
کارگر
ABD’nin Hizbullah Korkusu
ABD Savunma Bakanı, İsrailli mevkidaşına Lübnan sınırındaki faaliyetlerinden dolayı endişesini aktardı. Hizbullah ve İsrail arasında artan gerilimin, ABD’li Bakan’da savaşın genişleyeceği tedirginliği yarattığı belirtildi
Amerikan Axios sitesinde çıkan bir habere göre Washington’un Tel Aviv’i Hizbullah’la olan çatışmalardan dolayı uyardığı belirtildi. Görüşme hakkında bilgi sahibi üç İsrailli ve ABD'li kaynağa göre, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin cumartesi günü İsrailli mevkidaşı Yoav Gallant ile yaptığı telefon görüşmesinde İsrail'in İsrail-Lübnan sınırındaki gerilimin tırmanmasında oynadığı rolden duyduğu endişeyi dile getirdi. Austin'in Gallant'a gönderdiği mesajın, Beyaz Saray'da İsrail'in Lübnan'daki askeri harekatının sınır boyunca gerilimi tırmandırdığı ve bunun da bölgesel bir savaşa yol açabileceği yönünde artan tedirginliği yansıttığı vurgulandı.
İSRAİL REDDEDİYOR
Konuyla ilgili bilgi sahibi kaynaklara göre, Biden yönetimindeki bazı kişiler İsrail'in Hizbullah'ı kışkırtmaya ve Lübnan'da ABD ve diğer ülkeleri çatışmanın içine çekebilecek daha geniş bir savaş için bahane yaratmaya çalıştığından endişe ediyor. İsrailli yetkililer ise bunu kesin bir dille reddediyor. Hizbullah sınır boyunca İsrail karakollarına tanksavar füzeleri ateşledi, İsrail Hizbullah mevzilerine hava saldırıları düzenledi ve Lübnan'dan İsrail'in kuzeyindeki kasabalara Hizbullah roketleri fırlatıldı. On İsrail askeri ve sivili öldürülürken 60'tan fazla Hizbullah mensubu ve çok sayıda Lübnanlı sivil de hayatını kaybetti. İsrail, HAMAS'ın 7 Ekim'de yaptığına benzer bir Hizbullah operasyonuna karşı önlem olarak sınıra yakın İsrail köy ve kasabalarından on binlerce sivili tahliye etti.
‘ÇATIŞMAYI GAZZE İLE SINIRLI TUT’
Bir ABD'li kaynak Beyaz Saray'ın Austin'den Gallant'a İsrail'in Lübnan'daki askeri eylemlerinin tırmanmasından duyduğu endişeyi dile getirmesini istediğini söyledi. Görüşmenin kamuoyuna açıklanan metninde Pentagon, Austin'in Lübnan'dan özellikle bahsetmeden "çatışmanın Gazze ile sınırlı tutulması ve bölgesel tırmanıştan kaçınılması gerektiğini vurguladığını" söyledi.
Ancak görüşme hakkında bilgi sahibi olan ABD'li ve İsrailli kaynaklar bunun çok doğrudan ve samimi bir görüşme olduğunu ve Austin'in İsrail'in Lübnan'daki askeri eylemleriyle ilgili endişelerini özellikle dile getirdiğini söyledi. İsrailli bir kaynak Austin'in Gallant'tan İsrail'in Lübnan'daki hava saldırıları konusunda açıklama istediğini ve İsrail ile Hizbullah arasında topyekün bir savaşa yol açabilecek adımlardan kaçınılmasını istediğini söyledi. İsrailli kaynağa göre Gallant Austin'e İsrail politikasının Lübnan'da ikinci bir cephe açmak olmadığını söyledi ve böyle bir senaryonun gerçekleşeceğini düşünmediğini vurguladı. Gallant ayrıca Austin'e Hizbullah'ın saldırılarını arttırdığını ve Suriye'den 350 mil ötedeki Eilat şehrine bir insansız hava aracı saldırısı düzenlediğini söyledi. Gallant Austin'e "Hizbullah ateşle oynuyor" dedi.
YORUM YAPMADILAR
Pentagon Austin-Gallant görüşmesiyle ilgili sorulara hemen yanıt vermedi. İsrail Savunma Bakanlığı ise yorum yapmayı reddetti. Biden yönetimi Lübnan hükümetine ve diğer bölgesel güçlere Hizbullah'ın savaşa katılmasını engellemek için ellerinden geleni yapmaları konusunda baskı yapıyor. Konuyla ilgili doğrudan bilgi sahibi bir kaynak, Başkan Biden'ın kıdemli danışmanı Amos Hochstein'ın geçen hafta Lübnan'a gittiğini ve Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri ve diğer Lübnanlı yetkililer aracılığıyla Hizbullah'a durumu tırmandırmaması yönünde güçlü bir uyarıda bulunduğunu söyledi. Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsünün Axios'a verdiği bilgiye göre Hochstein ziyaret sırasında "ABD'nin Gazze'deki çatışmanın Lübnan'a sıçramasını istemediğini ve İsrail-Lübnan sınırında sükûnetin yeniden tesis edilmesinin hem Lübnan hem de İsrail için en yüksek öncelik olması gerektiğini” yineledi. Konuyla ilgili bilgi sahibi iki kaynak, Biden yönetiminin Hochstein'ın ziyareti sırasında ve sonrasında edindiği izlenimin, Lübnan hükümeti ve halkının yanı sıra Hizbullah'ın da İsrail'le bir savaşla ilgilenmediği yönünde olduğunu söyledi.
ALARMA GEÇTİLER
İsrailli kaynağa göre Biden yönetimi, Hizbullah'ı İsrail ile çatışmayı önemli ölçüde genişletebilecek bir şekilde karşılık vermeye itme potansiyeli yüksek olan iki olaydan dolayı alarma geçti. Birinci olay İsrail'in hava saldırısı Güney Lübnan'da bir arabaya isabet etti ve yaşlı bir kadınla üç torunu öldü. İsrail ordusunun bunu kabul etmesi günler sürdü. İkinci olay ise cumartesi günü Austin ve Gallant arasındaki telefon görüşmesinden önce, İsrail ordusunun sınırın yaklaşık 25 mil kuzeyinde bir insansız hava aracı saldırısı yapılmasıyla yaşandı. Bu saldırı savaşın başlamasından bu yana Lübnan'da yapılan en uzun menzilli saldırı oldu. İsrailli kaynak, Biden yönetimi yetkililerinin de Gallant'ın Hizbullah'a yönelik tehditlerinden endişe duyduklarını söyledi. İsrail basını savaşın başlamasından birkaç gün sonra Gallant ve bazı üst düzey ordu komutanlarının Lübnan'da Hizbullah'a karşı geniş çaplı bir önleyici saldırı düzenlemek istediklerini yazmıştı.
‘SAVAŞ GENİŞLEMIŞ’
İsrail saldırılarına açıktan destek veren ABD’nin, zaman zaman İran’a yönelik kullandığı tehdit sözlerine İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacızade yanıt verdi.
“Bugün savaş genişledi ve bugün Lübnan da işin içine girdi. Çatışmaların boyutlarının daha da artması mümkün, gelecek çok belirsiz ama İran her türlü koşula hazır.” diyen Hacızade, “Amerikalılar İran'ı tehdit etmiyor. Bazen bir gecede İran'la üç aşamalı yazışmalar yapıyorlar ve bu yazışmaların tamamı dilek ve rica dilinde oluyor. İran kimsenin tehdit etmek isteyeceği bir durumda değil, gücümüzün zirvesindeyiz ve kendimizi her duruma hazırladık.” ifadelerini kullandı.
7 Ekim’de başlayan Aksa Tufanı Operasyonu’nu da değerlendiren Hacızade, “Filistinli savaşçıların zaferi büyük bir stratejik zaferdir. Bu zafer, taktiksel tedbirlerle, suç operasyonlarıyla ve çocukları şehit ederek yok edilemez. İran İslam Cumhuriyeti’nin 40 yılı aşkındır söylediği suçlar tüm kıtalardaki milletler tarafından fark edilmiştir. Belki geçmişte İran İslam Cumhuriyeti yetkilileri Siyonist rejim hakkında neden bu şekilde konuştukları konusunda eleştirilmişti. Ama artık bunların çocuk katili olduğu ve rejimin işlediği suçların derinliği herkes tarafından açıkça anlaşılmıştır.” diye konuştu.
Ey ABD…
Ey Biden; senin Ortadoğu’da ne işin var? Hangi yüzle gidiyorsun oraya?
Ey Biden; senin Ortadoğu’da ne işin var? Hangi yüzle gidiyorsun oraya? Barış maskesi takmış yaşlı katil, senin o topraklara ne götürdüğün aslında belli. İrak’a, Libya’ya, Suriye’ye ne götürdüysen yine onu götürüyorsun. Barış adı altında savaşı, kanı, gözyaşını, ölümü… Küreselleşmen ve her ülke gibi Türkiye’ye de diktiğin “koruma şemsiyelerin”(!) üslerinle bütün dünya ülkelerine ne götürdüysen yine onu… Yüz yıla yakındır barış adı altında dünyaya ne dağıttıysan onu… Üslerini, bombalarını ve savaş gemilerini yani. Sen Kore’ye, Vietnam’a, Afganistan’a, Kamboçya’ya, Latin Amerika’ya, Küba’ya, Filipinlere ne götürdüysen yine onu götürüyorsun. Ölüm senin barış güvercininin gagasında taşıdığı atom bombalarıdır. Ey Biden! Ey kendini İskender zanneden Haçlı generali; sen kendini ne sanıyorsun? Dünya sana mı kaldı? Tıpkı Hitler gibi sen de dünyayı ağzına layık bir lokma mı sanmaktasın yoksa? Dünya senin oyuncağın mı akıl fukarası? Ellerinden Vietnamlıların ve Iraklıların kanı akan, palyaço kılıklı Amerikan Jokeri! Ortadoğu kördüğümü Gorgion’u sen mi çözeceksin keskin “fosfor bombalı”, bilmem ne yapımı lazerli kılıcınla? O teknoloji harikası silahlarını Ortadoğu’ya çevirip kördüğümü parçalayarak “Geldim gördüm yendim” mi diyeceksin? Ne de güzel barış ama!
ÇAĞDAŞ NAZİZMİN ASIL YARATICISI
Ey ABD! Kimsin sen? Bak şimdi ne diyeceğim sana: Tıpkı Ukrayna’yı da Gargamel kılığına bürünerek perde arkasından Rusya’nın önüne atıp savaşa sürüklediğin gibi 2. Dünya Savaşı’nda da senin parmağın olduğunu ve Hitler’i şişirip Yahudilerin başına musallat ettiğini düşünmeden de edemiyorum ya; şimdi de Siyonizmin mucidi olarak Yahudileri Müslümanlara karşı kullandığını görmüyor mu sanki dünya? Ortaçağ din savaşlarını yeniden devreye sokup halkları halklara kırdırarak topraklarını işgal amacı güttüğünü bilmiyor mu herkes? Çağdaş nazizmin asıl yaratıcısı da sensin: Usame Bin Ladin’i önce yaratıp kendine saldırtan sonra da öldüren sen değil misin? Asıl barbar Usame mi yoksa sen misin? Senin ölüm makinesi üslerinin benim topraklarımda da ne işi var? Neyi planlıyorsun? Ortadoğu’yla birlikte beni de din savaşlarının içine sürükleyerek yoketmeyi mi? Yoksa tüm dünyayı Neron gibi ateşe vermeyi mi? Ey ABD! Gargamel kılıklı başkanını derhal o topraklardan çek! Yoksa Ortadoğu senin başına yıkılan gökkubbe olacak.
TANSU BELE
Aydinlik
ABD Üssüne Saldırıyı Irak İslami Direnişi Üstlendi
Iraklı silahlı grupların Suriye'nin güneydoğusunda yer alan ABD üssüne saldırdığı bildirilirken, saldırıyı Irak İslami Direniş güçleri üstlendi.
Suriye radyo istasyonu Sham FM tarafından, Irak İslami Direniş güçlerinin açıklamasına dayanılarak paylaşılan bilgide, 'Irak İslami Direniş' adlı yapının Suriye'nin güneydoğusunda yer alan El-Karya el-Khadra bölgesindeki bir ABD askeri üssüne saldırı düzenlendiği aktarıldı.
Pazartesi gecesi gerçekleşen saldırının Irak direniş güçleri tarafından gerçekleştirildiği, Suriye'nin doğusundaki Amerikan Yeşil Köy askeri üssünün hedef alındığı eklendi.
Haberde, "Irak İslami Direniş Güçleri, işgalci Amerikan kuvvetlerinin bulunduğu bir üsse insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenlediklerini söyledi” ifadelerine yer verildi.
Hamas: İsrail 'Hayali İlerleme' Propagandası Yapıyor
Hamas, İsrail'in Gazze Şeridi'nde gerçekte olmayan "hayali ilerleme" propagandası yapmaya ve kendi halkına karşı "psikolojik savaş" yürütmeye çalışıyor, Filistinli savaşçılar İsrail ordusuna karşı nitelikli operasyonlar gerçekleştirdi dedi.
Hamas'ın internet sitesinde yayınlanan açıklamaya göre, Hamas Sözcüsü Fevzi Berhum, İsrail'in, Gazze Şeridi'ne giren kara güçlerinin birkaç cephede dikkate değer ilerleme kaydettiğini duyurmasını "hayali ilerleme" olarak değerlendirdi.
Berhum, İsrail'in Gazze Şeridi'nde "hayali ilerleme" propagandası yapmaya ve kendi halkına karşı "psikolojik savaş" yürütmeye çalıştığını belirtti.
Filistin direnişinin istikrarlı ve yükselişte olduğunu, mücadeleyi tam bir farkındalık, anlayış ve yetenekle yönettiğini ve sahanın yönetiminin direnişin kontrolü altında olduğunu kaydeden Berhum, İsrail tanklarının sınırlı bölgelerde var olmasının sahada kontrolü sağladığı anlamına gelmediğini ifade etti.
Berhum, Gazze'deki direnişin günün her saatinde nitelikli ve yaratıcı operasyonlar yürüttüğünü, tüm cephelerde İsrail tanklarını ve zırhlı araçlarını imha etmeyi ve İsrail askerlerini öldürmeyi sürdürdüğünü vurguladı.
57 Ülke İsrail’in İçinden Geçti! Gazanız Mübarektir!
Arap ve İslam aleminden 57 ülkenin buluşması Gazze’de soykırım yapan İsrail’i titretti mi? Şu şaaşalı zirveden savaşı durduracak bir ağırlık çıktı mı?
İsrail hiç tınmadığına göre yanıt olumsuz. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ne kadar mühim bir iş başardıklarına dair “maiyetindeki gazetecilere” uzun uzun anlattıklarına bakılırsa İsrail’in hayli tırsmış olması gerekirdi.
Doğrusu savaşın 36’ncı gününde ancak toplanabilmiş Arap ve İslam ülkelerinin kendi içlerindeki derin çelişkiler ve çıkar ilişkileri ortak bir tutuma izin vermiyor.
Normalde Riyad’da Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) aynı ayrı zirve yapacaktı. Arap Birliği’nin Dışişleri Bakanları’nın hazırlık toplantısında üye devletlerin tutumları öylesine taban tabana zıttı ki zirve kaçınılmaz olarak fiyaskoya dönüşecekti. Bundan kaçınmak için Suudiler oldubittiyle Arap Birliği ve İİT zirvelerini birleştirdi.
***
Arap Birliği’nin hazırlık toplantısında İsrail’i üzecek yaptırım önerilerine geçit verilmedi.
Arap ülkelerindeki ABD askeri üsleri ve diğer üslerin İsrail'e silah ve mühimmat sağlamak için kullanılmasının engellenmesi önerilerinden biriydi. Reddedildi.
Üslerin olduğu ülkeler belli: Katar, Bahreyn, Kuveyt, BAE, Suudi Arabistan, Umman, Ürdün ve Irak.
İkinci öneri “İsrail ile diplomatik, ekonomik, güvenlik ve askeri ilişkilerinin dondurması” idi. Bunun muhatapları Mısır, Ürdün, BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan. Ürdün elçisini geçici olarak çekerken Bahreyn elçisini çekip ticari anlaşmaları askıya alma önerisini kralın onayına sundu. İlişkiyi donduran ya da bitiren yok. Pek çoğu bu tür bir adımın kendilerini özellikle Batı’da parya durumuna düşüreceğini düşünüyor. Yani ABD ve AB de bize misilleme yaparsa korkusu…
Bir diğer öneri saldırganlığı sona erdirecek bir baskı yaratmak amacıyla petrol ve ekonomik ambargoya gidilmesiydi. Suudiler Amerikalılara peşinen petrolün silah olarak kullanılmayacağı garantisi vermişti. Yine Suudiler Abraham Anlaşmalarını müzakere sürecine dönebileceklerini belirtiyor.
Bu tür öneriler yaptırım altındaki Suriye’nin dışında çok az sayıda taraf toplayabilir.
İsrail sivil uçaklarının Arap hava sahasında uçmasının engellenmesi de kabul edilmeyen öneriler arasındaydı. Yaptırım Arap siyasi zümresine çok uzak bir fikir.
Korkmalarını gerektirmeyen bir öneri vardı ki o da benimsenmedi: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısını durdurma talebini iletmek üzere New York (BM), Washington, Brüksel (AB), Cenevre, Londra ve Paris'e gidecek bakanlar düzeyinde bir Arap komitesinin oluşturulması.
Üst düzey bir diplomatik baskı hamlesi bile lüzumsuz görüldüyse Arap Birliği’nin varlık nedeni kalmamış, hepten çürümüş demektir.
Arap Birliği’nin bu haliyle dikkate alınma şansı sıfır.
***
Arap İslam Ortak Olağanüstü Zirvesi’ne gelince. Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi sözden fiile geçilmesini isteyen konuşmalar yaptı. Esad “katliam ve yardım” sarmalından çıkıp siyasi ve ekonomik tüm araçlarla İsrail’in durdurulması gerektiğinden söz etti. Reisi ise 10 maddelik bir öneri sundu. Mısır’a yardım edip Gazze’ye ablukanın kırılması, İsrail’le siyasi-ekonomik ilişkilerin koparılması, İsrail ordusunun terör örgütü ilan edilmesi, İsrail ve ABD liderlerini yargılayacak uluslararası mahkemenin kurulması, Hıristiyanlara ait El Ehli Baptist Hastanesi’nin bombalandığı günün soykırım günü olarak resmi takvimlere yazılması, Gazze halkına silah verilmesi öneriler arasındaydı.
Yaptırım ve ilişkileri kesme seçeneklerine kapıyı peşinen kapatmış olan Erdoğan da İsrail’i durduracak kararlılıktan bahsetse de Yahudi devletini zorlayacak somut bir adım atabilmiş değil.
Bunun dışında fiili karşılığı olmayan tonlarca laf edildi. Arap ve İslam aleminin en büyük hastalığı bu; nutuk, hamaset, köpürtme…
***
Zirve savaşın gidişatını değiştirecek somut bir şey üretmese de sonuç bildirisi biraz sıra dışıydı.
Kısaca özetlersek:
- Filistin halkına karşı barbar, vahşi ve insanlık dışı katliamlar kınanıyor.
- Misilleme saldırılarının meşru müdafaa olarak görülmesi reddediliyor.
- Tüm devletler işgal yönetimi, ordusu ve terörist yerleşimcilerin Filistin halkını öldürmek, evlerini, hastanelerini, okullarını, camilerini, kiliselerini ve tüm mallarını yok etmek için kullandığı silah ve mühimmat ihracatını derhal durdurmaya çağrılıyor.
- BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in saldırganlığına son verememesindeki acziyete dikkat çekiliyor.
- BM Güvenlik Konseyi’nden İsrail’in Gazze’deki eylemlerini savaş suçu olarak tanımlayan ve bu politikalardan vazgeçmesini isteyen bir kararın çıkarılması isteniyor.
- Gazze’ye yönelik ablukanın kaldırılması ve insani yardımın derhal ulaştırılması gerektiği vurgulanıyor.
- Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Katar, Türkiye, Endonezya ve Nijerya Dışişleri Bakanları üye devletler adına savaşın sona erdirilmesi ve kalıcı barışın teminine yönelik gerçek bir siyasi sürecin başlatılması için uluslararası eylemde bulunma yetkisi veriliyor. İsrail’i koruyarak çifte standarda düşen ülkelerin yol açtığı tehlikeye dikkat çekiliyor.
- Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla ilgili soruşturma talep ediliyor. Bunun takibi için iki uzman komitenin yanı sıra işlenen suçları belgeleyecek dijital medya platformlarının kurulması öngörülüyor.
- Gazze’nin kuzeyinden insanların güneyine doğru yerlerinden edilmesi ve bölgeden sürülmesi girişimleri kınanıp reddediliyor.
- Gazze, Kudüs ve Batı Şeria’da Filistin davasını bertaraf etmeye yönelik tüm girişimler kırmızı çizgi ilan edip bunları savaş suçu sayıyor.
- Tüm tutuklular ve sivillerin bırakılması isteniyor.
- Terör estiren yerleşimci dernek ve örgütlerin uluslararası terörizm listelerine eklenmesi öneriliyor.
- İsrailli bir bakanın nükleer silahla Gazze’nin haritadan silinmesi önerisinden hareketle Orta Doğu’nun nükleer silahlar ve kitle imha silahlarından arındırılmasına yönelik olarak BM çerçevesinde konferansın gündeme alınması öneriliyor.
- Lübnan’ı taş devrine döndürme tehditleri kınanıyor ve fosfor bombası gibi yasaklı silahların araştırılması isteniyor.
- 1967 sınırlarında başkenti Kudüs olan Filistin devletinin kurulması ve devredilemez haklar için verilen meşru müdafaaya destek ifade ediliyor.
- Kalıcı barışın ancak işgalini sona erdirilmesi ve iki devletli çözüm temelinde mümkün olacağı belirtiliyor.
- Barışın engellenmesinden İsrail sorumlu tutuluyor. İşgal bitmeden ve gasp edilen haklar iade edilmeden güvenliğin sağlanamayacağının altı çiziliyor.
- Filistin Kurtuluş Örgütü’nün, Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğu vurgulanıyor. Tüm Filistinli gruplar FKÖ çatısı altında toplanmaya davet ediliyor.
- Filistin topraklarının yanı sıra Suriye’nin Golan Tepeleri, Lübnan’ın Şebaa Çiftlikleri, Kfar Şuba tepeleri ve El Mari’nin dış bölgelerindeki işgalin sonlandırılması isteniyor. Bunun peşi sıra iki devletli çözüm için uluslararası barış konferansı çağrısı yapılıyor.
- Gazze'nin yeniden inşası için uluslararası toplumun harekete geçirilmesinden söz ediliyor.
***
Bildiride sıkça geçen “sömürgeci”, “işgalci”, “sömürgeci işgalci”, “terörist yerleşimci”, “yerleşimci terörü” gibi ifadelerle Arap ve İslam ülkelerinin kendilerini aştığı da söylenebilir.
Abraham Anlaşmaları ile tabutuna çivi çakılmak istenen Filistin davasının yeniden iki devletli çözüm zemininde gündemleştirilmesi İsrail’in istemediği bir sonuç.
İsrail’in ne inkâr ne teyit siyasetiyle BM denetiminden kaçırdığı nükleer programının gündeme taşınması da kayda değer.
Öngörülen takip ve tespit komitelerinin etkili çalışıp çalışamayacağı şüpheli.
Hamas’ın belinin kırılmasını şiddetle arzulayan üyeler olmasına rağmen bildiride adı bile geçmiyor. Fakat siyasi temsiliyet açısından kadavraya dönüşmüş El Fetih’in liderliğindeki FKÖ’nün Filistin’in yegâne temsilci olduğu vurgulanıyor. Bununla Gazze’deki direniş güçlerine bir sınır çiziliyor. Kontrolü ele almak için neredeyse İsrail tankı üzerinde Gazze’ye gitme kıvamına gelmiş Abbas da Filistin adına orada olduğuna göre onu da memnun etmelerinin yolu bu!
Fakat bu bildirinin İsrail’in canını yaktığını ya da Netanyahu’nun savaş kabinesini köşeye sıkıştırdığını söylemek mümkün değil. İsrail’in bazı Batılı destekçileri sivil katliamlar ve insanlığa karşı suçlar yüzünden yavaş yavaş ateşkesi ağızlarına almaya başladıysa bunun sebebi İslam ve Arap ülkelerinin duruşu değil kendi kentlerinde aldıkları bütün önlemlere rağmen Filistin bayrakları eşliğinde yükselen itirazdır. ABD üzerinde de hedeflenen baskı hasıl olmuş değil. Biden yönetiminde de “Netanyahu’ya ellerini kaptırdıkları” hissi oluştuysa bunun nedeni Arap-İslam tepkisi değil. ABD 57 ülkenin yekûnundan yaptırımlar eşliğinde caydırıcı bir cephenin çıkmayacağından emindi. Fakat bir taraftan yönetim içinde ABD’nin küresel liderliğinin altını oyacak tehlikeli bir yola girildiği korkusu öne çıkıyor. Bölgedeki başkentlerden Washington’a uyarılar gidiyor. Hiçbir Amerikan başkanının bu kadar gaddarlaşmadığı, bunun karşılığı olacağı uyarıları yapılıyor. Diğer taraftan Arap ve İslam ülkeleri arasında yıllardır tecrit etmeye çalıştıkları İran ve Suriye gibi ülkelerin etkinliği artıyor. Çin ve Rusya da Filistin için takındıkları tutumla kolektif Batı'nın stratejik rekabetteki erozyonunu büyütüyor.
İsrail 75 yıllık işgal ve sömürge politikalarıyla kuşatılmış Filistin meselesini Gazze, özelde de Hamas sorunu diye dar bir çerçeveye hapsetmeye çalışıyor. Filistin’i siyasi-ekonomik ilişkilerin önünde yük sayanlar ve Müslüman Kardeşlerle hesabı olanlar da bu çerçeveye akşamdan razı. Gazze’deki soykırım savaşı, dünyayı, meselenin bir Filistin sorunu olduğu gerçeğine yeniden uyandırdı. 7 Ekim’den itibaren çapa 1948’e geri fırlatıldı.
***
Bu bildiriden Erdoğan kendisine çok büyük bir pay çıkartıyor. Haliyle Erdoğan’ın değerlendirmelerine değinmeden bu bahsi kapatmak olmaz. Erdoğan’a bakılırsa sonuç bildirisinin bütün çerçevesini neredeyse Türkiye çizdi. Bunu da “Hemen hemen icra ile ilgili bütün teklifler bizden geldi” sözleriyle ortaya koyuyor. Bildiriye giren “terörist yerleşimciler”, “ablukanın kırılması” ve “nükleer silahlar” gibi ifadelere büyük anlam yüklüyor. Ablukayı kırma ifadesinin eyleme geçmek isteyen ülkeler için referans olacağını savunuyor. Böyle bir ülke var mı? Ablukayı kırma girişimi olarak Mavi Marmara eyleminin arkasında duramayan, kurbanların kanını paraya çeviren, Türk yargısında açılmış davayı kapatıp İsrailli yetkililere dokunulmayacakları güvencesi veren, buna itiraz edenleri de “Giderken bana mı sordunuz” diye azarlayan bir lider eylemsellikten bahsediyor. İsrail’le ilişkileri kesmek gibi bir şeyin uluslararası diplomaside olamayacağını savunan, yaptırım sözünden ifrit olan bir lider; Türkiye’den İsrail limanlarına yanaşan gemilerden hiç rahatsız olmayan, Ceyhan Limanı’ndan yüklenen petrole kesintisizlik garantisi veren, ABD ile ilişkilere neredeyse kutsallık atfeden; Suriye’de vekalet savaşında koç başlığı yaparak İsrail’e en büyük iyiliği yapan; yasadışı ikili anlaşmayla Kürdistan/Kerkük petrolünün İsrail’e ulaşmasına aracılık eden; bu yüzden Türkiye’yi de tazminata mahkum ettiren…
Eyleme yönelik sözlerin hepsi yine söz olarak kalacak. Eylemsiz eylemcilikten “büyük ülke” mefkuresi çıkartıyor!
Bu arada düne kadar cephe açtığı, şeytanlaştırdığı, katil ve darbeci dediği ne kadar lider varsa onlarla aile fotoğrafına girdi. Baş başa samimi görüntüler verdiği Mısır lideri Abdulfettah el Sisi’nin Gazze politikasını övdü. Ürdün, Filistinlileri sürmeyi savaş nedeni ilan ederken, Mısır Sina’da tek bir kum tanesi için binlerce askeri feda edeceğini söylerken ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Ankara’da Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılara açtığı o büyük kucakta illaki Filistinli sürgünlere de yer olacağı aklını veriyordu. Bundan yüksünen olmadı. Eğer sürgün planını bozulduysa belki Kral Abdullah ve Sisi bir teşekkürü hak edebilir.
Erdoğan, BM Genel Kurulu’nda ateşkes çağrısına çekimser kalan 40 ülkeyi etkilemeyi büyük bir vazife olarak bellemiş. “Adam adama markaj yapacağız” diyor. Esasen etkilemesi gereken tek ülke var: ABD. Ama Başkan Joe Biden’den telefon bekliyor. "Blinken daha yeni buradaydı. Herhalde bizi bundan sonra Biden ağırlar” diyor. NATO’da İsveç için jest yaptı ya artık Beyaz Saray daveti çıkarsa içini üşüten o buzlar eriyecek. Gazze sancısı da kendiliğinden geçer bu arada. Gelmeyen telefonla zül eylemiş yine de “Bu coğrafyada Türkiye’ye rağmen bir girişimde bulunmak mümkün değil” diye büyüklük taslıyor.
İrlanda’dan bile Türkiye’den daha fazla İsrail’e acıtacak çıkışlar geliyor. Londra’da yüzbinlerin sesi 57 ülkeninkinden daha fazla etki yapıyor. Fransızlar yavaş yavaş Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a nedamet getirtiyor.
Genişlemekte olan işgali bitirmeden iki devletli çözüm hayal iken politik diskur bunun etrafında dönüyor. Erdoğan’ın eylem setinde işgali bitirmeye yönelik ne var? Hiçbir şey! Erdoğan zirvedeki havaya göre bazı önemli kararlar alacağını söylemiş ve merakları celbetmişti. Zirveden çok memnun kaldığına göre o kararlara ne oldu? “Laf değil icraat” da sonuçta laf! Hatta laf-ı güzaf!
Chatham House: HAMAS’ı Yok Etmek Kesinlikle Başarılamaz
İsrailli Profesör Mekelberg, Netanyahu'nun başbakanlığının HAMAS ile savaştan daha uzun sürmeyeceğini yazdı. Ülkenin siyasi olarak ciddi bölünmeler yaşadığını belirten Mekelberg, seçim olduğunda koalisyon hükümetinin hezimet yaşayacağını vurguladı.
Prof. Dr. Yossi Mekelveg, Chatham House’ta “Netanyahu'nun başbakanlığı Hamas ile savaştan daha uzun sürmeyecek” başlıklı bir makale yayınladı. İsrail siyasi sisteminin “yarı durmuş” bir durumda olduğunu belirten Mekelberg, “Ancak eşi benzeri görülmemiş bir bölünmeden sorumlu bir başbakan İsrail'i savaşın ötesine taşıyamaz.” tespitini yapıyor. Bu sürecin ölümcül sonuçlara yol açtığını vurgulayan İsrailli profesör, “HAMAS'ı yok etmek (şu anda ifade edilen hedef gibi) kesinlikle başarılamaz ve siyasi bir çözümün yerini tutamaz.” ifadesini kullandı.
‘TEK UZLAŞI NETANYAHU HÜKÜMETİNİN SONA ERMESİ’
HAMAS’ın 7 Ekim’deki operasyonundan sonra ülkede daha önce var olan bölünmelerin askıya alındığını yazan İsrailli profesör, “Şu anda ülke çapında bir siyasi uzlaşı varsa, o da savaş bittiğinde Başbakan Benjamin Netanyahu'nun başbakanlığının sona ermesi gerektiğidir.” değerlendirmesinde bulundu.
Netanyahu hükümetinin HAMAS operasyonunu önlemedeki muazzam başarısızlığının hemen ardından görevden alınması gerektiğine dair çok güçlü bir argümanın varlığına dikakt çeken Mekelberg, “Saldırılar, kaybedilen hayatlar açısından ölçülemez bir maliyetin yanı sıra, ülkenin caydırıcılığına ve bölgedeki diğer ülkelerle olan karmaşık ilişkilerine zarar verdi. Ayrıca İsrail toplumunda derin bir travmaya neden oldu, ekonomiye büyük bir darbe vurdu ve güvenlik hizmetlerine olan inancı zayıflattı.” ifadelerini kullandı.
‘HAMAS’LA İLGİLİ YANLIŞ ALGININ FİKİR BABASIYDI’
Yazar, Netanyahu için şu tanımlamayı yapıyor: “Gazze'de HAMAS'tan kaynaklanan riskin azaldığı yönündeki yanlış algının fikir babasıydı.” Mekelberg Netanyahu’nun, Gazze'nin ekonomik koşullarındaki sınırlı bir iyileşmenin HAMAS'ı pasifize edeceğini ya da dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde yaşayan mültecilerden oluşan 2,3 milyon bölge sakinini tatmin edeceğini düşündüğünü belirtti.
İsrail Başbakanı’nın HAMAS'a karşı saldırılar sürerken pozisyonunun sorgulanmasının pek olası olmadığını vurgulayan Mekelberg, “Ancak İsrail tehdidin etkisiz hale getirildiğine inandığında, görevden alınması için yapılan çağrılardan kurtulma şansı çok az.” değerlendirmesini yapıyor.
BÖLÜNME VE ZAYIFLIK
İsrailli profesör, Netanyahu'nun altıncı hükümeti kurduğundan bu yana İsrail’in, başbakanın kişisel hukuki çıkarları doğrultusunda yargının bağımsızlığına yönelik saldırısı nedeniyle derin bir bölünme yaşadığı tespitini yapıyor. Görünürde Netanyahu'nun anayasal reformları ile İsrail'in askeri hazırlık eksikliği arasındaki bağlantının belirgin olmadığını söyleyen Mekelberg, “Ancak yarattığı derin dikkat dağınıklığı ve belirsizliğin İsrail'in 3 bin HAMAS militanının sızmasını önleme kabiliyetine zarar verdiği açıktır.” ifadesini kullandı.
HAYATLARINI TEHLİKEYE ATAN YEDEK ASKERLER
Mekelberg binlerce İsrailli yedek askerin hükümete, Netanyahu’nun otoriterleşme yolunda ilerlemeye devam ettiği sürece her türlü görevi reddedeceği çağrısını hatırlattı.
Ancak Mekelberg, Netanyahu ve müttefiklerinin, yargı reformu konusunda ülke çapında bir diyaloğa girmek ve bu uyarıları dikkate almak yerine, “Zehir Makinesi” olarak bilinen şeyi harekete geçirerek, bu yedek askerleri ve siyasi rakiplerini vatana ihanetle suçladığını belirtti.
İsrailli profesör bu yedek askerleri, “7 Ekim'den sonra derhal birliklerine katılan ve şu anda, bakanlarının çoğu hiç askerlik yapmamış olan bir hükümet tarafından HAMAS'a karşı yürütülen savaşta hayatlarını tehlikeye atan yedek askerlerin ta kendileridir.” şeklinde tanımladı.
MEŞRUİYET AÇIĞI
Mekelberg, Netanyahu’nun yolsuzluk davası nedeniyle ciddi bir meşruiyet açığı yaşadığını vurguladı. Yazar, “İsrail Başbakanı’nın siyasi hayatta kalmasını sağlamak için, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir ve Bezalel Smotrich'in Maliye Bakanı görevine ek olarak Savunma Bakanı olması da dahil olmak üzere, “yerleşim hareketinin” en aşırı temsilcilerini kilit hükümet pozisyonlarına atadığını” belirtti.
Her iki Bakan’ın da askeri ya da başka bir güvenlik deneyimi olmadığının altını çizen Mekelberg, “Her ikisi de Filistinlilerle çatışmayı ve Batı Şeria'nın ilhakını benimseyen bir ideolojiyi destekliyor.” ifadelerini kullandı.
‘BAŞARISIZLIK SORUŞTURULACAK’
Mekelberg, tüm kamuoyu yoklamalarının bugün bir genel seçim yapılması halinde, başta Likud olmak üzere mevcut koalisyonu oluşturan partilerin hezimete uğrayacağını, mevcut muhalefet partilerinin kesin bir zafer kazanacağını ve Benny Gantz liderliğinde bir hükümetin kurulacağını açıkça gösterdiğini vurguladı.
Netanyahu için işlerin burada bitmeyeceğinin de altını çizen İsrailli profesör, “Henüz erken olsa da, 7 Ekim'deki korkunç trajediye yol açan istihbarat camiası ve ordunun -ama esas olarak siyasi liderliğin- topyekûn başarısızlığı derinlemesine soruşturulacaktır.” değerlendirmesinde bulundu. Son olarak Mekelberg, yeni seçimlerin yapılması ve Netanyahu'nun yolsuzluk davası devam etmesi gerektiğini söyledi.
CHATHAM HOUSE NEDİR?
Resmen 1920’de kurulan Chatham House’un kökleri 1900’lerin başlarına kadar dayanıyor. “Yuvarlak Masacılar” adıyla kurulan kuruluş İsrail devletinin kuruluşuna öncülük etmekten Sevr Anlaşmasının temellerinin oluşturulmasına kadar birçok emperyalist projede “ortak akıl” olma işlevini gördü.
Kuruluşun ilk yöneticileri arasında İngiliz Propaganda Bakanlığı’ndan Robert Cecil ve siyasi-istihbarat bölümünden Ortadoğu uzmanı ve Ermeni soykırım iftiralarına dayanak yapılan Mavi Kitap’ın editörü Arnold J. Toynbee de yer alıyor. İngiliz istihbaratına yakınlığıyla bilinen, dünyayı şekillendirme iddiasındaki Chatham House, emperyalist projelerin görüşüldüğü yer olarak nam saldı./aydınlık
Hizbullah'tan Siyonist Ordu Üssüne Füze Saldırısı
Hizbullah, işgal altındaki Filistin'in kuzeyindeki Siyonist rejime ait askeri üsse füze ile saldırı düzenlediğini duyurdu.
El Meyadin'de yer alan habere göre, Siyonist rejimin Gazze Şeridi'ndeki hastanelere yönelik saldırıyla eş zamanlı olarak Hizbullah bir açıklama yaparak bu rejime ait olan El Asi askeri üssünü hedef aldıklarını bildirdi.
Hizbullah yaptığı açıklamada, bu saldırıda İsrail askerinin bulunduğu yer güdümlü füzelerle tam isabet alındığını belirtti.
Konu hakkında Siyonist medya da Lübnan'dan işgal altındaki Filistin'in kuzeyindeki Tel Ramim bölgesine çok sayıda anti-zırh füzesinin ateşlendiğini duyurdu. Bu duyurunun hemen ardından İsrail rejimi ordusu da Lübnan sınır bölgelerine topçu saldırılar düzenledi.
Aliyev ve Reisi'den Atlantik'e mesaj: Düşmanlarımız asla dostluğumuzu bozamayacak
ABD ve İsrail’in İran ile Azerbaycan ilişkilerini baltalamaya dönük girişimleri boşa düşürüldü. Tahran ile Bakü arasındaki ilişkilerde yeni döneme girilirken iki lider nifak sokma girişimlerini başarısızlığa uğrattıklarını açıkladı.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi Taşkent’te Ekonomik İşbirliği Teşkilatı toplantısı vesilesiyle bir araya geldi. Bölgenin güvenliğinin ancak bölgesel işbirliğiyle mümkün olacağını bildiren iki lider, Batı'dan gelecek her türlü müdahalenin bölge ülkelerine zarar vereceğini kaydetti. Aynı zamanda Reisi ile Aliyev, transit geçiş, enerji işbirliğinin güçlendirilmesi ve bu sektörlerdeki etkileşimlerin artırılması üzerinde de durdu.
TEMASLAR GİDEREK ÜST SEVİYEYE YÜKSELDİ
Alt düzeyde temaslarını sürdüren İran ile Azerbaycan bunu kademe kademe üst seviyeye taşıdı. Önce İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan Bakü’de Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından kabul edildi. Abdullahiyan’ın ardından İran Savunma Bakanı Yardımcısı Tümgeneral Muhammed Ahadi’nin başkanlığındaki askeri heyet Azerbaycan Savunma Bakanı Zakir Hasanov ile görüştü. Son olarak da Taşkent’te Cumhurbaşkanları bir araya geldi
Azerbaycan’ın son Karabağ zaferi sonrası saf dışı bırakılan Atlantik cephesi, yeni süreçte İran ile Azerbaycan’ı karşı karşıya getirmek için çeşitli komplolara başvurdu. Washington yönetimi ve ABD merkezli düşünce kuruluşlarının öncülük ettiği komploların peşinde Türkiye’deki kimi basın yayın organları da takıldı. “İran Azerbaycan’a saldırmak için sınıra askeri yığınak yapıyor” “İran, Azerbaycan’ın Karabağ zaferinden rahatsız”, “İran’da Güney Azerbaycan devleti kurulacak” gibi kara propaganda argümanlar kullanılmaya başlandı. Tahran ile Bakü ise bu kara propagandaya prim vermedi. Taşkent’teki görüşmede, nifak tohumlarına rağmen iki ülke ilişkilerinin derinleştirilmesi kararı alındı.
‘DÜŞMANLARA RAĞMEN…’
İran Cumhurbaşkanlığı’nın resmi internet sitesinde yer alan habere göre, Reisi görüşmede iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesinden duyduğu memnuniyeti ifade etti. İran’ın Dağlık Karabağ da dâhil olmak üzere Azerbaycan Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğüne verdiği desteği vurgulayan Reisi, “Karabağ'ın yıllar sonra ata topraklarına dönmesinden büyük mutluluk duyuyoruz. Burası Azerbaycan ve Azerbaycan toprak bütünlüğünü yeniden sağlamayı başardı. Karabağ'ın yeniden inşa edilmesini ve restore edilmesini umuyoruz. Bu kapsamda, daha önce olduğu gibi, Karabağ'ın yeniden imarı konusunda sizlere destek olmaya, mühendislik ve teknik alan da dâhil olmak üzere hizmetlerimizi sunmaya hazırız. İran şirketleri, Karabağ'ın yeniden inşası ve genel olarak Azerbaycan'ın kalkınması konusunda Azerbaycanlı sevgili dostlarımıza yardım etmeye hazır.” diye konuştu. İki ülke arasında bölgenin sorunlarının çözümüne yönelik varılan anlaşmadan duyduğu memnuniyeti de dile getiren Reisi, Azerbaycan ile Nahçıvan’ı birbirine bağlayacak Ağbend rotasını da bir önce tamamlama kararlılığını vurguladı. İran ile Azerbaycan arasında siyasi ve komşuluk ilişkilerinin ötesinde, derin ve kopmaz bağa dayanan ilişkiler olduğundan söz eden Reisi, “Düşmanların isteklerine rağmen İran İslam Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler genişliyor ve kötü niyetli kişilerin komploları başarısız oldu. İlişkilerimizi engellemek isteyen ülkelerin planlarını uygulayamayıp hayal kırıklığına uğradıklarından eminiz. İki ülkenin yetkilileri aralarındaki ilişkileri çeşitli alanlarda geliştirmeye kararlıdır.” dedi.
‘BUNDAN SONRA DA AMAÇLARINA ULAŞAMAYACAKLAR’
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de iki ülke yetkililerinin iradesinin, aralarındaki ilişkilerin sağlamlaştırılması ve canlandırılması konusunda çok önemli olduğunu belirtti. Aliyev, İran’ın Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü konusundaki tutumunu de takdir etti. İran ile Azerbaycan arasında diplomatik heyetlerin gidiş gelişlerinin arttığına işaret eden Aliyev, bunun Tahran-Bakü etkileşimini ve ilişkilerini güçlendirdiğini ifade etti. Eylül ayında yapılan terörle mücadele operasyonu sonucunda Azerbaycan’da bölücülüğe son verdiklerini belirten Aliyev, “Bu sadece Azerbaycan'ın daha aktif gelişmesi için koşullar yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda tüm bölgede elverişli bir ortam yaratıyor. İkili ilişkilerimizin tarihinde önemli bir aşamada. Ağband yakınlarında Aras Nehri üzerinde köprü inşaatlarının başlamasından bahsettiniz. Bu büyük umutları olan bir proje. İkinci Karabağ savaşından sonraki üç yıl boyunca Ermenistan, Azerbaycan'ın büyük kısmından Nahçıvan'a ulaşım sağlama yükümlülüklerini yerine getirmeyi reddetti ve reddetmeye de devam ediyor. Bu onların tercihi, bence büyük bir hata yaptılar. İran ve Azerbaycan temsilcilerinin ortak çalışmaları sonucunda demiryolu ve karayolu güzergâhının Aras Nehri'nin güney kıyısından geçmesi konusunda anlaşmaya vardığımızdan büyük mutluluk duyuyorum. Eminim ki bu proje kısa sürede hayata geçirilecek ve Kuzey-Güney Ulaşım Koridorunun bir başka yönü haline gelecektir.” değerlendirmesi yaptı. Aliyev görüşmede, “Geçtiğimiz yıllarda bölge dışı güçlerin İran ile Azerbaycan arasındaki dostluk ilişkilerine müdahale etme girişimlerine de tanık olduk. Bu girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Eminim ki düşmanlarımız bundan sonra da amaçlarına ulaşamayacaklardır. İran ve Azerbaycan başarılı işbirliğine ve ilişkileri güçlendirmeye devam edecek.” ifadelerini kullandı.
Gürkan Demir
İsrail'e Gazze ambargosu iş dünyasının gündeminde
İsrail ürünlerine boykot çağrısı yapılsa da, Türk hükûmeti İsrail pazarından vazgeçmiyor. Türk çeliği, İsrail pazarının yüzde 65’ine sahip. Ayrıca İsrail, en fazla ithalat yaptığımız dördüncü ülke.
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının ardından, İsrail menşeli ve İsrail’e destek veren ülkelerin ürünlerine çok sayıda vatandaş ve sivil toplum kuruluşundan boykot çağrısı yapıldı. Bir yandan vatandaşlar sosyal medya sitelerinde yaptıkları paylaşımlarla boykot kampanyaları düzenlerken bir yandan da sivil toplum kuruluşları İsrail’e destek veren ülkelerin ürünleri yerine, Türk şirketlerinin ürünlerini kullanma çağrıları yaptı.
İSRAİL’İN ÇELİĞİNİN YÜZDE 65’İ TÜRKİYE’DEN
Türkiye ve Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) üyesi ülkelerin, İsrail ile olan ticari ilişkilerine baktığımızda ise İsrail’in çelik ve petrol ithalatı içindeki Türkiye ve TDT üyelerinin payı göze çarpıyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin Eylül 2022’de yayımladığı İsrail Ülke Bilgi Notu isimli raporda, Türkiye’nin İsrail’in en fazla ithalat yaptığı dördüncü ülke olduğu belirtilirken Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2023’ün ilk 9 ayında İsrail’e ihracatın 4.2 milyar dolar olduğu görülüyor.
Çelik İhracatçıları Birliği’nin Eylül 2022'de yaptığı açıklamaya göre Türk çeliği, İsrail pazarının yüzde 65’ine sahip. Ticaret Bakanlığının verilerine göre de Türkiye’nin İsrail’e sadece 2023 Ekim’de yaptığı ihracat 348 milyon dolar.
İsrail’in petrol ithalatıyla ilgili rapor yayımlayan Bloomberg Haber Ajansı, İsrail’in petrol tedarikinin yüzde 60’ını TDT üyeleri Azerbaycan ve Kazakistan’dan karşıladığını açıkladı. Yine Bloomberg’in haberine göre 21 Ekim’de Ceyhan Limanı’ndan çıkan Seaviolet adlı 900 metrelik tanker, bir milyon varilden fazla Azerbaycan petrolünü İsrail’e taşıdı. İsrail pazarında önemli paya sahip olan Türkiye’nin ihraç ettiği çelik ve Azerbaycan ile Kazakistan petrolünün kesilmesi, İsrail ekonomisi için boykot çağrılarından daha etkili olabilir. Türkiye ve TDT ülkelerinin İsrail’e olan ihracatının kesilip kesilemeyeceğini ve kesildiği takdirde hangi sonuçları doğuracağını iş dünyası temsilcilerine sorduk.
ÇELİK VE PETROL KESİLMELİ
Aydınlık’ın sorusunu yanıtlayan Anadolu Aslanları İş Adamları Derneği (ASKON) Genel Başkanı Orhan Aydın, artık siyasi ve ekonomik somut adımlar atılması gerektiğinin altını çizerek çelik ve petrol tedariki de kesilmeli dedi. Başkan Aydın, konuya ilişkin şunları söyledi: “Hukuka inanan, soykırıma karşı duran, sivillerin katledilmesine duyarsız kalmayan herkesin somut adımlar atması gerekiyor. Bireyler olarak boykottan tutun da devletleri yönetenleri harekete geçirecek eylemlere geçmek gerekiyor. Bu yaptırımların uygulamaya geçilmesi için somut adımlar atılmalı. Ekonomik anlamda da somut adımlar atılmalı. Bu kapsamda başlatılan boykot kampanyaları yerinde. Bunu daha da ilerilere taşımak gerekiyor. Birleşmiş Milletler nezdinde, bu katliama duyarsız kalmayan ülkelerin daha yüksek bir sesle haykırması gerekiyor. Özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı, Türk Devletleri Teşkilatları gibi yapıların daha çok organize olarak İsrail’e yaptırım uygulaması gerekiyor.”
Aydın, “Devletler bireysel değil kolektif bir akıl ile katliamı durdurmak için her türlü uygulamayı acilen yürürlüğe koymalıdır. Bu petrol kesintisi olur, çelik ihracı olur, gıda tedariği olur. Artık bu iş tahammül sınırlarını aşmıştır. Gereken tavır bir an önce gösterilmelidir. İstiklal Şairimiz Akif’in dizlerinde belirttiği ‘Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.’ mesajından hareketle üzerimizdeki tefrikalardan bir an önce kurtulup yüreklerimizi topluca harekete geçirmeliyiz.” önerisi yaptı.
AMBARGO TÜRK TİCARETİNİ ETKİLEMEZ
Aydınlık’a konuşan İş Dünyası Konfederasyonu (BİRKONFED) Genel Başkanı Osman Ünsal ise jeopolitik konumu ve bölgedeki ağırlığı nedeniyle Türkiye’ye ciddi sorumluluk düştüğünü vurgulayarak şu sözleri kullandı: “İsrail ürünlerinin boykot edilmesi Türkiye toplumunun ortaya koymuş olduğu refleks açısından son derece değerli. Ama sadece milletin yaptığı yetmez. Hükümetin de ciddi ve somut adımlar atması gerekiyor. Artık bu iş kınamaktan çok daha öte bir noktaya gitmiştir. İsrail’i destekleyen Batı ülkeleri açıkça silah, mühimmat, para gibi destekler veriyor. Biz maalesef savunduğumuz Filistinli kardeşlerimize hiçbir somut destek ortaya koyamıyoruz. Kesinlikle İsrail ürünlerine boykot uygulanmalı, İsrail ile ticari ilişkiler askıya alınmalıdır.”
Ünsal, “Türkiye maalesef dış politikada çok yanlış kartlar oynadı. İhracatta alternatif oluşturabilecek Asya ülkeleriyle ilişkiler artırılırsa, Dış politikada, yüzümüzü Asya’ya dönersek İsrail ile yapmış olduğumuz mevcut ticaretin kat kat daha fazlasını Asya ülkeleri ile yapabilir, maddi kayıp bir yana çok daha fazla kazanç sağlayacağımızdan eminim. Şu halde bile İsrail ile yapılan birkaç milyar dolarlık ticaretin bitmesi, Türkiye'ye bir sıkıntı yaratmayacaktır. Yapılacak ihracat ambargosu Türkiye'ye; yeni ufuklar açıp, yeni ilişkiler ortaya çıkaracaktır. Bu konuda hükümeti artık söylemlerden somut adımlara geçmeye, sorumlu davranmaya davet ediyoruz.” ifadelerini kullandı.
Sabrican Tıknazoğlu