
کارگر
Reisi: Garantisi Olmayan Anlaşma Anlamsız Bir Anlaşmadır
İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, "Amerikalıların yükümlülüklerini yerine getirmemeleri yüzünden, güvencesiz bir anlaşmanın anlamı yok" dedi.
Seyyid İbrahim Reisi, 60 dakika süren CBS kanalı ile röportajında İran'ın iyi ve adil bir anlaşma için ciddi olduğunu ancak güvenceli bir anlaşma istediğini Amerika'nın artık anlaşmadan çıkamayacağı bir anlaşmadan yana olduğunu belirtti.
Reisi "ABD'liler ahitlerine bağlı kalmadılar, karşı taraf bağlı kalmayınca anlaşma da anlamsızdır." dedi.
İran Cumhurbaşkanı, İran'ın artık Amerika'ya güvenemeyeceğini bunu geçmişte denediğini belirtti.
Reisi İran'ın nükleer gücünü barışçıl olarak kullanımı hususunda da vurguda bulundu.
Reisi ayrıca İran'a yönelik temelsiz iddiaları reddederek İran'ın nükleer silah peşinde olmadığını savunma doktrininde nükleer bombanın yeri olmadığını vurguladı.
Kürt Kızı Masha Emini’nin Hatırasını Çalmak!
Nebbaş nedir bilir misiniz?
Geçen Cuma Günü İran’da bir irşad merkezinde düşüp fenalaşan ve hastanede vefat eden
Masha Emini isminde İranlı kürt bir kadıncagızın ölümü üzerinden spekülasyon yapmaya çalışan birtakım İran düşmanları sosyal medyada yalan, tezvirat ve asparagas paylaşımlarla yoğun bir kampanya başlattı.
Maalesef her zamanki gibi bizim çevremizden sunulan bu vahamete ve ajitasyona kanıp kendini kaybeden ve olayın içeriğini bilmeden İran’a saldıran bunu yapsalar da polis ve görevlileri suçlayıp onların cezalandırılmalarına yönelik yorumlar yaparak sözüm ona devrime akıl vermeye çalışan Müslümanlar bu işin asıl yönlendirenleri MOSSAD ve CIA’nın ekmeğine yağ sürdüklerinin farkında değiller. Olayın sıcaklığı ile hızla koparılan hengame ve yaygaradan sonra İranlı yetkililer olayın oluş anındaki videoyu yayınlayarak bu İslamafobi cazgırlarını anında susturacağını düşündü ama maalesef bekledikleri olmadı.
>>Video İçin Tıklayınız<<
Hepiniz videoyu izlemişsinizdir. Mahsa Emini'nin rahatsızlanıp düştüğü yeri gördünüz. Burası bir sosyal hizmet merkezidir. Evet polise bağlı ama halka açık sosyal bir alan. Burada çeşitli eğitim ve bilgilendirme yapılıyor ve yolda çevrilip uyarılan ve tesettüre uygun olmayan halleri olan Hanımlar buraya gönderiliyor ve burada verilen tesettür ile ilgili seminerler katılmaları bekleniyor.
Devrimin ilk zamanları uzunca bir müddet bu müdahaleler itiraf etmek gerekirse tüm kadınlara birazda agresif şekilde yapılıyordu. Ekip halinde Tahran’ın işlek sokaklarında dolaşan Besici görevlileri başları açık insanları durduruyor onlara bu yaptıklarının yanlış olduğunu ve İslam’a göre örtünme şeklinin nasıl olması gerektiğini anlatıyorlardı. Ancak bunun ayak üstü olması ve bireysel tavır ve itirazların ve görevlilerin abartılı kişisel yaklaşımlarının tebliğ ve irşadı seyrinden çıkarması, sokak ortalarında çirkin görüntülerin ve insanların günlük yaşam seyrini etkileyen meşguliyetleri oluşturması ve daha birçok sebeple bu uygulamadan vaz geçildi.
Elbette bunda devrimin olgunlaşması ve ulemanın sürekli uyarılarının sebep olduğu olumlu yaklaşımların da etkisi oldu ve devlet yetkilileri bu uygulamayı yumuşatma kararı aldılar ve farklı uygulamalara başvurdular.
Bunlardan biri ve en önemlisi de sokakta tespit edilen bu kişilerin irşat ve uyarı işini daha düzgün daha organize edilip iyi planlanmış bir şekilde düzenli aralıklarla ve akademik bir nitelik kazandırarak yapıldığı irşad merkezlerine yönlendirmek ve buradaki oturumlara katılmayı kamusal bir görev olarak kanuni bir mecburiyet haline getirmek oldu.
Bu irşad merkezlerine hiç kimse zorla getirilmiyor. Hiçbir tutuklu veya gözaltına alınan şahıs gönderilmiyor. Sadece sokak kontrollerinde başlarını tamamen açmış şekilde dolaşanlar gördüklerinde onları çeviriyorlar kimlik tespiti yapıyorlar tutanak imzalatıyorlar ve nezaketle uyararak bu merkezlere yönlendiriliyorlar. Bu aşamadan sonra bu eğitimi almaları kanuni mecburiyet ve kamu görevi haline geliyor. Bu mecburiyetten kurtulmaları için bu merkeze gelip konuşmayı dinlediklerine ve gerekli bilgiyi aldıklarına dair form doldurup imza atmaları gerekiyor.
Bununla birlikte olayın muhatapları da elenerek sadece başları tamamen acık olarak tespit edilenler için uygulanıyor. Onlar haricinde İran'da başı yarım açık olan binlerce insan var ve bunların hiçbirine artık müdahale edilmiyor.
Paylaşılan videoda dikkat ederseniz buradaki kadınların hepsi tesettüre uygun giyinmişler ama onların çoğu başörtülerini tam bağlamıyorlar yani başların üzerine atarak uçlarını boyna doluyorlar ya da direk elbiselerinin üzerine sarkıtıyorlar. Bunu yapmaların sebebi dışarıda görevlilerin olmadığı yerlerde başlarından şalları hemen kolayca indirerek atkı gibi omuzlarına koymaları ve tamamen başları acık gezmek içindir. Başörtü ve şalları hep omuzlarında ve boyunlarında duruyor. Karşılarına devrim muhafızları ya da besiciler çıkınca anında omuzlarından başlarına çekerek yakalanmaktan kurtuluyorlar. Son günlerde yaygınlaşan bu usul normal halkın tercihi olduğu kadar bu işi bir eylem ve direniş yöntemi olarak kullanan devrim muhalifi ve zıddı inkılabi örgüt ve organizasyonlarda bir yöntem olarak benimsediler. Görevliler sadece bunlara müdahale ediyor yarım kapatanlara ya da saçın ucunu dışarda bırakanlara bir şey demiyorlar. Bu müdahalede başörtüleri başlarında iken değil tamamen açıkken yakalandıklarında yapılıyor.
Bu şekilde yakalananlara bu merkezlerde sadece tesettürle ilgili eğitim verilip imzaları alınıyor ve başkaca hiçbir müdahale edilmiyor. Hiçbir cezayı müeddesi uygulanmıyor. Tutuklama yok. Gözaltına almak yok zorla getirmek yok. Hatta bu eğitime katılmanın belli bir süreside var. Yani üç gün beş gün ya da bir hafta gibi bir zaman içinde yapmaları bekleniyor. Bu kadar süre içinde gidip bu merkezden bu eğitimi al ve belgeni imzala olay bu.
Masha Emini’nin videonun başında elini kolunu sallayarak rahat bir şekilde bu merkeze girdiği görülüyor. Konferansı dinlemek için bir yer bulup oturuyor. Gayet rahat bacak bacak üstüne atıp etrafa bakınıyor. Sonra görevlileri görünce onlarla durumu konuşmak için yanlarına geliyor ve kendinden emin ve hiç çekinmeden kıyafetini savunuyor. Muhtemelen “ben zaten tesettürlüyüm der gibi kıyafetini gösteriyor ve uygun olduğunu söylüyor beni niye buraya yolladılar” diye soruyor. Görevlide bu başörtüsünü aksesuar olarak kullandıklarını her zaman başlarında tutmadıklarını bunun başında değilken tespit edildiğini anlatmaya çalışıyor eliyle de sarkan örtüyü tutarak gösteriyor. Konuşma bittikten sonra görevliler yanından ayrılınca hastalığı nüksediyor ve fenalaşıp düşüyor. Bundan sonra görevliler yapılması gerekli her türlü müdahaleyi yapıyorlar. Hastanede duran kalbi çalıştırıyorlar tekrar duruyor tekrar çalıştırıyorlar ama bir kez daha duruyor ve yapılan tüm canlandırma işlemlerine tepki vermeyerek vefat ediyor. Tıbbı geçmişinde de beyin ameliyatı geçirdiği epilepsi ve tip1 diyabet hastası olduğu yazıyor. Olayda hiçbir zorlama yok, darp yok herhangi fiziksel temas bile yok.
Ülkede birkaç yıldır "Halkın Mücahitleri Örgütü'nün yürüttüğü bir kampanya var. "Başımı açarım özgürlük hareketi" diye. Birtakım kadınlar halka açık farklı mekanlarda başlarını açarak video çekiyorlar ve sosyal medyada paylaşıyorlar. Böyle binlerce video var. Devlet de bunları engellemek için sıkı takip yapıyor. Çünkü bu özgür bir siyasi hareket değildir. Bir örgüte bağlı ve direk yasaları ve devletin otoritesini karşısına alan örgütsel bir hareket. Devlet bunlara müdahale ediyor. Yoksa nefsi ve bireysel olan kişileri görmezden geliniyor.
Bu video haricinde yayınlanan bütün diğer videolar bu olayla ilgisi olmayan videolar. Beş altı sene önceki “Yeşil fitne hareketi" eylemleri esnasında çekilmiş görüntüler. Yayınlandığı siteleri incelerseniz Gamoh ve Halkın Münafıkları örgütüne ait olduğunu göreceksiniz. Üstelik bu videodaki kadınlar Masha Emini’ye zerre kadar benzemiyor ve kıyafetleri de uymuyor. Zaten bu videodaki kadınlarda yeşil boyun atkısı var ve bu o dönem yapılan “Yeşil hareket”in simgesiydi. Bu videoları zıddı inkılabı örgütler sanki yeni olmuş ve Masha Emini’ni olayıymış gibi bilerek yayıyorlar BBC gibi birkaç TV bunları baz alıp haber yapınca sanki bu videolar bu olayla ilgiliymiş gibi ciddi algı oluştu ve insanlar buna bakarak İran’a ateş püskürüyorlar. Bu örgütleri ABD ve İsrail destekleyip finanse ediyor. Halkın Mücahitleri Örgütü'nün (İran haklı onlara münafıkan-ı halk diyor) Arnavutluk’ta ciddi bir yapılanması var ve gecen hafta Arnavutluk devleti bunların CİA ile birlikte Arnavutluk devleti resmi arşivlerine yaptıkları sanal saldırıyı İran Devletinin yaptığını iddia ederek diplomatik ilişkileri kesmişti. Her ay İran aleyhine bir cinayet idam ve benzeri olaylar bu örgütler tarafından çarpıtılarak İran aleyhine karalama malzemesi olarak kullanılıyor.
Bundan yıllar önce Bety Mahmudi’nin “Kızım olmadan asla” isimli anı romanını Hollwood’ta filmi çekmişti. Sonra “Soraya ’yı Taşlamak” isimli 1990’da yazılmış bir kitap 2009 yılında İran kökenli Amerikalı sinemacı Cyrus Nowratesh tarafından çevrilmiş ve Oskar ödülü almıştı. 1986 yılında İslam devriminden sonraki İran’ın küçük bir köyünde zina yapmakla suçlanan Soraya Manutçehri isminde bir kadının köyün erkekleri tarafından taşlanarak öldürülmesini anlatıyor ve gerçek hayattan olduğu iddia ediliyordu. Gergedan Mevsimi, Seperation vs vs bir sürü iftira ve yalan uyarlamalarla İran’ı kötülemek için insanların hikayeleri başkalaştırılarak senaryolar yazılıyor.
Gecen ay hatırlarsanız İdam edilen bir başka kadının tecavüze uğradığı için idam edildiği iddi edilip ajitasyon ve propaganda yapılmıştı. Ama mahkeme tutanaklarına ulaştığımızda sürekli fuhuş ve uyuşturucu ticareti yapmaktan ve ölüme sebebiyet vermekten bu cezayı aldığını. Suçun hem dedesi ve komşularının ihbarı ve hem de kendi itiraf etmesi ile tespit olduğu ve daha önce aynı suçtan iki kere daha ceza aldığını görmüştük.
Daha önce de onlarca buna benzer vaka yaşandı. İsterseniz örnekleri artırabilirim. Şair ve Kürt olduğu icin idam edildiği ve idamdan önce protesto için dudaklarını diktiği söylenen mi olmadı sadece Ehli Sünnet olduğu için idam edildiği söylenen mi olmadı!
Bunlar hiçbir zaman bitmez. Takip edin birkaç hafta sonra başka bir hikaye çıkaracaklar.
Tekrarlamak gerekirse bu hikayeler dünyanın her yanından video resim ve olumsuz estantaneler toplanarak altına da uygun bir hikaye yazarak İran’ı karalamak ve İslam dinini ve İslam Devrimi’ni bağnaz, vahşi, barbar ve yoz göstermek için yüzlerce hikaye çevriliyor. Suriye’de Beyaz Beretli’lein çevirdikleri oskarlık filmleri hatırlayın. Bu hikayelerin ikna edici olması ve akılları karıştırması için içinde geçen şahıslar, olaylar, mekanları gerçek olup üzerlerine yapmak istedikleri oluşturmak istedikleri fikri, nefreti, kini, senaryoyu ustalıkla işliyorlar. Hücürat Suresi 6. Ayette Müslümanlar için Allah tarafından konulmuş bir şarttır :
“Ey iman edenler! Yoldan çıkmış biri size bir haber getirirse (onun doğruluğunu) araştırın! (Yoksa) bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
Ama bizim kardeşlerimiz bize CNN, BBS, gibi İran’ın azılı düşmanlarının ülkelerin haber ajanslarından deliller getiriyorlar. Bir işin aslını bilmeden yaptığımız yorumların atılan iftiraların söylenen sözlerin Allah katında vebali yok mu sanıyorsunuz?
Bir ölümden fayda üretmek ölen kişi üzerinden siyaset ve propaganda yapmak hem de onun manevi hatırasını zedeleyerek.
Ölüleri soymayı meslek edenlere nebbaş denir. Ölen kişinin üzerindeki eşyaları bedeninde altın diş gibi kıymetli şeyleri çalarlar. Bunu her aşamada yaptıkları gibi bunların en meşhurları bunu mezarda yaparlar. Mezarı açık ölünün dişlerini sökerler eğer yanında bir eşya gömülmüşse onu da çalarlar.
İşte bugün İran karşıtlarının düştüğü durum budur. İran’ın başta Siyonist İsrail olmak üzere ABD ve dünya küfrü ve hegemonyasını ellerinde bulunduranlar olmak üzere, mezhepçiler, ırkçılar, topraklarında gözü olanlar, bölücüler, petrolünü, tütününü madenlerini çalmak isteyen kapitalistler, silah tüccarları, ilaç tacirleri, insan tacirleri, MOSSAD, CIA, GAMOH, Halkın Münafıkları, PJAK, PKK saymakla bitmez düşmanları var. Ama hepsi bu günlerde ortak noktalarda birleştiler ve aylardır yıllardır İran’da çeşitli doğal sebeplerden ya da işledikleri ağır suçların karşılığı idam edilenlerin ölülerini soyma onların hatıralarını, itibarlarını, aile ilişkilerini, akraba ve kavim ilişkilerini, mesleklerini, cinsiyetlerini, çocuklarını, eşlerini servetini dilini, düşüncesini inancını her şeylerini çalıp kendi çıkarları için yeniden dizayn edip, şekillendirip boyayıp piyasaya sürüyorlar. Bunları yaparken hiç sıkılmıyorlar, utanmıyorlar ve Allah’tan da korkmuyorlar. Yazık ki bu ölü soyucu nebbaşlara bilerek veya bilmeden hizmet eden çok iyi niyetli samimi insanda var. Ben diğerlerine değil de bunlara gerçekten çok üzülüyorum. Netice itibarı ile diğerlerinin dini imanı ahlakı kalmamışta bizin gafiller bunların bu işten sağladıkları karı kendi inançlarına kendi dinlerine kendi vatanlarına ve kendi kutsallarına karşı kullanacaklarını nasıl hesap edip düşünemiyorlar ona yanıyorum.
Fatih Bilgin
İran: Bölge jeopolitiğinin değiştirilmesine karşıyız
İran Dışişleri Bakanı, dün New York'ta Ermeni meslektaşı ile görüşmesinde İran'ın bölge jeopolitiğinin değiştirilmemesine dair tavrını hatırlattı.
Dışişleri Bakanımız Hüseyin Emirabdullahiyan dün New York'ta BM Genel Kurul toplantısının kulisinde Ermeni meslektaşı Ararat Mirzoyan'la ikili ilişkiler ve Kafkasya bölgesine ilişkin en önemli konularla ilgili fikir alışverişinde bulundu.
Emirabdullahiyan yaptığı konuşmasında iki ülke arasında dönemlik olarak gerçekleştirilen danışma görüşmelerinden duyduğu memnuniyetini ifade ederek çeşitli siyasi, kültürel, eğitim ve ekonomik alanlarıyla ilgili sağlanan ikili anlaşmaların takip edilmesi gerektiğini vurguladı.
Dışişleri Bakanı Emirabdullahiyan ayrıca, Kafkasya bölgesine ilişkin son gelişmeler ve bölgenin jeopolitik sınırlarında değişiklik yapılmasının kabul edilmezliği olduğuna değinerek "Ülkeler arasındaki ihtilafların bölge dahilinde olacak siyasi görüşmeler yoluyla çözümlendirilmesi lazım" diye vurguladı.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Mizoryan da bu ziyarette, İran'la Ermenistan arası ilişkilere ivedelik kazandırılmasının bu iki ülke arasında ve ayrıca bölgede işbirliği ve dayanışma ortamının güçlenmesine yardımcı olacağının altını çizdi.
Reisi: ABD Nükleer Anlaşma İle İlgili Son Kararını Vermeli
Şanghay İşbirliği Örgütü 22. Devlet Başkanları Zirvesi'ne katılmak üzere Özbekistan'ın Semerkant kentinde bulunan İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, El-Cezire TV kanalına verdiği demeçte nükleer anlaşma müzakereleri ile gündemi değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, nükleer anlaşmaya varma konusunda son kararın ABD'ye bağlı olduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanı Reisi, İran-Suudi Arabistan ilişkileri hakkında, Tahran'ın hala Riyad ile görüş ayrılıkları olduğuna dikkat çekerek, “Şu ana kadar iki taraf arasında beş tur müzakere yapıldı ve görüşmeler devam edecek. Yabancı tarafların bölgeye müdahale etmediği takdirde bölgesel sorunların çözülebileceğine inanıyoruz.” dedi.
Reisi, İran’ın ABD ile doğrudan görüşüp görüşmeyeceği sorusuna, "ABD ile doğrudan nükleer müzakerelerin faydası yok. İran halkının çıkarlarının Amerika ile doğrudan müzakerelere dayanmadığına inanıyoruz.” yanıtını verdi.
Cumhurbaşkanı Reisi ayrıca, Viyana'daki nükleer müzakerelerin ilerlemesinin, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) güvenlik önlemleri konularının çözülmesini gerektirdiğini vurguladı.
Irak'taki son gelişmelerle ilgili olarak Resi, "Irak'ta güçlü bir hükümetin iktidara gelmesinden mutluluk duyarız ve Iraklılar ülkesinde Amerikalıların varlığına izin vermemeli." açıklamasında bulundu.
Cumhurbaşkanı Reisi, ABD'nin İran'a karşı uyguladığı yeni yaptırımlarını, "Washington anlaşma istiyorsa, nükleer müzakereler sırasında neden yeni yaptırımlar uyguluyor?" diye eleştirdi.
Batı taraflarının İran tutumuna tepki gösteren Reisi, “Batı, İran'dan nükleer faaliyetlerini durdurmasını istemek yerine, kitle imha silahlarına sahip Siyonist rejim İsrail'e böyle bir talepte bulunması lazım.” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Reisi, İran'a yönelik yaptırımların kaldırılmasının bir garantiyle birlikte olması gerektiğini de sözlerine ekledi.
Yemen krizine de değinen İbrahim Reisi, "Kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve müzakerelerin ilerletilmesi için Yemen ablukası kaldırılmalıdır." değerlendirmesinde bulundu./tesnim
İmam Hüseyin'in Aşk ve Fedakârlık Dolu Hayatı
Şarkın Büyük Filozofu ve Kuran Müfessiri Allame Tabatabaî'nin Kalemiyle İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali (a.s) ve Peygamber-i Ekrem'in kızı Hz. Fatıma (a.s)'nın ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldi. Büyük kardeşi İmam Hasan Mücteba (a.s) şehit olduktan sonra Allah'ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine imamet makamına ulaştı.
Şarkın Büyük Filozofu ve Kuran Müfessiri Allame Tabatabaî'nin Kalemiyle
İmam Hüseyin (a.s) Hz. Ali (a.s) ve Peygamber-i Ekrem'in kızı Hz. Fatıma (a.s)'nın ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldi. Büyük kardeşi İmam Hasan Mücteba (a.s) şehit olduktan sonra Allah'ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine imamet makamına ulaştı.
İmam Hüseyin (a.s) on yıl imamet etti. Yaklaşık altı ay dışında bu müddetin tümü Muaviye'nin hilafeti zamanında en zor koşullar, acı durumlar ve en ağır baskılar altında geçti. Çünkü birinci olarak dini yasalar toplumda değerini kaybetmiş, hükümetin istekleri, Allah ve Resulünün isteklerinin yerini almıştı. İkinci olarak da Muaviye ve dostları bütün mümkün yollara başvurarak Ehl-i Beyt'i ve taraftarlarını ezip Ali(a.s)'nin ismini yok etmek istiyorlardı. Ayrıca Muaviye oğlu Yezid'in hilafet temellerini atıp pekiştiriyordu. Halkın bir kısmı, hiçbir usule kayıtlı olmadığından Yezid'in hilafetine razı değillerdi. Muaviye de muhalefetlerin çoğalmasını önlemek için daha fazla baskılara başvuruyordu.
İmam Hüseyin (a.s) isteyerek istemeyerek bu karanlık günleri arkada bırakıyor ve Muaviye tarafından yapılan her çeşit ruhsal işkence ve baskılara katlanıyordu. Hicretin altmışıncı yılında Muaviye öldü ve oğlu Yezid babasının yerine oturdu. Biat meclisinin kurulması, Arapların içerisinde saltanat, imaret ve sair önemli konularda bir gelenekti. Toplum, özellikle tanınmış kişiler bu konularda sultana yahut emire biat eli veriyorlardı. Biatin ardından itaatsizlik etmek o kavme ar ve zillet sayılırdı. Aynı zamanda imzaladığı şeye boyun eğmekten kaçmak, kesin suç olarak bilinirdi. Hz. Peygamberin siretinde de baskı olmaksızın yapılan anlaşma ve ahit muteber sayılmıştır.
Muaviye hayattayken tanınmış kişilerden Yezid'e biat almıştı. Fakat İmam Hüseyin (a.s)'a dokunmayıp, biat teklifinde bulunmamıştı. Özellikle oğlu Yezid'e şöyle vasiyet etti: Hüseyin Bin Ali biat etmezse fazla ısrar etme ve öylece kalsın. Çünkü Muaviye meselenin önünü arkasını ölçebiliyordu.
Ancak Yezid, gururu ve çekinmezliği sonucu, babası ölünce onun vasiyetini unutup, Medine valisine, Hüseyin'den benim hilafetim için biat iste, etmezse başını Şam'a gönder diye emir verdi. Medine valisi Yezid'in isteğini İmam Hüseyin (a.s)'a duyurunca İmam ondan bu konuda düşünmesi için zaman aldı ve geceleyin ailesini de alarak Mekke'ye hareket edip İslam'da resmen emniyetli ve güvenceli yer olarak ilan edilen Allah'ın Haremi (Mekke'ye) sığındı.
Bu olay hicretin altmışıncı yılında Recep ayının sonları ve Şaban ayının evvellerinde vuku buldu. İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık dört ay Mekke'ye sığınarak yaşadı. Bu haber yavaş yavaş İslam ülkelerine yayıldı. Bir taraftan, Muaviye devrindeki haksızlıklara razı olmayıp, Yezid'in hilafetine karşı çıkanlar İmam Hüseyin'in (a.s) yanına gelip yardım edeceklerine dair söz veriyorlardı, bir taraftan da Irak'tan, özellikle Kufe şehrinden halk aralıksız mektup gönderip İmam Hüseyin'in (a.s) Irak'a gelip Müslümanlara önderlik ederek zulüm ve adaletsizliği yok etmesini ısrarla istiyorlardı. Elbette bu durum Yezid için çok tehlikeli idi.
İmam Hüseyin (as)
İmam Hüseyin (a.s), hac mevsimine kadar Mekke'de ikamet etti. Müslümanlar İslam ülkelerinden grup grup hac amellerini yapmak için Mekke'ye akın ettiler. Bu arada İmam, Yezid'in kendisini öldürmek için hacı kılığında gizli bir grubu gönderdiği haberini aldı. Bunlar amel sırasında ihram elbiseleri altına gizledikleri silahlarla İmam Hüseyin'i şehit edeceklerdi.
İmam Hüseyin (a.s) hac amellerini yarıda keserek, bir toplantıda kısa bir konuşma yaparak Irak'a hareket edeceğini bildirdi. Bu konuşmada şehit olacağını da bildirdi. Müslümanlardan onun yardımına koşmalarını ve bu hedef yolunda kanlarını vermelerini istedi. Ertesi gün de Ehl-i Beyt'i ve dostlarını alarak Irak'a yöneldi.
İmam Hüseyin (a.s) biat etmemeye kesin kararlıydı. Bu yolda şehit olacağını da iyi biliyordu. Umumi fesat, fikri inhitat ve toplumun, özellikle Iraklıların iradesizliğiyle gücü pekiştirilen Ümeyye Oğullarının büyük ve korkunç savaş gücünün onu yok edeceğini biliyordu.
Tanınmış kişilerden bir grup, İmamın yanına gelip bu hareket ve kıyamın tehlikesini hatırlattılar. Fakat o hazret cevaplarında şöyle buyurdu: Ben biat etmeyeceğim. Zulüm ve fesat hükümetine boyun eğmeyeceğim. Nereye gitsem, nerede olsam beni öldüreceklerini biliyorum. Mekke'den ayrılmamın nedeni ise, kanımın dökülmesiyle Kabe'nin hürmetinin zedelenmesini önlemektir.
İmam Hüseyin (a.s), Kufe yoluna koyuldu. Daha Kufe'ye birkaç günlük yol varken, Kufe'ye gönderdiği elçisinin ve tanınmış sadık dostlarından birinin, Yezid'in valisi tarafından şehit edilip yine onun emriyle ayaklarına ip bağlanarak, Kufe sokaklarında gezdirildiğini duydu. Kufe ve yöresinin sıkıca gözaltına alındığını ve İmam'la savaşacak teçhizatlı bir ordunun hazırlandığını duyunca, ölümden başka bir yol kalmadığını anladı. İşte burada şehit olmak için kesin karar aldığını açıkça belirtti ve Kufe' ye doğru hareketini devam ettirdi.
Kufe'nin yaklaşık olarak yetmiş kilometre yakınlarında Kerbela ismindeki bir çölde Yezid'in ordusu onları ablukaya aldı. Sekiz gün burada kaldılar. Bu sırada günden güne abluka çemberi daralıyor ve sürekli düşmanın sayısı çoğalıyordu. Bilahare İmam (a.s), ailesi ve çok az sayıdaki ashabıyla birlikte, otuz bin kişiden oluşan ordunun muhasarasında kaldı.
Bu birkaç gün içinde İmam Hüseyin (a.s), ordusunun yerlerini ayarlayıp dostlarını tasfiye etmeye karar aldı. Kısa bir konuşmada ashabına seslenerek şöyle buyurdu: Bizim ölüm ve şahadetten başka bir yolumuz yoktur. Ben biatımı sizden kaldırdım. Gitmek isteyen, gecenin karanlığından faydalanıp kendisini bu tehlikeli meydandan kurtarsın. Çünkü onlar bir tek beni öldürmek istiyorlar.
Daha sonra ışıkların söndürülmesine emir verdi. Maddi maksatlar için İmam Hüseyin (a.s)'a koşulanlar ayrılıp dağıldılar. Sadece hak aşıklarından çok azı (40 kişiye yakın) yaranı ve Beni Haşim'den olan akrabaları kaldılar.
İmam Hüseyin (a.s), yine kalanları toplayıp konuştu ve şöyle buyurdu: Sizden her kim isterse gecenin karanlığından faydalansın ve kendisini tehlikeden kurtarsın. Onlar bir tek beni istiyorlar. Fakat bu defa İmam' ın vefalı dostları bir bir kalkıp, biz hiçbir zaman senin önder olduğun hak yolundan dönmeyeceğiz, elimiz kılıç tutana, damarımızda kan akana dek savaşıp senin hürmetini koruyacağız, senin temiz eteğinden kopmayacağız, diye çeşitli beyanlarda bulundular.
İmam Hüseyin (as)
Muharrem ayının dokuzuncu gününün sonlarında son teklif (biat veya savaş) düşman tarafından İmam'a ulaştı. Hazret, o geceyi ibadet için mühlet alıp yarınki savaşa hazırlandı.
Hicretin 61. Yılı Muharrem ayının 10. günü İmam, bir avuç dostlarıyla (toplamı doksan kişiden azdı. Kırk kişi önceden yanında olanlar, otuzdan biraz fazlası savaş günü ve gecesi düşman ordusundan dönenler ve diğerleri de İmam'ın Haşimî akrabaları; örneğin oğulları, kardeşleri, kardeşinin ve bacısının oğulları ve amca oğullarıydı) sayısız düşman ordusu karşısında saf çektiler ve savaş başladı.
O gün sabahtan akşama kadar savaştılar. İmam Hüseyin, Haşimi gençleri ve sair dostları son nefere kadar şehit oldular. (Şehitlerin içinde İmam Hasan (a.s)'ın iki küçük oğlu, İmam Hüseyin'in bir küçük oğlu ve daha kundakta olan bir yavrusunu da saymalıyız.)
Savaş bittikten sonra düşman ordusu, İmam (a.s) ‘ın haremini yağmaladılar ve çadırları ateşe vererek şehitlerin başını kesip elbiselerini çıkardılar. Cesetleri defnetmeden, sığınaksız kızlardan ve kadınlardan oluşan Ehl-i Beyt esirlerini şehitlerin başlarıyla birlikte Kufe'ye doğru hareket ettirdiler. (Esirlerin içinde erkek olarak İmam Hüseyin (a.s)'ın yirmi iki yaşındaki oğlu dördüncü imam olan Zeynelabidin (a.s) ağır hasta olarak, bir de onun oğlu beşinci İmam Muhammed Bin Ali ve İmam Hasan (a.s)'ın oğlu Hasan-ül Müsenna da bulunuyorlardı. Hasan-ul Müsenna savaşta ağır yaralı olarak şehitlerin içinde kalmıştı fakat son anlarda diri olarak bulundu. Düşman komutanlarının birinin arabuluculuğuyla başı kesilmedi ve esirlerle birlikte Kufe'ye götürüldü.) Kufe ‘den de Dimeşk ‘e, Yezid ‘in yanına götürüldüler.
Kerbela vakası, kadınların esir alınıp şehirlerde gezdirilmesi, (esirler içinde bulunan) Hz. Ali (a.s)'ın kızı (Hz. Zeynep) ve İmam Zeynülabidin'in Kufe ve Şam'daki toplantı yerlerinde konuşmaları, Ümeyye oğullarını rezil etti ve Muaviye'nin yıllarca yaptığı propakandayı etkisiz bıraktı. Hatta Yezid, Kerbela'da memurları eliyle yapılan bu işlerden kendisini temizlemeye çalıştı. Kerbela vakıası, etkisi geç olmasına rağmen, Ümeyye oğullarını saltanattan düşürmekle birlikte, Ehlibeyt mektebinin kökleşmesinde büyük bir etkendi. Gösterdiği en yakın etki, çeşitli kıyamlar ve bunun yanı sıra da on iki yıl süren kanlı savaşlardır. Öyle ki, İmam Hüseyin' in (a.s) katillerinden hiçbiri intikamdan kaçıp kurtulamadı.
Tarihin İmam Hüseyin (a.s) ve Yezid'le ilgili bölümünü okuyup o zamanın hakim sistemi üzerinde araştırma yapan kimse bilir ki, İmam'ın sadece bir seçeneği vardı o da şehit olmaktı. İslam dininin apaçık ezilmesine neden olan biat, hiçbir koşulda İmam Hüseyin için mümkün değildi.
Çünkü Yezid, İslam dinine ve kanunlarına saygı göstermemekle yetinmeyip, İslam'ı açıktan açığa ezmeğe girişen bir kişiydi.
Hal bu ki onun geçmişleri (babası), dinin kanunlarına, din adına muhalefet ediyorlar ve zahirde dine saygı gösteriyorlardı. Hatta halkın inandığı Peygamber (s.a.a.) ve sair dini şahsiyetlere yardım edip, onların yanında bulunmuş olmakla iftihar ediyorlardı.
İşte buralardan, bazı tarihçilerin İmam Hasan ve İmam Hüseyin hakkında ortaya sürdükleri görüşlerin yanlış olduğu aydınlığa kavuşmuş oluyor. Bazıları diyorlar ki: İmam Hasan ve İmam Hüseyin iki değişik tabiata sahiptiler; İmam Hasan sulhsever idi. Kırk bin askeri olmasına rağmen barışı kabul etti. Fakat İmam Hüseyin savaşı tercih etti ve kırk kişi adamı olmasına rağmen Yezid‘le savaşa kalktı.
Bu söz yanlıştır, çünkü görüyoruz ki Yezid'e biat etmeyi kabul etmeyen İmam Hüseyin (a.s), on yıl kardeşi gibi Muaviye' nin hükümeti döneminde yaşadı, ama hiçbir zaman muhalefet etmedi. Gerçekten de İmam Hasan ve İmam Hüseyin Muaviye ile savaşsalar da öldürüleceklerdi ve onların ölümünün İslam'a hiçbir faydası olmayacak; kendisini doğru yolda gösteren, sahabe, vahiy yazarı ve müminlerin dayısı olarak tanınan, her hileye başvuran Muaviye' nin siyaseti karşısında etkili olmayacaktı. Kaldı ki elindeki imkanları kullanıp, onları kendi dostları vasıtasıyla öldürtüp de kendisi yas tutabilir ve kanlarını almaya kalkabilirdi. Nitekim üçüncü halifeye de aynen böyle yapmıştı.
Karanlık Kabrin Işığı
İnsanoğlunun varlık yolculuğu dört âlemde gerçekleşmektedir: dünyadan önce ruhlar âlemi, dünya, berzah ve ahiret âlemi. Her insan sırasıyla bu âlemlere yolculuk yapacak, mükemmelliğe ulaşmak için bu yolları kat edecektir. Dünyada yaşayan insan, ölüm ile berzah âlemine intikal eder. Ölüm, onu bu dünyadan koparandır, başka bir âleme götüren. Ölüm, insan ruhunun bedeninden ayrılması, dünya hayatından koparak başka bir âleme yolculuk etmesidir.
İmam Seccad'a (as.): “Ölüm nedir?” diye sorulduğunda, cevaben şöyle buyurdular: “ölüm, mümin için kirli ve üzeri haşarat dolu elbiseyi çıkarmak, ağır zincirlerden kurtulmak ve en kıymetli elbiselere, güzel kokulara, en iyi cennet bineklerine ve evlerine ulaşmak demektir. Kâfir için ise, kıymetli elbiseyi çıkarmak, çok sevdiği evlerden ayrılmak, kirli ve eziyet verici elbiselere bürünmek, dehşet verici büyük azaba yakalanmaktır.”
Ölüm esnasında her insan yaşantısı itibariyle bir takım zorluklara düşecektir. Azrail'in ruhu almaya geldiğinde günahkârlar, Allah'ın emirlerini dinlemeyenler ve bir ömür haksızlıklarla yaşayanlar hayal bile edemeyecekleri acıları tadacaklardır. Ve her şey can verme acısıyla da bitmeyecektir, ruhun bedenden çıkmasından sonra birde kabir hayatı vardır.
İslam ümmeti öldükten sonra kişinin hayatının sürdüğü ve kıyamet gününe kadar durumuna göre, nimet veya azap içerisinde olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. İşte ölümden sonra başlayıp, kıyamet gününe kadar süren bu hayat sürecine berzah hayatı denir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onlardan birine ölüm gelince: ‘Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi işler yaparım' der. Hayır; bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir (berzah) engel vardır.” Muminun- 99/100
Allame Tabatabi, kıymetli eseri el-Mizan tefsirinde bu konuda şunları yazıyor: “ayetteki berzahtan maksat kabir âlemidir. O ise, insanın öldükten sonra kıyamet gününe kadar yaşadığı misal alemidir. Ayetin söz akışından bu anlaşılır. Şia kanalıyla Hz. Resulullah ve Ehli Beyt imamlarından nakledilen mütevatir hadisler ile Ehli Sünnet kanalından gelen hadisler de buna delalet etmektedir.”
Hz. Ali'den (as.) nakledilen uzunca bir hadiste, imam berzah âlemi hakkında şunları buyurmuştur: “İnsan ömrünün son günü ve ahiret hayatının ilk günü yetiştiğinde kişi ihtizar halinde iken, o kimsenin malı, evlatları ve ameli tecessüm bularak gözünün önüne gelir. İhtizar halinde olan bu şahıs malına dönerek; ‘Allah'a yemin olsun ki seni kazanmak için çok çaba sarf ettim; şimdi söyle senden bana ne hayır vardır' der. Mal cevabında: ‘benden sadece kefenini alabilirsin' der. Sonra evlatlarına dönerek; ‘Allah'a yemin olsun ki sizin seveniniz ve koruyanınız idim, şimdi söyleyin bana ne faydanız olacak' Onlar: ‘Biz seni mezara kadar uğurlar ve gömeriz' derler. Sonra ameline dönerek; ‘Allah'a yeminler olsun ki, senden yüz çevirirdim, sen bana çok yorucu ve ağır gelirdin. şimdi senden bana gelecek hayır nedir?' diye sorar. Amel onun cevabında: ‘ben Rabbine sunuluncaya kadar, kabirde ve kıyamet gününde senden ayrılmayacağım, sürekli yanında bulunacağım' der.
Eğer dünyadan göçen insan, Allah'ın dostlarından ise, ameli onun yanına, en güzel kıyafette olan güzel yüzlü, güzel kokulu bir insan şeklinde gelerek: ‘Seni bütün üzüntü ve tehlikelerden kurtuluş ve cennet nimetleriyle müjdeliyorum. Hoş sefa geldin' der. Sonra böylece o insan dünyadan cennete göçer. O kendine gusül vereni tanır ve acele etmesi için ona yalvarır ve kabri cennet köşelerinden bir köşe olur.
Ama eğer ölen kimse Allah'ın düşmanı ise, ameli onun yanına en kötü kokular içerisinde en çirkin bir yaratık halinde gelir ve: ‘Sana cehennem ateşini müjdelerim' der. O adam da ona gusül verenleri tanır, ancak onu kabre götürenlere onu geciktirmeleri için yalvarır. Kabirde nekir ve münker meleklerin sorularına cevap veremez, onlarda demir bir topuzla ona öyle bir şekilde vururlar ki, yeryüzünde cinler ve insanlar dışındaki bütün canlılar bundan korkar. O öyle bir darlık içine düşer ki, kabrinin onu sıkması sonucu o bir mızrak ve mızrak ucu gibi erir ve incelir. Bu sıkma sonucu beyni kulak ve tırnak kısmından dışarı fışkırır. Sonra Allah yerdeki yılan, akrep ve haşereleri ona musallat eder. Kıyamet kopuncaya kadar bedenini ısırıp kopararak ona azap ederler. Bu dönem o kadar zorlu bir dönem olur ki kıyametin bir an önce koparak, bu zorluktan kurtulmasını arzu eder.”
Evet, insan ölmesi ile birlikte yeni bir yaşama başlar. Berzah âlemi ve kabre konulmasıyla birlikte bu yeni yaşamında onu birçok zorluklar beklemektedir: kabrin dar, karanlık olması, insanın orada tek olması, nekir-münker meleklerin sorguya çekmesi, vahşi hayvanların saldırması ve kabir sıkması. Bunlar her insanın başına gelecek olan hadiselerdir, fakat bunlar sonucu insanda oluşacak acının azlığı, çokluğu ve süresi dünya yaşantısındaki amellere bağlıdır. Örneğin, dünyada namazı hafife alan, yardıma muhtaca yardım etmeyen, dedikodu yapan ve ailesine karşı kötü davranan kimsenin kabir sıkması da dehşet verici olacaktır.
Lakin insanı bu acılardan, elemli yaşantıdan kurtaracak olan, kabrinde bir kandil gibi yanarak karanlıkları aydınlığa çevirecek olan ve insana berzah âleminde sonsuz huzur verecek olan bir kurtuluş vardır. Her iki âlemde de insanın yüzüne mutluluk kapılarını açacak olan namaz vardır. Dünyada kılmış olduğun namaz kabrinin ışığı, o yalnızlık esnasında senin en iyi dostun olacaktır.
Kuran, Meariç suresinde cennete girenler için bir takım sıfatlar beyan etmekte ve o sıfatlarla süslenmiş olanları cennetle müjdelemektedir. O sıfatlar şunlardır: Namaz kılanlar, fakirlere yardım edenler, ahiret gününe inananlar, Rablerinin azabından korkanlar, Örtülü ve İffetli olanlar, emanete dikkat edenler, sözlerinde duranlar, doğru şahitlik yapanlar ve namazları şartlarına uygun şekilde devamlı kılanlar.
Gördüğün gibi cennetliklerin özellikleri namazla başlamış ve namazla da bitmiştir, demek ki tüm hayırlar namazla başlar, insan namazla iyi insan olur ve salih ameller yapar, dolayısıyla kabir âleminde de kaybedenlerden olmaz. Namaz kılmayan ise kendini günahlardan koruyamayandır ve işlemiş olduğu günahlar neticesinde kabirde çok acılara katlanacaktır.
Öyleyse şimdiden öteki yaşantımız için azık toplamaya başlayalım, karanlık kabrimizde ışık olsun diye namazlarımızda kusur etmeyelim ve kesinlikle aksatmayalım. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “Ölüm meleği bana dedi ki: kim beş vakit namazına önem verip, vakitinde kılarsa, ben ona bir anneden daha şefkatli ve daha sevgi dolu olacağım.”
İmam Sadık (a.s) buyuruyor: “Namaza önem verip kılan kimse öleceği zaman, ölüm meleği şeytandan önce gelir ve şeytanın onu yoldan çıkarmasını engeller, namaz kılan kimseye o korkunç anda tevhidi ve risaleti söyletmeye çalışır.”
Yine Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmakta: “Namaz, namaz kılan ile ölüm meleği arasında şefaatçi olacaktır, kabirde en iyi arkadaş, rahat bir yer ve nekir-münkerin sorularının cevabı olacaktır.”
Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu rivayet edilir: “Kim cuma akşamı iki rekât namaz kılarak her rekâtta Fatiha'dan sonra on beş defa Zilzâl Suresini okursa, yüce Allah onu kabir azabı ve kıyamet gününün korkularından korur.”
İmam Rıza'dan (a.s) şöyle nakledilmiştir: “Gece namazını kaçırmayın; zira kim gece uykudan kalkıp da sekiz rekât gece namazı, iki rekât şef' namazı, bir rekât da kunutta yetmiş defa esteğfirullah demek üzere vitir namazını kılarsa, kabir azabından kurtulur, cehennem azabından korunur, ömrü uzar ve maişeti genişler.”
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “İzâ zulzilet'il arzu zilzâleha (yani Zilzâl) suresini okumaktan yorulmayınız. çünkü kim müstehap namazlarında bu sureyi okursa, yüce Allah depremi ebedi olarak ona ulaştırmaz ve o, normal ölümle ölene dek deprem, yıldırım ve dünya afetlerinden biriyle canını kaybetmez. Öleceği zaman, Allah'ın katından kerim bir melek ona nazil olur, onun başucunda oturur ve (canını almak için gelen meleğe) şöyle der: Ey ölüm meleği! Allah'ın dostuna yumuşak davran. çünkü o, beni çok anıyordu.”
Nitekim Ebuzer (r.a) Mekke'ye geldiğinde, Kâbe'nin etrafını saran ve çeşitli yerlerden haccetmek için bir araya gelen halka şöyle seslendiği rivayet edilmiştir: “Ey insanlar! Ben Seken oğlu Cündeb'im. Sizin hayrınızı istiyor ve size acıyorum. Bana doğru gelin ve sözlerime dikkat edin.” Halk, Ebuzer'in etrafına toplanınca, onlara şöyle konuştu: “Ey insanlar! Sizden biriniz bir yolculuğa çıkmak istediğinde, kendisi için ihtiyacı miktarınca azık toplar ve hazırlık yapar. O hâlde önümüzde duran ahiret seferi için hazırlık yapıp azık toplamak bundan daha önemlidir.”
Orada bulunanlardan biri; “Bize bu hususta daha fazla açıklamalarda bulun (ne yapmamız gerektiğini söyle)” dediğinde, Ebuzer şunları söyledi: “önemli işleriniz için hac amelini yapın, kıyamet gününün zorluğu için bir gün (müstehap) oruç tutun ve kabrin korkunç durumundan kurtulmak için gece karanlığında namaz kılın…”
Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her namaz vakti geldiğinde bir münadinin şöyle seslendiğini duydum: “Ey insanoğlu! Kalkınız ve canlarınız için yaktığınız ateşi söndürünüz.” Böylece insanlar kalkarlar, temizlenirler ve bu işleriyle gözlerinin günahları dökülür, namazlarını kılarlar ve iki namaz arasındaki işledikleri tüm günahlar bağışlanır. Sonra yeniden canlarında günah ateşini yakarlar. çğlen vakti gelince o münadi yeniden şöyle seslenir: “Ey insanlar! Kalkınız ve canlarınız için yaktığınız ateşi söndürünüz.” Sonra kalkar, abdest alır ve namaz kılarlar. İki namaz arasında işledikleri tüm günahlar bağışlanır. İkindi vakti ulaşınca da bu tertiple amel edilir. Akşam namazı ve yatsı namazı olunca da bu tertiple amel edilir. Sonuçta bağışlanmış bir halde uykuya dalarlar.”
Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kul, şüphesiz namazın vakitlerine ve güneşin durumlarına önem verecek olursa, ölüm anında huzur içinde olacağını, hüzün ve kederlerinin giderileceğini ve ateşten kurtuluşunu kendisi için garantilerim.”
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Namaza riayet edin, onu gözetin, çok kılın ve onunla Allah'a yakınlaşmaya çalışın. çünkü namaz “Müminler üzerinde vakitleri belirli bir farzdır.” Kendilerine “Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir?” diye sorulduğunda Cehennem ehlinin “Biz namaz kılanlardan değildik” diye cevap verdiklerini işitmediniz mi?”
Resulullah (s.a.a) buyuruyor: “Gece namazı kılmak sahibi için kabirde ışıktır.”
Yüce Allah peygamberlerinden birine buyurdu: “Kalk ve gece namazı kıl böylece kabrin cennet bağlarından bir bağ olsun.”
Rahman Karger
Hz. Nebi Döneminden Yezid’in Hilafetine İmam Hüseyin
Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed’in (s) vefatının üzerinden 50 yıl geçmişti. Omuzundan indirmediği, öpüp kokladığı, sevmeye koklamaya doyamadığı sevgili torunu şimdi kanlarla sulanmış kuru bir çölde başsız ve kefensiz yatmaktaydı. Çadırları yakılmış, eşyaları yağlamanmış, kendisiyle beraber gelen Peygamber hanedanının erkekleri kılıçtan geçirilmiş, çocukları, kızları ve kadınları ise esir olarak bu çölden ayrılmışlardı.
İşte bu çölün ismi Kerbela idi; dert ve bela çölü!
Peki, ne olmuştu?
Kerbela ismini ölümsüzleştiren bu mazlumiyet ve aynı zamanda kahramanlık destanı nasıl şekillenmişti?
Peygamberin vefatından sonraki bu elli yıl içinde neler değişmişti?
Peygamberin geriye bıraktığı tek evladı olan Hz. Fatıma’nın kalbinin meyvesi İmam Hüseyin’e bunca cefa, bunca zulüm nasıl ve neden reva görülmüştü?
Kerbela’yı anlatmadan önce hızlı bir özetlemeyle Peygamberimizden Kerbela’ya kadar olup bitenlere bir göz gezdirmemiz gerekir. Ardından asıl konumuz olan Kerbela olayının nasıl cereyan ettiğini anlatacağız. Aynı zamanda Kerbela’nın tarihe ve insanlığa verdiği mesajı kalemimiz el verdiği, kelimeler kifayet ettiğince anlatmaya çalışacağız.
İmam Hüseyin’e İlk Ağlayan Gözler
Hicretin dördüncü yılı Şaban ayının üçüncü günü idi. Peygamber’in (s), canımın parçası dediği Hz. Fatıma (a) ikinci evladını dünyaya getirmişti. Herkes mutluluk ve sevinç içinde idi. Allah Rasulü gelip yeni doğan bebeği kucağına aldı, gözleri yaşardı ve ağladı.
Kendisine sorulduğunda, evladının kendi ümmeti tarafından katledileceği haberini verdi.1 Böylece Hz. Hüseyin’e ilk ağlayan sevgili dedesi olmuştu. Daha milyonlarca insan yüz yıllar boyu aynı hüzün için gözyaşı dökecekti. Nitekim Peygamberimiz bu gerçeği de şu sözüyle haber veriyordu:
“Hüseyin’in öldürülmesi Müminlerin kalbinde öyle bir ateş yakar ki kıyamete kadar sönmez.”2
Yine Peygamberimizin eşi Ümmü Seleme şöyle anlatıyor:
Bir gün Allah Resulü’nün elinde öpmekte olduğu bir şey gördüm.
Bu arada torunu Hz. Hüseyin (a) de dizinin üzerinde uyumuştu.
“Ya Resulellah bu nedir ki öpüp gözyaşı akıtıyorsunuz?” diye sordum. Buyurdular: “Cebrail bana bir toprak getirdi. Yavrum otoprak üzerinde ümmetim tarafından öldürülecek.” Sonra o toprağı bana verdi ve buyurdu: “Bu toprak kana döndüğünde bil ki evladım şehit edilmiştir.” Ümmü Seleme o toprağı özel bir şişede saklayıp daima bakıyordu. Ümmü Seleme diyor ki: “Hüzünlü bir günde o toprağın kana döndüğünü gördüm.”3
Bu olay çok sayıda Sünni veya Şii kaynakta benzer şekillerde aktarılmıştır.
Hicretten 11 yıl geçmişti, Allah Rasulü (s) hayata gözlerini yumdu. O sırada İmam Hasan (a) 7 ve İmam Hüseyin (a) 6 yaşında idiler.
Peygamberimiz onları İslam ümmetine imamlar olarak tanıtmış, mübarek omuzlarında ve sırtında taşımış, hiç kimseye yapmadığı iltifatları onlar için yapmıştı. Sünni Şii çok sayıda kaynakta İmam
Hüseyin (a) ile ilgili çok sayıda hadisler bulunuyor. Onlardan en çok bilinen birkaçı şöyledir:
“Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler.”4
“Hüseyin bendendir ve ben de Hüseyin’denim, Allah Hüseyin’i seveni sever.”5
“Allah’ım, ben Hasan ve Hüseyin’i seviyorum sen de onları sev.”6
Vahyin çeşmesi dudaklardan süzülen bu sözler hiç kuşkusuz sıradaniltifatlar değildi, zira ne Allah elçisi -haşa - heva heves üzerindenrastgele konuşan sıradan bir insandı ne de bu sözler sıradansevgi sözleri idi. Bu sözler vahyi taşıyan nübüvvet göğsünden çıkanve emin dudaklardan dökülen ilahi haberlerdi.
İmam Hüseyin’in, Kuran-ı Kerim’de geçen Ehlibeyt’in bir üyesi olduğu Müslüman tefsirciler arasında ittifak konusudur. Kuran’daki Mübahele ayeti7, Tathir ayeti8 ve Meveddet9 ayeti ile Ehlibeyt’in üstünlüğü tescillenmiştir. Bu ayetler Ehlibeyt başlığı altında kuşkusuz ve tartışmasız olarak İmam Hüseyin’i de kapsamaktadır.
Bu konu Müslüman âlimlerin genelinin ittifak konusudur. Yani Kuran’da ve kıldığımız her namazda geçen Ehlibeyt’in bir üyesinin de İmam Hüseyin (a) olduğunu kimse inkâr edemez, çünkü birçok hadisle de bu ispatlanmıştır. Hadisler olmasa dahi Peygamberin Ehlibeyti onun soyunu devam ettiren İmam Hasan ve İmam Hüeyin değil de başka kim olabilir?
Dört Ehl-i Sünnet mezhebinden Şafii mezhebinin imamı olan İmam Şafii bir şiirinde şöyle diyor:
“Size iftihar olarak yeter ey Peygamer Ehlibeyt’i ki size salavat göndermeyenin namazı yoktur.”10
Bu şiirde namazda Ehlibeyt’e selam göndermeyenin namazı yoktur, olamaz deniliyor. Çünkü her namazda Peygamber’e (s) salavat getirirken “âl-i Muhammed” diyerek Peygamber’in Ehlibeyt’ine de salavat getirmek zorundayız. Bu, bütün mezheplerde aynıdır.
Hasıl-ı kelam, İmam Hüseyin (a) de Ehlibeyt’in bir ferdi olarak her Müslümanın namazında bulunmak zorundadır. İmam Hüseyin’in makamını anlatmak için bu hakikat yetmez mi?
Üç Halife Dönemi
Peygamberimizin vefatının ardından yaşanan ihtilaflı hilafet seçimiyle, ilk halife Ebu Bekir bin Ebi Kuhafe başa geçmişti. O da hilafetinin sonunda kendi yerine Ömer Bin Hattab’ı vasiyet ederek bir nevi tayin etmiş oldu.
Ömer Bin Hattab’ın döneminde Yezid’in babası Muaviye önce Ürdün’e sonra da bütün Şam bölgesine vali olarak tayin edildi.
Şam derken bugünkü Suriye’nin başkenti olan Şam akla gelmemelidir. O döneme Şam bugünkü Suriye’nin dahi sınırlarının dışına çıkan geniş bir coğrafyayı ifade ediyordu. Muaviye’nin Şam bölgesinde vali olması önemli bir sürecin başlangıcıdır. Çünkü daha sonralar Hz. Ali, İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a) ile savaşacak olan güç merkezi burada yani Şam’da kurulup güçlenmiştir.
İkinci halifenin de suikastla öldürülmesinin ardından Osman bin Afvan, ikinci halifenin tayin ettiği altı kişilik komisyonun seçmesiyle üçüncü halife olarak başa geçti. Üçüncü halifenin yönetim kademelerine atadığı Emevî hanedanına ait valiler ve diğer yetkililer halkı isyan noktasına getirdi. Belli süreçlerin ardından evi kuşatılan halife öldürüldü.
İmam Ali (a) Dönemi
Halifenin öldürülmesinin ardından halk, Hz. Ali’nin etrafında toplanıp kendisini hilafete zorladılar. Hilafeti evinde toplanan halkın zorlamasıyla kabul eden İmam Ali’nin en önemli şartı adaletin ve eşitliğin uygulanması idi.
Sıkı bir adalet ve eşitlik hükümeti kuran ve bazı ayrıcalık beklentilerini karşılamayan İmam Ali’nin bu tutumu, kısa sürede, kendini özel gören bir kısım önemli şahsiyetlerin mutsuzluğuna sebep oldu.
Öte yandan Hz. Ali’nin başa gelmesiyle görevinden azledilen Şam valisi Muaviye halife Osman bin Afvan’ın öldürülmesini bahane ederek merkezi hükümete yani Hz. Ali’ye isyan bayrağı açmıştı.
Halife Osman’ın yardım çağrılarına bilerek kayıtsız kalan ve ağırdan asan Muaviye şimdi Halife Osman’ın kanını İmam Ali’den talep etmekteydi. Hâlbuki İmam Ali Halife Osman’ın öldürülmesini engellemek için oğulları İmam Hasan ve İmam Hüseyin’i göndermiş, onu korumuştu.
İmam Ali’nin adaletinden rahatsız olan ve özel davranılmaya, beytülmalden kat kat fazla almaya alışmış olanlar da Hz. Ali’nin karşısında ve meşru hükümete karşı girişilen isyanın yanında yer aldılar.
En üzücü olan ise Peygamberimizin eşi Ümmülmüminin Ayşe’nin İmam Ali’ye karşı bir ordu kurup yola koyulmuş olması idi. Bu ordunun ismi Cemel ordusu idi. İmam Ali’ye ilk biat edenlerden olan meşhur sahabeler Talha ve Zübeyir de biatlerini bozup Cemel ordusuna katılmış hatta ordunun liderliğini üstlenmişlerdi. Cemelordusunun karşısına gelen İmam Ali (a) günlerce savaş olmamasıiçin çaba harcamış ancak karşı tarafı ikna edememişti. Cemelsavaşı İmam Ali’nin zaferiyle sonuçlandı. Bu savaşın ardından budefa Muaviye’nin isyanına karşı Sıffin savaşı gerçekleşti. Bu savaştada İmam Ali galip gelmiş ancak Muaviye ve Amr bin As cahildüşünceli insanları aldatacak bir hileye başvurarak kurtulmayıbaşarmışlardı. Yenilginin kesinleştiği sırada Muaviye askerlerinemızrakların ucuna Kur’an-ı Kerim takıp “Hüküm ancak Allah’ındır”diye bağırmalarını emretmişti. Bu hile maalesef aklı gözünde olaninsanları kandırmak için yetti. İmam Ali’nin askerlerinin önemli birkısmı, biz Kuran’a karşı savaşamayız deyip İmam Ali’yi hakemliğikabul etmeye zorlamışlardı.
Kuran’ın hakemliği diye sunulan şey sadece bir oyundu. İmam Ali’yi bu oyuna mecbur eden aynı cahil güruh, bu sefer saf ve basiretsiz biri olan Ebu Musa Eş’ari’nin hakem olmasını istediler ve bunun için direttiler, İmam Ali’yi mecbur etmek için ellerinden geleni yaptılar. Sonunda Ebu Musa Eş’ari hakem olarak gönderildi ve Muaviye’nin hakem tayin ettiği Amr As’a aldandı. Güya hakemlik sonunda her ikisi minbere çıkıp hem İmam Ali’yi hem de Muaviye’yi halifelikten azledeceklerdi. Amr As önce sen çık diye Ebu Musa Eş’ari’yi kandırdı. Ebu Musa İmam Ali’yi halifelikten azlediyorum deyip minberden indi. Ardından minbere çıkan Amr As ise ben de hakem olarak Muaviye’yi hilafete atıyorum dedi ve böylece hakemlik bir hileyle Muaviye lehine sonuçlandı.
Muaviye’nin oyunlarına aldananlar bu defa, ey Ali biz aldandık sen neden yanlış olduğunu bildiğin halde bize uydun, diyerek İmam Ali’yi suçlamaya ve hatta kâfir saymaya başladılar. Nehrivan denilen yerde toplanıp isyan bayrağı açtılar ve bugünkü IŞİD benzeri bir zihniyetle terör eylemleri yapmaya başladılar. İmam Ali onları aydınlatmaya, yanlıştan döndürmeye çalıştı, elçiler gönderdi ve kendisi gidip konuştu. Hariciler dediğimiz bu gurubun önemli bir kısmı savaşmaktan vazgeçti, kalan kısmı da İmam Ali’nin ordusu tarafından Nehrivan savaşında kılıç zoruyla dağıtıldı. Muaviye Şam’da kendini halife olarak görmeye devam ediyor, kimini tehdit kimini para zoruna kendi tarafına çekiyordu. Hâkim olduğu her yerde yalanlar ve uydurma hadislerle İmam Ali’yi kötülüyor hatta camilerde lanet okunmasını bir gelenek haline getiriyordu.
Hilafetinden beş yıl geçen İmam Ali, İbn-i Mülcem adında bir harici tarafından mihrapta zehirli bir kılıç darbesiyle şehit edildi.
İmam Hasan (a) Dönemi
İmam Ali’den sonra imamet ve hilafet Hz. İmam Hasan tarafından devam ettirildi. İmam Hasan da Muaviye’ye karşı başarılı bir mücadele gerçekleştirdi ancak Muaviye’nin hileleri devam ederken halk İmam Hasan’ı yalnız bırakmış yeterince destek vermemiş hatta birçok aşiret büyüğü Muaviye’nin vaatlerine kanarak taraf değiştirmişti. Halkın isteksizliği ve ikiyüzlülüğünü gören İmam Hasan, İslam ümmetinin başarılı bir sonucu olmayacak savaşlarla daha fazla yıpranmaması için belli şartlar sunarak Muaviye ile barış imzalamayı ve hilafeti ona bırakmayı kabul etti ancak kendisi biat etmedi.
Bu şartların başında Muaviye’nin İslami usullere riayet etmesi, Ehlibeyt ve taraftarlarına zarar vermemesi ve kendisinden sonra oğlu Yezid’i veya başka birini yerine koymaması, ölümünden sonra da hilafetin İmam Hasan veya İmam Hüseyin’e geçmesi geliyordu.
Muaviye sözleşme maddelerini ihlal etmiş ve İmam Hasan’ı zehirleterek şehit etmişti. İmam Hasan’ın şehit edilmesinden sonra on yıl boyunca İmam Hüseyin (a) yine elini kılıca götürmemiş abisinin başlattığı barış ortamını devam ettirmişti.
Yezid Başa Geçiyor
Muaviye Hicretin 60. yılında öldü. Ölmeden önce oğlu Yezid’i yerine tayin edip insanlardan onun için biat topladı. Biat etmek istemeyenlere karşı zor kullandı hatta önemli bazı şahsiyetleri zehirlettirip öldürdü. Yezid’in halife tayin edilmesi hem İmam Hasan ile yapılan sözleşmeye aykırıydı hem de içkisiyle, türlü ahlaksızlıklarıyla sarhoş ayyaş biri olarak tanınmıştı. İslam ümmetine halife olması hiçbir şekilde kabul edilemezdi.
Yezid çocuk gibi maymun oynatan, dinden ahlaktan habersiz, zevk için horoz dövüştürüp köpekleri birbirine boğduran, dışarıya karşı zahirî görünümü koruyabilecek dirayetten dahi uzak fasit bir insandı.
Muaviye, ölmeden önce oğlu Yezid’i dört kişi hakkında uyarmış her biri için tavsiyelerde bulunmuştu. O dört kişiden biri İmam Hüseyin (a) idi. Elinden geldiğince tehdit ve baskı altında tutup mümkünse biat almasını ama kendisine kılıç çekmemesini tavsiye etmişti.
Ya Biat Ya Şehadet
Muaviye öldükten hemen sonra Yezid bir mektup yazarak Medine valisinden İmam Hüseyin’i çağırıp kendisi için biat almasını, aksi takdirde imamı öldürüp başını kendisine göndermesini istedi. Vali İmamı hükümet konağına çağırdı ve Yezid’in talebini bildirdi.
Hükümet konağına akrabalarından kılıç kuşanmış otuz gençle birlikte giden imam, kendisine zaman tanınmasını istedi. Valiye “Siz zaten benim böyle gizlice biat etmeme razı olmazsınız, sizler benim halkın huzurunda biat etmemi istersiniz diye düşünüyorum” deyip validen kendisine zaman tanımasını istedi. Vali de “evet halkın huzurunda biat istiyoruz” diyerek mühlet tanımayı kabul etti. İmam Hüseyin (a) bir veya birkaç gün11 Medine’de kalıp geceyle Mekke’ye doğru hareket etti.
İmam, Yezid’e biat etmeyi reddederken aynı zamanda Peygamberimizin şehri Medine’de kalmaya devam edebilirdi. O zaman Yezid bir gece baskınıyla İmam’ı şehid edebilir veya belki iş büyür bütün Medine kana bulanabilirdi. Her iki durumda da İmam’ın maksadı hasıl olmayacaktı. İmam sesini duyurmak, davasını bütün ümmete iletmek istiyordu. Her şey ümmetin gözünün önünde cereyan etmeliydi. Bu yüzden çıktı. Bu çıkış bir kıyamdı.
Zulme ve haksızlığa karşı suskun bir karşı çıkış değildi; ümmetin şehirlerinde, yollarında yüksek sesle haykırarak bir karşı çıkıştı. Medine’den çıkmadan önce kardeşi Muhammed Hanefiye vedalaşmak üzere kendisini ziyaret etti. İmam bir vasiyet yazıp ona teslim etti. Bu vasiyet aslında İmam Hüseyin’in kıyamının manifestosuniteliğindeydi. Şöyle yazmıştı:
Ben pervasızlık, büyüklük taslamak, azgınlık, fesat ve zulüm için çıkmadım; ben ceddimin ümmetinde ıslah istemek için çıktım. İyilikleri emretmek ve kötülüklerden sakındırmak, ceddim Rasulullah’ın ve babam Ebu Talib oğlu Ali’nin (a) sünnetine uygun bir yol tutmak istiyorum.12
İmam Hüseyin (a), bu vasiyetinde Müslümanların huzur ve afiyet içinde yaşamalarını önemsediğini, makam ve mal peşinde koşup huzursuzluk çıkarmak niyetinde olmadığını ama Hz. Peygamber’in (s) dinini ve ümmetini korumak için bu çıkışı yapmak zorunda kaldığını ifade ediyor.
Yezid’in halife yapılması gerçi Muaviye’nin kötülüklerinden sadece biri idi ama Muaviye en azından dış görünüşü koruyor ve Yezid gibi göz önünde İslam karşıtı bir tavır içine girmiyordu. Büyük bir coğrafyaya yayılmış İslam ümmeti için bu çok önemliydi. İmam Hasan (a) ve İmam Hüseyin (a) Muaviye’ye sabır gösterdiler çünkü o kendisini halka çok takvalı, İslam hükümlerine uyan biri olarak gösteriyordu. Yezid’in ayyaşlığı, günahkârlığı ise dillere destandı ve İslam’ın açık hükümlerini alenen ayakları altına almaktan çekinmiyordu.
Böyle bir insana İmam Hüseyin (a) gibi bir şahsiyet nasıl biat edebilirdi?
Biat etse onun ulu orta işlediği günahları da onaylamış olacak, İslam dinini bir nevi inkâr etmiş sayılacaktı. O biat ettikten sonra artık kimsenin ses çıkarmasının da bir anlamı olmayacaktı.
İmam Hüseyin (a), kendi ifadesiyle ya Yezid’e biat edecek ya da ölüm yolunu seçecekti. O, İslam’ın yıkılışına rıza gösterip küçük düşürülmüş olarak yaşamaktansa ölüm yolunu seçti. Kerbela ’da şöyle buyurmuştur:
“Alçak oğlu alçak beni ölümle zillet (alçalarak yaşamak) arasında bıraktı ve muhakkak ki zillet bizden uzaktır!”13
Başka bir cümlesinde şöyle diyordu özgürlük imamı: “Başı dik alnı açık ölüm alçalarak yaşamaktan iyidir.”14
Mekke’ye Hicret
İmam Hüseyin (a) Recep ayının 13. günü Medine’den Mekke’ye doğru yola çıktı. Mekke’de çok sayıda Müslüman kendisini karşıladı. Halk sürekli yanına gelip gidiyor ve sözlerini dinliyordu.
İmam Hüseyin, Allah’ın emin kıldığı Mescid-i Haram’da dünyanın dört bir yanından gelen Müslümanlara neden Yezid’e biat etmediğini ve Yezid’in hilafetinin gayrimeşru olduğunu anlattı.
Mekke’de bulunduğu dört aylık süre içinde Kufe halkından çok sayıda mektup aldı. Muaviye’nin öldüğünü ve İmam Hüseyin’in Yezid’e biat etmediğini duyan Kufe’liler İmam Hüseyin’e mektup yazmaya başlamışlardı. Halkın ileri gelenlerinden yağmur gibi mektup yağıyordu. Bu mektuplarla Kufe halkı, İmam Hüseyin’i Kufe’ye davet ediyor, Yezid’e karşı canları ve mallarıyla kendisine destek olacaklarını bildiriyorlardı.
İlk başlarda İmam Hüseyin (a) bu mektuplara bir yanıt vermedi ama mektuplar iyice artınca, onlara bir cevap mektubu yazdı. Mektubunda, amcaoğlu Müslim’i Kufe’ye göndereceğini ve onun Kufe ile ilgili görüş ve gözlemlerine göre hareket edeceğini bildirdi.
Yezid’in kendisini hac sırasında öldürtmek istediğini öğrenen İmam Hüseyin (a) Allah’ın evine kan bulaşmasını istemiyordu. Bu yüzden ailesi ve dostlarıyla birlikte Zilhicce ayının sekizinci gününde Kufe’ye doğru yola çıktı. Böylece tarihin en çok konuşulan, en çok yazılan - çizilen, en çok okunan, en çok anılıp ağlanan olayı, yani Kerbela destanı başlamış oldu…
1- İbn-i Kesir, el-Bidaye ve en’Nihaye c. 6 s. 230; Mukrizi, Emta ul’Esma c. 12 s.237; Mecme uz’Zevaid c. 9 s. 187
2- Muhaddis Nuri, Mustedrek ul’Vesail, c. 10 s. 319
3- Makrizi, İmta ul’Esma c. 12 s. 237.
4- Hakim Nişaburi, el-Müstedrek, c. 3 s. 166; Sünen-i Tirmizi, c. 13 s. 191 ve daha bir çok kaynakta gelmiştir.
5- Bilazeri, Ensab ul’Eşraf, c. 3 s. 142; İbn-i Sad, Tabakat ul’Kubra, c. 10 s. 385
6- Sünen-i Tirmizi, hadis no: 3782
7- Al-i İmran 61. Ayette geçen şu ayettir: “De ki: Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da Allah’ın lâneti yalancıların üzerine olsun diye dua edelim.” Bu ayet İslam’ı kabul etmeyen Necran Hristiyanları ile yapılan tartışmaların ardından onları mübahaleye (yalancı kim ise ona lanet okuma) davetle alakalıdır. Ayette çocuklarımız hitabına karşılık İmam Hasan ve İmam Hüseyin, kadınlarımız hitabına karşılık Hz. Fatıma ve kendimiz ibaresine karşılık da Peygamberimiz ile İmam Ali çıkmışlar ve onların Peygamberimize olan yakınlığı ve Allah katındaki değeri tescillenmiştir.
8- Ahzab 33. ayet: “Kuşkusuz Allah, siz Ehlibeyt’ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” Bu ayet Ehlibeyt’in tertemiz olduğunun, her türlü günah ve kötülük kirinden arı olduğunun delili sayılıyor. Zira Allah’ın bir şeyi irade etmesi onu yapması anlamına gelir.
9- Şura 23: De ki, buna (Peygamberliğime) karşılık sizden o yakınlarımı (Ehl-i Beyt’imi) sevmekten başka bir mükâfat istemem.”
10- İbrahim Selim, İmam Şafii Divanı, Kahire baskısı s. 121
11- Kaynaklarda bu konuda ihtilaf görülüyor.
12- Harezmi, Maktel ul’Huseyn, s. 188
13- İbn-i Hacer, El-İsabe, c. 3 s. 205
14- İbn-i Şehraşub, El-Menakib, c. 4 s. 68
Nükleer Anlaşmada Sona Doğru mu?
Bismillah
NÜKLEER ANLAŞMA KOEP’İN (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) GEÇMİŞİ
İran ile 5+1 ülkeleri gerçekte ise İran ile ABD arasında yakın bir gelecekte imzalanması beklenen yeni nükleer anlaşma ile ilgili olarak tahminler, analizler ve beklentiler son günlerde yeniden artmaya başladı. Konuyu takip den politikacılar ve yorumcular için bu anlaşmanın içeriğinden ve taraflar için doğuracağı sonuçlarından çok bir şekilde sonuçlanması ve gerilime son verilmesi daha öncelikli gibi görülmektedir. Ama ABD ve İsrail başta olmak üzere Batı için ve yine İran açısından bu anlaşmanın her maddesi kelimesi kelimesine önemli ve belirleyicidir. Bu da müzakerelerin uzamasına neden olmakta, bazı konularda karşılıklı olarak ödünler verilmesini ve esneklik gösterilmesini gerektirmektedir. Bütün bunca uluslar arası çabalara rağmen müzakerelerde sona yaklaşıldığı söylenebilir mi?
Onlarca sayfadan oluşan bu anlaşma diplomatik, hukuki ve anlaşılması uzmanlık isteyen teknik terimlerle dolu bir metin olduğu için şimdiye kadar konunun uzmanları dışında çok az kişi tarafından dikkatlice okunmuş veya incelenmiştir. Bazı iddialara göre George Soros’a bağlı Uluslararası Kriz Grubu (International Crisis Group) adlı düşünce kuruluşu uzmanlarınca müzakereler başlamadan önce ve aylarca süren bir çalışma sonucu hazırlandıktan sonra ABD tarafından müzakere masasına konulan bir metindir. İran ve öteki taraflar 2013-2015 arasında iki yıl süren müzakarelerde sadece önceden hazırlanmış metin üzerinde bazı rotüşler yapmış ve 2015 yılında da imzalamışlardı.
Bilindiği üzere bu anlaşma uygulamaya konulduktan yaklaşık iki yıl sonra 2018 yılında zamanın Amerikan Cumhurbaşkanı Donald Trump tarafından lağvedilmiş ve ABD anlaşmadan çıkmıştı. Trump imzalanan KOEP anlaşması ABD’nin zararına olduğu için değil yeni KOEP’lerin imzalanması ve İran’ın yeni tavizler vermek için müzakere masasına oturacağı beklentisiyle anlaşmayı lağvetmişti.
ABD’nin anlaşmadan ayrılmasına rağmen Hasan Ruhani hükümetinin anlaşmaya bağlı kalacağını açıklaması üzerine Avrupa ülkeleri bir takım vaatlerde bulunduysalar da ABD’den bağımsız bir varlık gösteremedikleri veya ABD adına İran’ı oyaladıkları için İran aleyhindeki yaptırımlar 2019 yılına gelindiğinde KOEP anlaşması öncesinden daha şiddetli düzeye ulaştı.
Ruhani hükümetinin başarısızlığın üzerini örtmek için Avrupalı ülkelere umut bağladığı dönemde duruma müdahale eden İran meclisi 2019 yılı sonlarında nükleer programa aşamalı olarak dönüş için kanun çıkarmak suretiyle Avrupa’nın oyalama taktiğine son verdi. Yeni santrifujlar üretmek de dahil aşamalı olarak uranyum zenginleştirme faaliyetleri yeniden başlatıldı. KOEP’e göre en fazla %3,5 oranında sınırlı miktarda uranyum zenginleştirme hakkı tanınan İran geçen süre içerisinde önce %20, daha sonra %60 oranında zenginleştirmeyi gerçekleştirince ABD ve müttefiklerinin paçası tutuşmaya başladı. Son iki yılda İran’daki sivil nükleer faaliyetlerde kaydedilen ilerleme her zamankinden daha yüksek bir düzeye ulaşmış bulunuyor.
ABD beklediği amaca ulaşamayınca Joe Biden döneminde yeniden anlaşmaya dönme karar verdiyse de İran bu talebi reddederek ABD’nin anlaşmaya dönmek için bazı taahhütleri yerine getirmesi şartını ileri sürdü. Böylece 2021 Nisan ayında ABD dışındaki öteki KOEP üyeleri ile İran arasında ABD’nin anlaşmaya geri dönüşü üzerine başlatılan müzakereler hala devam etmektedir
Yeni dönem müzakerelerde gündem ABD’nin KOEP’e dönüşü konusu olsa da tarafların karşı taraftan yeni imtiyazlar koparmaya çalıştıkları, ortaya çıkan yeni şartları kendi lehlerine çevirme çabalarına ilaveten ilk metinin özü korunmakla birlikte bazı değişiklikler yapılacağı da gündemdedir.
ABD VE TOPYEKÜN BATININ KOEP’E BAKIŞI
ABD ve müttefikleri başta olmak üzere müzakere üyesi ülkeler olası nükleer anlaşmaya güvenlik açısından baktıklarını ileri sürmekte ve İran’ın sivil nükleer programının askeri yöne sapabileceği ihtimaliyle dünyanın güvenliğine tehlike olarak görmekte ve en azından dünyaya böyle lanse etmektedirler.
Halbuki UAEA 2003 yılından beri sürdürdüğü teftişlerde askeri amaca sapılmadığını defalarca rapor etmesine rağmen ABD ve müttefikleri her defasında yeni iddialar ileri sürerek İran’ın sivil nükleer programını sahte bir krize dönüştürmüş bulunuyorlar.
Gerçek şu ki, İran tüm nükleer tesislerini kapatsa, Libya’da olduğu gibi tüm teçhizatını söküp Amerika’ya teslim etse ve nükleer araştırmalara tamamen son verse de hiçbir zaman ABD’nin hışmından, gazabından kurtulamayacaktır. Bugün nükleer programı bahane eden ABD yarınlarda İran’dan sahip olduğu balistik ve kruz füzelerinin menzilini sınırlamayı, bölgesel nüfuzunu paylaşmasını veya bölgeden çekilmesini, direniş/kurtuluş hareketlerine desteğini kesmesini isteyecek ve bütün bunları yerine getirse bile insan hakları, demokrasi vb gibi iddialarla dini devlet idealinden vazgeçmesi gerektiğini dayatacaktır.
Amerika’da Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında saydığımız bu konularda herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Görüş ayrılığı bu hedefe nasıl varılacağı, İran’ı dize getirmek için uygulanacak taktiklerle ilgilidir. İran konusundaki aynı temel görüş ve taktik farklılıkları İsrail ve öteki Batı ülkeleri için de geçerlidir. Kısacası Batılılar Batı paradigması karşısında yeni bir paradigma oluşturmaya çalışan İran’a bu yüzden tahammül edemezler ve zaten bu tahammülsüzlüğü açıkca ifade etmekten de çekinmiyorlar.
İsrail’in anlaşmaya karşı çıktığına dair iddialar ve İran’ın nükleer tesislerine saldırı düzenleyeceğine dair blöfler de İran’ı anlaşmaya teşvik veya zorlamaya yönelik psikolojik savaştan ibarettir. İsrail’in mevcut şartlarda İran’a saldırmaya cüret edemeyeceği bir yana KOEP nükleer anlaşması herkesten çok ABD ve İsrail’in lehinedir. Zaten İran konusunda bu ikisini birbirinden ayırmak, farklı bölgesel stratejileri varmış gibi göstermek temelden yanlıştır. Batı açısından KOEP anlaşması durmadan güçlenen İran’ı sınırlamak ve kontrol altında tutabilmek için uygulanabilecek en ideal yoldur.
İRAN CEPHESİNDE NÜKLEER ANLAŞMA NEYİ İFADE EDİYOR?
İran ise nükleer görüşmeler ve olası anlaşmayla ekonomik sıkıntılarını gidermeyi amaçladığını ileri sürmektedir. Yani Batı’nın güvenlik önceliğine karşı ekonomik öncelik. Halbuki ekonomi de güvenlik kapsamı içerisine alınabilir ve İran da müzakerelerde güvenlik kaygılarını öne sürebilirdi. Buna dayalı olarak İsrail’in nükleer programının da aynı ölçüde uluslar arası teftiş ve kontrol altına alınması şartını ileri sürebilirdi. İran’ın şimdikine göre zayıf bir konumda bulunduğu ve 2003 yılından beri Batı karşısına baş müzakerecei olarak çıkarılan Hasan Ruhani gibi uzlaşmacı tiplerin çıkarılması da bu zaafın ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
İran içerisinde de geçmişten beri nükleer müzakereler ve KOEP konusunda farklı yaklaşımların olduğu ve bazen şiddetli eleştirilerin yapıldığı bir gerçektir.
İran’daki anayasal sistemi ve özellikle de Velayet-i Fakih makamının yetkilerini kendi yargı değerlerine göre yorumlayanlar bu ülkedeki tüm kararların ve siyasetlerin ayrıntılarına kadar Ayetullah Hamanei tarafından belirlendiği, onaylandığı veya uygulandığı gibi bir değerlendirme hatasına düşmektedirler. Halbuki halkın oylarıyla iş başına gelen cumhurbaşkanı ve hükümetler halka vaat ettikleri konularda kendi iç ve dış siyasetlerini belirlemektedirler. Bunun en açık örneği 2013 yılı seçim propagandaları sırasında nükleer görüşmelerle İran’ın sıkıntılarını gidereceği sloganını öne çıkaran Hasan Ruhani seçimleri kazanarak cumhurbaşkanı olmuş ve önceliği nükleer müzakerelere vermişti. Rehber Hamanei de uyarılarda, nasihatlerde bulunmakla birlikte Ruhani’nin müzakere ekibini desteklemişti.
Rehber Hamanei’nin uygulanan siyasetleri takip ettiği ve gerekli uyarılarda, öğütlerde bulunduğu bir gerçek olmakla birlikte yürütme, yasama ve yargı gibi anayasal kurumların çalışmalarına, kararlarına istisnalar dışında müdahale etmediği de ayrı bir gerçektir. Bunun için Velayet-i Fakih makamındaki Ayetullah Hamanei’yi nükleer müzakereler ve anlaşmada hükümetlerin, müzakerecilerin faaliyetlerinden sorumlu tutmak bir hatadır. Bu siyaset gelmiş geçmiş tüm cumhurbaşkanları dönemlerinde olduğu gibi şimdi İbrahim Reisi hükümeti döneminde de aynen sürdürülmektedir.
Bu hatırlatmadan sonra İran içerisinde nükleer müzakereler ve KOEP konusundaki duruş ve yaklaşımları üç ayrı grupta değerlendirebiliriz:
Ruhani, Rafsancani ve Hatemi Dönemleri:
Kendilerini reformcu diye tanıtan kesimler, bu cümleden olarak sekiz yıl iktidarda kalan Hasan Ruhani hükümeti,(daha önce Haşimi Refsancani ve Muhammed Hatemi hükümetleri de ) amacın ekonomiyi rahatlatmak olduğunu dile getirseler de gerçekte Batı ile İnkılap paradigması da dahil tüm sıkıntıları gidermeye çalıştılar. Batının her alanda üstünlüğüne ve Batı’ya entegre olmaktan başka çözüm yolu olamayacağına inanan bu kesim ABD’nin yukarıda sıraladığımız planlarının kendi amaçlarına da yardım edeceği düşünce ve niyetiyle KOEP’i imzaladılar. Açıkca ilan edilmesi de bu görüşmeleri füzeler, bölgesel nüfuz, direniş hareketlerinden desteği kesme ve… konularında da sürdürme sözü verdikleri İran’da sık sık dile getirilmektedir. ABD’den herhangi bir garanti almadan, karşı tarafın ekonomik yaptırımları kaldırmasını, taahhütlerini yerine getirmesini beklemeden nükleer tesisleri tahrip ederek ve bilimsel araştırmaları durdurarak bilim adamlarını işten çıkaran Hasan Ruhani hükümetinin bu hatası yüzünden İran’ın sekiz yıllık İran-Irak savaşında uğradığı düzeyde (Bir trilyon USD) bir zarara uğradığı dillendirilmektedir.
Bazı gözlemcilere göre, Amerikalıların KOEP’in ruhu dedikleri bu alenen açıklanmayan vaatler İmam Hamanei’nin karşı çıkması sonucu sonuçsuz kalınca Donald Trump anlaşmadan çekilmek kararı almıştır.
İbrahim Reisi Dönemi:
Ruhani ekibinin aksine hükümet programını ekonomi de dahil tüm alanlarda nükleer görüşmelerden bağımsız olarak hazırladıklarını ve sürdüreceklerini sık sık vurgulayan şimdiki Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi aynı zamanda müzakereleri de ciddiyetle sürdürmektedir.
İran’da İbrahim Reisi ekibinin Amerikalıların gizli açık amaçlarının farkında olarak görüşmelerde nasıl bir siyaset izledikleri konusunda da farklı görüşler ileri sürülmektedir.
Bazı gözlemcilere göre Reisi ekibi uluslararası alanda İran lehine öne çıkan olumlu şartları, Rusya-Ukrayna savaşı, enerji krizi vb gelişmeleri de dikkate alarak görüşmelerde avantaj koparabileceğine ve bu vesileyle ülke ekonomisini rahatlatabileceğine inanmaktadır. Bunun için şartları yerine getirilirse ABD’nin KOEP’e dönmesine rızayet gösterecek ve geçici de olsa anlaşmanın avantajlarından yararlanmak isteyecektir. İran’ın şartlarının başında UAEA’da devam eden PMD (Nükleer programın muhtemel askeri boyutları iddiası) dosyasının tümden kapatılması, ABD’nin anlaşmadan ayrılmayacağına dair garanti vermesi ve yaptırımların kaldırılacağının pratikte denenmesinden sonra İran’ın taahhütlerini yerine getirmesi gelmektedir.
Bazı gözlemcilere göre Reisi ekibi ileri sürülen şartlar karşı tarafca kabul edilmese bile iç ve dış baskılara son vermek ve mümkün olduğunca İran’ın dış ülkelerde bloke edilen mal varlığını ülkeye getirmek için anlaşmayı her halukarda imzalayacaktır. Çünkü Reisi’nin daha önce yaptığı açıklamalarda KOEP’in verilen tavizler karşılığında alınmış bir çek olduğunu, Ruhani ekibinin bu çeki tahsil edemediğini, kendi ekibinin bunu tahsil edecek dirayete sahip olduğunu belirtmişti. Olumsuz sonuçlar doğurması durumunda ise bu anlaşmanın önceki hükümet zamanında imzalandığını ve kendisinin sorumlu tutulamayacağını söyleyecektir.
Bazı gözlemcilere göre Reisi hükümeti ileri sürdüğü şartların ABD tarafından kabul edilmeyeceğini biliyor ve ülke içi ve uluslar arası alanda kamu oyu baskısından kurtulmak ve suçu ABD’nin üzerine atmak için anlaşma yanlısı olduğu taktiğini uygulamaktadır. Reisi, KOEP’in başından beri İran’ın aleyhinde olduğunun farkındadır ve yeniden ihya edilmesinde herhangi bir fayda görmemektedir.
Said Celili ve Bazı KOEP Karşıtları:
Eski nükleer müzakereci ve hala Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Rehber’in temsilcisi olan Said Celili gibi bazı siyasetçiler ve gözlemciler ise KOEP’e hangi şartlarda dönülürse dönülsün İran’ın zararına olacağını ileri sürmekteler. Bunlara göre, ABD’nin Donald Trump zamanında anlaşmadan çekilmesi aslında İran lehinedir, ABD’nin yeniden anlaşmaya dönmesinin kabul edilmesi İran için tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu görüşte olanlara göre; KOEP her bakımdan İran’ın zararınadır, bu anlaşmada yaptırımların kaldırılacağına dair, özellikle de bankacılık sistemi ve Doların kullanılmasına dair İran’a herhangi bir taahhütte bulunulmamıştır. Kaldırılacak değil askıya alınacağı belirtilen yaptırım listesinin tüm yaptırımların ancak dörtte birine tekabül etmektedir ve bu sınırlı sayıdaki yaptırımlar ile 2015 yılında askıya alınan BMGK yaptırım kararlarının bile snapback(geri tepme mekanizması) uyarınca yeniden uygulanabilirlik yeteneği bulunmaktadır.
Bu çevrelere göre KOEP’in en zayıf yanı snapback mekanizmasıdır. Snapback veya geri tepme kuralına göre anlaşma taraflarından biri İran’ın anlaşmaya aykırı davrandığı iddiasında bulunur ve bu iddia anlaşma tarafı ülkelerden oluşan komisyonda kabul edilirse İran aleyhinde uygulanan tüm yaptırımlar geri dönecek ve otomatik olarak yeniden uygulanacaktır. Komisyonda Batılı ülkelerin çoğunlukta olduğu dikkate alındığında yerli yersiz her iddianın kabul edilmesi her an olasıdır. Çünkü Batılı ülkelerin UAEA Tahkim Kurulunda da çoğunluk silahıyla uyduruk bahanelerle İran aleyhinde sık sık karar aldıklarını hatırlatmaktalar.
KOEP anlaşması karşıtlarının görüşüne göre Batılı ülkelerin kontrolündeki UAEA İran’ın PMD dosyasını asla kapatmayacak ve geçmişte olduğu gibi İsrail’in kışkırtmasıyla her an mesnetsiz iddialar ileri sürerecek ve PMD dosyasını İran’ın başı üzerinde Demoklesin kılıcı gibi kullanacaktır.
Said Celili ve aynı görüşte olan çevrelere göre KOEP hiçbir zaman tahsil edilemiyecek karşılıksız bir çektir, sadece İran’ı oyalamak, İran’ı ilkelerinden tedrici bir şekilde uzaklaştırmak, uluslar arası sisteme katıp normalleştirmek ve direniş cephesini ortadan kaldırmak için sinsice hazırlanıp Batıcı Ruhani ekibine imzalattırılmış büyük bir kayıptır. Zararın neresinden dönülürse kardır misali daha fazla vakit kaybetmeden bu anlaşmadan uzaklaşmalı, yaptırımlarla yaşamaya uyum sağlanmalı ve sultacı Batı dışındaki ülkelerle ilişkilere ilavaten ülke içindeki imkan ve dinamiklere sarılarak yola devam edilmelidir.
Ziya Türkyılmaz
Erbain Yürüyüşünün Yetenek ve Kapasitesi
Allah’ın Adıyla
Erbain yürüyüşünün daha şimdiden, başlangıç aşamasında müstekbirleri dehşete düşürmesi içinde barındırdığı yetenek ve kapasiteden kaynaklanmaktadır.
Erbain yürüyüşünün asırlar sonra yeniden ihya edilmesi, son elli yıl içerisinde İslam dünyasında, özellikle de Şiilerin yaşadığı coğrafyada meydana gelen kıyam ve inkılaplardan bağımsız düşünülemez. Erbain yürüyüşü gerçekte bu yeni uyanış ve diriliş hareketinin tezahürlerinden bir tezahür ve belki en güçlülerinden biridir. Hidayet önderlerinin oraya koyduğu çizgiye bir tür yöneliştir. Çünkü;
Hidayet önderlerinin varlığı her daim şeytani güçleri korku ve dehşete düşürmüştür.
Hidayet önderlerinin varlığı istikbar güçlerinin varlığını tehdit etmiştir.
Resulullah’tan (saa) sonra Masum İmamların varlığı tağuti saltanatların korkulu rüyası olmuş ve tağutlar imamların varlığına tahammül edememişlerdir.
Velayetin ağırlığı ve azameti tağutları tedirgin etmekteydi. Dolayısıyla velayet elbisesi giyecek şahısların yok olması gerekiyordu.
Emevi saltanatı imamların varlığına tahammül edememiş, varlıklarının toplumdan ve dünyadan yok olması gerektiğini düşünerek onları şehit etmişlerdir.
Abbasi saltanatı ise iktidarlarının ilk aşamasında imamları kendi yanlarında bulundurup Onların arkasına saklanarak saltanatlarını yok olma tehlikesinden korumak istiyorlardı. Bundan dolayı hem imamların kendilerini hem de mezarlarını koruyormuş gibi görünüyorlardı.
Çok geçmeden bu siyasetlerinin işe yaramadığını görünce yani masum imamın arkasına saklanıp siyaset yapamayacaklarını anlayınca imamları şehid etmekle kalmamış, mezarlarına bile tahammül edemeyerek tahrip etmişlerdir.
Abbasi saltanatının son dönemlerine kadar 11 imam şehit edilmişti, 12. İmam Hz. Mehdi‘nin (af) gaybet dönemi başlamıştı. Geçen bu süre boyunca Hz. Mehdi’nin (af) varlığı tağutları korkutmayacak kadar az tanınmıştır. Bu dönem sessizlik dönemidir.
Gaybet döneminde Hz. Mehdi’nin (af) varlığı hissedilmediği için ağırlığı ve düşmanları korkutacak boyutu da hissedilmemektedir.
Ancak bu dönemde İmam Hüseyin’in (as) kıyamı Muharrem-Sefer aylarında Kerbela‘daki mazlumiyet, Aşura’daki beyaz ve parlak sayfa dilden dile, sineden sineye aktarılarak günümüze kadar canlı kalması sağlanmıştır.
İslam ümmetine hakim Emevi ve Abbasi saltanatlarının devamındaki öteki tağuuti hükümetler ve nihayet Osmanlı saltanatının yıkılıp yok olmasıyla son 200 yılda İslam ümmeti Batı uygarlığının doğrudan ve dolaylı güdümündeki tağuti sistemlerin tahakkümü altında seküler sistemlere mahkum olarak onların emrinde yaşamak zorunda kalmıştır ve bu durum hala da devam etmektedir.
Bu yeni dönemde beşeri sistemler ve tağuti iktidarlar varlıklarını tehdit eden velayet çizgisini asil çizgisinden saptırma yöntemine başvurmayı tercih etmektedirler. Bunlardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz:
Hüseyni kıyamı tahrif edip içini boşaltmak, İmam Hüseyin’in (as)sadece mazlumiyetini gündemde tutarak hakikatinin ve hedeflerinin ortaya çıkmasını engellemek.
Halkı velayetin devamı ve kurtuluş reçetesi Mehdilik inancından uzak tutmak.
İmamlar için görkemli türbeler yapmak, altınlarla süslemek, türbe ziyaretleri ve matem merasimlerinin görkemli bir şekilde yapılmasını sağlamak için her türlü kolaylık ve imkanı sağlamak.
Daha tehlikeli olan ise iktidarların matem merasimlerini festival düzenleniyormuş gibi destekleyip teşvik etmeleri.
Gaybet zamanında alimlerin, mütefekkirlerin, müminlerin vazifesi Muharrem, Kerbela, Aşura ve Erbaini müstekbir güçleri, tağuti sistemleri korkutacak, endişelendirecek bir şekilde beyan etmek olmalıdır. Yani Hüseyni kıyamda “Tebyin Cihadı”, halkı aydınlatma cihadı gerçekleştirmek gerekir.
Aşura merasimleri tağuti rejimleri korkutmuyorsa,
Alimlerin Muharrem-Safer sohbet ve hutbeleri toplumu Hüseyni olarak şuurlandırmıyorsa,
Muharrem ve Kerbela’nın mesajı beşeri sitemleri tedirgin etmiyorsa,
Erbain yürüyüşü ve ziyareti küresel istikbarı dehşete düşürmüyorsa,
Ve
Bütün bunlar Hüseyni kıyama hizmet değil, Hüseyni mazlumiyeti anmadır sadece.
Selam olsun Hüseyni kıyamı, Hüseyni dille beyan edenlere!
Selam olsun Tebyin Cihadı gerçekleştirip Velayet sahibi Hz. Mehdi’nin (af) zuhuruna ortam hazırlayanlara!
Sabahattin Türkyılmaz
İmam Hüseyin'in (a.s) Şehadetinin 40.Günü (Erbain)
Bugün şehitler serveri, Ehl-i Beyt'in III. imamı İmam Hüseyin ibn-i Ali'nin (as) ve Kerbela şehitlerinin şehadetinden 40. günü. İmam'ın 40. günü İslam takviminde önemli günlerden birisidir. Bugün ilk kez Peygamber Efendimizin büyük sahabesi Cabir ibn-i Abdullah Ensarî Kerbela şehitlerini ziyaret etmiştir.
Muharrem-Sefer mateminde Aşura gününden sonra en büyük kalabalığa sahne olan gün işte bu Erbain günüdür. Bilindiği gibi bu günlerde Kerbela'ya milyonlarca Müslüman akın etmekte ve bu hüzne ortak olmak istemektedirler.
Kerbela şehitlerinin kırkıncı günü, o hazreti yakından ziyaret etmek müstehaptır. Bir hadiste şöyle nakledilmiştir; İmam Cafer-i Sadık'a (as) sorulur:
"İmam Hüseyin'i (as) ziyaret etmek için diğer başka zamanlardan daha üstün bir zaman var mıdır?" O şöyle buyurdu: "Her zaman o hazretin ziyaretine koşun. Çünkü o hazreti ziyaret etmek sizlere hayır getirir ve kim onu daha çok ziyaret ederse, daha çok hayır elde eder... O hazreti mübarek zaman ve günlerde ziyaret etmeye çalışın, çünkü o zaman salih amellerin sevabı artırılır ve melekler o hazreti ziyaret etmek için göğden yere inerler..."
Şeyh Tusi, kaleme almış olduğu "Tehzib" ve "Misbah" adlı eserlerinde şunu rivayet eder; İmam Hasan Askeri (as) şöyle buyurmuştur:
"Müminin beş alameti vardır:
1. Her gün elli bir rekat (on yedi rekât farz ve otuz dört rekat nafile) namaz kılmak,
2. Sağ ele yüzük takmak,
3. Secdede alnı toprağa koymak. Yüksek sesle "Bisillahir-Rahmanir-Rahim" demek,
4. "Erbain" günü imam Hüseyin'i (as) ziyaret etmek,
5. "Erbain" gününe ait ziyaratnameyi okumak."
İmam Hüseyin'in (as) Erbain'i kıyamete değin devam edecek bir törendir. Hz. Hüseyin'in (as) amaç ve hedefleri Allah Resulü'nün (saa) amaç ve gayelerinden farklı değildir. Ali (as) şöyle buyuruyor:
"Allah Teala, Peygamberin eliyle halkı cehaletten ve sapıklıktan kurtardı."
İlahi rehberler topluma sağduyu ve maneviyat getirirler. Masum İmamlar şunu buyururlar:
"İnsanların en çok bağışlayanı Peygamber olmuştur. Peygamber manevi bir sofra açıp, insanlığı bu sofraya çağırmıştı."
İmam Hüseyin de tıpkı Peygamber gibi hareket etmiştir. Seyidü'ş-Şüheda Hazretleri, Rabbani Peygamberler gibi önde gitti ve halkı peşinden gelmeleri için çağırdı.
Hz. Hüseyin Zil-Hicce ayının 8. günü Kabe'yi ziyarete girenlere şunları buyurdu:
"Bugün bizim kurban edileceğimiz yer Kerbela toprağıdır ve ihram elbisemiz de kefenimizdir. İslam'ın hayat bulması ve kurtulması için canımızı vermeliyiz. Bu yolda canlarını verip, kurban olmaya hazır hissedenler benimle gelsin. Benimle gelenlerin vatanı Ligaullah'tır. Görünüşte zafer kazanma niyetinde olanlar bana katılmasın."