کارگر

کارگر

 79 yaşındaki emekli CIA ajanı Malcom Howard, Cuma günü New Jersey’deki hastaneden taburcu olduktan sonra birkaç haftalık ömrü kaldığını söyleyip çok çarpıcı iddialarda bulundu.

Howard, 11 Eylül saldırıları sırasında yıkılan üçüncü bina World Trade Center 7’ın “kontrollü yıkımı”nda görev aldığını iddia etti.

36 yıl CIA istihbarat memuru olarak çalışan Howard, mühendislik eğitimi alması ve daha önceki görevlerinde yıkım işlerinde tecrübeli olması nedeniyle üst düzey CIA ajanları tarafından bu projeye dahil edildiğini belirtti. 

İnşaat mühendisliği mezunu Howard, 1980’lerin başında CIA’ya dahil olduktan sonra patlayıcı maddeler uzmanı oldu. Howard, küçük bir çakmaktan 80 katlı binaya kadar çeşitli patlayıcı yerleştirme işlerinde tecrübe sahibi olduğunu soyledi.

ABD'li yetkililerin İran karşıtı açıklamalarına tepki gösteren İran Savunma Bakanı General Dehgan, "ABD Savunma Bakanı bir an önce doktora başvurmalıdır" dedi.

İran Savunma Bakanı General Dehgan, bugün yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı esnasında basın mensuplarına yaptığı açıklamada, ABD'li yetkililerin ileri sürdüğü iddialarına işaret ederek, “Bu açıklamalarda yeni bir konu bulunmuyor. ABD, İslam İnkılabı’nın ilk gününden bu yana her zaman İran’a karşı durmuştur. ABD’li yetkililerin bölge tarihini gözden geçirerek, emperyalizm politikasının sonuçlarını görmeleri gerekir” değerlendirmesini yaptı.

General Dehgan sözlerine şöyle devam etti: ABD’nin emperyalizm politikası mazlum milletlerin nefretinin artmasına sebep olmuştur. Bunun günümüz dünyasında bariz örnekleri vardır. Nitekim İranlılar her zaman ABD veya diğer ülkelerin müdahaleci tavırlarına ağır bir şekilde yanıt vermiştir. İran halkı hakaret ve aşağılanmayı asla kabullenemez.

General Dehgan, ABD Savunma Bakanı’nın İran karşıtı iddiasına tepki göstererek, “Bu adam bir an önce doktora başvurmalıdır, kanaatimce o hasta olduğu için sayıklıyor” ifadesini kullandı.

Terör örgütü DEAŞ’ın Yemen'deki varlığına işaret eden İran Savunma Bakanı, “DEAŞ kabullenecek bir bölge aradığı zaman İslam'ın adını kullanarak Musul’da varlığını sürdürmeye çalıştı, fakat gerçekten İslam ile herhangi bir bağlantısı olmadıkları ortaya çıktı. Bu terör örgütü hiçbir mantıksal yönü olmayan bir ideolojiye dönüşmüştür. İran olarak, DEAŞ zihniyetinin dünya güvenliği için büyük bir tehdit oluşturduğu kanaatindeyiz” şeklinde konuştu.

 
Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Musul'un terör örgütü IŞİD'den kurtarılmasını “Büyük Zafer” olarak nitelerken; “İran'ın ve Ayetullah Sistani'nin bu zaferde kuşkusuz büyük rolleri vardır” dedi.

 Nasrallah, Musul'un terör örgütünün sultasından kurtarılması münasebetiyle yaptığı açıklamada; Irak'ın taklid merci Ayetullah Sistani'nin terör örgütüne karşı savaşmasının şer'an farz olduğunu bildiren fetvasının Irak'ta zaferlerin başlamasında büyük etkisinin olduğunu belirterek, İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei başta olmak üzere İran İslam Cumhuriyeti’nin IŞİD terör örgütü aleyhindeki kesin ve kararlı tutumunun da terör örgütünün yenilgiye uğratılmasında çok önemli etkisinin olduğunu söyledi.

Parstodayın verdiği haberde; Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri, bütün ülkelerin Irak'ın tecrübesinden ders çıkarmaları gerektiğini zira Irak halkının geleceklerini kendilerinin belirlediğini belirterek; “Amerikalılar, Irak'ta terör örgütü IŞİD ile mücadelede yalnızca seyirce kaldılar” dedi.

Nasrallah, Amerika'nın her zaman terör örgütü IŞİD'in ortadan kaldırılmasının 10 ila 30 yılı bulacağı gibi bir algıyı dayatmaya çalıştığını belirterek, “Amerika, IŞİD'i,  kendi ve Siyonist İsrail'in bölgedeki çıkarları için kullanma peşinde olmuştur” dedi.

Nasrallah, Amerikan Başkanı Trump'ın itirafına göre; IŞİD'in Amerika'nın bir ürünü olduğunu belirterek,  “Şimdi bazı Arap medyası Irak'ın Musul'daki başarısını Amerika'nın zaferi gibi göstermeye çalışıyor bu büyük bir kandırmacadır.” dedi.

Müslümanlar, milliyetçi ve mezhepçi olmayan bir aidiyet biçimini seçerek evrensel İslam ailesine katılırlar. Günümüzde gerçek kaygılara sahip, gerçek tercihler yapabilecek, gerçek insanlara ihtiyacımız olduğu açıktır. Yararcı-bencil-popülist kültürlerde, gerçek kaygılardan, gerçek tercihlerden ve gerçek insanlardan, bunlara olan ihtiyaçlardan söz etmek her geçen gün daha da zorlaşıyor.

İnsanlık, küresel dünya düzeninin çok derin bir krizle karşı karşıya bulunduğu bir dönemden geçiyor. Zaman zaman yaşanan krizler, dünya düzeninin yapısal karakterinden kaynaklanıyor. Keyfi kuralların, tercihlerin, dayatmaların neden olduğu kuralsızlıkların, ideolojik ve ırkçı sapkınlıkların/sarhoşlukların, egomanyak hayallerin ve ihtirasların belirleyici olabildiği bir dünyada yaşıyor olmak, büyük kötülüklerin belirleyici olabildiği bir dünyada yaşıyor olmak anlamına gelir.

Bugünün dünyasında, bir yanda ideolojik/ırkçı sapkınlıklar/sarhoşluklar sürdürülürken, diğer yanda da bütün ideolojik sistemler birer birer iflas ediyor. Bu nedenledir ki, günümüzde, siyasal kuramcılar yeni şeyler icat etme ihtiyacından bahsediyor. Propaganda yalanlarıyla sürdürülen evrenselci/ideolojik liberal retorik, sistematik dışlama, ötekileştirme, mülksüzleştirmeler, sömürü hareketleri karşısında sessizliğini koruyor.

KAPİTALİZM BÜTÜN ANLAM VE DEĞERLERİ PARÇALIYOR

İdeolojik çerçevelerin, yöntemlerin, uygulamaların, insani dünyaya, ahlaki dünyaya olumlu hiç bir katkıları olmadığını görmek, anlamak gerekiyor. İdeolojik ve ırkçı bağlamda ve son derece selektif bir bakış açısı ile kullanılan “İnsan Hakları Söylemi”nin Müslümanların sürekli ihlal edilen haklarına ilişkin hiç bir ciddi girişimde bulunmadığı, bilinen bir gerçektir. Kapitalizmin, hangi toplumda olursa olsun, bir hayat tarzına dönüşmüş olması, ilgili toplumun radikal anlamda sekülerleşmiş olduğunu gösterir. Kapitalizm ile sekülarizm arasındaki bu yakın/derin ilişki, hayati bütün anlamları, değerleri şeyleştiriyor, değersizleştiriyor.

İslam dünyası toplumlarının kapitalizme, sekülarizme ve liberalizme önce maruz kalmaları ve sonra da bütün bu akımlarla bütünleşmeleri, İslam ile kapitalizm/sekülarizm/liberalizm arasındaki ontolojik farklılığın, karşıtlığın belirsiz hale geldiği, İslam ile bu ekoller/disiplinler arasında sessiz bir mutabakat ve uzlaşma yaşandığı, aralarındaki farklılık ve karşıtlıkların tartışma konusu olmaktan çıkarıldığı anlamına gelir. Bu durum, kolonyalist/sömürgeci dünyanın taleplerinin, beklentilerinin, dayatmalarının eksiksiz bir şekilde karşılandığını ve aziz İslam’ın ontolojik anlamda askıya alındığını gösterir.

ULUSAL TEKKÜLTÜRCÜLÜĞE DÖNÜŞÜM

Günümüz dünyasında Müslüman halklar, pragmatik iktidar mücadeleleri için, bütün anlam ve ilke ufuklarını kaybetme pahasına, İslam’ın araçsallaştırılabilir hale getirilmesinden rahatsız değiller. Bütün popülizm biçimlerinin yine pragmatik iktidar mücadeleleri adına kurumsallaştırılabildiği toplumlarda, bütün değerler insafsızca sömürülebiliyor. Toplumsal/siyasal gerçekliğin neden olduğu yabancılaşmalar, yozlaşmalar, kirlenmeler, sözünü ettiğimiz popülist kurumsallaşma aracılığıyla gözardı edilebiliyor. Düşünce hayatımız, kültür ve ilahiyat hayatımız, İslam’ın ve Müslümanların sorunlarını Avrupa modernitesinin açtığı kavramsal-kurumsal-kuramsal alan-sınırlar-çerçeve içerisinde kalarak, bu sınırları korumaya özen göstererek konuşabiliyor, tartışabiliyor, gündeme getirebiliyor. Bugün hiç kimse, bütünüyle iflas etmiş bulunan ideoloiik/ırkçı akımların/disiplinlerin aşılması gerektiğine işaret edemiyor. Entelektüel hayat, ilahiyat hayatı, farklı, İslami kavramsal-kurumsal-kuramsal bir alan açılabileceğine ilişkin zihinsel-entelektüel bir özgürlüğe, özgüvene, bilince ve umuda sahip değil. İslam dünyası toplumlarında her popülizm ulusal tekkültürcülüğe dönüşüyor. Her popülizm, eleştirel düşünmeyi, eleştirel bir konumda bulunmayı büyük bir ihanet olarak görüyor. Eleştirelliğin, sorumluluğun gereği olduğu, hiç düşünülmüyor.

Katlanılamaz olana, katlanılması mümkün olmayana katlanmaya devam etmek, umutsuzluk, yetersizlik, cesaretsizlik ve çaresizlikten kaynaklanır. Umut ve cesaret katlanılamaz olana karşılık vermeye başladığımızda başlar. Katlanılamaz olana karşılık vermeye başlayabilmemiz için, İslam dünyası toplumlarında entelektüel hayatın kolektif bilinç, kolektif değişim ve kolektif irade merkezinde, nitelikli kadrolar eşliğinde yoğun-kapsamlı bir program oluşturmaları zorunlu hale gelmiştir. Bu kadroların küresel düzlemde düşünme ve algılama sorumluluğuna sahip olmaları hayati önemdedir. Kolektif değişim için, yararcı-bencil dünyalardan ayrılarak, melankolik bağlılıkları terk ederek, alışılagelen çerçevelerin değiştirilmesi, muhafazakârlıkların aşılması gerekir. Bunlar gerçekleştirilmediği takdirde, hiç bir alanda, hiç bir şekilde, yeniden yapılanma gerçekleştirilemez. Her yeniden yapılanma, özgün olana, başlangıçta gerçekleştirilene ulaşabilmek için, geçmişin taklitinden vazgeçerek, geçmişteki üstünlüğün/üretkenliğin/vizyonun yeniden inşasına yoğunlaşmak zorundadır.

GERÇEK İNSANLARA İHTİYACIMIZ VAR

Müslümanlar, milliyetçi ve mezhepçi olmayan bir aidiyet biçimini seçerek evrensel İslam ailesine katılırlar. Günümüzde gerçek kaygılara sahip, gerçek tercihler yapabilecek, gerçek insanlara ihtiyacımız olduğu açıktır. Yararcı-bencil-popülist kültürlerde, gerçek kaygılardan, gerçek tercihlerden ve gerçek insanlardan, bunlara olan ihtiyaçlardan söz etmek her geçen gün daha da zorlaşıyor. Popülizmlerin bir din gibi algılanabildiği toplumlarımızda bütün ilkesel sınırların keyfi bir şekilde ve ısrarla ihlal edilişine seyirci kalamayız. Popülizmlerin tahakkümüne seyirci kaldığımız için, bugün, ne yazık ki, konjonktürel dindarlıklar, pragmatik dindarlıklar, milli dindarlıklar, devlet dindarlıkları, coğrafi dindarlıklar, İslam’ın yerine ikame ediliyor, edilebiliyor. Ayrıca, gerçek kaygıların, gerçek tercihlerin ve gerçek insanların azaldığı bir dünyada, elektronik dostluklar, konjonktürel dostluklar, pragmatik dostluklar, etnik ve mezhepçi dostluklar, gerçek dostlukların yerine geçiyor.

Sözünü ettiğimiz bayağılaşmalar ve yozlaşmalar sebebiyle, İslami bünye, emperyalist şiddete, emperyalist kontrole karşı etkili hiç bir şey yapamıyor, eleştirel sorular soramıyor, bir direniş kültürü üzerinde çalışma ihtiyacı duymuyor. “Büyük Felaket”e sadece Filistinliler maruz kalmadılar. Afganistanlılar, Iraklılar, Suriyeliler, Libyalılar da, aynen Filistinliler gibi, statüden arındırılarak, yerlerinden/yurtlarından kovularak, mülksüzleştirilerek, ülkesizleştirilerek, yersiz-yurtsuzlaştırılarak, her tür haktan mahrum bırakılarak, köleleştirilerek, herhangi bir hukuki aidiyet biçimine sahip olmaksızın yabancı ülkelerde, çoğunlukla da yasadışı yollarla nefes alacak bir alan inşa etmeye çalışıyor. Yirminci yüzyılın ilk yarısında dünyada tek çözümsüz sorun olarak Yahudi sorunu görülüyordu. Filistin’in sınırsız bir şekilde ve acımasızca sömürgeleştirilmesiyle birlikte Yahudi sorunu çözümlendi ve bu sorunun yerine Filistin sorunu geçti. Bugün geldiğimiz noktada ise, devletsiz halklar-toplumlar, hayatları muhaceret koşullarında geçen halklar sorunu derinleşerek sürüyor, büyüyor.

Müslüman zihnin, aklın, bilincin, düşüncenin yenilenebilmesi için, bu zihnin, her tür dayatmaya, müdahaleye, propagandaya, işgal ve kontrole açık olmaktan kurtarılması zorunludur. Zihin dünyamızın yoksulluğuyla ilgili olarak, gerek içeriden ve gerekse dışarıdan zihinsel işgale açık durumda bulunmasıyla ilgili olarak nitelikli hiç bir çalışma yapılmadığı çok açık bir gerçektir. İçerisinde yaşamakta bulunduğumuz zihinsel-entelektüel yoksullukla, anlam ve amaç yoksulluklarıyla, ilkesel yoksulluklarla, siyasal alan da dahil olmak üzere hiç bir alanda etkili bir fail haline gelmemiz mümkün olamaz. Özgün ve bağımsız içerik üretemeyen bir topluluk, yaşayan bir medeniyet kuramaz, onurlu bir temsil hakkına sahip olamaz. 

y.şafak

Myanmar'da Rohingyalı Müslümanlara yönelik gözaltı, tutuklama, taciz, yağma ve işkenceler devam ediyor.
 

Myanmar'da budist rejimin Müslümanlara yönelik baskı ve zulümleri gün geçtikçe artıyor.

Myanmar güvenlik güçlerinin Güney Maungdaw bölgesinde bulunan Nurullapara köyüne baskın yaparak 50'den fazla Rohingyalıyı gözaltına aldığı bildirildi. 8 Temmuz Cumartesi yerel saat ile akşam 5:00 sularında gerçekleşen olayda güvenlik güçlerini gören erkeklerin köyü terk ettiği, kaçamayan kadın ve çocukların ise kendi evlerinden zorla çıkartılıp gözaltına alındığı belirtildi.

Gözaltına alınanların köyün dışında bir alanda toplandığı, yoğun yağmur altında bekletildiği ve taciz edildikleri ifade edildi.

Güvenlik güçlerinin ayrıca bütün evleri tek tek arayıp para ve değerli eşyaları yağmaladıkları ifade edildi.

Gözaltına alınanlara işkence edildikten sonra büyük bölümü serbest bırakıldı. Ancak dokuz kişi hapse gönderildi. Hapistekilerin isyancı gruplar ile ilişkili olduklarını kabul etmeleri için işkence görmeye devam ettiği bildiriliyor.

Cuma, 14 Temmuz 2017 00:25

Ahbarilik ve Usulilik 1

Bu başlık altında ahbarilik ve usulilik hakkında kısa bilgiler vermeyi ve her ikisi arasında ilmi ve akli kıstaslara göre değerlendirme yapmayı amaçlamaktayız.
 
   Ancak konuya başlamadan önce insanın aklına şöyle bir soru da takılmıyor değil; Şia fakihleri arasında bundan kaç yüz yıl önce ortaya çıkmış şiddetli tartışmaları, kabuk bağladıktan sonra tartışmayı yeniden başlatmak, kabuk bağlayan yaraları kaşıyarak kanatmanın ne gereği vardır! Bu zamanda usul fakihlerine Ehlibeyt öğretilerine dayalı nasip olan İslam hükümeti olmasına rağmen, ahbarilik görüşü donukluğu, gevşekliği ve çerçevesi dar olduğundan dolayı yok olup, unutulmasına rağmen tekrar yeniden bu konunun gündem edilmesi nedendir acaba?

 

   Bu acabaların ve soru işaretlerinin karşısında şunları söyleyebiliriz; Her zamanda var olan gizli eller ve örtülü yüzler mektep mensupları ve mektep âlimleri arasında çok eski tarihlerde var olmuş basit veya bazen zaruri ihtilafları yeniden gündem ederek mektep mensupları, âlimleri arasında ihtilaflar çıkararak kendi şeytani amaçlarına ulaşmayı, mektep mensuplarını sömürmeyi amaçlamışlardır. Usuliler ve ahbariler arasında gerçekleşmiş olan ağır tartışmaların kaynağında inanç konularını görmek mümkün değildir. Zira her iki grup da usul ve füru inançlarının tamamında müşterektirler. Bu ağır tartışmaların kaynağında iki unsuru görmek mümkündür; Biri, mektep mensuplarının, âlimlerinin birliğini kendi çıkarlarının kâbusu olarak gören gizli eller, diğeri ise insanların, özellikle bazı âlimlerin sade ve basit düşünceleri. Bu iki unsur tamamı velayet ehli olan âlimlerin derin ihtilafların içerisine düşmelerine sebep olmuş. Öyle ki bu tarihi konuyu ele almak bile insanı üzmektedir.

   Ahbarilik, hadis ashabına denir. Bu gruptan olan fakihler içtihadı geçersiz sayar ve sadece haberlere (rivayetler ve hadisler) uyarlar. Usuliler, Ahbariler karşısında birçok İslam fakihini barındıran ve Usuli olarak adlandırılan gruptur. Bunlar İslam’ın şer’i hükümlerini belirlemede Kuran, sünnet, akıl ve icmanın detaylı delillerine istinat edilebileceğine inanır. Onlar beraat, istishab ve sanıya göre amel etmek ve hadisleri birbirinden ayırmak gibi fıkıh usulü ilminden ve fıkıh kaidelerinden yararlanır. Bu iki grup arasındaki genel ihtilaf, sadece şer’i hükümlere ulaşma yolundaki ilmi yöntem ve tarz oluşturur.

   Ahbarilerin en eski kurucusu, ilk savunucusu ve yazarı Mirza Muhammed Esterabadi'dir. Şeyh Yusuf Behrani, Seyyid Nimetullah Cezairi ahbari olan büyük fakihlerdendir. Molla Muhsin Feyzi Kaşani ve Allame Muhammed Bakır Meclisi'yi ılımlı ahbarilerden saymışlardır. Mirza Muhammed Esterabadi "Fevaidu’l-Medine" kitabında Şii müçtehitlerini sert bir dille eleştirmiş, onlara serzenişte bulunmuş ve hakkın dinini tahrip ve zayıflatmakla kendilerini suçlamıştır. O, Şia âlimlerinin mevcut içtihatlarını eski Şii âlimlerinin içtihadına göre olmadığına inanmaktadır. Esterabadi, Kuran’ın muhkem ve müteşabih, nasih ve mansuh ayetlere sahip olduğunu ve Kuran’dan hükümleri çıkarmanın kolay olmadığını ve bu yüzden hadislere müracaat etmek gerektiğini söylemiştir. İçtihadın zan ve sanıya dayanması nedeniyle geçersiz olduğunu, ama hadislerin imamların yoluyla gelmesi sebebiyle kesin delil sayıldığını ve kesin verilerin karşısında sanıya dayalı verilere dayanılamayacağını belirtmiştir.

   Ahbarilik akımı Safevi döneminde vücuda gelmiş olan olumlu ortamdan yararlandı ve ahbarilerin ilk nesillerinin saldırganlıklarından istifade ederek ilmi havzalarda da etkinliğini gösterdi ve Şia’nın içtihat anlayışını bir müddette olsa tesir altında bırakabildi. Ahbariliğin daha sonraki nesilleri kendi aşırılıklarını gidererek daha mutedil bir anlayışa yakınlaştırdılar. Nihayet on ikinci asrın sonunda içtihat anlayışını savunan tefekkür ahbari anlayışını savunan tefekküre galip geldi ve böylece ahbaricilik düşünce Şia’nın ilmi sahnesinden uzaklaştırıldı. Merhum Vehidi Behbehani (vefatı 1205 h.) ahbari anlayışına sahip olan grupla mücadele eden müçtehitlerin başında geliyor. İçtihad-i tefekkür “el-cevahir” adlı kitabın sahibinin ortaya çıkmasıyla daha fazla güç kazandı ve Şeyh Murtaza Ensari (vefatı: 1281 h.) ile en üst zirvesine ulaştı.

   Yukarıda da belirttiğimiz gibi usuliler Şia fakihlerinin kahır çoğunluğunu oluşturmaktadır. Usulilerin fıkıh yöntemleri usul-u fıkıh ilmine dayalıdır. Bu tarz fakihlik, ilmi usulu kabul etmeyen, rivayetlerin zahirine göre amel eden ve dinde içtihadı caiz görmeyen ahbarilik görüşünün karşısında yer almıştır.

   Bu iki görüşün geçmişi Şia'nın fıkıh hayatının ilk yüz yıllarına dönmektedir. Ehlibeyt imamlarının huzur dönemlerinin hicri 260 yılında son bulması ve gaybeti süğra'nın başlangıcı ile şer'i hükümleri elde etme konusunda iki görüş ortaya atıldı. Bir görüş; Ehlibeyt imamlarının ashabının çoğunluğunun yöntemi olan huzur dönemindeki yöntemin devamı; Yani şer'i hükümleri elde etmede hadislere iktifa etmek ve bunun dışına çıkmamak.  Şia'nın en kadim fıkıh eserlerini, hadis kaynaklarını derleyen ve bu konuda çok önemli hizmetleri olan Muhammed b. Yakub Kuleyni (d. 328 hicri), Ali b. Babavey (d. 328 hicri), Şeyh Saduk (d. 381 hicri) gibi büyük fakihler bu görüşte olanların seçkin simalarındandır.

   Şer'i hükümlerin Kuran, sünnet, akıl ve icma diye bilinen dört delilden içtihat edilerek çıkarılmasını gerekli gören usuli grubun içerisinde bulunan büyük, seçkin ve önemli fakihlerden şunları görmek mümkündür; Şeyh Müfid (d. 413 hicri), Seyyid Murteza (d. 436 hicri), Şeyh Tusi (d. 460). Bu büyük fakihler usulu fıkıh hakkında yapmış oldukları çalışmalar ve geride bırakmış oldukları önemli eserler ile Şia fıkhında yeni ve sağlam bir akımın temelini atmış olanlardır.

   Ahbarilik görüşü hicri on birinci asırda Muhammed b. Emin Esterabadi (d. 1033 veya 1036 hicri) tarafından yeni ve farklı bir tarzda tekrar konu edildi. O bu uğurda ahbariliği tekrar geri getirmek ve usuliliği devre dışı bırakmak için usuli görüşü ağır kelimelerle itham etmiştir. Bu vesile ile Şia havzasının fıkıh alanında bu iki görüş tekrar ve farklı bir konumda karşı karşıya gelmiş oldular. Tarihi gerçeklere göre bugün bilindiği ve kullanıldığı şekliyle fakihlerden bir grubu hakkında söylenen "Ahbarilik" unvanı bu dönemde yani Muhammed b. Emin Esterabadi'nin ortaya çıkışı ile söylenmiş, yaygınlık kazanmış ve yeni bir tarzda konu edilmiştir. Muhammed Taki Meclisi (d. hicri 1170), Bihar-ül Envar'ın yazarı Muhammed Bakır Meclisi (d. hicri 1111), Molla Muhsin Feyzi Kaşani (d.hicri 1091), Vesail-üş Şia'nın yazarı Muhammed b. Hasan Hürr Amuli (d.hicri 1104), Seyyid Nimetullah Cezairi (d. hicri 1112), Şeyh Yususf Behrani (d. hicri 1186) Esteabadi'nin ahbarilik görüşünün en açık takipçileri ve taraftarlarındandırlar.

   Elbette şunu unutmamak gerekir ki, Şia akaid konusunda ahbari, usuli diye iki gruba ayrılmamıştır. Zira ahbariler ve usuliler usul-u dinde (tevhit, adalet, nübüvvet, imamet, mead) ve furuu dinin tamamında müşterektirler. Onların kendi aralarındaki ihtilafları sadece şer'i hükümleri elde etme yöntemi hakkındadır.

Devam Edecek...

Selam ve Dua ile…

Mehdi AKSU

Cuma, 14 Temmuz 2017 00:22

İslami Cihad İsrail’e Rest Çekti

Kudüs Seriyyeleri sözcüsü, ‘Kurşundan Kenetlenmiş Saflar’ Operasyonu’nun yıl dönümünde önemli açıklamalarda bulundu.
 
Filistin İslami Cihad Hareketi’nin askeri kanadını temsil eden ‘Kudüs Seriyyeleri’nin resmi sözcüsü Ebu Hamza, Filistin halkını korumak ve işgalci İsrail’in Filistin topraklarındaki zulmüne son vermek amacıyla İsrail’le savaşa girmeye hazır olduklarını belirtti.

‘Kurşundan Kenetlenmiş Saflar’ Operasyonunun 3. yıl dönümü münasebetiyle açıklama yapan Ebu Hamza ‘Kudüs Seriyyeleri bu savaştan sonra gücünü ve imkanlarını daha da artırdı’ ifadelerinde bulundu.
 
Direniş güçlerinin 51 gün süren savaş boyunca, düşmanın ‘hızlı bir şekilde savaşlardan galip çıkan efsanevi kimliğini’ yerle bir ettiğini ve efsaneyi kabusa çevirdiğini söyleyen Ebu Hamza, Siyonist düşmana karşı asla beklemediği sürprizler hazırladıklarını ifade etti.
 
Siyonist ordunun strateji gereği savaş sahasını Yahudi yerleşimcilerin yaşadığı bölgelerden uzaklaştırma çabalarının ‘Burak’ füzeleri sayesinde başarısızlıkla sonuçlandığını belirten Ebu Hamza, direnişin sahip olduğu füzelerin işgal altındaki toprakların en ücra köşelerine kadar ulaştığını ve bir milyondan fazla Siyonisti savaşın sıcaklığıyla yüz yüze getirdiğini belirtti.

 
Filistin halkının ‘direniş’ seçeneğine bağlı olduğunu ve özgürlüğe giden yolda direnişi yegane tercih olarak belirlediğini vurgulayan Ebu Hamza, ‘Biz topraklarımızı savunmak, kutsal değerlerimize sahip çıkmak, esirlerimizin özgürlüğe kavuştukları güne ulaşmak ve topraklarına geri dönmeyi uman halkımızın hayalini yerine getirmek için silahlı direnişe bağlıyız’ ifadelerinde bulundu ‘silahlı mücadeleyi hedef alan her türlü girişimin başarısızlığa uğrayacağını’ da vurguladı.
 
Filistin yönetimini Batı Şeria’da direnişten ve direnişçilerin üzerinden elini çekmeye ve Siyonist düşmanla birlikte yürüttüğü ‘güvenlik koordinasyonundan’ vazgeçmeye çağıran Ebu Hamza, Kudüs Seriyyeleri’nin ‘Filistin halkını ve değerlerini hedef alan işgale karşı direniş türküsünü söylemeyi sürdüren devrimci gençlerin destekçisi’ olduğunu vurguladı.
 
Arap ve İslam dünyasını, yüzlerini merkezi mesele olan Filistin davasına dönmeye çağıran Ebu Hamza, Filistin davası ve direniş uğruna atılacak olan adımlardan geri durmamak gerektiğini vurguladı.
 
Direnişe kucak açan Filistin halkını selamlayan Kudüs Seriyyeleri sözcüsü ‘7 Temmuz 2014, Siyonist düşmana karşı fedakarlığın, mücadelenin ve direnişin en güzel örneğini ortaya koyan halkımızın özgürlüğüne giden yolda önemli bir tarihtir. Halkımız her seferinde direnişe ve ulusal değerlerine olan bağlılığını bir kez daha kanıtlamıştır’ ifadelerinde bulundu.
TR.JAMNEWS

 
 Vatan Partisi lideri Perinçek, parti heyetiyle gerçekleştirdiği İran ziyaretini ve Cumhurbaşkanlığının 15 Temmuz afişlerini değerlendirdi.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Türk askerinin tamamını “darbeci” gibi ve milletle karşı karşıya gösteren Cumhurbaşkanlığının 15 Temmuz afişlerine sert tepki gösterdi. Partisinin İstanbul il merkezinde basın toplantısı düzenleyen Perinçek, “Hazırlayanlar o afişleri indirsin, yoksa istifa etsin. Etmezlerse millet onları 2019 seçiminde indirecektir” dedi.

Perinçek şöyle konuştu: “Bu afişler, Türk ordusuna düşmanca bir tavırdır.15 Temmuz’u bastıran Türk ordusudur. Ordumuzu yıpratacak oluşumların içine girilmemeli. Derhal bu afişler kaldırılmalıdır. Terörle mücadele eden askerimize ve polisimize ihanettir. Hiç bir kuvvet Türkiye’yi bu afişlerle yönetemez. 15 Temmuz gecesi telefonlarını kapatanlar, Türk askerini zavallı göstermeye çalışıyor. Afişleri kaldırmayan yöneticiler istifa etmelidir! Eğer etmezlerse millet onları 2019’da indirecektir! ”

İRAN ZİYARETİNİ ANLATTI

İran ziyaretinde 3 gün boyunca çeşitli temaslarda bulunan ve Ayetullah Seyyid Ali Hamaney’in Başdanışmanı Ali Ekber Velayeti ile de görüşen Perinçek İran temaslarıyla ilgili de şunları söyledi:

“İran temaslarımızda temel konu Barzani’nin sözde ‘Kürdistan’ referandumuna karşı birlikti.

Eylem birliği konusunda mutabakata varıldı. Barzani’nin sözde ‘Kürdistan’ referandumuyla İkinci İsrail kurulmasına izin verilmeyecek. ABD ve İsrail, Batı Asya’da Kürdistan’ı kuramaz. İran devleti yetkilileri; “Türkiye İran bir araya gelelim. Türkiye, İran, Irak ve Suriye yetkilileri buluşalım. Barzani referandumuna karşı bölge ülkeleri bir araya gelip birlikte planlarımızı yapalım ve eyleme geçirelim” diyerek somut önerilerde bulundular. Türkiye Türk askerine karşı o psikolojik savaşı yaparken, İran gelin ikinci İsraile karşı mücadele yürütelim. diyor. İranlı yetkililer İkinci İsrail tanımımızı beğendiler.”

Barzani’nin “Referandumda geri adım yok” açıklamasıyla ilgili bir soru üzerine Perinçek, “Barzani’yi bırakın Amerika geri adım atmaya başladı” dedi.

Perinçek, parti heyeti olarak Tahran’da üst düzey İranlı yetkililerle yaptıkları görüşmelere ve alınan kararlara ilişkin şu bilgileri paylaştı:

“İsrail’i getirip komşumuz yapmak istiyorlar. Bu yapılan Amerikan emperyalizminin bir girişimidir. Kesinlikle İkinci İsrail devletçiğinin kurulmasına izin verilmeyecektir. Önümüzdeki süreçte eylem birliği, beraberlik konularında, Sayın Ali Ekber Velayeti ile görüşmemiz son derece verimli oldu.

Sayın Velayeti’nin önerisi üzerine görüşmeden sonra basın açıklaması yaptık. Bölgedeki ülkelerin toprak bütünlüğünü savunmada İran’ın kararlı olduğunu ve Vatan Partisi’yle olan görüşmelerde de görüş birliğinde olduğunu belirtti. İran Devleti’nin başında bulunan İmam Ayetullah Seyyid Ali Hamaney çok önemli bir açıklamada bulundu. Açıklamasında, ‘Kürdistan’ın bir rüya olduğunu bu rüyayı görenlerinin uyanmalarının çok yararlı olacağını’ belirtti. İran Devleti adına Kürdistan girişimine karşı net tavrı ifade etti.

Dünyada bazı kafa karışıklıkları var. Bu propagandalara göre güya İran ‘Kürdistan’ın kurulması konusunda hoşgörülü bakıyor’. Ama sizin de, dünya basının da gördüğü gibi İran’ın dış politikasını yöneten isimlerden Velayeti bu propagandalara göğüs germiş oldu. Vatan Partisi olarak hep şunu anlattık: ‘Yapılacak referandum Kürdistan için değil. Amerikan silahı ile, İsrail silahı ile Kürdistan kurulmaz. Kurulmak istenen ülke İkinci İsrail’dir. Türkiye’nin burnunun dibinde İsrail’in ve Amerikan’ın üsleri bulunacak, askerleri bulunacak ona da Kürdistan denecek.’ Bu tehdidin ciddiyetini İran görmektedir. İran’ın Türkiye için güvenilecek bir dost olduğunu bu görüşmelerimizde bir kez daha anladık.

Temaslarımızda, ‘Türkiye ve İran olarak ortak bir strateji belirleyelim. Türkiye, İran, Irak ve Suriye yetkilileri buluşalım. Bu referandum girişimine karşı ve sözüm ona İkinci İsrail kurma girişimine karşı bölge ülkeleri bir araya gelip planlarımızı yapalım ve o planları eyleme geçirelim’ şeklinde son derece somut konuştuk. İkinci İsrail tespiti Vatan Partisi’nin tespitidir ve Batı Asya’da da kabul görmüştür. Barzani’yi bırakın, Barzani’yi cepheye süren Amerika geri adım atmaya başladı. Barzani’nin kendi bacakları yok, Amerika ne diyorsa onu yapmaktadır.”

İran’ın antik kenti Yezd, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından Dünya Mirası Listesi'ne eklendi.

 Polonya’nın Krakow kentinde devam eden UNESCO Dünya Miras Komitesi (DMK) 41. Toplantısı’nda İran’ın antik kenti Yezd’deki “Zerdüştler” mahallesinin dosyası Dünya Miras Komitesi’nin uzmanları tarafından değerlendirilerek "Dünya Kültür Mirası" listesine eklendi.

Edinilen bilgilere göre, İran heyeti, UNESCO Dünya Miras Komitesi’ne İsfahan’daki  “Nakş-ı Cihan Meydanı” ile “Şuş” tarihi kentinin son durumu hakkında hazırladığı raporu sundu.

İran’ın en eski şehirlerinden biri olan Yezd ülkenin merkezindeki çölün kıyısında yer alıyor ve dünyanın en tarihi kerpiç şehri olarak biliniyor.

2 Temmuz tarihinde başlanan UNESCO Dünya Miras Komitesi (DMK) 41. Toplantısı, 21 Temmuz’da sona erecek.

İran İletişim ve İnformasyon Teknolojileri Bakanı Mahmud Vaizi'yle Tahran'da görüşen Türkiye Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, İran'la ticaret hacmini 50 milyar dolara çıkarmayı düşündüklerini ve gündemdeki 30 milyar dolarlık hedefin sadece ilk adım olduğunu söyledi.

Tahran’da gerçekleşen görüşmede Vaizi, “İki ülke arasında ticaret alanında hedeflenen 30 milyar dolara ulaşabilmek için elimizden geleni yapacağız” dedi.

Vaizi, Ekim ayında düzenlenecek İran-Türkiye Ortak Ekonomik Komisyonu'na işaret ederek, ticaret ve ekonomi alanındaki engellerin ortadan kaldırılması için çok kararlı olduklarını belirtti.

Tahran-Ankara arasında ticari ilişkilerin geliştirilmesi yönünde ticaret alanında imzalanan anlaşmaların büyük önem taşıdığına dikkat çeken Bakan Vaizi, “Halihazırda bu anlaşmaları tekrar gözden geçiriyoruz. İnşaallah yakında iki ülke arasında serbest ticaret anlaşması gerçekleşir” ifadesini kullandı.

Mahmud Vaizi, bankacılık alanında da karşılıklı ilişkilerin arttırlması gerektiğinin altını çizerek, “Yakında Türkiye Merkez Bankası Başkanı İran’a gelecek. Tahran’da yapılacak görüşmede ticaret alanında milli para birimi kullanımıyla bankalar arası broker ilişkileri ele alınacak” açıklamasını yaptı.

Taşımacılık ile gümrük konuları üzerinde de durulan görüşmede Türk yetkili, “Ticaret alanında öngörülen 30 milyar dolarlık hedef iki ülkenin bu yönde attığı ilk adımdır. Fakat karşılıklı ticari ilişkilerde gerçek hedefimiz 50 milyar dolara ulaşmaktır, zira bu potansiyele sahibiz” şeklinde konuştu.