
کارگر
İsrail polisi namaz sonrası cemaatten 13 kişiyi yaraladı
Mescid-i Aksa'nın Aslanlı (Esbat) kapısında kılınan yatsı namazının ardından harekete geçen polis, cemaate ses bombası, plastik mermi ve göz yaşartıcı gazla müdahale etti. Filistin Kızılayı müdahale esnasında 13 Filistinlinin yaralandığını belirtti.
Görgü tanıkları, polisin gazetecileri işlerini yapmaktan alıkoyduğunu ve bir foto muhabirini darbettikten sonra gözaltına aldığını belirtti. Polisin ayrıca ambulansla hastaneye götürülen bir yaralıyı da gözaltına aldığı kaydedildi.
İsrail polisi, 14 Temmuz Cuma günü Mescid-i Aksa'da silahlı saldırıda bulunduğunu iddia ettiği 3 Filistinliyi öldürmüş, olayda yaralanan 2 İsrail polisi ise kaldırıldıkları hastanede hayatını kaybetmişti. Olayın ardından Mescid-i Aksa'yı ibadete kapatan İsrail güçleri, Harem-i Şerif'in iki kapısını 16 Temmuz Pazar günü açmış, ancak kapılara elektronik metal arama dedektörleri yerleştirmişti.
İsrail Güvenlik Kabinesinin dün gece saatlerinde verdiği karar üzerine Mescid-i Aksa'nın kapılarındaki dedektör ve kameralar sökülerek kaldırılmıştı.
Sabah saatlerinde bir araya gelen Kudüslü alimler, Harem-i Şerif'e "girip girmeme" konusundaki kararını açıklamadan önce Kudüs İslami Vakıflar Dairesinden rapor istedi.
Toplantının ardından yapılan yazılı açıklamada, "Kudüslü alimler, saldırılar sonucu mübarek Mescid-i Aksa'ya verilen zararların tespit edilmesi ve giderilmesi için Kudüs İslami Vakıflar Dairesine, Harem-i Şerif'in iç ve dış kısmıyla ilgili bir ön rapor hazırlama görevi verdi." denildi.
Dışişleri’nden İsrail’in Küstah Sözlerine Tepki: Haddini Bilmez
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Müftüoğlu, işgalci İsrail’in ” Osmanlı İmparatorluğu günleri geride kalmıştır. Kudüs geçmişte de Yahudi halkının başkenti olmuştur” şeklindeki açıklaması için “Haddini bilmez açıklamayı kınıyoruz” dedi. Müftüoğlu, İsrail’i bir an önce aklıselime dönerek Mescid-i Aksa’daki ibadet özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmaya çağırdı.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Müftüoğlu, İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün Türkiye ile ilgili ifadeleri hakkındaki bir soruya cevaben açıklama yaptı.
“İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü tarafından yapılan haddini bilmez açıklamayı kınıyoruz” diyen Müftüoğlu, “Osmanlı döneminde Filistin’de farklı dinlere ve mezheplere mensup cemaatler yüzyıllarca barış içinde birlikte yaşamış ve ibadetlerini özgürce yerine getirmiştir. Bu bağlamda, Osmanlı döneminde sergilenen benzersiz hoşgörüyü en iyi Musevilerin bilmesi ve takdir etmesi beklenir. Bugün de Türkiye Cumhuriyeti’nde Musevilerin inanç ve ibadet özgürlükleri devletimizin güvencesi altındadır” ifadelerini kullandı.
İSRAİL İŞGALİ 50. YILINI DOLDURMUŞKEN…
Müslümanlar için en kutsal üçüncü mekan olan bütün Mescid-i Aksa’nın, İslam aleminin en öncelikli konularının başında yer aldığını kaydeden Müftüoğlu, “Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’de süregiden İsrail işgali 50. yılını doldurmuşken Doğu Kudüs’ün işgal altında olduğu gerçeğini örtbas etmeye çalışmanın bölgede barış ve istikrarın sağlanmasına ve Filistin-İsrail ihtilafının çözülmesine faydası olmayacağı açıktır. İsrail’e düşen sorumluluk, bir an önce aklıselimi hâkim kılıp, Harem-i Şerif’te statükoya dönmek ve ibadet özgürlüğünün önündeki engelleri tümüyle kaldırmaktır” ifadelerini kullandı.
İSRAİL’DEN KÜSTAH SÖZLER: OSMANLI İMPARATORLUĞU GÜNLERİ GERİDE KALDI
İsrail Dışişleri Bakanlığı, sert ifadelerin yer aldığı bir açıklama yayımlamış, “Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın parti üyelerinin toplantısındaki ifadeleri saçma, hayali ve çarpıtılmıştır. Kendi ülkesinin zor sorunları ile ilgilenmesi çok daha akıllıca olurdu. Osmanlı İmparatorluğu günleri geride kalmıştır. Kudüs geçmişte de Yahudi halkının başkenti olmuştur, halihazırda başkentidir ve gelecekte de öyle olacaktır. Hükümeti geçmişe nazaran güvenliğe, özgürlüğe, inanç serbestisine ve bütün azınlık haklarına saygılıdır. Camdan bir sarayda yaşayanların başkalarına taş atmamaları gerekir” açıklaması yapmıştı.
İran, ABD’yi uyardı: Bunu yaparsanız üslerinizi kapatmanız gerekecek
İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Caferi, “ABD, Devrim Muhafızları’na karşı yaptırım uygularsa İran’ın etrafındaki üslerini 1000 km’e kadar kapatması gerekecek” dedi.
İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi, Meşhed kentinde yaptığı konuşmada, ABD’yi çok sert bir şekilde uyardı.
İran’ın füze gücünün müzakere edilecek bir konu olmadığını belirten Tümgeneral Caferi, füze teknolojisi konusunda günbegün daha büyük başarılara ulaşıldığını ifade etti.
Devrim Muhafızları Komutanı, İran füze programının savunma amaçlı olduğunu kaydederek, “Teröristlere (DEAŞ’ın Deyr ez Zor’daki mevzileri) karşı gerçekleştirilen operasyonda fırlatılan füzeler ülkeden kilometrelerce uzaktaki hedefi tam istabetle vurdu. Bu füzeler daha da geliştiriliyor” ifadelerini kullandı.
Tümgeneral Caferi, “ABD, Devrim Muhafızları’na karşı yaptırım uygularsa İran’ın etrafındaki üslerini 1000 km’e kadar kapatması gerekecek. Bu gibi yanlış bir eylem ABD için çok pahalıya mal olacaktır” diye uyarıda bulundu.
Din Ve Doğruluk
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem): “Doğruluktan ayrılmayın. Şüphesiz ki doğruluk cennet kapılarından bir kapıdır.” (Tarih-i Bağdad, 11/82)
İmam Ali (aleyhisselam): “Doğruluk her ne kadar kendisinden korksan da seni kurtarır ve yalan her ne kadar kendisinden güvende de olsan seni yok eder.” (Gurer’ul Hikem, 1118,1119)
Doğruluk ve dürüstlük her şeyin esasıdır. Din, ahlak ve ibadetinde esası doğruluktur. Toplum yargılarında bile sevilmenin, önemsenmenin, kaliteli bilinmenin esası yine doğruluktur. Allah’u Teâla da ibadetleri, yapılanları, yazılanları, konuşulanları kişilerin doğruluk esasına göre değerlendirir. Kişinin kendisi doğru değilse yaptıkları (zahirde) güzel ise veya kişinin kendisi doğru ise yaptıkları çirkin ise; her ikisi de İlahi nazarda reddedilmiştir. Zira İslam’da hem hüsnü faili ve hem de hüsnü fiili önemsenmiştir. Faili güzel kılan güzel niyettir. Niyet güzel oldu mu fiilde güzel olmalıdır. Fail ve fiil güzel oldu mu fail doğrudur ve fiilde dürüsttür demektir. Fail ve fiil güzel olmadı mı yani kişi doğru ameli dürüst olmadı mı İlahi nazarda reddedilir. Böyleleri Enbiya, Ehlibeyt, Evliya, Salihler ve müminler tarafından da reddedilmiştir. Ancak kendilerini mümin, salih, erdemli görenler reddetme kavramının içinde olmazlar ise kendilerini mümin, salih v e erdemli görmeleri bir avuntudan öteye geçmez. Yani olduğun gibi görünmek veya göründüğün gibi olmak çok önemlidir.
Bu menfi karakterleri tarihte ve günümüzde çok görmek mümkündür. Hz. Ali’nin (aleyhisselam) katili yakalandığında, ona; senin dilini keseceğiz dediklerinde, çok şaşırtıcı şöyle bir cevap vermiştir; dilimi kesmeyin de, hiç olmazsa ölünceye kadar Allah’a zikredebileyim. Evet, burada görünürde Allah’a zikreden ve Allah zikrini dilinden düşürmeyen bir karakter var ama kötü bir karakter! Yani kötü fail ve kötü failden çok mu çok kötü fiil. Bundan dolayı her insan faillere ve fiillere çok dikkat etmelidir.
Bütün ilahi metinler, semavi kitaplar, Peygamberler, Ehlibeyt imamları, veliler doğruluk ve dürüstlüğün dolayısıyla güzel ahlakın din de olmazsa olmaz olduğunu söylemişlerdir. Yani Müslüman ahlaksız olmaz. Uydurulan ve egoların şekillendirdiği din bunun aksini iddia ediyor. Uydurulan ve egoların şekillendirdiği dine göre, Müslümanlık namazsız olmaz, oruçsuz olmaz, hacsız olmaz ama ahlaksız olur. Zira bugün İslami dindar görünümlü toplumlarda (zahirde) namaz, oruç, cami ve diğer ibadetlerin ehli olup eliyle, diliyle, davranışlarıyla, yaklaşımlarıyla ahlaksızlık yapanları görmek mümkündür.
İnsan zaaflar neticesinde ahlaksız olmaz. Zira zaaflar insanı hatalı yapar, kabahatli yapmaz ve hata neticesinde insan günahlara bulaşır. Hatalar özür ve af dilemekle tamir edilir, günahlar ise tevbe neticesinde Allah tarafından bağışlanır. İnsanın hata yapması bir zaafın ürünüdür ve bu ürün neticesinde insan sürçmelere kapılır. Ancak kötü ahlak, çirkin karakter içsel kokuşmuşluktur, kötü niyettir ve içsel bir çürümedir. Bu içsel çürüme neticesinde insan doğru gibi görüntü vermeye çalışsa da doğru şeyler yapamaz ve bir kabahatli işten bir diğerine sıçrar. Bu kavram devletler için de geçerlidir.
Bugün genelde Müslüman toplumlar akıl almaz bir şekilde ahlaki erozyon yaşamaktadırlar. Allah bizleri doğru ve güzel işlere emretmesine, doğruyu ve güzeli yapanlara mükâfatların verileceğini vadetmesine rağmen bazıları adeta emredilenin yalancılık, dolandırıcılık, gıybet, iftira, şer, bühtan, riyakârlık, gösteriş, düzenbazlık olduğunu ve bunlarda mükâfatların olduğunu varsayarcasına bu şeytani fiillerle yatar/kalkar olmuşlardır. Bireysel bazda bu yapılanları yer yer bazı devletler bile bugün yapmaktadırlar.
Bugün İslam coğrafyasında dünyanın gözleri önünde yapılan savaşlar, katliamlar, göçler, canlı canlı insan yakmalar, insan başı kesmeler, tarihi mirasları yok etmeler, saygın ve seçkin insanların mezarlarını tahrip etmeler, yalanlar, talanlar, iftiralar, hırsızlıklar, çapulculuklar, cinayetler, kadına şiddetler, kadın ticaretleri, çocuk sömürüleri, çocuk kıyımları, yağmalar, patlatılan bombalar, esrar, uyuşturucu, eroin yaygınlığı, vahşilik ve barbarlıkların bir bölümünün arkasında uydurulan dine göre hayatlarını şekillendiren sahte dindarlar ve böylelerine hizmet edenler ve bunları yönlendiren emperyalizm vardır.
Müslümanların çok mu çok dikkat etmeleri gerekir. Zira bu suçlar ve cürümler basit ve sıradan denilecek ve Allah ile insan arasında olan günahlar, sürçmeler türünden değillerdir. Bunlar çok büyük olan insanlık suçlarıdır. Failleri Allah ile savaş halindedirler. Susanlar da Allah ile savaş halinde olanların saflarında olmuş olurlar. Onun için her Müslüman sorunluluk bilinci ile marufa emri, münkerden nehyi yapmalı ve safını doğrulardan yana belirlemelidir. Aksi takdirde Müslümanlar olarak herkes ve hatta dünyamız zarar görür. Bugün tüm insanlığın en önemli sorunu ve sıkıntısı budur. Özelde Müslümanlar ve genelde İnsanlık bu sorunu ortadan kaldırıp etkisiz kılmadıkça, huzur yüzü göremez.
Selam ve Dua ile…
Mehdi AKSU
Müslüman Dünyanın Pasifliği ve İç Çekişmeler
Müslümanların, Orta Çağ’ın bitimi ve Reformasyon dönemi ile birlikte batıda başlayan “Madde-İnsan” eksenli yeni hayatıyla yaşadığı sorunlar aslında bugünün temellerini atmıştı.
Yani İslam anlayışında dünya düzeni iki temel üzerine kuruludur “dünya ile birlikte ahiret inancı”. Bu ikisi arasında sağlam ve devamlılığı gerektiren dengeler ne yazık ki Müslüman devletlerin siyasi çekişmeleri ve ahreti kullanarak otoriteyi sağlama düşüncesi bilim, sosyal hayat, teknoloji, gelişim ve insana bu dünyada istediği refah anlayışını arka plana attı.
(Tabi üstteki kullandığımız “dünya ile birlikte ahiret inancı” bireysel olarak mümkün ve kolay gibi görünse de topluma yansıyan yönünde devletin ve hakimiyetin rolü etkileyici ve belirleyicidir.)
Batı “Mavera”yı bir kenara atarak seçimini yaptı ve tamamen maddeye yönelik ama dinin de piyon olarak kullanıldığı sistemle zaten kiliseden bıkan toplumlara yeni bir hayat nefesi aşıladı. Bunu kendinde sınırlı tutmayan batı, tüm dünyaya özellikle doğuda hakim olan ve batıyı da sürekli tehdit eder görünen İslam topraklarında bu düşünceyi empoze etmeye çalıştı.
İşin bu tarafından bakarsak İslam toprakları da buna ne yazık ki müsait bir hale gelmişti. Zira din olgusunu sadece devletin devamını sağlayacak güç olarak gören ve kendi kendini seçen “Allah’ın yeryüzündeki halifesi” unvanıyla insanın maddi-manevi ihtiyaçlarını karşılama cesaretini gösteren liderler, bir anlamda kendi içinde de bir çekişmeye girmiş durumdaydılar.
İşte burada esas ve asalet, dinin yalın haliyle insanlara sunulması, egemenliği dinin gerektirdiği şekilde yorumlanması ve toplumun her anlamda gelişmesini sağlama anlayışının dışına çıkıldı.
Özellikle son yüzyılda Afrika’nın en batısından tutun da doğuda Hindistan topraklarına kadar uzanan coğrafyada yaşanan olaylar düşünen insanların şu sonuçlara ulaşmasını rahatlıkla sağlayabilir:
· Dini kendine göre yorumlama ve bunun siyasete yansıtılması
· Güç ve hakimiyet uğruna kısa vadeli siyasetler ve düşünceyi sınırlandırma
· Teknoloji ve tecrübi bilimleri İslam dışı görme ve cephe alma
· Kendisi dışındakini gayri Müslim ilan ederek mücadeleye girme
· Bu mücadelelerde batıdan medet umma ve kendini kurtarma adına sinsi materyalist düzenlere boyun eğme
İşte bu sonuçlar bugün başta Filistin olmak üzere Bahreyn, Yemen, Suriye, Irak, Afganistan, Keşmir, Myanmar, Eritre, Somali, Nijerya ve daha nice illerde batının Müslümanları maşa olarak birbirlerine karşı kullanması için hazır bir sofra ve ortam oluşturmasını sağladı.
İslam dünyası bugünkü haliyle istese de buna karşı bir tepki ve karşılık verecek durumda değil. Zira ne tam anlamıyla “madde-insan” eksenli bir tutum sergiliyor ne de “dünya ile birlikte ahiret inancı” anlayışını tam olarak benimsemiş durumda.
Bu ikisinin arasında sürekli git-geller yaşıyor.
Bu nedenle de akan Müslüman kanının, sönen hayatların, kaybolan nesillerin bir önemi kalmıyor artık.
Ne diyelim…
Basiret ve kararlılığın zihinlerimizde doğru anlaşılması ve uygulanması ümidiyle!!!
ABD’nin yükümsüzlükleri anlaşma sonrası oluşan ortama zarar veriyor
Nükleer Anlaşma Ortak Komsiyonu’nun 8. oturumu, İran ve 5+1 ülkelerinden gelen heyetler ve AB temsilcisinin katılımıyla Avusturya’nın başkenti Viyana’da başladı.
Nükleer Anlaşma Ortak Komsiyonu’nun 8. oturumu, İran ve 5+1 ülkelerinden gelen heyetler ve AB temsilcisinin katılımıyla AB Dış Politikalar Sorumlusu Mogherini’nin Yardımcısı Helga Schmid’in başkanlığında bugün Avusturya’nın başkenti Viyana’da başladı.
İran heyetine öncülük eden İran Dışişleri Bakan Yardımcıları Seyyid Abbas Irakçi ve Mecit Taht Revançi, bu toplantıda 5+1 ülkeleriyle nükleer anlaşmanın uygulanma tarzını görüştü. ABD’nin bu yönde defalarca gerçekleştirdiği yükümsüzlükleri, konuşulan başlıca konular arasındaydı.
Irakçı bu konuyla ilgili, “Maalesef ABD’nin vaatlarını yerine getirmesinin ardından yeni yaptırımları gündeme getirmeye çalışması birer alışkanlık haline geldi, fakat bu girişimler anlaşma sonrası oluşan olumlu ortama zarar veriyor. Bunlara karşı anlaşma çerçevesinde kendimizi savunmaya hazırız” ifadelerinde bulundu.
Kudüs’te Sular Durulmuyor İşgal Rejimi Cuma Namazı Kılanlara Saldırdı
İsrail’in 50 yaşından küçüklerin cuma namazı için Doğu Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya girmesini yasaklamasının ardından güvenlik güçleri ile göstericiler arasında çatışmalar yaşandı. İsrail polisi Aksa dışında kurulan kontrol noktası önünde namaz kılan göstericilere gözyaşartıcı gazla müdahale etti.
Haaretz’in aktardığına göre Mescid-i Aksa çevresinde kurulan kontrol noktasında göstericilerle İsrail polisi arasında cuma namazı bitmek üzereyken çatışma çıktı.
İsrail polisi Mescid-i Aksa’nın da içinde bulunduğu etrafı surlarla çevrili Doğu Kudüs’ün Eski Şehir bölgesine açılan kapıları barikatlarla kapatmıştı.
4 EYLEMCİ YARALANDI
Haaretz’in geçtiği bilgilere göre, Aksa dışında kılınan cuma namazının bitmesine kısa bir süre kala genç Filistinliler Zeytin Dağı ile Aslanlı Kapı arasındaki köprüde bulunan polise taş attı.
İsrail polisi de eylemcilere göz yaşartıcı gaz ve sersemletici bomba ile müdahale etti.
Polisin Wadi Joz mahallesine girerek bazı göstericileri gözaltına aldığı da açıklandı.
Haaretz çatışmalarda 4 Filistinli eylemcinin de yaralandığını açıkladı.
Doğu Kudüs’te bulunan Ras el-Amud mahallesinde çıkan çatışmalarda, İsrailli bir yerleşimci, Filistini bir genci silahla öldürdü.
Müslümanlar, Aksa’ya girişlerinin kısıtlanması sonrası barikatların önünde namaz kıldı
NE OLMUŞTU?
İsrail güvenlik kabinesi sabah saatlerinde Mescid-i Aksa’nın da içinde bulunduğu Harem-i Şerif’in kapılarına yerleştirdiği elektronik metal arama detektörlerinden vazgeçmeyeceğini duyurmuştu.
İsrail polisi, 14 Temmuz Cuma günü sabah saatlerinde Mescid-i Aksa’da silahlı saldırıda bulunan 3 Filistinliyi öldürmüş, olayda yaralanan 2 İsrail polisinin ise kaldırıldıkları hastanede öldüğünü açıklamıştı.
Olayın ardından Mescid-i Aksa’yı ibadete kapatan İsrail güçleri, Harem-i Şerif’in iki kapısını pazar günü açmış, ancak kapılara metal arama dedektörleri yerleştirmişti.
İran'ın Kuzeybatısında Ordu Güçleri İle Teröristler Arasında Mücadele Sürüyor / 7 Terörist Öldürüldü
İran Kara Kuvvetleri Komutanlığı Hamza Seyyid-i Şüheda (a.s) Karargâhı tarafından bildiri yayımlanarak ülkenin kuzeybatısında bir terörist grubun karargah tarafından etkisiz hale getirildiği açıklandı.
İran Kara Kuvvetleri Komutanlığı Hamza Seyyid-i Şüheda (a.s) Karargâhı halkla ilişkiler bölümü tarafından yayımlanan bildiride şu ifadelere yer verildi: Geçtiğimiz akşam (20 Temmuz) ülkenin kuzeybatısında sınırın sıfır noktasında eylem yapmayı planlayan dünya emperyalizminden yabancı casusluk bürolarına bağlı bir grup terörist Kara Kuvvetleri Komutanlığı Hamza Seyyid-i Şüheda (a.s) Karargâhı birliklerinin dikkati ve ciddiyeti neticesinde, teröristler ile askerler arasında yaşanan şiddetli çatışma sonucu, etkisiz hale getirildi.
Bildiride ayrıca şu bilgilere yer verildi: Çatışmalarda 3 terörist öldürüldü, 4 terörist yaralandı ve bir terörist de canlı ele geçirildi, geriye kalan diğer teröristler ise sınır yoluyla kaçtı.
Bildiriye göre, çatışmada İran Devrim Muhafızları Komutanlığı Hamza Seyyid-i Şüheda (a.s) birliklerinin cesur komutanlarından olan Binbaşı Yasin Kanberi şehadet şerbetini içti ve İslam Mücahitlerinden biri de yaralandı.
Bildiride ayrıca şu vurguda bulunuldu: İran halkının Kara Kuvvetlerinde ve ordunun diğer askeri, istihbarat ve güvenlik birimlerinde görev yapan evlatları sömürgeci güçlerin ve bölge güçlerinin ülkeye girmesine izin vermeyecektir ve İslam İnkılabının güvenliğini ve huzurunu tehdit edecek her türlü adıma katı bir şekilde cevap verecektir.
Zarif: ABD nükleer anlaşmanın ruhuna uygun davranmıyor
İran Dışişleri Bakanı Zarif, CNN'e verdiği röportajda ABD'nin nükleer anlaşmanın metni ve ruhuna uygun davranmadığını ifade etti.
BM Üst Düzey Forumu için ABD’nin New York kentinde bulunan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, CNN’e konuştu.
İran’ın nükleer müzakereler sürecinde ve ondan önce bile defalarca nükleer silah peşinde olmadığını belirttiğini hatırlatan Zarif, Trump’ın G20 zirvesinde diğer ülkelerin liderlerinden İran’la işbirliği yapmamalarını istemesinin de nükleer anlaşmanın menti ve ruhuna uygun olmadığını söyledi.
İran Dışişleri Bakanı, “Tarih apaçık ortadadır. İran kimyasal silahların mağduru olmasına rağmen hiçbir zaman bu tür silahları kullanmadı. Çünkü kimyasal silahlar ideolojimize aykırı olmakla birlikte güvenliğimizi koruyacabilecek bir unsur olarak da görünmemektedir” ifadelerini kullandı.
“Her zaman net bir dış politika yürüten İran, terörizm ve aşırıcılığa karşı büyük bir mücadele sürdürmüş, hatta bu konuda Afganistan, Irak ve Suriye gibi ülkelere de yardım etmiştir” diyen Zarif, Trump’ın Suudi Arabistan’dan yana bir tavır sergilemesine de değinerek, sözlerini şöyle sürdürdü: Bu çok yanlış bir politika. Terörizmin kaynağını hepimiz biliyoruz. İkiz Kuleler’e düzenlenen saldırının arkasında hangi ülkeye mensup vatandaşların da yer aldığını biliyoruzdur. Onlardan hiçbirisi İranlı değildi. 2001 yılından itibaren gerçekleşen terör saldırıları arasında bir İranlının bile parmağı olmadı. Maalesef aşırıcılığa kaynaklık eden Suudi Arabistan, İslam’la hiçbir ilgisi olmayanları bölge ve dünyaya yaydı. DEAŞ, Nusra Cephesi ve El Kaide’ye bir bakınız. Bu örgütlerin İslam’la ilgisi olmadıkları gibi İran’la da hiçbir şekilde bağlantıları yoktur.
Matematiğin Nobel'ini alan tek İranlı kadın öldü
Matematik ödülü Fields Madalyası'nı kazanan tek kadın olan İranlı matematikçi Mirzakhani, uzun süredir mücadele ettiği kansere yenik düştü.
Matematik dünyasının Nobel'i olarak bilinen "Fields" ödülüne layık görülen tek kadın matematikçi olan Maryam Mirzakhani, 40 yaşında hayatını kaybetti.
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Stanford Üniversitesi'nde çalışan İranlı matematikçi için bir mesaj yayımlayan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, durumu 'yürek parçalayıcı' olarak yorumladı.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif de "İranlı genç deha ve matematik profesörü olan Maryam Mirzakhani'nin ölümü benim ve İranlılar için büyük bir acı kaynağı" açıklamasında bulundu.
Üniversite eğitimini İran'da tamamlayan Tahran doğumlu Mirzakhani, doktora eğitimi için gittiği ABD'de kuramsal matematik alanında uzmanlaştı. 3 yıl önce matematik alanında verilen en prestijli ödül olan Fields'a layık görüldü. Fields ödülü, matematik araştırmalarına katkı sağlayan 40 yaşın altındaki isimlere 1936 yılından bu yana veriliyor. 37 yaşında ödüle layık görülen Mirzakhani, bu ödülü alan ilk kadın matematikçi olmuştu.
Mirzakhani, eğri yüzeylerin simetrisi üzerine yaptığı çalışma ile ödülü almıştı. İranlı matematikçinin çalışmaları, fizik ve kuantum mekaniği alanındaki araştırmalara katkı sağlamıştı.
Musul’dan Sonra IŞİD
Musul şehri IŞİD’in işgalinden kurtarıldı ve Irak’lıların deyimiyle “Hurafe Devleti” yıkıldı.
Aslında yıkılan IŞİD değil, IŞİD adı altında uygulanmak istenen bir projeydi; Irak’ı üçe bölme, Irak ile Suriye topraklarının bir kısmı üzerinde bir Sünnistan kurma komplo planıydı.
IŞİD başından beri başını ABD’nin çektiği müstekbir güçlerle bölgedeki stratejik ortaklarının bir projesidir. Üçe bölünmesi öngörülen Irak’ta Sünnistan kurmaktı. Irak’ın 2003 yılında işgalinden sonra planlanan, tedvin edilen yeni Irak anayasasında dolaylı olarak öngörülen ve BOP projesinde açıkca dile getirilen bir proje.
Baasçı Saddam rejiminin 2003 yılında yıkılmasıyla ordu dağıtıldı ve başa geçen hükümetler ülkenin toprak bütünlüğünü koruyacak güvenlik güçlerinden yoksun bırakıldı.
İşgalci Amerikalılar bu eksikliği kısmen giderecek milis güçlerinin de silahsızlandırılmasında ısrar ediyor ve hükümetleri baskı altında tutuyordu. Nitekim kuzeydeki Kürt gruplar hariç Baasçı Rejime karşı yıllardır mücadele veren milis güçleri ağır silahlarını teslim etmeye zorlandılar.
Her devrimden sonra yapılması gereken ilk iş olarak halk seferber güçleri oluşturulmasına dair teklif ve girişimler işgalci ABD tarafından engelleniyordu. İç güvenliği sağlayacak polis gücü ve yeniden oluşturulacak ordunun eğitimi de ABD ve İngiltere tarafından sürdürülüyordu. Ayrı bir ifadeyle Irak’ın geleceği de böylece tasarlanıyordu.
ABD ve İngiltere şiilerin kontrolündeki merkezi hükümetleri böylece oyalarken sünni bölgelerinde aşiretler ve Baasçılarla gizli işbirliğine başlamışlardı. Kuzey Irak’ta Kürtler ise yeni anayasanın tanımış olduğu özerklik hakkını sonuna kadar kullanarak ve işgalcilerin de açık desteği ile yeni bir devletin temellerini atmaya başlamışlardı.
İşgalciler Sünni bir devlet kurmak amacıyla Sünni aşiretler, Afganistan’dan aktarılan Arap asıllı El-Kaide militanları ve Baasçılardan oluşturulan çeteleri silahlandırarak işe başladılar. Hedef, sünnilerin yaşadıkları bölgeleri tedrici olarak merkezi hükümetin kontrolünden çıkarmaktı. “Irak İslam Devleti” adı altında yeni bir örgüt kuruldu ve Irak’ta kurulacak Sünnistan’dan çıkar gütmeyi planlayan tüm bölge ülkeleri tarafından desteklendi. Hatta Suriye iç savaşı başlamadan önce bu ülkeye kaçmış Baasçı, Pan Arabist ve bazı din tandanslı grupların bu projeye katkı sunmalarına bile göz yumuldu.
Nuri Maliki, başbakanlığı döneminde komplonun farkında olarak Irak’ın toprak bütünlüğünü koruma yönünde girişimlerde bulununca ABD ve bölgedeki müttefiklerinin saldırısına uğradı. Malik’yi şiicilik yapmakla suçladılar. Irak seçimlerine müdahalede bulunarak yeni kurulacak hükümete kendi uğursuz hedeflerine hizmet edecek birini getirmek için bölge başkentlerinde toplantı üzerine toplantı yapmaya başladılar.
Aynı çevreler bu çabalarına paralel olarak 2011 yılında Suriye’de iç savaş başlatınca Sünnistan kurma düşüncesi gün geçtikçe güçlenmeye başladı. Suriye’de üstlenen Iraklı muhalifler ve Suriyeli el-Kaidecilerin de yardımıyla “IİD(Irak İslam Devleti ) Suriye topraklarının da bir bölümünü işgal edince ad değiştirerek IŞİD(Irak ve Şam İslam Devleti) adını aldı.
Suriye topraklarına girip ülkenin üçte birine yakınını işgal edene kadar Irak içinde silahlanmış ve etkili olmasına rağmen üzerindeki işgali ilan edilmiş değildi. Ne zaman ki 2014 yılı ortalarından itibaren ABD ve bölge ülkelerinin yardımıyla ve yıldırım hızıyla Telafer , Sincar ve Musul’u işgal etti, komplonun boyutları ve IŞİD işbirlikçisi ülkelerin açık ve gizli ilişkileri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
IŞİD’in Musul’u işgal edip başkent olarak ilan etmesi sırasında bölge ülkelerinin ve AKP hükümeti yetkili ağızlarının açıklamaları yeniden gözden geçirilirse IŞİD’in sözde şii mezhepçisi Irak hükümetine karşı direnen “öfkeli çocuklar” olmayıp uluslararası bir komplo planının icracısı oldukları daha iyi anlaşılır.
Peki ABD ve müttefikleri kendi hazırladıkları bu IŞİD belasına niçin karşı çıkmaya başladılar veya gerçekte karşı çıktılar mı?
Bölge ülkelerinden bazıları IŞİD’e sözde Şia yayılmacılığına karşı ve Irak’ta bir sünni devlet kurmak için umut bağlasalar da ABD bu işin uzun sürede IŞİD savaş makinasıyla sürdürülemiyeceğini başından beri biliyordu. Ama IŞİD’den başka bir örgütün bu planı başaramayacağını da biliyordu. Bölge üzerinde dehşet, cinayet ve katlaim yaparak bu planı uygulayacak IŞİD eninde sonunda ortadan kaldırılacak ve yerine ABD ile uyumlu, uzlaşmacı ve ılımlı olarak tanınan gruplar, aşiretler ve kişiler getirilecekti. Veya IŞİD kontrol altına alınarak uysallaştırılacaktı. Plan buydu.
Tam bu sırada Irak’ta ABD ve bölgedeki müttefiklerinin hesabını yapamadıkları bir güç Irak halkını ülkelerini savunmaya, direnişe davet etti. Dini mercii Ayetullah Sistani nihayet cihad fetvası yayımlamış ve eli silah tutan herkesi direnişe çağırmıştı. Başta şiiler olmak üzere tüm müslümanlar ve hatta hristiyanlar da bu çağrıya lebbeyk diyerek halk seferberlik güçleri oluşturmaya başlamışlardı.
Haşd-i Şabi güçlerinin öncülüğünde Irak ordusu, polis gücü ve terörle mücadele birlikleri Bağdat’ın kuzeyinden başlayarak Er-Ramadi, Felluce, Tikrit, Beyci şehirleri ve eyaletleri teröristlerden temizliyerek Musul’a dayandı ve iki gün önce “Hurafe Devletinin” başkenti olarak ilan edilmiş bu şehiri de uzun bir savaştan sonra IŞİD işgalinden kurtardı.
Haberlerde kasıtlı olarak Musul’un kurtarılmasında ABD’nin komutasındaki koalisyon güçlerinin de rolüne vurgu yapılmaktadır. Bu kasıtlı propagandalar ordusu, polisi ve Haşdi Şabisiyle Irak’ın yerli direniş güçlerinin fedakarlıkları ve kahramanlıklarını gizlemek veya küçük göstermek amaçlıdır. Koalisyon güçleri hava operasyonlarına katılmış olsalar bile Musul zaferi karada göğüs göğüse savaşılarak kazanılmıştır, Irak halkına ve Direniş Cephesine aittir.
ABD ve müttefikleri hala bile IŞİD projesinden vazgeçmiş değiller. Amerikan güçlerinin Irak içinde ve Suriye’de IŞİD ile gizli işbirliği hala sürmektedir. Daha birkaç gün öncesinde Amerikan helikopterlerinin IŞİD işgalindeki Havice şehrindeki teröristlere silah ikmali yaptıkları görüntülenmişti. Ve yine Suriye’de direniş cephesi güçlerinin bu ülkenin IŞİD işgalinde bulunan doğu bölgelerine doğru ilerlemeleri sırasında son bir ay içinde defalarca Amerikan uçaklarınca bombardıman edildikleri ve yüzlerce şehid verdikleri alenen açıklanmış bulunuyor.
IŞİD’in başkenti Musul kurtarılmış olmasına rağmen bu terör makinası Irak ve Suriye’de hala geniş bir bölgeyi kontrolü altında tutmaktadır. Ayrı bir ifadeyle Amerikalılar açısından hala kullanılabilir, ılımlı bir örgüte devşirilebilir veya yerine aynı görevi yapacak başka bir örgüt oluşturulana kadar Direniş Cephesine karşı desteklenebilir. IŞİD bağımsız bir yapı değil, ABD ve müttefiklerinin çıkarlarına hizmet eden bir projedir.
IŞİD ne ABD’nin ne de Direniş Cephesinin asıl düşmanıdır. Direniş Cephesinin asıl düşmanı ABD, İsrail ile Avrupa ve bölgedeki müttefikleridir. Müstekbir cephesi de asıl düşman olarak İran eksenli Direniş Cephesini gördüğünü gizlemiyor. IŞİD ve öteki terör çeteleri yenilgiye uğratıldığında gerçekte müstekbir cephesinin uğursuz projelerinden sadece birisi etkisiz hale getirilmiş olacaktır. Bu iki cephe arasındaki mücadele kısa sürede biteceğe benzemiyor.
Ziya Türkyılmaz