
کارگر
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani Tahranda
İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, resmi temaslar kapsamında Tahran’ı ziyaret eden Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’ni kabul etti.Irak Başbakanı es- Sudani Tahran ziyareti kapsamında ayrıca İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi ile bir araya geldi.
‘IRAK YENİ BİR YOL ÇİZEBİLİR’
İran İslam Devrimi Lideri imam Seyyid Ali Hamaney, Irak Başbakanı Muhammed Şiya Es-Sudani ile görüşmesinde Bağdat’ı Filistin meselesindeki tutumundan dolayı tebrik etti. İslam dünyasının ABD ve İsrail üzerindeki siyasi baskıyı artırması gerektiğini belirten imam Hamaney, “Bölgede önemli bir ülke olan Irak, bu alanda özel bir rol oynayarak Arap dünyasında yeni bir yol çizebilir. Bu konuda İran ile Irak birbirleriyle koordine olarak rol oynayabilir. Gazze’de yaşanan tüm katliamlara rağmen Siyonist rejim şu ana kadar başarısız oldu. Çünkü kaybettiği itibarını geri kazanamadı ve gelecekte de kazanamayacak. Siyonist rejimin suçlarını yönlendirmede ABD’nin doğrudan rolü giderek güçleniyor. ABD’den yardım gelmezse Siyonist rejimin çalışmaları sürdürülemez.” ifadelerini kullandı. 7 Ekim’de başlayan operasyonun kahramanca olduğunu belirten Sudani de Tel Aviv’in Gazze’deki suçlarını durdurmak için Irak’ın kapsamlı siyasi girişimlerde bulunduğunu kaydetti. Çabalarının öncelikle bombardımanı durdurmak olduğunu bildiren Sudani, sonraki adımda Gazze halkına gıda ve tıbbi yardım göndermeyi hedeflerini söyledi. Sudani, bu konuda İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile gerekli düzenlemeleri yaptıklarının altını çizdi.
"ABD'nin Gazze'ye Yardım ve Ateşkes İddiaları Gerçeği Yansıtmıyor"
İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, resmi temaslar kapsamında Tahran'a gelen Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ile bir araya geldi.
İki lider görüşmenin ardından basın toplantısı düzenledi.
Reisi, Siyonist İsrail'in Gazze saldırıları hakkında şunları söyledi: 'İki ülke, Filistin meselesi ve bu ülke halkına yapılan saldırılar konusunda ortak bir duruşa sahiptir. Bu konuda iki ülke arasında savaş öncesinden beri bir işbirliği vardı, Filistin her iki ülkenin yakından ilgilendiği bir mesele. Gazze'ye yönelik saldırılar biran önce durdurulmalı ve bölgenin mazlum halkına yardım ulaştırılmalıdır.'
Reisi, ABD, Siyonist rejime, Filistin halkına yönelik acımasızca cinayetler işlemesi için silah, istihbarat ve mali destekte bulunuyor. Aslında bu rejimi teşvik ediyor" ifadelerini kullandı.
Washington yönetiminin Gazze'ye yardım ve ateşkes iddialarının gerçeği yansıtmadığını dile getiren İbrahim Reisi, "Bu iddia ABD'nin eylemleriyle bağdaşmıyor. ABD, BM Güvenlik Konseyinin tasarısını veto ederek öldürmeye devam etmesi için siyonist rejimin elini güçlendirmiştir" diye konuştu.
İsrail'in Gazze'de soykırım uyguladığını yineleyen Reisi, ivedilikle ateşkes yapılması ve bölgeye insani yardımın ulaştırılması gerektiğini belirtti.
İran Cumhurbaşkanı, Gazze'ye yönelik saldırıların durması için uluslararası alandaki her girişimi desteklediklerini kaydetti.
İran Cumhurbaşkanı Reisi ile Filistin meselesini görüştüğünü söyleyen es-Sudani ise "Bizim Filistin konusundaki duruşumuz bellidir. İsteğimiz, Kudüs'ün başkenti olduğu bir Filistin devletinin kurulması. İsrail'in Gazze'ye saldırıları sadece 7 Ekim'den beri yaşanmıyor. Bu kriz Siyonist Rejim'in Filistin halkına karşı uygulanan cani politikaların sonucudur" şeklinde konuştu.
Abdullahiyan'ın Ankara ziyaretinin perde arkası
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, geçtiğimiz hafta Ankara'ya gelerek diplomatik ziyaretlerde bulunmuştu. Gürkan Demir, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani'ye Abdullahiyan'ın Türkiye ziyaretini sordu.
İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan, 1 Kasım'da Ankara'ya gelerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile diplomatik temaslarda bulunmuştu. Abdulllahiyan ve Fidan bölgedeki son gelişmeleri ele alarak, ortak basın toplantısı düzenlemişti. Aydınlık Gazetesi Tahran Temsilcisi Gürkan Demir, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani'ye Abdullahiyan'ın Türkiye ziyaretini sordu.
TÜRKİYE ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan'ın Türkiye ziyaretinin ardından Hakan Fidan ile düzenlediği ortak basın toplantısında İsrail ve Filistin arasındaki çatışmalara değinmiş, Türkiye'nin arabuluculuk önerisini değerlendirmişti. Abdullahiyan, Türkiye'nin İsrail-Filistin sorununun çözümü için önerdiği garantörlük modelinin de Fidan ile görüşmede konuşulduğunu belirterek, "Savaşın genişlemesini engelleyecek ve Filistin halkının haklarını koruyacak her türlü girişimi destekliyoruz." diye konuşmuştu.
İsrail'in saldırılarının doğrudan ABD tarafından yönlendirildiğini öne süren Abdullahiyan, "Dünya, Gazze'de işlenen soykırım ve savaş suçlarını açık bir şekilde görüyorken ABD, CENTCOM eliyle savaşı genişletmeye çalışıyor ve onlar bu savaşı komuta merkezinden yönetiyorlar." değerlendirmesinde bulunmuştu.
KENANİ: ORTAK MUTABAKATA VARILDI
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani
Aydınlık Gazetesi Tahran Temsilcisi Gürkan Demir, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani'ye Abdullahiyan'ın Türkiye ziyareti ile ilgili iki ülkenin Filistin için ortak eylem planı olup olmadığını sordu. Kenani bu soruyu şu şekilde cevapladı:
"Bu gezi Filistin'deki gelişmelere ve Gazze'deki mevcut içler acısı koşullara odaklanmıştı, iki ülke iyi ve ayrıntılı bir görüş alışverişinde bulunarak ne yapılacağı konusunda mutabakata vardı. Siyonist rejimin Gazze'de yaptığı bu suçlara hiçbir şekilde hoşgörü gösterilemez ve İslam İşbirliği Teşkilatı'na üye ülkelerin bu suçları durdurmak için ciddi tedbirler alması gerekmektedir. İyi görüşmeler yapıldı ve saldırıların durdurulması, insani yardım gönderilmesi, ablukanın kaldırılması ve Gazze'nin kuzeyinde yaşayan vatandaşların yerlerinden edilmesinin engellenmesi gibi üç temel konuda istişarelerde bulunulması ve ortak çaba gösterilmesi kararlaştırıldı."
YARGILANMALILAR
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani, İsrail'in Filistinlilere karşı işlediği suçları belgelemek üzere bir araştırma komitesi kurulması ve İsrailli yetkililerin Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanması gerektiğini söyledi.
Kenani, başkent Tahran’da düzenlediği haftalık basın toplantısında gündemi ve Filistin'deki son durumu değerlendirdi.
İsrail’in Filistin halkına karşı “sayısız vahşi eylem” gerçekleştirdiğini belirten Kenani, "Bu yeni çağın soykırımı, başta ABD olmak üzere birçok Batılı rejimin desteğiyle tüm dünyanın gözü önünde her gün yaşanıyor.” diye konuştu.
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarda kullandığı ve binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine sebep olan bombaların ABD’nin Hiroşima'da kullandığı atom bombasının 1,5 katı olduğuna dikkati çeken Kenani, ABD’nin saldırıların durdurulmasına yönelik çabaları engellediğini söyledi.
Gazze'ye nükleer bomba atılmasının olasılıklar arasında olduğunu söyleyen İsrailli aşırı sağcı Miras Bakanı Amihai Eliyahu'ya tepki gösteren Kenani, “Atom bombasına sahip Siyonistlerin barbarca davranışları göz önünde bulundurulduğunda, Gazze halkına karşı atom bombası kullanma tehdidi uluslararası toplum tarafından ciddiye alınmalıdır.” diye konuştu.
İranlı Sözcü, bu tehdidin nükleer silahların kullanılması ve yayılması yasağını zayıflattığını belirterek, “Bu konunun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından uluslararası barışa yönelik bir tehdit olarak ciddi ve acil bir şekilde ele alınacağını umuyoruz.” dedi.
ABD İSRAİL’İN SUÇLARINDAN DOĞRUDAN SORUMLU
Söz konusu tehdidin İsrail’in Filistin direnişine karşı çaresizliğinin boyutlarını gösterdiğini dile getiren Kenani, bunun, İsrail’in "savaş suçlarında sınır tanımadığının, hiçbir uluslararası karara uymadığının da göstergesi" söyledi.
ABD hükümeti ve bazı Batılı ülkelerin İsrail’in önünü açtığını ifade eden Kenani, bu ülkelerin İsrail’in suçlarından da doğrudan sorumlu olduklarını kaydetti.
"İSRAİLLİ YETKİLİLER YARGILANMALI"
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının devam etmesi durumunda bölgedeki çatışma ve savaşın kapsamının genişleyeceği uyarısında bulunan Kenani, şunları söyledi:
“ABD bir yandan bölgedeki çatışmanın kapsamının genişletilmesinden yana olmadıkları mesajını verirken diğer yandan Siyonist rejimin (İsrail'in) Filistin halkına karşı savaş suçları işlemeye devam etmesine izin veremez.”
Kenani, İsrail’in savaş suçlarının uluslararası düzeyde takip edilmesi gerektiğini belirterek, “Maalesef bazı ülkeler rejime (İsrail’e) dokunulmazlık oluşturdu. Suçları belgelemek için bir araştırma komitesi kurulmalı ve bu rejimin yetkilileri Uluslararası Ceza Mahkemesine sevk edilerek yargılanmalıdır.” değerlendirmesinde bulundu.
"İŞBİRLİĞİNE HAZIRIZ"
Kenani, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin Tahran ziyareti ve esir takasına ilişkin görüşmelere de değindi.
İranlı sözcü, “Diyalog tarafı ülke olarak, işgal altındaki topraklarda (Filistin'de) vatandaşları bulunan bazı ülkelerden bu kişilerin serbest bırakılması yönünde talepler aldık, Katar'dan da talep geldi.” dedi.
Bu konudaki talepleri Hamas'a ve Heniyye’ye ilettiklerini belirten Kenani, Hamas tarafının işbirliğine hazır olduğunu kaydetti.
Hamas yetkililerinin açıklamalarına göre İsrail’in bombalamaları sonucu İsrailli 60 esirin öldüğünü söyleyen Kenani, “Kendi esirlerini öldürmekten çekinmeyen bir rejim, diğer vatandaşları da öldürmekten çekinmez. Hamas, mevcut tehditler nedeniyle halihazırda esirleri kontrol edip nakletmenin mümkün olmadığını, askeri operasyonların durması durumunda takas için bir imkan doğacağını açıkladı.” diye konuştu.
Türkiye, Tel Aviv Büyükelçisini geri çağırdı
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Gazze gelişmeleriyle ilgili istişarede bulunma niyetiyle Tel Aviv Büyükelçilerini Ankara'ya geri çağırdıklarını ilan etti.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı dün, Gazze'de sivillere karşı saldırıların devam etmesi ve ateşkes taleplerine ilgi gösterilmemesi üzerine Tel Aviv Büyükelçisi Şakir Özkan Torunlar'ı Ankara'ya geri çağırdığını ilan etti.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı konuyla ilgili yayınladığı bildirisinde, İsrail'in Gazze'de devamlı olarak sivillere saldırması, Tel Aviv'in ateşkes taleplerini reddetmesi ve Gazze sakinlerine insani yardım ulaştırılması yolunda engel oluşturmasından kaynaklanan mevcut insani trajediyi dikkate alarak Tel Aviv Büyükelçileri Şakir Özkan Torunlar'ı Ankara'ya geri çağırdıklarını belirtti.
Türkiye bu kararını, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in bu Pazartesi (yarın) Ankara'ya yapmayı düşündüğü ziyaretin arifesinde ilan etti.
İran'da istikbar karşıtı milli yürüyüş milyonların katılımıyla düzenlendi
Hicri-şemsi 13 Aban (4 Kasım) istikbar karşıtı milli yürüyüşü bugün sabah Tahran'da ve İran'ın bütün her tarafında öğrenciler başta olmak üzere her kesimden milyonların katılımıyla düzenlendi.
FHA- Hicri-şemsi takvimiyle 13 Aban (4 Kasım) yürüyüşü bugün sabah "İdealist Kuşakla Yeni Dünya Düzeni" şiari ile halkın ve öğrencilerin geniş katılımıyla Tahran ve İran'ın her tarafında düzenlendi.
Yürüyüşlerin başlaması ile ülkenin her tarafında bütün okullarda "istikbar karşıtlılığı" zili basıldı.
Tahran'daki yürüyüş Filistin meydanından ve özellikle de öğrencilerin geniş katılımı ile başlatıldı.
Yürüyüşe katılanlar ellerinde İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamenei, şehid General Kasım Süleymani, Seyyid Hasan Nasrullah ve ayrıca katil İsrail'in Gazze'de en son barbarca şehid düşürdüğü çocukların posterlerini ve de İran İslam Cumhuriyeti, Filistin ve Lübnan Hizbullah Hareketi bayraklarını taşıyorlardı.
Göstericiler ayrıca haykırdıkları sloganlar ve ellerinde taşıdıkları plakartlarla da Amerika ve işgalci İsrail'in düşmanca siyasetlerine yönelik duydukları kin ve nefretlerini ilan ederek, mazlum ve savunmasız Filistin halkının işgalci İsrail Ordusu tarafından katliam edilmesinin durdurulması gerektiğini belirttiler.
Ailece ve her yaştan insanların bulunduğu bu yürüyüşlerde en fazla haykırılan slogan "Kahrolsun ABD", "Kahrolsun İsrail", "Heyhat min-ez Zille" ve "Din milleti haykırıyor, Filistin, Filistin" sloganları oldu.
Merasimin son bölümünde ABD ve işgalci İsrail bayrakları ateşe verildi.
ABD'nin Irak ve Suriye'deki karargahları yine saldırıya uğradılar
Muhtelif haber kaynakları bugün, Amerika'nın Irak ve Suriye'deki karargahlarının insansız hava aracı (İHA) saldırısına maruz kaldıklarını bildirdiler.
FHA- Uluslararası basın yayın organları bugün, Amerika'nın Irak ve Suriye'deki karargahlarının İHA saldırıısna uğradıklarını bildirdiler.
İlk önce "El Meyadin" muhabiri, Amerikalıların Irak'ın Erbil bölgesindeki karargahlarının Iraklı Direniş gülerinin İHA saldırısına uğradığını bildirdi. Daha sonra diğer haber kaynakları, Suriye'nin Eş-Şedadi kentinde bulunan Amerikalı askeri karargahın bir intihar İHA'sı ile vurulduğunu bildirdiler.
Bu olayların ardından "Reuters" Haber Ajansı, Kuzey Irak'ta yer alan Erbil havaalanı yakınında bulunan ve Amerikalı askerlerin kaldığı El Harir hava üssünün bir İHA ile hedef alındığını bildirdi.
İncirlik Üssü önünde Filistin mitingi: ABD’nin teklifini kabul etmeyin
İHH Vakfı üyeleri, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını Adana’da İncirlik Üssü önünde protesto etti. Mitingdeki konuşmada İsrail’e destek veren ABD’nin teklifinin kabul edilmemesi çağrısı yapıldı. Provokasyon girişimi ihtimaline karşı miting erken bitirildi
İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı, Adana’da İncirlik Üssü önünde miting düzenledi. Türkiye’nin dört bir yanından gelen vatandaşlar, İncirlik Üssü’ne gelen yollarda kilometrelerce araç kuyruğu oluşturdu. Mitingde konuşan Peygamber Sevdalıları Vakfı Başkanı Mehmet Beşir Şimşek, hükümete seslenerek, “ABD’nin teklifi kabul edilmemelidir.” dedi.
Şimşek şunları kaydetti: “Zor zamanlardan geçiyoruz, büyük imtihanlardan geçiyoruz. Saflar ayrıştı. Kafirlerin safları ayrıştıran bir savaşı bugünlerde yaşıyoruz. Biz de safımızı şehit düşen minnacık bacılarımızdan, çocuklarımızdan, ablalarımızdan yana koyduğumuzu göstermek için buradayız. “Bugün Gazze yok edilmeye çalışılıyor. Siyonist İsrail tarafından Gazze'deki kardeşlerimiz kökten yok edilmek isteniyor.
“Bugün kimin gerçek Müslüman olduğu ve kimin gerçekten ayrı saflarda yer aldığı belli oluyor. Bugünlerde sizin safınız Gazze’den yanadır. Kardeşlerim, tarih boyunca Mescid-i Aksa, Kudüs peygamberlerin ikametgahı olmuştur.
‘SÖZ SAHİBİ OLAN DİRENİŞ HAREKETİ’
“Türkiye ve bütün İslam ülkelerinin hükümet ve liderlerine şu şekilde seslenmek istiyoruz: Bütün dünyanın gözü önünde Filistin'de söz sahibi ve karar merceği HAMAS ve diğer direniş hareketleridir. Bu böyle biline. “Mesajlarımızı dünyaya vermemiz gerekir. Kardeşlerim, ABD’nin Filistin için getirdiği veya getireceği hiçbir teklif kabul edilmemelidir. Çünkü ABD taraftır. Katliamın birinci müsebbibi Siyonizm’dir. Dolayısıyla ABD’nin Dışişleri Bakanı Blinken de ‘Ben siyonist bir Yahudi’yim’ dedi. Tarafların getireceği teklifler asla kabul edilmemelidir.
“İslam ülkeleri birlikte bir gemi filosu hazırlayıp katliam, vahşet ve ambargo altında bulunan Gazze’de ambargoyu hemen, şimdi yıkmalı. Yerle bir etmelidir. Gazze 2008’den beri gazlı ambargo altındadır. Bu yetmedi. Oradaki kardeşlerimiz ekmeksiz, susuz, havasız, elektriksiz bir hayat yaşıyorlar.” Miting, İncirlik Üssü’ne girmeye çalışan bazı kişiler nedeniyle erken bitirildi. Emniyet güçleri, provokasyon girişimlerine karşı biber gazıyla müdahalede bulundu. İHH Başkanı Bülent Yıldırım, polise taş ve şişe atılmaması için kürsüden uyarılar yaptı. Yıldırım, “Açık ve net söyleyeyim, bunların bizimle ilgisi yoktur. Polise taş veya herhangi bir şey… Türkiye'de şu anda polisiyle, askeriyle, bütün birimleriyle Gazze'nin yanındayız. Gazze'deki kardeşlerimize yardım elini verelim. Alandan sükunetle ve sessizce ayrılıyoruz.” ifadelerini kullandı.
Mitingde “Amerika'yla işbirlikçilerine, Orta Doğu'dan def et ya Rabbi.” duaları edildi.
İsrailli bakandan kan donduran sözler: Gazze'ye nükleer bomba atılabilir
İsrail'in insanlık suçlarına olan ilgisi her geçen gün artıyor. Günlerdir Filistinlilere yönelik katliamlarını sürdüren İsrail'den kan donduran bir açıklama geldi. İsrail rejimin Miras Bakan Amihai Eliyahu, Gazze'ye atom bombası atmanın 'olası seçeneklerden biri' olduğunu söyledi.
İsrail Miras Bakan AmihaiEliyahu, katıldığı bir radyo programında Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilere yönelik skandal sözlere imza attı.
Eliyahu, Gazze'ye atom bombası atmanın 'olası seçeneklerden biri' olduğunu söyledi. Siyonist bakan rehinlelerle ilgili ise "Onların geri dönmesi için dua ediyorum ve umuyorum ama savaşın da bedelleri var." dedi.
Siyonist Bakan Filistin halkının akıbeti sorulduğunda ''İrlanda'ya da çöllere de gidebilirler, Gazze'deki canavarlar kendileri çözüm bulmalı." ifadelerini kullandı.
İsrailli Bakan Filistin ya da Hamas bayrağı taşıyan hiç kimsenin "yeryüzünde yaşamaya devam etmemesi gerektiğini" söyledi.
KABİNEDEN UZAKLAŞTIRILDI
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun abluka altındaki "Gazze Şeridi'ne nükleer silah atılmasının olasılıklardan biri olduğu" açıklaması yapan aşırı sağcı Miras Bakanı Amihai Eliyahu'yu süresiz olarak kabine toplantılarından uzaklaştırdığı bildirildi.
Başbakanlık Basın Ofisinden, söz konusu konuya dair yazılı açıklama yapıldı.
Açıklamada aşırı sağcı Miras Bakanı Eliyahu'nun, "Gazze Şeridi'ne nükleer silah atılma olasılığı bulunduğu" yönündeki ifadelerinin ardından Netanyahu tarafından kabine toplantılarından süresiz olarak uzaklaştırıldığı belirtildi.
Filistin düşmanlığı ve aşırı sağcı görüşleriyle öne çıkan Otzma Yehudit (Yahudi Gücü) partisinden koalisyon hükümetinde yer alan Eliyahu, katıldığı bir radyo programında Gazze Şeridi'ne nükleer silah atılmasının olasılıklardan biri olduğunu söylemişti.
Hizbullah; Gücü, Lideri Nasrallah ve Son Savaş İlanı
Hizbullah'ı, bölgenin etkili bir oyuncusu olarak öne çıkıyor. Bu yazıda, Hizbullah'ın gücü, lideri Hassan Nasrallah ve son savaş ilanı hakkında bilgi edinebilirsiniz.
Hizbullah, Lübnan'da 1982'de kurulan Şii bir siyasi ve askeri harekettir. Bu hareket, İsrail'e karşı mücadele etmek amacıyla İran İslam Cumhuriyeti'nin de desteğiyle kurulmuştur.
Lübnan Hizbullah’ı, İsrail'e karşı başlattığı şehadet saldırıları ile faaliyetlerine başladı. Daha sonra kendi askeri kapasitesini geliştirerek roketler ve gerilla savaşı aracılığıyla İsrail'e karşı direnme stratejisini benimsedi.
Hizbullah Kimdir?
Hizbullah'ın Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah'tır. Önceki liderler arasında Seyyid Abbas Musevi ve sonradan hareketten ayrılarak karşıt bir tutum sergileyen Subhi Tufeyli bulunmaktadır. Hizbullah ile İsrail arasında birkaç kez askeri çatışma yaşandı, bunlardan biri 33 günlük savaş olarak bilinir. Söz konusu savaş Siyonist İsrail rejiminin Hizbullah’ı silahsızlandırmak ve öte yandan esir alınan iki askerini geri almak için saldırılarıyla başlamış oldu.
Öte yandan Hizbullah, Suriye'de de ülkenin resmi hükümetini desteklemek için tekfiri güçlere karşı mücadele etti. Hizbullah hareketinin kültürel, sosyal ve siyasi faaliyetleri de dikkate alınmalıdır. el-Minar Televizyon kanalı Hizbullah’a aittir.
Hizbullah, 1982 yılında Lübnan'da, İran İslam Cumhuriyeti’nin desteği ile kuruldu. Hizbullah hareketi ilk başlarda kaç yıl gizlice, İsrail işgaline karşı faaliyetlerde bulundu. 11 Kasım 1984'te, Ahmet Cafer Kasir, Lübnan’ın güneyinde İsrail askerlerine karşı şehadet operasyonu gerçekleştirdi. 16 Şubat 1985'te, İsrail'in Sayda’dan çekilmesiyle birlikte Hizbullah, Ahmed Cafer Kasir'in operasyonunu üstlenerek Siyonist İsrail'e karşı direniş stratejisini resmen ilan etmiş oldu.
Hizbullah’ın Lideri kim?
Hizbullah'ın ilk Genel Sekreteri bu görev için 5 kasım 1989 tarihinde seçilen Subhi Tufeyli’ydi. Bu dönemden önce, Hizbullah hareketi, yedi yıl boyunca konsey şeklinde yönetiliyordu.
Hizbullah'ın kurucuları arasında Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlallah, Subhi Tufeyli, Seyyid Abbas Musevi, Seyyid Hasan Nasrallah, Şeyh Neim Kasım, Hüseyin Kuranî, Hüseyin Halil, Muhammed Ra’d, Muhammed Füneyş, Muhammed Yezbek ve İbrahim Emin bulunuyordu.
1991 yılında Subhi Tufeyli’ye yönelik eleştirilerin artması ve anlaşmazlıkların büyümesi nedeniyle Seyyid Abbas Musevi, Hizbullah'ın yeni sekreteri olarak seçildi. Ancak Seyyid Abbas Musevi 16 Şubat 1992'de İsrail tarafından şehit edildi.
Seyyid Abbas Musevi’nin şehadetinin ardından Hizbullah konseyi, Seyyid Hasan Nasrallah'ı yeni Genel Sekreter olarak seçti.
Hassan Nasrallah Kimdir?
Seyyid Hasan Nasrallah (1960 doğumlu), Lübnan Hizbullah'ın şu anki Genel Sekreteridir. 16 yaşındayken dini eğitim almak amacıyla Necef'e gitti. Necef'te, Şehit Seyyid Muhammed Bakir Sadr ve Seyyid Abbas Musevi gibi isimlerle ilişki kurarak İsrail işgaline karşı mücadele düşüncesini benimsedi.
Hizbullah’ın kurulmasının ardından bir süre Hizbullah'ın yürütme kurulunda görev yaptı ve ardından 1992'de, Seyyid Abbas Musevi’nin şehit edilmesinden sonda Hizbullah'ın yeni Genel Sekreteri olarak seçildi. Onun liderliği döneminde Hizbullah, bölgesel bir güç haline geldi. Seyyid Hasan Nasrallah liderliğindeki Hizbullah 2000 yılında bir dizi operasyon gerçekleştirerek İsrail'i Lübnan'dan çekilmeye zorladı ve Lübnanlı esirleri kurtardı.
Seyyid Hasan Nasrallah son yıllarda, güvenlik tehditlerinin daha çok artması nedeniyle daha az açık yerlerde görünmektedir. Nasrallah’ın Oğlu Seyyid Hadi, 1997'de İsrail güçleriyle girdiği çatışmada şehit olmuştur.
Seyyid Hasan Nasrallah, 1360 (Hicri) yılında İmam Humeyni'den Hizbullah'ın dini meselelere dair yetki almıştı. O tarihten sonra da defalarca İran’ı ziyaret etmiştir.
Hizbullah'ın askeri gücü - Hizbullah güçlü mü?
Hizbullah'ın askeri gücü, birçok uzman araştırmasına göre hızla büyüyen ve modernleşen bir güç olarak kabul edilmektedir. Hizbullah’ın özellikle özel kuvvetlere ve elit birimlere dayandığı ve sıradan ordulardan ziyade bu özel birimlere odaklandığı belirtilmektedir. Hizbullah, özellikle füze silahları alanında büyük bir envanter bulundurmaktadır.
İsrail medyasına göre, Hizbullah'ın 200 binden fazla füzesi bulunmaktadır. Bunların yarısı hassas hedef vuruş kabiliyetine sahip nokta vuruşlu füzelerdir. Hizbullah, "Katyuşa" ve "Grad" türü füzelerle 40 kilometre menzili hedef alma kabiliyetine sahiptir. Ayrıca "Fecir-3" (45 km menzil), "Fecir-5" (75 km menzil), "Raad-2" ve "Raad-3" (70 km menzil), "Hayber-1" (100 km üzeri menzil), "Zilzal-1" ve "Zilzad-2" (sırasıyla yaklaşık 160 ve 210 km menzil), ve "Fatih-110" (yaklaşık 300 km menzil) gibi füzeleri envanterinde bulundurarak büyük bir askeri güce sahiptir.
Hizbullah'ın İsrail'i endişelendiren en önemli füzeleri ise "Scud" türü füzelerdir. En son versiyonu 700 km menzile sahiptir. Hizbullah’ın envanterinde bulundurduğu söz konusu füze türleri İsrail içinde stratejik ve hassas hedeflere ulaşabilme kapasitesine sahiptir.
Hizbullah ayrıca çeşitli tank karşıtı füze sistemlerini de envanterinde bulundurmaktadır. bu sistemler İsrail ordusunun zırhlı birliklerini ciddi şekilde tehdit edebilir. Ayrıca son dönemde, Hizbullah'ın "Sarallah " olarak adlandırdığı yeni bir tank karşıtı füze sistemi geliştirdiği de rapor edilmişti.
Hizbullah’ın SİHA gücü
Hizbullah, sadece füze değil, aynı zamanda çok sayıda SİHA'yı (Silahlı İnsansız Hava Aracı) da envanterinde bulunduruyor. Bu SİHA'lar, ilk başta hava keşif görevleri için tasarlanmış olsa da, günümüzde yapay zeka teknolojileriyle entegre edilmiş ve yıkıcı yetenekler kazanmıştır. Örneğin, bu SİHA'lar, savunma sistemlerine bağlı radarları hedef alarak etkisiz hale getirebilir.
Hizbullah'ın SİHA'ları, hassasiyet, hız, uçuş süresi, menzil ve taşıyabileceği patlayıcı yük miktarı açısından sürekli olarak geliştirilmektedir.
Ancak Hizbullah, askeri kapasitesi hakkında kesin bilgiler vermeyerek elinde bulundurduğu askeri olanakları tam olarak açıklamıyor.
Hizbullah’ın SİHA ve füze alanında sahip olduğu teknolojiler yıllardır Siyonist İsrail rejimi tarafından araştırma konusu edinmiştir.
Hizbullah'ın Son Savaş İlanı
Aksa Tufanı operasyonundan sonra savaşa dahil olduklarını belirten Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah dün 3 kasım Cuma günü yaptığı kritik konuşmada Siyonist İsrail rejimine karşı saldırıların artacağını vurguladı.
Seyyid Hasan Nasrallah yaptığı konuşmada Lübnan cephesinde tüm seçeneklerin masada olduğunu belirterek ABD’ye hitaben “Akdeniz’deki uçak gemileriniz bizi korkutmuyor. Bunlar bizi hiçbir zaman korkutamaz. Bizi onlarla tehdit ettiğiniz uçak gemilerine de gerekli teçhizatlar tedarik ettiğimizi bilin.” dedi.
Hasan Nasrallah zaferin kesinlikle direniş cephesine ait olduğunun altını çizerek sonuna kadar kahraman Filistin halkının yanında olduklarını vurguladı.
İran'ın desteğiyle kurulan Hizbullah hareketi, İsrail'e karşı mücadele etme amacını benimsemiş ve bu doğrultuda önemli adımlar atmış etkin bir harekettir. İsrail’in “yenilmez ordu” algısı ilk defa Hizbullah'ın Siyonist rejimi yenilgiye uğratmasıyla birlikte yıkılmıştır. Hiç şüphesiz Lübnan Hizbullah’ı Filistin’in özgür kaldığı, Siyonist rejimin ise yok olduğu bölgenin geleceğinde önemli bir yere sahiptir
Filistin ve Kudüs Nasıl işgal Edildi?
Filistin, Akdeniz ile Ürdün Nehri kıyıları arasında yer alan ve Batı Asya’nın güneyinde bulunan topraklara verilen isimdir. Bugün işgal altındaki Filistin topraklarının, Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye gibi İslam ülkeleri arasında yer aldığını söyleyebiliriz. Şu anda bu ülke, sürgünde bulunan vatandaşları ile birlikte 15 milyona yakın nüfusuyla Akdeniz kıyısında yer almaktadır.
İslam’ın Kudüs ve Filistin Fethi
Merkezi Kudüs olan Filistin’in fethi ve Kudüs Kuşatması, 637 yılında Bizans İmparatorluğu ve İslam orduları arasında gerçekleşen askerî çatışmanın bir parçasıdır. Çatışma, Ebu Ubeyde bin Cerrah komutası altındaki Râşidîn Ordusu’nun Kasım 636'da Kudüs'ü kuşatmasıyla başladı. Patrik Sophronius, altı ay sonra yalnızca Râşidîn halifesine teslim olmak şartıyla teslimiyeti kabul etti. 637 yılının Nisan ayında Halife Ömer, Hz. Ali ile ettiği istişare sonucu şehri tamamen teslim almak için Kudüs'e şahsen gitti. Patrik de Halife Ömer'e teslim oldu.
Şehrin Müslümanlar tarafından fethedilmesi, Filistin’deki Arap nüfusun çoğalmasıyla ve hâkimiyetlerinin sağlamlaşmasıyla sonuçlandı. Söz konusu hâkimiyet, 11. yüzyılın sonlarındaki İlk Haçlı Seferi'ne kadar herhangi bir tehditle karşılaşmadı. Böylece Kudüs, hem İslam hem de Hristiyanlık ve Yahudilik için barış yurdu oldu ve hepsi tarafından kutsal bir yer olarak görülmeye başlandı.
11. yüzyılda haçlıların kanlı kuşatması ile yüz bine yakın şehit verilerek kaybedilen Kudüs ve Filistin, 12’nci yüzyılın sonlarında Selahaddin Eyyûbî’nin başlattığı ve haçlıların ağır kayıplar vermesiyle sonuçlanan savaşla ikinci kez fethedilerek geri alındı.
Osmanlı Döneminde Filistin
Osmanlı Devleti’nin bölgedeki hâkimiyeti ile Filistin adı artık resmî olarak kullanılmamaya başladı ve bu da Osmanlıların genelde alt bölgeleri merkez ve sancak adıyla bütünleştirmesinden kaynaklanmaktaydı. Bu bölge 1516'da Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası oldu ve 1660'a kadar fiilen Şam-Suriye’nin bir vilayeti olarak kabul edildi. İmparatorluğun bir parçası olduğu için o toprakların istiklalini çağrıştıran Filistin ismi çok dillendirilmiyordu. 1831 yılında Osmanlı yönetimine isyan eden Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Suriye ve Filistin bölgesinin yönetimini zorla ele geçirdi.
1876'da Osmanlı Padişahı, Haham Joseph Nantonek'in Yahudî yerleşimine izin verilmesi talebine, Filistin'e büyük çaplı göçü yasaklayarak şöyle yanıt verdi: “Filistin'in hemen hemen tüm toprakları işgal edilmiş durumda ve Nantonek'in aradığı bağımsızlık, Filistin'le çelişmektedir.” Daha sonra Osmanlı hükümeti 1884, 1887 ve 1888 yıllarında Yahudilerin toplu yerleşimine karşı kararnameler çıkardı. 1882'de önemli sayıda Yahudî kutsal topraklara göç etmeye başladı, kolektif çiftlikler (Kibbutz) kurdu ve sonunda 1909'da Tel Aviv'in etraflarında inşa çalışmalarına başladırlar. Nitekim sonraları burası 1921'de artık bir şehir olmuştu. 1700'de sadece 7.000 olan Filistin'deki Yahudilerin sayısı, 1900'da 60.000'e ulaştı (bu yıllarda Filistin'in toplam nüfusu 500.000 idi). Karpat'a göre bu, “Osmanlı'nın kitlesel grupların göçünü engellerken bireylerin göç etmesine ve yerleşmesine izin verme politikasının başarılı olduğunu” gösteriyor.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu çökerken İngiltere, ırkçı Arapları bağımsızlık vaatleri ile kışkırtarak Osmanlıları bu bölgelerin çoğundan geri püskürttü. Osmanlı İmparatorluğu'nun sona ermesiyle birlikte Filistinli Yahudilerin sayısında önemli ölçüde artış yaşandı ve 55.000'i geçti.
Siyonist Yahudi Devletinin Oluşumuna Giden Yol
1897 yılında dünya Yahudileri bir ulus devleti kurmak için Polonyalı gazeteci Theodor Herzl öncülüğünde İsviçre’nin Basel kentinde bir araya geldiler. Burada toplananların çoğu gözünü o dönemin büyük Britanya’yı yönetenler üzerinde oldukça nüfuza sahip Ruçil’e dikmişlerdi. Ruçil’in zenginliğini ve İngiliz yöneticileri üzerindeki etkisini kullanarak dünya Yahudileri için uygun bir bölge belirlemenin peşindeydiler. İngilizler tarafından Uganda ve Arjantin bu işe uygun yerler olarak önerilse de Yahudiler çok önceden kendileri için Filistin’i seçmişlerdi bile. Filistin o zamanlar Osmanlılar yönetiminde bir bölge sayılıyordu. O yüzden İngilizler Yahudilerin ihtiras ve çıkarları doğrultusunda Osmanlılarla yeni bir savaşın eşiğine girmeyi asla düşünmüyorlardı. Hâl böyleyken petrolün keşfi ve dünyayla tanışması yeni bir dönemin başlangıcını start veriyordu. Petrolün keşfi Orta Doğu’yu, Avrupa Asya arasında sadece bir köprü olmaktan çıkarmış, burayı dünyanın enerji deposu hâline getirmişti. İngilizlerin bir an önce bu bölgeye girip rakiplerden geri kalmama adına bir nüfus alanı oluşturmaları gerekiyordu.
I. Dünya Savaşı başladığında Almanlar ve İngilizler karşı karşıya gelmişti ve Osmanlılar da Almanların yardımına koşmuştu. İngilizler yalnız kalmış ve bu yalnızlıktan çıkmanın yollarını arıyorlardı ve sonunda çıkış yollarının anahtarının Arapların elinde olduğunu anlamışlardı. Bağımsızlık hevesleriyle yanıp tutuşan Araplar aslında iyi bir lokmaydı İngilizler için. Bu doğrultuda Osmanlı yönetimi altında ki Arap Yarımadası hedef seçiliyor ve işbirliği için de Osmanlı tarafından atanmış Faysal ile babası Şerif Hüseyin ayarlanıyordu. Bunlar büyük Arap devleti ve bağımsızlık vaadiyle işbirliğine ikna ediliyordu. Bilahare büyük Arap Yarımadası denilen Hicaz bölgesinde ayaklanmalar başladığında tarih Ocak 1916’ları gösteriyordu.
Osmanlı, Arapların kılıçları ile dağılıyor ve yeniliyordu. Şimdi sıra bu parçalanma ve yenilgiden sonra pastadan alınacak paya geliyordu. Faysal ve Şerif Hüseyin ile yapılan imzalamaların mürekkebi henüz kurumamışken İngilizlerin ve Fransızların kendi aralarında Osmanlı topraklarını bölüştükleri görülmektedir. Daha sonralar “Sasbiko” adıyla bilinen anlaşma gereği Lübnan ve Suriye Fransızlara, Irak ve Ürdün İngilizlere veriliyordu. Bu anlaşmaya göre Filistin de uluslararası güçlere devrediliyordu. Sonuçta parçalanan bu toprakların asıl sahipleri olan kandırılmış Araplar hiçbir şekilde bu pastadan paylarını alamıyorlardı.
Kasım 1917 Arap Yahudi ilişkileri açısından dönüm noktasıdır. Zamanın İngiliz dışişleri bakanı Balfor, Yahudi zengin Birleşik Krallık başbakanı Winston Churchill’a yazdığı bir mektupla yeşil vadinin kapılarını Yahudilere açıyordu. Hiçbir yasal ve hukuki yanı olmayan bu mektup daha sonralar alınacak karar ve yasaların gerekçesi ve dayanağı hâline gelecekti. Uluslararası güce bırakılan Filistin hakkında İngilizlerin büyük bir arka planı olduğu bu girişimle deşifre oluyordu. Mektubun bir bölümünde şöyle geçer:
“Hükümetim ve kabinem adına böyle bir bildirimin çıkarılmasından, altında imzamızın bulunmasından dolayı çok mutluyum. İngiliz hükümetinin Yahudilere olan teveccühünü göstermesi ve Yahudilerle gönül birliği yapmasını size bildirmekten onur duyarım. Hükümetim vereceği destek ile Filistin’i Yahudiler için bir ulus ve milli vatan hâline getirmeyi hedeflemektedir. Ve bu uğurda her türlü gayret ve kolaylığı gösterecektir.”
Balfor’un bu mektubundan sonra İngilizlerin Filistin’i Yahudilere bir devlet yeri olarak tahsis etmek için hummalı bir çalışması başlıyor. Filistin’i Yahudiler için sunmanın önündeki bütün engeller tek tek kaldırılıyor, işgal için her şey hazır hâle getiriliyordu. Aralık 1917’de Sasbiko antlaşmasına rağmen İngilizler Kudüs’e girerek askerî yönetim ilan ediyor, tüm önemli bölgelerin kontrolünü ele geçiriyorlardı. Böylece zaman kaybetmeden Yahudilerin “Uluslararası Yahudi Hareketi”nin merkezi Filistin’e taşınıyor. Ve Filistin kapıları dünyanın tüm Yahudi göçmenlerine karşı ardına kadar açılıyordu. Artık Filistin tepside Yahudilere sunulmuştu.
Bu gelişme üzerine Arap dünyasından itiraz ve tepkiler yağıyor. Arap ülkelerinde sokak ve meydanlar hareketlenmeye başlıyor ve Balfor’un bu bildirisi-mektubu ardı arkası gelmeyen bitmek bilmeyen bir savaşın kıvılcımlarıydı âdeta. Arapların itiraz ve tepkileri kendileri için büyük bir yıkıma dönüşmemesi için tekrar Faysal’dan bu itirazları yatıştırmak için yardım istendi. Faysal, Araplardan taraf Filistin’de Yahudi varlığını kabul edebilirdi. Bu amaçla Paris’te bir konferans düzenlendi ve bu konferansta Osmanlıya karşı bağımsız büyük bir Arap devletinin kurulması vaadediliyordu. Sonuçta İngilizler ve Siyonistler yalan ve içi boş vaatlerle Faysal’ı kandırıyorlardı ve Faysal, bağımsız Arap devleti uğruna tekrar aldatılıyordu.
Bir sonraki önemli gelişme tam 15 ay sonra müttefiklerin İtalya’da bir araya gelmeleriydi. Nisan 1920 de bu güçlerin buluşmasıyla Sasbiko antlaşması aleni bir hâl alıyor olsa da Filistin’in hâkimiyeti İngilizlere devrediliyordu. Bu gelişmeler üzerine Arap dünyasının en duyarsız ve tepkisiz bölgelerinden dahi itiraz, isyan hatta çatışma haberleri gelmeye başladı. Bir kez daha Arap halkları işgale karşı sokak ve meydanlara inmişti. Bunun yanında Filistin’e yerleştirilen Yahudiler, kendilerini savunsunlar diye eğitiliyor, silahlandırılıyor ve savaşan gruplar hâline getiriliyordu. Daha sonraki dönemlerde bu silahlı milis güçlerin çok da savunma amaçlı değil, saldırı ve yağma amaçlı eğitildikleri görülüyordu.
2 yıl sonra yani Haziran 1922tarihinde BM de Filistin’de hâkimiyeti İngilizlere bırakıyordu. Filistin’de artık oyunun son perdesi sergilenmeye hazırdı. Bir taraftan Yahudi devletinin temelleri için şartlar olgunlaştırılacak, diğer taraftan dünyanın dört bir yanından Yahudilerin Filistin’e göçü hızlandırılacaktı. İngilizler, Yahudilerden yerel bir polis gücü oluşturup bölgedeki bazı itirazları bununla bastırmayı düşünüyordu. İngilizlerin Yahudileri devletleştirme yolunda sinsice attığı ikinci bir adımı dünya Yahudilerinin göçünü yasal ve legal zemine oturtmak için bir koordinasyon merkezi kurmasıydı. Yahudilerin göçünü koordine eden bu grubun ismi kısa bir zamanda yayılmaya başladı: “YAHUDİ AJANSI”
Bu gelişmelerin ardından 17 yılda bölgede Yahudi nüfusu 10 kat çoğalmıştı ve nüfus denklemi Filistinliler aleyhine bozuluyordu. Filistinli Araplar artık kendi topraklarında serbest dolaşamıyor, Yahudi polis güçleri tarafından durduruluyor, kimlik sorgulaması ile dolaşımlarına izin veriliyordu.
1936’da baskıların artmasıyla yeni bir döneme giriliyordu. Filistinli Araplar bu baskılara fazla dayanamayıp artık silahlı ayaklanma kararı almışlardı. İngiliz ve Yahudi merkezleri artık Filistinlilerin hedefi olmuştu. İngilizler bu ayaklanmayı oldukça zalim ve kanlı biçimde bastırsa da Arap dünyasının top yekûn tepkisi tekrarlanır mı diye endişelenmiyor değildi. Bu yüzden Arap ülkeleri ve hükümetleri ile diyalog ve müzakere girişimi başlattı ve bu doğrultuda Sapsinko’yu görevlendirdi. O da bölgede incelemeler neticesinde sorun ve ihtilafların çözümü için bir Filistin Arap parlamentosu kurulması önerisi verdi. Böylece Filistin’e kontrolsüz Yahudi akımının durma imkânı doğacaktı. Bu öneri İngiliz hükümeti tarafından kabul gördü ve ayaklanmalar sona erdi, Irak-Hayfa petrol boru hattı eski güvenliğine kavuştu. Bu kararların yasalaşması için İngilizler Londra’da bir konferans tertipledi. Bu kararlardan rahatsızlık duyan Yahudilerin lideri Vayizman, İngilizlerin bu girişimlerinden hoşnutsuzluğunu gizleyemiyor, yeni destekçiler arayışına giriyordu. Siyonist Yahudilerle İngilizlerin aile birliğinde ilk çatırdamalar görülmeye başlamıştı. Varlıklarını İngilizlere borçlu olan Yahudiler artık yeni bir destekçi güç bulmuştu: Amerika Birleşik Devletleri. Dünyanın genç bir süper gücü, İngilizler kadar yıpranmamış ve gizli/kirli planları olan taze bir güç.
Bu dostluk ve ittifak, tam da II. Dünya Savaşı’nın başlama dönemine rastlıyordu. Araplar-Britanya ilişkiler tarihi ve geleneğinde İngilizler tarafından defalarca kandırılmış olmalarına rağmen yeteri dersi aldıkları görülmez. Araplar bu dünya savaşında Hitlerin yanında yer alırlar. Hatta Kudüs müftüsü Hacı Emin Hüseyni’de Almanlardan yana açıklamalarda bulunur. Filistin Yahudi ihtilafları batağına gömülen İngilizler, güçlü müttefikler karşısında kendilerini savaşın ortasında görüyorlardı. Bu yüzden, İngilizler Yahudilerin Filistin’de ordu kurma izinlerini çıkarmış, Yahudi göçüne de kontrolleri ve sınırlandırmaları kaldırmıştı. Artık her şey kontrolden çıkmış sayılıyordu. Yahudiler İngilizlerin onca hizmetlerine rağmen artık yeni bir destekçi bulmuş, onlarla işbirliğine yanaşmıyorlardı. Artık Yahudiler Amerika’nın desteğiyle Filistin’in bir parçasını değil, tümünü istiyorlardı. Yahudi liderler İngilizleri istemiyoruz diye karar aldılar.
İngiliz askerlerinin üssü, Yahudiler tarafından hedef alınarak yerle bir edildi ve 60 askerin ölümüne neden oldu. Böylece büyük Britanya’nın artık oyun dışı bırakılma zamanı gelmişti. Bu olay üzerine İngilizler çıkmayı ciddi şekilde düşünmeye başlamışlardı bile. 1947’de BM de İngiltere temsilcisi Filistin deki hâkimiyeti artık bir uluslararası güce bırakmak istediklerini dile getirdi. Rusya, Arap ve Yahudi olarak Filistin’de iki devletli bir yapı önerdi. Kasım 1947’de BM genel kurulunda oylamaya sunulan öneri 33 evet, 13 hayır, 10 çekimser oy ile kabul edildi. Bu oylama ile Filistin ikiye bölünüyordu. Büyük parça Yahudilere, küçük parça ise Filistin’in asıl sahipleri olan Araplara veriliyordu.
1948’in 14 Mayısında Yahudilerce arkadan hançerlenmiş, ihanete uğramış, yorgun son İngiliz askerleri Filistin’i terk ediyorlardı. Bunun ardından alelacele YAHUDİ AJANSI başkanı Begone, İsrail devletinin kuruluşunu resmen ilan etti. Çok geçmeden Amerika temsilcisi, Birleşmiş Milletler’de ilk ülke olarak bu devleti resmiyete tanıdıklarını açıkladı. Böylece Filistin topraklarında karanlık bir Yahudi devleti kurulmuş oldu.
İntifadalar
Filistin'in işgali yıllarında bu topraklar Filistin halkının sayısız ayaklanmasına sahne oldu. İlk işgal yıllarından sonra konu bir Arap-Yahudi ve insani özgürlük meselesi olarak ele alınmış, uzun yıllar İslam dünyasının bu bu konuda maalesef seyirci kalması sağlanmıştı. 70’li 80’li yıllar artık konunun İslami bir davaya dönüşmesi gerçekleşiyor. Artık yeni bir dönem başlamış, ayaklanmalar artmıştı. Bu ayaklanmalara intifada adı verilmiştir yani taş ile direnişin başladığı gerçeği ile İslam dünyası yüzleşmişti. Filistin halkının ilk ayaklanması 1976 yılında “Dünya Günü İntifadası” adı altında gerçekleşti. Bir diğer intifada İran İslam İnkılabı’nın İslam dünyasında oluşturduğu dinamizmi arkasına alarak 1987 yılında “Birinci İntifada” ya da “Filistin Halk İntifadası” adı altında yapılan direniş mücadelesiydi. Mezkûr intifada Batı Şeria ve Gazze'de yaşandı. Bir diğer intifada ise Mescid-i Aksa intifadasıdır. Bu intifada, 2000 yılında İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa'ya girmesiyle başladı. Mescid-i Aksa İntifadası'nın en önemli sloganlarından biri Filistin devletinin kurulması ve işgalcilerin Batı Şeria'dan çekilmesiydi.
1987'de 6 yıl süren intifadada 1.540 kişi şehit olmuş, 130.000 kişi yaralanmıştı. 2000 yılındaki intifadada da 2800 kişi şehit edilmişti.
Hamas
Filistin Direniş Hareketi (Hamas), Filistin'deki en önde gelen İslamî direniş hareketidir. Bu hareket Müslüman Kardeşler hareketinin devamı olsa da İran desteği ile bir örgüt olmanın çok ötesinde güçlenmiştir. Hamas hareketi, Filistin'de İslam devletinin oluşumuna zemin hazırlamak amacıyla bireylerin, ailelerin ve toplumun eğitimine öncelik vermiştir. Kuruluşunun başlangıcında Hamas'ın Filistin işgaline silahlı olarak karşı çıkma fikri yoktu; ancak daha sonralar İran ile ilişkileri iyice geliştirdikten sonra silahlı direniş mücadelesine karar verdi.
İslâmî Cihâd Hareketi
İslâmî Cihâd, Filistin'deki en önemli cihad gruplarından biridir. Lojostik ve eğitim desteklerini İran ve Hizbullah’tan alan bu hareket, Filistin-İsrail çatışmasını benimsemiştir. 1980'de şekillenmeye başladı. İslâmî Cihâd hareketinin, İslam İnkılabı ile yakınlığı nedeniyle Müslüman Kardeşler hareketi de dâhil olmak üzere diğer geleneksel İslâmî hareketlerden çok farklılıkları vardır.
Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi (el-Fetih)
Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi, Filistin’in en eski siyasi partisidir. Bu hareket 1965'te kuruldu. Filistin hükümet yetkililerinin çoğu bu partinin üyesidir. Ancak İsrail ile iki devletli çözüm noktasında uzlaşmaya gittiğinden dolayı gittikçe erimiş ve etkinliğini yitirmiştir.
BM Genel Kurulu’nun İşgale Karşı Kararları
29 Kasım 1947 – 181 Sayılı Karar
BM Genel Kurulu’nun Paylaşım Planı kapsamında, İngiliz manda rejiminin sona ermesiyle birlikte, Filistin toprakları üzerinde biri Arap, diğeri Yahudi olarak iki bağımsız devletin kurulması kararlaştırıldı.
Kudüs’ün silahlardan arındırılmış, BM Vesayet Konseyi’nin himayesinde uluslararası bir statüye sahip olması öngörüldü.
Söz konusu statü 10 yıl yürürlükte kalacak, daha sonra referandum yoluyla Kudüs’ün durumu halka sorulacaktı.
Ancak kararın yalnızca Yahudi devleti bölümü uygulandı, 750 binden fazla Filistinli, mülteci konumuna düştü.
11 Aralık 1948 – 194 Sayılı Karar
Filistinlilerin göç etmek zorunda kaldığı topraklara dönüşü ve Kudüs’ün uluslararası bir yönetime kavuşmasını içeriyordu.
Karar, Kudüs’e BM yönetimi altında uluslararası statü verilmesini de öngörüyordu. Ancak nihai sonuca Siyonist İsrail’in engellemeleri nedeniyle bir türlü ulaşılamadı.
4 Temmuz 1967 – 2253 Sayılı Karar
İşgalci İsrail, 1967 Arap-İsrail Savaşı’nda Doğu Kudüs’ün yanı sıra Gazze, Batı Şeria ve Sina Yarımadası ile Golan Tepeleri’ni işgal etti.
BM Genel Kurulu aldığı kararla, Siyonist İsrail’in Kudüs’ün statüsünü değiştirmeye yönelik faaliyetlerinden derin endişe duyduğunu belirtti.
Bu adımların geçersiz olduğunu ve İsrail’in bu adımlardan vazgeçmesi gerektiğini kaydetti.
19 Aralık 1983 – 38/180 Sayılı Karar
BM Genel Kurulu, işgalci İsrail’in “barışsever bir üye” olmadığını belirterek, tüm uluslara İsrail ile diplomatik, ticari ve kültürel bağları koparmaları çağrısı yaptı.
İsrail ayrıca, Kudüs de dâhil olmak üzere Batı Şeria, Gazze ve Golan Tepeleri’ndeki işgalinden dolayı kınandı. Bu işgaller, uluslararası hukuka aykırı ve yasadışı olarak nitelendirildi.
BM bu kararla İsrail’e Kudüs dâhil 1967’den beri işgal ettiği topraklardan çekilmesi çağrısı yaptı.
Üye ülkelere İsrail’e silah ve askerî ekipman satmamaları ve İsrail’den bunları almamaları, ayrıca İsrail’e her türlü askeri yardımı askıya almaları çağrısı yaptı.
21 Aralık 2017 – 10/22 Sayılı Karar
Dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü Siyonist rejim İsrail’in başkenti olarak kabul ettiğini açıklamasının ardından alındı.
Kararda, BM’ye üye tüm devletlere, “Kudüs’te diplomatik misyon kurmaktan kaçınma” çağrısı yapıldı.
ehlader
İmam Hamanei, Haniye’yi Kabul Etti
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, Tahran’a giden Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye ve kendisine eşlik eden heyeti kabul etti.
Hamas Siyasi Büro Başkanı bu görüşmede; Gazze’deki son gelişmeler, Siyonist Rejimin işlediği cinayetler ve Batı Şeria’daki olaylara ilişkin bilgi verdi.
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei de Gazze halkının sabrını ve azmini takdir ettiğini bir kez daha ifade ederek, ABD ve bazı Batılı ülkelerin desteğiyle Siyonist rejimin işlediği cinayetleri şiddetle kınadı.
İmam Hamanei ayrıca İran İslam Cumhuriyeti'nin Siyonist işgalcilere karşı Filistin direniş güçlerini destekleme konusundaki temel politikasına vurgu yaparak, İslam ülkeleri ve uluslararası toplumun Gazze halkına kapsamlı ve daha güçlü desteklemeleri gerektiğini kaydetti.