کارگر

کارگر

Çarşamba, 22 May 2019 04:58

Kadir gecesinin Kadirini bilin

Ey mümin kardeşlerim! Ey kalpleri saf ve pak olanlar! Sakın mağrur olup demeyin “biz günah işlemedik ki

BismillahirrahmanirrahimAllah-u teala tarafından teşri edilen ilahi hükümlerin önemine baktığımda - oruç tutmak, Kur’an okumak, me’sur duaları okumak, Allah’ın inayeti ile O’na tevessül etmek- buların hepsinin önemli olduğunu görüyorum ama bizler için çok önemli olan bir amel var; “istiğfar etmek”, mağfiret dilemek, bilmeden yaptığımız veya cehaletimizden işlediğimiz günahları veyahut Allah etmesin bilerek işlediğimiz günahları Allah’ın affetmesini dilemek. 

“İstiğfar” konusunu akli ve Kur’ani olarak ele almak istemiyorum, sadece çok önemli mubarek Kadir geceleri münasebetiyle istiğfar konusunu hatırlatmak istedim.

 

İstiğfara olan ihtiyaç

Azizlerim; bacı ve kardeşlerim, Allah’tan af dilemenin/ istiğfarın ilk adımı, Allah’a dönmektir. Tevbe etmek yani Allah’a dönmek; insan nerde olursa olsun, hangi makamda olursa olsun, kemalin hangi derecesine ulaşırsa ulaşsın- hatta Emirelmüminin (a.s) seviyesinde olunsa da- yine istiğfara ihtiyacı vardır. Allah-u teala peygamberine Kur’an-ı Kerim’de defalarca buyuruyor; “istiğfar et!”. Peygamber masum olmasına, hiç bir günah işlememesine, hiç bir ilahi emre karşı gelmemesine reğmen Allah yine kendisine istiğfar etmesini emr ediyor.

 

Peygamberlerin evliyaların istiğfarlarının hakikati nedir?, bunun kendisi başlı başına bir konudur ama  şu kadarı aşıkardır ki, onların istiğfarı bizim günhalarımızdan dolayı yaptiğimiz istiğfar gibi değildir. Bizlerin işledikleri günahları onlar asla işlemezler; onların makamları çok yücedir, Allah’a yakın oluşları ve rububiyyet makamına yakınlıkları en yüksek seviyededir. “Gurb” ( Allah ‘a yakınlık makamı) makamında bizler için mubah olan-hatta bazen müstehab olan- ameller o yüce insanlar için Allah’a yaklaşmaya engel olarak görülebilir. Onların istiğfarı,  o gurb makamının şanına layık olacak şekildedir. Hem de ciddi bir şekilde , sadece dille zahir istiğfar değildir. Emirelmüminin, kendisinden nakl edilen duayı Kumeyl´e de istiğfar ile başlıyor; Allah’ı, önce isimine, sonra kudretine, sonra azametine ve celal ve cemal sıfatlarına ant/yemine verdikten sonra istiğfara başlıyor: “ İlahi ismet perdesini yırtan günahlarımı bağışla!”.... Ebu Hamzay-i Sumali duası ve bu büyük zatlardan nakl edilen diğer dualar da aynı şekildedir. Hepimizin istiğfara ihtiyacı var.

 

Ey mümin kardeşlerim! Ey kalpleri saf ve pak olanlar! Sakın mağrur olup demeyin “biz günah işlemedik ki, niye suçlu olalım, niye mukassir olalım”, Allah’ın verdiği nimetlerin karşısında yaptığımız iyi amellerin ne kadar değeri vardır? Bu yaptığımız iyi ameller, Allah’ın nimetlerinin karşısında  şükr hakkını yerine getirmiş olmak için yeterli midir? Yaptığımız iyi amelleri, Allah’ın nimetleri karşısında zikr etmeye değer mi? Bizler bunların şükrünü yerine getirmeye gücümüz yetmez. İnsan, Allah’ın an be an gönderdiği fazlından ve lütfundan mustağnı olduğunu söyleyebilir mi? Bizler her an O’na muhtacız, Allah’ın inayeti heran bizlere ulaşıyor. “Hayırın bizlere devamlı ulaşıyor”.. biz ise şükrünü yerine getirmekten aciziz. İşte bu, insanın kendisini mukassir ve suçlu görmesini ve neticede istiğfar etmesini gerektirir.

 

Kadir gecesi istiğfar ve mağfiret talep etmek için büyük bir fırsattır, Allah’tan af dileyin. Bizlere dergahina yönelme fırsatı vermiş, istiğfar etme fırsatı tanımıştır; istiğfar ve tevbe ederek O’na yönelelim. Aksi takdirde Allah’ın günahkarlara söylediği : “özür dilemeleri için de onlara izin verilmeyecek” ( Murselat/ 36 ) sözü, kıyamet günü -Allah etmesin -bizim için de söylense özür dilemek için iznimiz dahi olmayacak; günhakarlara ağızlarını açmaya izin verilmeyecek, orası özür ve af dileme yeri değidir. Burda fırsat var, burda izin var. Burdaki her özür ve af dileme insanı yüceltir, günahları yıkar, sizleri temizleyip nurlandırır. Bu dünyada fırsat varken istiğfar edin, Allah’tan af dileyin, Allah’ın muhabbetini kazanın. “Beni anın ki, ben de sizi anayım...” ( Bakara /152 ) Sizler kalbinizi Allah’a yöneltip Allah’ı kalbinizde hazır edip Allah’ı andığınız zaman Allah-u teala o anda lütuf, şefkat ve rahmetini size yöneltir ve inayet, bağışlama ve cömertlik eli size doğru uzanır. Allah’ı hatırlayın devamlı O’nu anın, aksi takdirde öyle bir gün gelecek ki Allah’ın günahkarlara hitabı şöyle olacak: “İşte bugünkü kavuşmanızı unuttuğunuz gibi, biz de sizi unuttuk”  (Casiye/ 34) Yani dünyada Allah’ı anmayan unutan insanı Allah da kıyamet günü unutacak ve unutulmaya terk edecek. Kıyamet günü böyle bir sahnedir.

 

Allah-u teal bugün kendisine yönelmeye , O’nu anmaya, dergahında  raz-u niyaz etmeye ve yalvarıp yakarmaya izin vermişse öyleyse muhtaç ellerinizi ona uzatın, O’na olan muhabbetinizi izhar edin, kalbinizdeki muhabbet ve aşkı gözyaşı olarak gözlerinizden akıtın. Bu fırsatı ganimet olarak bilin aksi takdirde, bir gün vardır ki Allah günahkarlara şöyle buyuracak : “Boşuna figan etmeyin bugün. Bizim tarafımızdan yardım görmeyeceksiniz.” (Müminun/ 65) O gün ağlayıp sızlanmanın hiçbir faydası olmayacaktır. Elimizdeki bu fırsat, Allah tarafından O’na yönelmemiz ve dönmemiz için bize bahş edilmiş hayati bir nimet ve fırsattır. Yılın en değerli günleri bu Ramazan ayında karar kılınmıştır, Ramazan ayının gecelerinin içinde de Kadir gecesi verilmiştir.

 

Kadir gecesi rivayetlerinde beyan ettiği gibi üç geceden biridir. Merhum Muhaddisi Gummi nakl ediyor: İmam’a (a.s), “bu üç geceden- veya iki geceden- hangisi Kadir gecesidir? diye soruduklarında İmam (a.s) buyuruyor: “Ne kadar kolaydır insan iki-üç geceyi Kadir gecesi olarak geçirsin.” Ne gerek var insan iki- üç gece arasında tereddüt etsin, üç geceyi de Kadir gecesi olarak anmak çok mu fazla? Niceleri vardır Ramazan ayının hepsini Kadir gecesi gibi geçirir; o geceye ait amelleri birinci geceden son geceye kadar yerine getirirler.

 

Allah için kalbini temizleyip arındırarak Allah dergahına yönelen bir millet, Allah’tan sadikane isterse ve sadikane ona sığınırsa asla bedabaht ve yüzü kara olmayacaktır. Zillete düçar olmayacaktır, fesatta boğulmayacaktır, düşmanın esiri ve dahili ihtilaf ve fitnelere giriftar olmayacaktır. Milletlerin başına gelen bu kadar bedbahlık onların kendi yüzündendir.” Başınıza gelen her müsibet ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir.....”( Şura / 30 ) İşlemiş olduğumuz günahlar, ihmaller, gafletlerin sayesinde kendimizi bedbaht etmişiz.

 

Allah’ın dergahına yönelen kimse, kendisini günahtan koruyacak, ismete yaklaştıracak ve kendisini korunma altına alacak ilk adımı atmış sayılır. Allah’a sığınalım, O’dan isteyelim ki yanlız O’nun rızası için çalışalım, yalnız onun için adım atalım. Kalplerimizi Allah’a emenet edelim. Kalplerimizin sefalığını Allah’ı yad ederek nurlandırlaım; kalpler sefalı olursa, kalpler dünyaya bağlanmasa, dünya ve maddiyatın esiri olmazsa, o zaman bu toplum nurani bir toplum olur, böyle bir toplum iyi çalışır; hem kendilerini iyi yetiştirirler, hem de dünyalarını abad ederler.

 

Bu günlerin kadirini bilin! Gerçekten Kadir gecesinin kadirini bilin! Kur’an buyuruyor:“Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır”. Bir gecenin bin aydan daha hayırlı olması büyük bir değerdir. Melekler nazil oluyorlar. Ruhun nazil olduğu bir gecedir. Allah’ın “selam” diye nitelediği bir gecedir. Selam, hem Allah’ın kullarına ilahi selam ve tehiyyati manasınadır, hem de insanların kalpler, ruhlar ve toplumları için selamet, sulh-u sefa ve huzur manasınadır. Maneviyat açısından çok yüce bir gecedir.

 

Kadir gecelerinin kadirini bilkin; ülke sorunları içini, kendi sorunlarınız için, müslümanların sorun ve zorlukları ve İslam ülkelerinin problemleri için dua edin.

 

İslam ülkelerinin  sorun ve müşkülatlarının halolması için  Allah’a yalvarın. Bütün insanlar için dua edin; insanların hidayet olması için, kendiniz için, ölmüşlerimiz için dua edin.

 

Bu saatlerin ve dakikaların kadirini bilin, ben de siz değerli bacı ve kardeşlerimden Kadir gecelerinde bana da dua etmenizi istiyorum.

 

Vesselamu aleykum ve Rahmetullahi ve berekatuh

Çarşamba, 22 May 2019 04:50

Neden İran’da bir savaş olmayacak?

Çok sayıda gazeteci, Venezuela'nın ABD tarafından işgali ihtimaline dair yaptıkları gibi Amerika'nın İran'a savaş açması ihtimali üzerine de kafa yoruyor. On yıl önce her ikisi de gerçek ihtimaller olabilirdi, yirmi yıl önce mutlak kesinlik taşırlardı, ancak bugün durum öyle değil. Neden?

 Çok sayıda gazeteci, Venezuela'nın ABD tarafından işgali ihtimaline dair yaptıkları gibi Amerika'nın İran'a savaş açması ihtimali üzerine de kafa yoruyor. On yıl önce her ikisi de gerçek ihtimaller olabilirdi, yirmi yıl önce mutlak kesinlik taşırlardı, ancak bugün durum öyle değil. Neden? Çünkü Amerika'yı dengede tutmak için hareket eden ve böylece şiddetli rejim değişikliklerini ve askeri saldırganlığı engelleyen güçler mevcut. Bu güçler iki ayaklı. Birincisi, İran'a saldırı her teröristi deliğinden çıkarıp, her yolla İran'a gidip Cihada kalkışmalarına neden olacak. Ancak belirttiğim üzere bu insanlar tehlikeli ve yıkıcı olsalar da Amerika gibi bir askeri güç bir tarafa kimse için gerçek bir tehdit değiller. Her türden cihatçılar her zaman kaybettikleri savaşların içinde yer alıyorlar. 


Daha belirgin biçimde Amerika'nın saldırgan ve savaşçı güdüleri dengede tutuluyor, çünkü Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti'nin askeri güçleri toplamı o kadar fazla ki, ABD'yi İran örneğinde olduğu üzere bilhassa Moskova ve Pekin'le bağları olan uluslara yeni bir savaş açmadan önce iki kez düşünmeye sevk ediyor. Sembolik biçimde, doğrudan Rusya'dan konuşurken, yani Rusya'ya değil orada iken konuşurken, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Amerika'nın iki ülke arasında artan gerginliklere karşın İran'la savaşa gitmek istemediğini söyleyiverdi. Benzer bir şekilde İran'ın dini lideri de İran'ın savaş istemediğini söyledi. 

Amerika'nın İran'la savaşa gitmekte ya da Venezuela'yı işgalde duraksaması arkasındaki mantık 24 Nisan 2018'de The National Interest'te, yayının editörü olan Dave Majumdar imzalı “Rusya ve Çin Savaşta Amerika'yı Denizleri Kontrol Etmekten Alıkoyabilir” başlıklı bir makalede ortaya konmuştu. Majumdar makaleye “Birleşik Devletler Donanması ve Deniz Piyadeleri, Amerika'nın Sovyetler Birliği'nin 1991'de dağılmasından bu yana ilk kez denizlerin tartışılmaz efendisi konumunda olmadığı gerçeğiyle yüz yüze geldiler” cümlesiyle başlıyordu. 

Onun fikrini başka önde gelen askeri şahsiyetler de paylaşıyor. Deniz Kuvvetleri Sekreteri Richard Spencer Senato Silahlı Hizmetler Komitesi önündeki yazılı beyanında “stratejik ortam hızla değişiyor ve Donanma ve Deniz Piyadeleri yirmi yıldır karşılaşmadıkları bir rekabetin içindeler” yazdı. 

Deniz piyadelerinin başındaki General Robert B. Neller “revizyonist güçler ve haydut devletlerin ortaya koyduğu artan tehlikeler”den bahsederken “modern sensörler ve artan menzil ve etkileriyle kesin hedefe odaklanan silahlar duruşumuzu ve göreli olarak savaş gücümüzü nasıl değerlendirdiğimizi yeniden tanımlıyor. Gelişkin savunma ağları bizi yükselen muadiller karşısında rekabet etmek için gerekli güç projeksiyonu yöntemlerimizi yeniden değerlendirmeye itiyor.” demişti. Tek bir cümleyle ifade edecek olursak, gelişmiş teknolojilere dayalı yeni silahlar savaşın zeminini eşitledi. Bunun ötesinde bu tür silahları geliştirmek için birlikte çalışan Çin ve Rusya'ya avantaj sunuyorlar. 

Neller “ulusumuzun esas rakipleri ve karşısında tehlike oluşturanlar; Çin, Rusya, Kuzey Kore, İran ve Aşırılıkçı Örgütlerin elinde uzun menzilli kesin hedefe ulaşan silahların bulunması ve bunların geliştirilmesi konuşlu güçlerimizin çoğunu onların silah sistemlerinin menzillerinin, ‘tehlike halkalarının' içine aldı” demişti: “İleri hatta konuşlanmış ve yerleşik Deniz Piyadeleri on yıllardır düşünmediğimiz şekillerde gerçekleşecek saldırılara maruz kalabilecek durumdalar.” 

Rusya çoğunlukla askeri güç bakımından ABD'den sonra gelen ikinci ülke olarak düşünülür. Eğer bu halen doğruysa dahi, çok uzun süre geçerli olmayacak. Putin altında Rusya'nın askeri olanakları silahlı kuvvetlerin gücünü ve erişimini artırdı. Deniz Piyade Kuvvetleri Müşterek Kurmay Komutanı Joseph Dunford Senato Silahlı Hizmetler Komitesine Eylül ayında Rusya'nın “toplam askeri güç bakımından” ABD güçleri karşısındaki en güçlü rakip olduğu beyanında bulundu ancak “demografi ve ekonomik durum” kadar “önemli ABD askeri teknolojik gelişmelerini geride bırakacak potansiyeli” nedeniyle “2025 civarında ulus karşısında en büyük tehlike”nin Çin'den geleceği tahmininde bulundu. 

Amerika'yı örneğin Irak ve Libya'da geçmişte olduğu gibi hemen “savaşa gitmekten” alıkoyan şey Çin ve Rusya'nın toplam askeri gücü. Bu son derece açık. Rusya'nın Kırım'ı ilhakı Birleşik Devletler ve NATO'nun öfkesine ve yaptırım uygulanmasına yol açmışsa da, doğrudan bir askeri yanıta neden olmadı. Bunun ötesinde, Birleşik Devletler'i Başkan Esad karşısında “istediği gibi davranmak”tan alıkoyan Rusya'nın Suriye'deki askeri zaferleri tek başına Rusya askeri gücüne de ışık tutuyor. 

Trump, Başkan Kim Jong Un'un kıtalararası balistik füzeler ve nükleer silahlar geliştirme programını durdurmaya ant içmiş olabilir, ancak müzakereler başarısız olduğunda Trump'ın yanıtı sadece birkaç yıl önce gerçekleşecek olan yanıt şeklinde, yani ülkeyi işgal etmek ve rejimi devirmek şeklinde olmadı. Güney Kore'deki ABD güçlerinin yardımcı kumandanı Korgeneral Jan-Marc Jouas'ın bir mektubunda söylediği üzere Kuzey Kore'yle herhangi bir çatışma ABD güçlerini “sayı ve tedarik bakımından yetersiz” kılacaktır. Elbette bu, etkileyici olmayan Kuzey Kore askeri gücünün sonucu olarak oraya çıkmayacak, Rusya ve Çin Kuzey Kore karşısındaki tutumu nedeniyle Trump'ı eleştirdiler. Bu nedenle her ikisi de Kim'in nükleer cephaneliğine karşı olsalar da, Kuzey Kore'yi zorla silahtan arındırma yönlü ABD tehditlerine birlikte karşı çıktılar. Bu sırada Kim, Putin'i ziyaret etmek için Moskova'ya gitti. Bunu yaparken kiminle ittifak kurduğunu açık bir şekilde gösterdi. 

The National Interest'te Ağustos ayındaki bir makalede askeri uzman Robert Farley “Birleşik Devletler halen iki büyük savaşı aynı anda yürütebilir ve kazanabilir ya da en azından ne Rusya'nın ne de Çin'in kumar oynamaya kalkacağı şekilde kazanma eşiğine gelebilir” şeklinde yazdı, ancak ekledi: “bu durumun ilelebet sürmeyeceğini vurgulamak gerek. Birleşik Devletler bu hakimiyeti sonsuza kadar götüremez ve uzun vadede vereceği sözleri dikkatli seçmek zorunda.” 

Alman dergi Der Spiegel Soğuk Savaş'tan bu yana NATO'nun gücünün nasıl köreldiğini ve “karşı konulursa nasıl çabucak çökeceğini” ele aldı. NATO'nun en son Stratejik Öngörü Analizi “güç Batı'dan Asya'ya doğru kayarken, Batı'nın gündemi küresel ölçekte etkileme kapasitesinin aşınması bekleniyor” sonucuna vardı. 

Bu nedenle üzülmeyin, Amerika Venezuela'yı ya da Kuzey Kore'yi işgal etmediği gibi İran'la savaşa da girmeyecek, çünkü girerse savaştığı İran olmayacak. 

Mary Metzger* 

 Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi’nin ilanına göre, ülkenin yeni tasarısıyla uranyum zenginleştirme kapasitesi yaklaşık dört kat arttı.

Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi’nin dün yaptığı son açıklamaya göre ve ülkede 300 kg UF6 tavanına uyulmamasına ilişkin cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve Atom Enerjisi Teşkilatı başkanının gerekli alanları yaratma emri doğrultusunda santrifüj eklemeden ürününü üretme kapasitesi kabaca dört kat arttı ve bu konuda Uluslararası Atom Enerjisi Kurumuna bilgi verilmiştir.

İran Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) sözcüsü Behruz Kemalvendi bir basın toplantısında bu duyuruyu gerçekleştirdi.

Behruz Kemalvendi; "Üretimdeki bu artış, olağan işletim çerçevesinde Uluslararası Atom Enerjisi Kurumuna bildirilmiştir." açıklamasında bulundu.

Bu temelde, 20 Mayıs'tan itibaren İran ve 8 Mayıs'ta Avrupa Birliği'ne ültimatomu vermesinin ardından, Bercam Anlaşması çerçevesinde yüzde 3.67 zenginliğe sahip olan uranyum üretimini, yaklaşık dört kat arttırdı.

 Amerika Başkanı Trump, Foxnews kanalına verdiği mülakatta Batı Asya bölgesinde son gelişmeleri ve İran ile yaşanan gerginliği değerlendirdi.

Trump mülakatta bir kez daha İran karşıtı tehditlerini ve iddialarını savurmaya devam etti.

Trump açıklamasında İran karşıtı eski iddialarını tekrarladı ve Amerika’nın önceki Başkanı Barack Obama’nın İran ile imzaladığı nükleer anlaşma korkunç bir anlaşma olduğunu iddia etti.

Kendisi İran ile savaşa girecek adam olmadığını belirten Trump, eğer İran ile savaş olacaksa, bu, iktisadi savaş olacaktır, ifadesini kullandı.

Trump İran’ı yine tehdit etti: Bizi tehdit etmeyin
 Amerika Başkanı Donald Trump İran’a yönelik yaygaralarının devamında bir kez daha İran’ı tehdit etti.

ABD Başkanı Trump İran karşıtı yaftaları ve suçlamalarının devamında attığı twittinde şöyle yazdı:

Eğer İran savaşmak istiyorsa, bu resmen İran’ın sonu olur. Asla Amerika’yı bir kez daha tehdit etmeyin.

Amerikalı senatör Morphy ise Trump’ın İran’a yönelik tehditlerine tepki gösterdi.

Morphy twitter hesabında Trump’ın twittini çocuksu tehdit niteleyerek şöyle yazdı: Eğer benim dördüncü sınıf çocuğum silahlı kuvvetlerin başkumandanı olsaydı ancak bu şeyleri yazardı.

Cumhurbaşkanı Ruhani, İran milletinin gücü Amerika Başkanı Donald Trump’ın İran’ı tehdit etmekten geri adım atmasına yol açtığını vurguladı.
 Azerbaycan yöresine yaptığı ziyareti sırasında Amerika’nın İran’ı tehdit etmesini değerlendiren Cumhurbaşkanı Ruhani, İran milletinin gücü ABD Başkanı Trump’ı İran’a tehdit ettikten iki saat sonra bu tutumundan geri adım atmaya zorladığını belirtti.

Ruhani, bugün Amerika’nın tüm baskılarına rağmen çeşitli projelerin sonuca ulaşması İslami nizamın etkinliğini ortaya koyduğunu, nitekim İran milleti de düşmanı iki saat sonra pişman edecek ve geri adım attıracak kadar güçlü olduğunu vurguladı.

Ruhani, Trump İran’ı tehdit eder etmez, Pentagon Trump’ı aradığını ve İran’ı tehdit etmenin tehlikeli olduğunu anlattığını, bu yüzden Trump da hemen geri adım atarak İran ile savaşmak niyetinde olmadığını açıkladığını ifade etti.

Zarif’in Trump’ın İran’ı tehdit etmesine tepkisi:İskender ve Cengiz Han yapamadı, Trump da yapamaz
Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Makedonyalı İskender ve Moğol Cengiz Han İran’a bir şey yapamadıkları gibi, Trump da hiç bir şey yapamayacağını vurguladı.

Zarif Trump’ın tehdidine verdiği cevapta, Makedonyalı İskender ve Moğol Cengiz Han ve İran topraklarına saldıran bunlar gibilerin İran’a bir şey yapamadıkları gibi, Trump da hiç bir şey yapamayacağını belirtti. 

Zarif, ABD Başkanı Donald Trump B takımı, yani John Bolton, Benyamin Netanyahu, Muhammed bin Salman ve Muhammed bin Zayed’in entrikaları ile bundan önce hiç bir gaspçının elde edemediğini elde etmeyi umduğunu kaydetti..

Zarif, İran binlerce yıldır ayakta olduğunu, fakat gaspçıların hepsi yok olup gittiklerini vurguladı.

Zarif ayrıca Trump’ı İran’ı asla tehdit etmemesi konusunda uyardı.

 

Çarşamba, 22 May 2019 04:33

İmam Hasan (as) ’ın Kutlu Doğumu

İmam Ali ve Hz. Fatıma (aleyhima’s- selam)’ın ilk çocuğu olan İmam Hasan (a.s), hicretin üçüncü yılında Ramazan ayının on beşinci günü Medine şehrinde dünyaya geldi.[1] Künyesi “Ebu Muhammed”[2] lakapları ise “Seyyid”, “Sibt”, “Hüccet”, “Taki”, “Zeki”, “Mucteba”, “Zahid”, “Emir” ve “Veli”dir.[3]

İmam Hasan (a.s) 7 yıl Hz. Peygamber (s.a.a)’in döneminde, 30 yıl da Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’ın döneminde yaşamıştır.[4]

İmam Hasan (a.s), hicretin 40. yılında, Hz. Ali (a.s)’ın şahadetinden sonra , Müslümanların isteği üzerine onların önderliğini üstlenerek[5] kendi valilerini çeşitli şehirlere gönderdi.[6]

Beni Ümeyye’nin eski dönemlerden beri Beni Haşim’e karşı kini vardı, bundan dolayı hilafeti İmam Hasan’ın elinden çıkarıp kendi ellerine almak için planlar düzenlediler. Bu maksatla, Muaviye, İmam Hasan’ın hükümetinin yıkılmasına zemin hazırlamak için çeşitli şehirlere casuslar gönderdi[7] Kendisi de Irak’a ordu çıkarmak için harekete geçti.[8]

İmam Hasan (a.s), Muaviye’nin girişimlerinden haberdar olunca, ilk önce bir kaç defa Muaviye’yi uyardı. Sonra Muaviye’ye karşı koymak için büyük bir orduyla savaşa hazırlandı.

Muaviye, İmam Hasan (a.s)’ın ordusuyla karşılaşmadan önce hileye başvurdu. Muaviye İmam (a.s)’ın ordusunu, ruhi açıdan taz’if etmek için bir taraftan yalan yere İmam (a.s)’la barış yapma şayiasını dillere saldı; diğer taraftan da büyük bir para ve makam vadeleriyle İmam Hasan (a.s)’ın ordusunun komutanlarını kendi saflarına çekmeye başladı. Onlar da biri birinin ardıca Muaviye’nin ordusuna katıldılar.
İmam Hasan (a.s)’ın yaranları arasında hıyanete başvuranlar da oldu… Hazretin çadırına saldırıp o çadırı parçaladılar, abasını üzerinden kaptılar, ayağının altındaki kilimi bile çekip çıkardılar, kılıçla bacağını yaraladılar.[9]

İmam (a.s), ordusunu o şekil ve yaranlarını da perişan bir vaziyette görünce, Müslümanlar arasında bundan daha fazla ihtilaf çıkmaması ve Şiilerin öldürülmemesi için bir takım şartlarla Muaviye’nin barış teklifini kabul etti.
İbn-i Hallakan’ın naklettiğine göre, barış antlaşması, hicri 41’in Rabi’ul Evvel ayının 25’inde gerçekleşti.[10]

Barışın önemli şartları şunlardı:
1- Muaviye kendisini Emir’ul Muminin tanıtmayacaktır.[11]
2- Hz. Ali’ye sebbetmeyecektir.[12]
3- Şiilerin canı, malı ve namusu emniyette olacaktır.[13]
4- Şiilerden hak sahibinin hakkı, kendilerine verilecektir.[14]
5- Muaviye, hiçbir kimseyi kendi yerine halife tayin etmeyecektir.[15]

Barış maddelerinde de görüldüğü gibi İmam Hasan (a.s) Muaviye’yi gasip tanıtmanın yanı sıra fitne ateşini de söndürdü; o günün İslamî toplumunu dağınıklık ve yok olmaktan kurtardı ve Şiilerin hakkını korumuş oldu.
Bu barışın en büyük faydalarından biri de hakkı batıldan ayırt etmekti; ne hak batıl olarak tanındı, ne de batıl hak olarak. İmam (a.s) kendi ameliyle, Muaviye’nin batıl bir mevzide durmuş olduğunu ve hilafetin, Resulullah ( s.a.a)’in tertemiz vasilerinin hakkı olduğunu, fakat hile ve zorbalıkla yöneticilik yapmak istemediklerini halka anlattı. Bu tavır Kerbela kıyamında da takip edildi.

Barış antlaşması yapıldıktan sonra, bir grup insanlar İmam Hasan (a.s)’ın bu önemli ve hikmetli işinin önemini anlayamadıklarından dolayı onu tenkit etmeye, ona iftira bulunmaya ve ağır laflar demeğe başladılar.[16]
İmam (a.s) onların cevabında şöyle buyurdular:

“Acaba ben, Allah Teala’nın, yaratıklarına olan hücceti değil miyim?… Acaba Resulullah sallallahu aleyhi ve alihi vesellem, benim ve kardeşim hakkında; “Hasan ve Hüseyin, kıyam etseler de etmeseler de İmamdırlar” diye buyurmamış mıdır?… Eğer ben bu işi yapmaz olsaydım yeryüzünde Şiilerimizden bir kişi dahi baki kalmazdı, hepsi öldürülürdü.” [17]

İmam Hasan (a.s), zahiri hilafeti Muaviye’ye bıraktıktan sonra Kufe’yi terk edip Medine’ye döndü.[18] Orada İslamî ilimleri halka öğretmek ve onu yaymakla meşgul oldu.

Ama Muaviye kendi hilelerinden vazgeçmedi; daha işinin başında barış maddelerini ayak altına aldı.[19]
Muaviye, hilafetin kendi ailesinde sürekli baki kalacağına mutmain olması için İmam Hasan’ı öldürmeyi kararlaştırdı. Şeytani planını uygulamak için dört defa İmam (a.s)’ı zehirletti.[20] Muaviye son defasında, İmam’ın eşi olan Eş’âs kızı Ca’de’nin vasıtasıyla çok tesirli bir zehirle İmam (a.s)’ı zehirletti.[21]

İmam Hasan (a.s), o kalleşçe amelin neticesinde mide kanamasına duçar oldu, rengi değişti ve o halde şöyle buyurdu: “Bir kaç kez beni zehirlediler, ama bu dördüncüsü kadar acı görmedim.” [22]

Cünade şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s)’ın vefat etmesine sebep olan o hastalığında onun huzuruna vardım, önünde bir leğen gördüm, Muaviye’nin (la’nehullah) ona içtirdiği zehir neticesinde ağzından gelen kan pıhtılarını o leğenin içerisine atıyordu. Hazrete; “Ey mevlam! Neden kendini tedavi etmiyorsun?” dediğimde buyurdular ki: “Ölümü ne ile
tedavi edeyim?” Bu sözü duyunca “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” dedim.[23]

* * *

İmam Hasan (a.s), hicretin 50. yılında 47 yıl yaşadıktan sonra[24] o zehir neticesinde şahadete erişti… İmam (a.s)’ın mutahhar cenazesini, cenaze namazı merasiminden sonra Resulullah’ın kabrini ziyaret etmesi[25] veya orada defnetmeleri [26] için oraya doğru götürdüler.[27]
Sa’lebet bin Malik şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s)’ın cenazesini teşyi edenler o kadar çoktu ki, bir iğne atsaydın yere düşmezdi.[28]
Beni Ümeyye bu olaydan haberdar olunca Peygamber (s.a.a)’in ciğer paresini teşyi edeceklerine ve onun mübarek na’şına saygı duyacaklarına, onun dedesinin

(Peygamber’in) yanında defnedilmesine mani oldular. Aişe de bir katıra binerek onları destekledi.[29]
İbn-i Şehraşub da şöyle diyor:
İmam Hasan (a.s)’ın cenazesini ok yağmuruna tuttular, sonradan 70 ok İmam (a.s)’ın bedeninden çıkardılar.[30]

İmam Hüseyin (as), kardeşi İmam Hasan (a.s)’ın vasiyeti üzerine Beni Ümeyye ile savaşmaktan kaçındı ve İmam (a.s)’ın cenazesini Baki mezarlığına götürüp orada defnetti.[31]

İmam Hasan (a.s)’ın şahadet gününün tarihi hakkında ihtilaf vardır. Şeyh Mufid ve Kef’âmî, İmam Hasan (a.s)’ın, Sefer ayının yedisinde şahadete eriştiğini yazıyorlar.[32] Şeyh Abbasi Kummî, “Kurret’ul- Basire” risalesinde bu görüşü kabul etmiştir. İbn-i Şehraşub da Sefer ayının 28. gününü İmam Hasan (a.s)’ın şahadet günü bilmektedir.[33] Şeyh Kuleynî ve Hazzaz-i Kummî de İmam Hasan (a.s)’ın Sefer ayının sonlarında şehit olduğunu söylüyorlar.[34]
İmam Hasan (a.s)’ın on üç[35], on beş[36] veya on altı[37] çocuğu olduğunu söylemişlerdir. Onlardan bazılarının isimleri şunlardır: İmam Bakır (a.s)’ın annesi olan Fatıma[38], amcaları İmam Hüseyin (a.s)’ın yanında şahadete erişen Kasım, Abdullah ve Amr.[39]
____________

Kaynakça
[1] – Kafi, c.1, s.461.
[2] – İrşad, c.2, s.5.
[3] – Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3, s.192.
[4] – Tarih-i Ehl’ul-Beyt, s.74.
[5] – Kamil, c.2, s.443.
[6] – Müruc’uz- Zeheb, c.3, s.4.
[7] – Fusul’ul-Muhimme, s.161.
[8] – Kamil, c.2, s.445.
[9]- Şerh-i Nehc’ül-Belağa, İbn-i Ebi’l- Hadid, c.16, s.38-41. Müruc’uz- Zeheb, c.3, s.9.
[10] – Vefeyat’ul-A’yan, c.2, s.66.
[11] – İlel’uş- Şerayi, s.212. Tezkiret’ul-Havas, s.206.
[12] – İrşad-ı Mufid, c.2, s.14. Fusul’ul-Muhimme, s.163.
[13] – a.g.e.
[14] – a.g.e.
[15] – Ensab’ul-Eşraf, c.3, s.42.
[16]- Tuhaf’ul-Ukul, s.635, İmam Bakır’ın Ahvel’e Öğütleri bölümünde.
[17] – İlel’uş- Şerayi, c.1, s.221.
[18] – Tarih-i Taberi, c.4, s.126.
[19] – Şerh-i Nehc’ül-Belağa-i İbn-i Ebi’l-Hadid, c.16, s.15.
[20] – a.g.e. c.16, s.10.
[21] – a.g.e. c.16, s.11.
[22] – a.g.e. c.16, s.49.
[23] – Kifayet’ul-Eser, s.226.
[24] – Kafi, c.1, s.461.
[25] – Kafi, c.1, s.302.
[26] – İlel’uş- Şerayi, c.1, s.225. Avalim, c.16, s.287.
[27] – Tezkiret’ul-Havass, s.213.
[28] – El-İsabe, c.1, s.331.
[29] – Tezkiret’ul-Havass, 213.
[30] – Menakıb, c.4, s.44.
[31] – İrşad, c.2, s.17 ve 19.
[32] – Avalim, c.16, s.277.
[33] – Menakıb, c.3, s.191.
[34] – Kafi, c.1, s.461. Kifayet’ul-Eser, s.229.
[35] – Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c.3, s.192.
[36] – İrşad, c.2, s.20.
[37] – İ’lam’ul-Vera, s.212.
[38] – Fusul’ul-Muhimme, s.116.
[39] – İrşad, c.2, s.26

 Bismillahirrahmanirrahim

İnsanın kendisini eğitmesinde ilk adım: İhlas 

Kendimizi eğitmede çok dikkat etmemiz gereken konulardan birisi, hatta herşeyden öncelikli olanı“ihlastır”. İhlas, bir işi halis yerine getirmeye, o işe birşey karıştırmadan yapmamıza denir. Bazıları ibadet etmezler, bazıları ibadet ederler ama ibadetleri karışmıştır, halis değildir.

İbadetin halis olması / amelin halis olması, amelin Allah için olması demektir. Malesef insanlar arasında çok yaygındır, yaptıkları iyilikleri başkalarına anlatırlar. Bazıları yaptıkları iyilikleri dile getirmemeleri gerektiğinin farkında değiller. Elbette bazı yerler istisna edilmiştir. Bazı işleri alenen yapmak gerekir; hadislerde bazen “gizli sadakanın şu kadar sevabı var” deniyor , bazen ise “sadakanın alenen verilmesinin sevabı” beyan ediliyor. Veya toplumsal ibadet herkesin gözünün önünde yapılması gerekiyor, yapılmalıdır; bunlar ilahi şiarlarıdır. Ama bazı ibadetler veya ibadetlerin çoğu; Allah ile kul arasındadır; zikr, dua, sünnetler/nafileler, gece namazı, ihsan, iyilikler..vs ibadetler kul ile Allah arasında kalmalıdır. İnsan, hayır bir işi başkaları görsün diye yapmamalıdır; hayır bir ameli başkalarının dikkatini çekmek için yapmak, o işi yapmamaktan daha kötüdür. Çünkü bir insan bir işi yapmamışsa, yapmamıştır. Ama başkalarının dikkatini çekmek için yapmışsa yine o işi yapmamış gibidir, ama bunun diğerinden daha kötü olmasının hikmeti şudur; şirk karışmış bir ameli yerine getirmiştir, şirk karışmış bir amel haramdır, insanı (Allah’tan) uzaklaştırır. Bundan dolayı hepimiz nerede olursak olalım, hangi makamda olursak olalım, bütün çabamız halis amel işlemek olmalıdır.

Eğer amel Allah için yapılırsa, niyyet Allah için halis olursa, genellikle amellerde öne çıkan olumsuzluk ve zorluklarla karşılaşılmayacaktır. Bizler amellerdeki gerçek faydayı/maslahatı, onun bunun hoşuna gitsin diye yaparak başkalarının övmesine feda ediyoruz. İnsan sadece Allah rızası için iş yapmak isterse yanlızca teklifinin/ görevinin ne olduğuna bakar. Birilerinin hoşuna gidip gitmediğine bakmaz, insanların yanında değer kazanıp kazanmadığına bakmaz.

Bugün İslam Cumhuriyetinde bütün alanlarda Allah için iş yapma ortamı var; bu ülkede yapmak istediğiniz her işi Allah için yapabilir, ondan sevap ve manevi faydalar alabilir, Allah’ın huzuruna yüzü ak çıkabilirsiniz.

İhlasın hakikakti

Resulullah’dan (s.a.a) şöyle nakledilir: “Herşeyin bir hakikati vardır. Bir kul, ancak Allah için olan amellerin birini yaptığından dolayı övülmeyi sevmediği zaman ihlasın hakikatine ulaşır.”Bu çok zordur, bu diğer mertebelerin hepsinden daha üstün bir makamdır. Örneğin bir kimse, bir ameli başkalarının hoşuna gitsin diye değil, Allah rızası için yapıyor; Allah rızası için manaz kılıyor, Kur’an hatm ediyor, hayır bir iş yapıyor, ihsanda bulunuyor, sadaka veriyor, başkasına yardım ediyor bununla birlikte halkın kendisi hakkında “ ne kadar iyi insandır” demesini de seviyor. Bu insan, halk için o amelleri yapmamış, sadece Allah için yapmış ve bitmiştir ama halkın kendisini övmesinden hoşlanıyor, bu ihlasın yüksek mertebesi değildir. İhlasın yüce mertebesi, halkın bu övmesini de sevmemesidir. Daha doğrusu halka teveccüh etmemesidir; insanlar ister bilsinler, ister bilmesinler, ister hoşlansınlar, ister hoşlanmasınlar. Yanlızca Allah’ın kendisinden ne istediğine bakmalı ve onu yerine getirmelidir.

Ben bu sıfatı ve özelliği İmam’da (r.a) defalarca muşahade ettim ve birçok yerlerde kendim gördüm, başkalarının hoşlanıp hoşlanmadığına bakmazdı. Vazifesini yerine getirirdi. İnsanın üstlendiği yük ağır olunca, büyük bir iş yaptığı zaman, tehlikeli bir işe giriştiği zaman ihlasa daha fazla ihtiyaç duyar.

Muhleslerin üç özelliği

Eğer bizler ihlaslı olursak, muhlis kullardan oluruz. Muhlis, Allah için amel ve niyyette ihlasa sahip olmaktır. Muhlis kuldan daha yüce “muhles” kullardır. Seyyid Bahrul Ulum (r.a ) kendisine ait olan seyr-u suluk kitabında “muhlis” ile “muhlesin” farkı olduğunu buyuruyor. Muhlis, ameli Allah rızası için yapan ve başkalarına teveccüh etmeyendir. Muhles ise, bütün varlığını halis- muhlis bir şekilde Allah’a adayandır; onun bütün varlığı Allah içindir. Bu makam gerçekten bizim ulaşamayacağımız çok yüce bir makamdır.

Daha sonra buyuruyor; Allah muhleslere üç vaadda bulunmuştur, onlar üç büyük özellik sahibidirler;birincisi,”derken onu yalanladılar. Kuşkusuz onlar tutuklanıp getirilecekler. Allah’ın ihlaslı kulları mustesna. “ (Saffat /127-128 ) ayetinin beyan ettiği gibi hesaptan muaf tutulacaklar. Yani kıyamet günü bütün insanlar hazır edilecekler ve hesaba çekilecekler, ihlaslı kullar (muhles kullar) hariç, onlar muaf tutulacaklar çünkü onların amellerinin her zerresi, aldıkları nefes, bütün hareketleri Allah içindir, bundan dolayı mahşer günü hazır kılınıp hesap vermekten muaf tutulacaklar.

İkinci özellik; ,”yaptığınız ne ise onunla cezalandırılacaksınız. Allah’ın ihlasa erdirilmiş kulları bundan mustesna.” ( Saffat /38- 39 ) Ayet-i kerimenin vurguladığı gibi onlara uygun bir mükafat yoktur. Yani bütün kullar yaptıkları amellerine göre mükafat alacaklar, muhlesler hariç; onların amellerinin karşılığı olacak uygun/layık bir mükafat yoktur, amelleri ne olursa olsun karşılığı sonsuzdur çünkü onların varlığı Allah’a aittir. Allah için ilahi hedef doğrultusunda baştan ayağa halisane amel etmişlerdir. Bir rivayette buyuruyor: “Muhlis ve muhles kuluma bütün dünyayı da versem onun hakkı verilmiş sayılmaz.” Öyleyse onun amelinin karşılığı verilen mükafat değildir. Onun kıldığı bir namaz diğer iyi kulların binlerce namazından daha üstündür.

Üçüncü özellik, bunların hepsinden daha üstündür; “Allah, onların nitelemelerinden münezzehtir. Allah’ın ihlaslı kulları mustesna.” (Saffat / 160). Allah-u teala kullarının nitelemelerinden münezzehtir, ancak ihlaslı kullarının nitelemeleri mustesnadır; yani onlar Allah’ı nitelemenin hakkını eda edebilirler. Diğer kullar bunu yerine getirmekten çok uzaktırlar; Allah hakkında ne derlerse desinler hakkıyla söylemiş olamazlar. Muhlis ve muhles kullardan hariç “seni hakkıyla tanıyamadık” sözünü kimse hakkıyla söyleyemez. Sadece ihlaslı kullar O’nu hakkıyla nitelendirebilirler. Bundan dolayı insan, masum imamlardan nakledilen me’sur duaları okuyup onlarla menus olursa, Allah ile gerçek bir münacat edeceği ve O’na layık olacak bir şekilde O’nunla konuşabileceği ümit edilir.

Çarşamba, 15 May 2019 06:05

ABD İle Müzakere de Savaş da Olmayacak

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei üst düzey askeri yetkililer ile bir araya geldi.

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei İranlı üst düzey askeri yetkililer ile görüşmesinde, İran milletinin direnişi seçtiğini vurgulayarak; “ABD ile müzakere olmayacak ve savaş gerçekleşmeyecek. Ne biz savaş peşindeyiz ne de onlar. Çünkü olası bir savaşın kendi çıkarlarına olmayacağını biliyorlar” dedi.

ABD ile müzakere çağrılarının faydasız olduğunu söyleyen İmam Hamanei, müzakerenin tehlikeli bir zehir olduğunu belirterek; “Onlar bizden füze programlarımızı sona erdirmemizi ve füze menzillerini azaltmamızı istiyorlar. Yani eğer biz sizi vurursak siz bize cevap veremeyin demekteler” ifadesini kullandı.

İmam Hamanei, “Tabi ki hiçbir iradeli ve anlayışlı kişi, İran’ın güçlü olmasını sağlayan özellikler konusunda müzakere etmez. Onlar hatta bölgedeki stratejik varlığınız hakkında konuşalım diyorlar. Yani bunu da kaybetmemizi istiyorlar. Demek ki aslında bunlarla müzakere yanlıştır. Oysa ki bunlar da doğru insanlar değildir. Hiçbir taahhüde bağlı kalmıyorlar. Bizim düşünürler arasında da hiç kimse müzakerenin peşinde değildir” ifadelerini kullandı.

İslam İnkılabı Lideri, “Hiç şüphe yok ki Amerika’nın düşmanlığı İslam Devrimi’nin zaferinden başlamıştır. Ama bugün apaçık hale geldi. Bu düşmanlık eskiden de vardı, fakat bu kadar net değildi. Artık apaçık söylüyor ve tehdit ediyorlar. Şunu bilmeniz gerekir ki, yüksek sesle tehdit edenin aslında gerçek gücü o kadar değildir” dedi.

ABD yönetiminin Siyonistlerin elinde olduğunu belirten İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei; “Onlar uyguladıkları politika ile İran’ın davranışlarını değiştirdiklerini söylemekteler. Evet bu konuda doğru söylüyorsunuz. Bugün İran halkının nefreti ABD’ye karşı 10 kat daha artmıştır. Gençlerimizin vatanlarını savunma aşkı güçlenmiş ve askerlerimiz artık eskisinden daha dikkatli ve uyanıklardır” şeklinde konuştu.

ABD Başkanının her hafta İran’da aleyhimizde gösteriler oluyor açıklamasına tepki gösteren İmam Hamanei; “Öncelikle Cuma değil Cumartesi günü ve Tahran’da değil Paris’te bu gösteriler yapılmakta” dedi.

Amerika yönetimi Fars Körfezi’ne uçak gemisi göndermek gibi bazı şove nitelikli hareketlerde bulunması, İranlı komutanlar tarafından bir nevi psikolojik savaş çerçevesinde tekrarlı hareketler olarak değerlendirildi.

Sipahiler Ordusu Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Alirıza Tengsiri, bu tür hareketlerin normal ve daha önce de İran ve bölge kamuoyunu etkileme yönünde yapılan hareketler olduğunu kaydetti.

Amerika’nın Fars Körfezi’ne uçak gemisi göndermesi yeni bir konu olmadığını ve bu hareketi önemsemek için herhangi bir sebep olmadığını belirten Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Hüseyin Hanzadi, Amerikalıların bölgedeki varlığı göstermelik, faydasız ve kandırmaca bir hareket olduğunu belirtti.

General Selami ise İslami Şura Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Amerika ile muhtemel savaş konusunda, böyle bir savaşın mümkün olmadığını, zira Amerika buna ne gücü ne de cesaret yettiğini, üstelik bir yandan İran’ın savunma gücü ve öbür yandan ABD uçak gemilerinin kırılgan konumu, Amerika’yı böyle bir riski göze almamaya yönelttiğini kaydettiğini ifade etti.

 

Direniş lideri Nasrallah'ın, Mustafa Bedreddin'in şehadetinin üçüncü yıldönümü münasebeti ile gerçekleştirdiği konuşmasının, geçmiş konuşmalarından farklı olduğunu kuşkusuz bir şekilde söyleyebiliriz. Çünkü bu konuşma, öncekiler gibi Direnişin muhaliflerinin yaşadığı savaş korkusuyla ortaya çıkan panik halini teskin etmek için gelmedi, tüm Arap- İslam ümmetine hitabetti.

Hizbullah içerisindeki bazı kardeşler bizimle aynı fikirde, bazıları ise değil. Direniş lideri Seyyid Hasan Nasrallah'ın, Hizbullah'ın askeri kanat lideri Mustafa Bedreddin'in şehadetinin üçüncü yıldönümü münasebeti ile gerçekleştirdiği konuşmasının, geçmiş konuşmalarından farklı olduğunu kuşkusuz bir şekilde söyleyebiliriz. Çünkü bu konuşma, öncekiler gibi Direniş'in muhaliflerinin yaşadığı savaş korkusuyla ortaya çıkan panik halini teskin etmek için gelmedi, tüm Arap- İslam ümmetine hitabetti.

Seyyid Nasrallah'ın konuşmasında yer alan şu sözleri, bahsettiğimiz durumu fark etmiş olduğunu açıklıyor: “Bazıları, İslam ümmeti ve kutsalları için kaygı taşımamızı garipsiyor. Filistin için endişe etmek, bazıları için ihanet derecesine ulaştı". Nasrallah, bu cümle ile ne demek istediğini şu sözlerle açıkladı: “Bu suçlamalar, Suriye, Irak, Filistin ve Yemen gibi bölgelere ilgi ve duygu besleyen kişilere ithaf ediliyor. Bu bölgeler, insanın kendini, duygularını ve kalbini uzaklaştıramayacağı ve yaşanan gelişmelerden uzak kalamayacağı sahalardır".

Seyyid Nasrallah bu konuşmasında geçmiş konuşmalarının aksine, Lübnanlıları deniz ve kara sınırlarından taviz vermeye itmek için savaş kışkırtmalarını abartan İsrail, Amerika ve Araplara cevap verirken, gerçekten çok sinirlendi. Nasrallah konuşmasında herhangi bir taraf belirtmeden, Mike Pompeo'nun son ziyareti sırasında Lübnan yönetimine ilettiği bir mesajı ortaya koydu. Bu mesajın özü, Lübnanlılara Direniş ve füzelerini terk etmeleri ve Şeba Çiftliklerini unutmalarını, aksi takdirde İsrail saldırılarının sonuçlarına katlanmak zorunda olduklarını söylüyordu.

***

Seyyid Hasan Nasrallah Direniş lideri olarak, liderliğinin güney banliyöleri ya da sadece Güney Lübnan ile sınırlı olmadığını bilmelidir. Bizim de dâhil olduğumuz çok sayıda insan, bu liderin Amerika, İsrail ve Arap üçlüsünün, İslam ümmetini yıkmak isteyen komplolarına meydan okuyan bir ekseni yönettiğini çok iyi biliyor.

Dün gerçekleşen konuşma, bölge haritasını ve bölgede savaş ile barışın olasılıklarını içeren taktiksel bir konuşmaydı. Bundan dolayı bölgenin savaşın eşiğinde olduğu bir dönemde gelen bu konuşma, sadece Lübnanlıların değil, Direniş'in onurlu siperinde yer alan ya da buna karşın sömürgeci siperde yer alan milyonlarca Arap ve Müslümanın ilgi odağını içeriyordu:

Evet, İsrail'in savaşı hızla bitirme ve Lübnan'ın bir orkestra tarafından işgal edilmesi devri sona ermiştir. Şeba Çiftlikleri, işgal altındaki Lübnan topraklarıdır. Yedi köyün yanı sıra tüm Filistin toprakları ve Golan Tepesi de aynı durumdadır. Direniş, Lübnan ya da Filistin fark etmeksizin, tüm bu toprakları özgürleştirmekle yükümlüdür. El-Celile'ye ve işgal altındaki Filistin'in kuzeyine girme yeteneğine sahiptir. Lübnan topraklarına girmeyi düşünen İsrailli tugaylar, tüm dünya medyasının önünde hızla yok edilecektir.

Bize kalırsa Seyyid Nasrallah, Direniş Ekseni'nin İsrail'in tüm saldırılarına karşı koyabileceği ve 2000 ile 2006 yıllarında olduğu gibi herhangi bir savaşta mert ve cesurca savaşacağı konularında, düşman ile komplo kuran bazı Lübnanlıları değil, Arap ve İslam ümmetini tatmin etmelidir. İsrail'in siperinde yer alan bu kişiler, Lübnan'ın gaz ve petrol kaynaklarından vazgeçmeye hazırdırlar. Birçoğu ise boyun eğmek ve teslim olmayı haklı kılan birtakım gerekçe ile ABD'nin dikteleri ve İsrail'in korkutmalarına hazır durumdadır.

Sayın Nasrallah, bu kişiler sizin sözlerinize ve teminatlarınıza kulaklarını kapatmış, ne yaparsanız yapın memnun olmayacaklardır. Diplomasinin her çeşidi ile ne yaparsanız yapın, bu açık olmalıdır. Olduğunuz gibi kalın ve konuşmalarınızı tek bir harfini bile değiştirmeden devam edin.

Konuşmasında Donald Trump'ın seçim vaatlerini birbiri ardına yerine getirdiğine işaret eden Nasrallah, son derece haklıydı. Zira Amerika, elçiliğini işgal altındaki Kudüs'e taşındı, Golan'ı Yahudi toprakları olarak kabul etti, 'Nükleer Anlaşma'dan çekildi, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan'ı süt veren sağmal inek olarak tayin etti ve Filistin davasını tarihe gömmek isteyen Yüzyılın Anlaşması'nı ilan etmenin eşiğine geldi. Tüm bunlar kadar ciddi olan bir sonraki adımı ise, Irak petrol rezervleri ve üretim araçlarını zorla ele geçirmesi olacaktır. Bu büyüklenmeye karşı, tüm yollarla savaşılmalıdır.

150 bin askerini Irak'a gönderdiğini ve bu savaşın 7 trilyon dolar ile 4 bin askerini kaybettirdiğini söyleyen Trump, Irak petrol rezervini doğrudan kontrol altına alacağını vaat ediyor. Bu noktada, Bağdat'ın işgalinden sonra ABD güçleri tarafından ilk olarak Irak Petrol Bakanlığı'nın işgal edildiği, buradaki tüm belgelere el konulduğu ve müttefikleri de dâhil olmak üzere Iraklıların içeri girmesinin yasaklandığını hatırlatmakta fayda var.

“İslam Devleti” ya da IŞİD, yenildi ancak sona ermedi. Hala koruma altında tutuluyor ve yeni rolleri çizim ve hazırlık aşamasında. Trump'ın Araplar ve Müslümanlara hakaret etmesi, artık Trump'ın günlük duası ve tüm seçim konuşmalarının bel kemiği haline geldi. Son hakareti, Suudi liderliğine uzanan Trump, hakaret, şantaj ve edepsizlik dolu bir konuşma yaptı. Batıl karşısında sessiz kalmayarak Arap ve İslami değerlerimizi yansıtan güçlü, cesur ve etkili bir cevap vermediğimiz sürece, ABD Başkanı Trump'ın hakaretlerine son vereceğini düşünmüyoruz.

***

Lübnan ve Filistin Direnişi, İsraillileri küçük düşürdü, hava silahları ile deniz silahlarının etkinliğini geçersiz kıldı. Hizbullah'ın 400 kg patlayıcı başlık taşıyan hassas füzeleri, Tel Aviv, Dimona, Eilat ve Filistin'in işgal altındaki topraklarının en ücra köşesine kadar ulaşacaktır. Eğer savaşın fitili ateşlenirse, Direniş de bu füzeleri ateşleyecektir. Bu gün, birçoklarının düşündüğünden daha yakın olabilir.

 Abdulbari Atvan

Kaynak: Ray el-Yevm

Çeviri: Merve Soydaş