کارگر

کارگر

Pazartesi, 30 Eylül 2013 06:50

En stratejik İHA üretime başladı...

İran İslam inkılâbı muhafızlar ordusu komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi, İHA bombardıman uçağı olan Şahit-129'un tasarımdan üretime kadar tamamen muhafızlar ordusu uzmanlarınca gerçekleştiğini, bu topraklarda muhafızlar ordusu ve gönüllü seferberlik ordusu bilge uzmanlarının en stratejik İHA'yı İran İslam Cumhuriyeti için ürettiklerini duyurdu.

Tümgeneral Caferi Şahit-129 İHA'sının üretilmesi ile şer güçleri ve güvensizliklere karşı İslami vatanın toprakları ve sınırlarını korumak için yüksek kabiliyete sahip olduğuna işaretle, bu dakik ve ucuz teknolojinin ülke sınırlarındaki güvenliğin artmasına sebep olacağını söyledi.

İslami inkılâbı ordusu komutanı RQ 170 tipi Amerika İHA'sının ters mühendislik ve bilim çalışmalarının sona erdiğini, İranlı bilim adamlarının söz konusu amerikan İHA'sının bazı bölümlerini tasarlayarak ürettiklerine işaretle, yakın bir gelecekte İran yapımı RQ 170 tipi İHA ile ilgili olumlu haberler duyuracaklarını ifade etti.

İran Kara Kuvvetleri’nin en yeni İHA’sı “Yesir”, Kara Kuvvetleri Komutanı General Ahmet Rıza Purdestan’ın katıldığı törenle görücüye çıktı.

Yesir adlı İHA’nın beş km yüksekliğe çıkabildiği ve aralıksız 8 saat boyunca uçuş yapabildiği ve 200 km kadar uçuş menzili olduğu ve yer istasyonundan verilen komutları yerine getirebildiği belirtildi.

Yesir, İranlı uzmanların tasarım ve yapımı ile imal edilen İran silahlı kuvvetlerinin en yeni İHA’larından biri sayılır.

Yesir’in havalanmak ve inmek için havaalanına ihtiyacı bulunmuyor ve günün en modern kameraları ve teknolojileri ile donatılmış bulunuyor.

 

 

Cumartesi, 28 Eylül 2013 06:19

İran ordusundan RQ-170 açıklaması...

İran, CIA’in Kaşmer kentinde kaybettiği ve halen İran’ın elinde bulunan RQ-170 insansız hava aracının izleme kodlarının ve programlarının şifrelerini 2 yıla yakın bir süredir devam ettirdiği çalışmayla çözüme kavuşturduğunu açıkladı.

İran Devrim Muhafızları Ordusu’nda görev yapan General Hüseyin Selami, Fars Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada Kasım 2011’de ele geçirdikleri, gözetleme görevi yapan RQ-170 numaralı insansız hava aracının kodlarını çözmeyi nihayet bitirdiklerini açıkladı.

İran, uçağı kendi hava sahasına izinsiz girdiği için düşürdüğünü açıklamış, CIA ise aracın kaybolduğu esnada Afganistan’da olduğunu söylemişti. Kaşmer kentinin Afganistan sınırına 225 km uzaklıkta olduğu biliniyor.

ABD, İran’dan uçağın geri verilmesini talep ettiğinde General Selami bir açıklama yapmış, “casusluk yapan bir aracı hiçbir ülke içindeki bilgilerle birlikte geri vermez, hiç kimse ülkesindeki casusluk faaliyetlerini hoş görmez” demişti.

Yaklaşık iki yıl sonra tekrar açıklama yapan Selami, “Uçağın bilgisayar sisteminin içindeki tüm bilgiler çözülmüş durumdadır ve yakın bir zamanda sadece RQ-170 hakkında değil, farklı konularda daha fazla iyi haberi de duyuracağız. İran Devrim Muhafızları Ordusu elektronik birimlerince bu model yeniden gözden geçirilmiş ve yeni bir versiyonunu geliştirmeyi başarmıştır” dedi.

İran tarafından daha önce yapılan açıklamalarda söz konusu uçağın teknolojisinin kopyalandığı belirtilmiş fakat uçağın topladığı istihbarat bilgilerinin şifrelerinin çözülüp çözülemediği hakkında herhangi bir ifade kullanılmamıştı.

 

 

İRAN İSLAM CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI SAYIN DR. RUHANI’NİN 68. BM GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIKLARI KONUŞMA

 Bismillahirrahmanirrahim

Hamd Alemlerin Rabbi Allah’adır. Efendimiz ve Peygamberimiz Muhammed’e, onun pak Ehl-i Beytine ve seçkin Sahabilerine Salat ve Selam olsun.

Sayın Başkan, Sayın Genel Sekreter, Değerli Konuklar, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Öncelikle, Genel Kurul Başkanlığına seçilmenizden dolayı Zat-ı Alinizi içtenlikle kutluyor, Sayın Ban Ki-Mun’a çabalarından dolayı takdirlerimi sunuyorum.

Sayın Başkan,

Dünyamız korku ve umut dolu bir dünyadır; bölgesel ve küresel çaptaki düşmAnca ilişkiler ve savaş korkusu, ölümcül mezhep, etnik ve milli kimliklerin karşı karşıya gelmesi korkusu, şiddet ve aşırıcılığın kök salması korkusu, yoksulluk ve ezici ayrımcılık korkusu, yaşam kaynaklarının çürümesi ve yok olması korkusu, İnsani haklara ve insan saygınlığına kayıtsız kalınması korkusu ve ahlaktan gaflet edilmesi korkusu.

Bütün bu korkular karşısında yeni umutlar da vardır: Tüm dünyadaki insanların ve seçkinlerin umudu “Barışa evet, savaşa hayır” “Çekişme yerine diyalog” ve “aşırılık yerine sağduyu” umududur.

Umut, tedbir ve orta yolun, son seçimlerde yüce İran halkı tarafından makulce seçilmesi bunun canlı bir örneğidir. Dine dayalı demokrasinin kendini göstermesi ve yürütme gücünün yavaşça intikali, İran’ın istikrarsızlıklarla dolu bir bölgede güvenli bir liman olduğunu gösterdi. Devletimizin ve halkımızın kalıcı barışa, istikrar ve huzura ve çekişmelerin barışçıl yollardan çözümlenebileceğine olan tam inancı ve gücün, kabul edilişin ve meşruiyetin destekçisi olan halkoyuna dayanması, böylesine güvenli bir ortamın sağlanmasında büyük rol oynamıştır.

Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Hassas bir dönemden geçen günümüz dünyasında tehlikelerle dolu uluslar arası ilişkilerde müstesna fırsatlar da mevcuttur. Kendimizin ve başkalarının durumunu değerlendirirken yapacağımız her türlü haksız yaklaşım beraberinde tarihi yaralar da getirecektir. Öyle ki bir aktörün yanlışı herkese olumsuz yansıyacaktır. Zarar görebilirlik bugün kuşatıcı küresel bir olgu halini almıştır.

Bu hassas dönemde uluslar arası ilişkilerde sıfır toplamlı oyun artık sona ermiştir. Ancak bir kısım aktörler kendi üstünlüklerini ve önceki hâkimiyetlerini korumak adına hala işlevini çoktan yitirmiş eski yöntem ve araçlara başvuruyorlar. Başkalarına boyun eğdirmek için militarizme yönelmek, askeri araçlardan yararlanmak ve şiddete başvurmak dünyamızda oluşan yeni şartlarda kullanılmaya çalışılan işlevselliğini yitirmiş eski yöntemlere örnektir.

Hegemonyacı zihniyet kendi hâkimiyetini sürdürüp korumak adına giriştiği ekonomik ve askeri girişimlerde bir takım basmakalıp kavramlardan yararlanmaktadır ki bütün bu kavramlar barış, güvenlik, insani onur ve insanlık karşıtıdır. Toplumları eşit hale getirmek ve batı değerlerini dünya değerleri olarak yaymak, soğuk savaş kültürünü korumak, kendini üstün görmek ve başkalarını ötekileştirmek adına dünyayı “Üstünler” ve “Üstün olmayanlar” olarak ikiye ayırmak ve ayrıca uluslar arası toplumda yeni aktörlerin ortaya çıkmaması için korku ve tehdit yaratmak bu kavramlara örnektir.

Böyle bir ortamda kamu ve kamu dışı, mezhebi ve hatta etnik şiddetler o kadar artış gösterir ki, büyük güçler arasındaki sakin dönemlerin bile şiddet içeren söylem ve eylemlerin tuzağına düşmemesi için hiçbir güvence bulunmamaktadır. Hiçkimse şiddet ve aşırıcılığın felaket dolu etkilerini basite almamalıdır.

Bu arada bölgesel aktörleri kendi doğal ortamlarından silmek için girişilen çabalarda izlenen şiddet yaklaşımları, dizginleme adı altındaki siyasetler, siyasi rejimlerin sınır dışından değiştirilmesi ve siyasi sınır ve hudutların bozulması yönünde beliren çabalar oldukça tehlikeli ve gerilim yaratacak türden çabalardır.

Uluslar arası siyasi teamüllerde uygar olan bir merkezin marjinalinde kalan uygar olmayan yüzü gösterilmektedir. Bu tasvirde küresel güçlerin odağı ile marjındakilerin orantısı emredici bir sistem uzerine kuruludur. Kuzey merkezcilik ve güney marjinalcilik söylemi uluslar arası ilişkilerde bir tür tek söylem ve monolog sisteminin yerleşmesine neden olmuştur. Yanlış kimlik sınırları yaratılması ve yabancı düşmanlığı bu söylemin yaygın bir sonucudur. Din karşıtı asılsız söylem ve propagandalar, İslamofobi, Şiafobi ve İranfobi gerçekte küresel istikrar ve beşer güvenliğine karşı ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.

Propaganda amaçlı bu söylemler, hayali tehditlerin dile getirilip telkin edilmesiyle tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır. Bu hayali tehditlerden biri de hayali “İran tehdidi” dir. Bu hayali tehdit bahanesiyle değil midir ki son otuz yıl içinde ne denli hunharca ve vahşice cinayetler işlenmiştir. Saddam Hüseyin’in kimyasal silahlarla silahlandırılması ve Taliban’a verilen destek sadece bu cinayetlerden bazılarıdır. Ben buradan sağlam delillerle, kesin bir şekilde açıkça ilan ediyorum ki İran’ın tehdit olduğunu söyleyenlerin ya kendileri bizzat uluslar arası barış ve güvenlik aleyhinde tehdit oluşturuyorlar veya tehdidi körüklüyorlar. İran bir tehdit olmadığı gibi idealde ve pratikte sürekli olarak adil barışa ve çok yönlü güvenliğe çağrı yapmaktadır.

Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Dünyanın çok az yerinde, şiddet Batı Asya ve Kuzey Afrika’daki gibi yıkıcı olmamıştır. Afganistan’a askeri müdahele, Saddam Hüseyin’in İran’a dayattığı savaş, Kuveyt’in işgali, Irak aleyhinde girişilen askeri müdahale, Filistin halkını sindirmeye yönelik şiddet girişimleri, İran’da devlet adamlarının ve halkın suikasta kurban gitmesi ve Irak, Afganistan ve Lübnan gibi bölge ülkelerinde bombalı saldırılar, son otuz yılda bölgede yaşanan şiddete birer örnektir.

Mazlum Filistin halkının başına gelenler sistematik bir şiddetten başka bir şey değildir. Filistin toprakları işgal altındadır. Filistinlilerin temel hakları felaket denebilecek bir şekilde ihlal edilmektir. Evlerine, doğdukları yere ve ana vatanlarına dönmelerine izin verilmemektedir. Masum Filistin halkına karşı işlenen cinayetler, köklü bir şiddettir ki “apartheid” kavramı dahi bunu tanımlamada çok hafif kalır .

Suriye’de yaşanan insanlık dramı, bölgedeki şiddet ve aşırıcılığın meydana getirdiği felaketin hangi boyutlara ulaştığını göstermektedir. Biz başından beri bazı bölgesel ve uluslararası aktörlerin silah ve istihbarat kaynaklarını yönlendirmek ve aşırı grupları güçlendirmek suretiyle Suriye krizini militarizme etme çabaları karşısında Suriye krizinin çözümünün askeri yöntem olmadığını belirttik. Bölgesel dengeleri bozmaya dönük stratejik ve yayılmacı hedefler, insan sever kavramların arkasına gizlenmeye çalışılarak hayata geçirilemez. Uluslar arası toplumun ortak hedefi masum insanların öldürülmesine derhal son vermek olmalıdır. Biz her türlü kimyasal silah kullanımını kınıyoruz. Suriye’nin, Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesi’ni kabul etmesini olumlu karşılamakla birlikte, aşırı grupların ve teröristlerin bu silahları ele geçirmesi halinde bölgenin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalacağına ve bunun göz önünde bulundurulması gerektiğine inanıyoruz. Aynı zamanda günümüzde işlevselliğini yitiren tehdit yönteminin veya kaba kuvvetin yasa dışı bir şekilde kullanılması bölgedeki şiddeti ve krizi artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Terörizm ve masum insanları öldürmek şiddetin ve aşırıcılığın zirve noktasıdır. Terörizm tüm dünyayı kuşatan şiddet içerikli, sınır aşan bir felakettir. Ancak terörizmle mücadele adı altında geçekleştirlen şiddetler ve aşırılıklar, örneğin masum insanların insansız hava araçları kullanılarak öldürülmesi de kınanmayı hak etmektedir. Burada İranlı nükleer bilimcilerin katiller tarafından öldürülmesi konusuna da değinmek gerek. Bu insanların suçu neydi, niçin öldürüldü? Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi’nden sorulması gereken soru şudur: Bu insanları öldürenler kınandı mı?

Şiddetin bir diğer versiyonu ve temelde barışa aykırı, insanlık dışı bir uygulama olan haksız yaptırımlar, yaptırım uygulayanların lanse ettiklerinin aksine, devletleri ve önde gelen siyasi şahsiyetleri değil, belki her şeyden çok sivil halkı hedef almakta ve kendi siyasi çekişmelerine malzeme etmektedir. Uluslar arası kuruluşlarda yaldızlı hukuki delillerle karmaşık hale gelen yaptırımlar sonucunda mağdur olan ve hayatlarını kaybeden ve hala büyük bir bölümü bugün bile hayatlarını acı içinde geçirmek zorunda kalan milyonlarca Iraklıyı unutmayalım. Bu yaptırımlar şiddet içermektedir ve makul olanı olmayanı, tek yönlüsü ve çok yönlüsü yoktur. Bu yaptırımlar; barış hakkı, kalkınma hakkı, sağlığa erişim hakkı, öğrenim hakkı ve hepsinden daha önemlisi yaşam hakkı gibi insanın doğal haklarının ihlalidir. Yaptırımların sonucu bütün demogajilere ve kelime oyunlarına rağmen, insanlar arasında ayrılık çıkarmak, savaş çığırtkanlığı yapmak ve insanları yok etmektir. Bu ateş sadece yaptırım uygulananların eteğini tutuşturmakla kalmayacak, yaptırım uygulayan toplumların ekonomisini de saracaktır.

Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Şiddet ve aşırıcılık bugün sadece maddi boyutlarıyla değil, insan hayatının ve günümüz toplumunun manevi boyutlarını da tehdit etmektedir. Şiddet ve aşırıcılık, insan hayatının ve modern toplumun gereği olan iyi geçim ve diyaloga yer bırakmamaktadır. Sabırsızlık ve tahammülsüzlük günümüz dünyasının sorunudur. Sabır ve tahammül, dini düşünceler, kültürel yönelişler ve siyasi metotlarla güçlendirilmelidir. Beşer toplumunu tahammülsüzlük çizgisinden alıp ortak yardımlaşma çizgisine yükseltmeliyiz. Başkalarına sadece tahammül etmekle kalmamalı, onlarla çalışmalıyız da.

Dünya halkı, artık savaştan, şiddetten ve aşırıcılıktan yoruldu ve bu şimdiye dek görülmemiş bir fırsattır. Onlar şuanki durumun değişmesini umut ediyorlar. İran İslam Cumhuriyeti, umut ve sağduyudan oluşan akilane bir yolla bütün sorunların yönetebileceğine inanmaktadır. Savaş çıkaranlar umutları kırmak istemektedir. Oysa ki olumlu değişime umutla bakmak, fıtri, dini ve evrensel bir kavramdır.

Dünya kamuoyunun şiddet ve aşırıcılıkla mücadelede kararlı olduğuna inanmak, değişime açık olmak, dayatılan sistemlere karşı koymak, insani sorumluluk anlayışına önem vermek umudun alt yapılarıdır. Umut, şüphesiz, merhamet sahibi Allah’ın tüm insanlara olan en büyük nimetlerindendir. Orta yol ve sağduyu da, yüce idealleri birleştirmede yerinde ve zamanında akıllıca ve zekice hareket etmek, etkili stratejiler seçmek ve geçekleri dikkate almak demektir.

İran halkı son seçimlerde umut, tedbir ve orta yol söyleminden oluşan akilâne bir harekete oy verdi. Umut, tedbir ve orta yol bileşimi dış siyasette, bir bölgesel güç olarak İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgenin ve dünyanın güvenliğine sorumluluk anlayışıyla yaklaştığı, bu arenalarda sorumluluğu bulunan diğer aktörlerle çok taraflı ve çok yönlü işbirliğine hazır olduğu anlamına gelmektedir. Biz demokrasiye dayalı barışı, oy sandığını Suriye, Bahreyn ve diğer bölge ülkeri de dâhil dünyanın her yerinde savunuyor, şiddete dayalı yöntemlerin küresel krizlerde yerinin olmadığına ve sadece insani aklın yardımı, yapıcı etkileşim ve sağduyu sayesinde insan toplumunun acı gerçeklerinin üstesinden gelinebileceğine inanıyoruz. Keza, barış ve demokrasinin tazmini ve Ortadoğu bölgesi de dâhil tüm dünya ülkelerinin meşru çıkarlarının sağlanması, militarizmle gerçekleştirilemez.

İran sorun üretme peşinde değil, çözüm yolu peşindedir. Hiçbir dosya ve hiçbir mesele yoktur ki, umut ve sağduyu ve karşılıklı saygı ile şiddet ve aşırılıktan uzakta çözümlenemesin. Müsaade ederseniz burada İran’ın nükleer programına değinmek istiyorum. İran’ın doğal ve yasal hakkının kabul edilmesi İslam İnkılâbı Ulu Önderi’nin deyimiyle, bu konunun en sade şekilde çözüm yoludur. Bu, siyasi bir şiar değildir; belki İran’daki teknolojik durumun derinlemesine tanınması esasına göre uluslararası sistemde sıfır toplamlı oyunların sona ermesi ve ortak güvenlik ve diyaloga ulaşmak için ortak çıkarlar ve hedefler bulmanın zaruretidir. Diğer bir deyişle İran ve diğer aktörler, İran’ın nükleer dosyasının siyasi çözüm yolunun ayrılmaz iki parçası olarak ortak şu iki hedef peşinde olmalıdırlar:

İran’ın ve tüm diğer ülkelerin nükleer programı sadece barışçıl hedefler yönünde olmalıdır. Ben buradan açıkça ilan ediyorum ki, bu hedef aktörlerin diğer konumlarına bakmaksızın İran İslam Cumhuriyeti’nin hedefidir ve hedefi olacaktır. Nükleer silahlar ve kitle imha silahları İran’ın savunma doktrininde yer almamaktadır ve dini ve ahlaki köklü inaçlarımıza aykırıdır. Ulusal çıkarlarımız İran’ın nükleer programıyla ilgili her türlü kaygıyı gidermeyi gerektirmektedir.

İkinci hedef, yani İran topraklarında uranyum zenginleştirme ve diğer nükleer hakların kabul edilmesidir ki bu birinci hedefin sağlanmasının tek yoludur. Nükleer bilgi İran’da yerelleşmiş, nükleer teknolojide zenginleştirme de dâhil toplu üretim aşamasına gelinmiştir. Dolayısıyla İran’ın nükleer programına yasa dışı baskılarla engel olmakla böyle bir programın barışçılığının tazmin edileceğini var saymak hayal ve son derce gerçek dışı bir görüştür.

Nitekim İran İslam Cumhuriyeti, kendi haklarının yerine getirilmesinde ve bu hakların uygulanmasındaki saygı ve uluslar arası işbirliğinin zaruretinde ısrar ederek, karşılıklı güvenin tesisi ve iki başlı kapalılıkların tam bir şeffaflıkla giderilmesi için zaman kısıtlı ve sonuç odaklı diyaloga hazırdır.

İran diğer ülkelerle karşılıklı saygıya ve ortak menfaatlere dayalı yapıcı angajman istemektedir. Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri ile de gerilimi artırma peşinde değildir. ABD Başkanı Obama’nın Genel Kurul’da yaptığı konuşmayı dikkatle dinledim. Amerikan liderlerinin siyasi kararlılıkları sayesinde ve baskı gruplarının çıkarlarını izlemekten kaçınmaları durumunda ihtilafların yönetilebileceği bir çerçeveye ulaşmak mümkündür. Bu çerçevede eşit konum, karşılıklı saygı ve uluslararası alanda kabul edilmiş ilkeler temel alınmalıdır. Tabii bizim bu konuda Washington’dan beklentimiz tek bir ses duymaktır.

 

Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Bu yıllarda, sürekli olarak “Savaş seçeneği masada” sesleri duyulmuştur. Ancak bugün izin veriniz işlevselliğini yitirmiş ve kanun dışı bu söyleme karşılık şöyle diyeyim: “Barış elimizin altındadır”. O halde İran İslam Cumhuriyeti adına, ilk adım olarak Birleşmiş Milletlerin “Şiddetin ve aşırıcılığın karşısında olan bir dünya” projesini gündemine almasını ve tüm devletlerin, uluslar arası ve sivil toplum kuruluşlarının dünyayı buna yönlendirmeleri için yeni çabalarda bulunmasını öneriyorum. Dünyanın çeşitli bölgelerinde “Savaş için koalisyon” gibi işlevselliğini yitirmiş seçenekler yerine bütün dünyada “Kalıcı barış için koalisyon” düşüncesinde olunmalıdır. Bugün İran İslam Cumhuriyeti sizleri ve tüm dünya toplumlarını “Şiddetin ve aşırıcılığın karşısında olan bir dünya” için öncü bir adım atmaya çağırmaktadır. Bizler bu daveti kabul etmeliyiz. Burada bizler savaş yerine barışın, şiddet yerine güzel geçimin, kan dökmek yerine refahın, ayrımcılık yerine adaletin, yoksulluk yerine varlıklılığın ve zorbalık yerine özgürlüğün tüm dünyada daha iyi görülmesi için yeni bir ufuk açabiliriz. Ünlü İranlı şair Firdevsi’nin tabiriyle;

İyilik yapmaya çalışınız; soğuğu gördüğünüzde baharı getiriniz

Bütün sorunlara rağmen ben şahsen gelecek konusunda ümitliyim. Şiddet ve aşırıcılık karşısında küresel dayanışma sayesinde geleceğin aydınlık olacağından kuşkum yok. Sağduyu dünyanın geleceğini aydınlatacaktır. Taşıdığım bu umut, kişisel ve milli deneyimlerime ek olarak, kaynağını tüm semavi dinlerin dünyayı iyi bir sonla ve aydınlık gören ortak inancından almaktadır. “Andolsun ki Tevratt’tan sonra Zebur’da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olacağını yazmıştık”

Sayın Başkan Teşekkür ederim.

 

 

Çarşamba, 25 Eylül 2013 07:03

İran-ABD ilişkiler haberine Zarif’ten tepki

İran-ABD ilişkileri konusunda ortam yaratılması çabasına tepki gösteren İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Zarif, başarılı çözüm yollarına ulaşmak için her iki tarafın yapıcı temüllere hazır olmaları gerektiğini söyledi.

Mehr haber ajansının bildirdiğine göre, BM Genel Kurul Toplantısı dolaysıyla New York’ta bulunan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Facebook sayfasında İran-ABD ilişkilerinin yanısıra Ruhani ve Obama’nın görüşmesi için çıkan haberleri değerlendirdi.

İran halkının tedbir ve ümit devlete ümit bağladığı için çok memnun olduğunu ifade eden Bakan Zarif, dış politika zaten sabır, dirayet, uygun ve hesaplanmış eyemler ve amaçlı olan bir saha olduğu dolaysıyla biriken sorunların bir iki görüşme ile çözüleceğini beklenmemesi gerektiğini söyledi.

Dışişleri Bakanı Zarif, eşit tutum, saygı ve ortak menfaatler kapsamında başarılı çözüm yollarına ulaşmak için her iki tarafın yapıcı temüllere hazır olmaları gerektiğini söyledi.

Zarif, Allahü Teala ve evliyalarının teveccühü, İslam İnkılabı Rehberi’nin akıllıca desteği ve İran halkının yarattığı hamaset dolaysıyla uluslararası oyuncular İran halkına uygun şekilde davranmaya mecbur kalacaklarına karşın dikkatli, ciddi ve sabırlı olmakla birlikte geleceği iyi anlayarak şerif İran halkının yasal hakkı, gelişmesi ve ilerlemesinin yanısıra refahı temin edilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Zarif, cumhurbaşkanı Ruhani ile başlanan bu iniş çıkışlı yolun İran halkının duasıyla başarıya ulaşacağına emin olduğunu kaydetti.

 

 

 BM Genel Kurulu'na katılmak üzere New York'ta bulunan İran ve Türkiye Dışişleri Bakanları bir görüşme gerçekleştirdi.

MHA - İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ve Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu görüşmede ikili ilişkiler ve bölgesel konuları özellikle Suriye meselesi üzerinde fikir alışveriş verişinde bulundular.

Zarif, iki ülke ilişkilerine işaretle İran'ın ilişkilerin daha da geliştirilmesi yönünde hazır olduğunu ifade ederek, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 25 milyar dolara arttırılmasını istedi.

Zarif ve Davutoğlu iki ülke heyetlerinin BM genel merkezinde yapılan toplantısının ardından binadan ayrılarak baş başa East River kıyısında uzun süre hem yürüyüş yaptı hem de iki ülke arasındaki ilişkiler ve bölgesel konuları ele aldı.

İki bakan arasındaki görüşmede ağırlıklı olarak Suriye'deki durum ele alınırken, İran'ın nükleer programına ilişkin P5+1 görüşmeleri ve Irak'taki durum da görüşüldü.

İki bakanın Türkiye-İran ilişkilerinin önemine değinerek, bölgenin içinde bulunduğu kritik dönemde Türkiye ile İran arasındaki işbirliği ve eşgüdümün gelişmesinin barış ve istikrar çabalarına büyük yarar sağlayacağını vurguladığı bildirildi.

Bakan Davutoğlu, İranlı mevkidaşını daha kapsamlı görüşmelerde bulunmak ve başta Suriye olmak üzere bölgesel konularda daha etkin işbirliği imkânlarını değerlendirmek üzere Türkiye'ye davet etti.

İki bakanın görüşmesinde Suriye'de devam eden iç savaş, Irak'taki son durum, bölgesel konular, 26 Eylül Perşembe günü toplanması beklenen P5+1 ile İran arasındaki konuların gündeme geldiği bildirildi.

Davutoğlu, İran dışişleri bakanını daha kapsamlı görüşmelerde bulunmak ve başta Suriye olmak üzere bölgesel konularda daha etkin işbirliği imkânlarını değerlendirmek üzere Türkiye'ye davet etti.

 

 

Lübnan Hizbullah Lideri Seyid Hasan Nasralllah :" Suriye Muhaliflerin, kimyasal silahlar Hizbullah'a gönderilecek" iddiası komik çok gülünç bir iddiadır. Çünkü kimyasal silahın yerini değiştirmek, buğday unun yerini değiştirmeye benzemez.

Biz Suriyeli kardeşlerimizden bize kimyasal silah göndermelerini istemedik, gelecekte de istemeyeceğiz. Çünkü bizim dinimizde kırmızı çizgiler var ve bizim için sorun hallolmuştur. Bu tür savaş (kimyasal silahın kullanıldığı) hatta psikolojik olarak dahi helal değildir.

Başta Arabistan olmak üzere Arap ülkeler, İran ve Hizbullah'ın Suriye'yi işgal ettiklerini iddia ediyorlar. Suriye'deki Hizbullah askerlerinin sayısı çok azdır. Acaba bu kadar sayıdaki askerle bir yer işgal edilir mi? Onların iddialarının temellerin çürük olduğu apaçık ortadadır.

Suriye'deki Hizbullah askerleri, yabancı işgalci güçlere karşı direnmeye yardım ediyorlar. Arabistan da bu direnişe destek vermelidir.

Hizbullah'a işgalci diyen Muhalifler Koalisyonu, dış güçleri Suriye'yi işgal etmeye davet etmiyorlar mı?

Onlar yenilgilerini bu iddiayla örtbas etmeye çabalıyor."

Hasan Nasrallah Türkiye ve Arabistan'ı Suriye konusundaki yaklaşımını değiştirmeye şu sözlerle davet etti:

"Bölgede meydana gelen son gelişmelerin ardından, Türkiye ve Arabistan'dan Suriye konusundaki yaklaşımlarını gözden geçirmelerini istiyorum. Çünkü Suriye'ye askeri müdahale planı yerle bir oldu."

Nasrallah, Suriye'nin kuzeyinde bulunan aşırı gurupların Türkiye'ye yaratacağı tehlike hakkında Abdullah Gül'ü uyararak şöyle dedi:

" Suriye'ye karşı yapılan müdahalelerden dolayı, Pakistan'ın başına gelenin Türkiye'nin de başına geleceği konusunda Abdullah Gül uyarıldı."

Hasan Nasrallah konuşmasının devamında Bahreyn'deki katliamlara değinerek, ülkede yapılan bu katliamlar karşısında bir çok ülkenin sessiz kalmasını kınadı.

 

 

Pazartesi, 23 Eylül 2013 10:22

Ruhani’nin New York seyahatı açıklaması

İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, New York seyahatinde mazlum İran halkının sesini duyurmaya çalışacağını kaydetti.

Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, Tahran’dan New York’a doğru yola çıkmadan önce gezetecilere konuşan İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bunun ABD’ye ilk seyahatı olduğunu söyledi.

Ruhani, New York seyahatinde büyük bir kültür ve mdeniyet sahibi olan İran halkının gerçek yüzünü dünyaya göstermek için çaba göstereceğini konuşmasına ekledi.

İran İslam Cumhuriyeti’nin bugün bölge barışı ve istikrarının miheng taşı olduğunun altını çizen Ruhani, bazı çevrelerce İran milletinin yüzü başka türlü olarak gösterilmek istendiğini belirterek, bu seyahatta barış dostu olan ve diğer ülkelere zarar vermek niyetinde olmayan kültürlü İran halkını tanıtacaklarını vurguladı.

Cumhrbaşkanı Ruhani, İran’ın bölgede ve dünyada uygulanan şiddetin yanısıra aşırılığa karşı olduğunu söyleyerek, İran’ın kendisi kimyasal silahı kurbanı olduğunu hatırlattı.

İran aleyhinde uygulanan ekonomi ve siyasi baskılara da işaret eden İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, bu seyahatta ayrıca mazlum İran halkının sesini dünyaya duyurmaya çalışacağını, karşı tarafın diyalog ve anlaşma yolunda adım atması gerektiğini, zira her iki tarafın menfaatı bu yolda yattığını kaydetti.

 

 

İran'da yayın yapan mashreghnews.ir adlı web sitesinde yayınlanan bu makale Avrupa üzerinden yayın yapan Amerikan güdümlü Selam, Fedek ve Ehlibeyt kanallarının gerçek yüzünü ortaya çıkartıyor. 

“Amerika'daki kanunlara göre uydu üzerinden yayın yapan bir kanal eğer herhangi bir dine, mezhebe, bir topluma ya da bir düşünceye hakaret ederse o kanal kapatılır ve yayın izni iptal edilir. Peki, başlı başına hakaret içeren ve hedef gösteren yayınlar yapan Ehlibeyt adı altındaki bu kanallar neden kapatılmıyor? Bunun İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı olmaları ve mezhep kışkırtıcılığı yapmalarından başka bir sebebi olabilir mi acaba?” 

Ayetullah Hamenei, bu yıl Hacc organizasyonunu gerçekleştirecek yetkilileri kabulünde yaptığı konuşmada başta rahmetli İmam Humeyni (r.a) olmak üzere Şii dünyasının önde gelenlerinin, her zaman Müslümanlar arasında vahdete vurgu yaptıklarını belirterek “Bununla birlikte, Londra ve Amerika'daki kanallarla ihtilafları körüklemeye yönelik yayın yapıp Şii olduklarını iddia edenler gerçek Şii değiller" dedi. İslam Devrimi Lideri İmam Hamenei hangi kanalları kastetmişti? 

Son yıllarda Müslümanlar arasında nifak çıkarmak maksadıyla Şiilik adı altında birçok kanal kurulmuştur, biz kısaca bunlardan yalnızca Farsça yayın yapan üç kanala değineceğiz: 

Ehlibeyt Kanalı 

Bu kanal Afganistanlı Hasan Allahyar tarafından İran'ın Kum şehrinde kuruldu. Bu şehirde kendilerine de yer edinebilmek maksadıyla, kanallarına bu kutsal ismi verdiler. Bu kanalın en önemli faaliyetlerinden biri sürekli olarak mezhepsel ihtilafları körüklemesiydi. Ayrıca kanalın yayın politikası da Hüccetiye cemaatinin görüşleriyle birebir örtüşmektedir

 Merceiyet Makamına Yalan İsnatlar

 Allahyari senelerce bu kanalların taklit mercilerine ait olduğunu ve ayrıca kanalın Beyrut âlimleri tarafından da desteklendiğini iddia etti. Beyrutlu âlimler tarafından bu iddia yalanlandı. Afgan âlimlerinden olan ve Kum şehrinde yaşayan taklit mercii Ayetullah Kurban Ali Muhakkik Kabuli de geçen sene kanalın asıl hedefinin ihtilaf çıkarmak olduğu anlaşılıncaya kadar kanalı desteklemişti. Ayetullah Kabuli daha sonra bu konuyla ilgili bir bildiri yayınlayarak Müslümanların birlik ve beraberliğine değindi ve gerçek Ehlibeyt dostları ve Şiilerin bu kanala maddi ve manevi yardım yapmaktan kaçınmaları gerektiğini söyledi. Müslümanlar arasında ihtilaf çıkaran ve tefrika yaratan bu gibi kanallara yardım yapmanın şer'en caiz olmadığını da ifade etti.

 Allahyari'nin Siyasi Görüşü

 1. Şia ve Ehli Sünnet arasında tefrika çıkarmak.

 2. Sloganlarından biri de ''ne Gazze'nin ne de Lübnan'ın kurtuluşu, ilk önce Baki'nin kurtarılması gereklidir'' şeklindeydi.

 3. Merceiyet makamı ile Şiilerin arasını açmak (bu kanalın müdürü müçtehitlerden hiç birisini adil bulmadığını söylemiş, dahası İmam Humeyni, Ayetullah Hamenei, Ayetulllah Mekarim Şirazi ve Ayetullah Behcet gibi yüce ulemaya hakaret etme cüretini dahi göstermiştir).

 4. İran İslam Cumhuriyeti'ni yıkmak ve mustazafların ve bütün dünyadaki Şiilerin hamisi olan İran'ı Ehlibeyt düşmanıymış gibi gösterip gözden düşürmek!

 5. İmam Humeyni hükümetini Abbasi Hilafetiyle kıyaslamak.

6. İfade özgürlüğü bahanesiyle Amerika'yı desteklemek.

 Allahyari Amerika'da ikamet ediyor. Amerika'daki kanunlara göre uydu üzerinden yayın yapan bir kanal eğer herhangi bir dine, mezhebe, bir topluma ya da bir düşünceye hakaret ederse o kanal kapatılır ve yayın izni iptal edilir. Peki, başlı başına hakaret içeren ve hedef gösteren yayınlar yapan Ehlibeyt adı altındaki bu kanallar neden kapatılmıyor? Bunun İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı olmaları ve mezhep kışkırtıcılığı yapmalarından başka bir sebebi olabilir mi acaba?

Hüccetiye Cemiyeti ile Örtüşen İnançları

Allahyari'nin konuşmaları Hüccetiye cemiyetinin inançları ile birebir örtüşmektedir, o da bu grup gibi İmam Mehdi'nin (a.s) zuhuru için hiç bir şey yapmadan sadece beklemek gerektiğini ve nasıl olsa Allah'ın dilediği zaman İmam'ı göndereceği görüşünü savunmaktadır. Bu kanal aynı zamanda müçtehidler tarafından yasaklanan ''kamazeni''yi de (başı kesici aletle yaralamak) teşvik ederek İmam Hüseyin (a.s) yasını göstermek için her şey mubahtır diyor...

Bu akımın asıl hedefi Şiiliği Hüccetiye cemiyetinin çerçevesine sıkıştırarak Şiilerin Ehl-i Sünnete lanet okumalarını ve hatta onların katlinin bile vacip olduğu hakkında fetva vermelerini sağlamaktır. Böylelikle Ehl-i Sünnet ve Şiiler arasında tefrika çıkararak çatışma ortamına zemin sağlamak istenmektedir.

 “Beyaz Sarayın Kanalı'' Ehlibeyt!

 kum İlim Havzaları Başkan Yardımcısı Hüccetül İslam Nebevi yapmış olduğu bir açıklamada Ehlibeyt kanalının arkasında Amerikalıların olduğuna dair birçok belge bulunduğuna dikkat çekerek ''Şiileri desteklemek ve Ehlibeyt öğretilerinin dünyaya yayılmasını sağlamak amacıyla kurulduğu söylenen bu kanalın asıl hedefi Şiileri insanlara kötü göstermektir” ifadelerini kullandı.

 Kum Özel Din Adamları Mahkemesi bu kanal hakkında ofislerini kapatma kararı verdi. Kanal faaliyetlerinin devamında ise, İslam âlimlerine ve Ayetullah Hamenei'ye hakaret etme cesaretini göstererek, İran hükümetinin Ehlibeyt mektebini zayıflatmak maksadıyla Ehl-i Sünneti desteklediğini iddia etti!

Hüccetiye cemiyeti de Ehl-i Sünnetin İran'da özgür bir biçimde yaşamasına tepki göstererek Ehlibeyt kanalına yardım etmenin zaruri olduğunu vurgulamıştır.

Selam Kanalı

 Siyasetsiz İslam'dan İslam'sız Siyasete!

 Birkaç yıl öncesine kadar Selam kanalına yönelik ilk tepkiler yazılmaya başladığında, Şiilik propagandası adı altında gizlenen bu Amerikancı İslam tehlikesini çok az insan ciddiye alıyordu. Fakat bugünlerde yaşanan güvenlik sorunları nedeniyle Selam kanalının sömürgeciliğe hizmet eden İslam karşıtı faaliyetler içerisinde olduğunu bilmeyen çok az insan vardır. Özellikle de bugünlerde, siyasetin İslam'dan ayrılması gerektiği iddiasında bulunanlar siyasete atılarak, İran İslam Cumhuriyeti'nin karşısında durmaktadırlar.

 Selam kanalının müdürü ''Modern İran'ın Geleneksel Uleması Topluluğu'' adı altında bir dernek kurarak geçen sene 25 Şubat tarihinde İran'da çıkan kargaşa ve kaos ortamını destekler nitelikte bir bildiri yayınlamıştı.

Kaynağı Belli Olmayan Mali Destekler...

 İranlıların para transferleri ile ilgili yaşadıkları kısıtlamalar hakkında dünyada her gün yeni bir haber çıkarken, Selam kanalı Almanya, Amerika, Avustralya, Dubai vs... hesap numaralarına her gün bir yenisini eklemekte ve aslında böylelikle yayın akışını izleyicilerinin yardımlarıyla sürdürdüğü izlenimini vermek istemektedir.

İletişim Uzmanı Mercan Hüseyni bu konuyla ilgili olarak şunları yazdı: ''Selam kanalı hotbird üzerinden yayın yapıyor. Hotbird bu kanallardan aylık kira bedeli olarak çok yüksek meblağlar talep etmekte. Bu kanalların sınırlı bir şekilde reklam yapabileceklerini ve kanalın yönetimi ve diğer alanlardaki masraflarını da göz önüne alırsak, buna göre Selam kanalının çok büyük mali kaynaklara sahip olması gerekmektedir. Fakat kanal yetkilileri bu güne kadar finansmanları hakkında herhangi bir bilgi vermiş değiller''.

İran Radyo Televizyon İzleme Kurumu Başkanı ise Hemşehri gazetesine verdiği demeçte şunları söylemişti: ''Sizler bu kanalların reklam yayınlarına bakarak rahatlıkla şu sonuca varabilirsiniz, zira bu kanalların çoğu reklam yayınlamıyor. Hâlbuki hotbird üzerinden sıradan bir bant genişliğine sahip olmak için ayda 28 bin dolar ödemek gerekiyor ve ayrıca up-link giderleri ile beraber aylık masrafları 60 bin dolara tekabül ediyor. Bu masraflar sadece programın uyduya ve uydudan da karasala çıkması için harcanmaktadır. Ve bunlara bir de çalışanları maaşlarını ve diğer masrafları ekleyin...

Bu kanallar reklam yayınlamadıkları halde bu kadar parayı nereden temin ediyorlar?

Bu durum aslında bu kanalların Amerika'nın kara dolarlarına bağımlılıklarının açık bir kanıtıdır. Zira her ne zaman parasızlıktan sıkıntı çekseler, kanallarının kalitesi de bir o kadar yükselmekte ve kanallarına hemen bir yenisini eklemektedirler. Öncelikle bu kanalların bu paraları nerelerden temin ediyorlar sorusunu yanıtlamaları gerekmektedir. Gerçi cevap olarak hep aynı şeyi, yani bu paraların izleyicilerin yardımları olduğunu söylüyorlar. Bu kanala dolarların Amerika'dan geldiği kolaylıkla ispat edilebilir ve bu kanalın Amerika tarafından desteklendiğine dair şu kanıtı sunabiliriz. Uydu kanallarının kanunlarına göre eğer bir kanal mezhebi ihtilaf yapıyor veya resmi bir din ya da mezhebe hakaret ediyorsa, yayını anında kesilir, ama bu kanallar bütün bu ihtilaf çıkarıcı ve kışkırtıcı yayınlarına rağmen faaliyetlerine hala devam etmekteler.''

 Kısa bir süre önce Hüccetiye cemiyetine bağlı olan Selam kanalı çalışanları müdürlerine kanalın insanlar tarafından kabul görmesi ve izleyici potansiyelini artırmak için müçtehitlerden onay alınmasını teklif ettiler, zira filan kanal müçtehitler tarafından onaylanmamıştır sözü toplum arasında pek meşhurdur. Bu sayede kanal müçtehitlerin isimlerini ve meşhur âlimlerin adını kullanarak işlerini ilerletebilecek ve ülke genelinde yaptıkları faaliyetler karşısında da daha az sorun ve engelle karşılaşacaktı.

 Ayrıca kanal yetkilileri son yıllarda ''kamazeni ‘' (başı kılıçla yaralamak) konusunu İslam gelenekleri arasında kabul ettirmek maksadıyla inanılmaz çaba gösterdiler. Bu konu düşmanların ilgisini çekti ve onlar tarafından iyi bir şekilde karşılandı. Bununla ilgili olarak Selam kanalı müdürü Muhammed Hidayeti Amerikan'ın Sesi (VOA) kanalında yapılan bir programa katılarak ‘'kamazeni”nin kökünün Kuran-ı Kerim'de geçtiğini iddia etti. Âlim görünümlü bu yalancı, insanları bu konunun Kuran'da geçtiğine inandırabilmek için Allah Kelamını dahi tahrif etmekten sakınmamıştır.

 Bu durum diğer konuk olan din âlimi Mehdi Halci'nin bu Washington âliminin tutarsız ve dayanaksız sözleri karşısında daha fazla sessizliğini koruyamamasına sebep oldu. Halci “Hidayeti Bey'in sözleri kesinlikle yanlıştır ve o bu sözlerle Kuran'ı Kerim'i tahrif etmektedir'' dedi.

Hidayeti programın devamında da “kamazeni”nin Şiilerin eski gelenekleri arasında yer aldığını iddia ederek bu olayın insanda cesaret ve fedakârlık ruhunun gelişmesine yardımcı olduğunu ve bu yüzden Amerika'da özgürce uygulandığını söyledi.

Farsça Yayın Yapan Dini Kanalların Amerikan Ordusu Yetkilileriyle Olan Bağlantıları

İran Radyo Televizyon İzleme Kurumu Başkanı Mehdi Şerifi bir gazeteye verdiği demeçte “Dini yayın yapan kanallar sözde din endişesi adı altında Amerikan Ordusunun Başkanları ile nasıl bir bağlantı içindeler ve bu ağır teknik maliyetlerini nereden temin etmekteler” sorusunu sorarak bu kanalların asıl hedeflerinin ise merceiyetsiz ve cihatsız bir dini, yani Amerikancı İslam'ı yaymak olduğunu sözlerine ekledi.

Şerifi bu kanallardan bazılarının Hüccetiye cemiyeti ile irtibat halinde olduğuna dikkat çekerek halkın bundan gaflet etmemesi gerektiğini söyledi ve bunlara karşı uyanık olup gerçek dini öğretileri ancak dini kurum ve değerli taklit mercilerinden almalarının zorunluluğunun altını çizdi.

Dinden Ayrılmayan Siyaset

Google'da Hüccetül İslam Muhammed Hidayeti'nin ismini aradığımızda karşımıza birçok konu ve video çıkmakta. Bu kişinin siyasi uydu kanallarında birçok konuşmaları yayınlanmaktadır. Hidayeti İran'daki 2009 seçimlerinin ardından ülkede baş gösteren fitne hareketini destekleyerek İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı takındığı düşmanca tutuma hız kazandırmıştır.

Selam kanalı sürekli dinin siyasetten ayrı olması gerektiğini vurgulamakta ama kendileri de siyaset yaparak İmam Humeyni'nin vefat yıl dönümü ve İslam Devriminin kuruluş yıldönümlerine gaflet edip kanallarında bu konulara yer vermemişlerdir. Bu kanalın siyasetlerinden bir diğeri ise İran İslam Devrimi'ne karşı hareket eden taklit mercilerine kanallarında sıkça yer vermektir.

Mezhep ihtilafı çıkarmak ve Ehli Sünnet'e hakaret etmek de bu kanalın en yaygın uygulamalarından biri olup böyle olmaya da devam edecek gibi gözükmektedir.

Fedek Kanalı

İngilizler 12 imam Şiileri için de iyi giyinimli ve güzel yüzlü birini buldular ve ona Londra'da cami, ilim havzaları ve televizyon kanalları tahsis ettiler, taa ki bu şahıs Şiilerin göğsünü kabartsın ve Vahhabiliğin birinci derece düşmanı olsun!

 Fedek kanalının müdürü, Yasir Yahya Abdullah el Habib, miladi takvime göre 1977 (şemsi 1355) doğumlu olup Kuveyt Üniversitesi Siyasi Bilimler bölümünden mezun olmuştur. Habib'in Mehdi'nin Hizmetçileri derneğini kurmasının ardından 3 yıl geçtikten sonraki aşırılıkları, Kuveyt hükümetini bu kurumu kapatmaya ve onu da 25 yaşında hapse atmaya mecbur kılmıştı.

Ama bu cesur genç İngilizlerin dikkatini çekti ve ardından hemen Amerika ve Londra'daki insan hakları dernekleri devreye sokuldu. Kuveytli yetkililer de bu işe şaşırıp kalmışlardı. Bu kurumların hapishanelerde onca işkenceye maruz kalan tutsaklar için değil de neden bu genç âlimi kurtarmak için bu kadar çabaladıklarına bir türlü anlam verememişlerdi. Kuveytliler ağrımayan başlarını ağırtmak niyetinde olmadıklarından Habib'i yalnızca 3 ay hapishanede tutup ardından serbest bıraktılar.

Genç Şeyh Kuveyt hapishanesinden çıkarak İngilizlerle arkadaşlık etmeye başladı. İngiltere'den sığınma izni alıp ülkenin kuzeyine doğru yola çıktı. Faaliyetlerinin kapsamını geliştirmesi için 2 yıl Londra'da kalması yeterliydi. Bu süre zarfında ‘Shianewspaper'' adında bir gazete yayınladı, “İmameyn Askeriyeyn'' adındaki ilim havzasını kurdu ve uydu üzerinden yayın yapan “Fedek'' kanalını da İngilizlerin yardımıyla tesis etti. 2010 yılında da Londra'daki mekânını “Hüseyniyei Seyyidüşşüheda'' adı altında büyük bir camiye taşıdı. Yeni mekânının bir kısmını aynı zamanda ilim havzası, ofis, Fedek kanalı, Şii gazetesi ve internet sitesi faaliyetleri için de kullanmaktaydı.

Bu genç Şeyh şimdi 36 yaşında Londra'da İngilizlerin kendisine tahsis ettiği minberlere çıkarak Şiilerin sesini dünyaya duyuruyor ve sizler hala hiçbir şeyden şüphe duymuyor musunuz?

Sünnileri Hedef Alan Ateş Şiileri Yaktı

Bu olayın biraz daha aydınlığa kavuşabilmesi ve bu destekleri açıkça görebilmek için bundan 3 sene öncesine, 1431 yılı Ramazan ayının 17'sine, yani Peygamberi Ekrem'in (saa) hanımı Ayşe'nin vefat yıl dönümüne gitmek yeterli olacaktır. Bu genç âlim Ayşe'nin vefat yıldönümü münasebetiyle minbere çıktı ve yalan ve asılsız deliller sunarak Peygamber hanımına ağır ve çirkin iftiralarda bulundu ve “Ayşe'nin yok olduğu günü bayram gibi kutlamak dini bir zarurettir, çünkü onun helakı İslam'ın kurtuluşu sayılır” diyerek sözlerini tamamladı. Kendi internet sitesinde bu konu hakkında açıklamalara yer verdi. Fedek kanalı da “bayramınız kutlu olsun'' adı altında yayınlar yaptı ve ayrıca ekranların üst kısmındaki “Allahu Ekber… Ayşe finnar (ateşte)'' sloganlarıyla dünya televizyon tarihinde bir ilke imza attı! Programların devamında kanal, “küfrün başı Ayşe'den kurtulmaları nedeniyle” kutlamalar ve ilahiler ile yayınını sürdürdü.

 İngiliz Mollası Yasir El Habib

Habib bundan önce de Ayşe hakkında baştan aşağı hakaret içeren bir kitap yazmıştı. Bu kitap Şiiler tarafından tepkiyle karşılanmıştı.

Onun bu yeni eylemi tamamen Şiilerin aleyhine neticelenmiştir. "Şeyh Abdul Aziz el-Şeyh" isimli Suud müftüsü, “Yasir el Habib'in müminlerin annesi Ayşe hakkında attığı iftiranın ardından Arap ve diğer İslam ülkelerinde Şiiliğin yayılması durmuştur'' ifadelerini kullandı. Müftü, Suudi Arabistan cami imamları ile yaptığı görüşmesinde ise “Yasir El Habib'in sözleri Şiiliğe meyilli olan birçok kişinin, bu sapkın yoldan çıkıp tekrar doğru yol olan Ehli Sünnet'e geri dönmelerini sağlamıştır'' dedi. Müftü sözlerini şöyle sürdürdü: “Arap ülkelerinde bulunan haber kaynaklarımıza göre, özellikle de Kuzey Afrika'da sonradan Şii olan birçok Sünni, Yasir el Habib'in sözlerinden sonra Şiiliğin batıl bir mezhep olduğunu anlayarak kendi hak mezheplerine geri döndüler.”

Müftü kinayeli konuşarak sözlerine şunu da ekledi: “Şiiler yıllarca masumiyet ve şehadet kavramlarının arkasına gizlendiler ve bugün ise yüzsüzlüklerinden dolayı ne kadar habis bir kavim oldukları ortaya çıktı. El Habib'in sözleri Şiilerin gerçek yüzlerinin anlaşılması için Allah tarafından gönderilen bir nimet ve inayettir.”

Şeyh Habib'in bu şüpheli sözleri, Kuveyt ve Arabistan'daki Şiilerin birçok sorunla karşı karşıya kalmalarına sebep oldu. “Şeyh Emri”, “Şeyh Hüseyin Matuk”, “Şeyh Hasan Saffar”, “Şeyh Ali El Muhsin” , “Şeyh Abdul Celil Semin'', “Şeyh Nemr” ve “Seyyid Haşim Selman” gibi bu iki ülkenin Şii âlimleri Şeyhe karşı sert bir tutum takınarak onu kendilerinden uzaklaştırdılar.

İslam dünyasından yankılanan tepkilere bakılacak olursa İngiltere Şeyh Habib'e desteğinin meyvesini almaya başlamıştı ve İngiliz casusların bu Kuveytli Şeyhi seçerek ne kadar da isabetli bir karara imza attıklarını şimdi daha iyi anlıyoruz.

Yangına Su Dökmek

Şöhret düşkünü Şeyhin sözleri Vahhabilerin değirmenine su döktü ve Şii âlimlerinin kendisine karşı çıktıkları sözleri de tepkileri azaltmaya yetmedi. Ardından mezhep ihtilafları çok şiddetli bir biçimde baş gösterdi.

Bu olaylar Arap Şiilerinin inanılmaz baskılara maruz kalmalarına sebep olmuştu, öyle ki Arabistan'dan bir grup Şii âlim konu hakkında bir fetva almak için Ayetullah Hamenei'ye mektup yazmak zorunda kaldılar.

Rehberin fetvası yangına su dökmek konumundaydı. Rehber'in cevap mektubunda “Müminlerin anneleri olan Peygamberlerin eşleri ve Ehli Sünnetin sembol isimleri hakkında aşağılayıcı ve hakarete varan ifadelerin kullanılması haramdır” ifadelerine yer verilmişti.

El Ezher Şeyhi yaptığı resmi açıklamada Rehber'in fetvasından mutluluk duyduklarını belirterek şunları ifade etmişti: “İmam Hamenei'nin sahabelere ve Resulü Ekremin hanımlarına karşı yapılan hakaretlerin yaptırıma maruz kalması hususundaki fetvası elime ulaşmış durumda. Bu fetva, sahih bir bilgiyle ve fitne ehlinin ortaya çıkarmak istediği tehlikenin farkına varılıp derin bir anlayışla Müslümanların kardeşliğini ve vahdetini korumaya vurgu yapan bir fetvadır. Bu fetvanın önemini artıran bir diğer sebep ise bunun büyük ulemadan ve Şiilerin en büyük taklit mercilerinden ve İran İslam Cumhuriyeti'nin büyük Rehberi tarafından yazılmış olmasıdır. Ben ilmi konumda olmam ve taşıdığım şer'i sorumluluk nedeniyle şunları söylemek istiyorum: Müslümanların vahdeti için çabalamak vaciptir, mezhepler arası ihtilaflar ise sadece tarafların âlimleri ve uzmanları arasında sınırlı kalmalı ve İslam ümmetine zarar vermemelidir.”

 Elbette Vahhabi kanallarının buna tepkisi herkes tarafından malumdur: Sessizlik ve sansür!

 medyasafak.com

 

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Zarif’ in; ABD’nin Ortadoğu’ya egemen olma yolunda planladığı Suriye işgali hakkındaki açıklamaları dünya kamuoyundan neden saklandı?

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’ in Asuman Dergisine Verdiği röportajda İran’ın Suriye konusu hakkındaki görüşleri bütün detaylarıyla açıklandığı halde bu açıklamanın Batı medyası ve Batıya endeksli bölge medyası tarafından hasıraltı edilmeye çalışılması dikkat çekti. İşte bu detaylı röportajın en önemli satır başları:

-Dün Afganistan ve Irak’ta aynı şeyi yapan belli bir grup, Amerika Birleşik Devletleri’ni ve batılı ülkeleri şimdi de Suriye’de istenmeyen bir savaşın içine çekmeye çalışıyor. Dikkat edilmesi gereken husus, bu işin farklı eğilimlere sahip iki grup tarafından yapılıyor olması. Bir grup sürekli savaştan çıkar sağlayan kesim; öteki grup ise tüm yumurtalarını aşırı ve tekfiri grupların sepetine koyan bazı komşu ülkeler. Hâlbuki bu aşırı gruplar söz konusu komşu ülkelere gitseler, bu ülkelerin yapacağı iş onları kendi ülke topraklarından çıkarmak olacaktır.

-Askeri güçle tehdit etmenin artık işe yaramadığı kanıtlanmıştır. Aksi halde askeri güç kullanma ve tehdit bir gün işe yarasaydı savaş bir dış siyaset aracı olurdu. Sonra dünya savaşın iyi bir araç olamayacağını anladı. Dolayısıyla bu araç illegalleşti. ABD bu noktayı anlamak istemiyor, çünkü, bir askeri güce sahip ve sahip olduğu bu gücün kendine yarar sağlayacağını düşünüyor. Oysaki bu ülke kendi yakın geçmişine şöyle bir göz atsa, her nerede askeri güç kullanmışsa yenilgiye uğradığını görecektir. Bu ilginç bir noktadır. Amerika’nın Vietnam, Irak ve Afganistan’da düştüğü duruma bir bakınız. Amerika’nın güç kullanıp da sonuç aldığı yer var mı?! Bu yanlış mantık, yani askeri güç kullanma ve tehdit, hala Amerikalıların kafasında yerini koruyor.

-Dünyada gerginlik yaratarak çıkarlarını sağlayan gruplar var. Siyonistler bunun bir örneği. Onlar hiçbir zaman huzur ve istikrarı kendi yararına görmezler. Bu sebepledir ki Siyonistler onca süredir ABD’ye baskı yaparak bu ülkeyi yeni bir savaşın içine çekmek istiyorlar.

-Geçen yılın Kasım ayında İran, İsviçre Büyükelçiliği kanalıyla Amerikalılara “sarin gazı” türü ve el yapımı bir kimyasal silahın Suriye’ye sevk edilmek üzere olduğuna ilişkin resmi bir Nota verdi. Bu Notada, söz konusu kimyasal maddelerin aşırı gruplarca kullanılabileceği uyarısında bulunduk.

-Siyasi çözüm yolunda geç kalınmış ise, bu tüm bölgenin sorunudur. Bizler tüm çaba ve gayretimizi Suriye’deki gelişmelerin siyasi yollardan çözümü için harcamalıyız. Askeri yöntemlerin Suriye meselesini çözmeyeceği kesindir. Hatta Suriye’ye yönelik aceleci yasa dışı bir askeri müdahale olsa bile, bu yine de yolun sonu olmayacak. Belki de kriz daha da şiddetlenecek ve siyasi çözüm yolunun zarureti daha da artacaktır.

-Askeri yöntem bir çözüm yolu değildir. Geriye iki yol kalmaktadır. Bu yollardan birincisi şu an Suriye’de yaşananlardır; yani kargaşa ve kardeş cinayeti. İkincisi ise siyasi çözüm için çaba harcanmasıdır.

-Bütün aktörler, özelliklede Suriye’deki gelişmeler üzerinde etkili dış güçler, Suriye’deki tüm iç aktörlere, masaya oturmaları için baskı uygulamalıdır.

-İran İslam Cumhuriyeti kimyasal silah kullanımını şiddetle kınadığı gibi Suriye Hükümeti’nden de kimyasal silah kullanılan bölgeleri gezmesi için BM denetçilerine izin vermesini istemiştir. Bütün deliller, tekfiri grupların hükümet güçlerinin ilerleyişini engellemek için söz konusu bölge halkına karşı kimyasal silah kullandığı yönündedir. Tabii şuan kesin bir görüş belirtemeyiz. Bu görüş bir uluslar arası araştırma ile netlik ve kesinlik kazanacaktır.

-Batı, Suriye’ye yönelik bir operasyon başlatabilir; ancak bu operasyona son vermek onların elinde değil. Amerikalılar bu noktayı göz ardı ediyorlar.

-Suriye’yi BM ile işbirliğine nasıl teşvik etmişsek, bu ülkenin kimyasal silahların ne şekilde kullanıldığının belirlenmesi, dolayısıyla da Suriye hükümeti ve Suriye’ye askeri müdahalede bulunmak isteyenlerin aleyhinde kurulan bu tuzağa düşülmemesi için tüm verilerini paylaşması gerektiğini düşünüyoruz.

-Bazıları Amerikalıların her şeyi bildiklerini zannediyorlar. Oysaki Amerikalılar birçok gerçekten habersiz ve çok rahat bir şekilde tuzağa düşebiliyorlar. Bunu hem Afganistan’da hem de Irak’ta gördük. Dolayısıyla aydınlanma oldukça önemlidir. Güçlü ülkeler bazen şüphe ve kuruntuya kapılıyorlar ve sorunlarını güç kullanarak aşabileceklerini sanıyorlar.

-Amerika toplumunun özelliği, bu ülkede baskı ve lobi gruplarının aktif şekilde bulunmasıdır. Eğer Amerikan toplumunda yaşadıysanız lobiciliğin orada bir endüstriye dönüştüğünü anlarsınız. Amerika’nın iç koşullarının tanınması önemli çözüm yollarından bir tanesi sayılır. Amerika’da bütün kararların akla uygun bir ortamda alındığını düşünmemek lazım. Amerika toplumu karmaşık bir toplumdur. Amerika’da kararlar her zaman doğru bilgi ve verilere dayanarak akla uygun şekilde alınır diye bir şey yok. Amerika’nın kararları birçok kez bu baskı grupları tarafından empoze edilmiştir.

-Son zamanlarda Harvard ve Chicago üniversitelerinden tanınmış iki Amerikalı yazar Siyonizm lobisinin Amerikan dış politikasını bu ülkenin menfaatlerinin dışına çıkardığına dair makaleyi kaleme aldılar. Bu bilim adamlarından birisi Amerika’nın ünlü neorealistlerinden Stephen Walt ve diğeri ise ünlü teorisyenlerden olan Mearsheimer’dir. Harvard üniversitesi baskı gruplarının etkisiyle bu bilim adamlarını üniversitenin amblemini söz konusu makalelerinden kaldırmalarına mecbur etti. Bu olay gösteriyor ki Amerikalılar bile her zaman politikaları kontrol edenin Amerika’nın çıkarına olmadığını kabul ediyorlar.

-Küreselleşme ve yeni uluslararası koşullar egemenliğin doğasını değiştirmektedir. Başka bir deyişle egemenlik iktidardan sorumluluğa doğru hareket etmektedir. Eğer bu gerçeğe dikkat etmezsek, iktidarı korumak ve milli gücü pekiştirmek için ondan yararlanamayız. Dolayısıyla evvela bu kavramı anlamamız gerekiyor. Kamu diplomasisi konusuna bu bilinçle ulaşıyoruz. Bir dönem iktidarlar uluslararası arenadaki tek oyuncu olduklarına inanır, halkı da vatandaş olarak görürlerdi. Yani kendileri tek başına hiçbir kişilik ifade etmezlerdi. Bugün uluslararası hukukta insan, bir konudur. Sorumluluğu olan bir gerçektir. Bundan dolayı kişiyi uluslararası suçlardan ötürü uluslararası ceza divanında yargılamak mümkündür. İnsanın hem hakları ve hem sorumlulukları vardır. Kamu diplomasisi bundan ötürü şekillenmiştir. Bundan önce bir iktidarın temsilcisi başka bir iktidarın temsilcisiyle bir odaya girip bir konu hakkında anlaşıyorlar ve olay bitmiş oluyordu. Bunu bugün yapmak mümkün değil. Zira artık iktidarlar uluslararası arenadaki tek oyuncu değiller. Eğer bu kavram kabul edilmezse uluslararası arenada iyi bir oyuncu olunamaz. Bu hususta değinmem gereken ikinci konu ise şudur, güç kullanmak artık işlevselliğini yitirmiştir.

-Bizce Suriye’de iktidar tarafından yapılan büyük yanlışlar, maalesef suiistimallere zemin hazırlamıştır. Ama bu durumun kötüye kullanıldığını da unutmamalıyız.

-Bence Birleşmiş Milletler bildirisinde gerekli hukuki ve yasal yapı mevcuttur. Bildirinin ikinci maddesinin dördüncü fıkrası her türlü tehdit ve güç kullanmayı yasadışı ilan etmiştir. Böyle bir durumu tersine çevirmek için yapılacak olan her türlü çaba, irticai bir çabadır. Ondokuzuncu yüz yıla geri dönme çabasıdır. Günümüzdeki koşullar ondokuzuncu yüzyıldaki koşullardan farklıdır. Ondokuzuncu yüzyılda savaşlar yönetilebiliyordu. Bugün ise ne savaşı kontrol etmek ne de yönetmek mümkün. Ondokuzuncu yüzyıldaki koşullara dönüş, insanlık için tehlikelidir.

-Savaşı her zaman savaşı kazanabileceğini düşünen taraf çıkarıyordu. Ama yirminci yüzyılda savaşların yüzde seksen beşinde, savaşı çıkaran taraf sonunda yenilgiye uğramıştır. Dolayısıyla halkın bu gerçeği öğrenmesi lazım. Savaşın her koşulda ve her bahaneyle bir araç gibi iktidarların hizmetinde olmasına izin vermemiz, gericiliktir ve çok tehlikelidir.

-Uluslararası camianın demokratik olmayan devletlere karşı halkın ülke içindeki yerel dinamikler vasıtasıyla sorunlarının üstesinden gelmesi için elverişli bir ortam sağlama sorumluluğu vardır. Dışarıdan bir ülkenin askeri müdahale ile baskı ve yerel olmayan mekanizmaların empoze edilmesiyle durum değiştirmeye çalışmanın iyi sonuçları olmamıştır. Bu durum bölgemizde de görülmektedir.

-Şu konuya da değinmek isterim ki neden şu anda İran bölgenin tek istikrarlı ülkesidir? Çünkü ülkemizde kullanılan mekanizma, yereldir. Tabi bunun eksikleri var ve bendeniz insan hakları dersi veren biri olarak onları biliyorum. Ama bu mekanizmanın yerel olması ve biraz iniş ve çıkışın ardından gereken yere ulaşacak olması önemlidir. Ülkemizdeki bu yerel mekanizma 2013 seçimlerini meydana getirdi.

-Bölgemizde iki zıt yöneliş şekillenmiştir. Birincisi eski kafalı aşırı Selefilik yönelişi; diğeri de toplumda her hangi bir dinin varlığına karşı olan aşırı sekülarizimdir. Oysaki eski Sovyetler Biriliği’nin 70 yıllık dini sindirme çabasında başarısı olması dini toplumdan silmenin mümkün olmadığı göstermektedir.

-İslam ülkelerinde İslami temellerden yararlanacak çeşitli yönelişlerin oluşu bizim için sevindiricidir. Fakat bunlardan bir model olarak bahsedemeyiz. Çünkü bu modeller bir takım çelişkiler içermektedir: Aşırılığa kaçması durumunda kendini Mısır örneğindeki gibi kısa bir süre sonra kendi toplumunun ihtiyaçlarını karşılayamayacak duruma gelen şartlar içinde bulmaktadır. Veya diğer yerlerde durum aşırı sekülerizme sürüklenmektedir. Biz başkalarının içişlerine karışmadan, bu modellerde bazı sapmalara yol açacak noksanlıklar görüyoruz. İslam dünyasında hangi modelin gerçekten başarılı olabileceğinin düşünülmesi gerek.

-Esad yönetimi başlangıçta siyasi reformlar yerine antidemokratik girişimlerde bulunmuş ve bu yüzden eleştirilmiş olabilir. İran İslam Cumhuriyeti de Suriye Hükümeti’ni siyasi reformlar yapmaya teşvik etmiştir. Ancak Suriye meselesinin çözümü, İslam, demokrasi ve yirmi birinci yüzyıl ile yakından uzaktan ilişkisi olmayan tekfiri bir grubu Suriye halkının üzerine salmak ve Suriye halkını katletmek olmamalıydı! Bahsettiğimiz bu gruplar kameraların karşısında Suriyeli bir askerin cansız bedeninden kalbini çıkararak ağızlarına alanlardır.

-Bizim Türkiye ile birçok konuda ortak görüşlerimiz var; ancak Suriye konusunda Türkiye Hükümeti’nin çok tehlikeli ve yanlış bir siyaset izlediği kanaatindeyiz.

-İran’ın söylemi, savaş yanlılarının ve aşırıcıların izole edilmesine dayanır. Bence bu işi bu söylemle ileriye taşıyabiliriz. Nükleer konunun çözümü için siyasi irade İran’da mevcut. O da İran’ın haklarının korunması ve her türlü kaygının giderilmesi olmak üzere iki esasa dayalıdır. Biz nükleer silahı yalnızca faydalı görmemekle kalmıyor, aynı zamanda güvenliği ihlal edici bir unsur olarak algılıyoruz. Hatta nükleer silah edinmeyi düşünmek bile bizim nazarımızda güvenliği ihlal edicidir.

-Suriye’ye saldırı sınırlı ve sadece Suriye Hükümetini zayıflatmak amacıyla yapılırsa ne gibi sonuçları olacaktır?

Fark etmez. Amerikalılar bunun sınırlı kalacağını sanıyor. Oysa, böyle bir girişimin ilerde doğuracağı sonuçlar artık bu eylemi başlatan kişinin kontrolünde değildir. Şimdi bu sonuçlar hemen kendini göstermeyebilir, muhtemelen de öyle olacaktır. Amerika’nın muhtemel girişimi, bölgede bizzat Amerikalıların yıllarca koşuşturarak kaldırmaya çalışacağı etkileri de beraberinde getirecektir.

abna

İslam inkılabı rehberi sulta düzeninin İslam inkılabı ile başlıca meselesi, inkılabın başkalarına zulmetmekten kaçınma ve zalimle mücadele mesajından ibaret olduğunu belirtti.

İslam inkılabı rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei İslam inkılabı muhafızlar ordusunun komutanları ve önde gelenleri ve personeli ile görüşmesinde inkılabı muhafaza etmekten sunduğu tanımda, sulta düzeni dünyayı zalim ve mazlum olmak üzere ikiye böldüğünü belirterek İslam inkılabı zulüm karşıtlığı ve zulümden kaçınma mantığını getirdiğini ve bu mantık inkılap mesajının İran sınırlarında mahsur kalmamasına ve milletlerce benimsenmesine sebebiyet verdiğini kaydetti.

Sultacıların ve başta Amerika'nın İran'ın nükleer meselesi etrafında kopardığı yaygaraların ve tüm söz ve davranışlarının sulta düzeni ile İslam inkılabı mesajı arasındaki sürtüşme çerçevesinde değerlendirmek gerektiğini belirten İmam Hamanei, zalim ve sulta düzenine ve uluslararası yağma şebekesine bağımlı iktidarların savaş çığırtkanlığı, yoksulluk ve fesat çıkarma gibi üç temel politikayı izlediğini, İslam'ın bu politikalara karşı çıkması ise sürtüşmenin sebebi olduğunu ifade etti.

İmam Hamanei, İran İslam Cumhuriyeti ne Amerika ne de başkası için ve sırf İslamî inançları çerçevesinde nükleer silah üretmeye karşı olduğunu, ancak İran'ın barışçıl nükleer faaliyetlerine karşı çıkanların başka amaçlar peşinde olduklarını vurguladı.

Konuşmasının bir başka bölümünde İslam inkılabı muhafızlar ordusunun başarılı karnesini bir milletin kimliği, kişiliği ve deneyimlerinin en güzel cilvesi niteleyen İmam Hamanei, inkılapçı yaşamak ve inkılapçı kalmak ve kesin tavır, muhafızlar ordusunun diğer güzel cilveleri olduğunu kaydetti.

İmam Hamanei, muhafızlar ordusu hiç bir zaman dünyada yaşanan değişiklikler veya içeride değişiklik zarureti gibi mazeretlerle esas ve doğru yolundan sapmadığını vurguladı.

Muhafızlar ordusunun inkılabı muhafaza etmek üzere çeşitli gelişmeler ve akımlar hakkında yeterli ve tam bilgiye sahip olması gerektiğinin altını çizen İmam Hamanei bu kurumun siyaset arenasında faaliyet yürütmesi gerekmediğini, ancak inkılabın koruyucuları olarak her türlü sapkın akım, bağımlı akım veya diğer siyasi akımlar hakkında gözü kulağı açık olması gerektiğini ifade etti.

Diplomisi dünyasının karmaşık bir dünya olduğunu kaydeden İmam Hamanei, diplomasi arenası tebessüm müzakere talebinde bulunma ve müzakere etme arenası olduğunu, ancak tüm bunlar esas sorunun çerçevesinde algılanması gerektiğini vurguladı.

İç ve dış politika arenalarında doğru ve mantıklı hareket etmek gerektiğinin altını çizen İmam Hamanei, kahramanca esnek davranmak, bir temel şarta bağlı kalmak kaydıyda bazen çok iyi ve gerekli olduğunu belirtti. İmam Hamanei, İran milletinin mantık ve bilimsel hesaplarla ilerlediğini, ancak düşman iç çelişkileri yüzünden hatta dile getirmese bile sürekli geri adım attığını ve zafiyet yaşadığını ve bu yüzleşmede gelecek, hesap ve mantıkla ilerleyenlere ait olduğunu vurguladı.