözcüsü Ramin Mihmanperest önceki gün Cumhurbaşkanlığı için adaylığını bildirine Bakan Salihi tarafından Seyyid Abbas Irakçı tayin edildi.