کارگر

کارگر

Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Rıza Hakan Tekin “İranlı yetkililerin Türkiye’deki darbenin ilk saatlerinde gösterdikleri duruş ve demokratik bir ülkenin yanında yer almaları bizim için çok değerliydi” dedi.

Türkiye’nin İran Büyükelçisi Rıza Hakan Tekin, Tahran’da düzenlenen basın toplantısında şunları söyledi:

“Türkiye geçen hafta hükümetin içine sızmış olan terörist bir grup tarafından bir darbe sahnesine şahit oldu. Darbe girişimi ve bu girişimin başarısızlıkla sonuçlanması Türkiye’de demokrasinin derinliğini göstermiştir.

Darbeden sonra, Türkiye ve İran arasındaki derin ilişkiler bir kez daha kendini gösterdi. İranlı yetkililerin darbenin ilk saatlerinde duruşlarını açıklamaları ve demokratik bir hükümetin yanında yer almaları bizim için çok değerlidir.

Türk Silahlı Kuvvetleri yeniden düzenlenecektir

Darbeden sonra alınan kararlar doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri yeniden düzenlenecektir. Şu an Gülen hareketinin nüfuzu ve mensuplarının belirlenmesi devam ediyor. Hâlihazırda hükümet kontrolü ele almış durumda ama bu, ihtiyatı elden bırakacağımız anlamına gelmiyor ve bu konuda komuta zinciri hakkında da bir sorun yok.

Bazı ülkeler hala Türkiye’deki gelişmeler hakkında önyargıda bulunmaya devam ediyorlar. Türkiye’nin üst düzey yetkilileri defalarca, darbecilere karşı yapılan bütün eylemlerin demokratik düzen çerçevesinde yapıldığını vurguladılar. Şu an darbecilerden pek çoğunun durumu belli değil ve tutuklandılar ve bu kişilerden bazıları hukuki sürecin ardından ve suçsuz oldukları belirlendikten sonra tekrar işlerine dönecekler.”

Tekin sözlerinin devamında, Hasan Ruhani ve Recep Tayyip Erdoğan’ın gerçekleştirdiği görüşme, Suriye ve Irak hakkındaki görüş ayrılıkları ve Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konu hakkında işbirliğine hazır olduğunu açıklamasıyla ilgili olarak şunları söyledi:

“İki taraf arasında yapıcı bir görüşme gerçekleşti. Hatta Hasan Ruhani konuşmasında, İran’ın da Türkiye gibi sabaha kadar uyanık olduğunu ve gelişmeleri yakından takip ettiğini söyledi. Erdoğan’da İran ve Rusya ile bölge meseleleri hakkında daha fazla işbirliği yapılması gerektiğini vurguladı. Farklı görüşler var ve biz mevcut şartlarda bu ihtilafların en aza indirilmeye çalışılacağına inanıyoruz.

Dış politika konusunda herkes bir adım geride durmalıdır

Türkiye dış politikasını değiştirmeyecektir ama bütün taraflar bir adım geri atacaklar ve Suriye ve Irak konuları için halkın bütün kesimini gözeterek bir çözüm yoluna ulaşılacaktır.”

Hakan Tekin, ordunun temizlenmesi ve bu durumun Türkiye’nin NATO’daki varlığına etkisi hakkında şunları söyledi:

“Darbe girişimi askeri komuta zincirindeydi ve sadece küçük bir grup sızarak bu eylemi gerçekleştirdi. Temizleme operasyonu böylesi olayların bir kez daha tekrarlanmaması için gereklidir ve Türkiye’nin NATO üyeliği bu durumdan etkilenmeyecektir.”

Tekin, İran’ın darbe girişimine yönelik tutumu hakkında üretilen spekülasyon ve yorumlar hakkında kendisine yöneltilen soru üzerine şunları söyledi:

“İran hükümetinin darbenin ilk saatlerinden itibaren sergilediği duruş çok mutluluk vericiydi. Bizim muhatabımız, Ruhani, Zarif ve Laricani gibi açık bir şekilde Türkiye’nin demokratik hükümetini destekleyen İran hükümetinin yetkilileridir. Din âlimlerinin Türkiye’deki olayları doğru değerlendirmesi bizim için önemlidir.

Umarım turizm şirketlerinin Türkiye’ye seyahat yasağı kalkar

Biz bu konu hakkındaki bazı endişelerimizi İranlı muhataplarımıza bildiriyoruz. Hem duruşlarından dolayı teşekkürlerimizi sunuyor, hem de bazı beklentilerimizi iletiyoruz. İran turizm şirketlerinin Türkiye’ye seyahat yasağının kalkmasını ümit ediyoruz.”

 İmam Hamenei’nin Askeri Danışmanı General Rahim Safevi, Tebriz Üniversitesinde yaptığı konuşmada; Türkiye hükumeti, yaşanan son darbe girişiminde gafil avlandı.

Tebriz Üniversitesinde İstihbarat Şehitlerini anma töreninde konuşan General Safevi; düşmana karlı detaylı bilgilerin elde edilmesi, askeri ve istihbarat savaşında çok büyük önem arz etmesini vurgulayarak, Türkiye’nin son olayda istihbarat zaafı yaşadığını söyledi.

Safevi; MİT darbe girişiminden sadece birkaç saat önce haberdar olmuş, Hava Kuvvetleri ve silahlı kuvvetlerin diğer birimlerindeki oluşan hareketliliğin Fetullah Gülenle ilişkili olduğunu anlamıştır. Bu, bilgi darbe girişimini yıpratmak için yeterli olsa da ama Türkiye’nin gafil avlandığı açıktır.

Safevi; İran İslam Cumhuriyeti’nin bu darbe girişimi karşısındaki ilkesel duruşunu hatırlatarak, Türkiye basını ve medyasının İran’ın bu duruşunu yayınlamadığı için eleştirdi.

Safevi; maalesef Türkiye medyası, İranlı yetkililerin darbe girişimi ile bağlı çok net ve zamanında gösterdiği tepkiyi yansıtmadılar.

Hindistan’da çok sayıda sosyal ağ kullanıcısı güvenlik güçlerinin şiddetli müdahalesini ve Keşmir’de 10 gündür süren çatışmalarda kayıpların artmasını gündeme getirdi. Ayrıca kullanıcılar Yeni Delhi’nin bu bölgede tüm irtibat kanallarını kestiğini belirtti.

Mermilere hedef olan bir topluluğun resimlerinin sosyal ağlarda yayınlanması, özellikle Müslümanlar olmak üzere halkın öfkesine ve insani duygularının zedelenmesine neden oldu.

Yayımlanan raporlara göre, geçen 10 gün boyunca Keşmir’de güvenlik güçlerinin şiddeti sonucu 43’den fazla kişi hayatını kaybetti ve üç bin 100 kişi de yaralandı.

Hastanelerden edinilen bilgilere göre, protestoculardan 134 kişi mermi isabet etmesi sonucu görme kabiliyetlerini yitirdi.

Polis ve protestocular arasındaki çatışmalar El-Mücahidin Partisi Lideri Burhan Muzaffer Vani’nin öldürülmesiyle, geçen hafta Cumartesi günü düzenlenen cenaze merasiminin ardından Keşmir’de başladı ve 10 gündür de devam etmekte.

Hindistan güvenlik güçleri geçen hafta Cuma günü Burhan Muzaffer Vani’nin Keşmir’in Ananta bölgesinde Cuma namazına katıldığına dair aldığı istihbaratla, bölgeye giderek, Vani ve beraberindeki iki kişiyi öldürdü.

Hindistan hükümeti şiddeti önlemek için pazartesi günü herhangi bir gazete ve dergi yayınlanmasını yasakladı ve tüm haber kanallarını da kapattı.

Çatışmaların başladığı 10 günden itibaren internet ve bu kuzey şehrinin diğer bölgelerle telefon hattı kesilmiş durumda.

Keşmir Polisi durumu kontrol altına almak için geçen hafta Cumartesi gününden itibaren Srinagar, Paloma, Anantnag, Shopian, Kupvara ve Kulgam şehirlerinde giriş çıkış ve protesto yasağını uygulamaya koydu.

Bazı uzmanlara göre Hindistan hükümeti bu eylemi muhaliflerini bastırmak ve uluslararası toplumun tepkilerini engellemek için gerçekleştirdi.

Son zamanlarda şiddetin ve Keşmir’deki çatışmalarda kayıpların artmasıyla birlikte, birçok Müslüman gazetelerde ve sosyal ağlarda hükümetin ve güvenlik güçlerinin tutumunu şiddetle kınadı.

Keşmir Başbakanı Mahbube Mufti güvenlik güçlerini ve polisi şiddet eylemlerine karşı uyardı. Hindistan Başbakanı Narendra Modi’de geçen hafta Salı günü Afrika ziyareti dönüşü sırasında medyanın tutumunu eleştirip, medyanın Vani hakkında haberler yayınlayarak onu kahraman ilan ettiklerini açıkladı. Keşmir’de bazı siyasi aktivistler El-Mücahidin Partisi Lideri’nin öldürülmesini eleştirerek, El-Mücahidin Partisi Lideri’nin öldürülme şeklinin halkı kışkırttığını belirttiler.

Siyasi aktivistler, “polis 22 yaşındaki bu genci Cuma namazında öldürerek, onu bir kahramana dönüştürdü” dedi.

Keşmir’deki bir siyasi aktivist de güvenlik güçlerinin geçen 10 gün boyunca 40’dan fazla Keşmirli genci öldürmesini ve birçok kişiyi de yaralamasını uygunsuz bir davranış olarak değerlendirdi.

Keşmir’deki siyasi aktivistlerden Muhtar Hüseyin Caferi İRNA’ya verdiği röportajda, Hindistan hükümetinin tüm haber kaynaklarını kapatarak, güvenlik güçlerinin şiddet eylemlerini örtmeye çalıştığını belirtti.

Muhtar Hüseyin yaşanan son gelişmelerin asıl nedenin Vahhabi gruplar olduğunu belirterek, son yıllarda bölgede aşırıcılığın arttığını söyledi.

Muhtar Hüseyin ayrıca, güvenlik güçlerinin bu uygunsuz eylemlerinin Keşmir’de krizin başlaması ve devam etmesinin asıl nedeni olduğunu belirtti.

Keşmir’de Mefatih’ul Ulum Medresesi Müdürü Seyyid Muhammed Sebtan da Suudi Arabistan’ın son yıllarda aileleri ve medreseleri radikal eylemlere çekmek için fazlasıyla maddi yardımda bulunduğunu söyledi.

Seyyid Muhammed Sebtan, Selefilere bağlı radikal grupların Şiiler arasında yeri olmadığını vurguladı.

Keşmir’deki krizin asıl kaynağı

Keşmir Orta Asya’da ve Hindistan Yarımadasındadır. Doğuda Çin’le, kuzeybatıda Afganistan’la, batıda Pakistan’la ve güneyde de Hindistan’la sınırı vardır.

Keşmir’de krizin ilk ortaya çıkışı Hindistan’ın İngiltere tarafından işgal edildiği dönemlere dayanmaktadır ve o günlerde bu yarımadanın mezhebi olarak bölünmesi gündeme gelmiştir.

Hindistan’ın bağımsızlığından önce, Keşmir, Haydar Abad ve Cungadipura şehirleri bağımsız ve özerkti.

Yarımadanın mezhebi olarak bölünmesi ve Müslümanların şu an ki Pakistan’a göç etmesinden sonra, bu şehirler bölünen yarımadanın dışında bırakıldı ve bu bölgelerin kendi kararlarını alması, Hindistan ya da Pakistan’ın egemenliği altında olması yönünde anlaşma sağlandı.

14 Ağustos 1947 yılında Pakistan ve bir gün sonra da Hindistan bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlıktan sonra Pakistan zayıf ve askeri güçten yoksun bir ülkeydi, Hindistan anlaşmaya uymayarak, çoğunluğu Müslüman olan Haydar Abad ve Cungadipura’yı işgal edip kendi topraklarına kattı.

Pakistan’da bu olaya tepki olarak seferberlik ilan ederek, hiçbir gerekçe göstermeden bağımsız olan Keşmir’e girerek, Srinagar’a kadar ilerledi. Bu olayın ardından Keşmir’in Hindu valisi Hari Singh Keşmir’den kaçtı.

Hindistan çok zeki bir şekilde Keşmir’in siyasi tutuklularından olan Şeyh Abdullah’ı hapishaneden çıkararak onunla anlaştı. Böylece 27 Ekim 1947 yılında Hindistan Ordusu tam teçhizatla Keşmir’e girerek, Pakistan güçlerini dağlık şehirlere kadar geri püskürttü.

Bu çatışmaların ardından Birleşmiş Milletler güçleri bölgeye geldi ve ateşkes emri çıkardı. Sonuç olarak Keşmir, Hindistan ve Pakistan kontrolünde olmak üzere iki bölgeye ayrıldı.

Bu çatışmaların ardından Keşmir’in yaklaşık yüzde 70’i Hindistan’ın kontrolü ve kalan kısmı da Azad Keşmir ve kuzey bölgeleri adı altında kaldı.

Halkın çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu dağlık bölgelerin bir kısmı ve Keşmir’in kuzeyi iki bölgenin ortasında kaldı ve Pakistan ve Hindistan olmak üzere, iki ülkenin herhangi birinde oy kullanma hakkına sahip olamadılar. O günden itibaren El-Mücahidin, El- Mü’minin, Leşker-i Tayyibe, Konferans-ı Hürriyet gibi partiler özerklik kazanmak ya da şartlı olarak Pakistan’a bağlanmak için Hindistan Hükumetiyle savaş halindeler.

Hindistan ve Pakistan 1947 yılındaki bağımsızlıklarından şimdiye kadar bu bölgeye hâkim olmak için iki defa savaşa girdiler.

1989 yılından bu güne kadar Keşmir askerleri ve Hindistan emniyet güçleri arasındaki çatışmalarda 68 bin kişi hayatını kaybetti.

Salı, 19 Temmuz 2016 11:34

Darbeyi Kim Planladı?

Allah’ın adıyla

Türkiye FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması)’nın tetikçiliğini yaptığı uluslararası kanlı bir darbe teşebbüsünü halkın eşsiz basiret ve cesareti ile atlatmayı başardı.

İlk gün oluşan toz ve sis bulutu dağıldıkça Türkiye tarihinin teşebbüs açısından en kara, halkın direnişi açısından eşsiz bir zafer hükmünde olan darbe kalkışmasında yaşananlar ve olayın gerek ulusal ve gerekse uluslararası boyutları aşikar olmaya başladı. Her yeni bilgi insana küçük dilini yutturacak cinsten.

Benim kanaatime göre 15 Temmuz darbe kalkışması ve ardından yaşananlar Türkiye açısından tarihi bir kırılma noktası olmuştur. Bundan sonra Türkiye asla eski Türkiye olmayacaktır. Ve yeni Türkiye’nin alacağı şekilde bölgedeki tüm dengelerin yeniden şekillenmesine yol açacaktır.

Bu iddialı savı bazı sorular çerçevesinde analiz edelim.

Darbeyi kim, niçin planladı?

Darbe teşebbüsünün sahadaki tetikçisinin FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması) olduğu artık herkes için ayan beyan olmuş durumda. Ancak burada dikkatlerimizi taşeron ve tetikçilere yoğunlaştırırsak darbenin esas planlayıcısı ve sahibini gözden kaçırırız. Peşine düşeceğimiz soru şu olmalı: “Taşeron ve tetikçinin ötesinde bu darbenin esas planlayıcısı kimdir ve neyin peşindedir?”

Bu sorunun birinci bölümünün cevabı akıl sahipleri açısından açık ve yalındır. Fethullah Gülen (Hizmet) Hareketi bu zamana kadar kimin kucağında büyümüş ve halen kimin kucağında oturuyorsa darbenin esas planlayıcısı ve sahibi odur.

Hepimiz biliyoruz ki, Gülen Hareketi Amerika ve İsrail’in kirli kucağında yetişmiştir. Ve Hizmet Hareketi’de Amerika ve İsrail’in kucağında olmaktan şeref duyduğunu değişik karinelerle binlerce kez deklare etmiştir.

Sorunun bu bölümü için sözün özü: Bu darbe Amerika, Avrupa Birliği ve İsrail yapımı bir komplodur. FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması) ve ileride daha netleşecek bir kısım bileşenler NATO’nun taşeron, tetikçi ve paralı askerleridir.

Sorunun “Darbeyi planlayanlar neyin peşindedir?” şeklindeki ikinci bölümünü analiz etmek ise nispeten daha çetrefilli bir iş olmakla beraber akıl sahipleri için uzak bir hakikat değildir.

Amerika’nın hakikatte BİP (Büyük İsrail Projesi) ancak resmiyette BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) olarak adlandırdığı ve Ortadoğu’da ki yirmi iki ülkenin sınır ve rejimlerini değiştirmeyi amaç edinen ve dönemin ABD Başkanı Bush tarafından “Büyük Haçlı Seferi” olarak duyurulan asrın sulta operasyonu, “Direniş Cephesi”nin (İran, Irak Merkezi Hükümeti, Suriye, Lübnan Hizbullah Hareketi, Yemen Ensarullah Hareketi vd. bileşenler) eşsiz fedakarlık ve karşı koyuşuyla sekteye uğradı ve kısmen geri püskürtüldü.

Bu gelişmenin yansımaları olarak ta bugün Batı Dünyası karşısındaki en etkin güç olan Rusya’nın Direniş Cephesi ile sürekli derinleşen ve genişleyen bir ittifakı oluşmaya başladı. Ayrıca Amerika ve yandaşlarının BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) çerçevesinde en fazla bel bağladıkları ve operasyon üssüne çevirdikleri Türkiye, girişimin altıncı yılında neredeyse yüz seksen derecelik ciddi bir pozisyon değişimine yöneldi.

Amerika ve yandaşları açısından hezimet olacak bu gelişmeleri onlara göre önlemenin yolu Türkiye’de “ontolojik (yani kalbi ve beyni ile Amerika’ya iman etmiş) Amerikancı bir hükümet” tesis etmekti. İşte onun için düğmeye basıldı.

Pragmatik Amerikancılık ile Ontolojik Amerikancılık aynı şey mi?

Bu soru darbe girişimini doğru analiz etme ve anlama da hakkıyla cevaplanması gereken bir sorudur. Zira pek çok şahsiyet ya da çevre bu ikisi arasındaki farkı anlayamadığından olayları (dünyayı) doğru okuyamıyor ve doğru tepki veremiyor.

Pragmatik (çıkarcı) Amerikancılık, mevcut makam ve imkanları korumak amacıyla şartların dayatması, kuşatması ya da zorlamasıyla oluşan bir tür birlikte iş tutma girişimidir. Oysa ontolojik (varoluşsal) Amerikancılık ise kalbi ve beyni ile Amerika’nın ilahlığına iman etmiş olmanın adıdır. Bu anlayışa göre onlarla bir olmak imanın gereğidir ve ona hizmet etmek ibadetin kendisidir. Dolayısıyla bu iki tür Amerikancılık birbirinden yüzde yüz farklıdır.

Burada hiç kimsenin mevcut günah ve suçlarını örtmeye ve ortak olmaya çalışmadan ama cesaretle şunu söyleyelim: Mevcut iktidarın Amerikancılığı pragmatiktir oysa FETÖ / PDY (Fethullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması)’nın Amerikancılığı ise ontolojiktir.

Darbeyi kim, nasıl bastırdı?

Şunu gururlanarak itiraf edelim: Darbeyi basiret ve cesaret sahibi halk bedelini ödeyerek bastırmıştır! Ama çözülmesi gereken bir soru daha var: “Daha önce Türkiye tarihinde hiç olmamış bir olay olarak halkı sokaklara davet fikri nasıl gelişti?”

Bu soruyu cevaplamaya belki birçoğumuz için yeni (ve belki de şimdilik uçuk gibi görünen) bir iddiayı dillendirerek başlayalım. Uluslararası bazı haber portallarının dillendirdiği iddia şöyle: Cumhurbaşkanı Erdoğan darbe girişiminin başladığı 15 Temmuz Cuma akşam saatlerinde Marmaris’teydi. Darbe kalkışmasının başlaması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hayatının tehlikeye girmesi üzerine yetkililer, karşı hamleleri yönetmesi için Erdoğan’ı güvenli bir ülkeye götürmek istediler. Bunun için önce Avrupa Birliği (özelde Almanya) nezdinde girişim yapıldı. Ancak ret cevabı alındı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan İran’ın başkenti Tahran’a yöneldi. İran savaş uçaklarının refakat ettiği cumhurbaşkanlığı uçağı Tahran’a indi.

( Bu iddiayı daha detaylı okumak için: https://rasthaber.com/erdogan-o-aksam-tahrandamiydi/ )

Halkın sokaklara davet fikrinin de burada oluştuğu iddialar arasında.

Şöyle bir bilgi araştırmacılar nezdinde aşikardır. Satılmış silahlı güçlere karşı halka yaslanmayı ilk kez İmam Humeyni 1979 devrim sürecinde uygulamıştır. Belki de o günleri yaşamış bir akil insan ya da yetkili bir şeyler fısıldamıştır… Bilemiyoruz…

Tüm olup bitenler bir tiyatro mu?

Türkiye’de içlerinde anti-emperyalist çevreler, solcular, milliyetçiler, muhafazakarlar, Şiiler ve Alevilerinde olduğu geniş bir yelpazede tüm olup bitenin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a başkanlık yolunu açmak için bir tiyatro olduğunu iddia ediyorlar. Onların bu iddiasını da cevaplamak gerekiyor.

Esasında bu iddianın sahipleri zımnen şunu demiş oluyorlar: Cumhurbaşkanı Erdoğan başkan olabilmek için çoğu rütbeli ve makam sahibi binlerce asker ve bürokratı ikna etti ve onlara dedi ki: Siz önce sokaklara çıkın. Yakıp yıkın. Sonra ben gelip sizin bir bölümünüzü öldüreyim bir bölümünüzü yaralıyayım. Kalanları tutuklayıp makam ve rütbelerini sökeyim. Sizin tümünüzün hayatı kararsın ancak bana da başkanlık yolu açılsın…

Olup biten bir tiyatrodur demek işte bunu demektir.

Böyle bir iddiaya inanmak için beynin contalarının ya yanmış ya da sıyrılmış olması gerek.

Peki, bu saçma iddia hala niçin dillerde? Cevap çok basit: Darbenin başarılı olmasını isteyenler “keşke darbe başarılı olsaydı” diyemediklerinden “tüm olup biten bir tiyatro” diyorlar. Mesele bundan ibaret.

Olaylar neden doğru okunamıyor?

Yukarıda da belirttim içlerinde anti-emperyalist çevreler, solcular, milliyetçiler, muhafazakarlar, Şiiler ve Alevilerinde olduğu geniş bir yelpazede hatırı sayılır bir kitle, maalesef olayları doğru okuyamadı ve dolaylı veya zımni olarak darbeciler ile aynı safta yer aldı. Tüm kesimler için yüz kızartıcı olmakla beraber özellikle Şiiler açısından tam zül bir durum!

Tüm hayat boyu Hüseyin – Yezid muhabbeti yapacaksın fakat ilk kargaşada yolunu kaybedip yoldan sapacaksın. Bu kabul edilebilecek bir durum değil.

Peki, dostlar niçin olayları (dünyayı) doğru okuyamıyorlar? Çok daha uzun bir analizin konusu olması gereken bu soruyu şimdilik iki madde halinde cevaplayalım.

Birincisi ve en önemlisi dünyaya bütüncül bakamama sorunu. Şöyle ki, eğer dünya global bir köy olup içinde yaşananlarda “hak-batıl” mücadelesi ise bizler öncelikle hak ve batılın müşahhas sahiplerini tespit etmeliyiz. Yani problemin başlangıcı şu olmuş oluyor: Bugün Musa kimdir ve Firavun kimdir?

Bugün güncel istikbar (Yezid) Amerika’dan başka biri midir? Ve bugün güncel Firavun onun başkanı değil midir? Ve bence bugün Musa, Velayet-i Fakih’den başka kim olabilir?

Demek ki, esas düşman emperyalizm ve onun bileşeni olan siyonizmdir. Yani adını koyarsak Amerika, Avrupa Birliği, İsrail ve NATO’dur.

Esas düşmanı gözden kaçırır taşeron ve tetikçilere dikkat kesilirsek olayların künhü kavranamaz, ayaklar kayar ve yollar sapar.

İkincisi: Esas düşmanı gözden kaybedenler tüm öfke ve kinlerini bir şahsiyete yöneltiyorlar. Bu da onları “devrilsin de nasıl devrilirse devrilsin ve o gitsin de kim gelirse gelsin” gibi saçma sapan ve aklın asla onaylamayacağı bir mantığa götürüyor.

Oysa bu şahsiyetler gözlerini tarihte masum İmamlara (a.s) ancak aynı zamanda güncelde Velayet-i Fakih’e çevirseydiler kaymayacak, sapmayacaklardı.

Muntazar Musavi / Rasthaber

Behram Kasımi, “BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un 2231 sayılı kararla ilgili sunduğu raporda ABD’nin etkisi vardır” dedi.

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un 2231 sayılı kararın yürürlüğe girmesiyle ilgili olarak sunduğu rapora ilişkin yaptığı açıklamada, “Bu rapor, nükleer anlaşmanın ilkeleri ile çelişkilidir. Ban Ki-mun’un İran’a yönelik ileri sürdüğü açıklamalar dayanaksızdır” ifadelerini kullandı.

Sözcü, “İran füze programının endişe verici olduğunu ileri süren bu rapor ard niyetli bir şekilde hazırlanmıştır. İran İslam Cumhuriyeti açısından ülkenin savunma sistemi hakkında bu gibi açıklamaların öne sürülmesi kabul edilebilir değildir” değerlendirmesinde bulundu.

Behram Kasımi, açıklamasının bir bölümünde de Amerika’nın nükleer anlaşma ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini vurguladı.

 

Rusya: İran 2231 Kararını İhlal Etmemiştir
 
 Rusya’nın Birleşmiş Milletler ’deki daimi temsilcisi 2231 kararı ile ilgili olarak, “Tahran füze denemelerinden alıkonulmadı sadece bu konudan sakınması önerildi. Bu öneriye uyulması zorunlu olmamakla birlikte, Tahran 2231 kararını ihlal etmemiştir” dedi.

Rusya’nın Birleşmiş Milletlerdeki daimi temsilcisi Vitaliy Çurkin Vzglad İnternet Gazetesi ile yaptığı röportajda İran ve 5+1 ülkeleri arasındaki Nükleer Anlaşmanın başarılarına değinerek, “Nükleer Anlaşma son yıllarda uluslararası diplomasi alanında en önemli gelişmelerden biridir” dedi.

Çurkin röportajında şunları söyledi: “ Asıl kısmını İran ve 5+1 ülkeleri arasındaki Nükleer Anlaşmanın oluşturduğu 2231 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının kabulü, uluslararası en karmaşık meselelerin bile, onu çözmek için siyasi bir iradeye ve anlaşmaya hazırlıklı olunduğu sürece hallolabileceğinin açık bir örneğidir.

Bu kadar karmaşık bir sistemden bahsedildiğinde, hangi tarafın anlaşmanın uygulanmasından tam bir şekilde razı olduğunun söylemesinin çok zor olduğu açık bir durumdur.

Tahran bu durumdan razı değildir. Çünkü yaptırımların tek taraflı olarak kaldırılması çoğunlukla ekonomik ve ticari ilişkilerin normalleşmesini sağlamamaktadır ve birçok Batı şirketi Amerika’nın muhtemel tepkisinden korkmaktadır. Karşı taraftaki ülkeler de İran’ın füze denemelerini gündeme getirmektedir, oysaki İran’ın bu konuda herhangi bir yasağı bulunmamaktadır.

Her halükarda Nükleer Anlaşmanın iyi bir şekilde ilerlediğine inanıyoruz. Öte yandan Güvenlik Konseyi Üyeleri İran’ın füze denemeleri konusunda anlaşma sağlayamamıştı. Bu durumda şunu hatırlatmak isterim ki, 2231 kararı İran karşıtı önceki kararları bozmaktadır. İran’ın füze denemeleri yasaklanmamış, sadece sakınması önerilmiştir. Bu öneri görmezden gelinebilir ve Tahran 2231 kararını ihlal etmemiştir.”

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile telefonda görüştüğü belirtildi.

Ruhani, bu telefon görüşmesinde, “Türkiye halkı meydana gelen darbe girişiminde büyük bir siyasi anlayışa sahip olduğunu ve zorbacılığın bir sonuca ulaşmayacağını gösterdi. Türkiye’de güven ve istikrarın yeniden sağlanması için mutluyuz. Sizin iyi liderliğiniz ve halkınızın direnişi sayesinde dost ülke Türkiye’de istikrarın yeniden sağlanmasına tanık olduk” dedi.

“Türkiye’nin güven ve istikrarı bölge için çok önemlidir” diyen Ruhani, “Kuşkusuz bazı büyük güçler ile terör örgütleri, İslam ülkelerinde güven ve istikrarın sağlanmasını istemiyorlar. Türkiye’deki darbe girişimi dost ve düşmanları tanımak için en iyi fırsattı” ifadelerinde bulundu.

Ülkesindeki son gelişmeleri değerlendiren Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu görüşmede, İranlı mevkidaşının düzenlediği telefon görüşmesinden dolayı teşekkürlerini iletti.

Türkiye’deki Darbeye En Başından Karşı Çıktık
İran İslam Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Abdurrıza Rehmanifezli, ülke il emniyet müdürleri toplantısında yaptığı açıklamalarda; Türkiye’de olan askeri darbe girişimine ilişkin açıklamalarda bulundu.
 
Rehmanifezli, Türkiye’nin son olayları bu ülkenin iç siyasetinde ve iç bürokrasi kuruluşunda istikrarsızlıkların mevcut olduğunu göstermektedir. Türkiye Devleti son yılarda büyük iddialarda bulunmuştu ama Irak, Suriye ve Yemen gelişmelerine girdiğinden sonra iç istikrarsızlıkla karşı karşıya kaldı.

Rehmanifezli, biz bölge ülkelerinin hiç birisinde; şiddete, zorbalığa ve gayri meşru müdahalelere razı olmayız ve bu ilkeye dayanarak, Türkiye’de olan darbe girişiminde ilk aşamadan tepki göstererek kabul etmediğimizi söyledik.

İran İçişleri Bakanı Amerika’nın bölgede istikrasızlık oluşturmayı isteme politikasına değinerek; Amerika’nın bizimle düşmanlığı bitmemiştir ve biz ona karşı sağduyuda bulunamayız. Bu durumdan dolayı biz savunma ve askeri çalışmalarımızda duyarsız olamayız.


15 Temmuz, Türkiye’nin en uzun gecesinin bütün ayrıntıları!  Yaşanan darbe girişiminin ardında Hava Kuvvetleri eski komutanı Orgeneral Akın Öztürk ile damadı Yarbay Hakan Karakuş çıktı. İşte yaşananlar…

Orgeneral Akın Öztürk, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na Balyoz operasyonu sonrasında birçok komutanın tutuklanmasının ardından 2013 yılında getirildi. İki yıl komutanlık yaptıktan sonra Ağustos 2015’e görevi Orgeneral Abidin Ünal’a devretti. Orgeneral Öztürk, kalan bir yıllık görev süresini Yüksek Askeri Şura üyesi olarak devam ettirip önümüzdeki 30 Ağustos’ta emekli edilecekti.

GENELKURMAY BİR YIL ÖNCE UYARILDI

Geçen yıl Fettullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile bağlantıları olduğu iddia edilen Akın Öztürk’ün ‘darbe yapabilecek potansiyele sahip olduğu’ geçen yıl bir grup subay tarafından Genelkurmay Başkanlığı’na bildirildiği öğrenildi.

DARBE OLSAYDI AKIN ÖZTÜRK GENELKURMAY BAŞKANI OLACAKTI

Türk Silahlı Kuvvetleri, devletten temizlenmeye başlanan FETÖ bağlantılarına sahip general ve amirallerin önümüzdeki günlerde yapılacak olan Yüksek Askeri Şura’da emekli edileceklerinin belli olması üzerine Orgeneral Öztürk’ün Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanlığı (EDOK) Muhabere ve Destek Eğitim Komutanı Korgeneral Metin İyidil ile birlikte düğmeye bastığı ortaya atılan iddialar arasında. Eğer darbe başarılı olsaydı, Akın Öztürk Genelkurmay Başkanı olacaktı.

DARBE GECESİ DÜĞÜN VARDI! TEK KATILMAYAN ÖZTÜRK’TÜ

Dün gece, Eskişehir’de bulunan ve Hava Kuvvetleri’nin tüm vurucu güçlerinin komutanı olan Muharip Hava Kuvveti ve Hava Füze Savunma Komutanı Korgeneral İlhan Şanver’in kızının İstanbul’da düğünü vardı. Moda Deniz Kulübü’ndeki düğüne tüm Hava Kuvvetleri üst düzey komuta kademesi davetliydi. Başta Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal olmak üzere tüm havacı generaller ve üst düzey komutanlar İstanbul’a gelmişti. Düğüne katılmayan tek komutan ise Orgeneral Akın Öztürk’tü.

ANKARA’DA DÜĞMEYE ÖZTÜRK BASTI

Orgeneral Akın Öztürk, dün gece 22.00’de Ankara Akıncı 4. Ana Jet Üs Komutanlığı’ndan F-16’ların kaldırılması ile operasyon için düğmeye bastı. Bu operasyon, Öztürk’ün damadı Hava Pilot Kurmay Yarbay Hakan Karakuş’un komutanı olduğu Akıncı Üssü’ndeki 141. Filo’da başladı. Yarbay Karakuş, iki yıl önce Ankara’da Kuveytli diplomatlarla kavga etmiş ve çıkan arbedede darp edilerek ismi gündeme gelmişti.

ERKEN PAYDOS

Hava Kuvvetleri’nin karargah filosu olarak bilinen 141. Filo’nun personeli dün öğleden sonra ‘Bugün filo komutanının emriyle erken paydos edilecek’ denilerek lojmana gönderilmişti.

TANKER UÇAKLAR GÖNDERİLDİ

F-16’ların uzun süre havada kalabilmesi için İncirlik Hava Üssü’nden KC135R tipi iki tanker uçak görevlendirildi. Bu uçaklar önce Ankara’da sonra da İstanbul’da görev yaparak F-16’ların saatlerce havada kalmasını sağladı.

MODA’YA HELİKOPTER İNDİ KOMUTANLAR ALINDI

Korgeneral İlhan Şanver’in kızının Moda’daki düğününe Ankar’da F-16’lar uçarken bir Sikorsky S-70 tipi helikopter indi. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal başta olmak üzere tüm komuta heyeti helikoptere alınarak bilinmeyen bir yere götürüldü. Hava Kuvvetleri üst düzey ekibin darbeciler tarafından kaçırılması, üs ve filoların hızlı reaksiyon vermesini önledi.

KARA HAVACILIK’TAN DESTEK

Darbe girişimine Hava Kuvvetleri’nden Ankara Akıncı 4. Ana Jet Üssü ile İncirlik Adana’daki 10. Tanker Üs Komutanlığı’nın yanı sıra Ankara Güvercinlik’teki Kara Havacılık ve Jandarma Havacılık birliklerinden bazı desteklerin verildiği de ifade edildi. Kalkan Sikorsky S-70’lerin yanı sıra Ankara’da AH-1 Cobra helikopterlerinin uçtuğu, farklı bölgelerde ateş açtığı belirlendi.

F16’LAR VURULDU

Bu gelişmeler üzerine Hava Kuvvetleri, her an kalkışa hazır tüm üslerdeki F-16 uçaklarını havalandırarak İstanbul ve Ankara’da uçan darbeci güçlerin kontrolündeki F-16’ların peşine düştü. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından darbecilerin kontrolündeki F-16’lara ‘vur emri’ verildi. Bir S-70 helikopteri ise Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-16 tarafından vuruldu.

TC-ATA UÇAĞI İNERKEN ÜZERİNDEN F-16’LAR GEÇTİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dalaman’dan TC-ATA tescilli VIP uçağına binerek, İstanbul Atatürk Havalimanı’na hareket etti. Bir saate yakın Biga semalarında bekleme yapan uçağa, F-16’lar eşlik etti. Ancak uçağın İstanbul Atatürk Havalimanı’na 03.18’de inmesinden sonra darbeci F-16’lar Bandırma’dan kalkan F-16’lar tarafından kovalandı.

HANGARLARIN CAMLARI KIRILDI

TC-ATA uçağı indikten sonra Florya tarafındaki Genel Havacılık apronuna geçti. Bu sırada iki F-16 uçağının Atatürk Havalimanı üzerinden ses hızını aşarak çok alçaktan uçtu. Bazı hangarların camları kırıldı. Bu sırada uçakların İstanbul hava sahasında KC135R tanker uçaklarından yakıt ikmali yaptığı belirlendi.

RUS UÇAĞININ DÜŞÜRÜLMESİ BU ÇETENİN İŞİ Mİ?

Darbe girişimlerinin ardından akla gelen sorulardan biri de 24 Kasım 2015’te sınır ihlali nedeniyle düşürülen Rus uçağının arkasında darbeci yapının olduğuydu.

Uçuşun ardından komuta kademesinin yanı sıra darbeci pilotların kullandığı F-16 ve tanker uçak pilotları, destek veren yer ekipleri tutuklandı.

cnn

Pazar, 17 Temmuz 2016 10:57

Zarif Türk halkını takdir etti

İran İslam Cumhuriyeti Dışişeri Bakanı, demokrasiyi ve seçilmiş hükümeti koruyan Türk halkının tepkisini cesurca bir davranış olarak değerlendirdi.

Twitter hesabında Türkiye'deki darbe girişimini değerlendiren İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Ankara'nın stratejik bölgeleri ve mekanlarını darbecilerin elinden kurtarmak için gece boyunca mücadele eden Türk halkının tepkisini cesurca bir davranış olarak değerlendirerek takdirlerini dile getirdi.

Zarif, demokrasi ve seçilmiş hükümeti savunmak amacıyla cesurca mücadele eden Türk halkının bu tepkisi, bölgede darbelerin yeri olmadığını ve yenilgiye gebe olduğunu belirtti.

İran İstihbarat Bakanı'nın Darbe değerlendirmesi
ürkiye'deki darbe girişimine tepki gösteren İran İslam Cumhuriyeti İstihbarat Bakanı, İran askeri, güvenlik ve istihbarat birimlerinin Türkiye ile olan sınırların boyunca hazır durumda olduklarını bildirdi. Mehr haber ajansının bildirdiğine göre, İran İslam Cumhuriyeti İstihbarat Bakanı Seyyid Mahumud Alevi, Türkiye'deki darbe girişimine tepki olarak yaptığı değerlendirmede, İran askeri, güvenlik ve istihbarat birimlerinin Türkiye ile olan sınırların boyunca hazır durumda olduklarını ve güvenliğin tam olarak sağlandığını bildirdi. 

İran İstihbarat Bakanı, Türkiye'de güvenliğin ve istikraraın sağlanmasını diledi.

Cumhurbaşkanı Ruhani, “Kimileri tank ve topla halkın seçtiğini devirebileceğini sanıyor. Darbe dönemi ve tank ile topun cirit attığı günler bitmiştir” dedi.

29. eyalet gezileri kapsamında İran’ın batısında yer alan Kirmanşah’a giden Cumhurbaşkanı Ruhani, yetkililer ve Kirmanşahlılar tarafından karşılandı.

Bölgedeki ülkelerde bazı kesimlerin darbe ile işi yürütebileceğini söyleyen Ruhani, “Kimileri tank ve topla halkın seçtiği hükümetleri devirebileceğini sanıyor. Darbe dönemi ve tank ile topun cirit attığı sahneler bitmiştir” diye belirtti.

Bugün Türkiye, Suriye, Bahreyn, Irak ve Yemen gibi ülkelerde sadece seçim sandığının çözüm yolu olduğunu kaydeden Ruhani, bölgede bazı çocuk katili ülkelerin de bulunduğuna dikkat çekti.

İran’ın bölgede işgalcilerin önüne almakta ön cehpede olduğunu bildiren Ruhani, “Bölgemizde sorunlarımıza baktığımızda, bu sorunların birlik, direniş, Vilayet-i Fakih ve İslam birliği bayrağı altında birleşmekten geçtiğini görürüz” diye konuştu.

İran halkının düşmanı bu topraklardan kovduğunu ve bugün de nükleer anlaşma vasıtasıyla Siyonistler, süper güçler, işgalciler ve Amerika’nın egemenliğini yıktığını belirten Ruhani, İran’da kimsenin yaptırımların önünün kesildiği için üzülmediğini vurguladı.

İran’ın 2 milyar 700 milyon dolarlık değerindeli varlığını bu paraya el koyanların boğazından çıkartıp geri alacağının altını çizen Cumhurbaşkanı, Yargı Erki’ne bir an önce bu konuda harekete geçmesi için çağrıda bulundu.

Son günlerde İran'daki iç politikanın ana gündemlerinden biri olan astronomik maaşlar konusuna da değinen Cumhurbaşkanı Ruahani, “Sadece birkaç yüz müdür astronomik maaş alıyordu ve diğer müdürlerin karnesi temizdir” diye açıkladı.

Cumhurbaşkanı halka hitap ettiği konuşmanın sonunda hükümetin astronomik maaşlar konusunu halledeceği ve yolsuzlukla sonuna kadar mücadele edeceği vaadinde bulundu.

Çarşamba, 13 Temmuz 2016 10:40

Vahabilerin tarihi kirlettikleri gün

İslam tarihinin büyük facialarından biri 8 Şevval 1345 (21 Nisan 1925) tarihinde Medine-i Münevvere'de yaşandı.

Vahabî inancına bağlı kral İbn Suud, Cennetü'l-Baki mezarlığı’ndaki bütün türbeleri ve kabirleri, Vehhabî alimlerinin fetvalarına dayanarak tahrip ettirdi.

Suudiler’in tarih mirasına yönelik korkunç yıkımları, Peygamberi ve hatta dinin kendisini dahi ‘put’ ilan etme noktasına varan Vahabi inanışına dayanıyor. Öyle ki 1802'de, Emir Abdülaziz'in oğlu Suud'un kumandasında Kerbela'da Aşura matem merasimine, Müslümanların üzerine saldırdılar. Bir rivayete göre 2000, bir başka anlatıma göre 10 bin Şii bu saldırıda öldü. Hz. Hüseyin'in (a.s) türbesi yağma oldu. Kerbela yandı, yıkıldı, tarihte bir kere daha mateme büründü.

Vahabiler durmadı, Mekke ve Medine'yi ele geçirip Hz. Muhammed’in ailesinin ve İslam büyüklerinin mezarlarını tahrip ettiler. Tüm bunlar üzerine Osmanlı Padişahı İkinci Mahmud döneminde duruma müdahale edildi. Padişah tarafından sapkın ilan edilen bu teröristler ve liderleri İstanbul’a getirilerek asıldı. Vahabi fırkası, 1744 yılında Arabistan çöllerine hakimiyet kurmak isteyen Muhammed Bin Suud liderliğindeki Suudi kabilesi ile onun akıl hocası Muhammed İbn Abdül Vahab arasındaki anlaşmayla yayılmaya başladı.

Kur’an’ın bile ancak kendi yorumlarına göre okunmasına izin veren, ibadet etmeyen vatandaşlarına ölüme varan cezalar uygulayan, kadınların sosyal hayatta hiçbir varlık göstermesine izin vermeyen, kendileriyle aynı inancı paylaşmayan Müslümanlar’ı bile ‘kafir’ ilan eden Vahabi mezhebi, sırtını milyarlarca dolar değerindeki petrol rezervlerine dayıyor. 2000 yılında Afganistan’daki binlerce yıllık Budist heykellerini yıkmaları için Taliban’a maddi yardım gönderen Vahabiler ‘İslamcı terör’ yaftası yapıştırılarak bütün Müslümanlar’ı töhmet altında bırakan dalganın da finansörü ve ideoloğu.

İngilizler, kendi emelleri doğrultusunda yönlendirdikleri Muhammed Abdülvehhab ve onun kurduğu Vahabilik mezhebi aracılığı ile toplumda İslam adına mevcut olan motifleri çökertmek ve yerine İslamî olmayan ve İslam’ın özünde bulunmayanları koyma hedeflerini gerçekleştirdiler.

Kabir ve türbe ziyaretlerini şirk kabul eden Vehhabiliği destekleyen Suud Hükümetinin, Ehlibeyt  (a.s) İmamlarının, İslam büyüklerinin ve sahabelerin kabirlerini tahrip ederek, belirsizleştirmeleri bu hakikatin açık bir misalidir. Zira Müslümanların mukaddes türbeleri ziyaretten hangi şekilde olursa olsun alıkonulması düşüncesi bizzat Sömürgeler Bakanlığı’nın misyoner-ajanlarına dağıttıkları kitaplarda “Müslümanları güçlendiren faktörleri yok etmek için tavsiyeler” bölümünde yer almaktadır.