کارگر

کارگر

Pazartesi, 28 Aralık 2015 03:58

Görmez, Vahdet Konferansı için İran'da

Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, 29. Uluslararası Vahdet Konferansı'na katılmak ve resmi temaslarda bulunmak üzere İran'a geldi.

Türkiye Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'i, Tahran Mehrabat Havaalanı'nda, Dünya İslam Mezhepleri Yakınlaştırma Birliği Başkanı Ayetullah Muhsin Eraki karşıladı.

İran halkı ve yöneticilerine davetleri için teşekkür eden Görmez, bunun gecikmiş bir ziyaret olduğunu belirtti.

Ümmetin ocaklarına ateş düştüğünü, bunu söndürmek için her müminin, her vicdan sahibi insanın elinden geleni yapması gerektiğini vurgulayan Görmez, şunları söyledi:

"Hazreti İbrahim'in ateşini söndürmeye giden karınca misali, en azından o yolda olmak gerekiyor. Bütün Müslümanların bizi fitne ve ihtilafa götürecek her türlü unsurdan arınması gerekiyor. Önceliği kan ve gözyaşının durmasına vermek gerekiyor. Bu ziyaretimizin tek amacı budur. Ziyaretim buna bir nebze de olsa katkı sağlarsa kendimi bahtiyar sayacağım."

- "Ziyaretiniz büyük önem arz ediyor"

 

Eraki de İran'ı ziyareti için Görmez'e teşekkür ederek, "Burası sizin eviniz, sizin toprağınız, kendi evinize hoş geldiniz. Sizin gelişiniz umuyoruz ki Müslümanların arasındaki soruna çözüm olacaktır. Müslümanların birleşmesine yardımcı olacaktır" dedi.

 İran halkı adına Görmez'in ziyaretinden onur duyduklarını dile getiren Eraki, şöyle konuştu:

"İran'ın ev sahipliğinde gerçekleşecek toplantı bir fırsattır. Müslümanlar arasında bir yakınlaşmaya sebep olacaktır. İslam alemini birleştirmek adına gerçekleştirilecek bu toplantı, Müslümanların arasında yaşanan sorunlara da çözüm sunacaktır. Sizin de bu toplantıya iştirak etmeniz, İran'da olmanız bizler için onurdur. Sizin bu ziyaretiniz Müslümanlar arasında bir yakınlaşmaya sebep olacaktır. Mezhepleri birbirine yakınlaştırma ve farklılıkları birleştirmek adına ziyaretiniz büyük önem arz ediyor."

Dünya İslam Mezhepleri Yakınlaştırma Birliğince Tahran'da düzenlenen 29. Uluslararası Vahdet Konferansı, 29 Aralık'ta sona erecek.

- Görmez'in Tahran programı

Görmez, İran programı kapsamında 29. Uluslararası Vahdet Konferansı'nın açılışında yapacağı konuşmanın ardından, İran Kültür ve İslami İrşad Bakanı Ali Cenneti, İnkılap Rehberi Danışmanı ve İslami Mezhepleri Yakınlaştırma Kurumu Yüksek Kurulu Başkanı Ayetullah Teshiri, Hac ve Ziyaret Kurumu Rehberlik Makamı Temsilcisi Gazi Asger, İran İslam Cumhuriyeti İlmiye Havzaları Müdürü Ayetullah Hüseyni Buşehri'nin de aralarında bulunduğu üst düzey yetkililerle görüşmelerde bulunacak. 

İslami Mezhepler Üniversitesini ziyaret edecek olan Görmez, burada öğrencilere konferans verecek. Görmez, temaslarının ardından 30 Aralık'ta yurda dönecek

Pazartesi, 28 Aralık 2015 03:54

İlahî Rahmetin Beşere Nüzûlü ve Vahdet

“Bu büyük doğum, beşeriyet için ilâhî rahmetin en iyi örneklerinden olan doğumdu. Çünkü o büyük insanın doğumu ve büyük Peygamberin gönderilişi, Hakk Teâlâ’nın kullarına rahmetiydi. Bu doğum, rahmet olan bir doğumdur. İslam dünyası bu doğumun kesilen bir rahmet değil her zaman sürecek olan bir rahmet olduğu noktasını idrak etmelidir.”

Günümüz Müslümanlarının en büyük problemi olan fitnelerle, ardından meydana gelen ayrılıklardan kurtulup, bir araya gelerek vahdet oluşturabilmeleri önündeki engellerdir. İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamanei’nin Müslümanların vahdeti ve vahdetin önündeki porblemler ve bu problemlerin aşılması hakkında, ortaya koyduğu yaklaşımları içeren ifadelerini şu günlerde idrak etmekte olduğumuz Peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) doğumu ve vahdet haftası vesilesi ile ilginize sunuyoruz…

Rahmet Olan Doğum

“Bu büyük doğum, beşeriyet için ilâhî rahmetin en iyi örneklerinden olan doğumdu. Çünkü o büyük insanın doğumu ve büyük Peygamberin gönderilişi, Hakk Teâlâ’nın kullarına rahmetiydi. Bu doğum, rahmet olan bir doğumdur. İslam dünyası bu doğumun kesilen bir rahmet değil her zaman sürecek olan bir rahmet olduğu noktasını idrak etmelidir.”

Vahdet, Peygamber Ekseninin Gücüdür

“Nebi-i Ekrem’in şahsiyetinin boyutlarını, kâmil bir şekilde beyan etmeye ve O büyük insanın gerçek şahsiyetine yakın bir tasvirde dahi bulunmaya hiç bir insanın gücü yetmez…   Tarih boyunca ne öğrendiysek, Âlemlerin Rabbi’nin seçtiği ve bütün peygamberlerin serveri olan Peygamber’in, O büyük insanın manevî varlığının, bâtınının ve hakikatinin sayesindedir. Ama bu kadar marifet bile, onları kemale doğru götürmesini sağlaması, insaniyet kalesini, beşerî tekâmülün zirvesini gözlerinin önüne sermesi ve onları İslâmî vahdet ve o eksenin gücü etrafında toplanmaya teşvik etmesi bile bütün Müslümanlar için yeterlidir. Bununla birlikte bizim bütün Müslüman âlemine tavsiyemiz, Peygamber’in şahsiyetinin boyutlarını, yaşamını, sîretini, O Hazretin ahlâkını ve O büyük insandan etkilenip elde edilen şeyleri öğrenmektir, bu iş yeterince zaman alacaktır.”

Müslümanların Kalplerinin Yakınlaşmasının Mayası

“İslam’ın Yüce Nebisinin varlığı, bütün dönemlerde Müslümanların vahdetinin en büyük mayasıydı, bu gün de öyle olabilir. Çünkü Müslümanların her bir ferdinin, O büyük mukaddes Peygamber’e karşı inançları, sevgi ve aşkta birleşmiştir. Bu yüzden O yüce şahsiyet, bütün Müslümanların sevgi ve inançlarının merkezi, mihveridir. Bu mihveriyet, Müslümanların kalplerinin birleşmesi ve İslam fırkaları arasındaki yakınlaşmanın bir gereği olarak düşünülmelidir.”

Peygamberin İlk Uygulaması, Genel Bir Anlaşma ve Vahdet

“Peygamber, Medine’ye geldikten sonra, işe koyuldu… Hemen mescid yapımına başladı… Sonra o nizamın siyasî idaresini ve tedbirleri planladı.

… Eğer insan her olayı ayrı ayrı ele alırsa hiç bir şeyi fark edemez, bakmalı, iş düzeninin nasıl olduğunu görmelidir. Bütün bu işler, nasıl tedbirli, akıllıca ve doğru hesaplamalarla yapılmıştır.

İlk iş, vahdetin oluşturulmasıdır. Medine’nin bütün halkı Müslüman olmamıştı, çoğunluk Müslüman olmuştu ve çok az bir kısmı da Müslüman olmadan kaldılar… Peygamber toplumsal bir genel anlaşma oluşturmuştu.

… Sonraki çok önemli adım, kardeşliğin oluşturulmasıydı. Seçkincilik, uyduruk taassuplar, kabilecilik gururu, halkın çeşitli kesimlerinin birbirinden ayrı olması, o günün mutaassıp ve cahilî Arap toplulukları için en önemli belaydı. Peygamber kardeşliği oluşturarak, bunları ayaklarının altında ezdi.”

Vahdet; Usûlde, Gönül Birliğinde ve Karşılıklı Anlayışta Ayak Diremek

Biz, vahdet meselesinde, ciddiyiz. Biz, Müslümanların birliğini de açıklamışız. Müslümanların birliği, Müslümanların bağlı oldukları farklı gruplar kendilerine has fıkhî ve kelâmî akidelerini bırakmaları değildir. Müslümanların birliği, iki ayrı manadadır ki, bunların ikisinin de oluşturulması gerekmektedir: Evvelen, farklı İslâmî gruplar (Sünnî ve Şiî) -ki bunların her biri farklı kelâmî ve fıkhî kolları vardır- gerçekten İslam düşmanları karşısında, gönül birliğiyle, el ele, iş ve fikir birliği yapmalıdırlar. İkinci olarak, Müslümanların farklı grupları, kendilerini diğerlerine yakınlaştırmaya çalışmalı ve karşılıklı ortak anlayış oluşturmalı, fıkhî mezhepleri karşılıklı mukayese etmeli ve uzlaştırmalıdırlar. Fakihlerin ve âlimlerin verdikleri pek çok fetvalar, fıkhî bahislerde ele alınması durumunda, küçük değişikliklerle, bu iki mezhebin görüşlerinin birbirine yakınlaştırılması mümkündür.

Kalpler, Vahdete Yönelmeli

“Sizler, İslâmiyet ve İslam’ı yücelttiği iddiasında olan bazı İslam ülkelerini görüyorsunuz. Bazıları o kadar utanmaz ve arsızdırlar ki, kendilerini İslam’ın kurucusu, sahibi ve yayıcısı olarak kabul etmekte ve tanıtmaktadırlar. Oysa aynı zamanda da fesad ve düşkünlük yuvası, haramların ve büyük günahların kaynağıdırlar. Bütün bunu dünya görmektedir. Basiretli Müslümanlar şunu anlamakta ve bilmektedirler ki, eğer İslam’ın vahdet bayrağı yükselirse Müslümanların kalpleri çoğunlukla İslam hakikatinin hâkim olduğunu, ölçülerin ve ayarların İslam’dan alındığını, hâkimiyetin, yöneticiliğin, sorumluluğun ölçüsünün Müslüman olmak olduğunu anladıklarında “Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekâtı verirler, ma’rufu emreder ve münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir.” (Hacc, 41) ayeti tahakkuk etmiştir. Bütün dünya halkı görmektedir ve kalpleri İslâmî İran’a yönelecektir.”

Düşmanın Kötüye Kullanmasına İzin Vermeyin

“Aziz kardeşlerim, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, Ehl-i Beyt mektebinin (a.s.) takipçileri bu noktayı unutmamalıdırlar… Bu nokta, diğer İslam fırkalarıyla vahdet ve şefkatin oluşturulmasıdır. Düşmanın bunu kötüye kullanmasına izin vermeyin. Kardeşlerinizin düşmanın eliyle zayıflatılıp yok edilmesine izin vermeyin. “Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider.” (Enfal, 46) İslam dünyasında herkesi kardeş bilin. Bugün İslam toplumu, düşman tarafından tehdit edilmektedir. Bugün dünya müstekbirleri tarafından dinin aslı baskı ve tehdit altındadır.”

Peygambere Muhabbet ve Bağlılık Noktasında Hiç Bir İhtilaf Yoktur

“Günümüz dünyasıyla alakalı olan ve benim bu konuda tekrar tekrar altını çizdiğim nokta şudur ki; İslâmî fraksiyonlar arasında -ki günümüzde Müslümanlar yakalarına yapışan illetlerin ve düzensizliğin elinden kurtulmak için her vesileden yararlanmalıdırlar- hiç bir ihtilafın olmadığı bir nokta vardır ki, bu da yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed b. Abdullah (s.a.a.)’dir. Bu, üzerinde çaba harcanması gereken, uzlaşılan ve birleşilen bir konudur. Daha önce de bunu söyledim: Bazı himmet sahibi kimseler de Müslüman fraksiyonlar arasında bu esas üzerinde birleşilmesi için çaba sarf etmişlerdir. Bu gün de himmet sahibi olan kimseler bu esas üzerinde durmalı ve bu vahdet noktasına Müslümanların dikkatini çekmeli ve onları uyandırmalıdırlar.”

İslam’daki En Cezbedici Şey

“Peygamberimizin yüce ismi, bütün Müslüman âleminde, en aşikâr cazibe noktalarından biridir, çünkü bu konu içinde iman ve muhabbet meselesini beraber barındırmaktadır. Aynı şekilde bu anma ve ismin zikredilmesinin gücü neticesinde sadece imana dayalı olup, muhabbet ve ilgiden yoksun olan Müslümanlarla alakalı birçok işler ve birçok yeni oluşumlar söz konusu olabilir. Bu yüzden bizden önceki dönemlerde yaşayan bazı büyük İslam düşünürleri;“Müslümanların vahdetinin esası ve amelî birlikleri, bu yüce isimle, O Hazrete iman ve O büyük Nebiyi anmakla sağlanabilir” demişlerdir. Bu doğru bir sözdür.”

Müslümanların Peygambere Karşı Muhabbetleri

“Yaratılış âleminin o yüce şahsiyeti, yani değerli Peygamberin varlığı ve merkezî konumu, Müslümanların genelinin akide ve muhabbetlerinin olması açısından en büyük ve değerli kazanımlardan biridir. İslâmî hakikatler ve ilimler arasında, Müslümanlarca muhabbet ve akide olarak bu şekilde üzerinde görüş birliğine varılmış bir konu belki de yoktur, olsa bile çok nadirdir. Çünkü muhabbetin de bu konuda önemli bir yeri vardır. Peygambere muhabbete fazla önem vermeyen ve O’na muhabbetle, O’na ilgi ve yakınlıkla fazla işi olmayan, tevessülden uzak, Müslümanların genelinden ayrılmış bazı azınlık ve cemaatler dışında, Müslümanların çoğunluğu Nebi-i Ekrem (s.a.a.)’e muhabbet duymaktadır.”

Şiî ve Sünnî Arasında Nifak Oluşturmak

“Bu zamandaki en önemli meselelerden biri de Müslüman gruplar arasındaki ihtilaflardır. Bu elbette yeni bir mesele değildir. İhtilaflar ve kavgalar, bazen kelâm, fıkıh ve fraksiyon yüzünden çıkan tartışmalar İslam’ın ilk dönemlerinden beri var olagelmiştir. Lakin bu konudaki yeni söylem şudur ki, İran’da İslam İnkılabı’nın zaferinden ve baştanbaşa İslam coğrafyasında yaydığı fikirsel akımlardan sonra, İslam İnkılabı’nın herkesi etkileyen dalgasından kurtulmak için müstekbirlerin başvurdukları hilelerden biri olarak, İran İslam İnkılabı’nı bir Şiî hareketi, belli bir fırkaya ait hareket olarak -genel anlamda İslâmî olarak değil- tanıtmışlardır. Öte yandan da Şîa ve Sünnî arasında nifak ve kin tohumları ekmek için apaçık çaba göstermişlerdir. Biz en başından bu şeytanî tuzağa dikkat çekerek, Müslümanlar arasında vahdetin olması ve bu fitnenin sonuçsuz kılınması için ısrarla çaba sarf ettik. Allah’a hamdolsun ki, ilâhî lütufla bu konuda birçok başarılar elde ettik. Bu son başarılardan biri de Dünya İslâmî Mezhepleri Yakınlaştırma Komisyonu (Mecme-i Cihân-i Takrib-i Mezâhib-i İslâmî) oluşturmaktı ve hali hazırda baştanbaşa İslam dünyasında ulemâ, aydınlar, şairler, yazarlar ve bütün İslâmî mezheplere bağlı halklar omuz omuza, tek bir söylem ve tek bir nefes ile İslam İnkılabı’nı ve İran İslam Cumhuriyeti’ni savunmaktadırlar. Ancak düşman, para, plan, propaganda ve çirkinlikler gibi birçok silahlarla donanmıştır ve müteessifane dünyanın bazı yerlerinde, zaaflarından yararlanarak zihinlerini ve söylemlerini iğfal edecek bir takım kimseler bulabilmektedir. Aynı şekilde bazen bir ülkede siyasetçi, bazen başka bir ülkede sözde âlim veya görünürde inkılabî kimselerin Şîa’ya ve İran milletine -ki asrımızın en büyük inkılabını gerçekleştirmiş ve çaresiz bir şekilde onu savunmak zorunda bırakılmış-  yakışmayan sözlerinin duyulduğu, yazılarının okunduğu da olmaktadır. Yahut Müslüman ülke olan Pakistan’da -ki o millet, bizim için en aziz milletlerden biri olarak kabul edilmekte ve her zaman İslam ve İran İslam Cumhuriyeti’nin savunucusu olmuşlardı ve hâlâ da öyleler- bazı kimseler, İslam ve Müslümanların vahdetinin düşmanlarının dolarlarıyla yaygın toplantılar düzenlemekte, kitap ve makaleler yazmaktadırlar. Bu yolla Şîa ve Peygamberin Ehl-i Beyt’inin taraftarlarına ve mukaddesatına saldırı atmosferi oluşturmak istemektedirler.”

İslam Ümmetine Tefrika Aşılamak

“Tabiidir ki, vahdeti engelleyen ve önü alınması gereken bazı -kavmî ihtilaflar, mezhebî ve cemaatsel ihtilaflar, siyasî ihtilaflar- etkenler vardır. İslam ümmetinin vahdetinin ekseni olan kutsal Peygamberimizin adı ve O yüce şahsiyetin hatırasına dayanarak bu ihtilafları yenmek lazımdır. Lakin bundan daha zor olan, tefrikaya yol açan şeyler İslam ümmetine aşılanmaktadır. Bu kavmî, cemaatsel ve mezhebî ihtilafların kaynağında İslam düşmanlarının her zaman yürüttükleri Müslümanlar arasında ihtilaf meydana getirme siyasetleri vardır. Bütün bu ihtilafların ardındaki düşmanın parmağını, oyunlarını ve hesaplarını görmek ve buna göre tedbirler almak gerekmektedir. Ümmetin fikir sahibi olanları hangi mezhep ve fırkalardan olurlarsa olsunlar, Müslümanlar arasında bu fitne dalgalarının önüne geçmeli -ki İslam düşmanları tarafından tahrik edilmektedir- ve günbegün artan bir huzur, yakınlık ve muhabbetle bu tehlikeyi bertaraf etmelidirler.”

Neden Müslümanların Birbirini Tanımasından Korkuyorsunuz?

“Biz inanıyoruz ki, İslam, Müslümanların vahdetini ve Allah’a inanan muvahhidlerin güçlerinin birleşmesini farzlarından biri olarak belirlemiştir. Biz, Allah’ın Beytine yapılan haccın en büyük hedeflerinden birinin Müslümanları birbirine yaklaştırmak olduğuna inanıyoruz. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi: “İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.” (Hacc, 27) İslam âleminin bütün halklarını Arafat, Mina ve Mescidü’l-Haram gibi belirli yerlerde ve belirli günlerde bu aşinalık ve kaynaşmanın olması için toplamaktadır. Niçin onlar Müslümanların birbirlerini tanıyıp kaynaşmalarından bu kadar korkmaktadırlar? İşte mesele budur, İslâmî vahdet, Müslümanların fikir, görüş ve söz birliği etmesi müstekbirler ve onların başı olan gaddar Amerika açısından, dünyaya hükmetmesi için gereken şartların önündeki en büyük tehlikedir. Bu, büyük İmamızın defalarca dile getirdiği bir hakikattir.”

Perde Arkasındaki İhtilaflarda En Karmaşık Komplo

“Ancak Müslümanların vahdeti ve Vahdet Haftası meselesinde şunları söylemeliyiz ki, eğer vahdet ve İslam fırkaları arasındaki yakınlık İslam’a hizmetse, eğer Müslümanların vahdetinin İslam’ın azameti açısından Müslümanların yararına olduğunu kabul ediyorsak, yakinen şuna da inanmalıyız ki, İslam düşmanlarının en zorlu çabaları ve en karmaşık oyunları bu vahdet ve birliği bozmak için harekete geçecektir. Bu iki hal birbirinden ayrılmaz bir döngüdür. Bugün İslam’ın yararına olan her şey, İslam düşmanları tarafından öfkeyle karşılanmaktadır. Bugün İslam’ın daha da yücelmesi için yapılan her şey, beraberinde daha fazla düşmanın hücumunu getirecektir. Bu, ispatlanmış bir denklemdir.

…Bugün İslam’a hizmet eden her iş, İslam düşmanlarının zararınadır. Müslümanlar arasındaki vahdet, bu genel kaidenin doğruluğunu kanıtlayan ölçülerinden biridir. Eğer Müslüman âleminin birbirleriyle vahdet oluşturması gerçekten gerekiyorsa ve bu birleşme İslam’ın ve Müslümanların yararınaysa -ki görünen o ki, İslam âleminin kanaat önderleri ve aklı başında olan kimseleri bu sözden şüphe etmemektedirler- o zaman şundan emin olmalıyız ki, bugün bu vahdeti bozmak için düşmanın oyunları her zamankinden daha fazla olacaktır.”

Kaynak: Ayetullah Seyyid Ali Hameneî, Yüce Nur (Hz. Muhammed Mustafa –s.a.a-), Feta Yayıncılık.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani, İslami Vahdet Konfransı’nın açılış töreninde, asil işgalci Siyonist Rejim’in unutulmaması gerektiğini ifade etti.

Tahran’da organize edilen 29. İslami Vahdet Konfransı’nın açılış töreninde bir konuşma yapan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) veladeti münasebetiyle bütün müslümanlara tebriklerini ileterek, İslam dünyası gündemini değerlendirdi.

Siyonist İsrail’in İslam dünyası tarafından unutulmasının umulmadık bir şey olduğunu ifade eden Ruhani, bu bağlamda İslam ülkelerinin daha duyarlı olmaları gerektiğini vurguladı.

Cumhurbaşkanı Ruhani, “2 sene önce İran İslam Cumhuriyeti BM’de şiddet ve aşırıcılığın dünyayı tehdit ettiğini ve bütün ülkelerin terörizm ve aşırıcılıkla mücadelede etmesinin gerekli olduğunu ilan etmişti. Eğer görünüşte bu öneri ülkeler tarafından kabul edilmiş olsa da maalesef bu konuya hoşgörü ile yaklaşılmadı” açıklamasında bulundu.

Bölgedeki katilamların asıl nedenlerine işaret eden Cumhurbaşkanı, “Bazıları maalesef İslami metinleri çok yanlış bir şekilde yorumluyor” diyerek, “Ne yazık ki dini medreseler adına faaliyet gösteren bazı merkezler başvurdukları şiddeti İslam, Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’e nispet veriyor” ifadelerini kullandı.

Şii hilali gibi ileri sürülen tabirlerin çok yanlış oldğunu belirten Ruhani, “Ne Sünni hilali var, ne de Şii hilali, biz bir İslam bedriyiz. Biz müslümanlar hepimiz birlik ve beraberlik içinde yaşamalıyız” dedi.

Terör ve katliamların maalesef %80’nin İslam ülkelerinde gerçekleştiğini söyleyen Cumhurbaşkanı, “Acaba bunu engellemek için bizim bir girişimde bulunmamız gerekmiyor mu?” şeklinde konuştu.

Cuma, 25 Aralık 2015 06:37

İran'dan Amerika'ya tepki

 İran İslam Cumhuriyeti dışişleri bakanlığı sözcüsü, Amerika Yüksek Mahkemesinin, İran mal varlığına el koyma kararının hukuki açıdan geçersiz olduğunu belirtti.

İrna'nın haberine göre, dışişleri bakanlığı sözcüsü Hüseyin Cabiri Ensari yaptığı açıklamada, Amerika Yüksek Mahkemesinn İran İslam Cumhuriyetine ait mal varlığına el koyma kararının, 86 yılında Amerika'nın çeşitli mahkemelerinde incelenen davanın son aşaması olduğunu, bunun ise uluslararası hukukun açık ihlali olduğu ve hukuki açıdan tamamen geçersiz olduğunu belirtti.

Cabiri Ensari Amerika yargı sisteminin hükümet ve kongrenin desteği ile uluslararası hukukun temel ilkelerini çiğneyerek, temelsiz iddialara dayanarak İran İslam Cumhuriyetine karşı hukuk dışı kararlar verdiğini belirtti.

Amerika'da bazı mahkemelerin adalet ve yasaları alaya aldığını belirten dışişleri bakanlığı sözcüsü, son yıllarda İran'ı bazı olay kurbanlarına tazminat ödemeye mahküm edildiğini, halbuki olayların kimliği belirsiz teröristler tarafından Amerika'da işlendiğini söyledi.

Cabiri Ensari söz konusu mahkemelerin kararlarının hiç bir yasal dayanağı olmadığına da değinerek, İran İslam Cumhuriyetinin, söz konusu kararların uluslararası hukuka aykırı olduğunu , İran islam cumhuriyeti, bağlı kuruluşlar ve şahsiyetlerin mal varlığından çalınması halinde Amerika hükmetinin konudan sorumlu olacağı, ve tazminat ödemesi gerektiğini açıkça belirtti.

Cuma, 25 Aralık 2015 06:32

Neden Şeyh Zakzaki hedefte?

Allah’ın adıyla

Neden Cumhurbaşkanı Buhari ve bugünkü Nijerya hükümeti Şeyh Zakzaki’yi hedefliyor?
Hem dışsal ve içsel faktörler vardır.

Dış faktörler:

1.Batı Emperyalizmi ve Siyonistler

“Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan makyaj. Onların yeryüzünde en güçlü ulusları içermektedir, hepsi ulusları ve kaynaklarını kontrol etmek istiyor. Nijerya Afrika kıtasında en çok nüfusa sahip büyük bir ülke. Nijerya Emperyalizm uşaklığı tam yapan bir liderlik tarafından yönetiliyor.Ülkenin tüm potansiyellerinin ahlaksızca sömrülmesine izin veriliyor.

Şeyh Zakzaki bir dizi anti-emperyalizm kimlik bilgilerine sahip ve sürekli faaliyetleri halkını bu yönde uyandırmak. Bu onun ilk ‘günah’ı.

2.Şeyh Zakzaki’ nin sonraki ‘günah’ı Pro-Filistin faaliyetlerdir.
Batı emperyalizmi Filistin’I gündeminin başına alan bütün söz ve faaliyetleri susturmak ister. Şeyh Zakzaki Filistin davasına verdiği desteğin en belirgin kurbanları 3 oğlunun Nijerya ordusu tarafından geçen yılki Pro-Filistin mitinginde katledilmesidir.

3. Emperyalistlerin gerçek sponsorları olan Boko Haram’a karşı direnişidir.

4.Bir başka konu, Batı emperyalizminin İslam dünyasında kendi emperyalist gündeme büyük bir tehdit olarak İran’ı kabul etmiş olması ve bağlantıları ile savaş ilan etmesidir. Tüm İran yanlısı gruplar hedef onlara, standart bir politikadır. Ya doğrudan onları hedef veya onları dolaylı kuklaları olan ev sahibi hükümetleri kullanarak hedefe koyar.

İç Faktörler:

Sonra artık iç faktörleri göz önünde bulunduralım. İlk konu Suudi Arabistan hükümeti tarafından desteklenen mezhepçilik politikaları… Bu mezhepçilik politikaları Sünni ve Şii toplulukları olan tüm ülkelerde teşvik edilmektedir. Suriye, Irak ve Yemen gibi ülkelerde yüzbinlerce masumun katliamının asıl nedeni.. Nijerya tekfirci yönetiminde Suudi- sponsorluğu tarafından mezhepçilik tam olarak desteklenir ve Batı emperyalizmi tarafından desteklenmesinin de bu yüzden olduğunu anlamak zor değil.

Vahabizm; bu Vahabiler bazı yetkili askeri ve diğer pozisyonlarda bulunurlar, bu durum kuzey Nijerya’da daha yaygındır.

Bir diğer faktör Nijerya’da güçlü ve iyi organize olmuş Siyonist İsrail lobisinin olması. Eski Nijerya Cumhurbaşkanı Goodluck Jonathan’ın ve özellikle Nijerya askeri ve diğer güvenlik kurumlarının Nijerya’da siyonist rejim İsrail infiltrasyon destekli bir Hıristiyan-Siyonist olduğunu bilmemiz gerekir.

Suudi ve Siyonist İsrail yanlısı grupların Şeyh Zakzaki ve liderliğini yaptığı İslami Harekete karşı kini birleştirilmiştir. Onu Nijerya’da kendi çıkarları için büyük bir tehdit olarak kabul ederler.

Sonuç:

Şeyh İbrahim Zakzaki onun İslami Hareketi yılgınlık göstermeden, bıkıp usanmadan yola devam ederken sıkıntılara katlanmalı ve sabırlı olmalıdır. Onlar efsanevi barışçı duruşu korumak zorundadır ve emperyalizmin bu köpeklerine onları kışkırtmak için izin vermemeliyiz. Akıl ve ikna yoluyla ancak başarılabilir.

Allah kaderlerini Emperyalist/siyonistlere teslim etmeyen direnişçilere, mustaz’aflara zafer nasip edecektir elbet.

Yavuz Kaya

Nijerya’da yaşanan son gelişmeler hakkında Şeyh Zakzaki’nin kızı Nasibe İbrahim Zakzaki tarafından bir bildiri yayınlandı.

Şeyh Zakzaki kızının Nijerya’daki gelişmeler hakkında yayınladığı bildirinin metni:

Bismillahir Rahmanir Rahim

Ben bir Şii müslüman değil, bir müslümanım sadece. Müslüman isminden önce hiçbir unvana öncelik verilmemeli. Biz müslümanlar bu tür isimleri kabul etmemeliyiz. Bu isimler bizi İslam'ın farklı dalları olarak gösteriyor. Sadece bir İslam dini vardır ve bu dinin peygamberi de Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.

Biz müslümanlar Şii, Sünni, Nijeryalı, Amerikan, modern, çağdaş ve ılımlı mülsüman isimlerini kabul etmemeliyiz.

Ne yazık ki bizim (müslüman) kardeşlerimiz Zaria’daki katilamı bir Şii katlimı olarak görmektedirler, güya ki Şii olduğumuz için bize saldırmışlar.

Bu hareket (Nijerya İslam Hareketi) ilk oluştuğunda onun üyelerinin çoğunu Sünniler teşkil ediyordu ve o dönem de son günlerde olduğu gibi saldırıya maruz kaldılar. Onlar hapishaneye düşüp yönetimin adaletsiz ve çirkin politikası için bir tehdit olarak algılandılar. Neden? Çünkü biz Nijerya halkı hakkında süregelen zulme son vermek istiyoruz. Eğer ülkemizin diğer halkı gibi fesat ve zulüm karşısında sessizliğe bürünseydik şu an biz de huzur ve güven içinde yaşıyorduk. Bir ülkede yaşayıp da temel haklardan bile yararlanmayanlar gibi.

Hiçbir zaman kendini özel bir mezhebin lideri olarak tanıtmayan babam Nijerya İslam Hareketi’ni de özel bir mezhebe bağlamamıştır. İslam Hareketi’nin ilk amacı yönetimin adaletsizliğine karşı çıkmaktı. Hangi memlekete ait olursa olsun özellikle garimüslümler bizi bu mücadelede eşlik edebilirler. Hangi mezhepten olursak nihayet amacımız Hz. Muhammed (s.a.v)’nin bize getirdiği dinin hakkıyla eda olunmasıdır.

Vahdet Haftası’na az kalmıştı. Müslümanlar bu haftada ihtilaflar üzerinde durmak yerine sahip oldukları ortaklıklar için mutluluk duyarak bir araya gelirler. Yıllar boyunca elde ettiğimiz değerli derslerin yaşanan olaylar nedeniyle unutulmaması konusunda dikkatlı olunuz.

Geçen sene benim üç kardeşim Sünnilerin büyük katılımıyla Filistin halkını savunmak için düzenlenen yürüyüşte hayatlarını kaybetti. Onlar Şii oldukları için değil, mazlum halkı savundukları için öldürüldü.

Bundan (yürüyüş) Nijeryalı yetikilier endişelendi. Çünkü kendi halkına zülm edildiğini de biliyorlardı, yoksa silahsız bir yürüyüşe silahlı saldırı düzenleyip yararlılar kan içinde bırakılır mı?

Olup bitenler bir Şii katliamı değil, katliamlardan bir devreydi. Yaşanan olaya karşı herkes ayaklanmalıdır, Özellikle garimüslümler ve Nijerya halkı.

Eğer sizi korumya yemin eden bir devlet veya halk bir yolun kapanması gibi boş gerekçeyle bir video yayınlayarak binlerce insanı katliam ederse artık hangi gerekçelerle sizi öldüremez ki?

Eğer siz de bu mesele karşısında sessiz kalırsanız, bir zaman bu bela sizin başınıza da gelebilir. O zaman sizi kim savunacaktır?

Nasibe İbrahim Zakzaki

Irak halk güçleri komutanlarından Haydar Hüseyni Ardavi, Amerika IŞİD’in Ramadi’de sıkışan komutanlarını gizlice çıkarma niyetinde olduğunu ifşa etti.
Muhabirimize Ramadi’nin kurtuluşunun gecikmesini değerlendiren “İmam Hamanei” Tugayı komutanı Ardavi, bunun tek sebebi Amerika’nın müdahaleleri olduğunu belirtti.

Ardavi, Amerika Irak halk güçleri Haşed-ul Şaabi’nin bu operasyona katılmasına engel olduğunu, fakat buna rağmen Ramadi ve Felluce’nin çevresini IŞİD teröristlerinden temizlemeyi ve Ramadi’ye girme zeminini hazırlamayı başardıklarını kaydetti.

Ardavi, Amerika IŞİD’in Ramadi’de sıkışan komutanlarını askeri helikopterlerle gizlice çıkarma ve bilinmeyen yerlere götürme niyetinde olduğunu vurguladı.

Korsan İsrail askerleri, Batı Şeria’da üç Filistinliyi kurşunlayarak şehit ettiği bildirildi.
Korsan İsrail askerleri mazlum Filistin milletine yönelik cinayetlerinin devamında, Batı Şeria’da üç Filistinliyi kurşunlayarak şehit etti.

Bu sabah Batı Şeria’da Filistinli bir genç özel aracı ile bir siyonisti ezdi, ancak söz konusu siyonist sadece yaralandı.

Siyonist askerler ise buna rağmen Filistinli gence ateş açarak, şehit etti.

Bundan önce de Filistinli gençlerden ikisi bıçakla güvenlik güçlerine saldırmış ve siyonistlerin açtığı ateş sonucu şehit olmuştu.

Kudüs intifadasının başladığı 1 Ekim’den beri Filistinli şehit sayısı 120’yi aştı.

Son günlerde mezhepçilik silahının daha sık kullanıldığına tanık olmaktayız. Yandaş medya sanki bir merkezden düğmeye basılmış gibi haber ve siyasal analiz adı altında Şiilik aleyhinde saçmalıklarını her geçen gün artırmaktadır.

 Allah’ın adıyla

Hükümetin bölgesel siyasetlerindeki başarısızlıkları bir biri ardından ortaya çıkamaya başlayınca hırçınlıklar va bağnazlıklar da zirve yapmaya başladı.

Hükümetin başarısızlıklarının üzerini örtmek için çeşitli propaganda taktiklerine başvurulmaktadır. Kamuoyunu etkilemek ve halk arasında algı operasyonu oluşturmak için halkın inanç ve duygularının tahrik edilmesi ise bunların en tehlikelisi.

Son günlerde mezhepçilik silahının daha sık kullanıldığına tanık olmaktayız. Yandaş medya sanki bir merkezden düğmeye basılmış gibi haber ve siyasal analiz adı altında Şiilik aleyhinde saçmalıklarını her geçen gün artırmaktadır.

Kiralık kalemler yazdıklarının, çeşitli inanç grupları ve mezhep mensupları arasında bırakacağı tehlikeli sonuçları düşünmeden sırf hükümetin maceracılıklarına katkıda bulunmak adına daha büyük cinayetler işlediklerinin farkında değiller.

İran, Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’daki her askeri, siyasal ve diplomatik duruşu mezhepçilik penceresinden değerlendiren yandaş medya erbabı verdikleri tepkilerin bu ülkelerde karşılığı olup olmadığına bakmadan sadece verilen görevi yerine getirmekteler.

Amaç izlenen yanlış siyasetlerin ülke için doğuracağı yıkıcı sonuçlarını halktan gizlemektir. Bunun için en kolay yol halkın mezhebi duygularını tahrik etmek, bağnazlığı, taassubu güçlendirerek gerçeklerin görülmesini engellemektir. Nusayri rejim propagandalarının halkının ekseriyeti Sünni olan Suriye’de sonuç vermediğini görmeleri gerekirken mezhepçiliğe sarılmaları bu çevrelerin hırçınlık sınırlarını aşarak çıldrmaya yöneldiklerinin işaretleri değil de nedir?

Irak ile yaşanan son problem ve Irak halkının dış müdahaleye gösterdiği tepkileri görmek yerine hükümetin acemice girişiminin üzerini örtmek amacıyla Irak halkının protestolarını “Şiicilik” olarak lanse etmeye çalıştılar.
Sözde Irak’ın toprak bütünlüğü ve egemenlik hakkına saygılı olduklarını dile getirmelerine rağmen uluslararası hukuku hiçe sayarak bu ülkenin seçilmiş meşru hükümeti yerine azledilmiş valiyle koordine kurmaları ise işin gülünç yanlarından biri.

AKP hükümetinin ve kontrolünde bulundurduğu yandaş ve resmi medyanın bilinçli olarak halktan gizlemeye çalıştıkları hususlardan biri de Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye yönelik müdahalelerini İran’ın girişimleriyle karşılaştırmaları ve madem İran bu ülkelerde varlık gösteriyor biz niçin yapmıyalım demogojisidir.

Gizledikleri gerçek ise bağımsız ve egemen ülkeler olan Irak ve Suriye’nin meşru temsilcisi hükümetlerin İran’ı ikili sözleşmeler çerçevesinde veya resmi davetle bu ülkelere yardıma çağırmasıdır. AKP Hükümeti her ne kadar bu ülkelerin hayrına müdahale ediyoruz dese de bu müdaheleler gerçekte bu iki ülke hükümetlerini devirmeye çalışan silahlı muhalif veya terörist grupları desteklemek ve uluslararası hukuka aykırı olarak değerlendirilmektedir.

ABD ve batı sulta sistemi ise bu iki ülkeye yönelik işgal, dayatma ve müdahelelerini kendi hizmetlerinde bulundurdukları uluslararası kurum ve kuruluşları kullanarak gerçekleştirmektedir. Bu sözde uluslararası hukuki, siyasal ve ekonomik kurum ve kuruluşlar da zaten bu amaçla icad edilmiş değil midir? İkinci dünya savaşının galipleri tarafından oluşturulmuş zulüm temelli dünya sistemine son verilmediği sürece de bu durum devam edecektir. Ya güçlülerle işbirliği yapıp küresel sulta sistemine hizmet edecek ve sistemin efendilerinin vereceği karşılığa razı olacaksın ya da bu sisteme karşı direneceksin.

AKP hükümetinin yaptığı acaba bu iki seçenekten hangisidir? Bazılarının biz bu iki seçenekten hiç birini kabul etmiyoruz ve kendi bildiğimizi yaparız dediklerini duyar gibiyiz. Gerçekten AKP hükümeti bazen kendi bildiğini okuyor ve defalarca görüldüğü üzere bu girişimleri her defasında geri tepiyor. Cumhurbaşkanı’nın Libya- Kaddafi konusunda söylediklerinden tutun Patriotların Kürecik’e yerleştirilmesine, Mısır hükümeti hakkındaki sözlerinden Irak ve Suriye’ye müdahaleye kadar sarfettikleri sözlerin ve takındıkları tavırların hepsi bizzat stratejkik müttefiklerin duvarına çarpmış ve geri adım atmak zorunda kalmıştır.

Çünkü kendisini bölgede oyun kurucu olarak gören AKP hükümeti ve liderleri maalesef bırakın oyun kurucu olmayı çoğu defa sahada oyuncu rölü bile fazla görülürek yedekte tutulmaktadır. Bu ise bu milletin layık olmadığı bir durumdur ve bundan kurtuluşun çaresi ise geçmiş hatalardan, inatçılıktan, kendini dev aynasında görme hastalığından vazgeçmektir.

Bu satırların sahibi yıllardan beri tekrarlayıp duruyorum; bölgenin huzura ve barışa kavuşmasının tek yolu bölge ülkelerinin özellikle de Türkiye ve İran’ın işbirliği ve dayanışmasıyla mümkündür. Bu öteki ülke ve milletleri görmezden gelmek anlamı taşımaz. Ama öteki bölge ülkelerinin de umut bağladığı iki ülkenin İran ve Türkiye olduğu bir gerçektir. Küresel sulta sistemi de bu iki ülkeyi birbirine karşı cephelerde tutmaya çalışırken akıllanmak, bundan ders almak gerekmez mi?

Hükümetin kontrolünde bulundurduğu medya kuruluşları ve kiralık kaşlemleri İran ve Şiiliğe küfrettirme siyasetini sürdürmesi sorunun çözümünü uzatmaktan başka bir işe yaramayacağı gibi sadece bölge halkları arasındaki kin ve nefretin artmasıyla sonuçlanacaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2012 Mart ayı sonunda Meşhed şehrinde Ayetullah Hamanei ile yapmış olduğu görüşmede bu gerçekler İran tarafından kendisine ve hazır bulunan heyete açık seçik bir şekilde söylendi ve Suriye sorununun bölge dışı güçleri karıştırmadan iki ülkenin katkılarıyla çözüme kavuşturulabileceği üzerinde duruldu. Bu sarih ve mantıklı teklif karşısında söyleyecek söz bulamayan zamanın başbakanı şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan teklifi değerlendirme sözü vererek İran’dan ayrıldı.(1)

İran tarafı o görüşme sırasında Suriye yapılmakta olan ve yapılacak reformları desteklediğini, Suriye’deki siyasal yapının yeniden düzenlenmesi için her iki ülkenin katkıda bulunabileceği ve bu ülke halkının özgür iradesine saygı duyulmasını vurguladı.

Ayetullah Hamanei bu görüşmede ayrıca Türkiye’nin dış müdahaleye ortak ve yardımcı olmamasını umduklarını hatırlatmakla birlikte bölgesel işbirliği kurulmadığı takdirde sonuna kadar Suriye hükümeti ve milletinin yanında olacaklarını açık bir şekilde vurguladı.

İran tarafı o günden beri aynı görüşü tekrarlayıp durmaktadır. Suriye hükümetini ikili anlaşmalar çerçevesinde desteklediğini de kimseden gizlememekte ve pratikte de bunu ortaya koymaktadır. Ülkemizin o günden bu yana değişmeyen ve hatta iktidarlarını daha da güçlendiren yetkili makamları acaba verdikleri söz üzerinde durdular mı? Yoksa görüşünü net ve şeffaf bir şekilde ortaya koyan İran’ın Suriye’yi kendilerine teslim etmesini mi bekliyorlardı? Yoksa ABD, NATO ve Körfez’deki Karunların vaadleri daha mı cazip geldi? Ve…

Türkiye hükümetinin geçen bu süre içinde kimlerle nasıl ilişki ve işbirliğine girdiği herkesin malumü. Sonuç; birkaç milyon mültecinin Türkiye’ye akını, onbinlerce teröristin eğitilip donatılıp meşru bir hükümeti- en azından uluslararası normlarda- devirmek için komşu bir ülkeye sokulması, bir ülkenin tamamen tahrip edilmesi, IŞİD gibi bir canavarın ortaya çıkmasına katkıda bulunulması, bu canavarla petrol ticareti yapıyor ithamıyla ülkenin itibarının sarsılması ve daha kötüsü komşularla sıfır problemden tüm komşularla düşman pozisyonuna gelinmesi ve…

Türkiye bu sorunlarla karşı karşıya gelmişken BMGK’nin son kararı gerçekte İran’ın dört yıl önce Erdoğan’a teklif ettiği çözüm yolunun hemen hemen aynısıdır; Ateşkesin gerçekleşmesi ve halkın iradesini ortaya koyacağı seçimlerin yapılması bu kararnamenin iki önemli maddesini oluşturuyor. Zaten aklı olan herkes işin başında Suriye krizinin başka bir çözüm yolu olmadığını kestirebilirdi. Bunca cinayetin sorumlusu hiç kuşkusuz hırslarına, hayallerine gem vuramayan ve daha da kötüsü hannasların vesveselerine kanan siyasetçilerdir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibi halbuki İmam Hamanei’nin dört yıl önceki nasihatlerine kulak assaydı hem Türkiye’nin o sıralar yükselen itibarı daha da güçlenmiş olacaktı hem de küresel sulta sistemi batısıyla doğusuyla başta Suriye olmak üzere bölgede bu kadar palazlanmayacaktı.

Rusya’nın Suriye’ye müdahalesini, Türkiye’nin Irak’a askeri birlik göndermesinin engellenmesini, Esad rejimin ayakta tutulmasının suçunu vs. Şii İran’ın üzerine atan hükümet yetkilileri ve yandaş medya/kiralık kalemler biraz da Erdoğan ve ekibinin hatalarına, hayır nasihat dinlememelerine ve hırslarına baksalar daha iyi yapmazlar mı?

Sözümüzü Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette yapılan şu öğütle tamamlıyoruz:

“…Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?”

Ziya Türkyılmaz / Rasthaber

Cuma, 25 Aralık 2015 05:46

MİNBERDEN GÖNÜLLERE

Haset ve Kıskançlık -1

Değerli okurlarımızla neden bu konuyla başlamak gereksimi duydum bilmem ama konu gerçekten yaşamın bir parçası.
 
  Çekememezlik, kıskançlık, hazmedememe gibi davranışların adıdır haset. Özellikle bir arada yaşayanların büyük sorunudur. Bir söz sahibi hasedi şöyle tanımlıyor; “Herhangi bir insanın şeref, ikbal, başarı, hatta sağlık, afiyet, zenginlik, eda, endam, güzellik, bilgi, zekâ, mutluluk gibi vasıfları ve mazhariyetler karşısında duyduğu hazımsızlık hissidir ” Uzmanlar ise değişik rekabet hisleriyle dışa vuran kıskançlık; hazımsızlıkla karşılık verme şeklinde ortaya çıkan çekememezlik olarak değerlendiriyor bu durumu.

 

   Evet bir ferdin kendisinde olmasını istediği değişik vasıfların başkasında bulunması karşısında duyduğu bir iç rahatsızlık olan haset özellikle bizim toplumumuzu içten içe yıpratan büyük bir yaramızdır. Ne yazık bu yara özellikle bizim ülkemizde büyümüştür. Bu yara kangren haline gelmiştir. Artık bizimde bu hastalıktan kurtulmamızın tam zamanıdır. Bu hastalık bizi biz yapan değerleri elimizden aldığı gibi, içinde bulunduğumuz ortamdan kurtulmamızı, kabuğumuzu kırmamızı da engelliyor. Herkes kendi kendine bir karar almalı. Bu toplumla birlikte kendi iç dünyamızı da alt üst eden davranıştan bir an önce kurtulmalıyız. Komşusunun ağacının tuttuğu meyveden, yan taraftaki esnaf arkadaşının yaptığı satıştan, akrabasının aldığı arabadan, arkadaşının girdiği işten, meslektaşının elde ettiği başarıdan rahatsızlık duyanlar aslında kendi iç dünyalarında büyük buhranlar yaşıyorlar. Yapacağımız tek şey var hepimiz kendi kendimize oturup düşünüp bu rahatsız edici davranıştan kurtulmanın yollarını bulmalıyız.

   Potansiyel kıskançlık duygusunun değişik terbiye yöntemleriyle kontrol altına alınması mümkündür. İnsan, his, şuur ve şuuraltı dünyalarıyla kendini iyi okuyup iyi değerlendirebilirse, iç derinliklerine inip içindeki o hoşgörüyü, temiz ve pak duyguları harekete geçirirse haset gibi zararlı duyguların ortaya çıkmasına fırsat vermeyebilir. İlk etapta Kur’an-ı Kerim ayetleriyle konuya girmek ve daha sonraki yazılarımızı hadislerle devam etmek istiyorum.

 

   Allah’u Teala Kur’an-ı Kerim’de çeşitli ayetlerde hasedin çok tehlikeli ve beşer için istenmeyen bir duygu olduğunu beyan etmiştir.

   Bakara suresi 90. Ayette Allah’u Teala şöyle buyurmakta: Ne kadar çirkindir o uğruna kendilerini sattıkları şey ki; Allah'ın kullarından dilediğine kendi lütuf ve kereminden vahiy indirmesine kafa tutarak, Allah ne indirdiyse hepsini inkâr ettiler. İşte bu yüzden de gazap üstüne gazaba uğradılar. Can yakıcı azap asıl kâfirler içindir.

   Yine Bakara suresi 109. Ayette : Ehl-i kitaptan birçoğu arzu etmektedir ki, sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir etsinler: Hak kendilerine iyice belirdikten sonra bile sırf nefsaniyetlerinden ve kıskançlıktan dolayı bunu yaparlar. Buna rağmen siz şimdi af ile, hoşgörüyle davranın tâ Allah emrini verinceye kadar. Şüphe yok ki Allah her şeye kâdirdir.

   Yine Bakara suresi 213. Ayette: İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.

   Yine Ali İmran Suresi 19. Ayette: Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır; o kitap verilenlerin anlaşmazlıkları ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir.

   Yine Nisa Suresi 54. Ayette: Yoksa onlar, Allah'ın lütuf ve kereminden insanlara verdiği nimetleri kıskanıyorlar mı? Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmeti vermiştik. Hem de onlara büyük bir mülk ve saltanat ihsan ettik.

   Yine  Nisa Suresi 128. Ayette: Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında, onlara bir günah yoktur. Sulh hep hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve geçimsizlikten sakınırsanız, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

   Yine Fetih Suresi 15. Ayette: Siz ganimetleri almak için gittiğinizde geri kalanlar: "Bırakın biz de arkanıza düşelim." diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: Siz bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur. Onlar size: "Bizi kıskanıyorsunuz." diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az anlayan kimselerdir.

  Allah, haset denilen hastalıktan nefsimizi ve neslimizi korusun. Allah’ın bir kuluna ihsan ettiği nimeti çekememekten kalbimizi arî ve beri kılsın.  

Devam edecek…

Haydar Ali KORKMAZ