کارگر

کارگر

 İslam Devrimi Lideri İmam Hamanei, üniversite, medrese, aile, Kur'an, medya ve daha bir çok alanda üstün başarılar elde etmiş yüzlerce bayana konuşma yaptı.

İmam Hamanei, konuşmasında, "aile kurumunun güçlendirilmesi"," aile içinde kadına verilen değer ve saygının arttırılması " konularını toplumun 2 önemli konusu olduğunu vurguladı.

"Kadına doğru bakış açısı ona, cinsiyetinin özellikleri ve onu ilerletecek değerleriyle tanımaktır" diyen İmam Hamanei sözlerine şöyle devam etti:

"İslam inkılabı ve İmam Humeyni'nin bereketiyle, kadın konusunda iyi işler yapıldı.

Batı, kadına değer vermek adına, erkeklerin fizik ve düşünce yapısına uygun işleri bayanlara yüklemeye çalışıyor. Bu işlerde bayanların bulunması gurur duyulacak bir konu değildir. Gurur duymamız gereken şey, aydın görüşlü bayanların, kültürel ve siyasi konularda cihat yapmasıdır.

İslam, kadın ve erkeğe ;insan hakları, toplumsal ve manevi değerler konusunda aynı değeri vermektedir.

Kadına doğru bakış açısı ona, cinsiyetinin özellikleri ve onu ilerletecek değerleriyle tanımaktır. Kadına lezzet kastıyla bakmak büyük belalardan biridir. Batılı bazı düşünürler de bu konunun tehlikelerinin farkına varmış durumda. Çünkü batı kültürünü yıkacak konulardan biri de budur.

Allah kadını öyle yarattı ki, bazı duygusal, eğitim ve evi yönetme konuları yalnızca bayanların inceliği ile yapılabilir.

Bir toplumda bayana saygı kültürü yerleşirse,o toplumun bir çok sorunu hallolur."

 

 

İsralli yazar Alex Fishman, sözüne sadık olan Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah'ın son savurduğu tehditlerinin ciddiye alınmasını istedi.

  Yedioth Ahronot gazetesinin askeri uzmanlarından Alex Fishman, Lübnan İslami Direnişi Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah'ın önceki akşam yaptığı konuşmasındaki uyarı ve tehditlerinin dikkate alınması, İsrail'deki karar merkezlerinin Nasrallah'ı iyi dinlemesi gerektiğini söyledi.

Arap liderlerin İsrail'le ilgili duruşlarını önemsememek gerektiğini belirten Fishman, "Fakat Arap dünyasında rejimlerin dışında kalan istisnai liderler var. Nasrallah gibi.. Eğer bizi tehdit ettiyse ciddiyetle dinlemek gerekiyor" dedi.

Fishman "Bu adam (Nasrallah) tehdit ettiği şeylere bağlı kaldı. Söylediklerine ve yaptıklarına mutabık çıkan bir çok husus var. Nasrallah, Esed'in saldırı sonrasında yaptığı tehditleri tekrarladı. Bu tehditlerden birisi de Golan'ın halk direniş cephesi olmasıdır. Esad ve Nasrallah, Golan'la ilgili bu tehdidi savuruyorsa ciddiye almamız gerekiyor" dedi.

Fishman, yazısının devamında "Lübnan İkinci Savaşı'nda Nasrallah'ın hitap sanatı" adlı kitabın yazarı olan İsrailli albay Albay Ronen Cohen'den alıntılar yaptı. Cohen, şu hususları vurguluyor: Nasrallah'ın 2006'daki Lübnan ikinci savaşında savurduğu tehditlerin hepsi gerçekleşti. Bazıları, sadece 24 saat içinde gerçekleşti. Fakat sukunet dönemlerinde tehditlerin hemen gerçekleştiğini görmüyorsunuz. Bazen zaman alabiliyor."

Hizbullah'ın Gazze ve Sina'da ayak ve ellerinin olduğu gibi artık İsrail-Suriye sınırında da ayak ve kollarının olduğunun idrak edilmesi çağrısında bulunan İsrailli subay, "Nasrallah, gayet netti. Golan'daki direnişe yardım edeceğini söyledi. Fakat, burada yardımla neyi kasdettiğini araştırmamız gerekiyor" dedi.

Dünya Müslümanlarının ve Mustazaflarının Rehberi Seyyid İmam Ali Hamaney’in fitne zamanlarında yapılması gerekenlerle ilgili konuşması…

“Fitne çıkaran olaylarda, meydanları tanımak çok zor…

Olayların iç yüzünü anlamak zor…

Saldıran ve kendini savunanı tanımak zor…

Zalimi ve mazlumu tanımak…

Dost ve düşmanı tanımak çok zor…

Bu durumlarda düğümleri açmak gerek.

Hakikatleri ortaya koymak gerek.

Zihinlerdeki düğümü açmak gerek.

Bunu için beyana, isbata ihtiyaç vardır.

Hazreti Ali buyuruyor ki:”Bu bayrak, sabır ve basiret sahibi insanlardan başkasıyla taşınmaz”

Biliyorsunuz, İmam Ali’nin bayrağı Peygamber efendimizinkinden bir kaç yönden daha çetindi…

İmam Ali’nin bayrağının altındaki dost ve düşman fazla belli değildi…

Düşman bazen öyle şeyler söylüyor ki bazen aynılarını dostlarda söyleyebiliyorlar…

İmam Ali’nin safında kılınan cemaat namazı Cemel, Sıffın ve Nehrevan savaşlarında karşı tarafta da cemaat namazı kılarlardı…

Siz olsanız ne yapardınız?

Basiretinizi artırın! Bilginizi ve ilminizi çoğaltın!

Hakikati kavramak gerekir.

Sıffın savaşında Ammar bin Yasir’in en önemli katkılarından birisi hakikatı beyan etmekti. Çünkü Muavite taraftarları sürekli kafa karıştıracak şeyler yapıyordu. Bu psikolojik savaşın karşısında kendisini vazife sahibi hisseden ve karşı duran Ammar bin Yasir idi.

Bilginler, Alimler ve basiret görüşü açık olanların vazifeside sadece kendilerinin birşeyleri bilmesi ve anlaması değil diğer insanları da aydınlatmaları gerekir.

Sade bir şekilde söyleyin!

Anlaşılır bir şekilde söyleyin!

Anladığınız kadarıyla söyleyin! ve anladıklarınızın doğru olduğuna da dikkat edin.

Nerede Ammar?”

Cumartesi, 11 May 2013 06:14

BAHREYN'DE 'İNSANLIK ÖLDÜRÜLÜYOR'

Uzun süredir Arab Yarımadası'nda 'temel insan hakları talebine yönelik'' sokak gösterilerine şahit oluyor bütün küre. Körfez'de, Bahrey'nde, Suudi rejiminden güç alan yakın akraba/Bahreyn hanedanlığı şimdi de sokaklarda acımasızca katlettiği siviller için evlerde yapılan eza meclislerine yasak koydu.

Bugün haberi okuyunca, kan beynime sıçradı..   Amerikan emperyalizmine bölgede bekçilik yapan suud hanedanlığı ve şükerası mualesef...

Bahreyn rejiminin zulüm ve diktatörlüğü son hızla devam ediyor

Bahreyn'de evlerde de Ehl-i Beyt (a.s) için matem tutulması yasaklandı!

Bahreyn İçişleri Bakanı yaptığı açıklamada bundan sonra evlerde de Peygamber ailesi için yas tutulmasının yasak olduğunu duyurdu.

Bahreyn İçişleri Bakanı Raşit bin Abdullah El Halife, Şiiler için Peygamber'in Ehl-i Beyt'i için cami ve hüseyniyeler de yasak olan matem ve yas meclislerinin bundan sonra evlerde de yasak olduğunu

duyurdu!

Raşit El Halife, yaptığı açıklamada Resulü Ekrem (Allah'ın selamı onun ve ehlibeytinin üzerine olsun) ailesi için her kim evinde yas meclisi düzenlerse ağır bir şekilde cezalandırılacağını dile getirerek şunları söyledi: "Kim evinde hüseyni meclisler düzenlerse zindana atılmasının yanı sıra para cezasına da çarptırılacaktır."

Bu kararla artık her kim cami veya hüseyniye yapma kararı alır veya evinde kısa bir süreliğine de olsa muharrem ayı veya Fatıma (s.a) günlerinde matem programları düzenlemek isterse önceden bağlı oldukları kuruluşlardan izin almak zorunda kalacaklar!

Bugün Bahreyn ve Suudi Arabistan krallarının emriyle Şiilere ait beşinci camide tahrip edildi. Allah'ın evine karşı girişilen bu alçaklığın yanı sıra camilerde bulunan Kur'an ve mukaddes kitaplar de

ortadan kaldırıldı!

Bilgihan Ova

İslam Devrimi Lideri Ayetullah İmam Hamanei cumhurbaşkanlığı, kent ve köy şurası seçimleri yetkililerini kabul etti.

Konuşmasının ilk bölümünde Hz. Peygamberin(s) sahabelerinden Hucr b. Adiyy'nin mezarına yönelik yapılan saygısızlığa işaret eden İslam Devrimi Lideri İmam Hamanei, Hz. Peygamberin(s) sahabelerinin anılmasını şirk olarak bilen bazı müslümanlar arasında gerici düşünceler olduğunu, casusluk örgütlerine servis yapmanın şirk olduğunu kaydetti.

Bu olayın üzüntüsünü artıran şey, İslam ümmeti içerisinde, İslam'ın ilk çağlarının nurlu yüzlerinin, ileri gelenlerinin ve büyüklerinin anılmasını şirk ve küfür bilen kalpleri karamış ve gerici fertlerin olmasıdır.

İmam Hamanei İslam Ümmetinin bu olaya karşı doğru tepkisine vurgu yaparak:

"Ne Şia nede Ehlisünnet, düşmanın hedefi olan Şii-Sünni çatışması oyununa gelmeyerek düşünce ufuklarının yüceliğini gösterdiler. Müslümanların, bu acı olaya tepki ve kınamaları devam etmelidir. Çünkü eğer âlimler, aydınlar, siyasetçiler kendi vazifelerini yerine getirmezler ise, fitneler bunlarla sınırlı kalmayacaktır.

Siyasi yollarla, dini fetvalarla, aydın kesimin yazacağı makalelerle, verilen tepki ve kınamalarla bu fitne ateşinin yayılmasını engellenmelidir.

Tarihi bir eserin tahrip edilmesi karşısında yas tutup tepkilerini dile getiren şahsiyetler, siyasiler ve Uluslar arası kuruluşlar, bu ihanetler karşısında sessiz kalmışlardır.

İmam Hamanei, maddi ve siyasi desteklerden yararlanan tekfiri akımın bugün Müslümanlar için musibete dönüştüğünü konuşmasına ekledi:

"Tüm dünya Müslümanları, siyasi liderler, ileri gelenler ve özellikle alimler bu iğrenç düşüncenin önünde vazifelerini yerine getirmelidirler ve bu fitne ateşinin daha da yayılmasına engel olmalıdırlar.

Bunlar geçmişte Baki mezarlığında Peygamberin torunları olan İmamların kabirlerini viran eden ve dünyadaki Müslümanların tepkisi olmasaydı Rasulullah'ın (s.a.a) kabrini bile yıkmak isteyen kimselerin evlatlarıdırlar. Bu kötü düşüncedeki insanlar büyük şahsiyetlerin mezarlarını ziyaret etmeyi, onlar için Allah'tan rahmet dilemeyi ve aynı şekilde kendisi için şefaatçi olmalarını istemeyi şirk bilmekteler.

Oysa asıl şirk, bazı kimselerin İngiltere ve Amerika'nın casus servislerinin oyuna gelmeleri ve yaptıklarıyla Müslümanları üzmeleridir. Bu nasıl bir düşüncedir? Yaşayan tağutların önünde eğilmek, onlara kul olmak ve onlara tabi olmak şirk değil de, İslam'ın yüce şahsiyetleri saygı mı şirktir?

Şii dünyasının bu hadiseye doğru biçimde tepki gösterdiğini söyleyen İmam Hamanei, Sünni ve Şii arasında çatışma çıkarmak isteyen düşman oyununa Şiilerin olgun bir düşünceyle tepki gösterdiklerini vurguladı.

İmam Hamanei, kardeş Sünni mezhebine mensup kişilerin konuya gösterdiği tepki biçimi onların yüksek bilgi ve düşüncelerinden kaynaklandığının altını çizerek, İslam ümmetinin siyasi bilge adamları ve aydınları görevini yerine getirmezse fitneler buraya kadar sınırlı kalmayacağını belirtti.

İmam Hamanei, siyasi yöntemler, dini fetvalar, aydınların makaleleri ve siyasi-düşünce bilge admaların eylemeleri bu fitne ateşini yatıştırdığına dikkat çekti.

İmam Hamanei, düşmanın bu hadisede gizli parmağı olduğunu açıklayarak, bir tarihi eserin tahribi karşısında yas tutan uluslararası toplum va şahsiyetleri bu hakarete karşı sessiz kaldıklarını söyledi. Ama unutulmasın ki Allah her şeyi görmektedir ve kesinlikle Allah'ın planı düşmanların hilesine galip gelecektir. İslam ümmetinin birliğini ve ilerlemesini engelleme hedefinde olan bu tür olayları durduracaktır" dedi. 

Cumhurbaşkanlığı ve kent konseyleri seçimleri görevlilerini kabul eden İslam inkılabı rehberi Ayetullahİmam Hamanei,konuşmasının 2.bölümünde seçimlerde denetim organları, yürütme sorumluları ve adayların titizlikle tüm aşamalarda yasalara bağlı kalmaları üzerinde vurgu yaparak halkın geçen 34 yıl içinde yapılan seçimlere katılmasının her seferinde ülke başından bir yığın belayı def edip ülke, millet ve inkılaba yeni bir ruh ve güç kattığını belirtti. 

Seçimleri "Değerli İslami ve milli büyük emanet olarak niteleyen İslam inkılabı rehberi anayasayı koruma konseyi, yürütme ve denetleme ve seçim güvenliğini koruma organlarının büyük emanet sayılan seçimlerin emanet darı olup önemli, kıymetli ve sonuçları kalıcı bir iş yaptıklarını söyledi.

 İmam Hamanei, 11. dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerini bazı açılardan geçmiştekilerden daha önemli olarak niteleyerek iki önemli seçim olan cumhurbaşkanlığı ve kent konseyleri seçimlerinin eş zamanlı olarak düzenlenmesinin bu dönem seçimlerin önemini daha da arttırdığını belirtti. 

Halkın seçimlere coşkuyla katılmasını İslam cumhuriyetinin kalıcılık faktörü olarak niteleyen İslam inkılabı rehberi, İslam cumhuriyetinin "Milletin toplu katılımı, ve halkın gerçekleşebilir, büyük ilke ve arzulara doğru birlikte hareket etmesi demek olduğu ve düşmanın bunu idrak ederek halkın katılımını azaltmaya çalıştığını belirtti.

 İslam cumhuriyetinin iktidarının halkın gönlü, bağlılığı, akıl, düşünce, basiret ve katılımına dayandığı ve bu güçlü desteğin bulunmaması halinde dünyadaki habis sultacıların İslam cumhuriyeti hedeflerindeki nizamı yaşatmayacağını söyledi.

Kaynak: MHA

İran'ın Güney doğusunda yer alan Sistan ve Beluçistan eyaleti Sünni medreseleri ulema ve müderrisleri Hz. Resulullah sav.in sahabesinin kabrine yönelik saygısızlık ve hakareti kınayarak bunun müstekbirliğin bir komplosu olduğunu bildirdiler.

Sistan ve Beluçistan eyaleti Çabehar şehri din medresesi müdürü Mevlevi Abdurrahman Turenc Zer Allah Resulünün yakın sahabelerinden Hocr bin Adiyy'in türbesinin Suriye'de silahlı teröristlerce tahrip edilmesini kınayarak, Sahabelerin konumunun müslümanlar nezdinde çok büyük olduğunu ve onların mezarlarına yönelik her türlü hakaret ve saygısızlığın küfür olduğunu ve kınandığını söyledi.

Yine Sistan ve Beluçistan eyaleti Serbaz şehri din medresesi müdürü Mevlana Seyyid Abdulvahhab Bozorgzade ise Hz. Resulullah sav.in sahabesinin kabrine yönelik saygısızlık ve hakarette bulunanların fasık olduklarını belirterek, bu çirkef girişimlerin Amerika ve siyonistlerin İslam alemine düşmanlıkları ve bölgenin güvensizliğe çekilmesi amacıyla yapıldığını bildirdi.

Yine aynı bölgede yer alan Geşt şehri din medresesi müftülerinden Mevlana Halit Dehvari de Hz. Resulullah sav.in sahabesinin kabrine yönelik saygısızlık ve hakarette bulunanların gerçekte müslüman olmadıklarını ve imansız kimseler olduklarını bildirdi.

irib

 

Washington'un , İran’a karşı koymak amacıyla “radar ve füze savar teknolojilerine erişimi” konusunda paylaşıma gidilmesini öngören “4+1” girişimiyle İsrail, Türkiye ve üç Arap devleti arasında işbirliğinin yapılmasının öngörüldüğü öne sürülüyor.

İngiltere’de Pazar günlerinde yayınlanan Sunday Times gazetesi, İsrail ile Türkiye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün’ün katımlıyla gerçekleşmesi planlanan işbirliği anlaşması ile bölgede İran, Irak, Suriye ve Hizbullah’dan oluşan “köktendinci hilal”in yerine “ılımlı bir hilal”i tesis etmeyi amaçladığını kaydetti.

İsrailli Jerusalem Post gazetesince yansıtılan habere göre, “Girişimin kapsamında İsrailli teknisiyenlerin, Suudi Arabistan ve BAE’nde radar teknolojilerinden elde edilen verilere erişmelerinin karşılığında ortaklarının uzmanlarının Kudüs’ün füze savar ve ileri radar savunma sistemlerinden yararlanabilecek”.

Bu arada, Sunday Times, haberinde Washington’un “4+1” planına ilişkin bir İsrailli yetkilinin “Amerikalılar, Tahran’ı caydırmak ve yayılmasını önlemek amacıyla bölgesel bir ittifak üzerinde çalışıyorlar” sözlerini de yansıttı.

Kaynak: Gazetevatan

 

Resulullah’ın (s.a.a) vasiyetlerinden biri de Kur’an tilavet etmektir. Kur’an tilavet etmenin, hıfzının, taşınmasının, kavranmasının, öğrenmesinin, sürekli okunmasının, anlam ve sırları hakkında tefekkür etmenin fazileti, kısır aklımızın alacağından çok daha fazladır. Bu hususta Ehl-i Beyt’ten nakledilen hadisler bu sayfalara sığmayacak kadar çoktur. Dolayısıyla bir kaçını aktarmakla yetiniyoruz.

Kafi’de yer alan bir hadiste İmam Sadık’a şöyle buyurmuştur: “Kur’an Allah’ın, kuluna bir ahdidir (anlaşmasıdır) ve Müslüman insanın her gün bu ahdine bakması ve günde en az elli ayet okuması yakışır.”

Hz. Seccad ise şöyle buyurmuştur: “Kur’an ayetleri hazinelerdir. O halde hazinelerden her biri açıldığında ona bakman yakışır.”

Bu iki hadis, zahiren, ayetler üzerinde tefekkür edilmesinin ve anlamlarının düşünülmesinin güzel olduğunu ifade etmektedir. İlahî muhkem ayetler üzerinde tefekkür etmek ve tevhid, hikmet ve marifetlerini anlamaya çalışmak; ilahi kelamın muhatabı olan vahy Ehl-i Beyt’ine sarılmadan, kendi şahsi görüş ve bozuk heveslerine uyanlar hususunda nehy edilmiş olan kendi reyine göre tefsirden apayrı bir şeydir. Bu husus, kendi yerinde ispatlanmıştır ve dolayısıyla da bu makamda detaylara yer vermek gereksizdir. Sadece Allah-u Teala’nın şu ayeti bile yeterlidir: “Onlar Kur’an üzerinde tefekkür etmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?”

Kur’an’a müracaat etmek ve manasına teveccühte bulunmak hadislerde oldukça tavsiye edilmiştir. Hatta Emir’ul Müminin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Tefekkür üzere olmayan bir kıraatin hiç bir hayrı yoktur.”

Bu hususta Ebi Ca’fer’den (a.s) naklen, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir gecede on ayet okuyan kimse gafillerden yazılmaz. Elli ayet okuyan ise zikredenlerden yazılır. Yüz ayet okuyan itaat edenlerden yazılır. İkiyüz ayet okuyan boyun eğenlerden yazılır. Üçyüz ayet okuyan, kurtuluşa erenlerden yazılır. Beşyüz ayet okuyan, ibadette çaba gösterenlerden yazılır. Bin ayet okuyana, en küçüğü Uhud dağı kadar, en büyüğü ise, yer ile gök arası kadar olan bir kıntar iyilik yazılır ki bir kıntar, onbeş bin (veya ellibin) miskal altın ve bir miskal da yirmidört kırat değerindedir”

Bir çok hadislerde, Kur’an’ın güzel bir surette tecessüm edeceği ve ehli ile kıraat edenlere şefaatte bulunacağı yer almıştır ki biz bunların naklinden vazgeçtik.

Bir hadiste ise şöyle yer almıştır: “Eğer mümin genç, Kur’an’ı tilavet ederse, Kur’an, onun et ve kanına karışır. Allah-u Teala onu değerli ve iyi elçileriyle birlikte kılar. Kıyamette Kur’an onun sığınağı olur. Allah’ın huzurunda (Kur’an) şöyle der: “Ey Allahım! Benimle amel edenler dışında her amel eden kimse mükafatını aldı. O halde beni okuyanlara, en iyi mükafatını ver.” Böylece Allah-u Teala ona (Kur’an ile amel edenlere) cennet elbiselerinden iki elbise giydirir ve başına keramet tacını koyar ve (Kur’an’a), “Acaba razı oldun mu?” diye hitab edilir. Kur’an, “Ben daha fazlasını ümit ediyordum.” diye arz eder. Böyle olunca da eman ve güven sağ eline, cennette ebedi kalmak ise sol eline verilir, böylece cennete girer ve kendisine, “Oku ve yücel.” denir. Daha sonra da Kur’an’a şöyle hitap edilir: “Biz onu bir çok makamlara ulaştırdık, acaba razı oldun mu?” Kur’an o zaman “Evet” der.”

Hakeza Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Kur’an’ı çok okur ve ezberlemede zorluklara katlanarak ahdini yenilerse, kendisine iki mükafat verilir.” Bu hadisten anlaşıldığı üzere Kur’an-ı Şerif’i tilavet etmekten maksat; insanın kalbine tesir etmesi, insanın batınının, ilahî kelamın sureti haline gelmesi ve meleke/yeti (aptitude)) mertebesinden tahakkuk (aktüel/edimsel) mertebesine ulaşmasıdır. Nitekim “Eğer mümin genç, Kur’an’ı tilavet ederse, Kur’an, onun et ve kanına karışır” sözü de buna işaret etmektedir. Bu da, Kur’an’ın suretinin kalpte yer etmesinden kinayedir. Öyle ki artık insanın batını liyakat ve kabiliyeti miktarınca Kelamullah-ı Mecid ve Kur’an-ı Hamid haline gelir. Kur’an’ı yüklenen kimselerin batını ise, her şeyi ihata eden ilahi kelamın tüm hakikati haline gelir. Bizzat Kur’an’ın kendisi, her şeyi kuşatan kesin bir kanıttır. Hz. Ali ve onun neslinden gelen masum imamlar ise tümüyle ilahî temiz ayetlerin tecessümüdür. Onlar Allah’ın büyük ayetleri ve tam Kur’an’dırlar. Hatta tüm ibadetlerde bu anlam amaçlanmıştır. İbadetlerde ve ibadetlerin tekrarındaki en büyük sırlarından birisi de, bu ibadetlerin hakikatinin aktüel hale getirilmesi, kalp ve zat batınının ibadetin suretiyle tecessüm etmesidir. Nitekim bir hadiste “Hz. Ali’nin (a.s) müminlerin namazı ve orucu olduğu” yer almıştır.

İbadetin Gençleri Etkilediğinin Beyanı Hakkında

Bu kalbî etkilenme ve batınî tecessüm, gençlik çağında daha iyi hasıl olur. Zira gencin kalbi latif ve tazedir, sefası daha çoktur. Meşguliyetleri, çatışmaları ve yoğunlukları ise daha azdır. Dolayısıyla tepkisi az, kabulü ise daha çoktur. Tüm güzel ve çirkin huylar, gencin kalbinde daha iyi, çabuk ve şiddetli şekilde etki eder. Bir çok gencin ehliyle muaşeret ettiği takdirde hak ve batılı, veya güzel ve çirkini hiç bir delil ve kanıt olmaksızın kabul ettiği görülmüştür. O halde gençler, kalplerinde güçlü bir iman da olsa kimlerle muaşeret ettiğinde iyi bakmalı ve kötülerle oturup kalkmaktan sakınmalıdır. Kötü kimselerle oturup kalkmak her sınıftan insan için zararlıdır. Hiç kimse kendine güvenmemeli, güzel ahlak ve ameline aldanmamalıdır. Nitekim hadislerde de kötü kimselerle muaşeret etmek yasaklanmıştır.

Kıraatin Adabı Hususunda

Özetle Kur’an-ı Kerim’in kıraatinden istenilen husus kalpte Kur’an'ın suretinin tecessüm etmesi, emir ve yasaklarının kalbi etkilemesi ve davetlerinin yerleşmesidir. Bunlar sadece kıraat adabına riayet edildiği zaman söz konusudur. Kıraat adabından maksadımız ise Kur’an kurrâları nezdinde mütedavil olan sadece tüm gücünü lafızların mahreci ile harfleri eda etmede tüketmesi türünden şeyler değildir. Aksi takdirde Kur’an ve anlamı hususunda tümüyle gaflete düşmekle beraber tecvit de bozulur, bir çok defa kelimeler aslî suretinden çıkar, madde ve suretiyle değişikliğe uğrar. Zaten şeytani hilelerinden biri de ibadet eden bir insanı ömrünün sonuna kadar Kur’an-ı Kerim’in lafızlarıyla meşgul etmesi; Kur’an’ın nüzul sırlarından, emir ve yasakları ile hak inançlara ve güzel ahlaka davetinin hakikatinden bütünüyle gafil kılmasıdır. Ancak elli yıllık kıraatten sonra, aşırı kalın ve şiddetli okuma sebebiyle kelam suretinden tamamıyla çıktığı ve ilginç bir hale geldiği anlaşılmaktadır! Dolayısıyla adaptan maksat, tertemiz şeriatta göz önünde bulundurulan adaptır ve bunların en büyüğü ve başlıcası da ayetler üzerinde tefekkür etmek ve ibret almaktır. Nitekim buna daha önce de işaret edilmişti.

Kafi’de yer alan bir hadiste İmam Sadık şöyle buyurmuştur. “Bu Kur’an’da hidayet meşaleleri ve karanlık gecenin kandilleri vardır. O halde görüş sahibi insan gözleriyle Kur’an’ı taramalı ve nurundan istifade etmek için gözlerini açmalıdır. Zira Kur’an’da tefekkür etmek basiretli kalbin hayatıdır. Karanlıklarda aydınlanan kimse nurdan istifade ettiği gibi (cehalet ve delalet karanlıklarında da Kur’an’dan istifade edilir).”

Hz. Ali ise uzun bir konuşmasında takva sahiplerinin sıfatı hakkında şöyle buyurmuştur: “Takva sahibi kimseler, Kur’an’da korkutucu bir ayete rastladıklarında gözlerini ve kalp kulaklarını açarlar. Bütün bedenleri titremeye başlar, kalpleri korkar, adeta cehennemin korkunç sesinin ve feci bir inilti ve solumasının kulaklarının dibinde olduğunu sanırlar. Teşvik eden bir ayete rastladıklarında ise hırsla ona itimat ederler ve kalpleri şevkten adeta uçar hale gelir. Adeta o vaatlerin hazır olduğunu sanırlar”

Açıkça bilindiği gibi Kur’an’ın manaları üzerinde tefekkür eden bir insanın kalbi etkilenir ve yavaş yavaş takva sahiplerinin mertebesine erer. Eğer ilahî yardıma mazhar olursa o makamdan da geçer ve tüm kuvve ve organları ilahî ayetlerden bir ayet haline gelir. Dolayısıyla ilahî hitapların cezbeleri onu kendinden geçirir, “oku ve yücel” hakikatini bu alemde elde eder, sonunda kelamı vasıtasız bir şekilde bizzat söyleyenden işitir ve böylece benim ve senin gibilerin hayaline bile gelmeyen şeyler olur.

Kıraatte İhlasın Beyanı Hakkında

Kur’an kıraatinin kalbi etkileme hususunda temel bir konumu bulunan ve yokluğu durumunda da hiç bir amelin kabul görmediği, hatta zayi ve batıl hale geldiği ve de Allah’ın gazabına neden olduğu olmazsa olmaz adaplarından biri de, uhrevi makamların sermayesi ve ahiret ticaretinin anamalı olan ihlastır.

Bu hususta da Ehl-i Beyt’ten bir çok rivayet nakledilmiştir. Örneğin İmam Bakır şöyle buyurmaktadır: “Kur’an kârileri üç kısımdır. Onlardan birisi Kur’an okur, kıraatini geçim vasıtası kılar, bu vasıtayla hükümdarlardan maaş alır ve insanlardan öne geçmeye çalışırlar. Birisi de Kur’an okur, harfleri ezber, Kur’an'ın sınırlarını zayi eder ve kasenin arkaya atıldığı gibi Kur’an’ı arkaya atarlar. Allah-u Teala bu tür Kur’an yüklenicilerini çoğaltmasın. Başka bir grup ise Kur’an’ı kıraat eder, Kur’an'ın devalarıyla kalp dertlerini ilaç etmeye çalışır. Onun vasıtasıyla geceleri (ibadet ile) sabahlar, gündüzleri (oruç tutarak) susuz geçirirler. Onunla camilerde namaz kılar ve gece (ibadet için) yatağından kalkarlar. Aziz ve cebbar olan Allah onlar vasıtasıyla belaları def eder, onlarla düşmanlara üstün gelir ve onlarla göklerden yağmur yağdırır. Allah’a andolsun ki Kur’an’ın bu kârileri simyadan daha değerlidir.”

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Halktan istifade etmek için Kur’an tilavet eden insan kıyamet gününde yüzünde hiç bir et olmaksızın kemik olduğu halde haşrolur.”

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ı öğrenen, onunla amel etmeyen ve dünya sevgisiyle ziynetini Kur’an’a tercih eden insan, Allah’ın gazabını hak eder ve hakikatte Allah’ın kitabını artlarına atan Hıristiyan ve Yahudilerin derecesindedir.

Kur’an’ı kıraat eden, ama bununla kendini beğenen ve dünyayı talep eden insan, kıyamet gününde yüzünde hiç et olmaksızın kemikli bir halde Allah’ın huzuruna çıkar, ateşe girinceye kadar Kur’an ensesine vurur ve sonunda cehenneme düşenlerle birlikte cehenneme düşer.”

Allah Kur’an’ı kıraat eden, ama amel etmeyen kimseyi kıyamet gününde kör olarak haşr eder ve o şöyle der: “Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim” der. Allah, “Böyledir, ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun, bugün de öylece unutulursun” der” Daha sonra onu ateşe atarlar.

Kur’an’ı Allah için ve sadece dinin öğretilerini öğrenmek için kıraat edenin sevabı, bütün meleklerin, nebilerin ve resullerin tümüne verilen sevap gibidir.”

Kur’an’ı riya, kendini beğenmek, cahillerle mücadele etmek, alimlere karşı kibirlenmek veya dünyayı elde etmek için öğrenen kimsenin Allah-u Teala kıyamette kemiklerini dağıtır ve ateşte hiç kimse onun kadar azap görmez. Allah-u Teala ona şiddetli gazap ettiği için de onu her türlü azapla cezalandırır.

Kur’an öğrenen, ilimde tevazu gösteren, bu ilmi Allah’ın kullarına öğreten ve sadece Allah nezdinde olanı taleb eden kimseye gelince, cennette hiç kimsenin sevabı ve derecesi, ondan daha büyük değildir ve cennetteki bütün yüce ve nefis makamlarda, nasibi en fazla ve derecesi en değerli kimsedir.”

Tertilin Manasının Beyanı Hakkında

Kur’an'ın nefiste etkili olmasına sebep olan ve Kur’an’ı kıraat eden kimsenin dikkat etmesi gereken hususlardan biri de kıraatte tertildir ve hadis-i şeriflerde yer aldığı üzere tertil; sürat ve acele ile kelimelerin birbirinden kopmasına ve dağılmasına neden olan aşırı yavaşlık ve gevşeme arasındaki orta yoldur.

Nitekim Kafi kendi senediyle Abdullah b. Süleyman’dan şöyle dediğini aktarmaktadır: Hz. İmam Sadık’a (a.s) “Kur’an’ı tertille okuyunuz.” ayeti sorunca şöyle buyurdu: “Hz Emir’ül Müminin Ali (a.s) şöyle buyurdu “Yani, Kur’an'ın harflerini kamil bir şekilde izhar et ve şiir okurken acele ettiğin gibi acele etme. Hakeza harfleri dağınık çakıl taşları gibi de dağıtma. Kalbi etkileyecek ve duygulandıracak bir şekilde okuyun ve derdiniz süreyi bitirmek olmamalıdır.”

O halde Allah’ın kelamını okumak, ilahî ayetlerle kendi kasvetli kalbini tedavi etmek, her şeyi ihata eden ilahi kelamla kalbi hastalıklarını iyileştirmek; bu gaybi ve nurlu meşalenin ve semavi “nur üstüne nur”un ışığından istifade ederek uhrevi makamlara ve kemal merhalelerine ulaşma yoluna ermek isteyen insan, bunun zahirî ve batınî araçlarını temin etmeli, zahirî ve manevi adaplarına riayet etmelidir; bizim gibi değil. Bizler Kur’an’ı okurken mana, maksat, emir, nehy, vaaz ve sakındırmalarından tümüyle gaflet ettiğimiz gibi, cehennemin sıfatları, şiddetli azabı ile cennet ve nimetlerinin niteliklerinin de bizimle hiç bir ilgisinin olmadığını sanıyoruz. Hatta Allah korusun bir roman okurken kalp huzurumuz daha çok ve duygularımız daha hassas iken, Allah-u Teala’nın kitabını okurken zahirî adaplarından bile gaflet ediyoruz.

Hadis-i şerifte yer aldığı üzere “Kur’an’ı hüzünlü bir şekilde ve güzel bir sesle okuyunuz.” Hz. Ali bin Hüseyin Kur’an’ı güzel bir şekilde tilavet ediyordu. Öyle ki oradan geçen kimseler duruyor, onun Kur’an okuyuşunu dinliyor ve kendinden geçiyorlardı. Ama biz Kur’an’ı okurken daha çok kendi güzel sesimizi insanlara duyurmaya çalışıyoruz. Kur’an veya ezanı bir vasıta kılıyoruz. Maksadımız Kur’an’ı tilavet etmek ve bu müstahap amelle amel etmek değildir. Özetle şeytanın ve nefs-i emmarenin hileleri çoktur ve genellikle batılı hakka benzetmekte, çirkin ve güzeli birbirine karıştırmaktadır. Dolayısıyla bunların şerrinden ve hilelerinden Allah’a sığınmak gerekir.

İmam Humeyni (k.s)

ABNA.İR

Şia Allah’ın kitabına ve Peygamber’in (s.a.a) sünnetine uyarak şer’i hükümleri istinbat etmek için aşağıdaki şu dört temel kaynaktan istifade etmektedir:

1- Allah’ın Kitabı

2- Sünnet

3- İcma

4- Akıl

Bu adı geçen kaynaklar arasında da Allah’ın kitabı ve Peygamber’in sünneti şia fıkhının en temel kaynağı konumundadır ve bu ikisi hakkında kısaca bir söz etmek istiyoruz:

 Allah’ın Kitabı; Kur’an

Şia mektenin takipçileri Kur’an’ı kendi fıkıhlarının en temel ve sağlam kaynağı ve ilahi hükümleri tanıma ölçüsü olarak kabul etmektedirler. Zira şia imamları İslam’ın semavi kitabı olan Kur’an’ı fıkhi hükümlerini elde etmek için en yüce kaynak olarak tanıtmışlardır. Böylece her görüş Kur’an’ın sözüyle değerlendirilmeli ve Kur’an ile örtüştüğü ve uyuştuğu taktirde kabul edilmelidir. Aksi taktirde de ondan yüz çevrilmelidir.

Şianın altıncı önderi olan İmam Sadık (a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Kur’an ile uyumlu olmayan her söz temelsiz bir sözdür” [1]

Hakeza İmam Sadık (a.s) da Peygamber-i Ekrem’den şöyle nakletmektedir: “Ey insanlar! Bana isnat ettikleri her söz eğer Allah’ın kitabıyla uyum içindeyse bendendir ve eğer onunla uyum içinde değilse benden değildir.” [2]

Bu iki hadis de Müslümanların semavi kitabının şia önderleri nezdinde şer’i hükümleri istinbat için en temel kaynak sayıldığını ortaya koymaktadır.

Sünnet

Sünnet de Allah Resulü’nün (s.a.a) sözleri, davranışları ve teyidi anlamında şia fıkhının ikinci berrak kaynağı mesabesindedir ve Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’i olan imamlar bağımsız olarak Peygamber’in sünnetini ve ilim hazinesini nakleden kimseler olarak gösterilmektedir. Elbette Peygamber-i Ekrem’in sözleri de diğer muteber yollardan elde edildiği taktirde yine de şia tarafından kabul görmektedir.

Burada iki alanda tartışmak ve incelemek gerekir:

Peygamber’in (s.a.a) Sünnetine Sarılmanın Delilleri

Şia İmamları, takipçilerine Kur’an’ı tavsiye etmenin yanısıra onlara Peygamber’in (s.a.a) sünnetini de tavsiye etmişlerdir. Kitap ve sünnetini birlikte övmüşlerdir. Nitekim İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Size bir söz ulaştığında, eğer Allah’ın kitabında ve Peygamber’in sözlerinde onun bir kanıtını bulursanız kabul edin. Aksi taktirde o söz getiren kimseye daha layıktır.” [3]

Hakeza İmam Muhammed-i Bakır (a.s) da Peygamber’in sünnetine sarılmayı, tüm şartları haiz bir fakihin temel şartı saymış ve şöyle buyurmuştur: “Gerçek fakih, dünyadan yüz çeviren, ahirete rağbet eden ve Peygamber’in (s.a.a) sünnetine sarılan kimsedir.” [4]

Şianın büyük önderleri, Peygamber’in sünneti hakkında öyle bir dereceye erişmişlerdir ki Allah’ın kitabı ve Peygamber’in sünnetine muhalefeti küfür sebebi olarak kabul etmişlerdir. İmam Sadık (a.s) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Herkim Allah’ın kitabına ve Muhammed’in (s.a.a) sünnetine muhalefet ederse şüphesiz kafirdir” [5]

Bu beyan üzere açıkça anlaşıldığı gibi şia diğer islami gruplardan daha çok Peygamber-i Ekrem’in sünnetine değer vermiştir ve böylece de Şia’yı Peygamber’in sünnetine itina göstermemekle itham eden kimselerin sözlerinin temelsiz olduğu ispat edilmiş olmaktadır.

Ehl-i Beytin (a.s) Hadislerine Sarılmanın Delilleri

Şia’nın, Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’in (a.s) hadisleri hakkındaki sözünün açıklığa kavuşması için şu iki konuyu incelememiz gerekir:

a-Masum önderlerin hadislerinin mahiyeti

b-Peygamber’in Ehl-i Beytine sarılmanın lüzumunun ve itibarının delilleri

Şimdi de apaçık deliller ışığında sözü fazla uzatmadan her iki konuyu incelemeye geçelim.

Allah Resulü’nün (s.a.a) hadislerinin mahiyeti

Şia açısından sadece alemlerin rabbi olan Allah insanlık toplumu için kanun koyma ve yasama hakkına sahiptir. Allah mukaddes şeriatın hüküm ve kanunlarını Peygamberi vesilesiyle tüm insanlara ulaştırmıştır. Açıkça bilindiği gibi Allah Resulü insanlar ile Allah arasında yegane vahiy ve yasama aracıdır. Bu beyan üzere anlaşıldığı gibi eğer şia Ehl-i Beyt’in hadislerini de kendi fıkhının kaynaklarından biri kabul etmişse bu Peygamber-i Ekrem’in sünneti karşısında onlara bir asalet ve bağımsız bir değer atfettiği anlamında değildir. Ehl-i Beyt’in hadislerinin itibarı da Allah Resulü’nün (s.a.a) sünnetini beyan ettiği sebebiyledir.

O halde şianın masum imamları da kendiliğinden bir söze sahip değildir ve dedikleri her şey Peygamber-i Ekrem’in sünnetinin ta kendisidir.

Burada bu sözü ispat etmek için Ehl-i Beyt’in bazı rivayetlerini aktarmayı uygun görüyoruz:

1- İmam Sadık (a.s) kendisine soru soran birine şöyle buyurmuştur: “Sana vereceğim her cevap Peygamber-i Ekrem’dendir ve biz kendi görüşümüz üzere konuşmayız.”[6]

Başka bir yerde ise şöyle buyurmuştur: “Benim sözüm babamın (İmam Bakır’ın), babamın sözü ise dedemin (İmam Ali b. Hüseyin’in) sözüdür. Dedemin sözü de Hüseyin b. Ali’nin ve Hüseyin’in sözü de Hasan b. Ali’nin ve İmam Hasan’ın sözü de Müminlerin Emiri’nin ve onun sözü de Allah Resulü’nün ve Allah Resulünün sözü de Aziz ve celil olan Allah’ın sözüdür.” [7]

İmam Muhammed Bakır (a.s) Cabir’e şöyle buyurmuştur: “Babam dedemden, o da Allah Resulü’nden (s.a.a) o da Cebrail’den (a.s), o da aziz ve celil olan Allah’dan bana nakletmiştir. Benim sana rivayet ettiğim de bu isnat iledir.” [8]

Söz konusu rivayetler ışığında Peygamber-i Ekrem’in sünnetinden ibaret olan şia imamlarının hadislerinin mahiyeti de açılığa kavuşmuş oldu.

Peygamber’in Ehl-i Beytine Sarılmanın Lüzumunun ve İtibarının Delilleri

Şii ve Sünni muhaddisler kendinden sonra iki değerli mirası emanet olarak bıraktığına, bütün Müslümanları bu iki emanete uymaya davet ettiğine ve insanların hidayet ve saadetinin sadece bu iki emanete sarılmalarıyla mümkün olduğuna ve bu iki emanetten birinin Allah’ın kitabı Kur’an, diğeri de Peygamber’in Ehl-i Beyti ve itreti olduğuna inanmaktadırlar.

Burada örnek olarak bu rivayetlerden bazılarını nakledelim.

1- Tirmizi Kendi Sahih’inde Cabir b. Abdullah Ensari’den ve o da Allah Resulü’nden şöyle rivayet etmiştir: “Ey insanlar, şüphesiz ben sizlere sarıldığınız müddetçe asla sapmayacağınız bir şey bırakıyorum. Bu Allah’ın kitabı ve benim itretim olan Ehl-i Beytimdir.” [9]

2- Hakeza Tirmizi adı geçen kitabında şöyle yazmaktadır: “Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben sizlere, benden sonra sarıldığınız müddetçe asla sapmayacağınız bir şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyük olan ve gök ile yer arasında sarkıtılmış bir ip olan Allah’ın kitabıdır ve diğeri ise itretim olan Ehl-i Beytimdir. Bunlar havuzda yanıma gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Benden sonra bu ikisine nasıl davrandığınıza iyi bakın.” [10]

3- Müslim b. Haccac Sahih’inde Peygamber-i Ekrem’in şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Ey insanlar! Ben de bir beşerim. Yakında Allah’ın elçisi (Azrail) bana da gelecek ve ben ona icabet edeceğim. Ben sizlere iki değerli şey bırakıyorum. Onların birincisi Allah’ın kitabıdır. Onda hidayet ve nur vardır. O halde Allah’ın kitabına sarılın.” Peygamber daha sonra insanları Kur’an’a teşvik etti ve şöyle buyurdu: “ve Ehl-i Beytim! Ben Ehl-i Beyt’im hakkında sizlere Allah’ı hatırlatıyorum, ben Ehl-i Beyt’im hakkında sizlere Allah’ı hatırlatıyorum, ben Ehl-i Beyt’im hakkında sizlere Allah’ı hatırlatıyorum.” [11]

4- Bir grup Muhaddis Peygamber-i Ekrem’den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Şüphesiz ben sizlere iki değerli emanet bırakıyorum. Bunlar Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytimdir. Şüphesiz onlar havuzda yanıma gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar.” [12]

Hatırlatmak gerekir ki bu konudaki hadisler burada zikredilemeyecek kadar çoktur. Büyük araştırmacı Seyyid Mir Hamid Hüseyin, bu hadisin senetlerini Abakat’ul-Envar adlı altı ciltlik kitabında bir araya toplamıştır.

Allah’ın kitabı ve Peygamber-i Ekrem’in sünnetinin yanısıra adı geçen rivayetler ışığında açıkça anlaşıldığı üzere Peygamber’in Ehl-i Beytine sarılmak ve onlara uymak İslam’ın zaruri hükümlerinden biridir. Onların sözlerini terk etmek ise insanın sapmasına ve delalete düşmesine sebep olur.

Burada ortaya çıkan soru şudur: İtaatleri Allah Resulü’nün emriyle bizlere farz olan Peygamber’in Ehl-i Beyti kimlerdir. Bu konunun anlaşılması için rivayetlere istinat ederek Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beytinin anlamını incelemeye çalışalım:

Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’i Kimlerdir?

Adı geçen rivayetlerden açıkça anlaşıldığı üzere Peygamber-i Ekrem bütün Müslümanları Ehl-i Beytine uymaya davet etmiş ve onları Allah’ın kitabının yanısıra kendisinden sonra insanların baş vuracağı kaynak olarak göstermiş ve büyük bir açıklıkla şöyle buyurmuştur: “Kur’an ve itret asla birbirinden ayrılmazlar.” Bu esas üzere Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyti Allah Resulü’nün kendilerini Kur’an’ın dengi olarak tanıttığı hükmünce ismet makamına sahip olan ve İslami öğretilerin berrak çeşmesinden içen kimselerdir. Zira aksi taktirde onlar da Allah’ın kitabının ayrılmış olurlardı. Oysa Peygamber-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Kur’an ve Ehl-i Beyt, havuzda yanıma gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaktır.

Böylece Ehl-i Beyti dakik olarak tanımanın zarureti ve sadece tümü Peygamber’in itretinden olan şia İmamlara uyarlanabilen sıfatları tanımanın gereği ispat edilmiş olmaktadır.

Şimdi de büyük İslam muhaddislerinin rivayetleri ışığında bu konudaki delillerimizi beyan edelim:

1- Müslim b. Haccac Sakaleyn hadisini beyan ettikten sonra şöyle demiştir: “Yezid b. Heyyan, Zeyd b. Erkam’a şöyle sordu: “Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyti kimlerdir? Onlar Peygamber’in eşleri midir?” Zeyd b. Erkam cevap olarak şöyle dedi: “Hayır (böyle değildir)! Allah’a yemin olsun ki kadın belli bir zaman erkek ile birliktedir. Daha sonra o şahıs babasının evine geri dönsün diye karısını boşar. Peygamber’in Ehl-i Beytinden maksat Peygamber’in aslı ve bağlısı olduğu kimselerdir. Yani aralarında derin bir yakınlık ilişkisi bulunan ve Peygamber’den sonra kendilerine sadakanın haram olduğu kimselerdir.” Bu rivayet de açık bir şekilde kendilerine sarılmanın tıpkı Allah’ın kitabına sarılmak gibi farz olduğu, Peygamber’in Ehl-i Beytinden maksadın Peygamber’in eşleri olmadığına tanıklık etmektedir. Aksine Peygamber’in Ehl-i Beyti cismani isnadın yanısıra Peygamber’e manevi bağlılık hususunda da özel bir liyakate sahip olan kimseler olmalıdır ki böylece onları Allah’ın kitabının yanısıra dünya Müslümanları için bir kaynak olarak göstermek mümkün olsun.

2- Peygamber-i Ekrem Ehl-i Beyt’in sadece sıfatlarını beyan etmekle kalmamış, onların sayısının  da on iki kişi olduğunu beyan etmiştir. Nitekim Müslim, Cabir b. Semere’den şöyle rivayet etmektedir: “Peygamber-i Ekrem’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu işittim: “İslam, on iki halifeyle aziz kalacaktır.” Daha sonra bir şey söyledi ki ben anlamadım. Babama Peygamber’in ne buyurduğunu sordum. Bana Peygamber’in şöyle buyurduğunu cevap verdi: “Onların tümü Kureyş’tendir.” [13]

Müslim b. Haccac aynı şekilde Allah Resulü’nden (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “İnsanların işleri kendilerine on iki imam hakim olduğu müddetçe bir düzen içinde olacaktır.” Bu iki rivayet şianın, “Şianın on iki imamı Peygamber-i Ekrem’den sonra insanların gerçek önderleridir” sözünün apaçık bir kanıtıdır. Zira İslam’da Allah Resulü’nden hemen sonra Müslümanların işlerinin merkezi konumunda olan ve İslam’ın izzet ve şevket sebebi bulunan on iki halife Peygamber’in Ehl-i Beytinden olan on iki imam dışında bir anlam ifade etmemektedir. Zira Müslümanların literatüründe raşit halifeler diye bilinen dört halifeden geçecek olursak Ümeyye oğulları ve Abbas oğullarından olan diğer yöneticiler tarihin de tanıklık ettiği kötü davranışlarıyla İslam ve Müslümanlar için bir utanç sebebi olmuştur.

Bu esas üzere Peygamber-i Ekrem’in Kur’an’ın dengi ve dünya Müslümanlarının merci makamı olarak tanıttığı Ehl-i Beytten maksat Peygamber’in itretinden olan on iki imamların bizzat kendisidir ve bu İmamlar Allah Resulü’nün sünnetinin koruyucusu ve ilminin taşıyıcılarıdır.

3- Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib (a.s) da Müslümanların önderlerinin Haşimoğullarından olduğunu söylemiştir. Bu da şianın Ehl-i Beyti tanıma hususunda söylemiş olduğu sözün doğruluğunun apaçık bir kanıtıdır. Nitekim Hz. Ali şöyle buyurmuştur: “İmamlar Kureyş’ten, Kureyş’in Haşimi soyun­dandır. Onlardan başkasına rehberlik yakışmaz, velayete onlardan başkası layık değildir.” [14]

Sonuç:

Bütün bu sözü edilen rivayetlerin genelinden şu iki hakikat ortaya çıkmaktadır:

1- Peygamber’in Ehl-i Beytine sarılmak ve onlara tabi olmak Allah’ın kitabına itaat gibi farzdır.

2- Kur’an’ı Kerim’in dengi ve dünya Müslümanlarının merci makamı olarak tanıtılan Allah Resulü’nün Ehl-i Beyti aşağıdaki özelliklere sahiptir:

a-Hepsi de Kureyş’ten ve Haşim oğulları boyundandır.

b-Onların hepsi de Allah Resulü ile öyle bir yakınlığa sahiptir ki onlara sadaka haramdır.

c-Ehl-i Beyt imamlarının tümü ismet makamına sahiptir. Aksi taktirde pratik olarak Kur’an-ı Kerim’den ayrı olmaları gerekirdi. Oysa Peygamber-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Bu Kur’an ve itretim Kevser havuzunun kenarında yanıma gelinceye kadar birbirinden asla ayrılmazlar.”

d-Ehl-i Beyt imamları on iki kişidir ve Allah Resulünden sonra birbiri ardında Müslümanların önderi ve velisi konumundadır.

e-Peygamberin (s.a.a) bu on iki halifesi İslam’ın gittikçe artan izzet ve şevketinin sebebidir.

Rivayetlerden elde edilen bu sıfatlar göz önünde bulundurulduğu taktirde, Peygamber’in Müslümanlara uymaya tavsiye ettiği Ehl-i Beyt imamlarından maksadının şianın fıkhi hükümlerini tanımada kendilerine uymak ve tabi olmakla övündüğü Peygamber-i Ekrem’in itretinden olan on iki İmam olduğu gerçeği gün gibi ortaya çıkacaktır.

Ayetullah Cafer Subhani

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Usul-i Kafi, c. 1, Kitab-u Fezl’il-İlm, Bab’ul-Ehz bi’l-Sünneti ve Şevahid’il-Kitap, 3. hadis

[2] a. g. e. 5. hadis

[3] Usul-i Kafi, c. 1, Kitab-u Fezl’il-İlm, Bab’ul-Ehz bi’l-Sünne ve Şevahid’il-Kitap, 3. hadis

[4] a. g. e. 8. hadis

[5] a. g. e. 6. hadis

[6] Cami-u Ehadis’iş-Şia, c. 1, s. 129

[7] a. g. e. s. 127

[8] a. g. e. s. 128

[9] Sahih-i Tirmizi, Kitab’ul-Menakıb, Bab-u Menakıb-ı Ehl-i Beyt’in-Nebi, c. 5, Beyrut baskısı, s. 662, 3786. hadis

[10] a. g. e. s. 63, 3788. hadis

[11] Sahih-i Müslim, c. 7, Bab-u Fezail-i Ali b. Ebi Talib, Mısır Baskısı, s. 122 ve 123

[12] Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 148; Es-Sevaik’ul-Muhrika, 11. bab, 1. fasıl, s. 149. Aşağıda zikredilen kitaplarda da buna yakın sözler yer almıştır: Müsned-i Ahmet, c. 5, s. 182 ve 189; Kenz’ul-Ummal, c. 1, Bab’ul-İ’tisam bi’l-Kitab-i ve’s-Sünne, s. 44

[13] Sahih-i Müslim, c. 6, s. 3, Mısır Baskısı

[14] Nehc’ül-Belağa, 144. hutbe

Şehit Hz. Hucr b. Adiyy’nin (r.a) kabrini açıp, cesedini bilinmeyen yere götürenlere ait resimler  internette yayınlanmıştı. Ancak fotoğrafları yayınlayan Özgür Suriye Ordusu mensupları Facebook hesaplarından fotoğrafların altında bazı açıklamalarda bulundular. O açıklamaların birinde şunları yazdılar: “Bakanız, Rafızilerin (Şiaların) kabirlerinin başına ne belalar getirdik. Humeyni’nin çocukları ve İranlılar şu anda ne haldeler? Ama bilmiyorlar ki yakında bunun aynısını onların başka kabirlerine de yapacağız. Ve en kısa zamanda Seyyide Zeyneb ve Rukayye’nin de kabirlerine doğru gideceğiz. Onların cesetlerini topraktan çıkarıp, onların putlarının başını parçalayacak ve ortadan kaldıracağız.”

Başka bir fotoğrafın altına ise şunları yazılmakta: “Bizler şu ana kadar Ayşe’yi savunmaktan bile korkuyorduk, ancak bugünlerde o kadar güçlendik ki artık onların mezarlarını bile yıkıyor ve onların tağutlarının kabirlerini ortadan kaldırıyoruz. Ve görüyorsunuz ki bize de hiçbir şey olmuyor.”

Üçüncü fotoğrafın açıklamasında ise şunları yazılmakta: “Burası (Hz. Hucr b. Adiyy’nin türbesini kast ediyor) Şiaların mekânı olmuştu. Buraya gelirler baş ve sinelerine vururlardı. Bu kabrin sahibinden Allah’tan daha çok çekinirler! Ve Allah yerine ona ibadet ederlerdi!”