
کارگر
İİT ve Arap Birliği Zirvesi Bildirisi
Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı'nın, İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarla ilgili zirvesinin ardından ortak bildiri yayımlandı.
Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'daki olağanüstü zirvede sonrasından açıklanan bildiride, "İsrail’in işgali süreklileştirmek ve Filistin halkını, başta özgürlük ve kendi ulusal topraklarının tamamı üzerinde bağımsız ve egemen bir devlet kurma hakkı olmak üzere tüm haklarından mahrum bırakmaya yönelik tüm diğer yasa dışı faaliyetlerini durdurmak için çalıştığımızı teyit ederiz" ifadelerine yer verildi.
Bildiride, Birleşmiş Milletler ve diğer tüm uluslararası teşkilatların, Filistin davası, İsrail tarafından işlenen suçlar ve Filistin halkının 1967'den bu yana işgal altında kalan ve tek bir coğrafi birim teşkil eden topraklarının tümünde özgürlüğüne ve bağımsızlığına yönelik kararlar bulunduğu hatırlatıldı.
BM Genel Kurulu'nca, 27 Ekim 2023'teki 10. Acil Durum Özel Oturumu'nda kabul edilen kararın memnuniyetle karşılandığı vurgulanan bildiri, şöyle devam etti:
"Filistin davasının merkeziliğini teyit ederek, tüm enerjimiz ve kapasitemizle işgal altındaki tüm toprakları kurtarmak ve başta kendi kaderini tayin etme ve 4 Haziran 1967 sınırlarında kurulmuş bağımsız, egemen ve başkenti Kudüs-ü Şerif olan devletlerinde yaşama hakkı olmak üzere, tüm devredilemez haklarını yerine getirmek için verdikleri meşru mücadelede, kardeş Filistin halkının yanında yer aldığımızı, stratejik bir seçeneği içeren, adil, kalıcı ve kapsamlı bir barışın tesis edilmesinin, bölge halklarının güvenliğini ve istikrarını garanti altına alan ve halkları şiddet ve savaş döngüsünden koruyan tek yöntem olduğunu ve bunun İsrail işgalini sona erdirmeden ve Filistin davasını iki devletli çözüm temelinde çözmeden gerçekleştirmenin imkansız olduğunu teyit ederiz."
'FİLİSTİN BARIŞA KAVUŞMADAN İSRAİL DE BARIŞA KAVUŞAMAZ'
İsrail işgalinin devam etmesinin "bölgesel ve küresel barışa tehdit" olarak nitelendirildiği bildiride, "İsrail’i, çatışmanın devamı ve şiddetlenmesinden, şiddetin Filistin halkının haklarına ve İslam ile Hıristiyan kutsallarına yönelmesinden, sistemli politika ve faaliyetlerden, işgale sebebiyet veren tek taraflı, hukuk dışı adımlardan, adil ve kapsamlı bir barışın sağlanabilmesini engellemekten sorumlu tutarız. Filistin halkı güvenlik ve barışa kavuşmadan ve gasp edilen tüm haklarını geri almadan, İsrail'in ve diğer hiçbir bölge ülkesinin güvenlik ve barışa kavuşamayacağını, İsrail işgalinin devam etmesinin bölgesel güvenlik ve istikrara, küresel güvenlik ve barışa tehdit oluşturduğunu teyit ederiz" denildi.
'BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İSRAİL SALDIRGANLIĞINA SON VERMEKTEN ACİZ'
Nefret ve ayrımcılığın her türü ile nefret ve aşırıcılık kültürünü sürdüren tüm tekliflerin kınandığı bildiride, şunlar kaydedildi:
"İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik başlattığı, 'kitlesel savaş suçu' anlamına gelen misilleme saldırısının ve Batı Şeria ile Kudüs-ü Şerif’te işlediği barbarca suçların feci yansımalarına ve İsrail’in saldırganlığını durdurmayı reddetmesinden dolayı savaşın genişlemesine yönelik ortaya çıkan gerçek tehlikeye ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin uluslararası hukuku devreye sokarak İsrail'in saldırganlığına son verememesi acziyetine karşı uyarırız."
İsrail saldırılarının kınandığı bildiride, "İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırganlığını, savaş suçlarını ve işgal hükümetinin barbarca ve insanlık dışı katliamlarını kınıyoruz. Devletleri, işgal ordusu ve terörist yerleşimcilerin Filistinlileri öldürmede kullandığı silah ihracatını derhal durdurmaya çağırıyoruz" ifadeleri kullanıldı.
Bildiride, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden, İsrail'in işlediği savaş suçlarına ilişkin soruşturmayı tamamlaması talep edildi./Duvar
Reisi, İTT Zirvesini Değerlendirdi
İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi'ne katılmak üzere Riyad'a giden İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi Suudi Arabistan ziyaretini değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Reisi, “Bu toplantıya katılım iki açıdan önemliydi; Biri bu toplantının tüm İslam ve Arap ülkelerinin katılımıyla yapılmış olması, diğeri ise konusunun günümüz dünyasının ve tüm dünya insanlarının ana meselesi olmasıydı” dedi.
Reisi, “İran'ın Filistin meselesiyle ilgili söyleyecek geçerli sözleri var, ben de bu ziyaret sırasında İran milletinin ve sokaklarda Filistinlilerin haklarını haykıran halkın sesi olmaya çalıştım” ifadesini kullandı.
İran’ın Filistin'e bakış açısının yanı sıra Gazze'de insanlığa karşı cinayetlerin, savaş suçlarının ve Siyonistlerin soykırımlarının boyutunun anlatmak amacıyla bu toplantıya katıldığını belirten Reisi, toplantıda, Filistinli kadın ve çocukların öldürülmesinde Siyonist rejimin oluşturulmasına, hayatta kalmasında, silahlandırılmasında ve desteklenmesinde en büyük rolü oynayan ABD’yi bu cinayetlerde baş suçlu olarak tanımladıklarını söyledi.
Cumhurbaşkanı Reisi, bu toplantıda Gazze'nin mevcut krizden çıkmasına yönelik 10 çözüm ve önerisini açıklayarak ve Kudüs'ü özgürleştirmenin tek yolu olarak direnişi destekleme gerektiğini vurguladığını ifade etti.
Reisi toplantı sırasında Arap ve İslam ülkelerinin başkanlarıyla yaklaşık 10 yan toplantı yaptığını belirterek, Filistin ve Gazze meselesinin yanı sıra ikili ve uluslararası ilişkileri görüştüklerini söyledi./mehr
Nasrallah: 57 İslam Ülkesi Gazze'ye İnsani Yardım İçin Geçit Açamıyor mu?’
Şehitler Günü münasebetiyle bir konuşma yapan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, konuşmasında Siyonist rejimin Filistin halkına karşı işlediği cinayetlere ve bölgedeki son gelişmelere değindi.
Hizbullah Genel Sekreteri, konuşmasının başında bu hareketin şehitlerine seslendi ve şunları söyledi: ‘Bu günler, büyük bir operasyonun başladığını ve bu operasyonda 100'den fazla Siyonist asker ve subayın öldürüldüğünü ve üç günlük yas ilan edildiği hatırlatmak içindir.
Bu gün bu yoldaki bütün şehitlerin günüdır. Şehadet zafer getirir. İmam Humeyni (r.a) de Kerbela'da kanın kılıca galip geldiğini ifade etmiştir. Bugün ABD’nin kılıcı hâlâ bölgemizin ve halkımızın boynundadır.
Şehitlerin kanı düşmanlar üzerinde caydırıcılık etkisi yaratmıştır.
Şehitlerimiz basiretli insanlardır. Dostları, düşmanları, doğruyu ve yanlışı bilirler. Doğru zamanda ve yerde ne yapacaklarını biliyorlar. Onlar sorumlu, hareket, cihat ve sabır insanıdırlar.’
Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasının devamında, Siyonist Rejimin Gazze’ye yönelik saldırılarına değinerek şunları söyledi: ‘Siyonist rejim Gazze Şeridi'ne açık ve vahşi bir şekilde saldırıyor. İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki vahşeti azalmadı, her geçen gün artıyor. Bu saldırılar, sınır tanımayan acımasız Siyonistlerin intikam ruhunu gösteriyor.
Bu yıl Şehitler Günü, başta Gazze olmak üzere bölgedeki tarihi olaylarla aynı zamana denk geldi. Gazze'de Siyonist rejim kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve tüm sivillere saldırıyor. Ama bir yandan da Filistin direnişinin Siyonist düşmana karşı kahramanca duruşuna şahit oluyoruz. Siyonistlerin saldırıları, bölgesel ve dünya düzeyinde tehlikeli ve istisnaidir.
Gazze'de 2 milyon insan gece gündüz bombardıman altındadır. Bu saldırılarda camilere, kiliselere, okullara, hastanelere saygı yoktur. Bu saldırıların en tuhaf yanı ise sahte bahanelerle açık bir şekilde hastanelere saldırmasıdır. Bu saldırı ve işgal azalmadı, aksine her geçen gün arttı.
Siyonist rejimin saldırılarının amacı halkı direniş seçeneğinden caydırmaktır
Nasrallah konusmasının devamında şunları söyledi: ‘Siyonistlerin bu terör ve vahşetle bir amacı vardır ve bu sadece Filistin halkından intikam almak değildir. Düşmanın temel amaçlarından biri teslim olmaya zorlamaktır. Tabi sadece Gazze ve Filistin halkının değil, Lübnan halkının ve tüm bölge ülkelerinin teslim olmasını istemektedir. Amaçları meşru hak taleplerini ortadan kaldırmaktır. Amaç, direnişin bedelinin çok büyük olduğunu ve ondan vazgeçilmesi gerektiğini söyleyerek, insanları direniş seçeneğinden ümitsizliğe düşürmek ve bir teslimiyet kültürü oluşturmaktır.
Siyonist rejim, Lübnan halkına aynı kaderi göreceğinizi anlatmak için Gazze halkını öldürüyor, İsrailliler İslami Cihad ve Hamas’a ait on binlerce askeri hedefi bombaladıklarını iddia ediyor ama gerçek şu ki onlar, amaçlarına ulaşmak için tüm evleri ve Filistin halkını saldırılarının hedefi olarak görüyorlar ama bu hedefe ulaşılamayacaklar.’
Hayal kırıklığına uğrayacak olan taraf İsrail’dir
Seyyid Hasan Nasrallah şu ifadelerde bulundu: ‘Görünüşe göre Siyonistler, son 75 yılda Filistin halkının öldürülmesinden, yerinden edilmesinden ve evlerinin yıkılmasından ders almamış. Siyonistlerin bu eylemlerinin sonucu ne oldu? Filistin halkı direnmeyi bıraktı mı? Tam tersine bu direniş, irade ve kültür kuşaktan kuşağa güçlenerek devam etti ve bu yıl da Aksa Tufanı Operasyonuyla en üst seviyeye ulaştı. Lübnan'da da durum aynı. Lübnan halkı, Siyonistlerin katliamlarının ardından direnişten vazgeçmedi.
Siyonist düşman yine daha önce olduğu gibi yanlış hesap yaptı. Lübnan halkı direnişe daha da bağlı hale geldi. Ne yazık ki bazı Arap ve Batı medyası ve yazarları bilerek ya da bilmeyerek Siyonistlerin bu hedefi doğrultusunda hareket etmektedirler. Hayal kırıklığına uğraması gereken taraf İsrail'dir; İsrail şunu bilmelidir ki, Gazze ve Lübnan şehitlerinin bedenlerinden, bu işgalciye karşı mücadele etme ve onu yok etme konusunda çok daha kararlı direniş nesilleri çıkacaktır.’
Gazze'ye yapılan saldırı Siyonist rejimin barbarlığını ortaya serdi
Seyyid Hasan Nasrallah şu ifadelerde bulundu: ‘Siyonist düşman bu saldırıda kendisine çok zarar vermiştir. Bu zararlardan biri vahşi doğasını bölge halkına ve dünya halkına daha fazla göstermesidir. Geçtiğimiz yıllarda medyada iyi insanlar olduklarını ve barış istediklerini iddia ettiler ama bu imaj kayboldu. Bu saldırılardan sonra milletlerimiz Siyonistlerle ilişkilerin normalleştirilmesine şiddetle karşı çıkacaktır.’
Nasrallah, farklı İslam ülkelerinde Gazze halkına destek amaçlı düzenlenen gösterilerin de çok önemli olduğunu belirterek, şunları söyledi: ‘Bunlardan en önemlileri Washington, Londra, Paris ve Batılı ülkelerde yapılan gösterilerdir ve bu gösteriler büyük önem taşımaktadır. Çünkü bu protestolar, Batılı hükümetler üzerinde baskı oluşturacaktır. Artık dünyada ABD hükümeti ve yandaşları dışında hiç kimse Gazze'ye yönelik saldırının devam etmesini istemiyor. Artık Amerikalılar bu konuda yalnız kaldı.
Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasının devamında Arap-İslam ülkelerinin Suudi Arabistan'daki toplantısına değindi ve şunları söyledi: ‘Filistin halkı bu toplantıyı sabırsızlıkla bekliyor. Bugün Filistin halkı, bu toplantıya katılan ülkelerden Filistin'i kurtarmak ve Gazze ablukasını kaldırmak için ordularını göndermelerini istemiyor onlar en asgari bir talepte bulunuyorlar. En asgari talep, tüm Arap ülkelerinin ABD'ye karşı birlik olması, Filistin halkının haklarını haykırması, bu saldırıları durdurması ve harekete geçme tehdidinde bulunmasıdır. Elli yedi İslam ülkesi Gazze'ye insani yardım için geçit açamıyor mu?’
Gazze'de üst düzey Siyonist askerlerin varlığı İsrail'in zayıflığını gösteriyor
Hizbullah Genel Sekreteri Gazze'deki Filistin direniş gruplarının performansını takdir ederek şunları söyledi: ‘Bu savaşçılar çok zor şartlarda savaşıyorlar. Bugün İsrail'in en güçlü Ranger kuvvetleri Gazze'de savaşıyor, bu da İsrail'in zayıflığını gösteriyor. Bugün Gazze meydanı çok belirleyici bir meydan haline geldi ve sadece meydana güvenmek gerekiyor. Batı Şeria'da durum öyle ki Siyonist rejim bu bölgedeki direniş güçleriyle savaşmak için güney ve kuzeydeki güçlerini çekmek zorunda kalabilir.’
Gazze’deki savaş durmazsa ABD üslerine saldırılar devam edecek
Seyyid Hasan Nasrallah şunları söyledi: ‘Yemen, Gazze’ye karşı cesur, kamusal ve resmi bir duruş benimsedi ve işgal altındaki Filistin’e çok sayıda füze ve insansız hava aracı ateşledi.
Bu saldırılar Filistin direniş güçlerine büyük moral verdi. Yemen’in tehditleri, İsrail düşmanını savunma sistemlerinin bir kısmını Filistin’in kuzey ve güneyinden Eilat’a taşımaya zorladı. Yemen’in tehdidi Eilat bölgesinin güvensizleşmesine neden oldu ve bu da çok sayıda İsraillinin göç etmesi anlamına geliyor ve bu, düşman kabinesi üzerindeki baskıyı artıracaktır.’
Yemen halkının Filistin'e destek veren varlığı eşsizdir
Hizbullah Genel Sekreteri şunları söyledi: ‘Irak ve Suriye'deki ABD üslerine düzenlenen saldırı da Gazze'yle dayanışma doğeyltusundadır. Irak ve Suriye'deki direniş operasyonları, bu ülkelerdeki ABD üslerinin kaldırılmasıyla paralellik gösteriyor. Tabii maalesef bazı Filistinli yetkililer bu saldırıların Filistin'le hiçbir ilgisinin olmadığını söylüyor ama Aksa Tufanı operasyonu öncesinde bu cepheler sakindi. Bazı direniş grupları, ABD üslerine yönelik saldırının durdurulması için Gazze'ye yönelik saldırının durdurulması gerektiğini söyledi.
Amerikalılar bu saldırılarda 50’den fazla askerinin yaralandığını itiraf etti
Amerikalılar bize, Yemenlilere, Iraklı kardeşlerimize baskı yapıyor ve Amerikalıların bizi bu şekilde tehdit etmediği hiçbir Batılı, Arap ya da Lübnan kanalı kalmadı. Elbette bunlar bizim ve Iraklı ve Yemenli kardeşlerimizin operasyonlarını durdurmayacaktır. Eğer Amerikalılar Irak ve Suriye’de kendilerine yönelik operasyonları durdurmak istiyorsa ve bölgenin savaşa doğru gitmesini istemiyorda, Gazze’ye yönelik savaşın durdurulması gerekiyor.
İran İslam Cumhuriyeti’nin tutumu, Filistin direnişine siyasi, askeri ve maddi destek sağlamaya devam etmektir ve bu konu kimseden gizlenmemektedir.
İran direnişi destekleme yönündeki tutumunu değiştirmeyecektir ancak her zaman destekleyici konumda kalacaktır.
Lübnan cephesinde ise operasyon 8 Ekim’den bugüne devam etmektedir. Tüm önleyici eylemlere rağmen operasyonlarımız devam edecektir. Geçtiğimiz hafta operasyonlarımızın sayısı arttı, operasyonların türü silah açısından iyileştirildi. Direniş tarihinde ilk kez saldırı amaçlı İHA kullandık.’
Barkan füzeleri; Siyonistlerin başının belası
Geçtiğimiz günlerde Berkan füzeleri kullanıldı. Bu füzelerin ağırlığı 300 ila 500 kg’ın üzerindedir. İsrail üslerine 500 kilo patlayıcı attığınızı düşünün. Aynata’da işlenen vahşi suç ve cinayetlere tepki olarak ilk kez Katyuşa füzesini kullandık. Ayrıca Siyonist rejimin derinliğine saldırma konusunda da ilerleme kaydettik.
Celil bölgesinde 350’den fazla asker ve yerleşimci ağır yaralanarak hastaneye kaldırıldı.
Geçen hafta Lübanlı sivillerin hedef alınmasına şahir olduk. Siyonistlere sivillere saldırılmasına asla izin vermeyeceğimizi söyledik. Bugün bile keşif uçaklarımızın işgal altındaki Filistin’in kuzeyine girdiğini, bir kısmının da Hayfa, Akka ve Safed’e ulaştığını söylüyoruz.’
Gazze savaşında son söz meydanındır
Seyyid Hasan Nasrallah şunları söyledi: ‘Siyonistlerin Lübnan’a yönelik tehditlerinin bugünlerde artması, onların direniş operasyonlarına ilişkin endişelerini gösteriyor.
Lübnan halkının ve politikacılarının tutumu Filistin ulusunu desteklemektir. Bu pozisyonlar Lübnan Cephesi’ni verimli hale getirmiştir. Politikamız son sözü meydanın söylediğidir. Saha eylemlerini gerçekleştireceğiz, sonra ne yaşandığını anlatacağız. Bu nedenle gözler söylediğimiz sözlerde değil, meydanda olmalıdır.’
Siyonist düşmana baskı devam etmelidir
Hizbullah Genel Sekreteri şunları söyledi: ‘Filistin’in kazanacağı, düşmanın hiçbir amacına ulaşamayacağı bir ufka doğru bakıyoruz. İnşaallah zafer kazanılacak ve herkes Kudüs’ün kurtuluşuna ve Mescid-i Aksa’da namaz kılındığına şahit olacaktır.’
Seyyid Hasan Nasrallah, geçen hafta Cuma akşamı Siyonist rejime karşı Filistin direniş operasyonunun başlangıcından bu yana ilk kez işgal altındaki Filistin topraklarındaki güncel gelişmelere ilişkin bir konuşma yaparak, Aksa Tufanı operasyonunu Filistin direnişinin planladığını söyledi.
Nasrallah, Aksa Tufanı operasyonun Filistin halkının mücadelesi ve davası olduğunu ve bu operasyonun bölgesel veya uluslararası hiçbir meseleyle ilgisi bulunmadığını söyledi ve şu ifadelerde bulundu: ‘Aksa Tufanı operasyonunda yaşananlar, İran’ın direniş grupları üzerinde hiçbir vesayetinin olmadığını, asıl karar vericinin direniş liderleri ve onların savaşçıları olduğunu gösterdi.
Aksa Tufanı operasyonu, Siyonist rejim düzeyinde güvenlik, siyasi, psikolojik ve manevi bir depreme yol açmıştır ve bu depremin onlara varoluşsal ve stratejik sonuçları olacak ve bu rejimin bugününü ve geleceğini etkileyecektir.
Londra'da Filistin'e Destek Çığı
İngiltere'nin başkenti Londra'da Filistin'le dayanışma gösterisi için toplanan yüzbinlerce kişi 5. kez sokaklara indi.
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının yanı sıra İçişleri Bakanı Braverman'ın Filistin'e destek yürüyüşlerini 'nefret yürüyüşü' sözleriyle eleştirmesini protesto etmek isteyen sayılarının 300 bini bulduğu belirtilen Filistin yanlısı gösterici, yerel saatle öğle saatlerinde Hyde Park'ta toplandı.
Ülkedeki çok sayıda sivil toplum kuruluşunun çağrısıyla Filistin ile dayanışma eylemine katılan göstericiler, İsrail'in Gazze'ye düzenlediği saldırılara son vermesi, ablukayı kaldırması, derhal ateşkes ilan edilmesi ve Gazze'ye insani yardım malzemelerinin eksiksiz girişine izin verilmesi çağrısında bulundu.
Braverman'ın, 'nefret yürüyüşü' ifadelerine de tepki gösterenler, İçişleri Bakanı'nın görevden alınmasını dile getiren pankartlar taşıdı.
Esad: Cesur Filistin Direnişi Bölgede Yeni Gerçeklik Yarattı
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da düzenlenen Arap ve İslam ülkeleri liderleri toplantısında şunları söyledi: Asıl mesele Gazze değil, asıl mesele Filistin'dir ve Gazze bunun bir örneğidir. Gazze, Filistin'in doğasını ve halkının acılarını ifade ediyor.
Suriye Devlet Başkanı şöyle devam etti: Çoğu Arap ülkesinin geri çekilmesi, Siyonistlerin bize karşı uyguladığı şiddet ve katliamların artması ile eşdeğerdir.
Öncelikle Filistin halkının bizim insani yardımımıza mı, yoksa onlara karşı izin verilen soykırıma karşı korunmaya mı ihtiyacı olduğunu tespit etmek gerektiğine dikkat çekti.
Suriye Devlet Başkanı şunları söyledi: "Elimizdeki en az şey siyasi araçlardır, bir açıklama yapmak veya başında Siyonist rejimin olduğu herhangi bir siyasi süreci durdurmak değil."
Şunu ekledi: İki devletli çözüm, barış sürecinin başlaması ve diğer detayların konuşulması bu acil dönemde öncelikli değildir.
Suriye Cumhurbaşkanı şöyle devam etti: "Bugün 'barış sürecine' ilişkin ne bir destekçi, ne otorite, ne de hukuk var.
Beşar Esad ayrıca şunları söyledi: Cesur Filistin direnişinin bölgede yarattığı yeni gerçeklikle birlikte elimizde denklemleri değiştirmemizi sağlayacak siyasi araçlar var.
Erdoğan: İsrail Batı'nın Şımarık Çocuğu Gibi Davranıyor
Turkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da düzenlenen ‘8'inci Olağanüstü İslam Zirvesi'nde konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "İnsan hak ve hürriyetlerini dilinden düşürmeyen Batılı ülkelerin Filistin'de süregelen katliamlar karşısında sessizliğe bürünmeleri utanç vericidir. Hastanelerin, okulların, mülteci kamplarının bombalandığı, sivillerin katledildiği, tarihte eşi benzeri görülmemiş barbarlıkla karşı karşıyayız. Zulüm karşısında susanlar da en az zalimler kadar akan kana ortaktır. Batı'nın şımarık çocuğu gibi davranan İsrail Devleti verdiği zararı tazmin etmek zorunda. Batı'nın tavrı acizlik, korkaklıktır. 36 gündür doğrudan siviller hedef alınıyor" dedi ve devam etti:
'İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde bir fon kurulması gerek'
"Gazze'nin yeniden ayağa kaldırılması için İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde bir fon kurulması gerektiğine inanıyoruz. Hastaneler başta olmak üzere acil ihtiyaç içindeki yerlere akaryakıt ulaştırılması hayati önemdedir. Zulüm karşısında susanlar da en az zalimler kadar akan kana ortaktır."
Ayetullah Reisi: Amerika, Gazze Cinayetinin Asıl Azmettiricisidir
İran Cumhurbaşkanı, Riyad'da düzenlenen İslam ülkeleri liderlerinin katıldığı zirvede konuştu.
Ayetullah Reisi bu konuşmasında Amerika hükümetinin kuşkusuz Gazze cinayetinde asıl ortak olduğunu belirterek, İslam ülkeleri zirvesinde kesin bir kararın alınmasını istedi.
Seyyid İbrahim Reisi "Bugün mazlum Filistin halkının Ey Müslümanlar çağırışlarını dinlemek için toplandık" diyerek şunları söyledi: "Bugün Peygamber (saa) Filistin halkı için acı çekiyor, bugün Mescid-i Aksa'nın kahramanca savunulması ve hakkın batıla karşı mücadelesinde tarihi bir gündür."
"Bugün İsrail zamanın firavunudur" diyen Ayetullah Reisi: "Gazze'deki olaylar tarihsel bir utançtır, zaten Gazze'deki son yirmi yılda süren kuşatma, bu bölgenin en büyük açık hava hapishanesi olarak bilinmesine neden olmuştur"
"Bu savaş şirrete karşı şerafetin savaşıdır" diyen Cumhurbaşkanı Reisi, "işgalci rejimin kuralları hiçe sayarak tüm Gazze Şeridi'ne topyekün bir saldırı başlattığını, kör bombalamaların soykırım amaçlı olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Gazze'nin yarısı yerle bir olmuşken, halen 3 binden fazla insan enkaz altında ve mağdurların çoğunluğunu mazlum kadın ve çocuklar oluşturuyor" dedi.
Reisi: “Bu suçun faili ve ana ortağının şüphesiz Amerikan hükümeti olduğuna işaret eden Reisi, bu toplantıda kesin bir karar verilmesini talep ederek şunları söyledi: "Asıl eylem Gazze halkının öldürülmesinin durdurulması, soykırımın ve hastanelere yönelik saldırıların sona erdirilmesidir. Gazze halkına yönelik ölüm makinesi durdurulmalıdır."
İslam dünyasında işgalci rejimin kurulmasındaki amaç, baskıcı ve sömürgeci ülkelerin bölge üzerindeki kontrolünü güçlendirmektir. Bugün en önemli eylem savaşı durdurmaktır.
Gazze ablukasının tamamen kaldırılmasını ve Refah kapısının koşulsuz olarak yeniden açılmasını talep ediyoruz. Siyonist rejimin Gazze'den derhal çekilmesini talep etmeliyiz.
İslam ülkeleri de dahil olmak üzere tüm ülkeler, işgal altındaki topraklardaki Filistinlilerin güvenliğini sağlamalıdır. Siyonist rejimle ticaret ve işbirliği durdurulmalı, İsrail malları yasaklanmalıdır.
Gazze halkının öldürülmesine ortak olmaları nedeniyle Siyonistler ve Amerikalılar için uluslararası bir mahkemenin kurulmasını talep ediyoruz.
İslam ülkeleri Filistin milletine silah sağlamalıdır. Kalıcı ve sürdürülebilir çözüm, denizden nehre bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıdır.” dedi.
Büyük ve Küçük Günahlar
Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi (küçük günahlarınızı) bağışlarız ve sizi şerefli ve güzel bir yere sokarız.(Nisa/31)
Ayetin Açıklaması"Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi bağışlarız."Ayetin orijinalinde geçen "tectenibû=kaçınırsanız" kelimesi, "ictinab", o da "cenb" kökünden gelir. "Cenb" insan vücudunun yan kısmı demektir. İstiare yolu ile bundan fiil yapılmıştır. Çünkü insan bir şeyi isteyince yüzü ve vücudunun ön kısmı ile ona döner. Buna karşılık bir şeyi istemeyip terk edince, ona yanını çevirir ve böylece ondan uzaklaşır. Dolayısıyla "ic-tinab" terk etmek demektir. Râgıp el-İsfahanî, "Bu kelime terk etmekten daha güçlü bir anlam taşır." diyor. Bunun sebebi kelimenin istiare yolu ile türetilmiş olmasıdır. "Canib=taraf", "Cenibe=güdülen, yanda giden" ve "ecnebi=yabancı" kelimeleri de bu kökten gelir.
Yine ayetin orijinalinde geçen "nukeffir=örteriz" kelimesi "tekfir", o da "küfr" kökünden türemiş ve anlamı "örtmek"tir. Kur'an'da genellikle günahların affedilmesi anlamında kullanılır.
Yine ayette geçen "kebair=büyükler" kelimesi, "kebîre" kelimesinin çoğuludur; aynen "measi=günahlar" vb. sıfatlar gibi isim yerine kullanılan bir sıfattır. Büyüklük anlam olarak izafî (=göreceli, nispî) bir kavramdır ve bir küçük şey ile karşılaştırılarak ortaya çıkar. Bu gerçekten hareket edilerek, "Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden" ifadesinden, yasaklanan günahlar içinde küçük günahların da olduğu sonucuna varılmıştır. Buna göre bu ayetten iki sonuç çıkıyor:
Birincisi: Günahlar küçük veya büyük olarak ikiye ayrılır.
İkincisi: Ayetin orijinalinde geçen "seyyiat=kötülükler" kelimesi, karşılıklılık ilişkisine bağlı olarak küçük günahlar anlamına gelir.
Evet. İsyan ve azgınlık, mahlukun yüce Allah karşısındaki zayıflığı göz önüne alındığında, nasıl olursa olsun büyük bir olay ve önemli bir iştir. Yalnız bu değerlendirmede, karşılaştırma bir günahla başka bir günah arasında değil, insan ile onun Rabbi arasında yapılıyor. Böyle olunca, bir bakış açısına göre her günahın büyük olması ile başka bir bakış açısına göre bazı günahların küçük olmaları arasında çelişki yoktur.
Bir günahın büyük oluşu onunla ilgili yasaklamanın önemlilik derecesi ile ortaya çıkar. Bu da diğer günaha ilişkin yasaklama ile karşılaştırılarak anlaşılır. Ayetteki "size yasak edilen" ifadesinde bu noktaya yönelik işaret veya delâlet olduğu söylenebilir. Yasaklamanın önemlilik derecesi ise, onunla ilgili hitabın ısrarlı ve şiddet yüklü oluşu veya cehennem azabı ve başka ceza tehdidine bağlanması ile anlaşılır.
"Sizi şerefli ve güzel bir yere sokarız." Ayetin orijinalinde geçen "mudhalen=yer" kelimesi ism-i mekândır. Burada ondan cennet veya yüce Allah'a yakınlık makamı kastediliyor ki, bu ikisi de sonuçta aynı kapıya çıkar.
BÜYÜK VE KÜÇÜK GÜNAHLAR
ve günahların bağışlanması üzerine"Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi (küçük günahlarınızı) bağışlarız…" ayetinin günahların büyük ve küçük olarak ikiye ayrıldığına delâlet ettiği şüphesizdir, ki ayette küçük günahlar, "kötülükler" olarak adlandırılmıştır. Şu ayet de içerik bakımından bu ayetle aynıdır: "Kitap (insanların amel defterleri) ortaya konmuştur. Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. Bir yandan da: 'Vay hâlimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş.' derler."(Kehf, 49) Çünkü günahkârların amel defterinin içeriğinden duydukları korku, küçük ve büyük kelimelerinden maksadın küçük ve büyük günahlar olduğunu gösterir.
"Seyyie=kötülük" kelimesi içerik ve sahip olduğu yapı açısından acı ve üzüntü yüklü olay veya davranış demektir. Bu yüzden kimi zaman meydana gelmeleri insanı üzen olaylar ve musibetler anlamında kullanılır. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Başına gelen kötülük (musibet) ise nefsindendir." (Nisâ, 79) "(Müşrikler) senden iyilikten önce kötülüğü (azabı) çabucak istiyorlar." (Ra'd, 6)
Kimi zaman da günahların sonuçları, dünya ve ahirete ilişkin dış etkileri anlamında kullanılır. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Sonunda yaptıklarının cezası onlara ulaştı." (Nahl, 34) "Yaptıklarının kötü sonuçları başlarına gelecektir." (Zümer, 51) Ancak bu anlam, gerçekte daha önceki anlama dönüşür. Kötülük kelimesi kimi yerde de günahın kendisi anlamına gelir. Şu ayette olduğu gibi: "Kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür." (Şûrâ, 40)
Günah anlamına gelen kötülük hem büyük, hem de küçük günahlar için kullanılır. Şu ayette olduğu gibi: "Yoksa kötülükler işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini iman edip iyi işler yapan kimseler ile bir tutacağımızı mı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar." (Câsiye, 21) Bu anlama gelen daha birçok ayet vardır.
Kötülük kelimesi bazen de küçük günahlar anlamında kullanılır. Bunun örneği incelemekte olduğumuz "Eğer size yasak edilen günah-ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi (küçük günahlarınızı) bağışlarız." ayetidir. Çünkü büyük günahlardan kaçınıldığı farz edildiği takdirde geriye küçük günahlardan başka kötülük kalmaz.
Kısacası, bu ayetin günahların kendileri arasındaki karşılaştırmaya dayalı olarak iki gruba ayrıldıklarına delâlet ettiği şüphe edilmemesi gereken bir gerçektir.
Şüphe edilmemesi gereken bir başka gerçek de bu ayetin, Allah'ın lütfunu vurguladığıdır. Çünkü bu ayet ince bir ilâhî ilgi ile müminlere, bazı günahlardan uzak durdukları takdirde diğer bazı günahlarının affedileceğini, kötülüklerinin örtüleceğini duyuruyor. Bu nedenle ayetin verdiği mesaj, küçük günahlara ilişkin bir kışkırtma, bir özendirme değildir. Böyle düşünmek anlamsızdır. Çünkü ayet büyük günahları terk etmeye, şüpheye yer vermeyecek kesin bir dille çağırıyor. Oysa "nasıl olsa küçüktür" diye önem vermeyerek ve umursamayarak küçük günah işlemek, bu niteliği ile bir azgınlık ve Allah'ın emrine önem vermeme örneğine dönüşür ki, bu büyük günahların en büyüğüdür. Tersine bu ayet, kötülüklerin bilgisizliğe dayalı zaaf üzere yaratılan insan tarafından, cahilliğinin ve nefsinin kışkırtmasının etkisi ile her an işlenebilecekleri gerçeği göz önünde bulundurularak affedilecekleri vaadini veriyor.
Buna göre ayetin mesajı, günahların affedileceğini vadeden tövbeye davet edici ayetlerle aynıdır. Meselâ şu ayet gibi: "De ki: Ey kendi nefislerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir. Rabbinize dönün…" (Zümer, 53-54) Şimdi "Bu ayet tövbe kapısını açarak ve tövbe müjdesi ile kalpleri rahatlatarak insanları günah işlemeye teşvik ediyor" demek nasıl doğru değilse, incelediğimiz ayet için de böyle bir iddiada bulunmak aynı gerekçe ile yersiz olur. Tersine bu tür seslenişler ümitsiz kalplere ümit aşılayarak onlara hayat verir.
Bu söylediklerimizden anlaşılıyor ki bu ayet, büyük günahların tanınmasını, hangileri olduğunun bilinmesini engellemiyor. Yani ayet, "Madem ki, büyük günahların neler olduğunu bilmiyorsunuz, o hâlde bu günahlara girmemek ve onları işlemenin sonuçları ile karşı karşıya kalmamak için bütün günahlardan sakınmak zorundasınız." demek istemiyor. Böyle bir anlam ayetin içeriğinden uzaktır. Tersine ayetten an-laşılan şudur: "Bu ayetin muhatapları büyük günahların neler olduğunu biliyorlar ve onlar hakkındaki yasaklamalardan bu mahvedici kötülükleri diğerlerinden ayırt ediyorlar."
En azından şöyle denebilir: "Bu ayet büyük günahları bilmeye ve tanımaya çağırıyor ki, yükümlüler onlardan sakınmaya gereken önemi versinler ve bunun yanı sıra diğer günahları da küçümsemeye kalkış-masınlar. Çünkü daha önce söylediğimiz gibi böyle bir küçümseme ve umursamazlık büyük günahlardan biridir."
Daha açıkçası, insan büyük günahların neler olduğunu bildiği takdirde, onları ayırt edip belirlediğinde, onların çiğnenmeleri hâlinde asla göz yumulmayacak yasaklar olduklarını bilmiş olur ve bunların affedilmesinin ancak kesin bir pişmanlıkla ve kararlı bir tövbe ile mümkün olduğunu göz ardı etmez. Bu bilginin kendisi ise, insanın uyanmasını ve günahlardan kaçınmasını gerektirir.
Şefaate gelince, o her ne kadar bir gerçek olsa da onunla ilgili olarak daha önce yaptığımız incelemelerde söylediğimiz gibi, o Allah'ın emrini hafife alanlara, tövbe ve pişmanlıkla alay edenlere fayda sağlamaz. Şefaate güvenerek günah işlemek ise yüce Allah'ın emrini hafife almak, onu umursamamaktır. Bu da şefaat imkânını kesinlikle ortadan kaldıran, helâk edici bir büyük günahtır.
Bu açıklamalarla daha önce değindiğimiz bir gerçek açıklık kazanmış olur. O gerçek şudur: Günahın büyüklüğü onunla ilgili ısrar ve tehdit şeklinde gerçekleşen yasaklamanın şiddetinden anlaşılır.
Şimdiye kadar söylediklerimizden, büyük günahlar hakkında ileri sürülen diğer görüşlerin mahiyeti ve ne gibi bir duruma sahip oldukları ortaya çıkar. Bu görüşlerin sayısı çoktur. Onların bazıları şunlardan ibarettir:
1- Büyük günahlar, Allah'ın ahirette onlarla ilgili azaplarını ilan ettiği ve dünyada da haklarında had cezası belirlediği günahlardır.
Bu görüşe yapılacak itirazımız şudur: Bilindiği gibi küçük bir günahı tekrar tekrar işlemenin kendisi de büyük günahlardandır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Tövbe etmekle büyük günah, tekrar tekrar işlemekle küçük günah olmaz." Bu hadis Sünnî[1] ve Şiî kanallardan[2] nakledilen sahih bir hadistir. Oysa şeriat tekrar tekrar küçük günah işleme suçu için herhangi bir had cezası belirlemiş değildir. Kâfirleri dost edinmek ve faizcilik de Kur'an'da yasaklanan en büyük günahlardandırlar; ama onlara ilişkin bir had cezası belirlenmemiştir.
2- Büyük günah, yüce Allah'ın Kur'an'da cehennem ateşi ile cezalandıracağını ilan ettiği günahlardır. Bu görüşü savunanların bazıları Kur'an'a sünneti de ekliyorlar.
Bu görüşe yönelik itirazımız şudur: Bunun tersinin genel hüküm olduğuna ilişkin bir delil yoktur. Yani Kur'an'da veya Kur'an ile sünnette cehennem ile cezalandırılacağı ilan edilmeyen her günahın küçük günah olduğunu söyleyemeyiz.
3- Büyük günah, dini hafife alma, onu umursamama mesajı veren her günahtır. Bu görüş İmam-ul Haremeyn tarafından ileri sürülmüş ve Fahr-i Razî tarafından da onaylanmıştır.
Bu görüşe yönelik itirazımız şudur: Bu tutum haddi aşma ve ölçüleri çiğneme göstergesidir ki, o da büyük günahlardandır. Ama böyle bir yaklaşımla yapılmamış bile olsalar, aslında büyük olan günahlar vardır. Yetim malı yemek, evlenilmesi yasak kadınlarla zina yapmak ve gerekçesiz olarak bir mümini öldürmek gibi.
4- Büyük günah, sonradan eklenen arızî bir nitelik gerekçesi ile değil de kendi öz nitelik yüzünden yasaklanan kötülüktür. Bu görüş bir önceki görüşün mukabili gibidir.
Buna karşı itirazımız şudur: Haddi aşmak ve Allah'ın emrini hafife almak gibi tutumlar her ne kadar arızî niteliklerdir; ama yine de büyük günahlardandır ve bu sıfatlar bir günaha eklendiklerinde, onunla birleştiklerinde o günah helâk edici büyük günahlardan biri olmaktadır.
5- Büyük günahlar, Nisâ suresinin başlangıcından otuzuncu ayetinin sonuna kadar değinilmiş olan günahlardır. Bu görüşü savunan sanki şunu kastediyor: "Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız…"ayetinde ifade edilen büyük günahlarla, bu surenin daha önceki ayetlerinde açıklanan akrabalık ilişkilerini kesmek, yetim malı yemek, zina etmek gibi günahlara işaret ediliyor.
Buna yönelik itirazımız ise, bu görüşün ayetin mutlak ifadesi ile bağdaşmayacağı şeklindedir.
6- Allah tarafından yasaklanan her kötülük büyük günahtır. İbn-i Abbas tarafından savunulduğu ileri sürülen bu görüş, öyle sanıyorum ki Allah'a karşı çıkmanın önemli bir günah olduğu gerçeğine dayanıyor.
Bu görüşe karşı şu itirazı ileri sürüyoruz: Daha önce söylediğimiz gibi günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrılması günahların birbirleri ile karşılaştırılması ile oluyor. Bu görüş ise, bir kul olan insanın tutumu ile bütün varlıkların Rabbi olan Allah'ı karşılaştırmayı dayanak noktası olarak alıyor. "Kebaire ma…=eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden…" ifadesindeki izafetin (=tamlamanın) açıklama amacı taşıdığını sanan bazı kimselerin bu görüşe yakınlık göstermeleri mümkündür. Fakat ayetteki izafeti bu anlamda kabul etmek doğru değildir. Çünkü o zaman ayetin anlamı, "Eğer bütün günahlardan kaçınırsanız, günahlarınızı bağışlarız." şeklinde olur. Oysa eğer bütün günahlardan kaçınılırsa, ortada affedilecek herhangi bir kötülük kalmaz. Eğer bu ifadeden ayetin inişinden önce müminler tarafından o güne kadar işlenen günahların affedileceği kastedildiği ileri sürülürse, o zaman bu ayet sadece inişi sırasında yaşayan bazı kimseleri ilgilendirmiş olur ki, bu da ayetin görünürdeki genel üslûbu ile bağdaşmaz. Bununla birlikte genelliği üzerinde durulursa, o zaman ayetin anlamı şöyle olur: "Eğer siz bütün günahlardan kaçınmaya karar verir de fiilen onlardan kaçınırsanız, sizin daha önceki günahlarınızı affederiz." Bu, örneği çok az olan veya hiç olmayan nadir bir durumdur. Bu yüzden ayetin genelliğini bu değerlendirmeye yorumlamak doğru değildir. Çünkü yüce Allah'ın özel koruması altında olanlar dışında kalan insanlar günahtan ve hatadan salim olamazlar. Buna iyice dikkat ediniz.
7- Küçük günah, cezası sahibinin sevaplarından az olan günahtır. Büyük günah da cezası sahibinin sevaplarından çok olan günahtır. Bu görüşün Mutezile mezhebi tarafından savunulduğu söylenmiştir.
Bu görüş karşısında söylenecek söz şudur: Bu görüşe ne bu ayet, ne de başka bir ayet delâlet etmiyor. Evet günahların sevaplar karşısında silinebileceği Kur'an ayetleri ile sabit olan bir gerçektir; fakat bu bütün günahlar için değil belli olmayan bazı günahlar için geçerlidir. İster bu işlem Mutezile mezhebinin savunduğu görüş şeklinde olsun, ister öyle olmasın. Bu tefsir kitabının ikinci cildinde sevapların günah-la yok olmasının anlamı geniş bir şekilde incelenmişti.
Bu görüşün savunucuları, büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde küçük günahların Allah tarafından affedilmesinin gerekli olacağını, küçük günah sahiplerini sorumlu tutmanın güzel olmayacağını ileri sürmüşlerdir ki, bu ayetin buna da delâlet etmediği kesindir.
8- Küçüklük ve büyüklük iki itibarî sıfat olup, her günaha arızî olarak eklenebilirler. İnsanın Allah'ın emrini hafife alarak veya alaya alarak ya da umursamayarak işlediği her günah büyüktür. Fakat eğer aynı günah öfkeye kapılarak, korkuya yenilerek veya şehvetin baskısı altında kalarak işlenirse, büyük günahlardan kaçınmak şartı ile affa uğrayacak küçük bir günah olur.
Sözü edilen bu ek sıfatlar, inatçılık ve Allah'a karşı gelme başlıkları altında toplanabilecek sıfatlar oldukları için bu görüşü şöyle özetlemek mümkündür: Dince yasaklanan her türlü kötülük eğer inatla ve Allah'ın emrini bile bile çiğneyerek işlenirse, o günah büyük olur. Aksi takdirde işlenecek her günah, inattan ve Allah'ın emrini bile bile çiğnemekten kaçınılması şartı ile affa uğrayacak bir küçük günahtır.
Bu görüşün savunucularından biri şöyle diyor: "Her kötülükte, Al-lah'ın ilan ettiği her yasaklamada, bir veya birkaç büyük günah ya da bir veya birkaç küçük günah vardır. Her günahtaki en büyük günah yasağı ve emri umursamamak, yükümlülüğü önemsememektir. Günahı tekrar tekrar işlemek de bu kategoriye girer. Çünkü tekrarcasına bir günahı işleyen kimsenin, emri ve yasağı önemsemesi, umursaması söz konusu o-lamaz. Nitekim yüce Allah: 'Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız (yani size yasaklanan her büyük günah ve kötülükten kaçınırsanız), sizin kötülüklerinizi bağışlarız.' (Yani günahlarınızın küçüklerini affeder, onlardan sizi sorguya çekmeyiz.) buyuruyor."
Bu görüşte şu tutarsızlık vardır: Herhangi bir günahın Allah'a karşı gelinerek yapılmasının onu büyük günah hâline getirmesi, büyüklüğün ölçüsünü sadece bu anlayışla sınırlı görmeyi gerektirmez. Aksi takdirde bu arızî sıfatların hiçbirini üzerinde taşımayan bazı günahların sırf kendi nitelikleri yüzünden büyük günah sayılmamaları gibi bir durum ortaya çıkar. Oysa yabancı bir kadına bakmaya nispetle akraba ile zina yapmak, bir kişiyi dövmeye nispetle onu gerekçesiz olarak öldürmek ister sözü edilen arızî sıfatları taşısınlar, ister taşımasınlar iki büyük günahtırlar. Evet, işlenen günaha söz konusu arızî ve helâk edici sıfatlar eklendikçe, bu sıfatlara bağlı olarak yasaklama şiddetlenir ve günah daha da büyük olur. Buna göre nefsin arzusuna kapılarak, şehvete yenilerek ve cahillik yüzünden yapılan bir zina, bu günahın ağırlığını umursamayarak ve onu mubah sayarak yapılan zina gibi değildir.
Şu da var ki, "Eğer her günahın büyüğünden kaçınırsanız, sizin yaptığınız o günahın küçüğünü affederiz." şeklindeki bir anlam seviyesiz bir anlamdır. "Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi bağışlarız." ayetinin içeriği ile söz akışının ahengi bakımından bağdaşmaz. Bu açıktır; kelam üslûpları ile azıcık ünsiyeti olan herkes bunu fark eder.
9- Bu görüşlerden biri de Gazalî'den nakledilen[3] ve bu konudaki görüşleri bir araya getirdiği izlenimini veren şu görüştür: "Günahlar birbirlerine nispetle büyük ve küçük diye ikiye ayrılırlar. Yabancı bir kadına bakmaya nispetle evlenilmesi yasak olan iffetli bir kadınla zina yapmak gibi. Gerçi bazı günahlar, helâk edici bazı sıfatların eklenmesi ile büyük hâle gelirler. Örneğin küçük bir günahı işlemek, her ne kadar aslında büyük olmayan bir günahtır; ama tekrar tekrar işlemek gibi bir sıfatın ona eklenmesiyle büyük olur."
"Bu söylenenlerden ortaya çıkıyor ki, günahlar birbirleri ile karşılaştırıldıklarında, yapılan kötülüğün kendisine ve eylemin cürümüne göre küçük ve büyük diye ikiye ayrılırlar. Sonra bu günahlar, onlardan doğan sonuçların ve meydana gelen vebalin sevapları yok etme hususunda bıraktıkları etki bakımından da ikiye ayrılırlar. Şöyle ki, eğer günahlar sevaplara galip gelerek onlardan fazla olursa, sevapların silinmesine, yok olmasına ve eğer az olursa, sevapların eksilmesine yol açarlar. Dolayısıyla bu durumda kendilerine denk miktardaki sevapların yok olması ile yok olurlar. Çünkü her itaatin insanın nefsi ve vicdanı üzerinde güzel bir etkisi olur. Bu etki o vicdanın makamının yükselmesini, Allah'tan uzaklık pisliğinden arınmasını ve cahillik karanlığından kurtulmasını gerektirir. Tıpkı bunun gibi her günahın da insanın nefsi üzerinde kötü bir etkisi olur. Bu etki de az önce söylediğimizin tersi olan sonuçları doğurur. Yani nefsin seviyesini aşağılara indirir, onu Allah'tan uzak kalmanın çukuruna ve cahilliğin karanlığına düşürür."
"Yaptığı ibadet ve itaat sayesinde nefsi için belli ölçüde nur ve temizlik hazırlamış olan insan bir miktar günah işlediği zaman, bu günahın karanlığı ile ibadetin nuru mutlaka birbiri ile çatışacaktır. Eğer bu çatışmada günahın karanlığı ve kötülüğün vebali ibadetin nurunu yenir, ona karşı üstün gelirse, ibadetin nurunu giderir ve sevapları yok eder. İşte bu durumda o günah büyük günah olur. Yok, eğer ibadet kendisinde bulunan nur, saflık ve temizlik ile günahlara galip gelirse, cahilliğin karanlığını ve günahın kirini giderir. Yalnız bu giderme sırasında günahın karanlığına denk miktardaki ibadet nuru da kaybolur. Fakat ibadetin geride kalan nuru ve saflığı nefsi aydınlatmaya ve arındırmaya devam eder. İşte günahlar ile sevapların birbirlerini yok etmelerinin anlamı budur. Bu, küçük günahların affedilmesinin ve kötülüklerin örtülmesinin anlamının ta kendisidir. İşte bu tür günahlar, küçük günahlardır."
"Bir de kötülüklerin ve iyiliklerin cezaları ve sevapları bakımından denk olmaları şıkkı var. Akıl, ilk bakışta bunu muhtemel görebilir. Bu şık, insanın günahsız ve sevapsız bir boş sayfa gibi farz edilmesinin, nefsinin hem karanlıktan ve hem de nurdan pay almamış olmasının varsayılmasının mümkün olmasını gerektirir. Fakat, "(İnananların) bir bölümü cennette ve bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir." (Şûrâ, 7) ayeti bu şıkkı geçersiz kılmaktadır." Gazalî'nin sözlerinden özetle aktardığımız alıntı burada sona erdi.
Fahr-i Razî bu görüşü, kendisine göre batıl olan Mutezile mezhebinin ilkelerine dayandığı gerekçesi ile reddetmiştir. Fakat el-Menar tefsirinin sahibi, kendi tefsirinde Razî'ye şiddetle karşı çıkarak şöyle diyor:
"Eğer günahların kendilerinin küçük ve büyük diye ikiye ayrılmaları Kur'an'da açık bir şekilde yer alsaydı İbn-i Abbas'ın bu ayrıma karşı çıkması mantığa sığar mıydı? Hayır, sığmazdı. Hatta Abdurrezzak'ın rivayetine göre İbn-i Abbas'a, 'Büyük günahlar yedi tane midir?' diye sorulduğunda, 'Onlar yetmiş taneye daha yakındır.' karşılığını veriyor. Said b. Cubeyr ise bu cevabın, 'Onlar yedi yüz taneye daha yakındır.' şeklinde olduğunu nakletmiştir. Ama günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrılmasına karşı çıkan görüş, Eş'arî mezhebine nispet verilmiştir."
"Galiba onların arasından bu görüşü savunanlar, mezkur sözleri tevil etme yolu ile de olsa Mutezile mezhebinin görüşüne karşı çıkmak istemişlerdir. Bu gayret İbn-i Fevrek'in sözlerinden anlaşılıyor. Bu zat Eş'arîlerin görüşlerini düzelterek şöyle demiştir: "Allah'a karşı işlenen günahların hepsi büyük günahtır. Yalnız bazılarına küçük ve bazılarına büyük denmiş olması, göreceli (izafî) bir adlandırmadır.[4] Mutezile mezhebi ise günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrıldığını söylüyor; fakat bu görüş doğru değildir." İbn-i Fevrek daha sonra bu sözlerinin devamında tefsirini yaptığımız ayeti, anlamına uzak düşecek biçimde tevil etmiştir."
"Acaba sırf Mutezile mezhebine, hem de doğru görüşleri hakkında bile olsa, karşı çıkmak için ayetler ve hadisler tevil edilebilir mi?! Bu, garipsenecek bir durum değildir. Çünkü mezhep taassubu birçok zeki ilim adamını, zekâlarının kendilerine ve ümmetlerine yarar sağlamasından alıkoymuştur. Bu taassup, o ilim adamlarının eserlerinin gerçeği araştırmayı engelleyen tartışmalarla dolmasına yol açarak Müslümanlar için fitne kaynağı olmalarına sebep olmuştur. Nitekim Razî'nin, Gazalî'den yaptığı aktarmaları ve taassup sonucu onun sözlerini nasıl reddettiğini, ona bu konuda verdiği cevabı aşağıda göreceksiniz. Halbuki Razî nerede, Gazalî nerede? Muaviye nerede, Hz. Ali (a.s) nerede?" el-Menar tefsirinden yapılan alıntı burada sona erdi. el-Menar'ın yazarı daha sonra bu sözlerini, Gazalî'den ve Razî'den yaptığımız nakillere değinerek bağlıyor.
Fakat bize göre, Gazalî'nin görüşleri her ne kadar genel olarak yerinde ise de şu bakımlardan tutarsız ve yanılgılıdır:
Birinci tutarsızlık: Gazalî'nin sevapların ve cezaların birbirlerini götürmesi, galip gelen tarafın diğerini yok etmesi yolu ile günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrıldığı yolundaki görüşü, sözlerinin başında yaptığı ve günahların kendi niteliklerine ve cürümlerine dayanılarak ikiye ayrılmalarını öngören görüşü ile her zaman uyuşmuyor. Çünkü özü itibarı ile büyük olduğu kesin olarak bilinen birçok günahın, bu günahları işleyen kimsenin çok sayıdaki sevabı ile karşılaşarak yok olmaları ve sevapların onlara galip gelmeleri mümkündür. [Bu ise açık bir çelişkidir. Çünkü Gazalî'nin görüşüne göre büyük günah olduğu kesin olarak bilinen bir eylemin bu durumda küçük bir günah kısmına girmesi gerekir.] Yine buna karşılık küçük bir günahın insan nefsinde kalan daha az ve daha küçük bir sevap birikimi ile karşılaşabileceği de farz edilebilir. [Dolayısıyla küçük bir günah, kendisinden daha az olan sevabı yok eder ve büyük günah kısmına girer.] Böylece bu iki ayrı kritere göre yapılmış ayırıma dayanan küçük ve büyük günahlar farklı kategoride yer alabilirler. Yani bir günah birinci ayırıma göre küçükken ikinci ayırıma göre büyük olabilir. Bazı günahlarda da bunun tersi olabilir. Sonuç olarak bu iki ayırım arasında uyum ve örtüşme yoktur.
İkinci tutarsızlık: Gerçi günahlar ile sevapların sonuçları arasında çatışma olduğu belirli oranda sabittir; fakat bu durum Kur'an ve sünnet kaynaklı dinî deliller yolu ile genel olarak asla ispatlanmış değildir. Kur'an ve sünnet kaynaklı hangi delil, genel anlamda günahların cezaları ile ibadetlerin sevaplarının birbirlerini götürüp karşılıklı yok olmaya yol açacaklarını kesin olarak kanıtlıyor?
Gazalî'nin nefsin nurlu ve yüce hâlleri ile karanlık ve alçak hâlleri hakkında yaptığı ayrıntılı incelemede de durum aynen böyledir. Bu hâllerde de eğer çoğunlukla çatışma ve birbirini götürüp karşılıklı yok olma varsa da bu her zaman ve genel olarak böyle değildir. Çünkü kimi zaman fazilet ile rezillik her ikisi de kendi yerlerinde kalır ve bu kalıcılıkta uzlaşmaları olur. O zaman insan nefsi sanki bir bölümü fazilete ait ve öbür bölümü rezilliğe ait olmak üzere ikiye ayrılır. Böyle durumlarda bakarsın ki, bir Müslüman adam faiz yer, başkalarının malını yutmaktan geri kalmaz, malını yediği mazlumun yardım isteğine kulak vermez; fakat farz namazları kılmakta gayretli olur, huşu konusunda titizlik gösterir. Başka bir Müslüman da kan dökmekten, onun-bunun ırzına geçmekten çekinmez, toplumun huzurunu bozmaktan geri durmaz; fakat ibadetler ve sadakalar konusuna tam bir ihlâsla sarılır.
Günümüzün psikologları bu duruma kişiliklerin eşleşmesi (çifte kişilik) adını verirler. Bu durum birden çok kişiliğin ortaya çıkıp birbiri ile çatışmasından sonra görülür. Bu da şöyle olur: İnsandaki farklı nefsanî eğilimler ilk başta daima birbirleri ile çatışırlar, zıtlaşma ve çekişme yolu ile birbirlerine karşı başkaldırırlar. İnsan bu yüzden sürekli iç sıkıntı çeker. Fakat sonunda [her iki eğilimin tekrarlanmasıyla] meleke hâline gelirler ve böylece insanın nefsine yerleşirler. [Durum böyle olunca artık aralarında zıtlaşma ve çatışma söz konusu olmaz, sonuçta] birbirleriyle uzlaşır, eşleşir ve uyuma geçerler. O zaman insanda oluşan bu iki şahsiyetten biri ortaya çıkınca öbürü saklanır ve ortaya çıkan eğilimin ayaklanarak avının üzerine çullanmasına göz yumar. Az önce verdiğimiz örneklerde görüldüğü gibi.
Üçüncü tutarsızlık: Bu görüşe göre küçük günahların affedilmesinde, büyük günahlardan kaçınmanın rolünün hiçe sayılması gerekir. Çünkü bir adam düşünelim büyük günah işlemiyor; fakat bu günah işlememe, nefsinin temayülüne ve günahı işlemeye gücü yetmesine rağmen onu yapmaktan kaçındığı için değildir. Tersine o günahı yapmaya gücü yetmediği için onu yapamıyor. Bu kimsenin işlediği iyiliklerin sevabı, günahlarının cezasından fazla olması hasebiyle günahları ister istemez yok olup gider. Bu da günahların affedilmesi demektir. Buna binaen bu durumda artık büyük günahlardan kaçınmanın önemli bir rolü olmamış olur.
Gazalî, İhya-ul Ulum adlı eserinde şöyle diyor: "Eğer kişinin gücü ve iradesi varken büyük günahlardan kaçınırsa, ancak o zaman bu kaçınması küçük günahlarını affettirir. Tıpkı şunun gibi: Adam bir kadını elde etmiş; istese ırzına geçebilir. Fakat nefsini zinadan alıkoyuyor ve sadece kadına bakmakla veya dokunmakla yetiniyor. Bu adamın gösterdiği gayretle kendisini zinadan alıkoymasının kalbini nurlandırma-daki etkisi, o kadına bakmanın kalbinde meydana getireceği karanlıktan daha baskındır. İşte küçük günahları affettirmenin anlamı budur."
"Ama eğer adam iktidarsızsa veya zina yapmaması, zorunlu bir acizlikten ileri geliyorsa veya zina yapma gücünde olmakla birlikte ahi-ret korkusu ile bundan vazgeçmiş ise, bu durum kesinlikle günahları affettirmeye elverişli olmaz. Yine birini düşünelim ki, canı içki içmek istemiyor. Mubah bile olsa içmeyecek. Böyle biri eğer içki öncesinde işlenmesi âdet olan şarkı ve saz dinlemek gibi küçük günahları işlemişse, içki içmemesi yüzünden bu küçük günahları affedilmez. Evet bir adam düşünelim ki, içki içmeyi ve saz dinlemeyi canı istiyor; fakat gayret göstererek kendini içkiden uzak tutuyor, buna karşılık nefsinin saz dinleme isteğine engel olmuyor. Bu durumda o kimsenin içki içmemek için gösterdiği gayret, nefsiyle ettiği cihat, saz dinleme günahının kalbinde meydana getirdiği karanlığı giderebilir. Bunların hepsi ahiretle ilgili hükümlerdir." Gazalî'den naklettiğimiz alıntı burada sona erdi. (c.11, s.177)
Yine Gazalî başka bir yerde şöyle diyor: "Kalpte meydana gelen her karanlık, ancak o kötülüğün karşıtı ve zıttı olan bir iyiliğin meydana getireceği nur sayesinde ortadan kalkabilir. Birbirlerinin karşıtı olan zıtlarda ise hiç kuşkusuz bir nevi uyumluluk söz konusudur. Bundan dolayı her kötülük sadece aynı cinsten bir iyilikle yok edilmelidir. Böylece o iyilik, yapılan kötülüğün karşıtı olur. Çünkü beyaz [ancak onun kendi cinsinden olan] siyahla giderilir; sıcaklık veya soğuklukla değil. Bu aşamalı şekilde hareket edip nuru icat etme yöntemi, günahları silme yolunda izlenilen en ince ve dakik yöntemdir. Çünkü bu yola ümit bağlamak [ve günahları bu şekilde yok etmek], bir tür ibadete devam etmekten daha doğru ve güvenilirdir. Gerçi yalnız bir tür ibadete devam etmek de günahları yok etmede etkilidir." Gazalî'den yapılan alıntı burada son buldu. (c.11, s.200)
Görüldüğü gibi Gazalî'den yaptığımız bu alıntılar, kötülükleri (küçük günahları) yok eden faktörün, büyük günahlardan uzak durmak, onlardan kaçınmak olduğuna delâlet ediyor. Oysa yukarda aktardığımız görüşüne göre bu, gerekli değildir.
Bu konuda ayetlere dayanılarak söylenebilecek olan geniş kapsam-lı söz şudur: İyilikler ile kötülükler genel anlamda birbirlerini yok ederler. Fakat her iyiliğin her kötülük üzerinde veya her kötülüğün her iyilik üzerinde, onu eksilterek veyahut tamamıyla yok ederek etkili olduğu iddiası, herhangi bir delile dayanmıyor. Sevap ve ceza ile ilgili Kur'anî gerçekleri anlama konusunda iyi bir yardımcı olan insanın ahlâkî ve nefsanî durumlarını göz önünde bulundurmak, bizim bu sözümüze delildir.
Büyük ve küçük günahlara gelince, daha önce söylediğimiz gibi tefsirini yapmakta olduğumuz bu ayetten anlaşıldığına göre, bunların büyüklüğü ve küçüklüğü birbirleri ile karşılaştırılarak ortaya çıkar. Yabancı bir kadına bakmaya göre öldürülmesi haram olan birini öldürmek veya nefsin arzusuna uyarak içki içmeye göre içki içmeyi helâl sayarak içki içmek gibi. İşte bu karşılaştırmaya göre bazı günahlar küçük ve diğer bazıları büyüktür. Ancak bu ayırımın, günahlarla sevapların birbirlerini götürme ve tamamen yok etme meselesi ile hiçbir bağlantısı yoktur.
Bunların yanı sıra ayetten anlaşılan bir diğer husus da şudur: Yüce Allah, büyük günahlardan kaçınanların önceki ve sonraki bütün kötülüklerini, küçük günahlarını affedeceğini vaat ediyor. Ayetin mutlak ifadesinden anlaşılan budur. Diğer taraftan bu da bilinen bir gerçektir ki, böyle bir kaçınmadan anlaşılan şudur: Her mümin elinden geldiğince büyük günahlardan kaçınmalı ve yapma imkânına sahip olduğu günahlardan uzak durmalıdır. Çünkü ancak böylesine bir uzak durmaya "günahtan kaçınma" denir. Yoksa dünyada varolan büyük günahların bütününden kaçınarak uzak durması söz konusu değildir. Çünkü büyük günahların listesini üstün körü bir şekilde gözden geçiren bir kimse, bu günahların tümüne eğilim gösteren ve onların hepsini yapmaya gücü yeten bir insanın dünyada bulunmayacağından veya bulunsa bile yok denecek derecede ender olacağından şüphe etmez. Ayeti bu basitliğe indirmeye sağduyu razı olmaz.
Buna göre ayetin anlamı şudur: Kim ki, yapabileceği ve canının çektiği büyük günahlardan kaçınır ve bu günahlar kendisinden kaçınma imkânına sahip olduğu günahlar türünden olursa, Allah onun küçük günahlarını örter, affeder. Bu küçük günahlar ister kaçındığı büyük günahlarla aynı türden olsun, ister olmasın fark etmez.
Acaba bu küçük günahların affı, doğrudan doğruya büyük günahlardan kaçınmanın bir sonucu mudur? Yani büyük günahlardan kaçınmak, başlı başına küçük günahları affettiren bir ibadet midir? Nitekim tövbe etmek böyledir. Yoksa insan büyük günah işlemeyince, Allah onu küçük günahlar ve iyi ameller ile baş başa mı bırakır? Yani küçük günahları gideren gerçekte iyi ameller midir? Nitekim yüce Allah, "İyilikler, kötülükleri giderir." (Hûd, 144) buyuruyor. Acaba bu ikisinden hangisi denebilir? "Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi (küçük günahlarınızı) bağışlarız." ayetinden anlaşıldığına göre kaçınmanın affettirmede rolü vardır. Aksi hâlde Hûd suresinde yer alan, "İyilikler kötülükleri giderir." ayeti gibi bir şart cümlesine yer vermeye gerek duyulmaksızın burada da "itaatler küçük günahları affettirir" diye ifade edilmesi veya "yüce Allah, ne olursa olsunlar küçük günahları affeder" şeklinde bildirmesi daha uygun olurdu.
Bir günahın büyük olduğu ise, o günahla ilgili yasağın şiddeti veya cehennem ya da cehennem ateşine yakın başka bir ceza ile cezalandırılacağının ilan edilmesi ile bilinir. Bu tehditler ister Kur'an'da yer alsın, isterse sünnette fark etmez. Çünkü bu konuda sınırlama getirmek [yani Kur'an'la sınırlamak] hiçbir delile dayanmamaktadır.
Ayetin Hadisler Işığında Açıklamasıel-Kâfi'de yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Büyük günahlar, Allah'ın cehennem ateşi ile cezalandıracağını gerekli kıldığı günahlardır." (c.2, s.276, h:1)
Men lâ Yahzuruh-ul Fakih ve Tefsir-ul Ayyâşî adlı eserlerde İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Büyük günahlar, Allah'ın cehennem ateşi ile tehdit ettiği günahlardır." (el-Fakih, c.3, s.373, h:14, Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.239, h:114)
Sevab-ul A'mal adlı eserde verilen bilgiye göre İmam Cafer Sadık şöyle buyuruyor: "Allah'ın cehennem ateşi ile cezalandıracağını bildirdiği günahlardan kaçınan kimse eğer mümin ise, Allah onun küçük günahlarını affeder ve kendisini onurlu bir yere yerleştirir. Cehennem azabına çarpılmayı gerektiren yedi büyük günah şunlardır: Öldürülmesi haram olan bir insanı öldürmek, ana-babaya asi olmak, faiz yemek, Müslüman olduktan sonra kâfir olmak, iffetli bir kadına zina iftirası atmak, yetim malı yemek, savaş cephesinden kaçmak." (s.158, h:1)
Ben derim ki: Büyük günahların sayılarına ilişkin Şia ve Ehl-i Sünnet kanallı rivayetlerin sayısı çoktur. Bunların bazılarına yer vereceğiz. Yer vereceğimiz bu rivayetlerde şirk ve Allah'a ortak koşmak, yedi büyük günahın biri olarak sayılmıştır. Yalnız bu rivayette şirk yedi büyük günahın biri olarak yer almıyor. Şayet şirk büyük günahların en büyüğü olduğu için, İmam (a.s) bu günahı en büyük yedi günah listesine almamış olabilir. Nitekim İmamın, "…eğer mümin ise…" sözü bu hususa işaret etmektedir.
Mecma-ul Beyan tefsirinde verilen bilgiye göre Abdulazim b. Abdullah-il Hasanî, Ebu Cafer Muhammed b. Ali'den (a.s), o da babası Ali b. Musa Rıza'dan (a.s) rivayet ettiğine göre İmam Musa Kazım şöyle buyurmuştur: "Amr b. Ubeyd-il Basrî, İmam Sadık'ın (a.s) yanına geldi. Selam verip oturduktan sonra, 'Onlar ki, büyük günahlardan ve çirkin şeylerden kaçınırlar.' (Şûrâ, 37) ayetini okudu ve sustu. İmam ona, 'Niçin sustun?' diye sordu. Amr, 'Büyük günahları Allah'ın kitabından öğrenmek istiyorum.' dedi. Bunun üzerine İmam Sadık (a.s) şöyle dedi: Tabi ey Amr! [1-] Büyük günahların en büyüğü Allah'a şirk koşmaktır. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: 'Allah, kendisine şirk koşmayı affetmez.' [Nisâ, 48]'Kim Allah'a şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar. Onun varacağı yer de cehennemdir.' [Mâide, 72]
[2-] Sonra Allah'ın rahmetinden ümit kesmek gelir. Çünkü yüce Allah: 'Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah'ın rahmetinden sadece kâfirler ümit keser.' [Yûsuf, 87] buyuruyor.
[3-] Sonra Allah'ın tuzağından emin olmak gelir. Çünkü yüce Allah: 'Hüsrana uğrayanlar dışında hiç kimse Allah'ın tuzağından emin olamaz.' [A'râf, 99] buyuruyor.
[4-] Büyük günahlardan biri de ana-babaya asi olmaktır. Çünkü yüce Allah, ana-babaya asi olan kimseyi 'bedbaht bir zorba' olarak nitelendirmiş ve şöyle buyurmuştur: 'Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Zorba ve kötülük düşkünü biri olmaktan uzak tuttu.' [Meryem, 32]
[5-] Büyük günahlardan biri de öldürülmesi haram olan bir insanı haksız yere öldürmektir. Çünkü yüce Allah, 'Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir.' [Nisâ, 93] buyuruyor.
[6-] Namuslu ve iffetli kadınlara zina iftirası atmak, zina isnadında bulunmak. Çünkü yüce Allah, 'Namuslu, hiçbir şeyden haberi olmayan mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünyada ve ahirette lânetlenmişlerdir ve onlar için çok büyük bir azap vardır.' [Nûr, 23] buyuruyor.
[7-] Yetimlerin malını yemek. Çünkü yüce Allah, 'Yetimlerin mal-larını haksızla yiyenler…' [Nisâ, 10]buyuruyor.
[8-] Savaştan kaçmak. Çünkü yüce Allah, 'Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya başka bir bölüğe ulaşma dışında o gün kim kâfirlere arka çevirirse, muhakkak ki o, Allah'ın gazabına uğramış olarak döner. Onun varacağı yer cehennemdir. Orası ne kötü bir varılacak yerdir.' [Enfâl, 17] buyuruyor.
[9-] Faiz yemek. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: 'Faiz yiyenler, ancak şeytan tarafından çarpılmış kimseler gibi ayağa kalkarlar.' [Bakara, 275] 'Eğer (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından açılan bir savaştan haberiniz olsun.' [Bakara, 279]
[10-] Büyücülük ve sihir. Çünkü yüce Allah, 'Oysa onlar büyü satın alanın ahirette hiçbir nasibi olmayacağını biliyorlardı.' [Bakara, 102] buyuruyor.
[11-] Zina etmek. Çünkü yüce Allah, 'Kim bunları yaparsa, günahı(nın cezasını) görür. Kıyamet günündeyse azabı kat kat arttırılır ve alçaltılmış olarak ebediyen azapta kalır.' [Furkan, 69] buyuruyor.
[12-] Yalan yere yemin etmek. Çünkü yüce Allah, 'Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedele satanların ahirette hiçbir (sevap) payı olmaz.' [Âl-i İmrân, 77] buyuruyor.
[13-] Ganimet mallarında yolsuzluk yapmak. Çünkü yüce Allah, 'Kim (ganimet mallarına) hıyanet ederse, kıyamet günü hıyanet ettiği şeyle gelir.' [Âl-i İmrân, 161] buyuruyor.
[14-] Farz olan zekâtı vermemek. Çünkü yüce Allah, 'O gün (biriktirdikleri altınlar ve gümüşler) cehennem ateşinde kızdırılacak ve onlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak.' [Tevbe, 35] buyuruyor.
[15-] Yalancı şahitlik ve şahitlik yapmaktan kaçınmak. Çünkü yüce Allah, 'Kim şahitliği gizlerse, (bilsin ki) onun kalbi günahkârdır.' [Bakara, 283] buyuruyor.
[16-] İçki içmek. Çünkü yüce Allah onu putlara tapmakla denk saymıştır.
[17-] Bilerek namazı veya başka bir farzı terk etmek. Çünkü Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: 'Kim bilerek namazı terk ederse, Allah'ın ve Peygamberin zimmeti (güvencesi) dışında kalır.'
[18-19-] Ahdi bozmak (verdiği sözü tutmamak) ve akrabalık bağını koparmak. Çünkü yüce Allah, 'Onlara (ahdi bozan ve akrabalık bağını koparanlara…) lânet ve kötü bir yurt vardır.' [Ra'd, 25] buyuruyor.
İmam Musa Kâzım (a.s) devamla şöyle buyurdu: "Daha sonra Amr b. Ubeyd, hüngür hüngür ağlayarak İmam Sadık'ın (a.s) yanından ayrıldı ve ayrılırken de şöyle dedi: Kendi görüşüne dayanarak fetva verenler ile fazilette ve ilimde size rakip çıkanlar (sizinle tartışmaya kalkışanlar) helâk oldu." (c.2, s.84, Usûl-i Kâfî, c.2, s.285, h:24)
Ben derim ki: Buna yakın bir rivayet de Ehl-i Sünnet kanallarından İbn-i Abbas'a dayandırılarak nakledilmiştir.[5] Yukarıda zikrettiğimiz rivayetten iki sonuç çıkıyor:
1) Büyük günahlar, kesin ve şiddetli bir dille yasaklanan günahlardır. Bu yasaklamadaki kesinlik ise, ya ifadenin belirgin ve tekitli olmasından veya cehennem ateşi ile cezalandırılacağının bildirilmesinden anlaşılır. Ayrıca bu yasaklama, Kur'an veya sünnet kaynaklı da olabilir. Nitekim İmam Sadık'ın (a.s) delil gösterme örneklerinde bu gerçek or-taya çıkıyor.
İmamın bu açıklamalarından "Büyük günahlar, Allah'ın cehennem ateşi ile cezalandıracağını gerekli kıldığı günahlardır." şeklinde el-Kâ-fi'de yer alan hadis ile "Büyük günahlar, Allah'ın cehennem ateşi ile tehdit ettiği günahlardır." şeklindeki Men lâ Yahzuruh-ul Fakih'de ve Tefsir-ul Ayyâşî'de yer alan hadisin de ne anlama geldiği anlaşılıyor. Dolayısıyla cehennem ateşini gerekli kılmak veya cehennem ateşi ile tehdit etmek ifadeleri genel nitelikli olup, insanın gerek Kur'an'da gerekse Peygamberimizin (s.a.a) hadislerinde açıkça veya ima yolu ile belirtilen bu günahlar sayesinde cehennem ateşine atılacağını açıklamaktadırlar.
Bu konuda İbn-i Abbas'a dayandırılan rivayetin de böyle olduğunu sanıyorum. Yani İbn-i Abbas da bu günahların cehennem ateşi ile tehdit edilmesinden, Kur'an'da veya hadiste bu yolda bir açık ifadenin veya imânın bulunmasını kastetmiş olmalıdır. Nitekim İbn-i Abbas'ın Ta-berî tefsirinde yer alan "Büyük günahlar, yüce Allah'ın cehennemle, gazapla, lânetle veya azapla noktaladığı günahlardır." şeklindeki sözü de bunu gösterir. (c.5, s.27)
Bundan anlaşılıyor ki, İbn-i Abbas'ın Taberî tefsirinde veya başka kaynaklarda yer alan "Allah'ın yasakladığı her kötülük büyük günahtır." şeklindeki sözü, büyük günah kavramına farklı bir anlam vermek maksadı taşımıyor. Bu ifade daha önce söylediğimiz gibi sadece insanın Allah'ın yüceliği karşısındaki küçüklüğüne dayanarak bütün günahların büyüklüğünü vurgulamayı amaçlıyor.
2) Okuduğumuz ve aşağıda okuyacağımız bazı rivayetlerde büyük günahlar bazı sayılarla sınırlandırılıyor. Ehl-i Sünnet kanallarından gelen bazı rivayetlerde bu sayı kimi zaman yedi, kimi zaman sekiz, kimi zaman da dokuz olarak veriliyor. Nasıl ki Ehl-i Beyt'ten nakledilen bu rivayette görüldüğü gibi bu sayı yirmi olarak gösteriliyor. Hatta bazı başka rivayetler bu sayıyı yetmişe çıkarıyor. Bütün bunlar, günahın büyüklük derecesinin farklılığını gözetme maksadı taşır. Nitekim İmam Sadık'ın (a.s) büyük günahları sayarken "Büyük günahların en büyüğü Allah'a şirk koşmaktır." demesi bu söylediğimizin delilidir.
ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Buharî, Müslim, Ebu Davud, Neseî ve İbn-i Ebu Hatem Ebu Hüreyre'den şöyle aktarırlar: "Resulullah buyurdu ki: 'Yedi helâk edici günahtan kaçının.' Sahabelerin 'Bunlar nelerdir ya Resulallah?' diye sormaları üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) söz-lerine şöyle devam etti: Allah'a ortak koşmak, haklı bir gerekçe olmaksızın Allah'ın haram kıldığı bir cana kıymak, büyücülük, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, kötülüklerden habersiz mü-min ve iffetli kadınlara zina iftirası atmak." (c.2, s.146)
Yine aynı eserde İbn-i Habban ve İbn-i Mürdeveyh, Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan, o da babasından, o da dedesinden şöyle rivayet ettiğini aktarırlar: "Peygamberimiz (s.a.a) Yemen halkına farzları, sünnetleri ve diyetleri içeren bir mektup yazarak onu Amr b. Hazm ile Yemenlilere gönderdi. Mektubu götüren Amr şöyle diyor: Bu mektupta şöyle deniyordu: Kıyamet günü Allah katında büyük günahların en büyüğü Allah'a şirk koşmak, haklı bir gerekçeye dayanmaksızın mümin bir kimseyi öldürmek, savaş gününde (cepheden) kaçmak, ana-babaya asi olmak, iffetli bir kadına zina iftirası atmak, büyücülük öğrenmek, faiz yemek ve yetim malı yemektir." (c.2, s.146)
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde verilen bilgiye göre Abdullah b. Ahmed'in Zevaid-uz Züht adlı eserinde Enes b. Malik'den Peygamberimizin (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Benim şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyenleri içindir. Arkasından da, 'Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi bağışlarız.' ayetini okudu." (c.2, s.145)
_________________________________________
[1]- [ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.146]
[2]- [el-Fakih, c.4, s.11, h:1]
[3]- Fahr-i Razî bu görüşü kendi tefsir kitabında (Tefsir-ul Kebir, c.10, s.75) Gazalî'nin "İhya-ul Ulum" adlı kitabının özetinden nakletmiştir.
[4]- Bu göreceli olma durumu, günaha yönelik niyetlerin farklılığından kaynaklanır, günahların birbirine olan nispetlerinden değil.
[5]- [ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.148]
İran İslam İnkılâbı ve Filistin Meselesi
İslam inkılâbının başarıya ulaşması dünyanın değişik bölgelerindeki Müslümanların yeniden İslami meselede esas kabul etmelerine neden oldu.
1979 yılında İran'da İslam inkılâbının gerçekleştiği dönemde; Filistin meselesi İslami yönü yitirmiş ve farklı yönlere çekilerek, değişik ideolojilere kapılmıştı. Fakat İslam inkılâbının başarıya ulaşması dünyanın değişik bölgelerindeki Müslümanların yeniden İslami meselede esas kabul etmelerine neden oldu. Dolayısıyla Filistin hareketleri de inkılâptan etkilenerek, mücadelelerinde İslami esaslara tutunduklarını rahatça söyleye biliriz. Ayrıca İran İslam inkılâbı dünya çapında Filistin meselesini Müslümanların en önemli sorunu olarak tanıttı ve İslami öğretiler sayesinde bu sorunun üstesinden gelineceğini açıkladı.[1]
Filistin İslami Cihad hareketinin önderi bu hususta şöyle demektedir: "Filistin halkını, İmam Humeyni'nin gerçekleştirmiş olduğu inkılâp kadar ümitli kılmamıştır. İnkılâbın başarıya ulaşmasıyla Filistin halkı ve biz kendimize geldik, Amerika ve İsrail'i yene bileceğimize inandık."[2]
İmam Humeyni (r.a) Filistin direnişinde iki önemli etkiyi bırakmıştır: Birincisi, direniş ve mücadelenin İslami yöne doğru çekilip, İslami esaslara göre yapılması ve ikinci; dünya Müslümanlarının Filistin sorunun her Müslüman'ın sorunu olduğunu anlayarak, Filistinlilere destek çıkmasıdır. Dolayısıyla hiç şüphesiz İslam inkılâbı ve İran halkının bağımsızlığı ve İslami öğretilerin topluma hâkim olması için vermiş olduğu mücadele Filistinlilere büyük bir ders olmuştur ve onların çok etkilenmelerini sağlamıştır.[3]
İslami Cihad'ın kurucusu ve rehberi şehit Dr. Şikaki, İslam inkılâbının Filistin halkının direnişindeki etkilerini şu şekilde açıklamaktadır: "İslam inkılâbı başarıya ulaşmadan önce biz tam bir ümitsizliğe kapılmış halde, yeis içerisindeydik. Amerika gibi bir süpergüçün desteğini alan Siyonist rejimi hiçbir şekilde yenemeyeceğimiz ve direnişimizin sonun zafer olmayacağını zannediyorduk. İmam Humeyni (r.a) inkılâbını gerçekleştirmekle, Ortadoğu'nun en güçlü ordusuna sahip ve tüm müstekbir devletlerin desteğini alan şahlık rejimini yumruklarla devirmesiyle; ümitli olduk, rüyalarımızın gerçekleşeceğine inandık. Kesin iman ettik ki; inkılâbı ve harekât halindeki bir İslam, şahı devirdiği gibi, şahları, zalimleri ve tağutları da devire bilir, böylece Filistin'de özgürlüğüne kavuşabilir.
İşte bu asaleti ve değeri İmam Humeyni bize vermiştir ve bugün o merhum imamın yerinde bulunan Ayetullah Hamanei de İmam'ın yolunu devam ettirmekte ve bizlere ümit vermektedir. İran ve İran halkına çok teşekkür ediyoruz. Biliyoruz, Filistin mücadelesini ve direnişini desteklediği için ne kadar sorunlarla karşılaşmışlar. Tüm ambargo, iç ve dış politikadaki sorunlar, dünya devletlerinin baskısına rağmen yine de bizim yanımızda yer almışlar."[4]
80'li yılların başına kadar, İslam dinin toplumsal ve siyasi yapısı bilinmemekteydi, insanlar ve uluslar arası arenada din sadece Allah ile kul arasındaki bir bağın adı olarak algılanıyordu. Ama inkılâbın gerçekleşmesiyle, İslam'ın nasıl toplumsal refah ve güveni getirdiği, ezilmiş halklara nasıl özgürlüklerini kazandırdığı tüm dünyada bilindi. Dolayısıyla siyasal İslam batı için en önemli ve onların menfaatlerini tehlikeye sokan başlıca konu oldu.[5] Bu yüzden de İslam inkılâbını yıkmak için her türlü planı yaptılar, her alanda saldırmaya başladılar.[6]
Ortadoğu ve dünyanın değişik bölgelerinde halklar siyasal İslamı araştırıp, kabul edip, pratiğe dökmeye çalıştılar. Sonuçta İslam inkılâbı; İslami direniş harekâtlarının İslami olmayan örgütlerden daha üstün ve etkili olduğunu ispatlamanın yanı sıra, global anlamda diğer iki önemli tesirde de bulunmuştur:
1- Solcu ve milliyetçi örgütlerinde İslami öğretilerden etkilenmeleri ve İslami esaslar ile hareket etmelerini sağladı.
2- İslami pragmatizme yakın olan İslami örgütlerin, siyasi takiyeden kurtularak daha çok pratiksel olmalarını sağladı.[7]
İslam inkılâbı ile 80'li yılların başına kadar tüm İslam coğrafyasında kabul görmeye başlayan laiklik düşüncesinin ve dinin siyasetten ayrı olduğu inancının ne kadar yanlış olduğu anlaşıldı. Müslümanlar İslam dinin siyasetten ayrı olmadığı ve birçok siyasi öğreti-hükmünün bulunduğunun farkına vardırlar.
İran İslam inkılâbının başarıya ulaşmasıyla, hem devletlerin bazında hükümetlerin öz kimlikleri olan İslami yönetime dönmeleri gerektiği fikri sunulmuş oldu ve hem de halklar ve direniş örgütleri kurtuluşun ve bağımsızlığın yalnızca İslam'a sarılmakla kazanıla bileceğini anladılar. Dolayısıyla özellikle de Filistin'de inkılâp sonrası İslami direniş örgütlerinin kurulduğunu, bunların kesinlikle Siyonistler ile müzakereye yanaşmadıklarını gördük.[8]
Ayrıca İslam memleketi denildiği zaman yani halkı Müslüman olan bir devlet olarak bu ismi vermek yanlıştır. İslam memleketi, Allah'ın hükümlerini toplumda icara eden, ilahi şeraiti uygulayan ve her şeyini İslami öğretilere göre şekillendiren devlettir.[9] Bunu günümüzde herkese ameli olarak gösteren de İran İslam inkılâbı olmuştur, böylece İslami Medine-i fazile ütopya olmaktan çıkarak reel hale gelmiştir.
John Esposito, İslam dinin siyasi olması, ekonomi, kültür, sosyal ve politik alanda bu kadar gelişmesinin; sudandan Endonezya'ya kadar Müslümanların direnişe kalmasının en büyük sebebi olarak İran İslam inkılâbını bilmektedir. Ki böylece İslam bir köşeye terk edilmiş İslam olmaktan çıkarak global anlamda en önemli güçlerden biri haline gelmiştir.[10]
İmam Humeyni Ve Filistin Meselesi
İmam Humeyni'nin (r.a) en önemli düşüncesi ve sürekli üzerinde çalıştığı; Siyonizm ve özellikle İsrail ile mücadele edilmesi gerektiğidir. İmam Humeyni'nin (r.a) kendisine edinmiş olduğu en büyük dert olan Filistin sorunu, inkılâbın başarıya ulaşmasıyla birlikte başlayan bir şey değildir. İnkılâptan 15 yıl önce Filistinli direnişçilerle görüşmüş, maddi-manevi her türlü desteğe hazır olduklarını ilan etmişti. İmam Humeyni (r.a) Filistin sorunun sadece Filistin halkının sorunu olmadığı tüm Müslümanların meselesi olduğunu defalarca beyan etmiştir.
İran'da İslami direnişin devam ettiği günlerde gazetecilerle yapılan bir toplantıda şöyle buyurmuşlardı: "bizim şaha karşı kıyam etmemizin en önemli nedenlerinden biri de onun İsrail'i sınırsız desteklemesidir. Siyonist rejim kurulduğu ilk günden itibaren şah, işgalcilere her türlü yardımı yaptı, Müslümanlar Siyonistlerle savaşırken, o Müslümanların petrolünü çalarak İsrail'e veriyordu. İşte benim de şaha muhalif olmamın nedenlerinden biri budur."
İmam Humeyni (r.a) içte Şaha karşı kıyam etmenin ve direnmeyi en önemli amaç biliyordu, dışta ise Filistin sorunu imam için çok önemliydi. İmam Humeyni'nin (r.a) dış politikadaki esası Filistin'dir. Defalarca şöyle demiştir:
"Siyonist rejimin Müslümanlar tarafından resmen kabul edilmesi, ortak ilişkilerin kurulması ve Siyonistlerin desteklenmesi, Müslümanlar için bir faciadır. Siyonistlerin karşında durmak tüm Müslümanlara ilahi bir farzdır. Siyonistlerle işbirliği yapan Müslüman gözükenlerden Allah'a sığınıyorum."
"Ben Filistinli devlet başkanlarına sesleniyorum, artık İsrail ile müzakereleri bırakın, onlarla görüşmelerini kesin. Bunların zarardan başka hiçbir faydası olmayacaktır. Mazlum Filistin halkının kurtuluşu sadece kendilerine güvenerek, Allah'a dayanarak, silahlı mücadeleye girişmeleri, ölüm pahasına bile olsa İsrail ile savaşmalarındadır. Şunu artık kesin kabul edin, ne batı size yardım edecektir ve ne de doğu, Allah'a iman edip, elinize silahı alarak İsrail ile savaşın."
İmam Humeyni Ve Kudüs Günü
İmam Humeyni'nin (r.a) konuşmalarını topluca inceleyip, yayınlamış olduğu bildirilere baktığımızda; Kudüs gününün tüm dünya Müslümanlarının ve küresel bir günü olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. İmamın ramazan ayının son cumasını Kudüs günü olarak ilan etmesi, aslında mezhep, fırka ve kavim gözetilmeksizin tüm Müslümanların ortak değeri olduğundan, Müslümanların birliğini sağlam noktasında çok önemlidir. İmam tüm Müslümanların kabul ettiği Filistin sorunu Kudüs günüyle canlı tutmaya çalışmakla vahdeti de oluşturmuştur. Merhum İmam'ın seçmiş olduğu gün de çok önemlidir; zira Ramazan ayını tutan dünya Müslümanları bu ayda dua, nefis tezkiyesi ve ibadet ile tarif edilmez bir maneviyata ulaşmışlardır, dolayısıyla ramazanın son cumasında İslam için bir şeyler yapma isteği onlarda belirmiştir. Böylece imamın sözü çok daha etkili olarak kalplere yerleşmiş, İslam âlemi tarafından kabul görmüştür.
Kudüs günün nasıl bir gün olduğu ve neyi amaçladığını bizzat İmam Humeyni'nin (r.a) sözlerine baktık mı çok daha güzel anlayacağızdır. Merhum imam buyuruyor:
" Benim dünya Müslümanlarından ve İslam devletlerinden istediğim tek şey; işgalci Siyonistlerin ve destek verenlerin biran önce yenilgiye uğramaları için birlik ve beraberlik içinde olmalarıdır. Müslümanlar birleşin. Dünya Müslümanlarını mübarek Ramazan ayının son cuması yani Kadir gecelerinin bulunduğu günleri Kudüs günü olarak kabul etsinler. Bu günde dünya Müslümanları birleşerek bu programla uluslar arası alanda Filistinlilerin kanuni haklarını savunsunlar. Böylece Filistin halkının kaybedilmiş hakları onlara geri kazandırılsın…"
"Kudüs günü global bir gündür ve sadece Kudüs ile sınırlı değildir. Kudüs günü aslında dünyanın tüm ezilmiş halkların kıyam edip bağımsızlıklarını kazanmaları, Amerika ve diğer güçlerin zulmü altında ezilenlerin onlara karşı gelerek haklarını savunmaları gereken bir gündür. Bugünde dünya mustazafları, müstekbirlerin karşısında durmalı ve burunlarını yere sürtmeliler. Kudüs günü münafıklar ile gerçek inançlıların belli olduğu gündür; inanlar bu günde görev ve sorumluluklarının farkına varırlar ve gereğini yaparlar ama münafıklar yani Amerika'nın gölgesi altında olanlar, Siyonistlerle işbirliği yapanlar ve Müslümanların izzetini düşünmeyenler bu günde duyarsızdırlar, hatta engellemeye çalışırlar. Kudüs günü; hepimiz himmetli olması ve Kudüs'ün özgürlüğü için mücadele edilmesi gereken gündür, çabalayalım ki, Kudüs kurtulsun, Lübnan halkı kurtulsun…"
"Kudüs günü sadece Filistinlilere özel bir gün değildir, İslam günüdür. İslam hükümetinin günüdür, tüm Müslüman memleketlerinde İslam bayrağının dalgalanması gereken bir gündür."
"Müslümanlar bugünde yürüyüşler düzenlemeli, feryat etmeli ve sloganlar atmalıdır. Bunların faydasız olduğunu sanmayın, evet sadece ben feryat etsem belki faydasızdır, ama dünya Müslümanları topyekûn haykırdılar mı hiç şüphesiz çok faydalıdır ve etkisini gösterecektir."
Ayetullah Hamanei Ve Filistin Meselesi
Rehber Ayetullah Hamanei'nin; Filistin sorunu karşısında tutumu ve konuşmalarını incelediğimizde sanki karşımızda imam Humeyni'yi (r.a) görmekteyiz ki onun gibi, Müslümanların vahdeti, Filistin ve dünyanın ezilmiş halkları için mücadele etmektedir.
Ayetullah Hamanei, rehberliğe seçildiği ilk günden, günümüze kadar her fırsatta Filistin'in dünya Müslümanları için en önemli ve başıca sorun olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla da Filistin davasını desteklemek, maddi-manevi, kültürel ve politik alanlarda yanlarında yer almak her Müslüman'a farzdır, diye buyurmuştur.
Aynı şekilde, tüm dünya Müslümanlarını, özellikle toplumun önde gelen düşünür ve devlet adamlarını Kudüs meselesi üzerinde durmaya çağırmaktadır. Zira bugün Siyonist rejim, bütün Müslümanların ortak kutsal değeri olan Kudüs'ü Yahudileştirmeye ve orada bulunan Mescidul Aksa'yı da tahrip etmeye çalışmaktadır. Bunun mukabilinde durmak, sesimizi yükseltmek gerekmektedir, sessiz kalmak asla caiz değildir.
İmam Hamanei 1998 yılında Tahran'da şeyh Ahmet Yasin ile yaptığı konuşmada şunları söyledi: "Filistin halkı Müslüman bir halktır, dolayısıyla İslami savununa, İslam'dan bahseden ve Filistin halkının izzetini düşünen kimseler, bu halkın gerçek temsilcileridir. Hedefi İslam olmayan ve Filistin halkını zelil eden kimselerin böyle bir temsilciliğe hakları yoktur."
"İran halkı ve politikacıları şimdiye kadar Filistin'in yanında yer almış ve İsrail'in karşısında durmuştur, bundan sonrada bu konumunu koruyacaktır. Her ne kadar Filistin yanında yer almak uluslararası alanda İran devleti için birçok sorunları beraberinde getirse de, biz İslam için çekilen bu sıkıntıları ilahi bir nimet olarak görmekteyiz. Biz sonuna kadar Filistinli direnişçileri hem politik ve hem de askeri alanda destekleyeceğiz ve ne kadar baskı uygulanırsa uygulansan bundan asla vazgeçmeyiz."
[1] Hamza İmrai, İnkılâbı İslamii İran Ve Conbeşhayi İslami, Tahran, Merkezi Esnadı İnkılâbı İslami,1383,s:226.
[2] Hamza İmrai, İnkılâbı İslamii İran Ve Conbeşhayi İslami, Tahran, Merkezi Esnadı İnkılâbı İslami,1383,s: 227.
[3] Cemile Kediver, İntifada, Hamas, Mukavimeti İslami, Tahran, İntişaratı İttilaat,137,s:25.
[4] Hasan Hamayar, Fethi Şikaki Kist?, Tahran,Neşri Şahid,1386,s:90- 91.
[5] do cue pinto,aria (jan.2001)," Political Islam and the united state: a study us policy towards Islamic movements in the Middle East" ,international affaire vol77.no1. p183
[6] Mclean, iain (1996) ,The concise oxford dictionary of Politics, oxford university press, p252
[7] Muhammed Bakır Haşmetzade, Tesiri İnkılâbı İslami Ber Keşverhayi İslami, Tahran, İntişaratı Ferheng Ve Endişe,1385,s:73- 74.
[8] Menucehr Muhammedi, Baztabı Cehani-i İnkılâbı İslami, Tahran, İntişaratı Ferheng Ve Endişei İslami,1385,s: 249.
[9] Rıdvan Esseyid, İslam-ı Siyasi, Tercüme: Mecid Muradi, Tahran, İntişaratı Baz, 1383,s:94.
[10] Esposito, John. L (spring1991),"the Persian gulf war ,Islamic movements and the new world order" the Iranian journal of international affairs, vol.3,no1.pp3-17
Pentagon: Amerikan üslerine saldırılar artmakta
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcü Yardımcısı, bu ülkenin Irak ve Suriye'deki askeri güçlerinin son 3 haftada en az 40 kez saldırıya uğradıklarını açıkladı.
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcü Yardımcısı Sabrina Sing dün akşam yaptığı bir açıklamada, Direniş güçlerin Suriye ve Irak'ta Amerikalı güçlerin bulunduğu karargahlara karşı saldırılarının arttığını söyledi. Düzenlediği bir basın toplantısında konuşan Sing bu konuda "Biz bu tür saldırıların arttığını görüyoruz. Fakat önemli bir zarar görmedik. Oradaki altyapılarımız dikkate değer oranda bir zarar görmedi" şeklinde konuştu. Pentagon Sözcü Yardımcısı Sing ayrıca, geçen Ekim ayının ortalarından bu yana Amerika'nın Irak ve Suriye'deki üslerine saldırı düzenlemekle suçlanan Direniş gruplarına karşı ABD'nin caydırıcılığı olup olmadığına ilişkin bir soru üzerine "Bizim caydırıcı gücümüz inanılmayacak derecede güçlüdür" diye iddia etti.
Irak İslami Direniş, ABD'nin Harir üssüne saldırdı
Irak İslami Direniş, Amerikan işgal güçlerine karşı saldırılarının devamı olarak dün akşam ABD'nin yeni bir karargahına saldırdı.
Irak basın yayın organları daha önce, Ameriklı askerlerin bulunduğu Ayn-ül Esad karargahının yeniden saldırıya uğradığını bildirmişlerdi.
"El Meyadin" Kanalının haberine göre, Irak İslami Direniş konuyla ilgili yayınladığı bildirisinde "Irak İslami Direniş mücahitleri, Amerikalı Harir karargahını 2 insansız hava aracı (İHA) ile hedef aldılar ki direkt hedefe isabet ettiler" diye kaydetti.