کارگر

کارگر

İran ve 5+1 ülkeleri arasında Almatı’da yapılan müzakerelere işaret eden İran İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Üyesi, 5+1 ülkelerin nükleer bomba konusundaki İslam İnkılâbı Rehberinin fetvasını belge olarak kabul ettiklerini bildirdi.

İran ve 5+1 ülkeleri arasında Kazakistan’ın Almatı şehrinde yapılan müzakereleri Mehr Haber Ajansına değerlendiren İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Üyesi Avaz Haydarpur, bu müzakerelerin geleceğinin aydın olmasının yanı sıra İslami İran'ın lehine tamamlanacağını ifade etti.

Haydarpur, İran’ın gereksinim duyduğu zamana kadar uranyum zenginleştirme çalışmalarına devam edeceğini konuşmasına ekledi.

Nükleer enerjinin askeri amaçlı olarak kullanılmasını haram olarak bilen İmam Hamanei’nin fetvasına işaret eden Avaz Haydarpur, 5+1 ülkelerinin bu müzakerelerde Rehber’in fetvasını belge olarak kabul ettiklerini bildirdi.

5+1 ülkeleri Almatı müzakerelerinde zenginleştirme konusunda kabul gördüklerini dile getiren İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Üyesi, İslami İran'ın, UAEK yasaları çerçevesinde hakkını bırakmayacağı gibi çalışmalarına devam edeceğini vurguladı.

mha

 

İslami Şura Meclisi milletvekilleri yayınladığı ortak bildiride, İran'ın nükleer faaliyetleri asla durdurulamayacağını vurguladı.

İslami Şura Meclisi'nin 252 milletvekili İran ile 5+1 grubunun Almatı müzakereleri arefesinde bir bildiri yayınladı

Bildiride, nükleer enerjiden yararlanmak, İran milletinin kesin hakkı olduğu vurgulanırken, bazı uyarılar gündeme geldi.

İranlı milletvekilleri bildiride, İranlı müzakereci heyetten İran milletinin tüm haklarını NPT çerçevesinde savunmasını ve her türlü uzlaşmayı milli çıkarlar çerçevesinde yapmasını istedi.

İranlı milletvekilleri ayrıca Rusya ve Çin'den Amerika'nın mantıksız taleplerini izlememelerini ve NPT maddelerini savunmalarını istedi.

Bildiride, İran'ın nükleer faaliyetleri asla durdurulamayacağı vurgulandı.

İran Sipahiler Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı “Tel Aviv İHA’nın İsrail üzerinde 60-70 kilometreye kadar uçtuğunu iddia ediyor, halbuki İHA 400 kilometre kadar uzandı” dedi.

İslam İnkılabı Muhafızları (Sipahiler) Ordusu Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı General Emirali Hacizade yaptığı bir açıklamada “Eyüp” olarak adlandırılan insansız hava aracından (iha) söz ederken “İsrailliler İslami İran’ın böyle bir İHA teknolojisini elde edebileceğine inanamıyorlardı. Onlar sadece Almanların bu teknolojiye sahip olduğunu zannediyorlardı” dedi.

General Hacizade daha sonra “İsrailliler bu İHA’nın İsrail’in hava sahasında sadece 60-70 kilometreye kadar ilerliyebildiğini ilan ettiler. Halbuki “Eyüp” işgalci İsrail hava sahasında 400 kilometre uçuş yapmıştı” ifadesini kullandı.

Sipahiler Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı General Hacizade ayrıca, söz konusu İHA’nın radara yakalanmayacak bir şekilde tasarlandığını ve bunu da defalarca ispatladığını hatırlatarak “Bence Lübnan Hizbullah Hareketi bu İHA’nın güzergahını kasıtlı olarak İsrail’in balon kameraları önünden geçecek bir şekilde tasarladı. Belli bir hedefi vardı ve bizce bu hedefine de ulaştı” diye konuştu.

 İran İslam Cumhuriyeti Ordusu Deniz Kuvvetleri Komutanı, İran donanmasının 24. filosu yarın Pasifik Okyanusu'na varacağını bildirdi.

Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, gazetecilerle bir araya gelen İran İslam Cumhuriyeti Ordusu Deniz Kuvvetleri Komutanı Tuğamiral Habibullah Seyyari, deniz kuvvetlerinin 24. filosu yarın Pasifik okyanusuna varacağını bildirdi.

İran İslam Cumhuriyeti Deniz Kuvvetleri’nin serbest sularda bulunmasıyla ilgili İslam İnkılabı Rehberi’nin beyanatlarına atıfta bulunan Tuğamiral Seyyari, İran’ın serbest sularda barış ve dostluk mesajı taşıdığını söyledi.

Malaga Körfezi’nde demir atan İran’ın 24. filosuna işaret eden Tuğamiral Seyyari, İran donanması ilk kez serbest sularda 20 bin km yol alarak Asya’nın güney doğusu ve Pasifik Okyanusu'na ulaştığını dile getirdi.

Sayyari, İran donanmasının en son durağı Cang Jian adası olacağını kaydetti.

 

Hizbullah'a büyük kuşatma

Sol Haber'in Lübnan Al Manar sitesinden aktardığı habere göre Siyonist İsrail ve ABD'nin Avrupa'ya Lübnanlı direniş örgütünü "terör listesine" alması için başlattığı diplomatik atağa, Suriye'deki silahlı grupların saldırıları eklendi. Gelişmeler, Esad iktidarının devrilmesinin ardından hedefe konulacağı tahmin edilen Hizbullah için düğmeye daha erken basıldığını gösteriyor.

Lübnan'da selefi gruplar üzerinden Suudi Arabistan'la birlikte Hizbullah'a karşı örtülü operasyonlar düzenleyen ABD yönetimi bu stratejinin başarısızlığının ardından hedef tahtasına İran ile örgüt arasında bağlantı kuran Suriye'yi yerleştirdi. 

Suriye'de Beşar Esad yönetiminin devrilmesinin ardından sıranın Hizbullah'a geleceği, Şam yönetimine muhalif veya destekçi kesimlerin ortaklaştığı ender konulardan biriydi. 23 aydır Suriye'ye yönelik dış destekli müdahalenin hiçbir başarı elde edememesiyle, İsrail önce Suriye sorununa daha doğrudan müdahil olacağının sinyallerini verdi ve ardından Hizbullah'a karşı diplomatik ve askeri alanda büyük bir kuşatma başlatıldı.

İlk itiraf

İsrail'in Esad'ın devrilmesinin ardından sıranın Hizbullah'a geleceğini ilk kez açıkça geçtiğimiz Temmuz ayında açıkladı. İsrail Ordusunun kuzey sınırlarında konuşlandırılan 91'inci Tugayı'nın komutanı Hertzi Hallevy, gazetecilere "büyük bir Lübnan savaşına hazırlandıklarını ve müstakbel savaşın 2008'deki Gazze'ye yönelik saldırılarından çok daha büyük bir yıkıma neden olacağını" söylemişti. Hallevy planlanan saldırının hedefinin Güney Lübnan olduğunu ve amacının Hizbullah'ı yok etmek olduğunu kaydetmişti.

Aslında Hallevy'in söyledikleri, 2007'de Newyorker'da yayımlanan ve ABD'nin yeni dönemdeki dış politikasının ana hatlarını anlatan Seymour Hersh'in söyledikleriyle örtüşüyordu. Hersh'e göre, Lübnan'da selefi gruplar üzerinden Suudi Arabistan'la birlikte Hizbullah'a karşı örtülü operasyonlar düzenleyen ABD yönetimi bu stratejinin başarısızlığının ardından hedef tahtasına İran ile örgüt arasında bağlantı kuran Suriye'yi yerleştirdi.

İsrail doğrudan müdahil

2010 yılında ABD'nin Suriye yönetimine, Hizbullah'a verilen desteğin kesilmesi durumunda İsrail işgali altındaki Golan Tepesi'ni önermesinin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad yönetimi tarafından reddedilmesiyle birlikte vekalet savaşı olarak adlandırılan süreç başladı. Hallevy'in açıklamaları ise bu savaşın en çok kızıştığı 2012 yılının Temmuz ayında geldi. Libya'dan getirilen ve İskenderun Limanı üzerinden Esad yönetimine karşı savaşan silahlı gruplara ulaştırılan yüklü miktardaki silahla birlikte muhalifler Halep ve Şam'a yönelik büyük bir saldırı dalgası başlatmıştı ancak aradan geçen 6 ayda muhalifler herhangi bir başarı elde edemedikleri gibi, Ocak ayı itibariyle Suriye ordusu, özellikle güneyde karşı atağa geçerek, bu grupların işgali altındaki birçok yerleşim birimini ele geçirmeyi başardı. Ocak ayındaki bu değişimle birlikte, İsrail'in sürece çok daha aktif olarak müdahalesi başladı.

29 Ocak'ta Şam yakınlarındaki Cemraya'da bulunan askeri tesisin İsrail uçakları tarafından vurulmasından bir ay önce, Lübnan'da yayın yapan El Mayedin televizyonu Golan Tepeleri'ndeki tarafsız bölgede kendilerine Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adını veren grubun bazı üsler elde ettiğini belgelemişti. Bu üsler, aynı dönemde Ürdün'ün militanlara sınırı kapatmasının ardından güney eyaleti Dera'nın kontrolü için çok daha hayati bir öneme sahip oldu. Suriye yönetimi, Cermaya saldırısından İsraille işbirliği yapan silahlı grupları da sorumlu tuttu.

Cemraya saldırısından 15 gün sonra Lübnan'da bulunan İran Devrim Muhafızları komutanı silahlı saldırıda yaşamını yitirdi. İran yönetimi, Hüsam Hoşnevis'i "paralı milislerin ve İsrail yanlılarının" öldürdüğünü duyurdu.

İranlı komutanın öldürülmesi, Hizbullah'a yönelik en açık mesajlardan biri olarak dikkat çekti ve Tel Aviv yönetimi bu saldırıların ardından süratle harekete geçerek Avrupa'nın Hizbullah'ı terör örgütü listesine alınması için diplomatik baskısı yapmaya başladı. Bulgaristan yönetiminin Temmuz ayında 5 İsrailli turistin öldürülmesinden delil yetersizliğine rağmen Hizbullah'ı suçlaması ile ABD'nin de ortak olduğu diplomatik çaba yoğunlaştırıldı. İsrail'in Doğu Akdeniz'deki doğalgaz rezervleri için birlikte çalıştığı Güney Kıbrıs'tan da benzer bir suçlama geldi. İddialara göre, Hüssam Yakup adlı Lübnan pasaportlu bir tutuklu, Hizbullah üyesi olduğunu ve amacının İsrailli turistlere yönelik saldırılar için istihbarat toplamak olduğunu itiraf etmişti. Hizbullah ise İsrailli turistlere yönelik saldırıların sorumlusu olduğuna yönelik iddiaları kesin bir dille reddetti.

Avrupa Birliği (AB) içinde Hizbullah'ın terörist ilan edilmesine direnç gösteren Fransa'yı hedef alan diplomatik çabalarını artıran İsrail yönetimi, İç Güvenlik Bakanı Avi Dicther, hafta içinde Paris'e gönderildi. Dicther burada yaptığı açıklamada, AB'nin Hizbullah'ı terör örgütü saymamasının "saçma ve gerçeklikten uzak" olduğunu söyledi. Örgütün istedikleri gibi terör örgütü listesine alınması durumunda müstakbel saldırılarının finansal kaynaklarının kurutulacağını iddia etti. Avrupa Birliği ise henüz Hizbullah kararını açıklamadı... Hafta içinde AB Dışışleri Bakanları toplantısında, kesin bir karar için Bulgaristan'ın sunduğu dosyanın incelenmesi gerektiği diplomatik kaynaklar tarafından açıklandı.

ÖSO'dan Hizbullah'a saldırı

Diplomatik atak sürerken, ÖSO'dan önce Hizbullah'a saldırı tehdidi geldi ve örgüt adına Anadolu Ajansı'na önceki gün açıklamalarda bulunan Hisam el-Avvak, Hizbullah'ın, Suriye ve Lübnan'da bulunan bölgelerini bombaladıklarını açıkladı. ÖSO, saldırının nedeninin Hizbullah'ın, kendi kontrolleri altındaki bölgelere operasyon yapması olduğunu iddia etti ancak Hizbullah da, ÖSO'nun Lübnanlıların yaşadığı ve Lübnan toprakları içinde bulunan sınır köylerini ele geçirmeye çalıştığını savunuyor. Dün Russia Today'e konuşan Lübnan Dışışleri Bakanı Adnan Mansur da bu iddiaları doğruladı. Mansur, saldırgan tarafın ÖSO olduğuna, hedefin de Lübnan köyleri olduğuna dikkat çekti. Lübnanlı Bakan, köylerdeki çatışmaların bu saldırılara karşı "meşru müdafa" olduğunu vurguladı.

ABD'nin 2007 öncesindeki örtülü operasyonlarının finansörü olan Müstakbel Partisi'nin lideri Saad Hariri ise, ülkesinin resmi açıklamasıyla ters düşerek ''Hizbullah'ın esas görevi, artık İsrail'e karşı direniş değildir'' dedi.

Ülkenin kuzeyindeki Selefi gruplarla ittifak kurarak 2007 yılında Hizbullah'a karşı mücadeleye başlayan Hariri, "Hizbullah'ın Suriye cephesinde ne işi var? Suriye'deki silahlı grupların saldırılarını durdurmak görevimiz olsa bile, Lübnan sınırlarını savunma hakkını Hizbullah'a kim vermektedir" sorularını dile getirdi.

'Suriye'ye müdahale etmiyoruz'

ABD ve İsrail'e göre, Hizbullah Suriye ordusuna militanlara karşı mücadelesinde yardım ediyor. Bu iddia daha önce ÖSO komutanları ve bazı muhalif siyasetçiler tarafından da dile getirildi. Hizbullah, Suriye içinde askeri bir operasyona girişmediklerinde ısrarcı. Örgüt, daha önce yaptığı açıklamalarda Suriye ordusunun kendilerinden yardım talep etmediğini ve buna gerek de duymadığını açıklamıştı.

Hizbullah'ın Suriye içindeki savaşa dair konumu açıklık kazanmasa da, karşıtı Hariri ve müttefikleri bifiil Suriye savaşının içinde yer alıyor. Hariri'ye çok yakın bir isim olan Okab Sakr'ın Türkiye'de olduğu ve Körfez ülkelerinden gelen parayla militanların silahlandırılmasını kontrol ettiği ortaya çıkmıştı. Ayrıca Hariri'nin kuzeydeki müttefikleri olan Selefi gruplar da Suriye'ye savaşçı yolladıklarını gizlemiyorlar. Dahası ÖSO'nun Kuzey Lübnan'daki Trablusşam'da kamplar elde ettiği ve bu kentte silahlı militanlarının Arap Alevilerine yönelik saldırılara katıldığı biliniyor.

Hizbullah'a yönelik kuşatmanın ana amacı ise henüz belirsiz... Bazı yorumlar, İsrail'in Suriye'ye doğrudan müdahil oldukça, Hizbullah'ın misillemelerinden çekindiğini ve bu nedenle de örgütü zayıflatmak için operasyonlarına hız verdiğine dikkat çekiyor ancak ABD'nin muhaliflerle Şam yönetimi arasında müzakerelere ağırlık verdiği dönemde, bir diğer iddia ise Tel Aviv'in bitmekte olan savaştan çıkabileceği en büyük kazançla çıkmaya çalıştığına yönelik.

 

İslam Devrim Muhafızları Kara Kuvvetleri Komutnı, “Yüce Peyğamber(s)-8” askeri tatbikatı kapsamında gerçek düşma İHA’sını indirilmediklerini, ama onu tepit edip izlediklerini bildirdi.

Mehr haber ajansı muhabirine konuşan İslam Devrim Muhafızları Kara Kuvvetleri Komutanı General Muhammed Pakpur, “Yüce Peyğamber(s)-8” askeri tatbikatın amacını anlatarak, savunma amaçlı olan bu tatbikatta bütün amaçlarına ulaştıklarını ifade etti.

General Pakpur, bu tatbikatta birliklerin savaş kabiliyeti yükseltildiği gibi çeşitli taktikler test edildiğini konuşmasına ekledi.

Gerçek düşman İHA’sının indirilip indirilmediği sorusuna General Pakpur, bu haberi kesin dille red ederek, tatbikatta düşman İHA’sını indirmediklerini, ama onu tespit edilip izlenklerini açıkladı.

Mehr haber ajansının bildirdiğine göre, “Yüce Peyğamber(s)-8” askeri tatbikatı farazi düşman helikopterleri ve hedeflerine karşı kullanılan “Tondar” tanklarının top ateşleri ve “Tosan” füzelerinin fırlatılmasıyla sona erdi.

 

İslam Devrimi Lideri İmam Seyyid Ali Hamaneî’nin, İran’ın nükleer silahlarla ilgili tavrı, ABD ile müzakereler ve iç politik tartışmalar hakkında geçenlerde yaptığı önemli konuşmasının çevirisini sunuyoruz.

 

Aşağıdaki metin İmam Hamaneî'nin konuşmasının metnidir:

Size söylüyorum, ABD yetkilileri mantıksız kişilerdir. Görüşleri mantıksızdır. Amelleri mantıksız ve baskıcıdır.

Amerikalılar diğerlerinin onların yersiz taleplerine ve zorbalıklarına boyun eğmesini umuyorlar. Bazısı öyle yapıyor. Bazı hükümetler ve bazı ülkelerdeki bir kısım siyasi elitler Amerikan yetkililerinin küstahlık ve zorbalığına boyun eğiyorlar. Ama İran halkı ve İslam Cumhuriyeti teslim olmaya zorlanamaz. İslam Cumhuriyeti delil ve mantığa sahip; bu yetenek ve güçtür. Bu yüzden, İran, mantıksız sözleri ve eylemleri kabul etmeyecek. Amerikalı yetkililer nasıl mantıksızdır? Onların mantıksızlığını gösteren bir işaret, sözleri ile eylemleri arasındaki tezattır. Bir şey söylerler ve başka bir şekilde davranırlar.

İnsan haklarına adandıklarını iddia ederler. Evet, Amerikalılar insan hakları bayrağını taşıdıklarını ve insan haklarına adandıklarını söylüyorlar, hem de sadece kendi ülkelerinde, ABD'de değil, bilakis bütün dünyada. Bu ancak bir iddiadır. Pratikte nasıl peki? Pratikte, onlar en ağır ihlalleri işlerler ve diğer milletlerin insan haklarına karşı en ağır saygısızlığı gösterirler; gizli hapishaneleri Guantanamo'dan Irak'taki Ebu Garib'e kadar bütün dünyaya yayılmıştır; sivillere yönelik saldırıları Afganistan'da, Pakistan'da ve diğer ülkelerde devam etmektedir. İnsansız hava araçları diğer ülkelerin semalarında uçmaktadır ve insanlar üzerinde güç kullanmaktadır. Afganistan ve Pakistan'dan günlük olarak insansız hava aracı saldırısı haberleri duymaktasınız. Bununla birlikte, bu insansız hava araçları, geçenlerde bir Amerikan dergisinin yazdığı gibi, gelecekte Amerikalıların kendileri için sıkıntı sebebi olacaktır.

Amerikalı yetkililer on bir yıl evvel Irak'ı işgal etmeleri için bir bahane olarak kullandıkları nükleer silahların yayılmasının önlenmesine adandıklarını iddia ediyorlar. Irak'taki Saddam rejimi nükleer bombalar geliştiriyordu, dediler. O ülkede silah bulunmadı ve bu açıkça gösterdi ki, iddiaları bir yalandı. Onlar nükleer silahların önlenmesine adandıklarını söylüyorlar. Bir taraftan da, nükleer bombalarla silahlanmış ve diğerlerine karşı bu silahlarla tehdit oluşturan şeytani bir rejimi, Siyonist rejimi destekliyorlar. İşte, onların vaaz ettikleri şey budur ve yaptıkları şey de bu!

Demokrasiyi dünyada yükseltmeye adandıklarını iddia ediyorlar. Bu onların söylediğidir. Ben ABD demokrasisinin kendi tabiatı üzerinde durmayacağım. Bunu tartışmayacağım. Bu iddiaya dayanarak onlar İran İslam Cumhuriyeti gibi bölgedeki en şeffaf ve temiz demokrasiye sahip olan bir ülkeye daima muhalif ve karşıdırlar. Bir taraftan da, aynı bölgede demokrasi hakkında hiçbir şey bilmeyen, halkları hiçbir seçime veya oy sandığına şahit olmamış bazı ülkelerin arkasında ağırlıklarını hissettirirler ve bu gibi hükümetleri utanmazca desteklerler. Onların demokrasiye adanmışlıkları budur!

İran ile farklılıklarını halletmek istediklerini iddia ediyorlar. Bu iddiayı birçok kez ileri sürdüler ve şu an daha da ilerisine gidiyorlar. “İran ile anlaşmazlıklarımızı çözmek istiyoruz.” Bu onların söylediğidir. Pratikte, yaptırımlara ve kara propagandaya başvuruyorlar. Münasebetsiz açıklamalar yapıyorlar. İslam Cumhuriyeti ve İran halkına karşı iftiralarının seviyesini sürekli yükseltiyorlar.

Birkaç gün evvel, ABD Başkanı İran'ın nükleer programı hakkında bir konuşma yaptı ve Tahran nükleer silahlar üretmek istediğinden İran ile ABD arasında anlaşmazlık bulunuyormuş gibi konuştu. İran'ı bir atom silahı geliştirmekten alıkoyacak ellerinden gelen tüm çabayı göstereceklerini söylüyorlar. Şayet biz nükleer silahlar üretmek istesek, bizi nasıl durdurabilirsiniz ki? Eğer İran nükleer silahlar üretmeye niyetlenseydi, ABD asla bunu durduramazdı. Nükleer silahlar üretmek istemememizin sebebi ABD'nin bundan memnun olmaması değildir. Bu bizim inancımızdır.

Biz inanıyoruz ki, nükleer silah insanlığa karşı bir suçtur ve üretilmemelidir. Biz yine inanıyoruz ki, dünya çapında bütün nükleer silahlar imha edilmelidir. Bu bizim kendi inancımızdır. Sizinle bir ilgisi yok. Eğer buna inanmasaydık ve bir nükleer silah üretmeye karar verseydik, hiçbir kuvvet bizi engelleyemezdi, tıpkı dünyanın diğer bölgelerindeki diğer ülkelerin nükleer silahlar üretmelerine engel olmada başarısız oldukları gibi. Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore'de nükleer silahların üretilmesini önlemede başarısız oldular. Buna karşı çıktılar ama bu ülkeler nükleer bombalar ürettiler. İran'a nükleer silahlar üretme izni vermeyecekleri iddiası dikkatleri ana tartışmadan çevirmek içindir. Bu anlaşmazlık nükleer silahlar hakkında mıdır?

 Nükleer meselede, problem nükleer silahlar değildir. Mesele, İran halkını devredilemez ve inkâr edilemez bir hakkından, ülkelerin nükleer zenginleştirme ve kendi iç kapasitelerinde barışçıl kullanım hakkından mahrum etmek istemenizdir. Elbette, bunu yapamayacaksınız ve İran halkı hakkını kullanacak. Görüyorsunuz, onlar mantıktan yoksunlar. ABD yetkilileri mantıksız konuşuyorlar. Kimse mantıksız bir tarafla mantık temelinde konuşamaz. Onlar mantıksızdır. Mantıksızlık zorbalık anlamına gelir ve böyle birisi boş konuşur. Şurası bir gerçektir ki, geçmiş 30 yılda farklı uluslararası meselelerle açıkça uğraştık. Kiminle yüzleştiğimizi ve onlarla nasıl ilişki kurmamız gerektiğini biliyoruz.

İkinci nokta ABD'nin müzakere meselesini ortaya atmasıdır. İran'ı müzakereye davet ediyorlar. Onların mantıksız tavrı müzakere davetinde de görülüyor. Problemleri ve meseleleri çözme niyetleri yok. Bunu daha sonra açıklayacağım. İran'ı müzakereye davet etme amaçları propaganda yapmaktır. Müslüman halklara, “Bakın! İnat ve direnişine rağmen sonunda uysal bir yaklaşıma ve bizimle müzakerelere başlamaya zorlanan işte bu İslam Cumhuriyeti'dir. İran haklı böyle olduğunda, siz ne diyeceksiniz ki?”, demek istiyorlar. Bugün uyanış esintilerinin olduğu Müslüman ülkelerdeki yükselen halklara bunu söylemek istiyorlar.

Ve bu halklar muazzez İslam'a teşekkür ediyorlar. ABD onları susturmak ve hayal kırıklığına uğratma ihtiyacındadır. İslam İnkılâbı'nın zaferinden bu yana, bu, onların amaçlarından birisiydi. İslam İnkılâbı'nı takip eden ilk yıllardan beri amaçlarından birisi İran'ı müzakere masasına getirmek ve daha sonra, “Söylemiştim size! Bağımsız, kararlı ve cesur olduğunu iddia eden İran sonunda müzakere masasına gelmeye zorlandı”, demek için bir taviz koparmaktı.

 Bu amaç bugün de devam ediyor. Bu önemli bir meseledir. Müzakereler temel meselelerde bir şeyleri ortaya çıkarmayı amaçladığında veya yalnızca propagandayı amaçladığında (başkadır), şurası açıktır ki, diğer taraf, İslam Cumhuriyeti tecrübesiz değildir, kör değildir ve gerçek amacın ne olduğunu bilir. İran size niyetinize uygun bir karşılık verir. Bu başka bir noktadır. Üçüncüsü, Amerikalılar ve diğer egemen güçler için müzakereler, “Siz bizim taleplerimizi kabul edinceye kadar müzakere edelim”, anlamına gelir. Müzakerelerin amacı budur. “Müzakere edelim öyle ki, müzakerelerin sonucu evvelden reddettiğinizi kabule razı olacağınız şekilde olsun.”

Şimdi, kesinlikle duydunuz ki Amerikalılar İran ile müzakereler hakkındaki propagandalarında “İran'la müzakere edelim; İran ile doğrudan müzakereleri devreye alalım”, diyerek, bir sansasyon yarattılar. Bu, bugünkü açıklamalarında da açıkça görülür. “İran'ı (uranyum) zenginleştirmeyi durdurmaya ve nükleer enerjiden vazgeçmeye ikna etmek için müzakerelere oturalım”, diyorlar. Bu, onların amacı. Onlar, “Müzakere edelim ve böylelikle İran delillerini sunsun ve biz nükleer mesele hakkındaki baskıları kaldıralım, yaptırımları kaldıralım, İran içindeki güvenlik, politik ve diğer müdahaleleri durduralım”, demiyorlar. Onlar bunu söylemiyorlar.

Batılı ülkeler, “Müzakere edelim, öyle ki, İran taleplerimize boyun eğsin.”, diyorlar.

Peki, bu gibi müzakereler beyhudedir.

İran hükümeti teklifi kabul edip Amerikalılarla müzakere masasına otursa bile, bu gibi müzakereler bir neticeye ulaşmaz. Amaç bu olduğunda, bu nasıl bir diyalog olacaktır? Şurası açıktır ki, İran haklarından vazgeçmeyecektir.

 Propagandalarında, eğer İran ABD ile müzakere masasına oturursa yaptırımları kaldıracaklarmış gibi göründüler. Bu da bir yalandır. Yaptırımları kaldırmaya söz verme yoluyla İran halkını ABD ile müzakereye başlamaya hevesli göstermeyi amaçlıyorlar. Onların anlayışı İran halkına yaptırımlar sebebiyle bıkkınlık geldiği, çok acı çektikleri ve her şeyin darmadağın olduğu şeklindedir. Amerikalılar kendi kendilerine, “İran'a, tamam, müzakere edelim o zaman yaptırımları kaldıracağız”, diyorlar. Ve sanıyorlar ki, İran halkı yürüyecek ve ABD ile müzakerelere çağıracak. Bu da ABD tarafının aldatıcı ve zorbalık için bir araç olan mantıksız açıklamalarının bir diğeridir.

İlkin, dediğim gibi, İran'ı müzakerelere çağırdıklarında adalet ve mantık kavramları üzerinde bir diyalogu kast etmiyorlar. Müzakerelerden kasıtları “Bizim taleplerimize teslim olmak, boyun eğmek zorundasınız ve bundan sonra biz yaptırımları kaldıracağız”dır. Şayet İslam Cumhuriyeti ve İran halkı boyun eğmeyi isteseydi, niçin bir inkılâp başlattılar? ABD İslam İnkılâbı öncesi İran'a hükmediyordu ve her istediğini yapmıştı. İran halkı ABD boyunduruğundan özgürleşmek için bir ayaklanma başlattı. Onların tekrar boyun eğmelerini mi bekliyorsunuz? 

Evet, yaptırımlar baskı anlamına gelir. Bunda şüphe yok. Bunlar meşakkatlidir. Ama bu sıkıntıyı hafifletmek için iki yol var. Zayıf halklar baskı altına alındığında, düşmana boyun eğerler; bükülür; pişman olurlar. Fakat İran halkı gibi cesur bir halk, düşmanın baskı uyguladığını fark ettiğinde, iç kuvvetlerini faal hale getirmeyi deneyecek ve tehlikeli bölgeyi güçlüce ve yiğitçe geçecektir. Ve kesinlikle bunu yapacaktır.

 Amerikalılar İran'a zorbalık yapmadıklarını ispat etmeliler; fesatçılık yapmadıklarını ispatlamalılar; mantıksızca konuşmadıklarını ve hareket etmediklerini göstermeliler; İran halkının haklarına saygı duyduklarını ispatlamalılar; bölgedeki yangını ateşlemediklerini göstermeliler; İran halkının işlerine, 2009 fitnesi boyunca fitnecileri destekleyip onlara sosyal ağ siteleri sağladıkları gibi karışmayacaklarını ispatlamalılar; o günlerde bu sitelerden birisinin bakım için kapatılması planlandığında Amerikalı yetkililer, bu fitneyi ve fitne alevini etkilemek amacıyla “Kapatmayın”, dediler; eğer bu gibi şeyleri durdururlarsa, görecekler ki, İslam Cumhuriyeti iyi niyetli bir sistemdir ve İran halkı gerçekçidir.

 Yakın zaman evvel Meclis'te bir şeyler oldu. Bu, müessif bir olaydı. Yakışıksızdı. Halkı ve benzer şekilde seçkin kişileri üzdü. Ben iki sebepten dolayı üzüldüm. Bu mesele üzerine üzüldüm. Her hangi birisi de bu meselede halkı mutsuz gördüğünde üzülür. Peki, hükümetin başı, mahkemede ispatlanmamış bir iddiada bulundu, diğer iki erke karşı suçlamalar yükseltti. Bu kötü bir işti, üzücü bir hareketti. Bu gibi hareketler dine karşı (işler) hükmündedir; gayrı meşru ve gayrı ahlakidir de. Aynı zamanda, bu işler halkın haklarına tecavüzdür. Psikolojik güvenlik olduğu kadar ülkedeki ahlaki güvenlik de halkın temel haklarından birisidir.

Birisi yolsuzlukla itham edildiğinde, yolsuzluk davası mahkemede ispatlanmış olsa bile insan diğerlerini suçlayamaz, bu durumda bırakın iddiaların ispatlanmasını, bu kişi ne mahkeme önüne çıkarılmıştır ne de bunun öncesinde hakkında yasal bir işlem vardır. Bir başkasına karşı iddialar temelinde, bir kişi geliyor ve Meclis ve Yargı'ya karşı suçlamalar yükseltiyor. Bu doğru değildir. Bu yanlıştır. Şimdilik, bir parça öğüt vermekle iktifa edeceğim. İslam Cumhuriyeti bunu hak etmiyor.

Diğer taraftan, eski çalışma bakanı hakkında Meclis'teki görevi kötüye kullanma suçlaması önergesinin kendisi yanlış bir harekettir. Önerge/ itham bir kazanç getirmeli. Bu hükümetin süresinin bitmesinden birkaç ay evvel bir bakan kendisiyle ilişkisi olmayan gerekçelerle suçlandı. Bu ne anlama gelir? Niçin? Bu da yanlıştır. Yine ben bazı kişilerin Meclis'te müessif açıklamalar yaptıklarını duydum. Bu da yanlıştır. Tüm bu hareketler İslam Cumhuriyeti'ne ait değildir; ne bu iddialar ne de cevaplar ve bu itham. Meclis Başkanı da tepkisinde çok ileri gitti. Bu gereksizdi. Hepimiz kardeşler olduğumuzda, ortak düşman ile yüzleştiğimizde, bu komploya şahit olduğumuzda, ne yapacağız?

Bugüne kadar, yetkililer düşman tuzaklarıyla yüzleşmede birlik halinde kaldılar. Böyle yapmaya devam etmeliler. Her zaman böyle olmalı. Ben her zaman hükümetin organlarının başkanlarını ve yetkililerini destekledim. Sorumluluğu omuzlayan herkesi desteklemeye devam edeceğim ve onlara yardım edeceğim. Fakat bu gibi davranışları onaylamıyorum. Bu gibi davranışlar yükümlülüklerle ve edilen yemin ile uyumlu değildir. Onlar bu büyük halka bakmalılar.

Bu halk başka bir davranışı hak ediyor. Bugün, yetkililer ekonomik düğümleri çözmek için en iyisini yapmaya çalışmalılar; problemleri çözmek için. Hükümet ve Meclis'in her ikisi de, bütün enerjilerini ve gayretlerini ekonomik politikaları araştırmaya odaklamalılar. Birkaç yıl evvel, hükümet organlarının başkanlarına ekonomik yolsuzluk hakkında bir mektup yolladım. Peki, ekonomik yolsuzlukla mücadele edin. Lafla peynir gemisi yürümez. Yolsuzlukla mücadele eylemle olur. Sürekli ekonomik yolsuzluk hakkında konuşmamız faydasızdır. Peki, hangi önlemler alındı? Ne yaptınız? Bunlar insanı üzen şeylerdir. Ben yetkililerin dostluklarını canlandıracaklarını umuyorum zira düşmanlar İran halkına karşı tutumlarını şiddetlendirdiler. Ben onları safları çok daha sıkı tutmaya çağırıyorum.

 

medyasafak.com

 

 

Pakistan da çeşitli Şii bölgelerine ve Camilere yapılan alçakça bombalı saldırıları kınayan bir bildiri yayınlayan İslami Uyanışı Dünya Kurulu Genel Sekreteri Ali Ekber Velayeti, Pakistan’ın Kuveytiye kentinde müslümanlara yönelik yapılan terörist saldırısını kınayarak, gerici Arap ve bazı Batılı ülkelerin bu saldırıda Suriye’de uğradıkları yenilgilerin intikamını almak istediklerini ifade etti.

MHA'nın haberine göre, bir bildiri yayınlayan İslami Uyanışı Dünya Kurulu Sekreteri Ali Ekber Velayeti, Amerika ve uluslararası Siyonizm'in İsami uyanışın günden güne yayılmasının yanısıra sekiz günlük savaşta ve Suriye’de yenigiye uğramaları ardından Pakistan’ın Kuveytiye şehrinde müslümanlara yönelik terörist saldırısı düzenleyerek intikam almak istediklerini ifade etti.

Velayeti, düşman komplolarının yenilgiye uğraması için Pakistan’ın çeşitli etnik gruplarını, siyasi partilerini, devet ve milletini düşman komploları karşısında sağduyulu olmalarına davet etti.

İslami Uyanışı Dünya Kurulu Sekreteri, İslami Uyanışı Dünya Kurulu tarafından bu terörist saldırısının kınandığını belirterek ölenler için rahmet ve yaralananlar için acil şifalar diledi.

 

Pazartesi, 18 Şubat 2013 09:49

İmam Hamanei: "Nükleer Silahlar Yok Olmalı"

İran’ın nükleer programına işaret eden İslam İnkılabı Rehberi, İran’ın nükleer silah üretmek istemediği gibi nükleer silahın yok olması gerektiği inancında olduğunu söyledi.

Mehr haber ajansının İslam İnkılabı Rehberi’nin bürosuna dayandırdığı habere göre, bu sabah Tebriz halkının binlercesini kabul eden İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, halkın psikolojik ve ahlaki açısından huzura ihtiyacı olduğunu ifade etti.

İmam Hamanei, bazı kişilerin velayet karşıtı veya basiret karşıtı olarak nitelendirilmesine tepki göstererek, bu gibi yaklaşımların önü kesilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Kouşmasının bir bölümünde İran’ın nükleer programına işaret eden İslam İnkılabı Rehberi, “Nükleer silah üretmek istemediğimiz gibi nükleer silahın yok olması gerektiği inancındayız. Yoksa buna inanmayarak silah üretimine karar verseydik hiçbir güç buna engelleyemezdi”dedi.

İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei konuşmasının devamında 22 Behmen devrim yıldönümündeki halkın geniş katılımına işaret ederek, ekonomik sorunu ve hayat pahalılığın, özellike ekonomik açısından zayıf olan kesmin İslam düzeninden ayrı kalmasına sebebiyet vermediğini hatırlattı

 

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, Pakistan'ın Kuveyte kentinde düzenlenen hain terör saldırısını şiddetle kınadı.

Pakistanlı mevkidaşı Hana Rabbani'ye bir mesaj yollayan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Kuveyte kentinde mazlum Şii Müslümanların katledildiği terör eylemini kınayarak Pakistan milletine ve devletine ve olayda hayatını kaybedenlerin yakınlarına baş sağlığı diledi.

Salihi bu tür cinayetlerin aslında ecnebilerin Pakistan milletine ve milli çıkarlarına yönelik tefrikacı politikaların izlenmesi sonucu yaşandığını vurguladı.

Uluslararası camianın terörle mücadele konusunda yükümlülüklerini hatırlatan Salihi, Müslümanların be şekilde katledilmelerine karşı gereken tedbirlerin alınmasını ve bu bağlamda Pakistan yönetimi, dini şahsiyetleri ve halk kitlelerinin birliğini korumalarını temenni etti.