
کارگر
Devletin eylem planı başarılı oldu kışkırtma önlendi
İran’da 15 Kasım’da benzin zammı sonrası başlayan protestolar ABD ve İsrail’in kışkırtması ile rejimi hedef alan şiddet eylemlerine dönüştü.Rejim karşıtı terör grupları ve dış sermaye destekli medya harekete geçti.Fakat İran Devleti bu plana hazırlıklı idi ve kışkırtmayı önledi. Hayat normale döndü
Yakup Aslan / Tahranİran’da 15 Kasım 2019 tarihinde benzin fiyatlarına yapılan zammın ardından sokaklar hareketlendi. Neredeyse ülkenin tamamına yayılan gösteriler protesto eylemlerinden şiddet eylemlerine dönüştü.
Eylemlerin başlaması ile birlikte internet erişimi kapatıldı ve eylemlerin provoke edilmesinde yönlendirici oldukları iddiası ile güvenlik güçleri toplu gözaltılar yaptı.
Gösteriler yaklaşık bir hafta içerisinde sona erdi ve hayat İran’da normale döndü.
Yaşanan bir haftalık süreçte alınan önlemler Tahran yönetiminin sürece hazırlıklı olduğunu ortaya koydu.
İran’a sıçraması beklenen ve haftalardır devam eden Lübnan ve Irak’taki uzun soluklu eylemsellik İran’a da sıçradı. Ancak ömrü saman alevi gibiydi.
ABD EYLEMLERİN NERESİNDE
Olayların sosyo-politik ve sosyo-ekonomik unsurlarının iç ve dış dinamikler doğrultusunda ele alınması yapılacak değerlendirme bakımından oldukça önemlidir. Önümüzdeki tabloya bakıldığında ABD’nin İran için hedefi, her ne kadar aksini iddia etseler de, açıktır.
Amerikan yönetimi bölgede planlarını bozan bir devlet olarak gördüğü İran’da bir rejim değişikliği ya da varolan rejimin kendisine teslim olmuş “müttefik” bir yönetime dönüşmesini arzu etmektedir.
Yakın tarihimizde bölgede vekil güçler üzerinden yapılan mücadelenin kazanan tarafı ABD olamamıştır.
Yemen, Suriye, Filistin ve Irak’ta sahada yaşanan sürecin kazananı açıktan İran olarak ilan edilmese de kaybedenin İran olmadığı ortadadır.
Geri çekilme de dahil, çeşitli plan ve strateji değişiklikleri ile kendine yeni alanlar kazanma çabasında ısrar eden ABD, İran’a karşı askeri bir seçenekte başarılı olamayacağını bilmektedir.
Bütün bu gerçeklikleri gören ABD, İran’a karşı kullanılacak en etkili silah olarak ekomomiyi seçti. Plana göre ambargolardan bunalan halk sokağa çıkacak ve sokak eylemleri Tahran yönetiminin teslim olmasını sağlayacaktı.
KAOS PLANI DEVREYE SOKULDU
Amerikan Başkanı Trump, İran ile imzalanan Nükleer anlaşmadan çekildiklerini ilan etmesi ile birlikte İran’ı hedef alan yeni ambargoları devreye soktu. İran tarihte görülmemiş bir ambargo saldırısına maruz kaldı. İran ekonomisini hedef alan ambargolar sokaktaki vatandaşı doğrudan etkilemeye başladı. Artan enflasyon ve döviz kurları ile birlikte hayat İranlılar için daha da zorlaştı.
Ülke yöneticileri krizi “Milli Direniş Ekonomisi” modeli ile göğüslese de, yaptırımların halka yansımasının önüne geçemedi. Her geçen gün ağırlaşan yaptırımlar toplumun da tahammül gücünü zorlar hale geldi.
Reklamdan sonra devam ediyor
Benzine yapılan zam beklenen protestoların fitilini ateşledi, halkın geniş bir kesimi bu kararı olumsuz karşıladı ve zam kararı için protestolar başladı.
Ülkenin nerdeyse tamamına yayılan protesto gösterileri belli odaklarca provoke edildi. İnternetin yani anlık haberleşmenin kapalı olmasına rağmen hemen her şehirdeki eylem tarzı ve hedef alınan noktalar aynı idi. Banka şubeleri, benzin istasyonları, belediye otobüsleri, ambulanslar, polis araçları ve merkezleri, pasajlar, dükkanlar, kütüphaneler ateşe verildi.
ABD ve İsrailli yöneticilerin sahiplendiği eylemciler kamuya ve vatandaşlara ait malları hedef aldı.
DEVLET HAZIRLIKLIYDI
Benzin zammı protestoları, İran yönetiminin karşısında olan bütün grupları harekete geçirdi; etnik ayrılıkçı örgütler olan Ahvaz Kurtuluşu Örgütü, PJAK ve İKDP, Halkın Mücahitlleri Terör Örgütü, Saltanat yanlısı Pehleviciler, halka sokağa çıkma çağrısı yaptı.
İngiltere’de yayın yapan, ABD ve Suudi Arabistan sermayeli TV kanalları; Iran International, Manoto TV’i ve BBC Farsça da bu çağrıların İranlılara ulaşması için yoğun mesai harcadılar.
İran güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerinin başlaması ile birlikte halka yaptığı ‘kendinizi provokatörlerden ayırın’ uyarısının halkta karşılık bulduğu söylenebilir.
Ayrıca güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerini yöneten isimlere yaptığı toplu gözaltılar ve internet erişiminin ülke genelinde kısıtlanması da devletin eylemleri beklediği ve buna hazırlıklı olduğu görüşünü desteklemektedir.
Sonuç olarak planlanan senaryonun tutmadığı açıktır.
İRAN İSTİHBARATININ ‘AMEDNEWS’ OPERASYONU
İran İstihbaratı ve güvenlik güçlerinin eylemlere hazırlıklı olduğunu ve provokasyonu etkisiz hale getirmek için haftalar öncesinden düğmeye bastığını söylemek mümkün.
2017 Aralık ayında başlayıp ülke sathına yayılan eylemlerde en etkili rolü telegram kanalı “Amednews” üstlenmişti. İran’da milyonlarca takipçisi olan bu kanala İran’ın WikiLeaks’i diyebiliriz. Yayınladığı belgelerin devlete ait olduğunu iddia eden bu kanal, kendi iddiasına göre “devlete ait yazışmaları, toplantı tutanaklarını, toplantılardan ses kayıtlarını” sistematik bir şekilde paylaşmaktaydı. Kanal 2017 Aralık ayında başlayan eylemlerde, polise nasıl mukavemet gösterileceği, motorlu polislerin nasıl etkisiz hale getirileceği, basit saldırı silahlarının nasıl yapılabileceği, gaz ve sis bombası yapımı vb. konularda bir çok paylaşım yapmış ve paylaşımları eylemcilerde karşılık bulmuştu. “Amednews” söz konusu eylemlerde, kent kent gösteri yeri ve saati gibi buluşma noktalarını belirterek eylemleri etkili bir şekilde yöneten bir rol üstlenmişti.
Son eylemlerde etkili bir silah haline dönüşen “Amednews” sahada yoktu. Fransa’da yaşayan kanalın sahibi ve yöneticisi Ruhullah Zem İran istihbaratının özel operasyonu ile Ekim ortalarında yakalanmış ve Tahran’a getirilmişti. İran istihbaratının “Amednews” operasyonunun hayati önem taşıdığı ve son eylemlerin başarısızlığa uğratılmasında önleyici olduğu akıllarda kalmalıdır. Tahran’da yapılan yorumlarda Amednews’in erişilebilir olmamasının eylemlerin seyrinin değişmesinde büyük öneme sahip olduğu yorumları yapılmaktadır.
KARŞI PROTESTOLAR
İran’da, dünya basınının görmezden geldiği karşı eylemler de başladı.
Mazenderan, Tebriz, Tahran, Meşhed, Erdebil, Gilan, Zencan, Lorestan, Gülistan, Sistan ve Beluçistan, Kum, Şiraz, Kerman gibi büyük kentler başta olmak üzere ülkenin hemen her kentinde halk şiddet eylemlerini kınamak ve devrime bağlı olduklarını ilan etmek için sokaklara çıktı. Eylemciler, provokasyon gösterilerinin arkasındaki güç olarak ABD ve İsrail’i işaret etti.
Filistin Meselesi İslam Dünyasının En Büyük Felaketidir
İmamHamanei, "İsrail'i ortadan kaldırmanın anlamı Müslümanlar, Yahudi ve Hristiyanlardan oluşan Filistinlilierin kendi kaderini belirlemesi ve Netanyahu gibi kötü insanı dışarıya atmasıdır." dedi.
İmam Hamanei, peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v) kutlu doğum günü ile Hz. İmam Cafer Sadık'ın (a.s) mübarek veladeti yıldönümü dolayısıyla bazı İslami düzen yetkilileri, 33. İslami Birlik Konferansı konukları, Müslüman ülkelerin büyükelçileri ve halkın farklı kesimleriyle bir araya geldi.
İslam Devrimi Lideri’nin konuşmasından satır başları şöyle:
- Filistin halkını destekliyoruz. Biz Yahudi düşmanı değiliz.
- İsrail'i ortadan kaldırmanın anlamı Müslümanlar, Yahudi ve Hristiyanlardan oluşan Filistinlilierin kendi kaderini belirlemesi ve Netanyahu gibi kötü insanı dışarıya atmasıdır.
- İran İslam Cumhuriyeti, İslam ümmetini birleştirmenin gerekliliğine gerçekten inanmaktadır.
- Birlik çeşitli seviyelerden oluşur, en düşüğü mezhepler ile etnik kökenlerin birbirlerine saldırmamasıdır. Yüksek seviyede ortak bir düşmana karşı el ele verip birleşmektir ve bunun daha yüksek seviyede ise yeni bir İslam medeniyetini elde etmek için tüm İslam dünyasının birleşmesidir.
- Eğer İslam ülkeleri birliğin en düşük seviyesine uysaydı İslam dünyasında herhangi bir felaket olmazdı. Şu anda Filistin meselesi İslam dünyasının en büyük felaketi.
- Filistin konusundaki tutumumuz kesin ve nettir. İmam Humeyni (ra) İslam Devrimi öncesi, Siyonistlerin zulmü ve tehlikesi konusunda uyarmıştı. İslam Devrimi sonrası İran bir Siyonist merkezini Filistinlilere sundu. Bu hem gerçek hem de sembolik bir işti. Filistinlilere yardım ettik ve ne olursa olsun yardım etmeye devam edeceğiz. Tüm İslam dünyası bunu yapmalı.
-İmam Humeyni (ra) ile İranlı yetkililerin ifadelerinde “İsrail’i Ortadan Kaldırma konusu yer alıyor. Bu Yahudi halkını ortadan kaldırmak anlamına gelmiyor. Onlarla hiçbir işimiz yok. Bu, o rejim yani dayatılan rejimin ortadan kalkması demektir. Siyonist rejimin ortadan kalkması, (işgal topraklarının) ana sahibi olan Filistin halkının kendi hükümetlerini seçip Netanyahu gibi kötü insanları yok etmesidir. Bu kesinlikle gerçekleşecektir. 60 yıl sonra bağımsız olan ve kendi uluslarına geri dönen Balkanlar gibi.
- Biz Filistin halkı ve bağımsızlığından yanayız, Yahudi düşmanı değiliz. Yahudiler ülkemizde güven içinde yaşıyorlar.
- Biz (İslam dünyasında) birlikten yanayız ve bunun için canı gönülden çalışıyoruz. Bu fikrin (İslami Birlik) düşmanları var. Başlıca düşmanları ABD hükümeti ve Siyonist rejimi.
- Amerika, yalnızca İran İslam Cumhuriyeti'nin düşmanı değil. İslam dünyasına, Filistin'e, Batı Asya ve Kuzey Afrika milletlerine düşmandır. Düşmanlığının asıl nedeni ise İslam'ın özüdür. ABD, İslam'ın mantığı ve anlamına karşı. Onlar aynı zamanda Suudilere de karşı. Suudilerin paradan başka bir şeylerinin olmadığını söylemek bir düşman değil midir? Bu, bir ülke ve millete olan açık bir düşmanlıktır ve diğer taraf bu hakarete karşı görevinin ne olduğunu anlamalı.
- ABD kuvvetlerinin bölgedeki varlığının sonucu kötülük, yolsuzluk, güvensizlik ve IŞİD gibi terör örgütünün kurulmasıdır.
İslam Devrimi Lideri, bilgi tabanlı şirketler furarını ziyaret etti
İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamanei, bugün İmam Humeyni (ra) Hüseyniyesi'nde düzenlenen bilgi tabanlı firmalara ait ürünlerin teşhir edildiği fuarı ziyaret etti.
Parstoday'ın haberine göre, İslam Devrimi Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamanei bilgi tabanlı firmaların ürünlerinin teşhir edildiği fuarda bu firmalara ait 30 stantta incelemelerde bulunarak, araştırmacılar ve teknologlar ile sohbet etti ve İranlı gençler ve uzmanların son başarılı ve kazanımları hakkında bilgi edindi.
İslam Devrimi Lideri, ziyaret sırasında petrole bağımlı ekonomi ve onun kültürel etkilerinin geride bırakılması gerektiğine vurgu yaptı.
Ayetullah Hamanei, Cumhurbaşkanlığı Bilim ve Teknoloji İşlerden Sorumlu Yardımcısı Settari'ye hitap ederek, aktif gençlerin önündeki engellerin giderilmesi gerektiğine vurgu yaparak, bu bağlamda kendisinin de elinden gelen yardımda bulunacağını kaydetti.
İslam Devrimi Lideri, ayrıca fuar yetkilileri, teknologlar ve araştırmacılara teşekkür ederek, hatıra plaketinde şöyle yazdı:
“Bismillahirrahmannirrahim
Bu fuarda İranlı yetenek ve devrimci gayretin parlak yüzünü gördük ve Allah'a şükür ettik. Yüksek kabiliyetler ve saiklerden yararlanılması için temel işler ciddiyetle takip edilmeli. İşte bu, hükümet yetkililerinin en önemli vazifesidir. Allah'a tevekkül edin ve ümit ve şevk ile adım atınız. Kuşkusuz ülkenin ekonomik sorunlarının üstesinden gelebileceksiniz, İnşallah.”
Washington ve Avrupalı emperyalist güçler kızakla gözleri kapalı felakete doğru kayıyorlar
Donald Trump New York'taki BM Genel Kurulu'nda İran'ı barışa yönelik kana susamış bir tehdit olarak suçlamaya hazırlanırken, Avrupa'nın en büyük üç emperyalist devletinin, ABD'nin İran'a karşı savaş provokasyonlarının apaçık gerçeklere dayandığını ilan ettiler. Avrupalı emperyalist güçler, bu gerici açıklamalarıyla birlikte, gözleri kapalı felakete doğru kızakla kayan Washington’a katılıyorlar.
Avrupalı güçler ABD'nin İran'a karşı savaş provokasyonlarına onay verdi
Berlin, Londra ve Paris, Salı günü yaptıkları resmi bir açıklamayla, ABD'nin İran'a karşı askeri saldırı bahanelerini onayladı. Donald Trump New York'taki BM Genel Kurulu'nda İran'ı barışa yönelik kana susamış bir tehdit olarak suçlamaya hazırlanırken, Avrupa'nın en büyük üç emperyalist devletinin hükümetleri, ABD'nin İran'a karşı savaş provokasyonlarının apaçık gerçeklere dayandığını ilan ettiler.
Üç ülke, “ortak güvenlik çıkarlarına, özellikle de küresel silahsızlanma rejimini sürdürmeye ve Ortadoğu'daki istikrarı korumaya” atıfta bulunarak, Washington'ın Suudi petrol tesislerinin bombalanması üzerine anlatıyla aynı düşüncede olduklarını açıkladılar: “Bizler, 14 Eylül 2019'da Suudi topraklarındaki, Abkaik ile Kurais'teki petrol tesislerine düzenlenen saldırıyı en sert ifadelerle kınıyor ve bu bağlamda, Suudi Arabistan Krallığı ve halkı ile tam dayanışmamızı tekrar teyit ediyoruz.”
Üç Avrupa gücü, ABD'nin ileri sürdüğü, bombalamanın İran tarafından gerçekleştirildiği ve askeri yanıtı hak eden bir savaş nedeni olduğu iddialarını destekleyecek hiçbir kanıt sunmadılar. Sadece, şunları ileri sürerek devam ettiler: “Bu saldırının sorumlusunun İran olduğu bizim için açıktır. İnandırıcı başka hiçbir açıklama söz konusu değildir. Daha fazla ayrıntı saptamak için devam eden soruşturmaları destekliyoruz.”
“Büyük bir çatışma riski”nden söz eden Berlin, Londra ve Paris, savaş tehlikesinin sorumluluğunu ABD emperyalizminin –2015 İran nükleer anlaşmasını çöpe atmasından bu yıl İran'ı bombalama tehdidine kadar– saldırgan eylemlerine değil de Tahran'a yükleyerek var olan durumu baş aşağı çeviriyorlar. Üç ülke, İran'dan, Trump'ın geçtiğimiz yıl iptal ettiği nükleer anlaşmaya tamamen uymasını ve “provokasyon ve tırmanma yolunu seçmekten kaçınmasını” talep etti.
Washington İran'a karşı savaşa hazırlanmak için Suudi Arabistan'a asker ve Basra Körfezi'ne savaş gemileri gönderirken, bu açıklamanın anlamı açıktır. Önde gelen Avrupalı emperyalist güçler, Trump'ın 2015 anlaşmasını iptal etmesine yönelik önceki eleştirilerinden vazgeçiyorlar. 2003'te Irak'a yönelik savaştaki gibi siyasi yalanlara dayanarak Ortadoğu'da ABD önderliğinde yeni bir savaş geliştirmeyi onaylayan bu güçler, bu kez böyle bir savaşı destekleyip muhtemelen ona katılabileceklerinin işaretini veriyorlar.
Washington ise, İran'a karşı kampanyasına Avrupa'dan gelen desteği alkışladı. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Twitter'da şöyle yazdı: ABD, yakın dostlarımız Britanya'ya, Fransa'ya ve Almanya'ya, İran'ın Suudi Arabistan'a karşı savaş eyleminin ve bunun bölgeye ve dünyaya yönelik etkisinin tek başına sorumlusu olduğunu açık bir şekilde dile getirdikleri için teşekkür eder.” İkinci bir mesajda Pompeo, Avrupalı güçlerin açıklamasını Büyük Yalan tekniğini kullanarak övmeyi sürdürdü: “Bu, diplomasiyi ve barış davasını güçlendirecektir. Bütün ulusları, İran'ın eylemlerine yönelik bu kınamaya katılmaya çağırıyoruz.”
ABD'nin İran'a karşı savaş tehditlerinin Avrupa tarafından onaylanması, barışı güçlendirmeyecek ama yıkıcı bir savaş riski yaratarak Trump yönetiminin tehditlerini ve provokasyonlarını arttırmasını teşvik edecektir.
Tahmin edildiği gibi Trump, Salı günü BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmasını, hem sosyalizmi kınamak hem de İran'ı histerik bir şekilde tehdit etmek için kullandı. İran'a karşı destek çağrısı yapan Trump, “Bugün barışı seven ulusların karşı karşıya olduğu en büyük güvenlik tehditlerinden biri, İran'daki baskıcı rejimdir,” dedi ve şöyle devam etti: “Bütün uluslar harekete geçmekle yükümlü. Hiçbir sorumlu hükümet İran'ın kana susamışlığına destek vermemeli. İran'ın tehditkar davranışı sürdürdükçe, yaptırımlar kaldırılmayacak; sıkılaştırılacak.”
ABD başkanının savları ve Avrupalı güçlerin bu savları destekleyen açıklamaları yalanlardan ibarettir. Stalinistlerin Sovyetler Birliği'ni dağıtmasından ve ABD önderliğinde 1991'de başlatılan Körfez Savaşı'ndan bu yana otuz yıldır, emperyalist güçler Ortadoğu'yu ve Orta Asya'yı mahvettiler. Irak, Suriye, Afganistan, Pakistan ve Yemen'deki savaşları milyonlarca kayba neden oldu, bütün bu toplumları kırıp geçirdi ve İran'ı ABD'nin ve Avrupa'nın askeri üslerinden oluşan bir halka ile kuşattı. Barışa yönelik ana tehdit, Washington'ın ve müttefiklerinin entrikalarından gelmektedir.
Washington da Suudi monarşisi de Abkaik ile Kurais'teki bombalı saldırıyı İran'ın gerçekleştirdiğine ilişkin hiçbir kanıt sunmadı. Saldırının sorumluluğunu Yemen'deki Husi güçlerin üstlendiği bir açıklama yapıldı. Yemen, 2015'ten beri on binlercesi sivil 90.000 insanın öldürüldüğü ve en az 84.701 çocuğun açlıktan ölümüne yol açan Suudilerin önderliğinde yürütülen ve NATO'nun desteklediği bir savaşın hedefi konumunda. Eğer bu açıklamanın doğru olduğu kanıtlanırsa, Husi güçleri Suudilere karşı meşru müdafaa eylemi gerçekleştirdiklerini iddia edebilirler.
Avrupalı güçlerin ABD'nin 2003'teki savaş yönelimine verdikleri tepki ile bugünküne verdikleri tepki arasında keskin bir karşıtlık söz konusu. Bush yönetiminin, Irak kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bunları nükleer terörist saldırılar düzenlemesi amacıyla El Kaide'ye vermeyi planladığı için bu ülkeyi istila etmek zorunda olduklarını iddia ederek yalan söylediği 2003'te, Almanya ile Fransa bu istilaya karşı çıkmıştı. Fransa, BM Güvenlik Konseyi'nde Irak'a karşı saldırı savaşına yetki veren ABD kararlarını veto etme tehdidinde bulunmuştu.
Dönemin Dışişleri Bakanı Dominique de Villepin, 14 Şubat 2003'te BM Güvenlik Konseyi'nde yaptığı konuşmada, Washington'ın savaşını meşrulaştırmak için yalan söylediğini belirtmişti: “On gün önce, ABD Dışişleri Bakanı Sayın Powell, El Kaide ile Bağdat'taki yönetim arasında bağ olduğu iddiasını anlattı. Müttefiklerimizle işbirliği içinde yaptığımız mevcut araştırma ve istihbarat durumuna göre, bu tür bağları saptamamıza olanak veren hiçbir şey bulunmuyor. Diğer taraftan, bu tartışmalı askeri harekatın yaratacağı etkiyi değerlendirmeliyiz…”
Bugün ise Avrupalı güçler, Suudi Arabistan'daki saldırılar hakkında “daha fazla ayrıntı” elde etmeden yargıya varmakla kalmıyor, sözüm ona başka hiçbir “inandırıcı” alternatif olmadığı için herkesin Trump'ın İran'ı suçlamasıyla hemfikir olması gerektiğini de iddia ediyorlar.
Villepin'in konuşmasından bu yana geçen 16 yıl, Washington'ın emperyalist rakiplerini destekleme temelinde savaşa karşı çıkma girişimlerinin iflası konusunda acı bir ders vermiştir. O zaman hem Washington Irak'a saldırmış hem de Ortadoğu'daki ticari ve stratejik çıkarlarını hesaplayan ve uluslararası ölçekte büyüyen emperyalizm karşıtı duyarlılıktan korkan Avrupalı emperyalist güçler çok geçmeden 180 derece dönmüştü. Paris ve Berlin, ABD işgali altındaki Irak'a ve Afganistan'a petrol şirketleri ve asker göndererek Bush yönetimi ile ilişkilerini onardılar.
...Savaş konusundaki gerçekleri görme ve kapitalizmin ürettiği toplumsal eşitsizliğe patlayıcı bir öfke söz konusu.
Berlin ve Paris, Salı günü 2015 İran nükleer anlaşmasını topa tutan Britanya Başbakanı Boris Johnson'ın izinden gidiyorlar. Johnson, ABD'nin İran'la savaşının “duruma mutlaka yardımcı olmayacağını” belirtse de, Avrupalı güçleri İran'la yeni görüşmeler düzenlemek için Trump'ı desteklemeye çağırdı.
Britanya başbakanı, yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Başkan Trump'ın doğru bir şekilde söylediği gibi, o gerçekten kötü bir anlaşmaydı. Birçok kusuru var. İran bölgede karıştırıcı bir şekilde davranıyordu ve hala davranıyor. … Bence daha iyi bir anlaşma yapabilecek ve İran gibi zorlu bir ortak çizgiyi aştığında onu nasıl yola getireceğini bilen bir adam var; o da ABD başkanı.”
...Ortadoğu, Yemen'den Suriye'ye ve Afganistan'a kadar savaşlarla alevler içinde. ABD'nin İran bombardımanının hedef listesini gözden geçiren Trump, nükleer silahlı Rusya ve Çin ile büyük bir çatışmada büyük bir tırmanma ve nükleer savaş tehlikesi anlamına gelecek bölgesel bir savaşı başlatmanın sadece birkaç adım ötesinde bulunuyor.
Avrupalı emperyalist güçler, bu gerici açıklamalarıyla birlikte, gözleri kapalı felakete doğru kızakla kayan Washington'a katılıyorlar.
Alex Lantier
WSWS
Fırat’ın doğusunda Türkiye’yi ne bekliyor?
ABD’nin bu süreçte SDG ile ortaklığını ne denli sonlandıracağı da belirleyici etken. Beyaz Saray’ın açıklamasına bakılırsa ABD operasyona destek vermediği gibi Kürtleri de korumayacak. Peki, SDG’ye verilen ağır silahların kullanılmaması yönünde bir tasarrufta bulunacak mı?ABD kısa sürede Kürtleri ikinci kez yarı yolda bırakıyor. İlki 2017’de Irak Kürdistan Bölgesi, bağımsızlık referandumuna gittiğine pişman edilirken yaşandı. Şimdi Suriye’nin kuzeyinde Ekim 2014’ten bu yana IŞİD’e karşı savaşta destek verilen Kürtlerin bütün kazanımlarını sıfırlayacak bir harekâtın önü açılıyor.
ABD Başkanı Donald Trump, Aralık 2019’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a söylediği, “Çekiliyoruz, Suriye sizindir” sözüyle kayıtlara geçen ama hayata geçirilmeyen ilk çekilme beyanında olduğu gibi önceki günkü telefon görüşmesinde de Türkiye’nin önünden çekilme kararı verdi. Pentagon ve Dışişleri bihaber!
Eylül sonunda bu yeşil ışığı almak için New York’ta Trump’la görüşmeyi çok önemseyen ama randevu alamayan Erdoğan, baskı mekanizmasında ısrar ederek nihayetinde amacına ulaştı. ABD’ye rağmen değil ABD’nin rızasıyla tek taraflı operasyon başlayacak. Eğer Trump sözünden tekrar dönmezse.
Astana ortakları Rusya ve İran’ın da gösterdiği muğlak esneklik Erdoğan’ın işini kolaylaştırdı. Ankara’da 16 Eylül’de yapılan son üçlü zirvenin sonuç bildirisindeki ifadeler, müdahaleye ilişkin çekincelerin rafa kaldırıldığı izlenimini veriyordu: “Liderler terörle mücadele bahanesi altında yasadışı öz yönetim girişimleri dahil yeni gerçeklikler yaratma çabalarını reddetmiş ve Suriye’nin egemenliğini ve toprak bütünlüğünü zayıflatmayı amaçladığı gibi komşu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılığını ifade etmiştir.”
ABD bölgedeyken Fırat’ın doğusuna girmek Suriye ordusu ve müttefikleri için ‘imkânsıza yakın’ bir seçenekti. Son iki yılda Deyr el Zor ve Rakka taraflarında ABD, Suriye ordusunu defalarca vurarak Fırat hattından uzak tuttu. Sanki artık, “ABD’ye karşı Türkiye” seçeneği onların da işine geliyor. Rusya ve İran açısından eğer ABD’nin bölgeden çekilmesini sağlayacak ve Kürtleri Şam’a itecekse geliştirilen Türk müdahalesi makul karşılanabilir. Muhtemelen zımnî rıza, bu kritik neticeyi alıncaya kadar geçerli. Türkiye’nin Suriye’de hakimiyetinin genişlemesine ilişkin rezervler baki. O yüzden rıza gösterilse bile müdahalenin sınırlı, kontrollü ve geri döndürülebilir olmasını temin için belli şartlar konuşulmuş olmalı. Fırat’ın doğusunda Amerikan uçaklarına karşı körleşen Rus radarları, muhtemelen Türk uçaklarını da görmeyecek. Ama angajman kuralları bu minvalde nereye kadar işleyecek? Göz yumma siyaseti Fırat’ın batısındaki cephelerde nasıl bir iş birliği getirecek? Yanıtlar beklemeyi gerektiriyor.
Astana toplantısına paralel Şam’ın Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) terör örgütü ilan etmesi de, “Madem bizim ABD’yi bölgeden atmamız ve SDG’yi mevcut güç dengesi içinde dağıtmamız zor o halde varsın Türkiye bunu bizim için yapsın” beklentisine yatıldığını gösteriyordu.
Afrin’e müdahaleden beri Rusya’nın, Kürtleri Şam’a itmek ve ABD’nin bölgeden çıkmasının koşullarını yaratmak için kontrollü ve koşullu Türk müdahalelerine sessiz kalabileceği öngörülüyordu. Sanırım gelişmeler bu öngörü çerçevesinde ilerliyor.
Erdoğan müdahale planına 2-3 milyon mültecinin döndürüleceği yerleşim merkezleri kurma projesini de ekleyerek Avrupa’nın suskunluğunu ya da desteğini garantilemeye çalıştı. Ne kadar işe yaradı bilmiyoruz ama AB bu süreçte var ile yok arasında bir yerdeydi.
***
Türkiye’nin ilk etapta Tel Ebyad (Grê Sipî) ve Ras’ul Ayn’a (Serekaniye) girmesi bekleniyor. ABD ile kurulan Müşterek Harekât Merkezi sayesinde ağır silahların çekildiği ve tahkimatın imha edildiği iki yer. Yani bir nevi mayınlardan arındırılmış iki kapı.
Bu iki yere intikalden sonra harekât nereye yönelecek? Erdoğan ile Trump arasında derinliğe dair neler konuşuldu? Her şey çok belirsiz. Dün Trump fırtınalı havada, “Çizilen çerçeveyi aştığını düşünürsem, Türkiye’nin ekonomisini yerle bir ederim. Daha önce bunu yaptım!” tweet’iyle kendince bir sınır çekti. Peki, çizilen çerçeve ne? Mesele sadece kimsenin kabul etmediği IŞİD savaşçılarının bakıcılığını Türkiye’ye bırakmak mı?
Fakat Trump, IŞİD üyeleriyle ilgili sorumluluğu Türkiye’ye bıraktıklarını söylediğine göre çok da kilometrelerle ilgilenmiyor. IŞİD üyeleri ve ailelerinin tutulduğu kampların en büyüğü El Hol’de. Haseke’nin güneydoğusunda bir yer. Harekât Ras’ul Ayn’dan başlayacaksa El Hol’e kadar 140-150 km’lik bir yol var. Nusaybin-Kamışlı’dan aşağıya da yaklaşık 96 km. Üstelik Haseke’yi de geçmeleri gerekiyor. Ayrıca Haseke’deki hapishanelerde de IŞİD’in azılı kadroları tutuluyor. Bu kentin bir bölümü Suriye ordusunun denetiminde. Coğrafyanın detayları Trump’ın zihin atlasında yer almıyor. Umursamıyor da. Türkiye maceraya bu kadar hevesliyken neden umursasın ki!
Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda tarif ettiği güvenli bölge sınırları temelde M-4 otoyolunu esas alıyordu. 30 km derinliğinde, 480 km uzunluğundaki bu hatta Kobani, Tel Ebyad, Serekaniye (Ras’ul Ayn), Dırbesiye, Amude, Kamışlı, Tirbespiyê (Kâhtaniye) ve Derik (Malikiye) bulunuyor. Erdoğan’ın 2-3 milyon mültecinin dönüşü için ikinci aşamada gözüne diktiği yer Deyr el Zor ile Rakka’ya kadar iniyor.
***
Girilecek alanın genişliği Kürtlerden gelecek direnişin boyutuna, Araplar ve diğer yerel halkların tutumuna, Suriye devleti ve müttefiklerinin geliştireceği hamlelere ve ABD’nin çekilme stratejisinin nasıl ilerleyeceğine göre değişiklikler gösterebilir.
Her şeyden önce Kürtlerin nasıl bir stratejiyle karşılık verecekleri önemli. Şimdiye kadar SDG komutanları buranın Afrin’den farklı olacağını, herhangi bir yere müdahale olursa bütün sınırların cephe hattına dönüşeceğini söyleyegeldi. İlk andan itibaren bu deklarasyona göre mi hareket edilecek yoksa Tel Ebyad (Grê Sipî) ve Ras’ul Ayn (Serekaniye) gözden çıkarılıp sonraki hamleler mi beklenecek? Ya da kontrolün Suriye ordusuna bırakılması seçeneği mi devreye girecek? Rusya ve İran’ın istediği bu.
Müdahale Kürtlerin bütün kazanımlarını yok etmeye ve demografik yapıyı değiştirmeye odaklı. Bu nedenle de Kürtler son savaşın kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Bu seçenek savaşın yayılması ve sınırları aşması anlamına geliyor. Afrin’de bir noktadan sonra yaşanan çekilme stratejisi, sivil halkı ve yerleşimleri koruma refleksinin yanı sıra Fırat’ın doğusundaki kazanımları ve ABD ile ortaklığı sürdürmeye odaklı bir yaklaşımın sonucuydu. Kürtler için feda edilebilecek başka kazanım kalmadı.
Direnişin boyutu bölgedeki Arap ve diğer halkların Kürtlerle ne kadar ortak hareket edeceklerine de bağlı. Bu konuda da belirsizlikleri besleyen bazı faktörler var.
ABD’nin bu süreçte SDG ile ortaklığını ne denli sonlandıracağı da belirleyici etken. Beyaz Saray’ın açıklamasına bakılırsa ABD operasyona destek vermediği gibi Kürtleri de korumayacak. Peki, SDG’ye verilen ağır silahların kullanılmaması yönünde bir tasarrufta bulunacak mı? Meçhul. Türkiye, ABD’den sadece yeşil ışık değil adeta Kürtlerin elini kolunu bağlamasını da bekliyordu. Özellikle YPG’ye verdiği silahları geri almasını istiyordu. ABD de bu silahların Türkiye’ye karşı kullanılmayacağını taahhüt ediyordu. Geçen hafta konuştuğum Kürtler ABD’nin sınırlı ve kontrollü bir çatışmayla hem Kürtleri hem Türkiye’yi kendisine bağlama stratejisi güdeceğine inanıyordu.
***
Olası bir müdahale farklı senaryoların devreye girmesine imkân verebilir.
Kürtlerin Suriye ordusuyla ittifakı bunlardan birisi.
İkincisi SDG içindeki YPG unsurları kuzeydeki cephe hatlarına çekilirse güneyde Arap aşiretleri kontrolü ele almaya çalışabilir. SDG içinde birlikleri de olan bu aşiretler için petrol itici bir motivasyon.
Üçüncüsü IŞİD yeniden nüksedebilir.
Ve en önemlisi Suriye ordusu hızla Fırat’ın doğusuna intikal edebilir.
Türkiye’nin müdahalesini, Amerikan askeri varlığının sona ermesi, Kürtlerin elinin zayıflaması ve Şam’a itilmesi bakımından işlevsel bulan Suriye ve müttefiklerinin geliştireceği hamleler bu operasyonun sınırlarını tayin edebilir. Fırat’ın batı yakasında Rusya’nın desteği ile Suriye ordusu şimdiden Menbic’e girmek için pozisyon almış durumda. Fırat’ın doğusunda ise Rakka ve Deyr el Zor taraflarında Suriye ve müttefik milis güçler aylardır hazır bekliyor. ABD daha önce olduğu gibi bu güçlerin Fırat’ın üst tarafına geçme hamlelerini kesmezse güneyden Türkiye’nin ilerleyişi karşısında bir ön alma hamlesi gelişebilir.
Velhasıl bu operasyonun önünde ciddi belirsizlikler dizili. Vadetmediği tek şey de barış ve istikrar.
gazeteduvar
Nasrallah: ABD’ye Güvenen Herkesin Kaderi Kenara Atılmaktır
Lübnan’ın başkenti Beyrut'un güneyindeki Dahiye bölgesinde düzenlenen matem merasimi sırasında konuşma yapan Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, gündemdeki konuları değerlendirdi.
Hasan Nasrallah, “Amerikalılar müttefiklerini bile kollamıyor ve anlaşmalara saygı göstermiyor.” dedi.
Suriye’deki Kürtleri dışlayan ABD’nin kararına ilişkin Seyyid Hasan Nasrallah, “Amerikalılar bir göz açıp kapayıncaya kadar Suriye'deki Kürtleri bir kenara bıraktılar. Bu Amerika'ya güvenen herkesin kaderidir.” ifadesini kullandı.
Bunlara ilave olarak Seyyid Hasan Nasrallah, “Hiçkimse Amerikalılara güvenemez çünkü onların kaderi rezillik ve aşağılanmak olacaktır.” diye konuştu.
Ruhani’den Türkiye’nin Suriye Operasyonuna İlişkin Açıklama
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Türkiye'den Suriye'nin kuzeyine yönelik askeri operasyon planları konusunda açıklamalarda bulundu.
Ruhani, Türkiye'nin askeri operasyondan 'kaçınması gerektiğini' söyledi ve ABD askerlerinin de bölgeyi terk etmeleri gerektiğini savundu.
IRNA'nın aktardığı habere göre Ruhani, "Türkiye, güney sınırındaki endişelerinde haklı. Bu endişeleri gidermek için doğru bir yolun uygulanması gerektiğine inanıyoruz. ABD askerleri bölgeyi terk etmeli, Suriyeli Kürtler de Suriye ordusunu desteklemeli" ifadelerini kullandı.
İslam İnkılabı Rehberi: Amerika'nın azami baskı politikası hezimete uğradı/ Nükleer yükümlülüklerimizi hafifletmeyi sürdüreceğiz
Amerika'nın İran milletine karşı azami baskı politikasının hezimete uğradığını belirten İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, İran'ın nükleer yükümlülüklerini hafifletmeye ciddiyetle devam edeceğini kaydetti.
Amerika'nın İran milletine karşı azami baskı politikasının hezimete uğradığını belirten İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, İran'ın nükleer yükümlülüklerini hafifletmeye ciddiyetle devam edeceğini kaydetti.
İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, bugün sabah saatlerinde Devrim Muhafızları yetkilileri ve komutanlarının kendileriyle yaptığı görüşmede, Amerikalıların azami baskı politikasının hezimete uğradığını belirterek, "Onlar azami baskı politikasının Tahran'a yönelik yoğunlaştığı takdirde İran İslam Cumhuriyeti'nin yumuşamaya zorlanacağını sanıyorlardı." dedi.
Devrim Muhafızları komutanları ve askeri yetkililerine hitap eden Ayetullah Hamanei, ABD’nin İran’ı dize getirme konusunda da başarısız olduğunu anlatarak, “Cumhurbaşkanımızı görüşmeye zorladılar, Avrupalı dostlarını arabulucu olarak kullandılar ve hatta yalvardılar fakat sonuçta başarısız oldular.” ifadesini kullandı.
Başkumandan sözlerine şöyle devam etti: Nükleer yükümlülüklerimizi sürdüreceğiz. Bu işi oldukça ciddi şekilde devam ettirmeliyiz. Bunun için de Atom Enerjisi Kurumu sorumludur. İslam Cumhuriyeti yönetiminin açıkladığı bu yükümlülükleri hafifletmeyi tam ve kapsamlı olarak yerine getirmeli ve istenen sonuca ulaşıncaya kadar devam ettirmeli." beyanatlarında bulundu.
Ayetullah Hamanei, Amerika başta olmak üzere düşmanların Afganistan, Irak ve Suriye'deki masraflarına işaretle, "onlar, büyük harcamalar yaparak, IŞİD'i oluşturup, ona para, silah ve propaganda desteğinde bulundular ve Suriye, Irak ve İran gençlerinin gayreti ile IŞİD yok edilirken, yalan yere, 'IŞİD'i biz yok ettik!' söylüyorlar." diye konuştu.
İslam İnkılabı Rehberi beyanatının devamında direniş cephesinin küfür ve zulmün birleşik cephesine karşı büyük kabiliyetlerini takdir ederek, Devrim Muhafızları'na direniş coğrafyasına geniş ve sınırları aşan bakışını kaybetmemesini tavsiye etti.
Ayetullah Hamanei, ekonomi ile ilgili olarak, daha önce bazılarının hicri şemsi 1398 yılının ekonomik olarak çok zor bir yıl alacağını tahmin ettiklerine işaretle, ancak bugün ülke yetkililerinin yılın ilk yarasında ekonominin kısmen büyüdüğünü söylediklerini kaydetti.
İslam İnkılabı Rehberi, İran milletinin küfür, zulüm ve istikbar dünyasına karşı mücadelede her açıdan nihai zaferin İran milletine ait olduğunu vurguladı.
Türk uzman: İran'ın planı komploları suya düşürdü
Türk uzman İhsan Kaçar, İran'ın BM Genel Kurulunda ortaya koyduğu barış planının bu ülkeye karşı yürütülen komplolarının suya düşmesine neden olduğunu ifade etti.
Türkiye'li yazar ve araştırmacı İhsan Kaçar, İslami İran cumhurbaşkanı Ruhani'nin BM genel kurul toplantısında ortaya koyduğu Hürmüz barış planınına dair yaptığı açıklamada, " İslami İran'ın söz konusu planı mantıklı bir girişimdir, zira sürekli gerilim ve krizlere sahne olan Batı Asya'da müzakere ve diyaloğa dayalı teklifler, en iyi çözüm yoludur"diye kaydetti.
Kaçar açıklamasının devamında diplomatik açıdan İran'ın söz konusu planı ortaya koyarak, en iyi seçeneği seçtiğini ve dünyaya büyük ders verdiğini belirtti.
Kaçar, bazı Batılı ülkelerin İran İslam cumhuriyetine karşı komplo içinde olduğunu ve İran'ı barış karşıtı bir ülke olarak göstermeye çalıştığını, fakat İran'ın aktif diplomasiyle Amerika ve müttefiklerinin entrikalarını engellediğini sözlerine ekledi.
İslami İran cumhurbaşkanı Ruhani geçen Çarşamba günü BM genel kurul toplantısında yaptığı konuşmada, İslami İran'ın bölgesel ve uluslararası siyasetlerini açıklarken, İran'ın Hürmüz barış planı veya diğer adıyla ümit koalisyonu adlı planını ortaya koydu.
Hasan Ruhani BM Genel Kurulu'nda konuştu: Yaptırım baskısı altında müzakere olamaz
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani BM Genel Kurul Toplantısı'nda konuştu. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani konuşmada, ABD'nin İran halkına yönelik zalimce baskı ve yaptırımlarına işaretle, yaptırım baskısı altında müzakereye "hayır" dedi. Ruhani konuşmasında Fars Körfezi'nde "Ümit Koalisyonu"na bölge ülkelerini davet etti.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani konuşmasında Yemen, Suriye, işgal altındaki Filistin, Afganistan, Irak ve diğer ülkelerde terör saldırıları ve bombalar sonunu hayatını kaybeden tüm şehitleri rahmetle anıp, Batı Asya'daki çatışmalar, akıtılan kanlar, saldırılar, işgaller ve radikalizm ve mezhepçi politikalara dikkat çekerek, bu koşulların en büyük kurbanının mazlum Filistin halkı olduğunu vurguladı.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Yüzyılın Anlaşması gibi Amerikan ve Siyonist projelerine işaretle, Beytül Mukaddes'in işgal rejiminin başkenti olarak tanınması, Golan Tepeleri'nin işgal topraklarına ilhak edilmesi ve Yüzyılın Anlaşması gibi projelerin yenilgiye mahkum olduğunu söyledi.
ABD'nin yıkıcı projelerine İran'ın terörizmle mücadele ve güvenlik konusunda bölgesel ve uluslararası işbirliği ve yardımlarını katkıcı olarak niteleyen Ruhan, İran'ın Yemen ve Suriye krizleri için çözüm çabaları ve yapıcı işbirliğine vurgu yaptı.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani konuşmasının devamında ABD'nin İran'a yönelik ekonomik terörizmine ve İran milletinin buna karşı direnişine işaretle, ABD yönetiminin yaptırımlar ve başka milletleri tehdit etmekle uluslararası korsanlık yaptığını kaydetti.
İranlılar'ın özgürlükçü hareketlerde öncü olduğuna ve her daim kendisi ve komşuları için barış ve kalkınma istediklerine dikkat çeken Ruhani, İran milletinin asla saldırılar ve dışarından yapılan dayatmalar karşısında teslim olmadığı ve olayacağını vurguladı.
Cumhurbaşkanı ABD'nin İran, Venezüella, Küba, Çin ve Rusya'ya karşı yaptırımlarına işaretle, ABD'nin yaptırım bağımlısı olduğunu, İran milletinin asla bu cinayetleri unutmayacağını ve affetmeyeceğini belirtti.
Cumhurbaşkanı, ABD'nin şimdiki yönetimin nükleer anlaşmaya karşı yaklaşımını eleştirerek, ABD'nin bu yaklaşımının Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararnamesinin ihlali olduğu gibi, tüm dünya ülkelerinin siyasi ve ekonomik bağımsızlığı ve hakimiyetine yönelik tecavüz sayıldığını kaydetti.
ABD'nin nükleer anlaşmadan çekilmesi ve Avrupa'nın de nükleer anlaşmadaki yükümlülüklerini yerine getirmemesinin ardından İran'ın nükleer yükümlülüklerini hafifletmeye başladığına dikkat çeken Ruhani, İran'ın hala nükleer anlaşmaya bağlı olduğunu, ancak İran'ın da sabrının bir sınırı olduğunu kaydetti.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani sözlerinin devamında, ABD'nin yaptırım baskısı altında müzakere çağrısına İran'ın yanıtının "hayır" olduğunu vurgulayarak, İran'ın baskı ve yaptırım altında müzakere yapmayacağını kaydetti. İslam İnkılabı Rehberi'nin ifade ettiği gibi müzakere için tek yolun yükümlülüklerine geri dönmeleri olduğuna dikkat çeken Ruhani, "yaptırımları durdurdun belki böylece müzakere için kapı açılabilir." ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanı Ruhani ayrıca konuşmasında Hürmüz Barış Planı ve Ümit Koalisyonu önerisini gündeme getirerek, Fars Körfezi ve Hürmüz Boğazı'nda yaşanan olaylar ve gelişmeden etkilenen tüm ülkeleri, Ümit Koalisyonu'na katılmaya davet etti.
Cumhurbaşkanı Ruhani, bölgede yabancı güçlerin komutası ve öncülüğünde kurulan herhangi bir koalisyonun bölgenin işlerine müdahale anlamına geldiğine işaretle, bölge güvenliğinin Amerikan silahları ve müdahalesi ile değil Amerikan askerlerinin çekilmesiyle sağlanacağını vurguladı.
Ruhani ABD'nin 18 yılın ardından terör eylemleri ve girişimlerini azaltamazken İran İslam Cumhruiyeti'nin komşu ülkeler ve milletlerin yardımıyla IŞİD fitnesine kısa sürede son verdiğini vurguladı.