کارگر

کارگر

İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi’nin Şam temaslarına ilişkin Al Mayadeen televizyonunu internet sitesinde dikkat çeken bir analiz hazırladı.
 

Analizde, “Bu, 13 yıl sonra İran’dan Şam’a ilk cumhurbaşkanı ziyareti; Ayetullah Reisi, üst düzey bir diplomat ve ekonomik heyetin başkanlığında, Suriyeli mevkidaşı Beşar Esad'ın resmi davetlisi olarak bugün (3 Mayıs) Şam'a geldi. Bu ziyaret, birçok Arap devletinin Suriye'ye ilişkin görüş ve tutumlarının değiştiği bir dönemde yapılıyor. İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin Şam ziyareti, bölgede oluşan yeni uzlaşı ortamının ardından gerçekleşmiştir.” ifadelerine yer verildi.

Cumhurbaşkanı Reisi’nin Gündeminde Neler Var?

Al Mayadeen’e konuşan İranlı Ortadoğu uzmanı Seyyed Hadi Seyyed Afghahi, “Dışişleri Bakanlığı diplomatlarına göre, bu ziyaretin ana gündeminde ‘İran'ın Suriye'nin yeniden sürecine katılımı’ yer alıyor. Bununla birlikte birkaç anlaşmanın imzalandığına tanık olacağız. Ayrıca İran, Çin ve Rusya arasında yapılan anlaşmalara benzer şekilde Tahran ve Şam arasında da uzun vadeli stratejik işbirliği anlaşması imzalanacak. Bu anlaşma 20 yıllık veya daha fazla olabilir.” dedi.

Cumhurbaşkanı Reisi’nin Şam temaslarında, Suriye-Türkiye normalleşmesi için İran ve Rusya arabuluculuğunda yapılan toplantıların değerlendirileceğini kaydeden İranlı uzman, "İran'ın Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecini kolaylaştırmak için sunacağı öneriler var.” ifadesini kullandı.

Afghahi, “Bu ziyaret sırasında Suriye ile uzun vadeli bir anlaşma çerçevesinde İran’ın denetimi altında petrol ürünleri üretimine dayalı bir limanın kurulması masaya yatırılacak.” açıklamasını yaptı.

Tahran-Şam Ekonomik İlişkilerinin Güçlendirilmesi

Suriye Meclisi Milletvekili Halid Al Abud, Al Mayadeen televizyonuna verdiği röportajda şunları söyledi:

"Suriye-İran ilişkileri artık iki müttefik ülke veya klasik dış ilişkilere sahip iki ülke arasındaki geleneksel bir ilişki değil. Tahran-Şam ilişkileri, geçirdiği birçok aşamadan dolayı gelişip büyümüş ve farklı boyuta girmiştir ve bilinen uluslararası diplomatik ilişkilerin tarihsel anlamının ötesine geçmiştir.”

İran-Şam ilişkilerine dair Al Abud, “Bu ilişkiler iki düzeyde oluşur; Bir yandan doğal şekilde süren tarihsel ilişkiler var. Bu ilişkiler siyasi, ekonomik, kültürel ve hatta sosyal alanlarını kapsar. Diğer düzeyde de iki ülkenin ortak kaderi karşılıklı savunma işbirliğinin gelişmesine yol açmıştır. Tarihi olaylara göre, İran'ın tavırları Suriye hükümeti ile tamamen uyum içindedir. İran'a yapılan askeri saldırıda (8 yıllık İran-Irak savaşı) Suriye Tahran’ın yanında olduğunu gösterdi; Suriye krizinde ise Tahran’ın Şam hükümetiyle aynı tutumu izlediği kanıtlandı.” ifadelerini kullandı.

Suriye Meclisi milletvekili, “İran, tüm ülkeler arasındaki normal ilişkiler anlamında bölgede güvenlik ve istikrarın sağlanması için elinden geleni yapıyor ve bu nedenle Suriye ile diğer Arap ülkeleri arasında ilişkilerin normalleşmesini memnuniyetle karşılıyor. Tahran'ın Şam-Ankara normalleşme müzakerelerinde yaptığı çaba bunun örneğidir.” değerlendirmesinde bulundu.

İran ve Suriye Arasında Stratejik İttifak

Suriyeli siyaset uzmanı Muhammed Kemal Al Cafa, İran-Suriye ilişkilerini Al Mayadeen’e değerlendirdi.

Al Cafa, “Şam-Tahran ilişkileri, İslam Devriminin başlangıcında ve hatta Suriye'nin İran halkının yanında yer aldığı İran-Irak savaşı sırasında gelişti. Suriye İran'ın yeni stratejisini destekledi. Suriye'nin o dönemdeki tutumu herkes için şaşırtıcıydı, çünkü merhum Cumhurbaşkanı Hafız Esad'ın o savaşla ilgili bakış açısı, Irak'ı destekleyen diğer Arap liderlerinkinden farklıydı. Onlar sonunda Irak'a destek stratejisinin yanlış olduğunu ve tüm bölge için bir felaket haline geldiğini anladı.” dedi.

Suriyeli siyaset uzmanı sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu ilişkiler, Filistin direnişini ve milletinin meşru haklarını kayıtsız şartsız destekleyen İran'ın tutumuyla güçlendirildi. İran, siyasi, dini ve ideolojik farklılığa rağmen, Filistin direniş hareketlerini kabul edip destekledi.

Bölgedeki diğer ülkelerden farklı bir tutum izleyen Suriye ve İran ortak bir vizyona sahiptir. Sonuç olarak, İran'ın Filistin direniş hareketlerini istikrara kavuşturma, sürdürme ve geliştirme çabaları ve bu yönde Suriye ile tam bir koordinasyon sağlanması direniş ekseninin oluşumunda önemli rol oynamış ve Filistin meselesine dair ortak görüş Şam ve Tahran'ın tarihi ilişkilerini güçlendirmiştir.”

Muhammed Kemal Al Cafa, “2011'de Suriye iç savaşının başlamasından sonra sahada Tahran ve Şam arasındaki işbirliği hakkında daha önemli detayları ortaya çıktı. Görünen o ki, Suriye krizinin yaratılmasının amacı, bu ülkeye hakim olmak ve İran'a Şam hükümetiyle ittifak kurmanın bedelini ödetmektir. Bunların en önemlisi, Filistin davasını ve İsrail işgaline karşı askeri direniş gruplarını desteklemektir. Bu sebepler, İran'ı tüm gücüyle bu savaşa girmeye sevk etti ve neredeyse Suriye'nin yanında yer alan tek ülke oldu.” diye konuştu.

Cuma, 28 Nisan 2023 19:35

Kazakistan Başbakanı Tahranda.

Kazakistan Başbakanı, başkanlık ettiği üst düzey diplomatik bir heyetle Tahran'a geldi.


 Kazakistan Başbakanı Alihan İsmailov bugün üst düzey diplomatikbir heyete başkanlık ederek Tahran'a geldi.
Kazakistan Başbakanı İsmailov'un bu ziyaretinde, İran Cumhurbaşkanı 1.Yardımcısı Muhammed Mohber ile daha önce iki ülke Cumhurbaşkanları tarafından imzalanan anlaşmaların uygulanmaları bağlamında gelişmelerin son durumunu incelemeleri ve siyasi, ticari ve ekonomik ilişkilerin kapsamlı olarak geliştirilmeleri için çözüm yollarını görüşmesi bekleniyor.
Ayrıca bu görüşmede, taşımacılık, ihracat, teknik ve mühendislik hizmetleri, enerji ve banka hizmetleri gibi alanlarda da Tahran-Astana arası işbirliği düzeyinin geliştirilmesi konusu el alınıyor.

Reisii İsmailov'la görüşmesinde: İran-Kazakistan ilişkileri arttırılmalı
 İslami İran Cumhurbaşkanı "İran-Kazakistan arası ticari ilişkiler geçen sene dikkate değer bir gelişme kaydettiyde de, bu mevcut düzey iki ülkenin sahip oldukları kapasitelerine göre değil" dedi.


Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reisi dün ülkemizi ziyarete gelen Kazakistan Başbakanı Alihan İsmailov ile görüşmesinde, iki ülke arasında ticari-ekonomik ilişkiler başta olmak üzere muhtelif alanlarda geliştirlmesi gerektiğini vurguladı.
Cumhurbaşkanı Reisi yaptığı konuşmasının başında Kazakistan'ı Avrasya Birliği'nin etkin üyelerinden biri diye tanımlayarak "İki ülke arasındaki ticari ilişkiler geçen sene daha önceki yıllara göre dikkate değer oranda gelişme kaydettiyse de, bu düzey İran ile Kazakistan'ın sahip oldukları kapasitelere göre değil. Dolaysıyla ilişkiler düzeyini arttırmak için iki misli bir çaba lazım" ifadesini kullandı.
Reisi ayrıca, İran ile Kazakistan arasında kültürel ve medeni ilişkilerin arttırılmasına özen gösterilmesini isteyerek bu alanda ilişkilerin geliştirlmesi bağlamında ortak kültürel bir komitenin kurulmasını da zaruri gördüğünü beyan etti.
Kazakistan Başbakanı Alihan İsmailov da bu görüşmede yaptığ konuşmasında, ülkesinin İran İslam Cumhuriyeti ile olan ilişkilerini ve özellikle de ticari-ekonomik yatırımlar alanında derinleştirmek istediğini belirterek "Mevcut ilişki oranı mevcut kapasitelere uygun değil. Bunun için gelecekte işbirliğimizi arttırma niyetiyle bir yol haritası çizdik" dedi.

İsmailov daha sonra, Tahran-Astana arasında çeşitli alanlarda sağlanan anlaşmaların uygulanmalarına hız kazandırılmakla iki ülke arasındaki işbirliğin kabul edilir bir düzeye çıkartılması temennisinde bulundu.

 

İraİran İslam Cumhuriyeti ile Kazakistan aralarındaki ilişkilerinigeliştirme ve güçlendirme amacıyla 5 mutabakat zaptı ve 1 işbirliği anlaşması imzaladılar.


İran-Kazakistan arası mutabakat zapıtları ve diğer işbirliği belgeler, dün akşamüstü iki ülkenin üst düzey yetkilileri tarafından imzalandı. İran ile Kazakistan arasında spor, gümrük, serbest bölgeler, gençler ve turizm alanlarıyla ilgili söz konusu belgelerin imza töreni iki ülkenin üst düzey heyetlerinin ortak görüşmelerinin ardından Cumhurbaşkanı 1.Yardımcısı Muhammed Mohber ile Kazakistan Başbakanı Alihan İsmailov'un katılımlarıyla düzenlendi.
İranlı ve Kazak 2 şirket arasındaki işbirliği anlaşması da ilgili şirketlerin Genel Müdürleri tarafından imzalandı.

Cuma, 28 Nisan 2023 19:25

Türkiye Suriye’de ne yapmalı?

 Altılı Masa Suriye’de,Amerikan planının aleti.

 

“Suriye ile normalleşme” adı altında,

PKK devletçiğine hizmet ediyor.

Kapalı kapılar arkasında yapılan planlar…

 

PKK/HDP’nin aday çıkarmaması…

Kılıçdaroğlu’na kol kanat germesi…

Hepsi ABD talimatı.

Suriye yönetimi de işin farkında.

 

Esad’a yakın isimlerden Bessam Abu Abdullah.

Kılıçdaroğlu için “Türk Zelenskiy” diyor.

BAŞTA YAPILAN HATALAR
AK Parti en başta hata yaptı.

ABD’nin kuyruğuna takıldı.

Erdoğan 2011’de bakanlar kurulunda,

“Esad 6 ayda yıkılır” demişti.

Davutoğlu iki parmağını göstererek,

“Sayın Başbakanım 2 ay” öngörüsünde bulunmuştu.

ABD’yi muktedir gören anlayış.

Bayram namazını Emevi Camii'nde kılma hayali.

Suriye gerçeğine tosladı.

STRATEJİK DERİNLİK
Davutoğlu döneminin Suriye politikası…

“Stratejik derinlik” Amerika’nın derinliğiydi.

Türkiye’ye çok pahalıya patladı.

4 milyona yakın sığınmacı…

Yarattığı sorunlar…

ABD ve PKK/PYD’nin Fırat’ın doğusuna yerleşmesi.

Türkiye’nin güvenliğine tehdit…

Esad 2012 Ekim ayında uyarmıştı.

“Sizin Irak’ın kuzeyi tecrübeniz var.

Kendi ayağınıza kurşun sıkıyorsunuz.

Türkiye’yi yönetenler farkında değil mi?” demişti.

Ne yazık ki öyle oldu.

YÜZ MİLYAR DOLAR
Ekonomik olarak da sarsıldık.

Suriye’de yapılan hatanın maliyeti…

Yüz milyar dolardan söz ediliyor.

Alternatif maliyetlerle birlikte çok daha fazla.

Bugün yaşadığımız ekonomik kriz…

Etkisi büyük.

HATADAN DÖNÜLDÜ
Türkiye yanlıştan önemli ölçüde döndü.

Bazı yalpalamalar olsa da,

Amerika’dan büyük ölçüde koptu.

Astana Süreci devrede.

Türkiye, Rusya, İran olaya el koydu.

Bölge ülkeleri inisiyatifi öne çıktı.

Ama ABD boş durmuyor.

Türkiye içinde ve dışında sürekli faaliyette.

AĞIR İLERLİYOR
Süreç çok ağır ilerliyor.

Dışişleri bakanları dörtlü zirvesi…

Ocak ayında gerçekleşecekti.

Şimdi verilen tarih mayıs.

Daha alınacak uzun bir yol var.

Seçimden çok önce mesafe alınabilirdi.

ABD ile dans engelledi.

Türkiye çok geç kalıyor.

Bu da dost ülkelerde güveni sarsıyor.

Yanlışlar Türkiye karşıtlarına yarıyor.

Dün Moskova’da savunma bakanları ve istihbarat başkanları buluştu.

İran da dahil oldu.

Önemli bir gelişme, umarız arkası gelir.

TÜRKİYE NE YAPMALI
Türkiye, Rusya, İran, Suriye…

Her ülkenin kendine göre kaygıları bulunuyor.

Acilen güven artırıcı önlemlere ihtiyaç var.

Prof. Dr. Hasan Ünal da dile getirdi.

Türkiye’nin kontrol ettiği bölgeler…

Afrin, Cerablus, … Suriye ile görüşmeli.

“Bir süre daha güvenliği ben sağlayayım.

PKK/PYD’yi buralara sokmayalım.

Siz vali, kaymakam atayın.

Adım adım buraları size devredelim.

Teröristlerin dönüşüne izin vermeyelim” demeli.

Bu tutum güven ve kalıcı dostluk sağlar.

Aksi ABD değirmenine su taşır.

Artık hata yapma lüksümüz yok.

İDLİB
Bir başka sorun da İdlib.

Türkiye göçü bahane ediyordu.

Yaşanan deprem ve hayat pahalılığı…

Tersine göç başladı.

Hiçbir ülke bunu kabul etmez.

Kendi topraklarında başka otoritelere izin vermez.

İdlib eninde sonunda teröristlerden temizlenecek.

Türkiye Suriye ile birlikte hareket etmeli.

İdlib Şam’ın denetimine geçmeli.

Bu Türkiye’nin güvenliği için de şart.

Geçmişte Irak’ın kuzeyinde yaşadık.

Türkiye’ye maliyeti çok yüksek oldu.

Eşref Bitlis’in girişimleri…

Emekli Orgeneral Necati Özgen’den dinlemiştim.

Aklın yolu bir.

Geç kalırsak kaybeden yine Türkiye olur…

İsmet Özçelik

 

aydınlık

 Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Hakan Fidan’ın Moskova’da Rusya, Suriye, İran savunma bakanları ve istihbarat başkanları ile toplantısına ilişkin ABD’den açıklama geldi.
 

Bakanlıktan VOA Türkçe’ye yapılan yazılı açıklamada, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı vurgulandı ve ABD’nin temel çatışmaya siyasi bir çözüm bulunması yönünde gerçek bir ilerleme sağlanmadan Suriye ile ilişkileri normalleştirmeyeceği tekrarlandı.

Bakanlık sözcülüğünden yapılan açıklamada, Rusya’daki dörtlü toplantıdan ABD’nin haberdar olduğu kaydedildi ve Suriye’deki çatışmaya kalıcı bir siyasi çözüm bulunması için müttefikler, ortaklar ve Birleşmiş Milletler ile birlikte çalışmaya devam edildiği belirtildi.

Açıklamada, çatışmanın sona erdirilmesinin, tüm Suriyeliler’in iradesini temsil eden tek uygulanabilir çözüm olan BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararının tam olarak uygulanmasının gerektirdiği hatırlatıldı.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında, “Tutumumuz net; temel çatışmaya siyasi bir çözüm bulunması yönünde gerçek bir ilerleme sağlanmadan Esad rejimi ile ilişkilerimizi normalleştirmeyeceğiz. Suriye rejimi ile temas halinde olan bölgesel ortaklarımıza, Suriyelilerin insani ve güvenlik durumlarının iyileştirilmesine yönelik inandırıcı adımların her türlü temasta ön planda ve merkezde yer alması gerektiğini vurguladık” ifadelerine yer verildi.

Öte yandan Suriye Savunma Bakanlığı dün yaptığı açıklamada şu ifadelerde bulundu: ‘Bugün Suriye, Rusya, İran ve Türkiye savunma bakanlarının dörtlü toplantısı gerçekleşti. Toplantıda, Türk kuvvetlerinin Suriye topraklarından çekilmesi konusunun yanı sıra M4 yolu olarak bilinen uluslararası karayolu üzerindeki anlaşmanın uygulanması görüşüldü.’

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da dörtlü zirveyle ilgili olarak bu görüşmelerin olumlu geçtiğini belirtti ve şunları söyledi: ‘Yaptığımız çalışmalarla Suriye’de olabildiğince olumlu, istikrarlı ortamı sağlamak, şartları oluşturmak suretiyle ülkemizde misafir ettiğimiz Suriyeli kardeşlerimizin gönüllü, güvenli ve saygın bir şekilde evlerine, topraklarına dönmelerini sağlamayı amaçladığımızı da kendileriyle paylaştık. Suriye sorununun BMGK 2254 sayılı kararı çerçevesinde tüm unsurları kapsayıcı şekilde ve bütüncül bir yaklaşımla çözülmesi gerektiğini muhataplarımıza ifade ettik.’

Milli Savunma Bakanı Hulusü Akar ve MİT Başkanı Hakan Fidan, Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Suriye Savunma Bakanı Korgeneral Ali Mahmud Abbas ile İran Savunma Bakanı Tuğgeneral Muhammed Rıza Aştiyani'nin yanı sıra bu ülkelerin istihbarat başkanları dörtlü toplantıya katılmak üzere salı günü Moskova’ya gitmişti

Cuma, 28 Nisan 2023 19:05

Tebes Çölü Olayı

 Bu günde Amerika tarihinde bir başka büyük fiyasko ve yenilgi kayda geçti. Tebes olayı aslında Amerika’nın İran’a askeri saldırı projesinin başlangıcı ve aynı zamanda sonu oldu. Bu operasyon çok titiz bir plan çerçevesinde ve İran’ın Tebes çölündeki iklim şartları ve bu bölgede terk edilmiş bir havaalanının tespit edilmesine dayanarak hazırlanmıştı.


Tebes Çölü Olayı

 

25 Nisan 1980 tarihinde Amerika’ya ait bir kaç askeri uçak önceden hazırlanan çok titiz bir plan çerçevesinde gece yarısı İran hava sahasına girerek ülkenin doğusunda ve Tebes çölünün tam ortasında terk edilmiş bir havaalanına iniş yaptı. Bu açık tecavüz İranlı inkılapçı ve İmam Humeyni –ks– çizgisinde hareket eden öğrencileri kendiliğinden gelişen bir hareketle ve Amerika’nın İran’a yönelik müdahalelerini ve komplolarını protesto etmek amacıyla 4 Kasım 1979 tarihinde Amerika’nın Tahran’daki casusluk yuvasını veya büyükelçiliğini fethetmelerine tepki olarak gerçekleşiyordu.


İranlı inkılapçı öğrenciler Amerika’nın casusluk yuvasında diplomat kılığında casusluk faaliyeti yürüten casuslarını rehine olarak tutuyordu. Amerika ise bu konudan İran’a askeri müdahale bahanesi olarak yararlanmak ve böylece İran’a müdahalelerini örtbas etmek istedi.


Amerika Tebes operasyonunu Kartal Pençesi olarak adlandırmıştı ve amacını sözde Amerikalı rehineleri kurtarma şeklinde açıkladı. Ancak Kartal Pençesi operasyonu hezimete uğradı ve böylece Amerika’nın İran’a karşı müdahaleci hedeflerinin bir başka bölgesi olarak İslam inkılabı tarihinde kayda geçti.


Bu operasyonu gerçekleştirmek için ilkin Amerikalı askerleri taşıyan üç adet MC-130 kargo uçağı ve üç adet EC-130 yakıt tankeri uçağın Umman kıyılarında yer alan Miser adasından kalkıp İran hava sahasına girmesi ve Çöl-1 olarak adlandırılan bir bölgede operasyona başlamak üzere inmesi gerekiyordu. Operasyona, Umman körfezinde bulunan Amerikan uçak gemisinden kalkan 8 askeri helikopterinin katılması ile tamamlanması gerekiyor. Böylece bu operasyon Amerika açısından mükemmel bir operasyon olacaktı.


Aslında Amerika bundan önce de İran’a doğrudan müdahalede bulunmuş ve hatta askeri darbe yaptırmıştı. Şimdi ise Tebes çölü üzerinden tecavüz planı, tüm detayları iyice düşünülen ve İslam inkılabının zaferinden iki yıl sonra uygulanan bir plan olacaktı.


Ancak bu operasyon ta başından Amerikan askeri uçaklarının Tebes çölünde kum fırtınaya yakalanması ile birlikte hezimete uğradı. Aslında bu operasyon Amerikalı devlet adamları için yeni bir macera değildi, çünkü bu zümrenin tecavüzcü uygulamaları dosyası oldukça ağır ve karaydı ve Tebes olayı bu cinayetlerin karşısında pek de büyük sayılmazdı, ama yine bu komplonun hezimete uğramış olması Amerika için büyük bir rezalet ve fiyasko sayılıyordu.


Tebes olayı Amerika’nın İran’a yönelik müdahale eğiliminin bir başka yüzünü sergiledi ve geniş boyutlara ulaştı ve tüm dünya neden İran milleti Amerika’dan, yani bu milletin haklarına el uzatan devletten nefret ettiğini anlamaya başladı.


Amerika yönetimi Tebes macerasından sonra izlediği tutumu ise bir kez daha beyaz saray elebaşılarının bu maceradan ders almadığını ve hatta Amerikalı casuslar serbest bırakıldıktan sonra müdahaleci tutumu daha da genişlediğini ve her gün bu müdahalelere bir yenisi eklendiğini gösterdi.


Amerika hiç bir zaman İran milletine karşı müdahaleci tutumundan el çekmedi ve sadece zaman zaman yöntemlerini ve senaryolarını değiştirdi.

 İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei Silahlı Kuvvetlerin komutanları ve üst düzey askeri yetkilileri ile bir araya geldi.
 

İmam Hamanei bu görüşmede silahlı kuvvetlerini İran'ın güçlü kaleleri olduğunu söyledi.

Silahlı kuvvetlerin sürekli ilerlemelerinden memnuniyetini dile getiren İmam Hamanei, "Hiçbir düzeyde güç ve ilerleme ile yetinmeyin ve durmadan ilerleyin" dedi.

İmam Hamanei, zayıf unsurların sözlerine ve olası eylemlerine atıfta bulunarak, "Bu tür hareket ve sözlere odaklanmamalıyız; asıl tasarımcılar ve perde arkasındakileri görmek gerekiyor" ifadesini kullandı.

Düşmanın uzun vadeli planlarına odaklanma gerektiğini vurgulayan İmam Hamanei, silahlı kuvvetlerin üst düzey komutanlarına seslenerek, "Mantıklı hareket edilirse, düşmanın hesaplamaları bozulabilir" diye kaydetti.

ABD'nin yaklaşık yirmi yıl önce İran'ın doğusunda ve batısında başlattığı savaşlara değinen İmam Hamanei, "Amerikalıların Irak ve Afganistan'da çıkarları vardı ama nihai hedefleri İran'dı. Ancak İslam Devrimi'nin temellerinin çok sağlam olması nedeniyle hedeflerinde başarısız oldular." ifadelerinde bulundu.

Siyonist rejimin içinde bulunduğu durumu da bu başarısızlıklara örnek olarak gösteren İmam Hamanei, "Siyonist rejimin geçen yıl Ramazan ayında Filistin'e yönelik saldırısı dünyada belli bir tepki görmedi ancak bu yıl, rejimin cinayetlerine karşı ABD ve İngiltere'de bile gösteriler yapılıyor." dedi.

 "Dünya Kudüs Günü" münasebetiyle Müslüman ve Türk yazarlar gününün anlam ve önemi üzerine muhtelif makale ve yorum yazıları yayınladılar.

 "Dünya Kudüs Günü" münasebetiyle günün önemiyle ilgili çeşitli makale ve yorum yazıları devam ederken usta yazar ve yorumcu "İsmail Bendiderya" bu arada "Neden Dünya Kudüs Günü? Neden İnsan Hakları?"adlı yorumuyla dikkat çekti. Bu yazıyı aşağıda olduğu gibi yayınlıyoruz:


"Neden Dünya Kudüs Günü? Neden İnsan Hakları?"
Ramazan’ın son Cuma’sının Dünya Kudüs Günü ilan edilmesi sadece Müslümanları değil, insan haklarına inanan bütün insanlığı ilgilendiriyor.
Önce “Neden Kudüs Günü?” diye soranlar için meseleyi kısaca özetleyelim:.
Uluslararası bir örgüt ve yapılanma olan Siyonizm teşkilatı 1897'de İsviçre'nin Basel kentinde düzenlediği bir kongresinde; Filistin topraklarını işgal edip orada Siyonist Yahudi devleti kurma planını resmen açıkladı.
Mevcut tarihi belgeler, bu kongreden sonra Siyonistlerin, Avrupa Yahudilerini Filistin'e göç ettirmeye başladığını göstermektedir. Ama Yahudiler Filistin'e değil; Amerika, Avustralya ve Arjantin gibi ülkelere göç etmeyi tercih ediyordu. 1917'de yayınlanan Balfour deklarasyonundan sonra Yahudilerin Filistin'e göçmeye ve orada yerleşmeye yönlendirilmeleri yolundaki proje daha fazla önem kazandı.

Bu planın devamında 1922'de yayınlanan Versay deklarasyonunda işgal altındaki Filistin topraklarının idaresi İngiltere’ye bırakılarak Filistin, İngiliz mandasına geçiyor ve hemen ardından, kurulan kukla hükümetten; Balfour deklarasyonunu derhal ayata geçirilmesi isteniyordu. Bunun ardından Yahudiler hızla Filistin'e göç ettirildi ve göç hızlandırıldı. Filistin'in İngiliz Birleşik Krallığı'nın işgal ve mandası altında bulunduğu 1919'dan 1948'e kadar ki süreçte İngilizler dünyanın dört bir tarafındaki– özellikle Avrupa'daki Yahudilerin Filistin'e göçüp burada kendilerine bedava verilen topraklara yerleşmeleri için bütün kolaylıkları sağladı. Bununla da yetinmeyerek, Filistin'e yerleştirdiği

Siyonist Yahudi göçmenleri silahlandırıp eğitti… 30 yıllık İngiliz işgali boyunca bütün savunma imkânları tükenen Filistinlilerin çoğu, evini barkını terk edip canını kurtarmak için kaçmak zorunda kalacaktı... Bu avareliğin geçici olduğunu, birilerinin bunca zulme dur diyeceğini ve yakında evlerine barklarına döneceklerini zanneden Filistinliler yanıldıklarını çok geç anladılar... Şimdi Filistinlilerin avareliklerinin üzerinden 70 yılı aşkın bir zaman geçiyor ve onlar hâlâ evlerine barklarına dönemiyorlar... 1948 yılında yaşanan buhranlar ve kaos ortamı nedeniyle, o gün kaç Filistinlinin evini barkını terk etmeye zorlandığı tam olarak bilinmiyor ve böyle bir istatistik maalesef yok (BM kaynakları bunu 700000 civarında tahmin etmiş) O halde Ramazan’ın son Cuma’sının Dünya Kudüs Günü ilan edilmesi sadece Müslümanları değil, insan haklarına inanan bütün insanlığı ilgilendiriyor.
***
“İsrail neden bu bölgeye yerleştirildi?” sorusunun cevabında bütün insanlık ve insan hakları vardır çünkü… Konuyu biraz açalım:
1939’da başlayıp 1945’e kadar süren 2. Dünya Savaşı’nın insanlığa indirdiği en ağır darbe; ABD’nin Hiroşima’yla Nagazaki’ye attığı atom bombalarıydı. O bombalar on binlerce masum insanın hayatına son vermekle kalmadı, koskoca Japonya’da asırlar sürecek bir hastalıklı ve özürlü nesil faciasına da yol açtı. Ama o savaşın bundan daha büyetkisi, Ortadoğu denilen Batı Asya’da bu bölgeye ait olmayan, dokusu da, yapısı da farklı tamamen yabancı “İsrail” adlı bir unsurun “jandarma” olarak yerleştirilmesiydi. Filistin ve daha birçok Müslüman ülkenin topraklarını çalarak ve işgal ederek kurulan İsrail’in bölgede yarattığı yıkım ve hasar da hâlâ olanca ağırlığıyla devam etmektedir.
Bölgenin ve İslam ülkelerinin en büyük düşmanı olan Siyonist İsrail üzerine çok ciddi inceleme ve araştırmaların yapılması artık ciddi bir zarurettir. Ülkemizin de Güney bölgesini içine alan BOP adlı işgal ve ilhak ihanetinin uygulayıcısı İsrail’dir ve hiçbir uluslararası kanuna ve BM kararlarına uymayan bu kanunsuz yapı; Türk topraklarında gözü olduğunu gizlemek bir yana dursun; bu kepazeliği bayrağına işleyecek kadar da azmış ve gözünü karartmıştır.
***
Filistin işgal mağduru bir diyardır. Bir asırdır süregelen bir işgal... İşgal ve işgalcilere karşı kahramanca direnen ve bu direnişi ile tarihe geçen bir belde... Çilekeş ve avare, ama dirençli bir belde… Aradan geçen uzun yıllara rağmen köklü bir çınarı andıran Filistinliler kimliklerini ısrarla korumuş... Siyasi ve kültürel sorunlar ve çok yönlü propagandalara rağmen nesiller arasındaki kırılmalar bile bu Filistinliğin milli düşüncesini zerrece azaltmamış, vatan ve millet duygularını zerrece köreltmemiş bilakis mevcut karinelerden de anlaşılacağı üzere Filistinli olma kıvanç ve kimliğini onlarda daha bir bileyip güçlendirmiştir. Bu duruşları, onları diğer milletlerin baş tacı yapmış bu sahada bütün milletlere örnek olmalarına  eden olmuştur.
***
Filistin halkı, bu beldenin işgal amacının, aslında onların canına musallat olup Yüce İslam'ın kutsal öğretilerini yerle bir etmekten ibaret olduğunun farkındadır. İşte bu nedenledir ki, İslam dünyasının kutsal birliğinin gerçekleşmesi amacıyla Filistin'in kurtuluşu ve aziz Kudüs'ün özgürlüğü ülküsünü canla başla savunmaktadır.
***
Global emperyalizm, ve uluslararası Siyonizm; İslam dünyasını bölüp parçalamak için Filistin'i işgal etmiştir. O halde bu mesele sadece Filistin’in değil, bütün Müslüman ülkelerin meselesidir.
***
Filistin konusuna eğilmemizin yegâne nedeni milli kaygılarımız ve İslami sorumluluğumuzdur, değer ve maneviyat anlayışımızdır. Bu sorumluluk,mazlumdan yana ve zalime karşı olmasını, İşgalci saldırgana karşı mücadele etmesini, insanların, bilhassa muvahhitlerin Filistin'in haklarını savunmalarını gerektiriyor. Zira nebevi hadis–i şerifte, “Müslümanların sorunlarıyla ilgilenmeden gününü geçiren kimsenin Müslüman olmadığı”buyrulmaktadır.
***
İslam ülkelerinin kalbine yerleştirilen bu kanser tümörü sadece Arapları ezip sindirmek için değildir; bilakis, bu fesat tümörü bütün Ortadoğu için tehlike ve zarardır. Planları; Siyonizm’i İslam dünyasına musallat edip egemen kılmak ve İslam ülkelerinin bütün yer altı ve yer üstü zenginliklerini daha fazla sömürebilmektir. Sömürü düzeninin propagandacıları sıkı sıkıya çalışıyorlar. Bütün İslam  lkelerinde, dört bir yanda, gençlerimizi bizden koparmak için zehirli propagandalar yapmaktalar. Onları Yahudi veya Hristiyan yapıyor değiller; ama asıl amaçları onları ahlaksızlaştırmak, dinsizleştirmektir ve sömürü odakları içinde ana hedef budur zaten. Zira sömürü odakları ve global Siyonizm’in egemenliğinin; ancak milletleri her açıdan ele geçirmekle mümkün olabileceğini biliyorlar. Buna engel olacak tek unsur dini inanç, milli değerler, vatan sevgisi, özellikle fikir ve İslam inancı olduğundan, onların bütün programlarının başında “İslam düşmanlığı” ve “Müslümanları İslam'dan ve milli değerlerinden uzaklaştırmak” gelir.
***
Müslümanlar şunu bilmelidir ki, İslam İnkılabından ve İslam dininin fevkalade olan gücünün fark edilmesinden sonra; Amerika'nın kurduğu bütün oyunlar, planlar, kumpaslar, Sünni ve Şii kardeşleri birbirine düşürme girişimleri, akla hayale gelmeyecek cinayetler ve katliamlar...Bütün bu girişimlerin amacı sırf İslam'ı, silmek ve bu büyük ilahi hareketi zaafa uğratmaktır. Müslümanlar, Amerika'nın bu oyunlarını, İsrail'in habis elleri ile oynadığını bilmelidirler ***
Bugün Siyonizmin bütün Yahudileri temsil etmediği de bilinmelidir. Dahası; bu, Siyonizm’in sadece Müslümanlara değil, Yahudilere de kurguladığı bir oyun ve kumpas olup İslam dini ile Yahudi dininin ve bu iki dinin mensuplarının; sürekli birbiriyle savaş halinde olduğu izlenimini vermekte, her iki tarafa da bunu telkin etmekte, buna inanmalarını istemektedir. Yahudilerin de Müslümanların da bir şekilde, Siyonizm’in oyununa geldiği, Siyonizm’in her ikisine de saldırdığını, her ikisini de işgal ve tecavüze maruz bıraktığı bir gerçek… Ne var ki, Siyonizm’in planlayıcıları, Yahudilikle Siyonizm konusunu öylesine iç içe sokup karmıştır ki; bugün dünyada, bu ikisini birbirinden ayrı mütalaa etmeye kimsenin cesaret bile edemeyeceği bir algı oluşmuştur.
***
Bu problemin tek sorumlusu olarak emperyalizm ve Siyonizmi görmek de yanlıştır. Bugün Müslümanlar arasında bunca ayrılık ve ihtilaflar olmasa, İsrail'in bir avuç nüfusu ile bunca Müslüman’a karşı böylesine küstahlaşıp diklenmesi ve Müslümanların haysiyetini ayaklar altına alması mümkün olur muydu? Müslüman ülkeler ve devletlerarasında bu ayrılık ve tefrikalar olmasa Amerika bütün ülkelere böylesine egemen ve musallat olup onların kaynaklarını bu şekilde yağmalayabilir miydi?”
1960’lı yılların sonlarına doğru, yani 6 gün savaşlarıyla birlikte İslam uleması tarafından verilen fetvaları hatırlayalım…

Kimse meseleyi falan taifeye, filan ülkeye mal etmeye kalkmasın. Kudüs Günü, İslami bir gündür, İslami bir genel seferberliktir; bütün Müslümanları ve Müslümanların müttefiklerini doğrudan doğruya
ilgilendirmesi gerekir.
Neden mi?
Çünkü dünyayı sömüren ve asla doymayan talancı güçler ve uluslararası Siyonizm’le, Mustaz’aflar ve “ezilenler” arasında bitmeyen bir savaş vardır ve bu hareketin ekseni Filistin ve Kudüs’tür. Bu karşılaşmanın ideolojik nirengi noktası ise İslam öğretisi ve insan haklarıdır. Zira Siyonizm, kendisine karşı çıkan dini ve gayri dini bütün öğretileri bugün etkisiz hale getirmiş, ama gerçek İslam'la baş edememiştir. Unutmayalım ki Siyonist İsrail rejiminin inanılmaz boyutlarda katliamlar ve zulümlerle Filistin'i işgal edip bu halkın toprakları üzerinde kurulduğu ve varlığını resmen ilan ettiği 1948'de 750.000 Filistinli evinden barkından oldu ve avare bir yaşama mahkûm edildi. Bu, İslam’ın olduğu kadar aynı zamanda insan haklarının konusu değil de nedir?
1948 yılından itibaren dünya siyasi literatürüne “Evinden barkından edilen Filistinli avareler” şeklinde yepyeni bir kavramın eklendiğinden kaçımızın haberi var sahi?
BM, açılımı “Yakın Doğudaki Filistinli Mültecilere Yardım Ve Bayındırlık Ajansı” olan UNRWA adlı bir teşkilat kurdu ve İşgalci İsrail tarafından evleri barkları ve vatanları elinden alındığı için avare kalmış Filistinlilerin sorunlarını bu teşkilata havale etti.
Bu Filistinli avareler Lübnan, Ürdün, Suriye ve Mısır başta olmak üzere Arap ülkelerine dağıldılar. 1967'de Ürdün Nehri’nin Batı Yakası ve Gazze'nin İsrail tarafından işgale uğramasıyla birlikte Filistinli avarelerin sorunu iyice karmaşık bir hale geldi. Bugün vatanından zorla çıkarılan avare Filistinlilerin sayısı 5 milyonu aşıyor.
***
BM tarafından yayınlanan bildirgelerde, özellikle 242 no.lu BM bildirisinde, Filistinli avarelerin kendi vatanlarına dönme hakları olduğu kabul edilmiştir.Ama İsrail, aradan bunca yıl geçmesine rağmen, bütün bunları görmezden gelmekte ve BM kararlarına aldırmamaktadır.

Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi Devleti'nin kurulmuş olması, İsrail'in Yahudi bir devlet olarak tanınması ve kendisini Yahudi şeriatı ile yönetme 
ısrarı; Filistinli avarelerin sorununu İsrail'in yok farz ettiğini, onlara hiçbir hak tanımadığını göstermektedir.Bu yeni avareler 1948 işgali sırasında evini barkını terk etmeyen ve bugün İsrail vatandaşı sayılan Filistinlilerdir.
Bu Filistinlilerin sayısı bugün 1.200.000’dir. Bir kelaynak kuşunun okyanusa dökülen petroldeki çabalayışını büyük paralar harcayarak cihana duyuran “hayvansever” dünya toplumu
Siyonistlerin bu kanun tanımazlığına bir an önce dur demek zorunda değil midir?
***

Bugün birileri, Filistin meselesini sadece belli bir bölgenin meselesi olarak göstermeye çalışıyor; sırf Filistin'e ait veya sırf Ortadoğu'nun meselesiymişçesine algılanmasını istiyor. Hâlbuki gerçekte Filistin meselesinin boyutları belli bir bölgeyi aşan çok geniş bir yelpazeye sahiptir. Bu meselenin çağdaş müsebbipleri olan Amerika’yla İsrail İslam'a düşmandırlar, ama bir o kadar da bölgenin yer altı ve yerüstü kaynaklarına ve jeopolitiğine de göz dikmiş durumdadırlar.
***
Bugün Müslümanların kendilerine sormaları gereken en temel soru, bunca İslam ülkesi, bunca imkan ve nüfusa rağmen “Siyonist İsrail Bunca Yıl Varlığını Nasıl Koruyabildi?” sorusudur. Bu soruya verilecek cevap, bölgede ve dünyadaki birçok dengenin de sırrını ifşa edecek ve emperyalizmin bütün planlarındaki neden ve yöntemlerin açığa çıkmasına yarayacaktır. Terörist bir rejim olan İsrail'den
söz ediyoruz... Bu rejimin inanılmaz cinayet, katliam ve tecavüzlere maruz kalan Filistin milletinin hak arayışından bahsediyoruz... Hakkını arayan bu milletin bütün hayatını karartan tecavüz ve zulümleri anlatmaya çalışıyoruz. Terör, katliam, cinayet, işgal vb. zorbalık ve kötülüklerden başka şey bilmeyen bir rejim... Bu Siyonist rejimden bahsedildiğinde herkesin zihni ister istemez onun işlediği zulüm ve cinayetleri hatırlamaktadır.
***

ABD, İngiltere ve hempaları, İsrail’in yenilmezlik efsanesinin yerle bir olmasını engelleyemedi, bu durum bugün bölgedeki dengeleri tamamen değiştirmiştir. Lübnan'da Hizbullah’la savaştıkları ağır yenilginin adı “33 gün savaşlarıyla” tarihe geçmiş; bundan sadece 2 yıl sonra 2008'deki “22 Gün savaşları” nda da Gazze'yi savunan Hamas karşısında çok ağır bir yenilgiye uğramışlardır.
İşte bu iki ağır yenilgiyi perdeleyip oradan gelen kinini kusabilmek için, Gazze'ye insani yardım taşıyan STK filosuna askeri saldırıda bulunarak siyasi olayları askeri ve güvenlik platformuna evirdiler. Aralarında 11 Türk mazlumun da bulunduğu 12 kişiyi şehit eden katil Siyonist İsrail rejimi;böylece oyunun kurallarını kendi lehine çevirdiğini düşünüp tek yönlü politikalarını sürdürebileceğini zannetmiş; ama bunda ne kadar yanıldığını anlaması uzun sürmemiştir.
Bugün İsrail gibi asla normal olmayan ve “hukuki norm” ları asla tanımayan bir rejimle ilişkinin “normalleşme” kelimesiyle medyalaştırılmasının arkasındaki tek neden, İsrail ve hempalarının “tedirginliği” dir.
Dahası, İsrail’ in mağdur ettiği tek ülke Filistin veya tek millet Araplar değildir. Bugün İsrail’den bahsedildiğinde artık Yemen, Suriye, Ukrayna, Kıbrıs,Libya, Mısır, İran, Irak Azerbaycan, Türkiye… ve daha birçok ülkeden de “mağdur” olarak bahsetmek durumundayız. Zira israil bu ülkelerin hepsine zarar vermiş, oyun oynamış, aleyhlerine entrikalar çevirmekten bir an bile geri durmamıştır.
Nedenini bilmeyenler bu rejimin bayrağına ve “Arz-ı Mev’ud” denilen Siyon ülküsüne ve de koca Osmanlı İmparatorluğunun nasıl yıkıldığına bir göz atabilirler.
Buyurun, düşünün ve araştırın bakalım, ne çıkacak./ İsmail Bendiderya

Cumartesi, 15 Nisan 2023 18:06

Dünya Kudüs Günü

İslam İnkılabı Lideri İmam Humeyni, İslam İnkılabı zaferinden birkaç saat sonra İsrail elçiliğinin ele geçirilmesinin emrini verdi. Bu emir üzerine devrimci Müslümanlar bir kaç saat içerisinde İsrail'in elçiliğini 11 Şubat 1979’a ele geçirildi.
 

“İsrail Elçilik binası Filistin halkına hediye edildi”

İslam devrimcileri tarafından duvarlara pankart asıldı. Pankartın üzerinde şöyle yazıyordu: ''Bu bina İran halkının Filistin halkına hediyesidir'' Devrimciler, gasıp Siyonist İsrail elçiliğinin tabelasını, ''Filistin Elçiliği'' olarak değiştirdi. İslam İnkılabı ilk günden beri gasıp Siyonist rejimi ile olan düşmanlığını ve mazlum Filistin halkının yanında olduğunu ilan etti.

Daha sonra İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu İmam Humeyni, bir süre sonra Ramazan ayının son cumasını Dünya Kudüs Günü ilan etti.

“Dünya Müslümanları gasıp devletin ağzının payını vermek amacıyla birleşmeliler”

İmam Humeyni 7 Ağustos 1979’da Dünya Müslümanlarına şu hitapta bulunmuştu: ''Ben uzun yıllar boyunca gasıp İsrail tehlikesini Müslümanlara hatırlatıp durdum; bugünlerde Filistinli bacı ve kardeşlerimize karşı saldırılarını artırmış durumda. Bilhassa Güney Lübnan'da; Filistinli savaşçıları ortadan kaldırabilmek için evleri teker teker bombalıyorlar. Ben bütün Müslüman devletler ve dünya Müslümanlarından bu gasıp ve destekleyicilerinin ağzının payını verme amacıyla birleşmelerini istiyorum. Keza bütün dünya Müslümanlarına; Filistin halkı için kader belirleyici olabilecek olan ve Kadir günlerinden de sayılan mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü ‘Kudüs Günü’ olarak seçip bu günü Müslüman Filistin halkının kanuni haklarını destekleme konusunda dünya Müslümanlarının milletlerarası dayanışma günü olarak belli program ve merasimlerle geçirmeyi öneriyorum. Allah Teâlâ'dan Müslümanları küfür ehline galip kılmasını dilerim.''

Böylece Ramazan ayının son cuması Uluslararası Dünya Kudüs Günü olarak duyarlı Müslümanlar tarafından, vazifelerini eda etmek için sokaklarda ve meydanlarda Filistin halkının yanında olduklarını göstermek amacıyla ve onların kanuni haklarını savunmak adına yürüyüşler yapılmaya başlandı.

İmam Humeyni'nin bu önemli ve tarihi çıkışı, evvela Filistin meselesini yaşatmak ve Müslümanların ve İslam ülkelerinin dikkatini Siyonizm tehlikesine çekmek ve ikinci olarak da bazı Arap rejimlerin uzlaşmacı ihanetlerine karşı İslami onur ve basireti yansıtmak açısından önemliydi. Gerçekte İmam Humeyni’nin Dünya Kudüs Günü'nü ilan etmesi ve bu ilanın diğer birçok İslam ülkesi tarafından benimsenmesi, Filistin'i bir anda İslam dünyasının en önemli meselesi haline getirdi.

 

Pazar, 09 Nisan 2023 23:13

İsrail'in düşüş rotası

  Filistinlilerin işgale karşı direnişi, mevcut krizin temel nedenlerinden biridir. İsrail bugün en kötü günlerini yaşıyor; Lübnan, Yemen, Gazze ve Irak'ı kapsayan giderek güçlenen bir Direniş Ekseni'nden gelen dış tehditler her tarafa tırmanırken iç cephe çöküyor. 


İşgalci İsrail devletindeki güncel gelişmeleri ve saflarındaki büyük çatlağı tartışmadan önce, krizin altında yatan başlıca nedenin Batı Şeria ve 1948 bölgelerinde ortaya çıkan silahlı intifada, Nablus ve Cenin gibi yerlerde onu yöneten tugaylar ve operasyonlarının İsrailli yerleşimciler ve liderleri üzerindeki güçlü etkisi olduğu belirtilmelidir.

Sahadaki kuralları değiştiren ve egemen kurumları dehşete düşüren, İsrail faşist sağının ve onun akıl hocaları Netanyahu ile birlikte krizin başlıca figürleri olan Ben-Gvir ve Smotrich gibi liderlerinin iktidara gelmesine neden olan bu tugaylardır.

İsrail otuz yılı aşkın bir süredir güvenlik, istikrar ve ekonomik refahın tadını çıkardı. Ahlaktan yoksun bir şekilde, Filistin Yönetimi'ni bir müşteri ve araca dönüştürmeye, güvenlik kurumları adına her türlü direnişi ezmeye, yerleşimcileri korumaya ve İsrail işgalini tarihteki en az maliyetli hale getirmeye çalıştı.

Filistin direniş mirasına geri dönen tugaylar, tüm bunları değiştirdi ve İsrail'in güvenlik, istikrar ve refah temellerini sarstı. İsrail iç farklılıklarını uzlaştırabilir, sükunetin ve uyumun bir ölçüsünü yeniden sağlayabilir. Ancak Batı Şeria'daki silahlı intifada durmayacak. İşgal altındaki bölgeleri tamamen özgürleştirmek için ne kadar sürerse sürsün, devam edecek.

Devletlerin çökmesinin çeşitli nedenleri vardır (sadece rejimler değil - rejimler devlet etkilenmeden düşebilir ve değiştirilebilir). Bu faktörlerin birçoğu şu anda İsrail işgalci devleti için bir dereceye kadar geçerlidir:

1. Hukuk devletinin çökmesi ve iktidar sahibinin durumu kontrol edemeyip devlet ve kurumlarına otoritesini dayatamayacak ölçüde huzursuzluğun yayılması. Netanyahu ve hükümetinin 'reformlar' dayatma ve yargı sistemini değiştirme girişimi, protestoları ve karışıklıkları tetikleyen kıvılcım oldu.

2. Ordunun dağılması, doktrininin zayıflaması ve isyan olayları. Yedek erlerin, özellikle hava kuvvetlerinde askerlik hizmetini yapmayı reddetmesi bu açıdan anlamlıdır. (İsrail'in askeri yenilmezliği efsanesi 2006'da paramparça olmuştu).

3. Kötü bir danışman-partner seçimi. Netanyahu'nun geniş çapta hor görülen Arap düşmanı Ben-Gvir ve Smotrich ile ittifakı bunun en iyi örneğidir.

4. Kötü yönetim ve ekonomik gerilemenin yolsuzlukla birleşmesi. Netanyahu'nun yargı sistemini değiştirmek istemesinin sebebinin, kendisine yöneltilen yolsuzluk suçlamalarını düşürmek olduğunu unutmayın. Rahmetli Yaser Arafat bir keresinde bana, uğraştığı onca hükümet ve halktan hiçbirinin İsrailliler kadar yozlaşmış olmadığını söylemişti.

5. Kötüleşen ekonomik koşullar ve yaygın işçi protestoları. Son protestolar işgal devletini felç etti ve havalimanlarını kapattı. İsrailli işadamları, büyük ölçekli sermaye kaçışı ve yüksek teknoloji yatırımcılarının çıkışı konusunda uyarıda bulunuyor.

6. Toplu göç. İsrail rakamları tersine göçün tüm zamanların en yüksek seviyesinde olduğunu gösteriyor. Liberal köşe yazarları, İsrail'in artık çocuk yetiştirmek için uygun bir yer olmadığını yazıyor ve okuyucularına ülkeyi terk etmelerini tavsiye ediyor. Batılı elçilikler, vatandaşlığı geri almak veya giriş vizesi almak için yapılan başvurularla dolup taşıyor.

İsrail bugün en kötü günlerini yaşıyor; Lübnan, Yemen, Gazze ve Irak'ı kapsayan giderek güçlenen bir Direniş Ekseni'nden gelen dış tehditler her tarafa tırmanırken iç cephe çöküyor. 
 
Gelecek, işgalci devlet, onun Avrupa ve Amerika'daki destekçileri ve hem eski hem de yeni Arap dostlarını normalleştiren dostları için hoş olmayan sürprizlerle dolu olmaya devam ediyor.
 
Abdulbari Atvan
Rai Al Youm

Pazar, 09 Nisan 2023 23:09

İran ve Rusya’dan Dolar Hamlesi

 İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, doların ekonomik ve ticari borsalardaki hakimiyetine son verilmesinin hız kazandığını söyledi.
 

İranlı Öğrenciler Haber Ajansı'na (ISNA) göre Ali Şemhani, Tahran'da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Özel Temsilcisi Igor Levitin ile bir araya geldi.

Görüşmede, iki ülke arasında ekonomik ve bankacılık alanlarındaki anlaşmaların hayata geçirilmesi süreci ve Kuzey-Güney Koridoru Projesi'nin başlamasının hızlandırılması konuları ele alındı.

Batı'nın ekonomik yaptırımlarını etkisiz hale getirebilmek için iki ülke arasındaki yatırımlar ve bankacılıkta ortak para ve finansal işlemlerle ilgili son aşamaya gelindiğini dile getiren Şemhani, şunları kaydetti:

"Doların etkisini azaltmak için açılan, birçok ülkenin katıldığı bölgesel ve uluslararası ekonomik değişim konusuyla ilgili yol, Batı'nın dünya ekonomisi üzerindeki hakimiyetini mümkün olan en düşük seviyeye indirecektir."

Şemhani, iki ülke liderlerinin kararlılığıyla, bölgede transit geçişte önemli rol oynayacağını belirttiği Kuzey-Güney Koridoru'nun bir an önce uygulanmasının önünde engel bulunmadığını vurguladı.

'Moskova ekonomi ve sermaye alanlarındaki yatırımlara hazır'

Levitin de Moskova yönetiminin söz konusu projeleri hayata geçirme konusundaki kararlılığını dile getirdi.

Putin'in Temsilcisi, "Moskova, transit, çelik, petrol ve petrokimya gibi alanlardaki ortak projelerin bir an önce hayata geçirilmesine ve birçok bölge ülkesinin de istifade edebileceği, ekonomik ve sermaye alanlarındaki yatırımlara hazır" ifadelerini kullandı.

İran ile Rusya, karşılıklı ticarette yerel para birimleri kullanma konusunda 2016 yılında anlaşmaya varmıştı.