
کارگر
Zarif: İran Suriye savaşının sona erdirilmesi için hazır
İran Dışişleri Bakanı Zarif, Londra’da yaptığı konuşmada, “İran Suriye savaşının sona erdirilmesi için hazırdır” dedi.
İngiltere’nin başkenti Londra’da organize edilen “Suriye ve Bölgesine Destek” başlıklı toplantıda konuşan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif, Suriye krizinin tek çözüm yolunun siyasi olduğunu ifade etti.
Dışişleri Bakanı Zarif, “Bir çözüm yolu bile bulunmadan Suriye trajedisi üzerinden 5 yıl geçiyor. Gittikçe durum daha da vahimleşiyor. On binlerce insanın hayatını kaybetmesi ve yaralanması, milyonlarca kişinin yurt içi ve dışında mülteci durumuna düşmesi, ülkenin barbarca tahrip edilmesi ve bu gibi üzücü olaylar bütün dünya halkının yüreğini dağlamıştır” dedi.
Zarif, “Biz, Suriye krizinin ilk başından beri tek çözüm yolunun siyasi olduğuna ve bunun Suriye halkı arasındaki görüşmelerle çözülecğine vurgu yapmaktayız. Ayrıca bize göre yabancı ülkelerin görevi izledikleri siyaseti dikte etmek değil, Suriye halkı arasındaki görüşmelere zemin hazırlamaktır” diye söyledi.
Uluslararası toplumun düzenli, disipinli ve koordineli bir şekilde aşırıcıların insani, finansal ve askeri kaynaklara erişimini engellemek için gayret etmesi gerektiğini vurgulayan Dışişleri Bakanı Zarif, “Bu bağlamda ilk adım terör örgütlerinden petrol almaya son vermek ve onların finansal kaynaklarını kurutmaktır” şeklinde konuştu.
Emir Abdullahiyan’dan; Nubul ve Zehra beldeleri kuşatmasının kırılmasına tebrik
İran Dışişleri Bakan’nın Arap ve Afrika Bölgeleriden Sorumlu Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Nubul ve Zehra beldeleri üzerindeki teröristerin kuşatmasının kırılmasından dolayı Suriye Ordusu ve halkını tebrik etti.
Konuyla ilgili açıklamada bulunan Emir Abdullahiyan, “Bu iki beldeyi 4 yıl boyunca kuşatma altına alarak, insani yardımların halka ulaşmasını engellemek teröristlerin vahşice tavrını iyice ortaya koydu” dedi.
“Suriye geleceğinde teröristlerin yeri yoktur” diyen Emir Abdullahiyan, “Cenevre görüşmelerinde BM’nin arabuluculuğuyla Suriye hükümet temsilcileri ile terörizmle mücadele ve siyasi yollların gerekli olduğuna inanan muhaliflerin bir araya gelmesi Suriye krizinin temel çözüm yoludur” ifadelerini kullandı.
İranlı Askeri Danışmanlar ve Hizbullah’ın Suriye’de ki Rolü
Suriye’de ki vekâlet savaşı başladığı günden bugüne, birileri Şam’da Emevi Camiinde namaz kılamamışlarsa, bunu İranlı askeri danışmanlara ve Hizbullah’a borçludurlar.
Bir zamanlar Erdoğan ve Esad arasında su sızmazken, ailece Bodrum’da tatil yaparlarken, ne hikmetse bir gecede Erdoğan’ın dostum Esad diye hitap ettiği şahıs, Esed oluverdi.
Elbette hikmeti açık ve net olarak ortada, büyük Osmanlı hayallerine kapılan zevatlar, ABD dönüşü yaptıkları açıklamada; artık bundan böyle Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını ve Büyük Ortadoğu Projesi ‘‘BOP’’a eşbaşkanlığa soyunduklarını ilan ediyorlardı.
Suriye ile aralarının açılmasının ve düşürülen Türk savaş uçaklarının Suriye toprakları içinde vurularak düşürülmesinin ardından, Şamil Tayyar gibi bazı AKP’li milletvekilleri 3 saate Şam’a varacaklarını ve Emevi Camiinde namaz kılacaklarını haykırmaya ve savaş çığırtkanlığı yapmaya başladılar.
Verilen eşbaşkanlık görevini tam anlamıyla yerine getirebilmek için angajman kurallarında değişikliğe giden AKP hükümeti, Suriye’ye misliyle karşılık vererek askeri uçak ve helikopterlerini düşürdü ve Esad’a karşı açıkça savaş ilan etti.
Suriye satrancında ABD, Batı, Sünni Arap şeyhleri ve Siyonist rejim safında yer almayı benimseyen AKP hükümeti, müttefiklerinin yardımıyla Libya’da Kaddafi rejimini devirmeyi başardıkları senaryoyu, Suriye’de uygulamaya çalıştılar.
Çünkü Siyonist rejim, Suriye hükümeti ve Beşar Esad’ı devirerek, Şii hilali olarak bilinen direniş cephesinin belini kırmak istiyordu. Zira Lübnan Hizbullah’ı ve Hamas’a silah Suriye üzerinden gitmekteydi.
Siyonist rejim, İran’ın Şii direniş örgütü olan Hizbullah’a ve Sünni direniş örgütü olan Hamas’a, silah göndermesine bir türlü engel olamıyordu.
Siyonist rejim silah sevkiyatının önünü alabilmek için, Şii hilalinin belini kırmak istiyordu. İşte bu bağlamda, Suriye üzerinde oynamak istedikleri senaryoyu uygulamaya başladılar.
Dünyanın dört bir yanından topladıkları hapishane kaçkınları, eroinman, esrarkeş, kiralık katil ve müebbet yemiş cellâtları, adını Irak Şam İslam Devleti ‘‘IŞİD’’ olarak koydukları Tekfirci-Vahabi ideolojiye sahip teşkilat altında Suriye’ye soktular.
Hedefleri Suriye’yi üçe bölerek, Şii hilalinin belini kırmak ve direniş örgütlerine silah akışını önlemekti.
İlk başlarda dünyanın dört bir yanında ki Sünniler, hatta Türkiye’de Akif Beki ve Cübbeli Ahmet gibileri, IŞİD terör örgütünü bir Sünni Devrimi olarak lanse etmeye çalıştılar, işi daha da ileriye götürerek İstanbul Fatih Camiinde Suriye’de kazanılan zaferler için lokum dağıttılar ve verilen şehitler için gıyabi cenaze namazı kıldılar. Hâlbuki IŞİD denen terör örgütünün Sünnilikle ve İslam ile uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Ama ne hikmetse İsmailağa Cemaati mensubu Cübbeli Ahmet gibi zatlar, medyada Alevi Esad Sünnilere baskı uyguluyor veya Şii Maliki hükümeti Sünnilere zulüm ediyor diye bas-bas bağırmaya başladılar. Saf, temiz yâda akıldan yoksun insanları, IŞİD saflarına katmak için büyük çaba sarfetmeye özen gösterdiler, özellikle Konya’dan IŞİD terör örgütü saflarına katılan çok oldu.
İş o kadar ilerledi ki Suriye ordusu IŞİD terör örgütüyle baş edemez oldu, tekfirci teröristler Suriye’ye Alevi boğazlamaya geldiklerini söylüyorlardı. Her geçen gün masum insanlar, Ehlibeyt sevgisini yüreklerinde taşıdığı için boğazlanmaya başladı, canları malları ve namusları Suudi-Vahabi müftülerce helal kılındı.
Tam bu esnada yıllarca Siyonist rejime kan kusturmuş Seyit Hasan Nasrallah liderliğindeki Hizbullah, gün geçtikçe artan Alevi ve Şii katliamlarına dayanamayarak, Suriye’ye müdahil oldu. O güne kadar dillere destan olan işgalci Siyonist rejime diz çöktüren Hizbullah, Bakir Bozdağ gibi AKP’liler tarafından bir gecede Hizbuşşeytan ilan edildi.
Bu IŞİD denen terör örgütüne o kadar güvendiler ki İstanbul gibi metropol şehirlere yerleşmelerine ve yuvalanmalarına göz yumdular. Bir taraftan Türkiye’ye sığınmaya çalışan Suriyeli mülteciler, diğer taraftan yeteri kadar hizmetin verilememesi, Suriyeli mültecilerin tüm Türkiye’ye dağılmalarına neden oldu. İstanbul’un her köşesi en lüks turistik yerlerinden tutun, arka mahallelerine kadar Suriyeli oldukları ama gerçekte ne oldukları belirsiz insanlarla doluverdi.
Özellikle Bağcılar ve Esenyurt kimliği belirsiz insanların yurdu yuvası oldu, takriben her evin bodrumu Esad karşıtı ve IŞİD taraftarı insanların hücre evi oldu. Suriye ile 900 km olan sınırlarımız zaten tamamen açık, sağolsun THY da herkes gibi dünyanın dört biryanından IŞİD terör örgütüne katılmak için Türkiye’ye ve oradan da karayoluyla Suriye’ye geçip IŞİD’e katılmak isteyen militanları taşıyarak, üzerine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirdi.
Suriye sınırında içi silah dolu ve Suriye’ye gönderilmek üzere depolanan tırlar jandarma tarafından yakalandı. Tırların MİT’e ait olduğu söyleniyordu. Sözde MİT tırları Türkmenlere gidiyormuş.
Yahu görünen köy kılavuz istemez, şimdi Türkiye’nin, AKP hükümetinin, Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun, MİT’in, bazı tarikat ve cemaatlerin, Esad’ın gitmesi için her şeyi yaptığı günışığı gibi ortada. Son olarak Yayladağı Türkmenlerinden dolayı Ülkücülerde bu koalisyona katıldı.
Türkiye’nin izlemiş olduğu Suriye siyasetinde yanıldığı ve hata yaptığı herkes tarafından bilinmekte.
Başını ABD ve Siyonist İsrail’in çektiği Emperyalist güçler, Esad’ı devirip BOP için Suriye’yi üç parçaya bölmeyi kafalarına koymuştu. Esad tecrübesiz Suriye ordusuyla IŞİD terör örgütüne karşı koyamıyordu, İranlı askeri danışmanlar ve Hizbullah’ın olaya müdahil olmasıyla birlikte, tek çarenin halkı silahlandırıp eğitmekten geçtiği kanısına vardılar.
Bu büyük görev İran devrim muhafızları Kudüs orduları komutanlarından General Hamedani’ye verildi. General Hemadani, Suriye halkına kısa sürede gerekli silahlı eğitimi vererek, 100 bin kişilik gönüllü halk komitesi kurmayı başardı ve Suriye düşmekten kurtuldu. Lübnan Hizbullah’ı da bir taraftan Suriye ordusuna destek veriyordu. General Hamedani bu uğurda canınıda feda etti ve şehitlik makamına terfi etti.
Ama tüm bunlara rağmen baş edilemiyordu, çünkü Emperyalizm Suriye savaşını bir Sünni-Şii savaşı olarak lanse etmişti. Başını Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin çektiği Sünni blok’ta, körfezde ki Arap ülkeleri ve müttefikleri olan ABD, Batı ve Siyonist rejim, karşı taraftaysa Şii hilali olarak adlandırılan İran, Irak, Yemen ve Lübnan Hizbullah’ı vardı. Acaba gerçektende ortada bir Sünni-Şii savaşı mı vardı? Hayır, kesinlikle hayır, ama Sünni camiayı ve devlet yöneticilerini buna inandırmışlardı. Sünni blok o kadar kendini kaptırmıştı ki Şii hilali denilen grup, IŞİD ile başedemez oldu. Olaya Rusya’da dahil oldu ve dengeler tamamen değişti. Emperyalist güçler Türkiye’ye Rus uçağını düşürttürerek, Türkiye’yi de Suriye savaşına sokmaya çalıştılar, elbette tecrübeli Putin soğukkanlı davranarak ve karşılık vermeyerek oyuna gelmedi. Her geçen gün biraz daha kan kaybeden tekfirci IŞİD terör örgütü, bugünlerde kurduğu Hilafet devletini Libya’ya taşımaya hazırlanıyor.
Sonuç: yüz binlerce masum ve günahsız insan öldü. Şii hilalinin belini kıramadılar, iykide kıramadılar çünkü eğer kırsaydılar sıra Sünni blok’a gelecekti.
Burada asıl eleştirim Türk devlet yöneticileri ve milletinin (hepsi değil tabi) hiçbir şey olmamış gibi davranmaları, hani bir atasözü var ya; Bana dokunmayan yılan bin yaşasın veya karnım tok olsun da gerisi önemli değil. Yine hiçbir şey olmamış gibi AKP’ye oy veriyorlar tek başına iktidara getiriyorlar ve….ve….ve…AKP hükümetinin siyasetleri ülkeyi bölünmeye götüren siyasetlerdir. BOP’ un gerçekleşmesi için sadece Suriye, Irak, Yemen veya Lübnan değil Türkiye ve İran’ın da bölünmesi gerekmekte.
İşte bu yüzden 80 milyon Türkiye’nin tüm fertlerine görev düşmekte, kimse bana ne diyemez, çünkü bugün Suriyelinin, Iraklının, Yemenli’nin veya Lübnanlının başına gelen yarın benimde başıma gelecek.
Can Polat
Şafakta On Gün – 5
Bercam’dan sonra tehditlerin yeniden tanımlanma zarureti
Amerika'nın İran'a yönelik hedefleri ve amaçları açıkça ortadadır. İran milleti ise Amerika'nın hasmane mahiyetini çok iyi tanıyor ve bu yüzden Amerika'ya asla güvenmiyor. Amerika sürekli İran'ın ilerlemesini ve kalkınmasını engellemeye ve İslamî nizamı baskı altında tutmaya çalışıyor. İran'ın nükleer programına yönelik asılsız ve mesnetsiz iddiaları da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Amerika elinde hiç bir belge ve delil bulunmaksızın İran'ı nükleer ve kitle imha silahları üretmeye çalışmakla suçluyordu. Ancak şimdi Bercam nükleer anlaşması ile beraber İran'ın nükleer faaliyetlerinin barışçıl olduğu tescillendi ve bu senaryo kapandı, fakat bu durum Amerika'nın İran'a karşı husumetinin de son bulduğu anlamına gelmiyor.
Amerika Başkanı Obama Bercam nükleer anlaşması imzalandıktan sonra Amerikan yönetiminin gerçek mahiyetini ortaya koyan açıklamada şu ifadelere yer verdi: .. iki yıl müzakerelerin ardından Amerika uluslararası ortakları ile beraber onlarca yıl husumetle elde edemediğini elde etti.
Obama nükleer anlaşmayı, İran'ın nükleer silah üretmesini engelleyen geniş kapsamlı ve uzun vadeli bir anlaşma niteledi. Obama'nın sözleri açıkça ve net bir şekilde Washington yönetiminin İranofobi politikasını sürdürme niyetinde olduğunu ortaya koydu.
Gerçekte Amerika İran'ın bölgesel ve küresel rolünün gündeme gelmesine karşıdır, çünkü bu durumda İran'ın bölgesel bir güç olduğunu kabul etmek zorunda kalıyor. Gerçi Amerika yönetimi Afganistan ve Irak meseleleri gibi bazı bölgesel meselelerde İran'ın etkili bir güç olduğunu itiraf etmek zorunda kalmıştır. Örneğin Obama geçen yılın Temmuz ayında Bercam nükleer anlaşması imzalandıktan sonra Newyork Times gazetesine verdiği mülakatta bu noktaya temas ederek, İran da Arabistan, Türkiye ve Rusya'nın yanında Suriye krizinin çözümünün bir parçası olması gerektiğini belirtti. Obama IŞİD terör örgütü ile mücadele konusunda Amerika yönetimi İran ile doğrudan işbirliği yapamayacağını, fakat nükleer anlaşma bu işbirliği için bir ufuk belirleyebileceğini kaydetti.
Ancak Obama aynı mülakatta İran'a yönelik menfi tutumunu yansıtan sözler de sarf etti. Obama Amerika'nın eski başkanlarından Richard Nicson'un Sovyetler birliği ile nükleer müzakereleri ile ilgili anılarını yazdığı kitabına işaretle İran ve ABD arasındaki nükleer müzakerelere yönelik bakışını beyan ediyor ve şöyle diyor:
Ronald Rigan ve başkaları Sovyetler birliği ile silah anlaşması üzerine müzakere etti ve sonra da başkaları ile müzakere ettiler. Biz de şimdi İran nizamında kendilerine has tarihi bakışları ve anıları olan kişilerle iletişim kurmaya çalışmalıyız.
Richard Nicson anılarını yazdığı kitabında Amerika'nın hangi yöntemle Sovyetler birliği ile nükleer anlaşmaya varmak üzere müzakere ettiğini ve böylece bu devletin içten çöküşüne zemin hazırladıklarını anlatıyor.
Obama Newyork Times gazetesine verdiği mülakatta bu gelişmeyi değerlendirerek şöyle diyor: Bizim Sovyetler birliği ile müzakerelerimiz sonunda Amerika'nın lehine sonuçlandı ve İran ile müzakereler de aynı şekilde sonuçlanacak. Bu müzakereler Amerika ve İsrail'in daha güvende olması ile sonuçlanacak.
Aslında bu sözler Amerikalı devlet adamlarının yıllardır kafalarında tasarladıkları İran'a nüfuz etme ve sonuçta İslam Cumhuriyeti nizamını yumuşak savaşla çökertme hayallerini ve planlarını ortaya koyuyor.
Amerikalı devlet adamları İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra sürekli İran'a karşı üstün konumdan yaklaşmaya çalıştı ve özellikle son on küsur yılda da İran'ın nükleer programının mahiyetini bahane ederek BM güvenlik konseyi üzerinden zalimane yaptırımları ve Washington ve AB'nin tek yanlı yaptırımlarını dayatarak kendilerince bölgeyi daha güvenli hale getirmeyi ve İran'ı nükleer silah üretme iddiasından uzaklaştırmayı amaçladı, Oysa Amerika bu iddiası için hiç bir zaman hiç bir belge veya kanıt gösteremedi.
Şimdi ise Bercam nükleer anlaşmasının yürürlüğe girmesi ile beraber bu haksız süreç 12 yılın ardından durduruluyor. Ancak bu durum Amerika'nın İran'a yönelik hasmane ve yapıcı olmayan eğilimlerinin de son bulduğu anlamına gelmiyor. Nitekim Amerika bu kez İran'ın füze programından kaygı duyduğu iddiasını gündeme getirmeye başladı ve Bercam'dan bir gün sonra bu bahaneye dayanarak İran'a dayattığı nükleer olmayan yaptırımlara yenilerini ekledi.
Amerika son otuz küsur yılda sürekli İran'ı terörü desteklemek ve insan hakları ihlalleri ile suçlayarak bazı yaptırımları dayattı. Amerikalı yetkililerin bu tutumu, İranofobi projesi hala gündemlerinde olduğunu ve beyaz sarayın Bercam'a rağmen İran'a karşı hasmane tutumunu sürdürmek istediğini ortaya koyuyor.
Şimdi Bercam nükleer anlaşması yürürlüğe girdikten sonra iki tarafın yerine getirmeleri gereken bazı yükümlülükleri bulunuyor. Geçen yılın 18 Ekim tarihinde, yani Bercam onaylandığı gün, Amerika Başkanı bu ülkenin iç kurumlarına yaptırımları kaldırmaları doğrultusunda talimat verdi, ancak kararın uygulanmasını İran yönetiminin yükümlülüklerini yerine getirmesine bağladı. AB bakanlar konseyi de yaptırımları kaldıran bir kararnameyi onayladı, fakat uygulanmasını İran yönetiminin yükümlülüklerini yerine getirmesine bağladı. Şimdi iki taraf karşılıklı olarak yükümlülüklerini yerine getirme noktasında bulunuyor ve yaptırımların kaldırılması ile beraber yükümlülükler yerine getiriliyor.
Şimdi yeni oluşan ortamda çeşitli fırsatları ve kapasiteleri değerlendirmek gerekiyor, fakat aynı zamanda tehditlerden de gafil olmamak gerekiyor. Bercam anlaşması da diğer tüm siyasi alış verişler gibi bazı fırsatlar ve bazı tehditlerle beraberdir. Bercam'la birlikte iktisadi, siyasi ve hatta güvenlik alanında İran için sayısız fırsat doğduğu gibi tehditler de devam ediyor. Bu yüzden İran milleti açısından Amerika'nın geçmişte ve şimdiki zamanda davranışlarında önem arz eden konu, atılan adımlarla beraber İran milletinin Amerika'ya güvenmemesinin unutulmamasıdır.
İran sivil savunma kurumu Başkanı General Golamrıza Celali, nükleer anlaşmanın ardından tehditlerin mahiyeti hakkında şöyle diyor: Bercam'dan sonra tehditlerin çerçevesinde yaşanan gelişmeler doğal olarak düşman tarafından yeni bir eğilim olacaktır.
General Celali Amerikalı yetkililerin edebiyatında Bercam'dan sonra İran'a nüfuz etme eğilimine şahit olduklarını belirterek, tehditlerin yeniden tanımlanması gerektiğini vurguluyor. Düşmanın nüfuz ve tehditleri ülkenin altyapılarına yönelik casusluk ve bilgi toplama üzerinde odaklandığını belirten General Celali, bu alanları dikkatle rasat etmek gerektiğini belirtiyor.
Gerçek şu ki Amerikalı devlet adamları sözünü tutmama ve müdahaleci huylarından bir türlü vaz geçemiyor. Bu yüzden İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei Cumhurbaşkanı Ruhani'nin Bercam nükleer anlaşması ile ilgili müzakerelerin sonuçları ve anlaşmanın yürürlüğe girmesi ile ilgili yazdığı mektubuna verdiği cevapta Amerika'nın nükleer müzakerelerde güvenilmez olduğuna işaretle bundan böyle de karşı tarafın anlaşma çerçevesinde yükümlülüklerini yerine getirmesi ve Bercam'ın öngörülen yasal yörüngesinden çıkmaması titizlikle rasat edilmesini ve muhtemel ihlal durumlarında gerekli müdahale ve engellemelerin yapılmasını vurguladı.
Rehber Hamanei Ruhani'ye mektubunda nükleer müzakerelerin sonuçları hakkında belirttiği üzere son günlerde bazı Amerikalı devlet adamlarının açıklamaları sui zan yarattı. Imam Hamanei İranlı devlet adamlarını karşı tarafın yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmelerini rasat etmelerini hatırlattı. Imam Hamanei ayrıca bu anlaşmada elde edilenler için ağır bedel ödendiğinin de unutulmamasını istedi.
Her halükarda Amerikalı yetkililerin sözleri ve tutumu, bu zümrenin davranışlarında ve eğilimlerinde herhangi olumlu bir değişiklik gerçekleşmediğini gösteriyor. İran'ın bilimsel ilerlemelerine muhalefet etmek, İslamî nizamı asılsız iddialarla suçlama politikasını ve İranofobi projesini sürdürmek, Amerikalı yetkililerin otuz küsur yıldır izledikleri politikalardır. Şimdi İslam inkılabının zaferi üzerinden 37 yıl geçiyor, ancak Amerika'nın husumetleri ve komploları hala devam ediyor ve bu hasmane tutumu İran milleti hiç bir zaman unutmayacak ve ona göre Amerika hakkında yargıda bulunacaktır.015
Velayeti, Putin ile görüşmesinde; İran ve Rusya ilişkileri stratejiktir
İnkılap Rehberi’nin Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti, Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşmesinde, İran ve Rusya ilişkilerinin stratejik olduğunu vurguladı.
İnkılap Rehberi’nin Uluslararası İlişkiler Danışmanı Ali Ekber Velayeti’nin Moskova’ya düzenlediği ziyaret çerçevesinde Ruysa Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya geldiği belirtildi.
Görüşmede, iki ülke arasındaki stratejik ilişkilerin geliştirilmesinden dolayı mutluluğunu dile getiren Putin, ikili ilişkilerin tüm alanlarda artırılması gerektiğine vurgu yaptı.
Velayeti de bu görüşmede, İnkılap Rehberi’nin Doğu ve Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bakış açısına işaret ederek, “İran İslam Cumhuriyeti, statejik ilişkilerin geliştirilmesi yönünde adım atmaktadır. İki ülke arasındaki stratejik ilişkilerin artırılması bölge ve uluslararası çapta güven ve istikrarın sağlanmasına mümküm mertebe yardımcı olabilir” şeklinde konuştu.
Ali Ekber Velayeti, Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü daveti üzerine Moskova'ya gitmiştir.
Almanya Dışişleri Bakanı Iranda
Ruhani:Terörizme verilen mali ve askeri kaynaklar kurutulmalı
Cumhurbaşkanı Ruhani, terörizme verilen mali ve askeri kaynakların önlenmesi gerektiğini belirterek, “Terörizm herkes için ve özellikle AB’ye bir tehdirtir” dedi. Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walte-Steinmeier ile görüşen Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, nükleer anlaşmanın uygulandığına işaret ederek, “Nükleer anlaşma ve yaptırımların kalkmasının ardından doğacak fırsatları kullanarak İran ve Almanya ilişkilerinin düzeyini geliştirebilir” diye açıkaldı.
Almanya’nın AB ülkeleri arasında İran’ın ilk ticari ortağı olduğunu kaydeden Cumhurbaşkanı Ruhani, Tahran-Berlin’in uzun vadeli ortak işbirliği yapması gerektiğini, bu işbirliği alanları arasında da sanayi, maden, enerji, demiryolu ve turizmi sayabileceklerini belirtti.
Almanya’nın nükleer anlaşma boyunca takındığı tavırın olumlu olduğuna değinen Ruhani, nükleer anlaşmanın tam ve hızlı bir şekilde yürürlüğe girmesinin herkese yararlı olacağını ve bu anlaşmanın daha sağlam bir hal alması için çalışılması gerektiğini vurguladı.
İran ve Almanya’nın ikili ilişkilerin geliştirilmesinin yanı sıra terörizmle mücadele ve barış ile istikrarın sağlanması gibi bölgesel ve global meselelerde işbirliği yapabileceğini kaydetti.
Terörizmin mali ve askeri kaynaklarının kurutulması gerektiğinin altını çizen Ruhani, “Terörizm ciddi bir tehdit olarak önlenmesi gereken bir tehlikedir. Son aylarda yaşanan olaylar da terörizmin herkese ve özellikle AB’ye bir tehdit niteliğinde olduğunu gösterdi” diye konuştu.
Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier de bu görüşmede geçen 3 ayda Tahran’ı iki kez ziyaret ettiğini ve bunun da Berlin’in Tahran’la yakın ilişki için çaba sarfettiğini gösterdiğini ifade ederek, “İki ülkenin son zamanlardaki ilişkileri ivme kazanmış ve büyük Alman şirketler İran’da yatırım ve ortak işbirliği için hazır olduklarını bildirmişler” dedi.
Geçen yıl içerisinde Almanya’dan 10 büyük siyasi ve ekonomik heyetin İran’ı ziyaret ettiğini söyleyen Steinmeier, şu an da 8 diğer büyük ekonomik heyetin İran’a gelmeyi beklediklerini ve otak yatırımı düşündüklerini ifade etti.
Herkesin terörizmle mücadele etmesi gerektiğine de işaret eden Steinmeier, “Terörizmin kökünü kazımak için onu körükleyen faktörleri ve özellikle aşırıcılığı ortadan kaldırmalıyız” diye ekledi.
Zarif: İran komşularıyla yapıcı ve makul ilişkilerden yanadır
İslami İran dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif, İran'ın bölgenin güçlü bir ülkesi olarak, bütün komşularıyla yapıcı ve makul ilişkilerden yana olduğunu söyledi.
Zarif, Almanya dışişleri bakanı Frank Walter Steinmeier ile düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamada, İran ve Almanya arasında iktisadi ve siyasi ilişkilerin geçmişinin köklü olduğunu belirterek, iki ülke arasında ikili ilişkiler, nükleer anlaşmanın yürürlüğe girmesi gibi konuların ele alındığını ve şimdiki ortamın ikili ilişkilerin geliştirilmesi açısından bir fırsat olduğunu söyledi.
İran dışişleri bakanı, iki ülkenin Suriye'de barış grubunun üyesi olarak işbirliğini sürdüreceğini belirterek, ayrıca Afganistan konusunda da, uyuşturucu madde transiti ve mülteciler konusunu ele aldıklarını ve karşılıklı görüş alış verişlerin süreceğini söyledi.
İran dışişleri bakanı ayrıca, İran ve Arabistan arasında yaşanan gerginlik ve bunun Suriye barış görüşmelerini nasıl etkilediğine dair bir soruya verdiği cevapta ise, İran'ın Arabistan'la ilişkileri gerginleştirmek yanlısı olmadığını ve İran'ın öncelikli siyasetinin komşularıyla ilişkileri geliştirmek olduğunu söyledi.
Sözkonusu basın toplantısında Almanya dışişleri bakanı da, İran ve 5+1 grubu arasında nükleer müzakerelerin olumlu bir şekilde sonuçlanmasından dolayı memnuniyetini bildirirken, Suriye buhranına temasla, bu sorunun giderilmesinde etkili bütün ülkelerin rolünün önemli olacağını belirterek, bundan dolayı bu ülkelerden Suriye'de barış ve sebatın sağlanması için işbirliğini sürdürmelerini istedi.
Uydu konuşlanması için 13 yeni yörünge kayda geçirildi
İran Uzay Kurumu Teknoloji Bölümü başkanı, uydu konuşlanması amacıyla 13 yeni yörüngenin kayıtlara geçirildiğini bildirdi.
Tesnim haber ajansının bildirdiğine göre İran Ulusal Uzay Kurumu Başkanı Menuçehr Mantıki, İran uzay kurumunun şu anda 13 yeni yörünge bölgesini kayıtlara geçirmek üzere olduğunu ve bu kurumun İran'ın milli uydusunu yörüngeye oturtmak için gerekli görüşmeleri sürdürdüğünü bildirdi.
Uydu taşıyıcıların bu cümleden "Simorg" uydu taşıyıcının önümüzdeki iki ay içerisinde gerekli testlerden geçirileceğini ve İran İslam Cumhuriyeti Kurucusu İmam Humeyni Uydu Merkezinin ilk ünitesinin açılacağını ve uydu kontrol merkezinin de Eylül 2016 da hizmete gireceğini belirten İran Ulusal Uzay Kurumu Başkanı Menuçehr Mantıki, İran'ın Almanya, Çin, Rusya ve Avrupa Uzay ajansı ile yakın işbirliğinde bulunduğunu ve bu alandaki faaliyetlerini artırma hususunda yaptırım sonrası doğan fırsatları en iyi şekilde kullanmak istediğini bildirdi.
Imam Hamanei Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreterliği’ni ziyaret etti
İslam İnkılabı Rehberi, İnkılap karşıtı düşünceye karşılık verilmesi gerektiğini beliterek, “Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreterliği’nin ortamı tamamen İnkılap ilkelerine bağlı olmalıdır” dedi.
Imam Hamanei bugün İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Şemhani ve yardımcıları ile konseyin diğer görevlileri ile görüştü.
İslam İnkılabı Rehberi Imam HamaneiHamanei, Milli Güvenlik Yüksek Konseyi’nin görevinin önemli meselelerde karar vermek olduğuna işaret ederek, “Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreterliği rolünü oynayabilmek için bu konseydeki ortamın İnkılap ilkelerine dayalı olması gerekiyor” diye konuştu.
Güvenliğin toplumun en önemli ihtiyaçlarından biri olduğunu söyleyen Imam Hamanei, “Günümüzde güvenlik konusu sırf askeri açısından uzaklaşmış ve ekonomik, yaşam, kültür, siyasi, toplumsal, psikolojik ve ahlaki nitelikler de kazanmıştır” diye açıkladı.
Milli güvenlik Yüksek Konseyi Sekreterliği’nin asıl görevinin güvenlik meselesine yönelik kapsamlı bir bakış açısı sergilemek olduğunun altını çizen Ayetullah Hamanei, “Konseyin sekreterliği karar verdiği zaman doğru bir yöntemle ve güvenlik meselesine çok boyutlu bir suretle hareket etmelidir” diye ifade etti.
Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreterliği’nin çeşitli faaliyetlerine değinen Imam Hamanei, “Sekreterlik karar verme mekanizmasını en iyi şekilde uygulamak için tamamen İnkılap ilkelerine bağlı olmalıdır aksi takdirde istenen sonuç elde edilmez” açıklamasında bulundu.
İnkılap ilkelerine inanmanın evham ve soyut kavramlardan ibaret olmadığını aktaran Imam Hamanei , “İnkılap ilkeleri çok gerçekçi ve açık olarak İmam Humeyni’nin buyruklarını yansıtıyor” diye belirtti.
Halk, istiklal, İslam dinine inanmak, sulta ve zorbalıkla mücadele, Filistin meselesi, halkın yaşam kalitesi ve mustazaflarla yoksullara ilgi göstermenin İslam İnkılabı’nın altyapısı oluşturduğunu söyleyeh Imam Hamanei, “Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreterliği her zaman tamamen İnkılap ilkelerinin peşinden koşmalıdır” vurgulamasında bulundu.
Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Şemhani’nin Kutsal Savunma döneminde etkili bir şahsiyet olduğuna da işaret eden Imam Hamanei, konseyin her zaman devletin ve Rehber’in politikaları çerçevesinde faaliyet yürütmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.
Bölgedeki Gelişmelerin Perde Arkası "30 Yıllık Mezhep Savaşları"
Batının İslam ülkelerinde ve özelde ortadoğuda uygulamaya çalıştığı ve İslamofobi'nin tüm zihinlerde yer edinmesini istediği proje "Mezhep Ayrılığı".
Batı ve ABD'nin yaşadığı ekonomik çıkmaz ve zenginlik arayışı bir taraftan ve İslam'ın batı ülkelerinde inanılmaz yükselişi, büyük stratejistleri yeni yollar aramaya itti.
Alınan sonuç ise bilindik. Avrupa daha önce modernizenin getirdiği bir gereklilik olan emperyalizmi ve kapitalizmi halk tabanına yaymak için iki büyük Hıristiyan mezhep Ortodoks ve Katolik arasında 30 yıl süren savaşları başlattı.
Yaşanan bu savaşın ağır tahribatını, katliamı hem ekonomik açıdan hem de inançsal olarak halk yaşadı. Savaşın sonunda modernize istenen sonucu aldı ve seküler anlayış Hıristiyan toplumlarda yaygınlaştı. Din anlayışı ve bunun hem toplum yaşantısında hem de siyaset ve yönetimde köşeye atıldı. Artık insanlar Ortodoks ve Katolik unvanlarını kullanmaktan ar ederken, modern yaşam insanları cezp etti.
Ortaçağın kapanması ve yeni çağın gelişimiyle batı, İslam'a karşı yani Osmanlı'nın Avrupa'da hızla yayılmasına karşı böylelikle büyük bir önlem almış oldu.
Aynı anlayış yüzyıllar sonra bugün İslam ve ortadoğuya karşı kullanılmak isteniyor.
Büyük bir ekonomik çıkmazda olan batılı ülkeler ve ABD, aynı zamanda toplumun yaşlanması, insanların İslam'a yönelmesi ve sonuç olarak hakim sistem emperyalizme karşı çok ciddi bir tehdit algılarken aynı siyaseti Müslümanlar arasında uygulamaya karar verdi.
Obama'nın Afganistan ve Pakistan temsilcisi Richard Holbrooke, bu projeyi bölgede başlatan ve uygulayan kimselerden. Hem Sünni hem de Şii mezheplerinde radikal anlayışa sahip düşüncesiz kimseleri parayla ve hatta algı operasyonlarıyla yavaş yavaş ayrılığa itmeye ve Müslümanların kendi aralarında çatışmaya başlamalarını sağladı.
Diğer iki önemli şahıs ve dünyanın önde gelen stratejistlerinden Henry Alfred Kissinger ve Richard N. Haass ise, projeyi genişleterek tüm İslam alemine yaymaya ve ilk adımda ekonomik çıkarlar sağlamayı hedeflediler. Bunun için önce Müslümanlar arasında aşırıcı ve radikal kesimi hedef alan adımlarla ayrılık ve nifak tohumlarını ekmeye ve zamanla silahlı çatışmaya varacak kadar iki temel mezhebi birbirine düşman kılmaya başladılar.
Ancak İran'da gerçekleşen İslam devrimiyle birlikte bu proje rafa kaldırıldı. Çünkü batı siyasetini en ince ayrıntılarına kadar okuyabilen bir lider olan İmam Humeyni, İslam birliğine ve Müslümanlar arasında "Vahdet" kavramına vurgu yaparak, aslında batının son aşamaya gelen projesini baltaladı ve sonuçsuz bıraktı.
İmam Humeyni'nin başlattığı "İslami Vahdet" projesi Müslümanları bir arada tutmakla kalmıyor ayrıca emperyalist sistemin İslam'a nüfuzunu da engellemiş oluyordu.
İmam Humeyni'nin vefatından sonra halefi İmam Hamaney de aynı basiret ve ileri görüşlülükle Müslümanları tefrika ve ayrımcılık fitnesine karşı devamlı uyarıyor ve verdiği fetvalarla İslam'ın bel kemiği sayılan bu iki azim mezhebin birbirinden ayrılmaması için olağanüstü gayret gösteriyor.
Tüm İslam alemi, batının ekonomisini düzeltmek için bir sırtlan gibi saldırdığı nimet kaynağı olduğunun farkında olmalı ve sahip olduğu cevheri korumalıdır. Diğer taraftan vahiy kaynaklı kamil ve sağlam dinin korunmasında basiret ve bilinci taşımalıdır.
Şafakta on gün – 4
İran'da İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra , zorba güçlerle mücadele doğrultusunda küresel bir hareket şekillenmeye başladı. Bu hareket zamanlı İslamî uyanışını tetikledi ve başta mağdur kitlelerin arasında olmak üzere, İslam dünyası coğrafyasında muazzam bir çıkışa zemin hazırladı. Bu büyük çıkışın en kalıcı etkilerinden biri, Ortadoğu bölgesinde güç dengelerini değiştirmekti.
İslam inkılabının zafere kavuşması uluslararası arenada tekelciliği kırdı ve bölgesel ve küresel dengeleri bozarak adalet ve keramet isteyen milletlerin arasında özgüven duygusun ihya etti. Bu büyük değişim, dünyanın milyonlarca Müslüman ve mustazaf insanının kalbinde büyük umutları doğurdu. Bu yüzden İran İslam inkılabını, İslam inkılabının yumuşak gücünün şekillenmeye başladığı nokta ve bölgesel ve küresel gelişmeleri etkilediği süreç olarak saymak mümkün.
Gerçekte İslam inkılabının ülküleri ve hedefleri bu açıdan işin ta başından belliydi ve küresel güçlerin sultası altında inleyen bir çok millet için değerli ve anlaşılır ülküler ve hedeflerdi. Bu yüzden İslam inkılabının bölgesel ve küresel etkilerini tanımak pek de zor olmasa gerek.
İslam inkılabı İslam ümmetinin gerçek kimliğine yeniden kavuşmasına zemin hazırladı ve böylece Müslüman milletlerin İslamî uyanış yolunu aydınlattı.
İran İslam inkılabı halkın birlikteliğinden büyük bir siyasi sermaye şeklinde yararlanarak milli vahdet ve dayanışma zeminini hazırladı ve sosyal vefaktan hareketle İslamî siyasi gücün ne olduğunu gözler önüne serdi.
İran İslam inkılabı bu doğrultuda siyasi arenalarda yeni düşünceleri ve yenilikçiliği önceliklerinin başına aldı ve insanlarda özgüven duygusunu ve Batı karşısında kendini kaybetmişlik duygusunun yol olmasını sağladı. Kader belirleyen bu hareket bölge genelinde İslam ülkelerinin siyasi bakışlarının gelişmesine büyük katkı sağladı ve İslam dünyasının siyasi kapasitelerini gün ışığına çıkardı.
İslam inkılabı teorisyenleri ve kanaat önderleri, İslam inkılabı İslam dünyasının mağdur ve mustazaf milletleri arasında geniş çapta İslamî uyanışa yol açarak mücadele için gerekli cesaret ve şecaati yarattığını belirtiyor. Bu etkiler İslam dünyasında vahdet yaratan bir mesaj olarak zulme karşı direniş ve özgüven duygusunu geliştirirken Müslümanların izzetine de neden oldu.
Bu süreç İslam inkılabının İran'da zafere ulaşması ve İslam Cumhuriyeti nizamının kurulması ile beraber inkılapçı bir tez olarak ispatlanmış oldu ve ayrıca bütün dünyaya İslam dininin uluslararası düzende ve küresel kararlarla etkili rol ifa edebileceğini ve Batılı teorisyenlerin iddialarının aksine müspet rol ifa edebileceğini ortaya koydu. Gerçekte İslam inkılabı İslamî kapasitelerin kesin tanınması ile beraber istiklal, özgürlük, izzet ve adalet gibi ülküleri gerçekleştirebileceği inancını yarattı ve İslam dünyasını marjinal konumdan çıkararak küresel gelişmelerin arenasına çıkardı.
Öte yandan bu etki, İslam düşüncesinin küresel söylemlerde rol ifa etmesini ihya etti, İslam inkılabının dinin bölgesel ve küresel karar mekanizmalarında rol ifa edebileceğini ispat etti.
İslam dünyası siyasi kapasiteleri ile beraber insan haklarından başka kültürlere ve ırklara saygı, ahlaki ve insani kerametlere ve milletlerin kültürel normlarına saygı gibi alanlarda söyleyecek sözü olduğunu ve küresel barış ve güvenlik ve gerekli sosyal ve siyasi yapıları oluşturma bağlamında katılımda bulunmak için gerekli kapasitelere sahip olduğunu ortaya koydu.
Bu açıdan bakıldığında, İslam Cumhuriyeti nizamı güzel bir model olarak dinin siyaset alanında yapıcı rol ifa etmeyi ve hükümeti yönetebilecek güce sahip olduğunu ispat etmeyi başardı.
Bu modelden hareketle oluşturulan kapasitelerden yararlanan İran İslam Cumhuriyeti çeşitli arenalarda bölgesel ortak çıkarlar ve terörle mücadele, iktisadi, siyasi ve kültürel işbirliğini geliştirme gibi zeminlerde etkili ve yapıcı rol ifa etmeye başladı. İran bu rolünü, toplu güvenlik temelinde bölgesel istikrarın güçlenmesine vurgu yaparak ifa etmeye başladı, ama bu süreçte çeşitli sabotajlarla karşılaştı, çünkü müdahaleci zorba güçler bölge ülkeleri arasında dayanışma yönünde güçlü ilişkilerin kurulmasını istemiyordu, oysa bölge şiddetle bu tür işbirliğine ihtiyaç duyuyordu ve halen de duyuyor.
İran İslam Cumhuriyeti İslam inkılabının ülküleri ve modeli çerçevesinde dinin karar mekanizmalarında rolünün takviye edilmesine, çok yönlü stratejilerin geliştirilmesine ve küresel güçlerin tek yanlı sultacı politikalarının reddedilmesine ve milletlerin kaderi ancak kendi elleriyle belirlenmesine inanıyor.
İran İslam Cumhuriyeti düşmanların İslam ümmetine karşı psikolojik savaşını etkisiz hale getirmek için ve İslamî ilke ve değerleri korumak ve bölgesel ve küresel kamuoyunun desteğini sağlamak yönünde İslam ülkeleri arasında işbirliğini bölgesel teşekkülleri takviye etme yoluyla İslam ülkeleri arasında güven duygusunu geliştirme ilkesini savunuyor.
Bu tür işbirliği durumları İslam ülkelerinin bölgesel ve küresel karar mekanizmalarında rolünün takviye edilmesine, yeni bölgeselcilik ilkesine göre bölge içi ve bölge dışı işbirliğinin geliştirilmesine ve bölge milletlerinin bilinç seviyesi ve uyanışının gelişmesine katkısı olacağını kesindir.
Bu model aynı zamanda İslam inkılabının temeli olan İslam'ın siyasi yeteneklerinin evrensel boyutlara tanışmasına da katkısı olacaktır.
Buna göre, İran İslam Cumhuriyetinin siyasi işbirliği alanında eğilimi, tehditleri fırsata çevirmek üzere yapıcı ve yaratıcı çözüm yolları ve stratejileri sunmaktır ve bu yönde sarf ettiği çabaları ile bölgesel işbirliğinin bölgesel istikrarın gerçekleşmesine yönelik toplu eğilimin artmasına vesile olduğunu göstermeye çalışmıştır.
Gerçekte İran İslam Cumhuriyeti sürekli milletlerin haklarına saygı ve adil ilişkilere vurgu yapması, İslam Cumhuriyeti nizamının dünyanın diğer ülkeleri ile yapıcı teamülünün temeline oluşturmuştur. Kuşkusuz bu ilkelerin temelinde gelişen işbirliği ve ilişkiler, milletlerin sorunları ile mücadelede gücünü arttırdığı gibi ortak ve birlikte hareket etme eğilimini de takviye edeceği kesindir.
Müslüman ve gayri Müslim ülkelerin arasında kültürel ortak değerlerin yüceltilmesi ve savaş için ittifak yerine barış için ittifak düşüncesinin beyan edilmesi ve adalet temelinde ilişkilerin geliştirilmesinin vurgulanması, İran İslam cumhuriyeti izamının küreselleşme çağında gelişmeleri yönetmek üzere üzerine vurgu yaptığı ilkelerdir.
Bu çerçevede İran İslam Cumhuriyeti adalet talep etmek ve ayrımcılığın reddedilmesi ilkelerine vurgu yapmak ve ayrıca sultacı düzenlerin mahiyetini ifşa etmek ve uluslararası düzende sultacı ilişkilerin biçimini değiştirme zaruretini vurgulamak sureti ile sosyal adalet ve eşitliğin gerçekleşmesi için gerekli fikri zemini ihya etmeye çalışmıştır.
İran İslam Cumhuriyeti, zorba güçlere karşı direnmek için bir model geliştirmiştir ve direniş psikolojisini istikbarla mücadele eden milletlere ve özellikle İslam ümmetine intikal ettirmiştir.
İran İslam Cumhuriyeti bu alanda ne Doğu ne Batı ilkesinden hareketle küresel istikbarın zorbalığına karşı durmak ve ecnebilerin mustazaf ülkelerin içişlerine karışmasına engel olmak bağlamında dünyanın mustazaf milletlerini sonucu küresel güçlerin sultasından kurtulmak olan aydın bir yol göstermiştir.
İran İslam inkılabı yumuşak gücüne dayanarak İslam dünyasını kendi kaderine karşı pasif tutumundan kurtulmak için çaba harcamaya teşvik etmiş ve sulta düzeni hakkında dünya kamuoyunu da bilgilendirerek İslam'ın teori üretme ve galip söylem alanındaki konumunu siyasi elit kesime göstermiştir.
Kuşkusuz uluslararası arenada her türlü değişim ve güç dengelerinin milletlerin çıkarları doğrultusunda kurulması, güçlü siyasi girişimler ve desteklerle mümkündür, böylece istikbar güçleri ile yüzleşmede adalet ve milletlerin haklarına saygı ilkeleri temelinde başarılı olunabilir.
Bu açıdan bakıldığında, İran İslam inkılabı İslam'ın siyasi arenalarda gücünü sergileyerek milletlerin arasında izzettaleplik ruhunu ve aynı zamanda bağımsızlık ve özgürlük uğruna sorumluluk üstlenme duygusunu geliştirmiştir. Bu inkılapçı değişim özellikle İslamî toplumlarda siyasi bilincin gelişmesine ve bölgede sosyal ve siyasi hareketlerin daha dinamik ve daha güdümlü hale gelmelerine vesile olmuştur. Bir başka ifade ile İran milletinin istikbar karşıtı ve adalettalep ruhu, bölgenin Müslüman milletlerinin İslamî kimliklerini ihya etme yolunda mücadelelerinde daha da kararlı kılmıştır.
İşte bu yüzden Amerika ve küresel Siyonizm İslam inkılabını kendi sultacı politikalarına karşı bir tehdit şeklinde algılıyor ve İslam inkılabından kaynaklanan düşüncelerin dünya milletleri tarafından her geçen gün daha fazla benimsendiğini düşünüyor.
Bugün bölge milletleri İslam inkılabının zaferi üzerinden yaklaşık kırk yıl geçtiği bir sırada hala İran milletinin inkılapçı hareketini gözetliyor, çünkü dünyanın hür milletleri açısından İslam inkılabı İslamî uyanışın çıkış noktası olarak dini değerleri ve İslamî doğru düşünceyi ihya etmeyi ve Müslümanlara İslamî kimliklerini yeniden kazandırmayı ve aralarında izzet ve özgüven duygularını yaratmayı başardı. Tüm bunlar İran İslam inkılabının mağdur milletlerde sultacı zorba devletlere karşı direniş ruhunu geliştiren yumuşak gücünün ifadesidir. Nitekim b tesir sulta düzenine karşı İslamî direniş hareketinin yaygınlaşmasına yol açmıştır.
Batı'da medeniyetler savaşı tezini gündeme getiren Huntington, siyasi İslam'ın İran İslam inkılabından ilham aldığını belirtiyor. Huntington, kendini Batı'nın rakibi bilen İslam, Amerika'nın gözetlediği küresel düzenin karşısında en temel tehlike olduğunu savunuyor.015
İslami İnkılabı Rehberi: Din ve İnkılab uğruna fedakarlıkta bulunmak belli bir zümreye mahsus değil
İslam İnkılabı Rehberi Imam Seyyid Ali Hamanei, din ve inkılap yolunda fedakarlıkta bulunmanın belli bir zümreye mahsus olmadığını, tüm toplum kitlelerinin bu büyük ve manevi yarışa katılması gerektiğini bildirdi.
spor dalı şehidleri kongresi tertipleme komitesi üyelerini kabulünde konuşan İslam İnkılabı Rehberi Imam Seyyid Ali Hamanei, sporcu şehitlerin anılmasının inkılapçı düşüncenin yayılması ve İnkılap ruhunun takviyesine sebep olacağını hatırlatarak, "Sporcu genç doğal olarak toplumdaki gençlerden bir kesim için bir modeldir, onun ahlak, davranış, tutum, yaşam tarzı ve kalitesin ister istemez gençler üzerinde etkili olabilir ve toplumu din, ahlak ve maneviyata sevk edebilir" ifadesini kullandı.
Yerli ve ulusal kültür ve örfte "Pehlivan" kavramının özel bir edebiyatı ve önemi bulunduğunu belirten İslam İnkılabı Rehberi Imam Seyyid Ali Hamanei, uluslararası platformlarda milli marşın okunması veya ülkenin bayrağının şampiyonluk platformunda göndere çekilmesi iftiharının, siyonist rakibi ile güreşmeye yanaşmayan sporcunun veya kendi çarşaf ve İslami tesettürünü tamamen koruyarak yiğitlik platformunda yeri alan bayan sporcunun girişiminin doğal bir sonucu olduğunu bildirdi.
Şampiyonluk yarış alanlarında değerlerin korunması için fedakarlık eden sporcuların takdir edilmesinin çok değerli bir girişim olduğunu belirten Imam Hamanei, özellikle her başarı anında Allah (cc)ın adını yüksek sesle anan veya yarışlarda rakibini alt ettikten sonra secdeye kapılan sporcuların takdir edilmesi gerektiğini bildirdi.